28. Bölüm

24- BÖLÜM

ŞEVVAL ALPAR
lavinia_x21

YAZAR'DAN

 

Azad yatağın kenarında oturuyordu. Karısına bakarken gözlerinde huzurla karışık derin bir hayranlık vardı. Yıllarca kavuşmak için dua ettiği, nefesini saydığı, varlığıyla bütün yaralarını unutturan kadın şimdi yanındaydı. Hem de onun soyadını taşıyarak, onun karısı olarak.

 

Efsun, ipek örtülerin altında bir kuş gibi narin görünüyordu. Uzun kumral saçları yastığın üzerine dağılmış, ipek gibi parlıyordu.

 

Dalga seslerinin eşliğinde her bir tel usulca kıpırdıyor, saçlarının arasında yatan huzuru gösteriyordu sanki. Yüzünü çerçeveleyen o saçların arasında yeşil gözleri yarı kapalı hâlde bile ışıldıyor, yanaklarındaki belirgin gamzeler soluk bir gülümsemenin izini taşıyordu.

 

Azad’ın yüreği titredi. O gamzelere bakarken, geçmişin tüm kederi silindi.

Onun için Efsun, yalnızca bir kadın değildi; ömrünün anlamı, dualarının karşılığı, hayatının nefesiydi.

 

Elini usulca onun yüzüne uzattı, parmak uçlarıyla yanaklarını okşadı. Her dokunuşunda, sanki yıllar sonra kavuştuğu bir emanete dokunuyordu. İçinde tarifsiz bir minnettarlık vardı.

 

“Allah’ım…” diye içinden geçirdi, “bana dünyadaki en büyük mucizeyi verdin. Hem Efsun’u, hem Agir'i hem de ondan doğacak iki yavrumu.”

 

Başını eğip Efsun’un dudaklarının kenarına, gamzelerinin hemen yanına ince bir öpücük kondurdu. Dudaklarının ucunda hissedilen sıcaklık, kalbinin derinliklerine işledi.

 

Onu seyrederken içinden geçenleri dile getirmek istedi ama sesini duyurmaktan korkar gibi kısık bir tonla mırıldandı:

 

“Sen bana cenneti getirdin, Dildar. Benim kalbim, seninle yeniden doğdu. Gözlerim, senin yeşil gözlerinle gördü hayatı. O gamzelerin… her biri bana ömrümün sebebini hatırlatıyor.”

 

Efsun uykuya dalmıştı artık. Göz kapakları kapalı, nefesi düzenliydi. Azad, onun nefesini dinlerken bir adamın duyabileceği en büyük huzuru duyuyordu.

 

Bir an bile gözlerini ondan ayırmadan düşündü: Benim hayatımın bütün yolları sana çıkıyordu. Ve şimdi, yolun sonu değil, yolun kendisi oldun. Seninle olduğum her an bana yeni bir başlangıç.

 

Elini yeniden karnına koydu.

 

Parmaklarının altında hafif bir sıcaklık hissetti. Dudakları titreyerek fısıldadı:

“Benim minik emanetlerim… Annenizin gülüşünü görünce bana hak vereceksiniz. O gülüş için ölürüm. Siz dünyaya geldiğinizde, babanızı önce annenizin gözlerinde göreceksiniz. Benim en büyük mirasım bu olacak.”

 

Kendi kendine gülümsedi. Gözleri parladı. Bir adam daha ne isteyebilirdi? Önünde yatan, ömrünü adadığı kadın… İçinde büyüyen, geleceğe bıraktığı iki parça can…

Azad için o gece, hayatta aldığı en büyük hediye olmuştu.

 

Çünkü artık yalnız bir adam değildi.

Artık bir baba, bir eş, bir adanmışlık yeminine dönüşmüştü.

 

Ve kalbinin her atışında tek bir cümle yankılanıyordu:

“Ben seni, Dildar, nefesimin sonuna kadar seveceğim.”

 

Azad başucunda oturduğu Efsun’u seyretmeye devam ediyordu. Kalbi, sanki göğsüne sığmaz olmuştu. Onu böyle huzurla uyurken izlemek bile ömrüne bedeldi.

 

Kendi kendine, içinden bir sesle konuşuyordu:

"Ben yıllarca bu anı hayal ettim. Ellerini tutmayı, yanına uzanmayı, gözlerine bakıp uyumayı… Bazen kavuşamayacağım korkusuyla gecelerce dua ettim. Ama bugün, yanımda, nefesimin içinde. Allah’ım, ben hangi iyiliğimle bu güzelliği hak ettim?"

 

Efsun’un saçları yastığa yayılmıştı. Azad o saçlara bakarken, her bir telini ayrı ayrı ömrüyle koruyası geliyordu.

