
(küçük bir duyuru yapacağım, kitap olacağını söylemiştim ama yayınevleri CANHIRAŞ'a bir şans vermedi... O kadar saçma kitap basılırken sırf kitlemiz yok diye bizimle ilgilenmediler, CANHIRAŞ ne olursa olsun basılacak ama bunun için sizi bekletmeyeceğim. Kendi yayınevimle görüşüp en kısa sürede basacağız, o kadar iğrenç bir sektör ki sadece okur sayısına bakılıyor, kitapla değil okunma ile ilgileniyorlar... Neyse sağlık olsun, unutmayın; ne olursa olsun başaracağız)
Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın lütfen 🧚
YAZAR'DAN
Efsun’un gözleri korku, çaresizlik ve inançsızlık arasında gidip geliyordu.
Elleriyle Yeşim’in kolunu itmeye çalışsa da güçsüzdü; her hareketi, silahın namlusunun sıcak çelik dokunuşunu daha da gerçek hissettiriyordu. İçinde hem Azad’a güven hem de olabilecek en kötü senaryonun dehşeti vardı.
Azad, Yeşim’in soğukkanlı tehdidini duyduğunda tüm kasları gerildi. Bir an için hayatındaki tüm planları, tüm öfkesi, tüm hırsı, gözlerinin önünden kayboldu; sadece Efsun ve kızlarının güvenliği vardı.
Gözleriyle Yeşim’e bakarken, ellerini yavaşça silahlardan uzaklaştırdı, her tetiği bırakışında içi parçalanıyor, ruhunda keskin bir acı hissediyordu.
Yeşim’in yüzünde soğukkanlı bir zafer gülümsesi belirdi. Azad’ın silahlarını bırakmasını sağlayarak kontrolü tamamen eline almıştı. Fakat Azad’ın gözlerindeki kararlılık ve öfke, hâlâ bir tehdidin gölgesi gibi Yeşim’in üzerine düşüyordu. İçten içe biliyordu ki bu oyun daha bitmemişti, ama şimdilik Efsun ve kızlarının hayatı için tek yolu vardı:
susmak ve teslim olmak.
Efsun, Azad’a bakarken gözlerinde hem korku hem de sessiz bir teselli vardı. “Hayatta kalacağız… birlikte…” diye düşündü, ama bedeninin kontrolünü kaybettiği anda Yeşim’in soğuk gücü hâlâ korku yaratıyordu.
Azad’ın kalbi paramparça olmuştu, ama bir yandan da tek yaptığı şey, nefesini tutup her an bir hamleyle her şeyi geri almak için fırsatı beklemekti.
Azad, içindeki öfkeyi ve çaresizliği dizginleyerek derin bir nefes aldı. Elleri titreyerek silahlarını yere bıraktı, ardından adamlarına bakıp sert bir sesle emir verdi:
“Hepiniz silahlarınızı bırakın!”
Adamları şaşkınlıkla birbirine bakarken, yavaşça silahlarını yere bıraktılar. Havanın içi gerilimle titriyordu; kalpler hızla çarpıyor, nefesler kesiliyordu.
Azad’ın gözleri Yeşim’in üzerinde sabitlenmişti, içindeki öfke ve çaresizlik bir yandan da kontrolsüz bir biçimde patlamaya hazırdı.
Yeşim, soğukkanlı bir şekilde adamlarına baktı. Kısa bir an duraksadı ve sonra keskin bir emir verdi:
“Öldürün!”
Azad’ın adamları henüz anlam veremeden, Yeşim’in adamları üzerlerine saldırdı. Kısa bir anlık kaos, çığlıklar ve silah sesleri arasında oluştu.
Azad acıyla izliyordu; cesaretle savaşmaya çalışan adamları birer birer yere seriliyordu. Elleri hâlâ boşta ama gözleriyle her hamleyi takip ediyor, öfke ve çaresizlikle duruyordu.
Efsun’un gözleri korku ve dehşetle doluydu. Yeşim’in soğukkanlılığı, Azad’ın çaresizliğiyle birleşince sahne tam bir kabusa dönüşmüştü. Azad, içten içe her şeyi geri almayı, her birini kurtarmayı planlıyordu ama şimdilik elleri bağlıydı.
