29. Bölüm

25- BÖLÜM

ŞEVVAL ALPAR
lavinia_x21

Yorumlarınızı ve oylarınızı esirgemeyin, güzel yerlere gelmeniz için 🌸

 

EFSUN'DAN

 

Gece yarısıydı. Yatak odamızı dolduran hafif ay ışığı, perdelerin arasından süzülüp karnıma vuruyordu. Son günlerde hamileliğin zorluklarıyla uykularım pek huzurlu olmuyordu; bazen sırt ağrısı, bazen de bitmeyen yorgunlukla gözlerimi kapatamıyordum. Ama bu gece… farklıydı.

 

Birden karnımda, içeriden gelen bir kıpırtı hissettim. Önce irkildim, sonra gözlerim büyüdü. Elimi hızla karnıma koydum. O küçücük hareket… hayatımın en mucizevi anıydı. Miniklerim… kendilerini ilk kez bu kadar belirgin belli ediyordu.

 

Kalbim deli gibi çarptı. Sessiz kalamadım. Hemen yanı başımda derin uykuda olan Azad’a dokundum. Omzunu sarsarken heyecandan sesim titriyordu:

“Azad! Uyan! Hemen uyan!”

 

O an gözlerini araladı, hâlâ uykulu ama yüzünde endişe vardı. “Ne oldu?” dedi, bir anda doğrularak.

 

“Sus…” dedim, ellerini tuttum ve karnıma götürdüm. “Bak… hissettin mi?”

 

Bir an sessizlik oldu. Sonra içeriden gelen o minik tekme Azad’ın avucuna değdi.

 

Azad’ın yüzündeki uykulu ifade bir anda kayboldu; gözleri kocaman açıldı, dudaklarından nefesi kesilir gibi bir “Allah’ım…” fısıltısı döküldü.

 

Gözlerime baktı. O bakışta hem mutluluk, hem şaşkınlık, hem de tarifsiz bir şükran vardı. Dudaklarımın kenarında bir gülümseme belirdi, gözlerim doldu.

 

Azad ellerini karnımda gezdirdi, sonra eğilip karnıma uzun bir öpücük kondurdu.

“Onlar… bizim mucizelerimiz, ikisi de orada, bizimle.”

 

O an, bütün yorgunluklarım, sancılarım silindi. Sadece kalbim ve içimdeki o kıpırtılar vardı. Azad’ın elleri hâlâ karnımdaydı, başını göğsüme yasladı.

 

Biz, üçümüz değil… artık beş kişiydik.

 

Sabahın ilk ışıkları, villanın geniş camlarından içeri süzülürken gözlerimi açtım. Yanımda Azad’ın sakin nefesi vardı; yüzündeki huzur, kalbime dokunan bir tablo gibiydi. Yıllarca yarım kalmış yanlarımız şimdi tamamlanmıştı.

 

Karnımdaki minik kıpırtılar bana, hayatın yeniden nasıl başladığını hatırlatıyordu.

Mutfaktan hafif ayak sesleri duydum.

 

Sessizce kalkıp baktığımda Agir’i gördüm. Yedi yaşında olmasına rağmen hâlâ sabahları erkenden kalkmayı seviyordu.

 

Küçük bedenine rağmen gözlerinde yorgun bir olgunluk vardı. Çocuk olamamış bir çocuktu benim oğlum. İçim burkuldu ama onu gördüğüm her an gurur da duydum.

 

Azad da uyanmıştı, saçlarını geriye tarayıp bana baktı. Gözlerinde başka bir parıltı vardı sanki. Sessizce yanıma geldi, karnıma elini koydu ve fısıldadı:

 

“Bugün farklı bir gün olsun, Hem sen, hem ben, hem de oğlumuz… Hadi, parka gidelim.”

 

Agir, bu kelimeyi duyunca olduğu yerde durdu. Gözleri kocaman açıldı; yüzüne, uzun zamandır görmediğim bir çocuk heyecanı yayıldı. Dudakları kıpırdadı ama sesi çıkmadı önce. Sonra usulca, neredeyse fısıltıyla sordu:

 

“Gerçekten mi baba? Parka mı?”

 

O an, içimden bir şey koptu. O “baba” kelimesi… yıllar boyunca içinde taşıdığı boşluğu doldurur gibiydi. Azad’ın gözleri doldu ama gülümsemesini bozmadı.

 

Eğilip oğlunun saçlarını karıştırdı. “Gerçekten. Ama bu kez sadece seyretmeyeceksin, her şeyi yapacaksın. Salıncağa bineceksin, kaydıraktan kayacaksın. Çocuk olacaksın, Agir.”