 

"Bu saçların arasına saklanan her gülüş, her bakış benim dünyam. O yeşil gözler… içime bakıyor, beni benden iyi tanıyor. O gözlerin içinde hem denizin dalgası var, hem de ormanın huzuru."

 

Yanaklarına doğru kaydı bakışları. Uyurken bile gamzelerinin izi silinmiyordu.

 

"Bu gamzeler… bana ilk gençliğimin heyecanını, ilk bakışta vurulduğum o anı hatırlatıyor. Sanki kalbimi buraya mühürleyen iki küçük işaret."

 

Azad’ın parmakları titreyerek onun eline dokundu. İncecik parmakları kendi avucunda kayboluyordu.

 

Böylesine narin… ama benim için koca bir dağ kadar güçlü. Çünkü ben düşerken hep onun sevgisi tuttu elimden.

Karnına yeniden elini koydu. İçinde büyüyen ikizlere seslenir gibi içinden geçirdi:

 

"Emanetlerim… bilmezsiniz ama anneniz benim mucizem. Siz onun karnında büyürken, ben de onun sevgisinde büyüdüm. Size söz, annenizi her gün güldüreceğim. Siz de gamzelerinin ne kadar kıymetli olduğunu öğreneceksiniz."

 

Gözleri doldu. Fakat bu gözyaşı acının değil, şükrün ve aşkın gözyaşıydı.

 

"Benim için hayat artık tamamlandı. Bundan sonra ne olursa olsun, yanımda Efsun olduğu sürece hiçbir şeyden korkmam. Eğer bir gün dünyadan göçüp gideceksem, onun kollarında gitmek isterim. Çünkü bu kadın, benim hem başlangıcım, hem sonum."

 

Derin bir nefes aldı. Gözlerini kapatıp başını yatağın kenarına yasladı. Elini Efsun’un elinden ayırmadı.

 

O gece, dalgaların sesiyle, rüzgârın perdeye dokunuşuyla, bir erkeğin yüreğinde taşınabilecek en büyük mutlulukla uykuya daldı.

 

Ve Azad’ın düşlerinde sadece tek bir şey vardı:

Efsun’un gamzeleriyle gülümseyen yüzü ve yeşil gözlerinin içinde geleceğe açılan ışık…

 

Sabah güneşi, villanın denize bakan penceresinden içeriye süzülüyordu. Tül perdeye çarpıp odanın içine altın rengi bir aydınlık serpiyordu. Kuş cıvıltıları dalga sesine karışıyor, sanki yeni güne özel bir şarkı söylüyorlardı.

 

Azad gözlerini yavaşça açtı. İlk baktığı yer, her zamanki gibi Efsun’un yüzüydü. Kadın hâlâ uyuyordu. Uzun kumral saçları yastığa dağılmış, güneş ışığıyla parlayan bakır tonda ışıltılar kazanmıştı. Gamzeleri hafifçe belli oluyordu, dudaklarının kenarında huzurlu bir tebessüm vardı.

 

Azad’ın yüreği yine eridi. Başını yana eğdi, sessizce gülümsedi.

 

Bu kadın benim karım… Benim Dildar’ım…

O an içinden bir fikir geçti: Ona özel bir sabah kahvaltısı hazırlamalıydı.

 

Sessizce yataktan kalktı, örtüyü düzeltti, Efsun’u rahatsız etmemeye özen göstererek odadan çıktı. Villanın geniş mutfağına geçtiğinde etraf sakin görünüyordu.

 

Tam mutfak tezgâhına yönelmişti ki, mutfağın ortasında renkli sabahlığıyla Vanessa’yı gördü. Saçlarını gelişi güzel toplamış, elinde dev bir çaydanlık sallıyordu.

 

“Günaydııın, Romeo!” dedi neşeli bir sesle. “Baksana, sabah sabah gizli işler çeviriyorsun. Aşk adamı gibi görünüyorsun yine.”

 

Azad homurdanıp başını salladı. “Sessiz ol, Dildar hâlâ uyuyor. Ona sürpriz yapmak istiyorum.”

 

Vanessa’nın gözleri kocaman açıldı. “Kahvaltı mı? Aman Tanrım, aşk filmi gibi yaşıyorsunuz! Peki… sana yardım edeyim.”

 

Ama yardım etmekten çok engel oluyordu.

 

Elma doğrarken birini fazla ince, diğerini koca bir parça kesti. Omlet karıştırırken yumurtaların yarısı tavaya, yarısı tezgâha sıçradı. Bir ara çaydanlığı yanlışlıkla ters çevirdi ve "Azad ağa çaydanlık isyan ediyor!” diye bağırdı.