Kalbinde bir ateş yanıyor, gözlerinden öfke fışkırıyordu. Bu, sadece geçici bir kayıp olabilirdi; ama Azad, Yeşim’in emirleriyle düşmanları tarafından vurulan adamlarını görürken, bu ateş hiç sönmeyecekti.
Yeşim, Azad’a keskin bir bakış attı ve soğukkanlı bir sesle konuştu:
“Buraya yürü…”
Azad, gözlerini Efsun’dan ayıramayarak, yavaş ve dikkatli adımlarla Yeşim’e doğru yürümeye başladı. Her adımı, kalbindeki öfkeyi ve çaresizliği daha da yükseltiyordu.
Efsun, korku ve acıyla Azad’a bakarak başını hafifçe salladı:
“Gelme…”
Azad, Efsun’un gözlerindeki korkuyu ve güven isteğini gördü, ama içindeki öfke ve çaresizlik onu durduramıyordu. Birkaç adım daha attı; kalbi paramparça olmuştu.
Yeşim, Azad’ın yaklaşmasını izledikten sonra silahı daha sert bir şekilde Efsun’un karına bastırdı ve tüyler ürpertici bir soğukkanlılıkla Azad’a seslendi:
“Diz çök!”
Efsun, acıyla keskin bir inilti çıkardı; karnındaki baskının her saniyesi yüreğini parçalıyordu. Azad, gözleri Efsun’dan ayrılmadan, çaresizlik ve öfke içinde dizlerinin üzerine çöktü. Ellerini boşluğa bırakmış, ama gözleri Yeşim’in üzerinde sabitlenmişti.
O an, sahne tam bir sessizlik ve gerginlikle doldu; Yeşim’in kontrolü ve Azad’ın çaresizliği, Efsun’un acısıyla birleşerek zamanı durdurmuş gibiydi.
Yeşim, Efsun’u Azad’ın önüne doğru itti ve soğuk bir sesle, acımasız bir emir verdi:
“Sen de diz çök!”
Efsun, Azad’ın diz çöktüğünü görünce içinden bir çığlık yükseldi, ama korku ve çaresizlik onu da dizlerinin üzerine oturtmuştu. Kalbi deli gibi atıyor, karnındaki baskı her nefeste acıyı katlıyordu.
Efsun yavaşça diz çöktü Azad'ın karşısında O an, Azad ve Efsun birbirlerine baktılar; gözlerinden aynı anda bir damla yaş süzüldü. Acı, korku ve kavuşmanın umudu, tek bir bakışta birleşmişti. Aralarındaki bağ, tüm tehlikeye rağmen kırılmamıştı.
Azad ve Efsun, dizlerinin üzerinde, göz yaşlarıyla birbirlerine sıkıca sarıldılar. Efsun’un vücudu Azad’a yaslandı, Azad ise kollarını Efsun’un etrafına sardı. Acı ve korkunun içinde, o an yalnızca birbirlerinin varlığı vardı; dünya, Yeşim’in tehdidine rağmen, bir anlığına durmuş gibiydi.
Yeşim’in soğuk bakışları ve silahın baskısı orada duruyordu, ama Azad ve Efsun’un birbirlerine sarılması, hem direnişin hem de çaresizliğin sessiz bir ifadesiydi.
Azad ve Efsun birbirlerine sıkıca sarılmışken, Yeşim soğuk bir kahkaha attı ve alaycı bir sesle dedi:
“Vedalaşın bakalım!”
O an dünya sanki onların etrafında durdu; silahların soğuk tehdidi, Yeşim’in gaddarlığı her şeyin üstünü örttü. Ama Efsun, Azad’ın kollarında çaresizce titrerken fısıldadı:
“Agir yalnız kalacak… Azad, oğlumuz bizsiz ne yapacak?”
Azad, Efsun’un saçlarından nazikçe öperek, sesi dolu dolu, ama kararlı bir şekilde cevap verdi:
“Büyüyecek Dildar… ve biz onu izlemeye devam edeceğiz.”
O an, korku ve acı ile karışık bir umut parladı. Birbirlerine sıkıca sarılmaları, sadece birbirlerini koruma arzularını değil, aynı zamanda ailelerinin geleceğine dair sessiz bir sözleşmeyi de simgeliyordu.