 

Bir saat sonra hepimiz hazırlanmıştık. Ben açık renkli bir elbise giymiştim, Azad mavi gömleğini giymiş, Agir ise en sevdiği beyaz tişörtünü… Agir’in gözlerindeki pırıltı, bana onun içindeki gizli çocuğun nihayet ortaya çıkabileceğini gösteriyordu.

 

Azad yanımda yürüyordu, elini belime dolamıştı. Agir ise önden koşuyor, ayakları yere bastıkça heyecanı artıyordu.

 

Parka vardığımızda kuş sesleri ve çocuk kahkahaları havayı dolduruyordu. Ben gölge bir bank bulup oturdum. Elimi karnıma koydum; içimdeki kıpırtılar hâlâ bana geceyi hatırlatıyordu.

 

Agir hemen yanıma oturmak istedi. Bana yaslanacakken Azad elini tutup onu durdurdu. “Hayır oğlum, bugün çocuk olacaksın. Önce salıncağa.”

 

Agir şaşırdı ama sonra babasının yüzündeki gülümsemeye kapıldı. Salıncağa oturdu, Azad arkasına geçti. “Hazır mısın?” diye sordu. Agir başını salladı.

 

Ve salıncak havaya yükseldi. İlk başta tedirgin bir gülüş vardı Agir’in yüzünde ama rüzgâr saçlarını savurdukça kahkahası parka yayıldı.

 

O kahkaha… yıllardır duymadığım, belki de ilk kez bu kadar saf çıkan bir kahkaha. Benim gözlerim doldu.

 

Azad her itişinde oğlunun mutluluğuyla gururlanıyor, gülümsemesi derinleşiyordu.

Salıncak her itişte göğe yükselirken oğlumun kahkahaları bütün parkı çınlattı.

 

Benim gözlerim doldu. İlk kez, gerçekten çocuk kahkahası atıyordu. Azad’ın gözleri ondan hiç ayrılmadı; her gülüşünde, sanki kalbi daha çok doluyordu.

 

Bir süre sonra kaydırağa yönlendirdi onu. “Şimdi sıra bunda. Hadi, korkma.” dedi.

 

Agir merdivenlerden çıkıp kayarken heyecanla bize baktı. Azad kollarını açtı, “Gel bana!” diye seslendi. Agir kayıp babasının kollarına düştü. O an gördüğüm sahne… ömrümün en kıymetli anlarından biriydi.

 

İçimden geçirdim:

“Artık hiçbir şey eksik değil. Biz tam bir aileyiz.”

 

Agir birkaç kez daha kaydığında gözü sürekli salıncağa kayıyordu, Azad bunu gördüğünde onu kucağına alarak tekrar salıncağa yürüdü.

 

Agir'in "Baba ben yürürüm, yorulma" demesi beni de Azad'ı da gülümsetmişti ama Azad onu öpüp taşımaya devam etti.

 

Tekrar salıncağa bindiğinde Salıncağın sesi, Agir’in kahkahalarıyla birleşmişti.

 

Oğlumun yüzünde uzun zamandır görmediğim bir mutluluk vardı. Azad’ın bakışları her itişte daha da yumuşuyor, her kahkahada daha da gururlu oluyordu. İçimdeki minikler de sanki bu mutluluğa ortak oluyordu; karnımda hafif kıpırtılar vardı.

 

Bir süre sonra Azad salıncağı yavaşlattı, Agir’i indirdi. Küçük adam, hâlâ heyecandan nefes nefese kalmıştı. Ben gülümseyerek onları izliyordum. O sırada Azad bana doğru yaklaştı.

 

“Ben biraz su alıp geleceğim. Siz beni bekleyin” dedi.

 

Agir dudaklarını büzdü. “Çabuk gel baba!” diye seslendi.

 

Ben hafifçe başımı salladım. “Tamam, ama çok oyalanma.” dedim. İçimde nedense merakla karışık bir huzur vardı. Azad’ın gözlerindeki o belli belirsiz parıltı, sanki başka bir şeyler düşündüğünü gösteriyordu.

 

Dakikalar geçti. Agir dayanamayıp sağına soluna bakmaya başladı.

 

“babam nerede kaldı? su almak bu kadar uzun sürer mi?” diye mırıldandı.

 

Oğlumun sabırsızlığına gülümsedim. “Belki sıra vardır, biraz sabret Ateşim.” dedim.

