
Aşklar, oy ve yorumlarınız çok önemli... Ben sizi kırmadım siz de kırmayın lütfen 🎀
YAZAR'DAN
Vanessa, kanlar içinde yerde uzanır haldeydi, karnından akan sıcak kan ellerine ve giysisine bulaşmıştı.
Nefes almakta zorlanıyor, yüzü solgun ve acı doluydu, ama gözleri hâlâ öfkeyle yanıyordu. Efsun sedyede hâlâ bağlıydı; elleri ve ayakları kelepçeliydi, bedeni titriyordu ama gözleri korku ve öfke ile dolup taşmıştı.
Vanessa, kanlar içinde hâlâ Yeşim’e bakarak, sesi zor ve hırıltılı ama keskin bir şekilde yankılandı:
“Piçlerin öldü… Sende öleceksin…”
Yeşim’in gözleri karardı, dudakları sıkıldı ve elleri silahın tetik kısmına sıkıca bastı.
Ama Vanessa durmadı, nefesini zorla çekerek acı ve öfkeyle devam etti:
“Öldüler… Cehennemde yanacaklar! Cenazeleri bile olmadı… İkisi de geberip gitti!”
Efsun, sedyede titreyerek, gözlerinden yaşlar süzüldü. Dudakları titredi, Nefesini kesik kesik alıyor, sesini duyurmaya çalışıyordu:
“Hayır! Vanessa’ya dokunma!”
Yeşim bir adım öne eğildi, silahı Vanessa’ya doğrulttu. Gözleri öfke ve acıyla yanıyordu.
“Sus!” diye haykırdı, sesi odanın duvarlarında çelik gibi yankılandı.
Vanessa, kanlar içinde nefes nefese uzanırken, sesi zayıf ama hâlâ keskin bir şekilde devam etti:
“Piçlerin öldü… Sende öleceksin… Onlar birer piçti ve öyle öldüler!”
Efsun’un gözlerinden yaşlar süzüldü, kanlı kardeşine bakarak sessizce yalvardı:
“Lütfen… Vannesa sus”
Yeşim, silahı Vanessa’nın üzerine eğerek bastırdı, öfkesinden dudakları titredi:
“Sus! Sus artık!”
Vanessa hâlâ yerde kanlar içinde, titreyerek ve nefes nefese, gözlerini Yeşim’den ayırmadan, son bir öfke ile mırıldandı:
“Öldüler… cehennemde yanacaklar…”
Efsun, sedyede elleri bağlı şekilde, titreyerek ve gözlerinden yaşlar akarken, kanlar içinde uzanan kardeşini korumaya çalışıyordu. Nefesi kesik, kalbi hızla atıyor, gözleri ölüm ve öfke arasında dönüyordu.
Ama biliyordu asıl koruyucu Vannesa'ydı.
Yeşim bir an durdu, gözlerinde delilik ve öfke karıştı, sonra nefesini kesip doktora döndü:
“Öldür… bebekleri!”
Doktor, Yeşim’in gözlerindeki öfkeyi görüp tereddüt etti. Oda sessizleşti; sadece Vanessa’nın acıyla çıkan hırıltılı nefesleri ve Efsun’un çaresiz çırpınışları duyuluyordu.
Yeşim’in öfkesi odanın havasını keskin bir bıçak gibi yarıyordu. “Öldür!” diye tekrar haykırdı, sesi hem çığlık hem tehdit gibi yankılandı. Doktor, soğukkanlılığını koruyamayacak kadar gerilmişti; titreyen elleriyle neşteri sıkıca tuttu ve Efsun’un karnına bastırdı.
Efsun’un gözleri korku ve acıyla açıldı, boğuk bir çığlık havayı deldi:
"HAYIIIIRRRR!”
O anda Vanessa, kanlar içinde yerde yarı oturur halde geldi, her nefeste vücudu titriyordu. Ama gözlerindeki öfke ve kararlılık, acısının ötesine geçmişti.
Ellerini kelepçeli olarak açıp son bir güçle Yeşim’in boynuna doladı. Bacaklarıyla Yeşim’in belini kavradı, silahın doğrultusunu ve kontrolünü bozmak için bütün gücünü kullandı.
Yeşim, şaşkın ve öfkeli bir şekilde gerildi; silahın yönü kontrolünden çıkmıştı.
Vanessa’nın elleri, titreyen kolları, kelepçelerle bağlı olmasına rağmen inanılmaz bir güçle silahı kavradı. Efsun’un acılı çığlıkları ve Yeşim’in öfkesi arasında zaman bir anlığına durdu.
Vanessa, nefesini hırıltılı ve kesik kesik alarak bütün gücünü topladı. Tek bir koordineli hareketle, kelepçeli elleriyle Yeşim’in elinde tuttuğu silahı kontrol altına aldı ve doktorun alnına doğrulttu.
Tetiği çektiğinde odada patlayan tek bir ateş sesi yankılandı.