Efsun, Azad’ın kollarında titriyordu; gözleri korku ve çaresizlikle doluydu. Yavaşça, sesi neredeyse nefesi kadar ince ve kırılgandı:
“Kızlarımı hissetmiyorum, Azad… Uzun zamandır hareket etmiyorlar.”
Azad’ın kalbi sanki göğsünde duruverdi.
Zaman aniden yavaşlamış, etrafındaki dünyayı tek bir sessizlik sarmış gibiydi. Efsun’un sözleri, kalbine ağır bir taş gibi çarptı; nefes almak zor, her atış sancılıydı.
Ellerini Efsun’un şiş karnına nazikçe bastı, avuçlarının sıcaklığı ve titreyen derisiyle temas etti; karnındaki minik hayatları hissetmeye çalıştı, ama o sessizlik, yüreğine karanlık bir boşluk düşürdü.
“Babalarını bekliyorlardır…” dedi, sesi hem bir teselli hem de bir sözde güç olarak çıktığı dudaklarından. Kelimeler, kendi kendini sakinleştirme çabası gibi titrek ve kırılgandı.
Ama hiç haraket yoktu...Azad’ın ruhunu hem korku hem de öfkeyle sarsılıverdi.
Kalbi sıkıştı, nefesi kesildi. Atılmayan tekmeler, Efsun’un çaresizliğiyle birleşince Azad’ın içinde bir karışım doğurdu: koruma isteği, öfke, ve çaresizlik… Hepsi birbirine dolanmış, keskin bir düğüm oluşturmuştu.
Efsun’un yüzü acı ve korkuyla buruşmuş, dudakları titriyordu; gözlerinde ise Azad’a güven ve umutsuzluk bir arada parlıyordu.
Azad, ellerini daha sıkı bastı; karnındaki minik hareketleri hissetmeye çalışarak içini bir umut kıvılcımıyla doldurmaya uğraştı.
Ama gelmeyen tekmeler, Azad’ın kararlılığını sınayan bir işaret gibiydi. Her nefeste, her titremede, Efsun’un çaresizliği ve kızlarının sessizliği ona ağır bir yük bindiriyordu.
Avuçlarının içindeki sıcaklık ve sertlik, hem korkuyu hem de koruma içgüdüsünü tetikliyordu; vücudu gerilmiş, kasları tetikteydi, gözleri Yeşim’e baktı, ama en çok da Efsun’un hayatını koruma kararlılığıyla yanıyordu.
Azad, derin bir nefes alıp, yavaşça Efsun’un kulağına eğildi:
“Onlar bizimle Dildar, sadece biraz korkuyorlar... Benim kızlarım nazlıdır şuan bizi hissediyorlar ama korktukları için sessizler”
Efsun, dudaklarını hafifçe aralayıp boğuk bir şekilde fısıldadı:
“Sadece korkuyorlar değil mi? Kızlarım yaşıyor?”
Azad’ın kalbi bir kez daha sıkıştı; avucunu tekrar Efsun’un karına bastı, Avuçları karnındaki yaşamı hissetmek ister gibi titredi; ama gelmeyen küçük hareketler, sert gerçek ve Yeşim’in tehdidi arasında sıkışmıştı.
Her nefeste Efsun’un acısı, Azad’ın ruhunda yankılandı; gözleri, dudakları ve elleri, bir yandan sevgi ve koruma arzusuyla titriyor, diğer yandan korkunun ve öfkenin keskin kenarlarını hissediyordu.
Yeşim, Efsun’un başına silahını soğukkanlılıkla dayadı. Tetiğe hafifçe dokunabilecek kadar yakın, nefesi neredeyse silahın metalinde yankılanıyordu. Gözlerinde acımasız bir kararlılık vardı; dudakları, sinsice kıvrılmış bir gülümsemeyle gerilmişti.
Efsun, bu soğuk demirin ucunda çaresizce titriyor, gözleri korku ve acıyla dolmuştu. Saçları dağılmış, terli alnına yapışmıştı.