 

Azad kahkahasını tutamadı. “Senin yardımın biraz fazla gürültülü oldu, Vanessa.”

 

Vanessa, komik bir şekilde ellerini beline koydu: “Ben olmasam şu kahvaltı eksik olurdu nankör herif. Bak, en azından sofraya neşe kattım!”

 

Sonunda masaya taze meyveler, peynir tabakları, sıcak ekmekler ve Vanessa’nın “fazla pişmiş ama aşk dolu” dediği omlet geldi.

 

Azad sofrayı hazırlarken kalbinde tarifsiz bir mutluluk vardı. Birazdan Efsun uyanacak, bu manzarayı görecek ve belki de yine o gamzeleriyle gülümseyecekti. İşte Azad için hayatın en güzel ödülü buydu.

 

Odanın içine dolan sabah ışığıyla birlikte Efsun yavaşça gözlerini araladı. İlk fark ettiği şey, odadaki sessizlik ve hafif kahvaltı kokularının yayılmasıydı. Bir an başını kaldırdı, Azad’ın yanında olmadığını fark edince dudaklarında tatlı bir gülümseme belirdi.

 

Saçlarını arkaya atıp yatağın kenarına oturdu. Pencereden denizin mavisine baktı, sonra merakla dışarıya yöneldi. Adımlarını sessizce attı, villanın geniş salonundan mutfağa doğru ilerledi.

 

Ve işte o an… Masayı gördü. Masanın ortasında taze çiçeklerle süslenmiş bir vazo, çevresinde kahvaltılık tabaklar, sıcak ekmekler, meyve dilimleri vardı. Yanında gururla gülümseyen Azad, karşısında ise komik bir gurme edasıyla elini beline koymuş Vanessa.

 

“Günaydın prenses!” diye bağırdı Vanessa, göz kırparak. “Bütün bunlar senin için. Tabii omleti ben yaptım, biraz fazla sanat eseri gibi oldu ama…”

 

Efsun kahkaha attı. Gözleri dolu dolu Azad’a baktı. Onun yüzünde öyle bir mutluluk vardı ki, kalbi bir kez daha titredi.

 

“Azad… sen…” dedi kısık sesle, gözleri gamzeleriyle birlikte parıldarken, “bunu benim için mi yaptın?”

 

Azad hiçbir şey söylemeden yanına yaklaştı, elini tuttu. “Senin için değil, Dildar. Bizim için. Bu evde her sabahımız aşk dolu başlasın diye.”

 

Tam o sırada yan taraftan minik adımların sesi duyuldu. Agir uykulu gözlerle pijamalarıyla ortaya çıktı. Saçları dağınıktı, gözlerini ovuşturuyordu.

 

“Anneee…” dedi mahmur bir sesle, “karnım acıktı.”

 

Efsun oğlunu kucağına alıp sıkıca sarıldı. Küçük bedeni annesine sokulmuştu. “Günaydın ateşim,” dedi Efsun, yanağına öpücük kondururken.

 

Vanessa hemen kahkahalarla söze girdi: “Ah işte, kahvaltının gerçek sahibi geldi! Küçük ağa sofraya şeref verdi.”

 

Agir masaya bakıp kaşlarını çattı: “Ama bu omlet çok garip görünüyor…” dedi masumca.

 

Herkes bir an sustu, sonra kahkahalara boğuldular. Vanessa ise elini kalbine götürüp dramatik bir sesle, “Sanatımı anlamıyorlar!” diye söylendi.

 

Azad, hem karısına hem oğluna bakarken gözleri parladı. İşte o an, içinden bir fısıltı yükseldi: "Benim bütün mucizelerim yanımda. Dildar, Agir ve doğacak iki bebeğimiz… Bundan daha büyük bir mutluluk olamaz.

 

Efsun ise oğlunu dizine oturtmuş, Azad’ın gözlerinin içine bakıyordu. O gamzeleriyle gülümserken sanki tüm ev daha da aydınlanmıştı.

 

Sofranın etrafına hep birlikte oturdular. Masanın ortasında renkli tabaklar, taze ekmekler ve hâlâ biraz dumanı tüten Vanessa’nın “sanat eseri” omleti duruyordu.

 

Agir kucağından inip sandalyeye oturdu, ellerini masaya koydu. Gözleri hemen bal kavanozuna kaydı.

 

“Ben bundan isterim!” dedi. Elleriyle kaşığı kavanoza daldırırken etrafa bal damlatmaya başladı.

 

Efsun gülerek oğlunun ellerini tuttu. “Yavaş ol, baldan çok yapış yapış olacaksın.”