Doktor, alnının ortasından vurulmuş bir şekilde geriye savruldu, neşteri elinden düşürdü. Gözleri dehşetle açılmıştı, kan yavaşça yüzüne aktı. Geriye doğru devrilirken, odadaki bütün gerilim bir an için sessizliğe gömüldü.
Efsun, sedyede titreyerek ellerini çekiştirdi, gözlerinden yaşlar boş boş akıyordu. “Vanessa…!” diyebildi sadece, nefesi kesik ve korku dolu.
Vanessa, kanlar içinde, yarı çökmüş bir şekilde hâlâ Yeşim’in boynuna dolanmış duruyordu; nefes nefese ama gözleri hâlâ kararlı ve koruyucuydu. Yeşim’in gözleri öfke ve şaşkınlıkla açıldı; kontrolü kaybetmişti. Odadaki tüm güç dengesi bir anda Vanessa’nın eline geçmişti.
Vanessa, Yeşim’in kulağına eğildi, nefes nefese hâlâ kanlar içindeydi ama gözleri hâlâ kararlıydı:
“Beni öldürecektin! Bir daha şansın olmayacak!”
Yeşim’in öfkesi patladı; kolunun dirseğini Vanessa’nın karnındaki açık yara üzerine sertçe vurdu. Vanessa acıyla inledi, nefesi kesildi, kollarındaki kelepçeler gevşedi ve Yeşim bir an için ellerinden sıyrıldı. Kanlı ve titreyen elleriyle yere doğru düştü.
Vanessa, acısına rağmen pes etmedi.
Kelepçeli ellerine rağmen Yeşim’in üzerine doğru uzanıp yumruklar savurmaya çalıştı, kafa darbeleriyle onu şaşırtmaya çalıştı.
Her darbede nefesi kesiliyor, acısı vücudunu sarsıyordu ama öfkesini bastıramıyordu. Kanlı giysileri yapışmış, yüzü soluk ama gözleri hâlâ keskin bir öfkeyle yanıyordu.
Yeşim ile , yerde boğuşurken, her hamlesinde Vanessa’yı savurmak, kontrolü yeniden ele almak için çabalıyordu. Dirsek ve yumruk darbeleriyle Vanessa’ya karşı koyuyor, her hamlede öfkesini katıyordu. İki kadın, yerde kanlı bir mücadele içindeydi; birbirlerinin acısını hissediyor, öfkeyle ve kararlılıkla mücadele ediyorlardı.
Vanessa’nın kelepçeli elleri, sınırlı hareket etmesine rağmen ustaca savunma yapıyor, Yeşim’in silahını ve bedenini kontrol etmeye çalışıyordu. Kafasını hızlıca yana çekip Yeşim’in yumruğundan kaçıyor, dirsek darbeleriyle karşılık veriyordu.
Efsun, sedyede hâlâ bağlı, titreyerek izliyordu. Gözlerinden yaşlar akıyor, nefesi kesik kesikti. “Vanessa! Dur! Kendini…!” diyebildi sadece, sesi korku ve çaresizlikle doluydu.
Odada kan ve öfke kokusu hâkimdi; her nefes, her darbe, odadaki gerilimi daha da keskinleştiriyordu. Boğuşma sırasında Yeşim’in öfkesi ve Vanessa’nın kararlılığı, birbirine karışmış, mücadele neredeyse fiziksel olarak nefesleri kesmişti.
Vanessa, yerde kanlar içinde, nefes nefese direniyordu. Kelepçeli elleriyle Yeşim’in hareketlerini sınırlamaya çalışsa da güçsüz düşmüştü; vücudu acıdan titriyor, kanlı giysileri yere yapışıyordu.
Yeşim, nefesini keserek ve gözlerindeki öfkeyi daha da büyüterek Vanessa’nın üzerine çıktı. Dizleriyle Vanessa’nın gövdesini bastırırken, elleri kararlılıkla yumruklarını karnındaki açık yaraya yönlendirdi. İlk darbede Vanessa acıyla inledi, vücudu sarsıldı; ama Yeşim durmadı.
Üst üste darbeler, Vanessa’nın nefesini iyice kesti, kanlı giysilerindeki ıslaklık her darbede daha da yayıldı. Vanessa acıdan inlerken, gözleri hâlâ Yeşim’in gözlerine kilitlenmişti; kararlılığı ve öfkesiyle direniyordu ama güçsüzleşmişti.
Her yumruk, yarayı daha da derinleştiriyor, Vanessa’nın nefesini kesiyor, vücudunu titretip güçsüz bırakıyordu.
Efsun, sedyede bağlı hâlde, titreyerek bu korkunç sahneyi izliyordu. Gözlerinden yaşlar boş boş akıyor, nefesi kesik kesikti:
“Vanessa… dur… lütfen!”
Yeşim, öfkeyle ve acıyla nefesini kesmeden, üst üste yumruk darbelerini karnına indirmeye devam etti. Her darbe Vanessa’yı daha da savurdu, yerde kanlı ve bitkin hâle getirdi. Odadaki hava, kan, acı ve öfke kokusuyla dolmuş, sessizlik sadece Efsun’un inlemeleri ve Yeşim’in nefesiyle parçalanıyordu.