Azad, Efsun’un yanında bir an için donup kaldı, kalbi göğsünde sıkışmış gibi attı. Ama sonra tüm korkusunu ve öfkesini bir anda topladı. Efsun’u sıkıca kavradı; gövdesiyle siper olur gibi onun önüne geçti, kollarıyla sararken sarsılmaz bir kararlılık yayıyordu.
Efsun’un titreyen vücudu, Azad’ın güçlü kollarında bir nebze olsun sakinleşti.
Azad’ın gözleri Yeşim’e kilitlendi; bakışları hem tehditkar hem de ölümcül bir kararlılık taşıyordu. Sesinin tonu soğuk, keskin ve titreşiyordu:
“Önce beni öldür!”
Bu sözler, hem meydan okuma hem de bir cesaret patlamasıydı. Sesinde korku yoktu; sadece ölümcül bir kararlılık vardı. Ellerindeki sıkılık, Efsun’a arkasında bir duvar gibi hissettiriyor, Yeşim’in planladığı üstünlüğü yıkıyordu.
Efsun ağlayarak Azad'a bakıp "Nasıl istersin bunu? Ben bunu nasıl izlerim" dese de Azad ona değil öfkeyle yeşime bakıyordu.
Yeşim bir an duraksadı; tetiğe basacak parmağı hafifçe titredi ama gözlerindeki acımasızlık hâlâ sarsılmamıştı. Azad’ın öfkesi, kararlılığı ve sevgisi, karşısında duruyordu. O an bir sessizlik çöktü; zaman sanki yavaşladı. Arabanın motor sesi, uzaktaki sirenler, her şey silikleşmiş, sadece Azad ve Yeşim’in bakışları kalmış gibiydi.
Efsun, Azad’ın arkasında nefesini tutuyor, titriyordu ama gözlerini kapatmıyor, onun gücünü ve kararlılığını hissediyordu.
Azad’ın her hareketi, her nefesi, Efsun’a güven veriyor; ama gözleri yine de Yeşim’in tehdidiyle dolu tehlikeyi okuyordu.
Azad, Efsun’u bırakmadan Yeşim’e baktı. sesi alçalıp gürledi:
“Beni öldürmeden ne karıma ne de kızlarıma kimse dokunamaz!”
Yeşim’in gözleri bu kararlılıkla çatıştı. Bir yanda acımasız planı, diğer yanda Azad’ın karşısındaki korkusuz cesareti… İçinde bir çatışma başladı. Ama Azad’ın bakışları, Yeşim’in en karanlık düşüncelerini bile sorgulatacak kadar güçlüydü.
Efsun, Azad’ın sırtına yaslanmış, titreyerek ama az da olsa umutla nefes alıyordu.
Azad’ın kollarındaki güven ve öfke birleşimi, Yeşim’in tehditkar silahını bir anda anlamsızlaştırıyor, havada keskin bir elektrik gibi gerilimi yükseltiyordu.
Yeşim, bir anlığına arkasında duran adamlarına göz attı; emirlerini verirken bir anlık dikkati dağılmıştı. İşte o an, Azad tüm gücüyle harekete geçti.
Dizlerinin üzerindeki acı ve korkuya rağmen hızla ayağa kalktı, kalbindeki öfke ve sevgi bir araya gelerek onu sanki bir güç dalgasıyla itti. Elleriyle Yeşim’in tuttuğu silahı kapmaya çalıştı, parmakları metalin soğuk yüzeyine sıkıca kenetlendi.
Silah, Azad ve Yeşim’in elleri arasında gidip gelmeye başladı; parmaklar kayıyor, bilekler kasılıyor, nefesler kesiliyordu.
Tam o anda, Silah aniden ateş aldı. Kısa bir ışık ve keskin bir patlama sesi, kulakları deldi. Efsun, kalbi bir anlığına duracak gibi oldu; acıyla, dehşetle ve korkuyla bir çığlık attı:
“Azad!”
Azad’ın gözleri, Efsun’a odaklandı; dudakları titriyordu, nefesi kesilmişti ama gözlerindeki öfke ve panik, her şeyi haykırıyordu. Efsun’un çığlığı, kulaklarında yankılanıyor, onu hem korkutuyor hem de harekete geçiriyordu. Efsun’un yüzündeki acı ve endişe, Azad’ın yüreğini bıçak gibi kesiyordu.