 

Ama içten içe ben de meraklanmaya başlamıştım. Tam o sırada, kalabalığın arasından Azad belirdi.

 

Ama elinde sadece bir şişe su yoktu. İki elinde kocaman pamuk şekerler vardı! Üstelik bir, iki değil, dört tane. Pembe, mavi, yeşil ve beyaz… Hepsi kocaman, puf puf.

 

Agir’in gözleri kocaman açıldı, yüzünde tarifsiz bir sevinç belirdi. “Babaaa!” diye koştu ona doğru. Azad diz çöktü, kollarını açtı ve oğlunu karşısında pamuk şekerlerle karşıladı.

 

“Baktım burda çocuk var, ama elinde pamuk şeker yok. Olur mu hiç?” dedi gülerek.

 

O an, kalbim öyle bir doldu ki… Sanki yıllardır eksik olan bütün kareler tamamlanıyordu.

 

Azad, bir tanesini Agir’in ellerine verdi. Çocuğun yüzünde öyle masum bir mutluluk vardı ki… pamuk şekeri sıkı sıkıya tutarken gözleri parlıyordu. Sonra bana döndü, bana da pembe olanı uzattı.

 

“Senin için,” dedi.

 

Karnımı okşayarak fısıldadım: “Siz de görün, babanız ne kadar ince düşünceli…”

Azad bana göz kırptı. Elindeki diğer iki pamuk şekeri ise havaya kaldırdı.

 

“Bu ikisi de ikizlerimize. Şimdiden onların hakkı. Benim minik kızlarıma…”

 

O an gözlerimden yaşlar süzüldü. Agir pamuk şekerini yerken bana dönüp, kocaman bir gülümsemeyle “Daye, babam çok komik ama çok güzel şeyler yapıyor değil mi?” dedi.

 

Ben sadece başımı salladım. Kalbim öyle doluydu ki… Sözcükler yetmiyordu.

 

Azad, pamuk şekerin yarısını Agir’in küçük ellerinden kapıp şaka yaptı:

“Bunu ben yiyeceğim galiba…”

 

Agir’in gözleri kocaman açıldı, dudaklarını büzdü. “Olmaaaz! Bu benim! Hem bana aldın!”

 

Azad kahkaha atarak oğlunun karnını gıdıkladı. "o zaman bana bir ısırık vereceksin.”

 

O sahneyi izlerken gözlerim buğulandı. Yıllarca eksik kalmış bir tablo, işte karşımda duruyordu. Babasıyla şakalaşan bir oğul… Kahkaha atan bir adam… Ve ikisinin ortasında ben.

 

Azad, pamuk şekeri geri verirken, Agir’i hiç beklenmedik bir anda omzuna aldı. Küçük adam önce şaşırdı, sonra kahkahalar atmaya başladı.

 

“Yüksekten çok güzel görünüyor! Anneee bak!” diye bağırdı.

 

Ben elimle göğsümü tuttum, gözlerimden yaşlar süzüldü. Gözlerimin önünde, hep hayalini kurduğum manzara vardı: Oğlum, babasının omzunda, dünyaya gülerek bakıyordu.

 

Azad, omzundaki oğluyla parkın etrafında yürümeye başladı. Bir yandan da kalabalığa meydan okur gibi seslendi:

“Dikkat edin! Benim küçük aslanım geliyor!”

 

Agir, kollarını iki yana açarak bağırdı: “Ben uçuyorum!”

 

O an kahkahaları parkı doldurdu. Diğer çocuklar da onları hayranlıkla izliyordu. İçimde kıskanç bir yan değil, aksine gurur vardı. Çünkü oğlumun en çok ihtiyacı olan şeyi görüyordum: Babasıyla eksiksiz bir bağ.

 

Bir an Azad, bana doğru bakarak yürüdü. Gözlerindeki gurur ve mutluluk öyle derindi ki kalbim hızla çarptı.

 

“Dildar” dedi, omzundaki oğlunu göstererek. “Bak, işte bizim hayatımızın en güzel resmi.”

 

Agir, hâlâ gülüyordu. kolları Azad’ın başını sarmış, yanağına dayanmıştı. Fısıltı gibi bir sesle “Seni çok seviyorum baba” dediğini duydum.

 

Azad’ın gözleri bir anda doldu. Dudakları titredi, ama yüzünde yine o gururlu gülümseme vardı. “Ben de seni oğlum… Hem de her şeyden çok.”