Vanessa’nın titreyen vücudu, her darbede biraz daha pes ediyor, acı ve öfke arasında kıvranıyordu. Kelepçeli elleriyle hâlâ savunmaya çalışıyor ama artık Yeşim’in üstünlüğü barizdi.
Vanessa, yerde kanlar içinde, her nefeste acıdan titriyordu. Kelepçeli elleri sınırlıydı ama gözlerinde hâlâ bir isyan ve kararlılık yanıyordu. Yeşim, üzerine çıkarak dizleriyle Vanessa’nın gövdesini bastırıyor, elleriyle acımasızca karnına darbeler indirmeye devam ediyordu.
Tam o anda, Vanessa son bir güç topladı. Titreyen bacaklarını karnına geçirdi, bir hamleyle Yeşim’i yana itti ve şaşırtıcı bir çeviklikle üstüne çıktı. Kanlı ve bitkin vücudu hâlâ ağır aksak hareket etse de gözlerindeki kararlılık sarsılmazdı.
Kelepçeli elleri, Yeşim’in boynuna dolandı; elleri hâlâ bağlı olmasına rağmen acı ve öfkeyle sıkıca kavradı. Yeşim’in nefesi kesildi, gözleri öfke ve dehşetle büyüdü.
"Geber sürtük!"
Vanessa, son bir hamleyle Yeşim’i boğmaya başladı; nefesi kesilen Yeşim’in gözleri dehşet ve şaşkınlıkla açıldı. Öfke ve panik birbirine karışmıştı, elleri hâlâ silahı sıkıyordu ama etkisizdi.
Tam o anda odanın kapısı sertçe açıldı. Yeşim’in adamları içeriye doldu; silahlar hazır, bakışlarında kararlılık vardı. Göz göze gelmeden biri hızlıca tetiğe bastı. Ses bir anda yankılandı:
Kurşun, Vanessa’nın sırtına saplandı.
Bir çığlık havada yankılandı, Vanessa’nın gözleri dehşetle açıldı. Nefesi kesildi, kan fışkırdı ve vücudu ağır ağır öne doğru eğildi. Yeşim, bu ani müdahale karşısında şaşkınlıkla nefes aldı.
Efsun, sedyede bağlı, gözlerinden yaşlar boşalırcasına akarken, korku ve çaresizlik içinde bir çığlık daha attı:
“Vanessaaa!”
Vanessa, sırtından vurulmuş ve kanlar içinde, dengesini kaybederek yeşimin üstüne düştü . Bilinci bulanıklaşmaya, gözleri ağırlaşmaya başlamıştı. Her nefeste acı ve yorgunluk daha da derinleşiyor, vücudu titrek ve güçsüz düşüyordu.
Ellerindeki kelepçeler hâlâ Yeşim’in boynuna dolanmıştı ama artık kuvveti azalmıştı.
Odada bir anda durgunluk ve kaotik bir sessizlik çöktü; yalnızca Vanessa’nın acı ve hırıltılı nefesleri ile Efsun’un çaresizliği duyuluyordu.
Yeşim, üstüne düşen Vanessa’ya öfkeyle baktı. Kanlar içinde, yaralı ve hâlâ nefes alan Vanessa’yı, öfke ve çaresizlik karışımı bir güçle üstünden itti. Vanessa, yana savrularak acıyla inledi; gövdesi kanlarla kaplanmış, vücudu titriyordu. Yeşim hızlıca ayağa kalktı, nefesi kesik ve öfkeli, gözleri hâlâ Efsun’a kilitlenmişti.
“Onu güvenli bir yere götürün! hızlıca yer değiştiriyoruz, hemen çözün!” diye bağırdı.
Adamlar tereddütsüz hareket ederek Efsun’un kelepçelerini çözmeye başladılar.
Efsun, hâlâ titreyen bedeniyle sedyede uzanıyor, gözleri kanlar içinde yere yığılan vannesa'dan ayrılmıyordu. Elleri çözülür çözülmez, refleks olarak Vanessa’ya yönelmek istedi; kalbi hem korku hem de koruma isteğiyle çarpıyordu.
“Vanessa!” diye seslendi Efsun, titrek ama kararlı bir fısıltıyla. “Hayır! Vannesa beni bırakma! Hayır!”
Adamlar sert bir şekilde Efsun’u tutarak dışarıya doğru sürüklediler. Efsun, her adımda geri dönüp Vanessa’ya bakıyor, gözleriyle onun yanında olmayı, onu korumayı diliyordu. Her adımda Vanessa’nın yaralı ve kanlar içinde yerde yattığını gördü; kalbi parçalanıyordu.
Vanessa, yere düşmüş, acı ve yorgunlukla sarsılırken, bilincini kaybetmeden önce gözlerini Efsun’a dikti. Etraf kan gölüne dönmüş, odanın havası ağır ve boğucu olmuştu. Ellerini istemeye istemeye havada kaldırarak Efsun’a bakmaya çalıştı.