Yeşim, bir anda yere yığılırken, elleri boşlukta kaldı ve nefes alışı düzensizleşti. Yeşim, yerde acıyla kıvranırken, gözlerindeki öfke hâlâ sönmemişti.
Dudaklarından zorlukla çıkan sözler, hem tehdit hem de son nefesin öfkesini taşıyordu:
“Siz… benden… kurtulamayacaksınız”
Tam o anda Yeşim’in adamları, silahlarını Azad’a doğrulttu; tetiklerin sesi, yaklaşan ölümün sessizliği gibi gerilimi artırıyordu.
Azad'ın gözleri Yeşim’in üzerinde hâlâ donakalmıştı; her saniye ölümle burun buruna geliyordu. Tam her şeyin sona ereceğini düşündüğü anda, bir gölge belirdi.
Dijvan, ağır adımlarla ortaya çıktı. bakışları ölüm kadar keskin, hareketleri pür dikkat ve soğukkanlıydı. Arkasından, Muhammed sessizce yanında belirdi, gözlerinde öfke ve kararlılık parlıyordu.
Dijvan, bir hareketle silahını kaldırdı ve bir anda Yeşim’in adamlarına doğrulttu.
Tetikler peş peşe patladı; silah sesleri, gökyüzüne karışan çığlıklarla yankılandı. Adamlar birer birer yere yığılırken, Azad hâlâ duruyordu, ama korkusu bir nebze olsun azaldı; çünkü artık kontrol tamamen Dijvan ve Muhammed’in ellerindeydi.
Efsun, Azad’ın yanına koşarken gözyaşlarını tutamıyor, elleri titriyordu. adımlarının hızı kalbini adeta yerinden çıkaracak gibiydi. Azad, onu gördüğünde tek bir büyük adım attı ve güçlü kollarıyla Efsun’u kavradı.
Efsun, Azad’ın göğsüne yaslanırken tüm vücudu hâlâ titriyordu; ama Azad’ın sıcak ve güvenli kollarında korkusu yavaş yavaş eriyordu. Azad, başını Efsun’un kafasına hafifçe yaslayıp derin bir nefes aldı, gözlerinde hem rahatlama hem de hâlâ süren öfke vardı. Sesini alçaltıp ama kararlılıkla fısıldadı:
“Bitti… Kurtulduk.”
Efsun, gözlerini kapatıp derin bir nefes alırken, kalbinin hâlâ deli gibi attığını hissetti. Azad’ın kollarındaki sıkılık ve sıcaklık, hem güven hem de sevgi yayıyordu. Titreyen ellerini Azad’ın göğsüne bastı, sessizce rahatlamaya başladı.
Tam o anda, Dijvan hızla Efsun’a doğru ilerledi. Kız kardeşinin, hayatının en tehlikeli anından kurtulduğunu görmek gözleri doldurmuş bir şekilde ona baktı.
Dijvan’ın yüzündeki sert ifade, koruyucu bir gölge gibi Efsun’un etrafını sardı; tek bir bakışıyla onu güvende hissettirdi.
Muhammed ise Azad’a doğru ilerledi, Azad, gözlerini kaldırıp abisine baktı; ikisinin bakışları kısa ama derin bir bağ kurdu, sessiz bir anlayış ve güven ifadesi vardı. Muhammed yanına geldiğinde, Azad bir an duraklayıp başını salladı; artık tehdidin tamamen ortadan kalktığı hissiyle biraz olsun rahatladı.
Efsun, Azad’ın kollarında hâlâ titreyerek ama gözlerinde yeni bir umut ışığıyla duruyordu. Dijvan, kardeşinin güvenliğini sağlamak için hemen yanında dururken, Muhammed de Azad’ın yanında durup olası tehditlere karşı tetikte bekliyordu.
Her şey durulmuş gibi görünüyordu; ama sahnedeki gerilim, kurtuluşun ve hayatta kalmanın ağırlığını hâlâ taşıyordu.
Azad dikkatle Efsun'u Dijvan'ın arabasına yürütürken hala ona teselli veriyordu.