 

Kalbim dayanamadı. Karnıma dokundum, içimdeki ikizlere fısıldadım:

“Babanız abinize nasıl bakıyor görün… Sizi de aynı sevgiyle kucaklayacak.”

 

Ve o an, bütün park kalabalık olsa bile dünya sadece bizim üçümüzdü.

 

Azad, Agir’i omzundan indirip yere bıraktığında küçük adam hâlâ kahkahalarla gülüyordu. Yüzü pamuk şekerden yapış yapış olmuş, dudak kenarları pembeleşmişti.

 

Ona bakarken bir kez daha içimden “Çok erken büyüdü bu çocuk” dedim.

 

Gözlerindeki ciddiyet, yaşının çok ötesindeydi.

Azad dizlerinin üstüne çöktü, oğlunun göz hizasına indi. Ellerini Agir’in omuzlarına koydu, gözlerinin ta içine baktı. Ses tonu bu kez biraz daha derin, biraz daha öğreticiydi:

 

“Bak aslanım,” dedi. “Hayatta herkesin yanında duracağı bir ailesi olmalı. Senin annen var, ben varım. Biz senin için buradayız. Ama bil ki güçlü olmak demek sadece kavga etmek değil… sevdiklerini korumaktır. Anladın mı?”

 

Agir, babasının gözlerindeki ciddiyeti fark etti. Küçük kaşları hafifçe çatıldı. “Yani… seni ve annemi korumam lazım?” dedi.

 

O an Azad’ın gözleri buğulamdı ama gülümsemesi sarsılmazdı. Elini oğlunun saçlarına götürüp okşadı. “Evet, ama daha önemlisi, kalbini koruman lazım oğlum. Kötülüğe yer bırakma içinde. Sen bize hep ışık olacaksın. Biz de sana.”

 

Ben oradan onları izlerken, kalbim göğsümden taşacak gibi oldu. Bir anne için bundan daha büyük bir hediye olamazdı.

 

Agir, babasının boynuna sarıldı. “Söz baba. Ben güçlü olacağım. Ama sadece sizin için.”

 

Azad kollarını sımsıkı kapadı oğlunun etrafında. “İşte bu benim aslanım…” diye mırıldandı.

 

elim refleksle karnıma gitti. İçimdeki ikizler sanki hissetmiş gibi hareket etti.

Rüzgâr hafifçe saçlarımı okşarken, güneş parkın üzerinden batmaya başlamıştı.

 

Günün bütün yorgunluğu, bütün ağırlığı sanki bizim için eriyip gidiyordu.

 

Ve ben şunu düşündüm:

Yedi yıl boyunca oğlum için tek başına savaşmıştım. Ama artık yalnız değildim. Biz üç değil, beş kişiydik. Eksiksiz, bütün bir aileydik.

 

Gün batarken eve döndük. Arabada Agir’in gözleri hâlâ parlaktı, pamuk şekerin yarısı hâlâ yanaklarına bulaşmıştı ama o farkında değildi. Arka koltukta, başını cama yaslamış, derin derin düşünüyordu. Sekiz yaşında bir çocuk değil de sanki yirmili yaşlarının başında bir genç gibiydi.

 

Eve adımımızı atar atmaz Azad hemen kollarını bana uzattı.

 

“Sen yukarı çık, ben sana bir şeyler hazırlatırım. Ayakların şişmiş, Dildar. Daha fazla ayakta durma” dedi.

 

Bir an için tebessüm ettim. “Azad, ben hamileyim, hasta değil,” desem de gözlerindeki endişeyi görünce sesim kısıldı. Çünkü o sadece beni değil, içimdeki ikizleri de düşünüyordu.

 

Agir ayakkabılarını çıkarıp doğruca yanımıza geldi. kararlı sesiyle:

“Ben de annemin yanında kalacağım. Onu yalnız bırakmam,” dedi.

 

Azad gülümseyerek oğlunun saçlarını karıştırdı. “Aslanım, sen annenin küçük koruyucususun zaten. Ama bu iş benim görevim.”

 

“Hayır,” dedi Agir, gözlerinde tuhaf bir ciddiyetle. “Annemi sen koruyorsun, bebekleri de. Ben de annemin kalbini koruyacağım. O çok ağladı baba?”

 

Sözleri içime bıçak gibi saplandı. Başımı eğdim, gözlerimi kapattım. O küçücük bedende ne çok yük taşımıştı oğlum.

 

Azad, oğluna yaklaştı, eğildi ve alnına kısa bir öpücük kondurdu. “Bundan sonra annenin gözyaşlarını sen değil, ben sileceğim. Sen sadece kardeşlerine abilik yap. Olur mu?”