“E… Efsun…” diye fısıldadı, sesi hırıltılı ve zayıf ama hâlâ canlıydı. Nefesi kesik ve titrek, bedenini yerçekimi aşağı çekiyor, göz kapakları ağırlaşıyordu. Birkaç saniye daha Efsun’a odaklandı, gözleri neredeyse kapanırken dudaklarından son bir nefes gibi fısıldadı:
“Efsun…”
Ve sonra bilinci yavaş yavaş karardı, gözleri kapanırken bedeni ağır ağır yere yığıldı. Kan gölüne bulanmış odada, geriye sadece Efsun’un çaresiz bakışları ve Yeşim’in öfkeli nefesi kalmıştı.
Yeşim, ağır adımlarla, hâlâ öfkeyle ve yorgun nefeslerle Efsun’un yanında ilerliyordu. Efsun, hâlâ titreyen elleriyle, kalbi hâlâ Vanessa’ya dair korku ve öfke ile dolu, adamların tutmasına rağmen bedenini her an savurmaya hazırdı.
Adımların her birinde öfke ve çaresizlik Efsun’un gözlerinden taşıyordu.
Adamlar, Efsun’u dışarıya çıkarmak için sıkıca tutuyorlardı. Ama Efsun’un içindeki öfke bir an bile sönmemişti. Ellerini ve kollarını zorlayarak, onları itecek ve Yeşim’e doğru yönelmek için tüm gücünü topladı.
“YEŞİM! SENİ ÖLDÜRECEĞİM!” diye haykırdı, sesi kesik, boğuk ama kararlı bir tehdit gibi yankılandı. Her kelime, odadaki sessizliği parçalıyor, adamların sıkı tutuşuna rağmen havada bir titreme yaratıyordu.
Yeşim, Efsun’un gözlerindeki öfkeyi, nefret ve çaresizliği hissetti. Bir an duraksadı, nefesi kesik, kalbi öfke ve korku ile çarpıyordu.
Efsun durmadı. Vücudu titreyerek, kan ve gözyaşı içinde, adamların ellerinden kendini koparmaya çalıştı. Her adım, Yeşim’e doğru gelen öfke dalgalarıyla doluydu. Adamlar Efsun’u tutmaya çalışsa da, onun nefret ve çaresizliği öyle güçlüydü ki ellerinden bir an bile kayıp gitmeye çalışıyordu.
Yeşim, refleksle bir adım geri çekildi, Efsun’un saldırısına karşı dengede durmaya çalıştı. İkisi birbirine bakarken, aralarındaki gerilim neredeyse elle tutulur hâle gelmişti; nefesleri ağır, gözleri birbirine kilitli. Her ikisi de birbirlerinin öfkesini, korkusunu ve çaresizliğini doğrudan hissediyordu.
Efsun, adeta yırtıcı bir hayvan gibi, tüm güç ve öfkesini toplayarak Yeşim’e saldırdı. “Seni… öldüreceğim!” diye tekrar haykırdı, sesi duvarlarında yankılandı. Kan ve gözyaşıyla karışan bu bağırış, hem öfke hem de çaresizliğin çarpıcı bir birleşimiydi.
Yeşim adamlarına baş haraketi yaptiginda onu apar topar arabaya bindirip hızla uzaklaştılar, Efsun bebeklerini hissetmemenin ve kardeşinin son hali yüzünden kahrolmak üzereydi.
Tek dilediği şey bebeklerinin de vannesa da yaşıyor olmasıydı.
Beyaz fayanslı oda sessizliğe gömülmüştü, ama sessizlik bir tedirginlikten çok, ölümün soğuk nefesini taşıyordu.
Vanessa, kanlar içinde yerde yatıyordu; sırtından ve karnından iki kurşun yarası vardı, her nefes alışında acının keskin kıvrımlarını hissedebiliyordu. Sarı saçları, artık kanla boyanmış kırmızı bir gölgeye dönmüştü; ışık vurdukça kıpkırmızı parlayan teller, sanki kendi hayatını anlatan bir alev gibi dalgalanıyordu.
Gözlerini açtığında ilk fark ettiği şey, sedye de ya da Efsun’un yanında olmamasıydı. O an sanki dünyası bir anlığına durdu, yutulmuş bir boşlukta kaldı. Gözlerinden sessiz bir damla süzüldü ve nefes almaya çalışırken ince, titrek bir sesle:
“Efsun…” dedi, yutkunduğu acı boğazını yakarken.
Efsun… Onun kardeşi gibi, ruhundan kopmamış bir parçası gibi, hayatta kalması gereken tek kişi… Ama şimdi yoktu.
Vanessa’nın kalbi, hem korku hem de çaresizlikle parçalanıyordu. Vücudu acının baskısıyla titriyordu, ama bir yandan da hayatta kalmak için direnme arzusu tüm bedeni sarmıştı. Sürünerek, kanayan yaralarına rağmen odadan çıkmak için çabaladı; fayanslar soğuk ve acımasızdı, her hareketiyle kırılan kemik gibi bir sızı yayıyordu sırtına ve karnına.