Vanessa hemen lafa girdi: “Bırak Efsun, çocuk sanatıyla balı buluşturuyor. Bu bir yaratıcılık!”

 

Azad gözlerini devirdi, ciddi görünmeye çalışarak: “Sanat değil, masa savaşı bu. Bütün masa birazdan yapış yapış olacak.”

 

Vanessa kahkahasını bastıramadı. “Azad, sen hep bu kadar düzenli misin? Yani aşk adamı olmak güzel de, biraz dağınıklık da lazım hayatta. Yoksa romantik kahvaltın çok sıkıcı olurdu.”

 

Azad gözlerini kısıp gülerek karşılık verdi: “Sen olmasaydın kahvaltımız çok huzurlu olurdu, Vanessa.”

 

Vanessa ellerini açıp dramatik bir edayla, “Tanrım! Romeo beni istemiyor!” diye bağırdı.

 

Efsun kahkahalarla gülüyordu, hatta gamzeleri iyice belirginleşmişti.

 

Agir ise iki kaşının arasına bal sürmüş, “Bakın ben baldan bıyık yaptım!” diye bağırıyordu ama şuan kirli olmak onu çok huzursuz hissetiriyordu ama ilk defa çocuk olmaya çalışıyordu.

 

Hep birlikte kahkahaya boğuldular.

 

Azad oğluna eğildi, saçlarını okşadı. “Benim aslanım, sen kahvaltıyı savaşa çevirdin ama yakışıklı oldun yine de.”

 

Vanessa lafa karıştı: “Bıyıklar babana çekmiş, Azad ağa! Senin de böyle asık suratlı halleri var bazen.”

 

Azad ciddi görünmeye çalışarak, “Ben asık suratlı değilim. Ben… ciddiyim.” dedi.

 

Vanessa hemen gülerek kaşığı salladı: “Ciddiyim dediğin an bile yüzünde kalp çiçekleri açıyor, kabul et. Sen aşk adamısın, Azad ağa!”

 

Efsun gözlerinden yaşlar gelene kadar güldü. Azad ise karısının o gamzeli gülüşünü seyrederken kalbinden şükür etmeyi bırakmadı.

 

Bu evde kahkahalar eksik olmasın. Çünkü onların gülüşü, benim ömrümün mührü.

 

Onlar mutlu bir halde kahvalti yaparken başka bir evde intikam planları yapılıyordu.

 

Gülsüm, salonun bir köşesinde sessizce duruyordu. Gözleri yaşlıydı ama dudakları sert, yüzünde tedirgin ama bencil bir ifadeyle Yeşim’i izliyordu.

 

“Yeşim… Kendine gel artık! Kızın ve oğlun kendileri kaşındılar, eğer sende onların yolundan gidersen Azad gözünün yaşına bakmaz” diye soludu ama Sesi, korku ve çıkar karışımı bir ton taşıyordu;

 

kendi vicdanını, başkalarının acısını düşünmekten çok, yalnızca kendi güvenliğini ön planda tutuyordu.

 

Yeşim’in gözlerindeki delilik, Gülsüm’ün kalbini sıkıyordu. “Benden iki can aldılar, şimdi sıra bende!” diye bağırdı Yeşim.

 

Gülsüm titredi, bir yandan korkuyor, bir yandan kendi çıkarını düşünüyordu. “Evet… belki haklısın ama Azad’ın çocuklarına dokunursan, sen de ölürsün ve bende çocuklarımı...” kelimeleri boğazında düğümlendi.

 

Gülsüm’ün iç sesi onu kontrol ediyordu: "Kendi çocuklarım… Ben hayatta kalmalıyım… Efsun ve Azad? Onlar mı? Onlar sadece tehlike ve geçmişin gölgesi…" Bu düşünceyle, Yeşim’i durdurmaya çalışıyordu ama asıl motivasyonu, Yeşim’in öfkesinden kendi çocuklarını ve konumunu korumaktı.

 

Yeşim, Gülsüm’ün korkusunu fark etmiş gibi, hırçın bir şekilde ilerledi. “Durduramazsın! Kimse bana engel olamaz! Onlar benden her şeyi aldı, şimdi sıra bende!”

 

Gülsüm titredi, elleriyle çaresizce Yeşim’in koluna dokunmaya çalıştı. “Yeşim yeter artık! Senin çocukların bilerek ölüme gitti! Kim Azad karaaslan'ın oğluna ve karısına dokunur ki? Senin çocukların... dokundu!” Kelimeleri tamamlayamıyor, korku ve çıkar arasında savruluyordu.