"Bitti Güneşim, artık hiçbir kötülük bize bulaşamaz"
Onu dikkatle arka koltuğa oturtup gözlerinin içine baktı, Efsun'un solgun yüzü onu endişelendiriyordu.
"Dildar, iki dakika sonra burdan gitmiş olacağız ve yemin ederim bir daha bu yaşanmayacak... Önce oğlumuzu alacağız sonra da evimize döneceğiz" dedi fısıldayarak ama Efsun ona cevap vermedi.
Azad onu bırakıp hızla Dijvan ve Muhammed'in yanına gitti, ilk sorduğu soru "Vannesa nasıl?" Oldu.
Efsun'un soracagini biliyordu eğer kötü birşey olmuşsa bunu nasıl açıklayacağını bilmiyordu.
Muhammed ona bakıp "Amaliyata aldılar ama durumu kritik, çok kan kaybetmiş doktorlar herşeye hazırlıklı olmamızı soyledi. Ali orda" diyerek açıkladığında Azad derin bir nefes aldı.
Adamlar yerde ki cesetleri alırken Azad onlara bakıp "Kadını depoya götürün! Sakın ölmesin" dedi.
Adamlar Yeşim'i hızla kaldırdığında kendinde değildi ama Azad onun kolayca ölmesine izin vermeyecekti.
Azad, kargaşanın ortasında hâlâ nefesini toparlamaya çalışırken, gözleri uzak köşede arabaya yöneldi. Arabada Efsun’u gördü; yüzü hâlâ korku ve dehşetle doluydu, ama birden bir çığlık yankılandı.
Efsun’un sesi keskin ve acı doluydu; aynı anda bacak arasından koyu kırmızı bir kan aktı. Azad’ın kalbi bir anlığına durdu.
Gözleri kanın aktığı yeri takip ederken, yüzü bembeyaz kesildi; nefesi daraldı ve elleri istemsizce titredi.
Efsun’un çığlığı, Azad’ın kulaklarında yankılanırken bir dehşet fırtınası gibi yayıldı:
“Kızlarım… ölüyor!”
Bu sözler, Azad’ın yüreğine bıçak gibi saplandı. Gözleri doldu, nefesi kesildi; vücudu titreyerek karısına doğru koştu.
Efsun’un yüzündeki korku ve acıyı görmek, kalbini paramparça ediyordu. Kan, hâlâ bacaklarından akarken Efsun dizlerinin üzerinde hafifçe sarkmıştı, gözleri panik ve dehşetle Azad’a kilitlenmişti.Saçları alnına yapışmış, titreyen vücudu sarsılıyordu.
Azad, arabaya doğru koşarken her adımı sanki yavaş çekimde ilerliyordu; kalbi göğsünden fırlayacak gibi atıyor, elleri kanı gördüğü anda donuyordu.
“Dildar!” diye haykırdı, sesi hem öfke hem de yıkılmış bir korku taşıyordu. Göğsüne saplanan acı, onu yerinde durduramazdı ama gözlerinin önünde kan ve acı arasında debelenen karısını görmek, onu yıkacak gibi oldu.
Efsun’un bacaklarından akan kan, arabanın zeminine damlalar halinde düşüyor; kırmızı, parlak ve sıcak görünüyordu. Her damla, Azad’ın kalbinde bir çığlık bırakıyor, yavaş yavaş kontrolünü kaybetmesine neden oluyordu.
Efsun, nefesini tutmuş ama acıyla sarsılırken, Azad’ın gözleri onu kavrayacak kadar yakındaydı ama hâlâ mesafe vardı; korkunun ve dehşetin büyüklüğü ikisini de sarmıştı.
Azad, gözlerinde dehşet, dudakları titreyerek Efsun’a doğru uzandı. Elleri onun vücudunu kavrayacak kadar yakındaydı ama her an kaybetme korkusuyla geriliyordu. Yüzünde hem öfke hem de çaresizlik vardı; gözüne batan kan, her nefesini acıyla dolduruyordu.
Efsun’un çığlığı ve kanın damlaları, sahnedeki sessizliği delip geçerken, Azad’ın aklındaki tek şey vardı, Onu kaybetmemek.