Yaralarından akan kan, sıcak bir nehir gibi vücudundan akıp yere dökülüyordu. Her nefeste acı dalgası tüm bedenini sarıyor, ama Vanessa gözlerini Efsun’dan başka bir şey göremez olmuştu. “Efsun, lütfen size bir şey olmasın” diye inledi, sesi kısık ve kırılgan, ama bir umut kıvılcımı taşıyordu içinde.
Kafasını hafifçe kaldırmaya çalıştı; sarı-kırmızı saçları yüzüne yapışmıştı, kan rengiyle gözlerini zor seçiyordu.
Sürünmeye devam ederken bir an durdu, nefes nefese, acı içinde, gözleri odanın kapısındaki boşluğa takıldı; hayatta kalmak için son bir güçle tekrar sürünmeye başladı. Ama her hareketiyle iki kurşun yarası derinleşiyor, acı daha da keskin bir şekilde bedeni sarmalayarak ona gerçekliği hatırlatıyordu.
Vanessa’nın gözlerinde hem öfke hem de çaresizlik vardı. Efsun’un yokluğu, onu hem kahreder hem de harekete geçirirdi.
Sadece bir damla gözyaşı, kanla karışıp yüzünden aşağı süzülürken, kalbindeki bağın ne kadar derin olduğunu, kardeşini ne kadar çok sevdiğini anlatıyordu.
Vanessa, kanlar içinde, acıyla sürünerek odanın kapısına yaklaşmıştı. Ayakları fayansın soğuk ve sert yüzeyine sürtünürken, her hareketi acıyı katlıyor, ama gözleri hâlâ bir tek Efsun’u arıyordu.
Nefesi boğuk, kalbi deli gibi atıyor, yaralarından akan kanın sıcaklığıyla elleri kayıyordu. Tam kapıya ulaşacakken, aniden kapı ağır bir gıcırtıyla açıldı.
İçeriye Azad girdi. Gözleri ilk anda odanın beyazlığını, sonra yerde yatan Vanessa’yı fark etti. Kalbi sanki bir anda durdu; nefes alamıyordu. Gördüğü manzara beynine kurşun işlemiş gibi, dünya bir anda sustu.
Vanessa, Efsun’un kardeşi ... güçlü ve bir o kadar da kırılgandı gözünde … ve şimdi kanlar içinde yerde yatıyordu.
Azad’ın gözleri doldu, elleri istemsiz titredi. İçinden geçen tek düşünce, “Hayır… hayır, bu olamaz!”Vanessa’ya olan sevgisi, Efsun’a duyduğu bağlılığın yansıması gibi derin bir kardeşlik hissi taşıyordu artık; tartışmalar, sert sözler, küçük kırgınlıklar… hepsi görünen di ama Azad vannesa karşı derin bir saygı besliyordu, şimdi sadece ölümün ve acının ağırlığı kalmıştı.
Azad hemen diz çökerek Vanessa’nın yanına eğildi. Ellerini onun titreyen omuzlarına koydu, yüzüne dokunurken hafifçe salladı:
“Vanessa… uyan… lütfen… uyan!”
Sesinde hem korku hem de çaresizlik vardı, gözlerinde ise duygu seli. Vanessa’nın gözlerini açıp açmayacağı bilinmezdi, ama Azad, onun nefesini hissetmek için uğraşıyordu.
Vanessa, yaralarının acısı ve kanın ağırlığı altında gözlerini araladı. Sarı-kırmızı saçları, yorgun ve kanlı yüzüne yapışmıştı. Azad’ı görünce zayıf bir refleksle dudaklarını oynattı; ama nefes almak için verdiği mücadele hâlâ ağırdı.
Azad, her titreyen nefesini hissettiğinde kalbi parçalanıyordu. Ellerini Vanessa’nın çenesine hafifçe koydu, yüzünü kendine doğru çevirmeye çalıştı:
“Bak bana… sadece bak… nefes al, tamam mı? Sadece nefes al…”
Her kelimesi bir dua, bir yalvarış gibi çıktı. Vanessa’nın küçük göz kırpışları, Azad’ın içinde bir umut kıvılcımı yaktı; ama acı hâlâ çok keskin, her nefes alış, kanın sıcaklığıyla birleşince dayanılmaz bir ağırlık oluşturuyordu.
Azad, çaresizlik içinde elini hafifçe Vanessa’nın omzuna yasladı. Ona ne kadar çok değer verdiğini, Efsun’un kardeşi gibi gördüğünü hissettirdi. O an, tüm tartışmaların ve sert sözlerin önemsiz olduğunu fark etti; önemli olan sadece onun hayatta olmasıydı.
Azad, dizlerinin üzerinde, yutkundu, gözlerinden yaşlar süzüldü ama ellerini Vanessa’dan çekmedi.
“Sana söz veriyorum… seni buradan çıkaracağım… iyileşeceksin Vannesa ”
Her kelimesi bir mücadele, her nefesi bir umut kırıntısıydı. Vanessa hâlâ yaralı, hâlâ acı içindeydi, ama Azad’ın varlığı, yavaş yavaş onun karanlık bilinç bulutlarını delmeye başlamıştı.