 

Ev, Yeşim’in deliliği ve Gülsüm’ün bencil korkusu arasında sıkışmış, sessizliğiyle gerilimi yansıtıyordu. Her ikisi de farklı sebeplerle saldırgan ve savunmacıydı; biri intikam ve öfkeyle yanıyor, diğeri ise kendi çıkarını ve korkusunu korumaya çalışıyordu.

 

Yeşim’in nefesi hızlı ve keskinti, gözleri adeta alev saçıyordu. “Artık yeter, abla! Onlar benden iki canımı aldı, ben de onlardan herşeylerini alacağım!”

 

Gülsüm, geri çekildi, ama bir adım geri atarken bile elleriyle Yeşim’in kolunu kavramaya çalıştı. “Yeşim eğer bir şey yaparsan bil ki ben yokum! Ben ecelime susamadım, ne efsuna ne de çocuklarına dokunacak kadar delirmedim”

 

Yeşim, Gülsüm’ün ellerini itti, öfkesinden hiçbir şey kaybetmeden. “Sen mi durduracaksın? Benim canım yandı, Gülsüm! Ben çocuklarımı kaybettim! Benim acımı kim düşünecek? Hiç kimse!”

 

Gülsüm’ün yüzü bembeyaz oldu. Kendi korkusu, Yeşim’in deliliği karşısında iki katına çıkmıştı. “Ben… yokum! Haftalardır kaçak yaşıyorum, gideceğim sen ne yaparsan yap... Gerekirse Azad'a yalvarırım affetsin diye ama bir daha onalra zarar vermek icin dokunmam”

 

Yeşim, aldırış etmeden bir adım daha yaklaştı. “Gidemezsin!Bana yardım edeceksin! ”

 

Gülsüm, çaresizlikle ellerini kaldırdı, ama sesi titrek ve korkak: “Unut bunu! Ben gidip kızımın ve oğlumun yanında duracağım”

 

İkisi arasındaki gerilim neredeyse odanın havasını kesmişti; Yeşim’in öfke dolu bakışları ile Gülsüm’ün korku ve bencillik karışımı duruşu, her an patlayacak bir volkan gibiydi.

 

Her biri kendi motivasyonuna sıkı sıkıya bağlıydı; Yeşim intikam ve delilikle yanarken, Gülsüm yalnızca kendi çıkarını ve çocuklarını korumaya çalışıyordu.

 

Gülsüm, titreyen ellerini hafifçe arkasına doğru savurarak Yeşim’den uzaklaşmak istedi. “Yeter artık! Ben gidiyorum, kendi çocuklarımı korumam gerek…” dedi, sesi korku ve çaresizlikle karışık titriyordu.

 

Ama Yeşim bir adım daha attı, gözü dönmüş bakışlarıyla Gülsüm’ün önünü kesti. “Nereye gideceksin, abla? Benim planımı kimseye söylenene izin vermem!”

 

Gülsüm’ün kalbi çarpıyordu. “Sen… sen delirdin! Ben artık yokum!” dedi ve öfkesini kontrol edemeden Yeşim’in yanağına sert bir tokat attı. Yeşim irkildi ama öfkesinden zerre ödün vermedi; gözleri iyice büyümüş, nefesi keskinleşmişti.

 

Gülsüm, tokattan sonra fırsatını bulup hızla arkasını döndü, salonun kapısına doğru koşmak istedi. Ama Yeşim bekliyordu; ani bir hareketle elindeki porselen vazoyu Gülsüm’ün kafasına indirdi.

 

Bir çarpma sesi yankılandı, Gülsüm dengesini kaybedip yere düştü.

 

Gülsüm, başına inen vazonun acısıyla başını elleri arasına aldı, gözleri karardı, dudakları titriyordu. Ama en kötüsü, Yeşim’in delirmiş bakışları ve soğuk kararlılığıydı. Yeşim, Gülsüm’ün çaresiz hâlini görünce, bir adım daha yaklaştı; her hareketi planlı, her nefesi öfkeyle doluydu.

 

“Beni durdurmaya çalıştın değil mi, abla?” dedi Yeşim, sesi keskin, öfkeden titreyen bir fısıltıydı. “Bana engel olacağını mı sandın? Kimse… kimse intikam almama engel olamaz!”

 

Gülsüm, yerde yığılıp kalmış, titreyen elleriyle kendini toparlamaya çalışıyordu ama Yeşim hazır bekliyordu. Birkaç hızlı hamleyle Gülsüm’ü halının üstüne yatırdı, ayaklarını bağladı, kollarını ise eski bir ip parçasıyla sıkıca sardı.

 

Gülsüm’ün nefesi kesiliyordu, bağırmak istiyor ama sesi boğuluyordu.