 

Agir derin bir nefes aldı, sonra başını salladı. “Söz baba.”

 

O an, içimdeki ikizler birden kıpırdadı. Sanki duyduklarını biliyorlardı. Ellerim karnımda, gözlerim dolu dolu Azad’a baktım.

 

“Onlar da sözünü duydular, Azad. Hepimiz duyduk.”

 

Azad, kolunu omzuma doladı, beni kendine çekti. Üçümüz, yani ben, o ve Agir… girişte öylece birbirimize sarıldık. Villanın yüksek duvarları, devasa avizesi, pahalı halıları…

 

hiçbirinin önemi yoktu. O an tek gerçek şey, sıcacık kucaklarımızın birbirine kenetlenmiş olmasıydı.

 

Gece olmuştu. Günün yorgunluğu bedenimi sarmıştı ama içimdeki huzur bana tatlı bir uyku vermek yerine gözlerimi açık tutuyordu. Karnımı okşadım; ikizler hâlâ kıpır kıpırdı. Sanki günün her anını benimle yaşayıp paylaşmak ister gibilerdi.

 

Azad, “Sen uyu,” demişti ama biliyordum…

 

Mutfağa gitmişti. Onun ayak seslerini tanıyordum artık. Sessiz görünürdü ama fark etmezdim sanırdı.

 

Göz kapaklarım ağırlaşırken aşağıdan hafif metal sesleri geldi. Tabak, çatal, kaşık…

 

Belki de bana yine tatlı bir sürpriz hazırlıyordu. Gülümsedim. O hâlâ aşık bir adam gibi, bana her gün yeniden kur yapıyordu.

 

Tam uykuya dalacakken odanın kapısı tıkırdadı. Küçük adımların sesini duydum.

 

Agir… Sessizce odaya girdi ama beni uykuda sandığı için ses etmedi. Yavaşça yanımdan geçti, koridordan mutfağa yöneldi. İçimde annelik refleksiyle bir huzursuzluk belirdi. Ama sonra durdum.

 

Babasıyla baş başa kalması belki de ikisine de iyi gelecekti.

Başımı yastığa yasladım, kulak kesildim. Sesleri net duyamıyordum ama kelimeler zaman zaman seçiliyordu.

 

“Baba… sen neden hiç yorulmuyorsun?” diye sordu Agir’in ince sesi.

 

Azad’ın tok, güven veren sesi cevap verdi:

“Yoruluyorum, oğlum. Ama yorulmak kötü değil. Yeter ki uğruna yorulduğun şey doğru olsun. Ben annen için, sizin için yoruluyorum. O zaman güzel oluyor.”

 

Bir süre sessizlik oldu. Ardından Agir’in sesi, bu kez daha derinden, daha olgun geldi:

 

“Ben de yoruldum… ama artık sen varsın. O yüzden korkmuyorum.”

 

Gözlerimden yaşlar süzüldü. Onu ne kadar güçlü olmaya zorlamıştım ben, hayat ne kadar acımasız davranmıştı. Ve şimdi, küçük yüreği nihayet biraz olsun dinleniyordu.

 

Azad’ın sandalye gıcırtısı duyuldu. Sonra onun alçak ama titreyen sesi:

“Beni baba diye çağırdığın her an için dünyayı karşıma alırım.”

 

Bir anlık sessizlik… sonra pamuk gibi bir kıkırdama. Agir’in gülüşü.

 

“Baba… o zaman bana tatlı ver.”

 

İkisi birlikte güldüler. Mutfağın ışığı kapandı, ayak sesleri koridora yayıldı.

 

Gözlerimi kapattım, uyuyor numarası yaptım. İçim sıcacık, karnımda ikizler kıpır kıpır… ilk defa evimizde, aile olduğumuzu hissettiğim bir geceydi.

 

Konağı özetlemiştim ama Azad doğuma kadar ısrarla burda kalmamızı istiyordu, en ufak stres yaşamamı istemiyordu.

 

Yine de için rahattı, Muhammed abi, Yasemin, Asaf ve Ali konakta kalıyordu.

 

Vanessa ise annem gülde, Ali ile ilgili ne zaman ufak bir anda konuşmak istesem konuyu hemen değiştiriyordu.

 

Aralarında ki kırgınlık nereye ulaşacak bilmiyordum, bir ara Kerim ile konuştuğunu söylemişti ama Ali'ye olan kırgınlığında bile onun adını andığı gibi gözleri parlamıyordu.