Azad, Vanessa’yı kollarının arasına aldı, vücudunun ağırlığı ve yaralarının sıcaklığı ellerine aktı. Her hareketi dikkatli, ama bir o kadar da aceleyleydi; çünkü her saniye Vanessa’nın hayatı için bir savaştı.
Fayanslı odanın soğuk ışığı, kanın parlak kırmızısı ve Vanessa’nın titreyen bedeni Azad’ın gözlerinin önünde bulanık bir kabus gibi dönüyordu.
Vanessa, Azad’ın kollarında yarı baygın, yarı bilinçli bir şekilde nefes alıyordu. Dudakları hafifçe aralandı ve boğuk bir sesle Efsun’un adını sayıkladı:
“Efsun… Efsun…”
Azad’ın kalbi, sözcükleri duyduğu anda paramparça oldu. Efsun, Vanessa için her şey demekti; şimdi o yokken Vanessa’nın yaşadığı acı, Azad’a ağır bir yük gibi çöküyordu. Gözlerinin önünde, Vanessa’nın bedenindeki her titreme, her nefes mücadelesi, Azad’ı ruhsal olarak bitiriyordu.
“Karımı da kızlarımı da bulacağım! Hiç kimse ailemi benden alamaz” diye fısıldadı Azad, sesi titreyerek. Kucağındaki beden, onun için sadece Vanessa değildi; Efsun’un kardeşi, evdeki bağları ve geçmişin tüm hatıralarıydı. O anda Azad, Efsun’un yokluğunda adeta kendi hayatını kaybediyor gibiydi.
Adımlarını hızlı attı, ama dikkatliydi; her adımda Vanessa’nın bedeni Azad’ın kollarında hafifçe sallanıyor, yaralarından akan kan ellerine bulaşıyordu. O acı, Azad’ın içinde bir tür çaresizlik ve öfke karışımı doğuruyordu.
Gözlerini sıkıca kapattı, dudaklarını ısırdı, ama bir yandan da konuşmaya devam etti:
“Yaşayacaksın vannesa, daha kızlarımı göreceksin... Belki yine onlara 'bebeklerim' diyerek beni sinirlendireceksin ama bunların hepsi yaşanacak”
Vanessa, her sayıklayışında Efsun’un adını söylüyordu ve bu, Azad’ın ruhunu kemiriyordu. Efsun’un yokluğu, sessizlik gibi soğuk ve keskin bir boşluk yaratıyordu.
Kucağındaki bedenle dışarıya çıktığında, Azad’ın dizleri titriyordu, ama vazgeçmiyor, Vanessa’yı bir cenaze yerine değil, hayata geri döndürmesi gereken bir savaşçı olarak taşıyordu.
Dışarının ışığı, kapının aralığından vurduğunda Azad’ın gözleri doldu. Kalbi sıkışmış, nefesi boğulmuştu; Vanessa’yı kucağında taşımanın ağırlığı sadece fiziksel değil, ruhsal olarak da bir çileydi. Her adımı, her nefesi, Efsun’un yokluğunun verdiği derin boşluğu ve Vanessa’ya duyduğu sevgiyi hissettiriyordu.
Vanessa, Azad’ın kollarında hafifçe kıpırdadı ve bir kez daha boğuk, acılı bir sesle:
“Efsun…” dedi. Azad, gözleriyle gökyüzüne bakarken, neredeyse kendisi de orada, o boşlukta kaybolmuş gibiydi. Ama vazgeçmedi; çünkü Efsun yoktu belki ama Vanessa hâlâ vardı, hâlâ nefes alıyordu.
Ve Azad için bu, Umudun tek anlamıydı.
Vannesa yı buldu... Şimdi sıra karısı ve kızlarındaydı.
Azad, Vanessa’yı kollarından arabanın arka koltuğuna dikkatlice uzandırdı. Her hareketi hızlı ama hassastı; Vanessa’nın vücudu hâlâ titriyordu, kan lekeleri koltuğun üzerinde yayılıyordu. Azad, nefesini tutmuş, gözleri karanlıkta parlayan adamlarına bakıyordu.
“hastaneye götürün onu!” dedi, sesi hem otoriter hem de kırılmıştı. Adamlar tereddüt etmeden emirlerini yerine getirdiler. Her biri Azad’ın kararlılığını, Vanessa’nın hayatta kalması için verdiği mücadeleyi hissediyordu.
Azad cebinden telefonunu çıkardı. Numarayı tuşladı ve en yakın dostu Ali’yi aradı. Telefonun diğer ucundaki sesi duyduğu anda, kalbi biraz daha sıkıştı; Ali Vanessa’yı seviyordu ve bu haber onu derinden sarsabilirdi. Ama Azad’ın sesi kararlıydı:
“Ali… buldum onu… Vanessa’yı… ama kötü durumda, kan kaybediyor. Hemen hastaneye git, yanında ol, onu yalnız bırakma.”