 

Yeşim, Gülsüm’ün yüzüne eğildi, gözleri parlıyordu. “Beni durduracağını mı sandın? Senin çocuklarını, kendi canını korumak için yapacakların… boşa! Artık her şey benim kontrolümde. İntikamımı almadan kimse bu evden sağ çıkamaz.”

 

Gülsüm’ün içi kıvrandı; korku, acı ve çaresizlik içinde çırpınıyordu. “Yeşim… Azad… çocuklar… lütfen…!” diyebildi sadece, sesi titreyerek boğuldu.

 

Yeşim, Gülsüm’ün çırpınışını bir an bile umursamadan geri çekildi, gözleri kararlı, nefesi keskin: “Herkes intikamımı durdurmak isteyecek, ama kimse durduramaz. Kimse!”

 

O an odada bir sessizlik çöktü. Dışarıda rüzgar pencereye çarpıyor, hafif bir uğultu evin içinde yankılanıyordu. Gülsüm yerde, nefes nefese ve korkuyla bağlanmış hâlde, Yeşim’in delilikle karışık intikam arzusu ise odanın havasını tamamen değiştiriyordu; her an patlayabilecek bir volkan gibi.

EFSUN'DAN

 

Bahçeye adımımı attığımda içimde tuhaf bir heyecan karışımı hissettim; dört ayı geride bırakmış, artık tam beş aylık hamileyim. Karnım hafifçe büyümeye başlamış, her hareketimde minik bir kıpırtıyı hissediyorum.

 

Gozlerim etrafta dolandığında nefesim kesildi; yaz güneşi hafifçe tepeden vuruyor, çimenlerin üzerinde serpiştirilmiş renkli konfeti ve süslemeler ışıl ışıl parlıyordu.

 

Masalar bahçenin çeşitli köşelerine yerleştirilmiş, üzerlerinde bebek temalı kurabiyeler, minik pastalar ve mavi-pembe balonlar uçuşuyordu.

 

Ağaç dallarına sarılan renkli ışıklar, öğleden sonra güneşiyle birleşince sanki küçük bir masal diyarına girmişim gibi hissettiriyordu.

 

Vanessa her şeyi öyle ince düşünmüş ki, burası adeta bir masal diyarına dönmüştü. Ağaç dalları minik pembe ve mavi fenerlerle süslenmiş, çimenlerin üzerinde pastel tonlarda balonlar uçuşuyordu.

 

Masalar, minik ayıcıklar ve yıldız figürleriyle dolu; tabaklar, bardaklar ve servisler bebek temalı renklerle uyum içinde hazırlanmıştı. Hafif rüzgar balonları sallıyor, yapraklar güneşin altında altın gibi parlıyordu.

 

Vanessa, her zamanki zarif duruşuyla, ama bu sefer heyecanla parlayan gözleriyle etrafta dolaşıyor, konukların her şeyden memnun olup olmadığını kontrol ediyordu.

 

Vanessa Son doktor kontrolünde ikizlerin cinsiyetini öğrenir öğrenmez, o hemen bu organizasyonu tasarlamış; iki küçük sürpriz için ayrı ayrı köşeler oluşturmuştu. Bu detaylar, onun özenini ve sevgisini yansıtıyordu.

 

Ben pembe bir elbiseyle, Azad ise mavi gömlek ve pantolonla yanımdaydı. Bu renkler sadece kıyafetlerimiz değil, minik ikizlerin renkleriyle bütünleşmiş bir tema gibi hissettiriyordu. Azad’ın elini tutmak, yüzündeki mutluluğu görmek, kalbimi sıcacık yapıyordu.

 

Yüzündeki o hafif gülümseme, gözlerindeki derin sevgi ve koruma hissi, buradaki tüm süslemelerden çok daha parlak görünüyordu.

 

Masaların bir köşesinde büyük pasta duruyor, üzeri pembe ve mavi yıldızlarla süslenmişti; tam ortasında “Hoş Geldin Minikler!” yazısı parlıyordu. Vanessa, pastanın yanına küçük bir sürpriz kutusu yerleştirmişti.

 

Kutunun içine konulan balonlar, açıldığı anda ya pembe ya da mavi olacak şekilde tasarlanmıştı; ama bu sefer klasik bir tek renk yerine, iki küçük balon birden çıkacak, ikizlerin cinsiyetlerini aynı anda gösterecek şekilde hazırlanmıştı.

 

Agir'i Vanessa'nın elini tutarken gördüm, altında her ne kadar mavi pantolon olsa da üzerinde pembe bir gömlekle ışıl ışıl bize bakıyordu.

 

Annem, babam, Rojda ve diğer aile üyeleri etrafı sevinçle gözlemliyor; Ferhat, abim ve karnı burnunda olan Hazal, masaları kontrol ederek küçük detaylara hayran kalıyordu.