 

Azad ile konuşmak istemiş ve aralarını düzeltmek istediğimde azad kesin bir dille karışmamamı istemişti.

 

Çünkü bizim müdahalemiz olmadan araları düzelsin istiyordu aksi takdirde aşk için çabalamak ne öğrenmezlermiş.

 

Aklım Bir yanda da abim ve Hazal'daydı, annemle konuşup onların konağa dönmesini sağlamıştım.

 

Annem ikisine de olan kırgınlığını yavaş yavad unutuyordu çünkü benim mutluluğumu da görüyordu.

 

Azad ile arası hala tam düzeltmemişti ama hazal'ın doğumu yaklaştıkça annem üzerine daha çok titriyordu.

 

Hazal'ın doğumuna çok az bir süre kalmıştı, Yasemin ise şimdiden doğum hazırlığı yapıyordu.

 

Doğumuna iki ay kalmıştı... Onların bir oğlu olacaktı.

 

Miniklerim haraketlerini artırınca ellerini karnıma sardım, bugün çok haraketliydiler.

 

Şu aya kadar hiç haraket etmemişlerdi hatta geç bile kalmışlardı, Azad bizi elife götürdüğünde Elif bilerek haraket etmediklerini söylemişti.

 

Gayet sağlıklıydı kızlarım, biz Azad ile her isim tartışmasına girdiğimizde sonucun ne olacağını merak ediyordum.

 

Aslında isimlerin birini Agir'in birini de Azad'ın seçmesini istiyordum.

Bu kararı onlara bırakacaktım, tabi güzel oldukları müddetçe.