Ali, telefonu sıkıca kavrayıp, sesi titreyerek:
“Azad… nerede…?” demeye çalıştı ama Azad sözünü kesti:
“Zor olacak, biliyorum. Ama bana güven, Ali. Onun yanından ayrılma. Şu an tek ihtiyacı olan senin yanında olman. Onu bırakma.”
Azad, telefonun ucundaki sessizliği dinledi; Ali’nin içten içe kaygılı olduğunu hissedebiliyordu. Ama emir veriyordu çünkü durum kritikti. “Ali… her şeyi unut, sadece yanında ol.”
Telefonu kapattıktan sonra Azad, koltukta ki Vanessa’ya baktı. Kanlar hâlâ yayılıyordu ama nefesi düzenliydi, az da olsa hayattaydı. Arabanın arka koltuğunda, soğuk metalin ve koltuk döşemesinin üzerinde ama Efsun yoktu ve Azad kendini bütün dünyasını kaybetmiş gibi hissediyordu.
Adamlar, Vannesa’yı arabaya hızla bindirip uzaklaşırken Azad sadece çaresizce arkasını izleyebildi. Gözleri, arabanın arka ışıklarının kaybolduğu noktaya takılı kaldı; kalbi, hem korku hem de öfke ile çarpıyordu.
Etrafına bakarken, zeminde farklı bir yönden başka bir tekerlek izini fark etti. Adamlarına kısa bir bakış attıktan sonra Hızla kendi arabasına yöneldi, elleri titriyordu; hem öfke hem de korku bir kasırga gibi içini sarmıştı.
Aracına atladığında direksiyonu sıkıca kavradı, her parmağında bir nefret ve kararlılık dalgası yayıldı. Yolda sadece Vannesa’nın ve Ailesinin hayatta kalması için duyduğu çaresizlik değil, Efsun’un yokluğunun yarattığı derin boşluk da vardı.
Her viraj, her hızlanma, öfkesinin ve acısının yansımasıydı. Arabasının motor sesi, sanki kalbindeki öfkeyi yankılıyordu; metalin titremesi, içinde biriken çaresizliği dışa vuruyordu.
Azad, yol boyunca Efsun’un yokluğunu düşündü; her an zihninde onun yüzünü, gülüşünü ve birlikte geçirdikleri zamanı canlandırdı. Kendi elleriyle kızlarını ve karısını koruyamamanın verdiği suçluluk, öfkesini katmerledi. Arabanın farları yolun üzerine düşerken, her gölge onun içinde bir çeşit uyanık korku yarattı.
Direksiyonun üzerindeki elleri, öfke ve çaresizlikle titriyordu. Arabanın motorunun gürültüsü, kalbindeki çarpıntıyı bastıramıyordu. Gözleri sürekli yoldaydı ama zihni Efsun’un hayaliyle doluydu;. Her virajda Efsun’u düşlüyor, onu kucaklamayı, çocuklarını korumayı hayal ediyordu.
Öfke, Azad’ın her hareketini daha keskin ve kararlı kılıyordu. Direksiyonun başında, dişlerini sıkarak, dudaklarını ısırarak devam etti; her kilometre, onu Efsun’a ve çocuklarına biraz daha yaklaştırıyordu.
Kalbindeki öfke, kontrolsüz bir alev gibi yanıyor, zihnindeki acı ile birleşiyordu.
Azad, kilometrelerce yolu takip etmiş, her virajda Efsun’u ve karnındaki bebeklerini düşünerek öfke ve çaresizlikle dolmuştu.
Gözleri önündeki karanlık yolda keskinleşmiş, her gölgeyi, her hareketi dikkatle tarıyordu. Nefesini kontrol ederek direksiyonu sıkıca kavradı; kalbi göğsünde çarpıyor, her atışı bir uyarı gibiydi:
“hissediyorum!”
Bir anda yolun uzak köşesinde, siyah, büyük bir araba belirdi. Motor sesi, gövdesi ve duruşu Azad’ın içgüdülerini harekete geçirdi. Kalbi bir anda hızlandı; Efsun’un orada olduğunu hissetti. Gözleri parladı, tüm öfke ve çaresizliği bir anda harekete geçti.
Azad gaza bastı, arabasının motoru kükredi. Siyah arabanın önüne doğru hızla ilerledi, gözleri tam odaklanmıştı; tek düşüncesi Efsun’a kavuşmak ve onu kurtarmaktı. Motorun hırıltısı, kalbindeki çarpıntı ile birleşmiş, her saniye gerilimi tırmandırıyordu.
Araba aralarındaki mesafeyi kapattıkça, Azad dikkatle manevra yaptı ve tam önlerini kesti. Siyah araba ani bir şekilde durmak zorunda kaldı, tekerlekleri asfaltta keskin bir ses çıkardı. Azad, arabasının camından bakarken kalbi yerinden fırlayacak gibi çarpıyordu; gözleri, siyah arabanın içinde Efsun’u arıyordu.
Her kas ve refleksi, öfke ve sevgiyle doluydu. Azad’ın zihninde tek bir şey vardı: Efsun ve bebekleri. Bu arabadan inip onları kurtaracak, hiçbir güç karşısında duramayacaktı.