 

Muhammed ve karısı Yasemin ve Asaf ta yanımızdaydı; Ali, Vanessa’ya sık sık bakıyor ama Vanessa ona hiç aldırmıyordu; aralarındaki sessizlik ve gergin çekim, bahçedeki neşeyle tatlı bir kontrast oluşturuyordu.

 

Karnımı okşadım ve kendi kendime fısıldadım: “Yakında ya minik pembe ya da mavi patiklerinizi göreceğim. Umarım herkes mutluluğumuzu paylaşır…”

 

Vanessa, bir elinde kutuyu tutuyor, diğer eliyle bana işaret ederek “Hazır mısın Efsun?” dedi. Kalbim bir anlığına duracak gibi oldu; hem heyecan hem sevgi dalgası içimde yükseliyordu.

 

Bahçedeki ışıklar, renkler, kuş cıvıltıları ve ailemin kahkahaları arasında, minik ikizlerimizin cinsiyetini öğrenmek üzere hazırlandığımız bu an, hayatımda unutulmaz bir sahneye dönüşmüştü.

 

Bahçede güneş hafifçe parlıyor, çiçekler mis gibi kokuyor ve hafif bir rüzgar yaprakları oynatıyordu. Agir, Azad ve ben kutunun önünde yan yana durduk; kalbim deli gibi atıyordu. Diğer herkes bir sıra halinde karşımızdaydı; gözleri bize kilitlenmişti, nefeslerini tutmuş gibiydiler.

 

Agir küçük ellerini sıkmış, gözleri merakla parlıyordu. “ ne çıkacak acaba?” dedi, sesi hem heyecanlı hem biraz da endişeliydi.

 

Ben dizlerimi hafifçe büküp ona baktım, gülümsemem zorla da olsa sıcaklık taşıyordu. İçimde bir huzur ama aynı zamanda tarifsiz bir kaygı vardı; tüm hayatımızın, çocuklarımızın geleceğinin bu birkaç saniyeye sığdığını biliyordum.

 

Azad ise sessizdi. Gözleri kutunun üzerinde odaklanmış, elleri hafifçe titriyordu. Yüzündeki ifade, mutluluk ve korku arasında gidip geliyordu; yılların yükü ve bu anın ağırlığı, her bir kasında hissediliyordu. O an, onun ne kadar hassas, ne kadar derin hislerle dolu olduğunu bir kez daha gördüm.

 

Vanessa, kutunun yanından gülümsüyordu; gözlerinde ufak bir sır ve gurur vardı. Son doktor kontrolünde öğrendiği cinsiyetleri, sadece bizim için bir sürpriz olarak saklamıştı. Kendi planı vardı ve bunu şimdi sahneye koyacaktı.

 

Vanessa ise yanımızda duruyor, elleriyle işaret ederek “Tamam, üç… iki… bir…” dedi.

 

Kutuyu aynı anda açtık. İçinden tek bir balon yavaşça süzüldü: pembe!

 

Bir anda bahçe çığlıklara boğuldu.

“Kız! Kız bebek!” herkes bir ağızdan bağırdı.

 

Azad’ın gözleri parladı, bana sarıldı ve beni hafifçe kaldırıp döndürdü; dönüyorduk, gülüşlerimiz havada yankılanıyordu. Ben de ellerimle onun omzunu sıkıca tutuyordum, kalbim mutluluktan uçuyordu.

 

Annem gözleri dolu, ellerini kalbine götürmüş, gurur ve sevgiyle bana bakıyordu. Babam , sert yüzünde yumuşak bir gülümseme ile başını sallıyor, gözlerini bana ve Azad’a dikmişti. Rojda, Ferhat ve Hazal coşku içinde birbirine sarılmış, kahkahaları bahçeyi dolduruyordu.

 

Dijvan, kollarını açıp beni ve Azad’ı izliyor, Hazal yanına eğilip gözleri parlayan kardeşine gülümsüyordu.

 

Muhammed ve Yasemin’in gözleri dolmuş, mutluluk ve gurur içindeydiler. Ali ise Vanessa’ya bakıyor, gözlerinde hem hayranlık hem de küçük bir hayal kırıklığı vardı; Vanessa ona bakıp hafifçe gülümsedi, ama konuşmadı.

 

Agir’in yüzündeki ifade ise farklıydı; küçük dudakları hafifçe aralık, gözleri hem şaşkın hem de kıskanç bir şekilde parlıyordu.

 

“Ama… ikiz değil mi?” diye mırıldandı, sessiz ama sorusu bütün bahçeye yayıldı.