 

~~~

 

İki ay nasıl geçti anlamadım… Belki Azad’ın sevgisi, belki Agir’in yanımdaki varlığı zamanı hızlandırdı. Şimdi yedi aylık hamileydim ve karnımın büyüklüğü artık her hareketimi belirler hale gelmişti.

 

Merdivenleri çıkarken nefesim kesiliyor, uykularım sık sık bölünüyordu. Ama buna rağmen içimde büyüyen hayat, bana dünyadaki bütün yorgunlukları unutturuyordu.

 

Hazal doğurmuş ve dünya tatlısı bir kızı olmuştu, adını "Peri" katmışlardı çünkü gerçekten peri gibiydi.

 

Tam iki aylık olmuştu.

 

Üstelik herkesi şaşkına çeviren ise peri'nin aynı bana benzemesiydi.

 

Ne annesine ne de babasına benziyordu, halasına benziyordu prensesim.

 

Yasemin ise iki hafta önce doğurmuştu, erken olduğu için hepimiz korkmuştuk ama küçük "Ata" çok sağlıklıydı.

 

Onu ilk gordugumde gozlerime inanamamıştım çünkü tam 4 kilo doğmuştu, o ise Muhammed abi ve yaseminin ortak karışımıydı.

 

Sırada ben vardım ve bizim iki ayımız vardı, bu ay Elif dikkat etmemi söylemişti çünkü yedinci ayda gerceklesen bir çok doğum vardı.

 

O yüzden mecbur kalmadıkça yerimden kalkamıyordum, tabi Azad, Agir ve Vanessa kalkmama zaten izin vermiyorlardı.

 

Sabah uyandığımda, karnımın üzerindeki minicik kıpırtıları hissettim. İkizler birbirine çarpıyor gibiydi, sanki oyun oynuyorlardı. Bir elimle karnımı kavradım, diğer elimle yanımda uyuyan Azad’ın omzuna dokundum.

 

“Azad…” dedim fısıltıyla.

“Hmm?” diye mırıldandı, hâlâ yarı uykulu ama sesi bile güven doluydu.

“Hisset… bak, hareket ediyorlar…”

 

Elini karnıma koydu. Bir an sessizlik oldu, sonra içeriden gelen güçlü bir tekmeyle gözleri açıldı. Azad’ın yüzünde çocuk gibi bir gülümseme belirdi. Bana bakarken gözleri doldu.

 

“Bunlar benim evlatlarım… dünyamı yıkıp yeniden kurdular.” dedi, sesi titreyerek.

Tam o anda kapı gıcırdadı. Küçük adımlar, sonra tanıdık bir ses:

 

“Anne? Baba? Ben de duyabilir miyim?”

Gülümseyerek elimi uzattım. Agir geldi, yatağın kenarına oturdu. Minik elini karnıma koydu. İkizlerden biri tam o sırada kıpırdadı. Agir’in gözleri büyüdü.

 

“Anne! Hareket ediyor!” dedi heyecanla.

Benim gözlerim doldu. Onun yüzündeki şaşkınlık ve mutluluk, kalbime işledi.

 

“Evet oğlum… kardeşlerin seninle tanışmak için sabırsızlanıyorlar.”

 

Azad, oğlunun saçlarını okşadı. O anı, ikisinin yan yana oturup karnımı dinleyişini ömrüm boyunca unutamayacağımı biliyordum.

 

Bir süre sonra hep birlikte kahvaltıya indik. Masada taze ekmek kokusu, sıcak çay buharı vardı. Ama asıl mutluluk, üçümüzün aynı sofrada olmasıydı.

 

Ben masaya oturduğumda Azad sandalyesini biraz daha yana çekti, bana destek olmak için. Agir ise “Ben de kardeşlerime yumurta soyacağım!” diye bağırıp mutfağa koştu.

 

Onu izlerken içimden, “Çocukluğunu yaşayamadı ama belki kardeşleri sayesinde yeniden çocuk olur” diye geçirdim.

 

Kahvaltı masasındaydık… Çay bardaklarından buhar yükseliyordu, ekmek kokusu her yere sinmişti. Azad dikkatle tabağıma peynir koyuyordu, ben ise karnımı sıvazlayarak derin bir nefes aldım.

 

“Bugün kontrollerimiz var…” dedim, içimde hem tatlı bir heyecan hem de kaygı ardı. İkizlerim artık daha belirgin hareket ediyordu, ama yine de doktorun ağzından ‘her şey yolunda’ sözünü duymaya ihtiyacım vardı.

 

Azad başını kaldırdı, gözleri ışıl ışıldı. “Biliyorum, bütün gece düşündüm. İnşallah onları ekranda göreceğiz… kalplerini, ellerini, belki yüzlerini…” Sesinde öyle bir sevinç vardı ki, içimdeki tüm yorgunluğumu unutturdu.

 

O sırada Agir, önünde oynadığı zeytinleri çatala geçirirken başını kaldırdı.

“Ben de geleceğim dimi?” dedi, gözlerinde kocaman bir umutla.

 

Onun bu isteği kalbimi eritti. Gülümsedim.

“Tabii ki oğlum. Sen onların ağabeyisin, görüntülerini sen de görmelisin.”

 

Azad, Agir’in saçlarını karıştırdı. “Sen yanımızda olursan kardeşlerin daha da güçlü hisseder kendini, değil mi?” dedi.

 

Agir başını ciddi bir şekilde salladı, sanki yılların sorumluluğunu yüklenmiş gibiydi. “Ben onları koruyacağım.”

 

Onun küçücük ama olgun kalbi, bana hem gurur hem de hüzün veriyordu.

 

Çocukluğunu yaşayamadığını biliyordum…

ama belki kardeşleriyle birlikte yeniden gülecek, yeniden oynayacaktı.

Azad bana dönüp elimi tuttu.

 

“Hazırlanalım mı?” dedi, gözlerinde sabırsız bir parıltıyla.

Başımı salladım. İçimde minik bir korku, ama çok daha büyük bir mutlulukla. Bugün ikizlerimizi görecektik.

 