Azad’ın kalbi göğsünde deli gibi atıyordu. Siyah arabanın önünü keser kesmez motor sesi kesildi, tekerlekler asfaltta kayarken, Azad hızını kesmedi; her kası gerilmişti.
Elleri belinde, refleksle iki silahını çıkardı. Her iki eliyle de doğrulttuğu tabancalar, arabaya yöneldi; gözleri içerideki tehlikeyi arıyordu.
O sırada Azad’ın adamları da yanına yetişti. Arabanın etrafını hızlıca sardılar, keskin bakışlarıyla aracı kuşattılar. Her adım, her nefes bir gerilim dalgası gibi yükseldi; sessizlik, yerini keskin bir elektrik gibi gerilen havaya bırakmıştı.
Arabanın kapısı yavaşça açıldı. İçeriden, beklenmedik bir manzara çıktı: Yeşim, Efsun’u esir almıştı. Yeşim'in kolu Efsun'un boynuna dolanmış, başına silah dayamıştı.
Gözlerinde korku ve çaresizlik vardı, ama bakışları aynı zamanda Azad’a bir umut kırıntısı da taşıyordu.
Azad, kalbini boğazında hissediyor, her refleksi tetikteydi. Tetiğe bastığında değil, bir an durdu; gözleri Efsun’un yüzüne takıldı. Ama Yeşim hâlâ kontrolü elinde tutuyor, Efsun’u kendine kalkan yapıyordu.
Azad’ın yüreği hem öfke hem de çaresizlikle doldu; her saniye, Efsun’un başına gelebilecek tehlikeyi büyütüyordu.
“Dildar!” diye bağırdı Azad, sesi hem emir hem de yalvarış gibiydi. Ellerindeki silah, nefesinin ve öfkesinin somutlaşmış hâliydi. Adamları sıkıca arabayı kuşatmış, her hareketi izliyor, Azad’ın planını destekliyordu.
O an gerilim doruktaydı; zaman sanki yavaşlamış, her saniye bir ömür gibi uzamıştı. Azad için tek bir amaç vardı: Efsun’u kurtarmak
Yeşim’in arabasının kapısından birer birer adamları indi. Ellerinde soğuk çelik parlıyordu, silahlar Azad ve adamlarına doğrultulmuştu. Asfaltın üzerinde sessizlik ve tehdit dolu bir hava bir anda ağırlaştı; her nefes, her tıkırtı bir patlamayı çağrıştırıyordu.
Azad, gözlerini Yeşim’e dikti. Kalbi öfke ve korkuyla çarpıyordu, damarlarındaki adrenalin bütün vücudunu sarmıştı.
Elleri hâlâ silahlardaydı, ama sesi tüm sokağa yankılandı:
“Eğer saçının teline zarar gelirse! Seni parçalarım!”
Yeşim, Efsun’u hâlâ kalkan olarak kullanırken, dudaklarını bükerek soğukkanlı bir karşılık verdi:
“Siz benden iki can aldınız, bende alacağım!”
Adamlarının silahlarının tetiğinde parlayan parıltılar, gölgelerle birleşiyor, her biri bir ölüm tehdidi gibi duruyordu. Azad, her kelimesinde hem öfke hem de kararlılığı hissettiriyordu; Efsun’un güvenliği, onun için tek gerçek sınır olmuştu.
Yeşim’in gözlerinde hem öfke hem de hesaplaşma arzusu vardı. Azad ve Yeşim’in bakışları bir çarpışma gibi çakıştı; sessizlik, adeta felaketin eşiğinde bir duraklamayla gerilimi daha da yükseltti. Yeşim'in kolu hâlâ Efsun'un boynuna dolanmış, başına dayalı silah ise onun hayatının kırılganlığını somutlaştırıyordu.
Azad, nefesini derin aldı; elleri hâlâ silahlardaydı.
Yeşim, Efsun’u hâlâ kalkan olarak kullanıyordu. Elleri titremiyordu; aksine her hareketi soğukkanlı ve keskin bir tehdidi yansıtıyordu.
Silahının namlusunu Efsun’un karnına yasladı, nefesi sert ve soğuk bir fısıltıyla havayı kesti:
“Silahlarınızı bırakın yoksa tek bir kurşunla iki kızını da alırım!”
Azad’ın kalbi bir anda duracak gibi oldu.
Ellerinde silah olmasına rağmen tüm gücünü kaybetmiş gibi hissediyordu; nefesi boğuk, elleri istemsizce titriyordu.
Gözlerinin önünde Efsun’un korku ve çaresizlikle gözleri dolmuştu. Azad’ın içinde yanan öfke ve kararlılık, bir anda dondurulmuştu. Her nefes alışında, kızlarının ve eşinin hayatının kırılganlığı omuzlarına ağır bir yük gibi çökmüştü.
Devam edecek 🩷
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 120.76k Okunma |
7.81k Oy |
0 Takip |
44 Bölümlü Kitap |