 

Herkes bir an sessizleşti; herkes birbirne baktı. şaşkınlık ve beklenti havayı doldurmuştu.

 

Azad da aynı şaşkın ifade ile bana baktığında Agir yanıma geldi.

 

Bir an için herkes donup kaldı. Yüzlerde şaşkınlık, gözlerde soru işareti vardı.

“Ama bebekler ikiz değil mi? İki balon çıkmalıydı!” diye bağırdı Ferhat, sesi hem şaşkın hem neşeliydi.

 

Muhammed ve Yasemin birbirine baktı, Ali hafifçe dudak büktü, Agir ciddi ciddi balonu izliyordu, gözlerindeki karışıklık komik ama sevimliydi.

 

Azad, gözlerini kocaman açıp bana baktı: “Yalnızca bir balon mu? Neden?”

 

Tam o anda Vanessa elinde büyük, parlak bir top ile yanımıza geldi. Gözleri ışıldıyor, dudaklarında o gizemli, planlı gülümseme vardı. “Hayır, işte ikinci balon da burada! Ama bu sefer biraz eğlenceli bir yöntemle öğreneceksiniz,” dedi.

 

Agir merakla topa bakıyor, ellerini açıp topu almak ister gibi yapıyordu. Ben de Azad’a baktım, gözlerimiz birbirine kilitlendi; ikimizin de yüzünde heyecan ve merak vardı.

 

Vanessa topu bana verdi. “Efsun, bunu at ve Azad da şut çekerek patlatsın! Hadi bakalım, bakalım ikinci sürpriz balon ne renk?” dedi.

 

Bahçe bir anda yeniden sessizleşti; herkes nefesini tutmuştu. Agir küçük ellerini sıktı, gözleri heyecanla parlıyordu. Azad dizlerini hafifçe bükerek hazır pozisyon aldı.

 

Topu elimden bırakır bırakmaz, yavaşça havalandı; herkesin nefesi tutulmuştu.

 

Azad 'ın gözlerindeki kararlılık ve mutluluk bir arada parlıyordu.

 

“Hazır mısın?” dedi bana bakarak.

 

Gülümsememle onayladım, kalbim göğsümden fırlayacak gibi atıyordu.

 

Azad topa doğru koştu, güçlü bir şut çekti ve top patladığında içinden ikinci pembe balon havaya fırladı.

 

Bir an için herkesin çenesi düştü, sonra şaşkınlık yerini coşkuya bıraktı. “İkiz kızlar!” diye bağırdı Ferhat, gözleri parlıyordu.

 

Agir ise şok ve mutluluk arasında gidip geliyordu; küçük ellerini havaya kaldırıp “İki kız!” diye bağırdı.

 

Bu kez herkesin çığlığı daha yüksekti; herkes birbirine sarıldı, kahkahalar ve gözyaşları karıştı. Azad beni kollarına aldı, Agir’i de yanımıza çekti;

 

yüzündeki sevinç ve aşk, bütün dünyayı kaplamış gibiydi. “Benim kızlarım… ikiz kızlarım!” dedi, sesi titrek ama mutluydu.

 

o an kalbim hem korku, hem sevinç, hem de tarifsiz bir minnettarlıkla dolup taştı.

 

Bu anın ağırlığı, sadece mutluluk değil; geçmişin sancıları, kaygılar, umutlar ve sevgiler… hepsi bir anda gözlerimizde, kalbimizde birleşmişti.

 

Herkes bir birine sarıldı, bağırarak ve kahkaha atarak mutluluğu paylaştı. Babam gözyaşlarını tutamıyor, annem elimi sıkıyor, Rojda kıkırdayarak mutluluğunu gizlemeye çalışıyordu.

 

Azad beni bırakıp küçük bir adım geri çekildi, ellerini iki yana açtı ve Agir’i kucağına aldı. oğlumuz, iki kız kardeşiyle aynı bahçede dururken gözlerinde bir gurur ve sevinç parlıyordu.

 

O an, bütün karmaşa, geçmişin gölgeleri ve endişeler silinmişti; sadece biz, çocuklarımız ve aşkımız vardı. Bahçe, kahkahalar, çığlıklar ve pembe balonlarla dolmuştu.

 

Vanessa, gururlu bir şekilde arkamızda duruyor, kendi planının etkisini izliyordu. Herkes birbirine bakıyor, sessiz bir onay ve sevinçle gülümsüyordu.

 

Bu an, hem geçmişi hem geleceği kucaklayan bir an olmuştu; sadece biz değil, ailelerimiz, dostlarımız ve Agir de bu mutluluğun bir parçasıydı.

 

 

 

 

 

Son 3 bölüm...

 

 

Bölüm : 17.08.2025 15:07 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...