Azad elimden tutarak ve belime destek olarak beni yukarıya çıkardı, gardırobun karşısına geldiğinde elimi şiş karnıma yasladım.

 

"Bakalım bugün hangi kıyafet bize olmayacak diye ağlayacağız?"

 

Dolabı açtığımda elbiselere göz kestirdim, elimi yeşil bol bir elbiseye attım.

Bebeklerim içeriden sert bir tekme gönderdi karşılık olarak, gülümseyip "Beğendiniz mi?" Diye sordum.

 

Ama cevap gelmedi tabi ki.

 

Azad kendine kıyafet seçerken gözleri bir bana bir de karnıma kayıyordu ve yüzünde ki gülümseme bir an olsun değişmiyordu.

 

Üzerimi çıkarmaya başladığında yanıma gelip yardımcı oldu, ama dudakları rahat durmuyor beni tahrik ediyordu.

 

Üzerimde sadece alt iç çamaşırim vardı çünkü sütyen için beden bulamiyordum.

Göğüslerim çok şişmişti, giydiğim zamanda ağırdığı için Azad giymeme izin vermiyordu.

 

İşine de geliyordu diyebilirim.

 

Koca göbeğim ile karşısında durduğum da "Şükürler olsun" diye mırıldanıp eğildi ve karnıma sağlam bir öpücük bıraktı.

 

Karşılığını iki sert tekme ile alınca ufak bir kahkaha atıp "Kızlarım bugün nasılmış bakalım?" Diye sordu gülerek.

 

Kızlarından tam da iyi olduklarını belli eden birer tekme attı.

 

Azad bir öpücük daha kondurup "Hep iyi olacaksınız, babanız sizi hep koruyacak" dedi.

 

Elimi saclarina atıp arasından geçirdiğimde başını kaldırıp bana baktı.

 

Kaşları hemen çatılınca "Ağlıyor musun sen?" Diye sordu ve ben o an ağladığımı hissettim.

 

Ayağı kalkıp ellerini yanaklarıma yerleştirdi "Ey benim ebedi sevgilim... Benim ruhum, benim şifamm" deyip alnımdan öptüğünde aşkım içimden taştı sandım.

 

Derin bir nefes aldığımda "Azad giyinmeme yardım eder misin?" Diye sordum. Başını hay hay dercesine sallayıp arkama geçti.

 

Yeşil elbisenin fermuarını açıp başımdan geçirdiğinde enseme bıraktığı öpücük sınırlarımı zorluyordu.

 

Kollarımı kaldırıp elbiseyi yarısına kadar gidebildim ama bu kadardı! Çünkü daha fazlasına girememiştim.

 

Omuzlarım yenilgi ile düştüğünde Azad ellerini karnımın hemen altında birleştirip beni kendisine yasladı.

 

"Buda olmadı" diye somurttum.

 

"Önemli değil, daha bir çok elbisen var"

 

"Kızlarım bu elbiseyi beğenmişti?"

 

"Hımm... Eminim bu seferlik babalarının seçimine izin vereceklerdir" deyip karnıma dokunduğunda evet niteliğinde iki tekme daha aldı.

 

Saçlarından öpüp dolaba elini uzattığı gibi tek bir elbiseyi alıp çıkardı.

 

Seçtiği elbise bembeyaz bir elbiseydi ve kemeri kırmızıydı.

Üstümde sıkışmış olan elbiseyi zorlanmadan çıkarıp beyaz elbiseyi giydirdiğinde üzerime tam olmuştu ve çok rahatti.

 

Sanki hiç giymemişim gibi hafifti.

Sonra eğilip alt raftan benim için beyaz bir spor ayakkabı aldı.

 

Önünde diz çöktüğünde elimi omzuna katarak destek aldım, o da önce sağ sonra sol ayağıma önce çorap sonra ayakkabıları giydirdi.

 

Onu büyülenmiş bir şekilde izlerken sanki amaliyat ediyormuş gibi ciddi ve odaklıydı, ayağı kalkıp beni yavaşça aynanın önünde ki pufa oturttu.

 

Arkama geçtiğinde saçlarımı yavaşça ayırıp taramaya başladı ve havanın sıcak olmasıyla güzel bir örük yaptı. Ne sıktı ne de tam geniş yaptı.

 

Her parmağında yüzlerce marifet vardı kocamın, aynadan saçlarıma bakarken yüzünde memnuniyet dolu bir gülümseme oluştu.

 

Bende gülümsedim, sonra arkasını dönüp dolaba yönelerek çekmecelerden birinden kırmızı önce ve kadife bir taç çıkardı.

 

Köşelerinde beyaz inciler olan tacı alarak geldi ve saçlarıma yerleştirdi.

 

Göz göze geldiğimizde gözlerim dolu bir halde ona baktım, "Koskoca Azad ağa benim kıyafetim ve saçımla uğraşıyor" diye takıldım ona omuzlarımdan tutup saçlarıma bir öpücük daha kondurdu.

 

İçim eridi.

 

"Ağa olabilirim ama tüm Cihan bilirki ben aynı zamanda senin kölenim, ağalıkta, padişahlıkta sana yaptığım kölelik kadar beni mutlu etmez"

 

Kalbim ritmini şaşıp hızlandığında elimi tutup beni ayağı kaldırdı, boynuma nefesini üfleyerek öptüğünde boğuk bir sesle "Akşam eve döndüğümüzde giydirdiklerimi kendim büyük bir zevke çıkartacağım" diye mırıldandı.

 

Yanaklarim kızardığında "Hadi gidelim" dedim sabırsızca ve kahkahası odayı çınlattı.

 

Ama ikimizde evden çıktıktan sonra yan yana olamayacağımızı bilmiyorduk.

 

Acıyla birbirimizi arayacağımızı da...

 

Bölüm : 18.08.2025 22:28 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...