Dijvan, Efsun’un yanına en hızlı şekilde yetişirken gözleriyle durumuna baktı kan, acı ve dehşet. Hızla Efsun’a eğildi, elini onun titreyen omzuna koydu ve “Kardeşim, sakin ol, buradayız!” dedi.
Sesi soğukkanlı ve güçlüydü; Efsun’un titreyen vücudu bir nebze olsun onun varlığında rahatladı.
Muhammed kardeşinin yüzündeki dehşeti ve korkuyu görür görmez öfke ateşi gözlerinde parladı.
Azad, Efsun’u kollarına alır almaz onu koltuğa oturttu.
elleri hâlâ titriyordu. Kan, koltuklara bulaşırken Azad’ın içindeki korku daha da büyüyordu; gözleri dehşetle dolmuş, dudakları hafifçe aralanmıştı.
Motoru çalıştırdığında, arabadan çıkan metalik sesler ve lastiklerin asfaltla sürtüşmesi, Azad’ın kulaklarında çınlıyordu. Her saniye kıymetliydi.
Efsun’un çığlıkları, arabayı dolduruyor, panikle titreyen sesi kalbini adeta parçalıyordu:
“Kızlarım… Azad, kızlarım ölüyor!”
Azad, direksiyona gömülmüş, gözlerini yolda tutarken elleri terli, tırnakları direksiyonu kemiriyordu. Gözlerini aynaya sık sık çeviriyor, Efsun’un her hareketini ve tepkisini kontrol ediyordu. Her sarsıntıda Efsun’un sesi yükseliyor, kalbindeki acıyı bir bıçak gibi kesiyordu. Arabada tek nefes alan, sürekli titreyen ve kendi çaresizliğiyle boğuşan Azad’dı.
Dijvan ve Muhammed, arkalarındaki ikinci arabaya biner binmez hızla yola koyuldular. Dijvan, Efsun’un yanında olmasa da gözleri sürekli Azad’ın arabasına kilitlenmişti; her an bir tehlike bekliyordu. Muhammed, ellerini direksiyonun kenarına kenetlemiş, gözleri yolda, zihni ise sadece koruma planlarıyla doluydu. Araba, Azad’ların arkasından her an bir gölge gibi takip ediyordu.
Azad, Efsun’un çığlıklarıyla her saniye sarsılıyor, direksiyonu daha sert kavrıyor, koltukta kıvranan karısını sakinleştirmeye çalışıyordu. Elleri Efsun’un karnına uzatarak kızlarını hissetmeye çalışıyordu.
Ancak çaresizliği, her saniye daha da büyüyordu; bir yandan kalp atışları hızlanıyor, bir yandan da gözlerinin önünde kızlarını kaybetme ihtimali canlanıyordu.
Efsun’un sesi yükseliyor, çığlıklar ve nefes kesilmeleri arabayı dolduruyordu:
“Kızlarım… gidiyor! Onları hissetmiyorum!”
Azad, direksiyonu tek eliyle kavrayıp diğer eliyle Efsun’un titreyen ellerini tuttu. Gözleri dolu dolu, dudakları titriyordu.
"Dildar sakin ol, onlar bizim kızımız. Öyle kolay gidemezler"
Kafasının içinde bir karmaşa: korku, öfke, çaresizlik ve koruma isteği birbiriyle çatışıyordu. Her kırmızı ışık, her viraj, her araba geçişi, Efsun’un hayati bir saniyesi gibi geliyordu.
"Kurtaracağım, Kızlarımı kaybetmeyeceğim!" Dedi Efsun'a bakıp ama Efsun çaresizce başını sallıyor ve ağlıyordu.
Efsun’un gözleri her saniye açılıp kapanıyor, dudaklarından çıkan inlemeler, Azad’ın ruhuna işliyordu. Arabadaki hava yoğun, nefes almak zor, ama Azad her şeye rağmen hız kesmeden hastaneye doğru ilerliyordu.
Azad arabayı hastanenin acil kapısına çarpar gibi yanaştırdı. Kapılar açıldığında, kan ve korku içinde titreyen Efsun’u kucaklayarak hızla çıkardı.
Ayakları yere sertçe bastığında her adımı, her sıçrayışı sanki zamanın ağırlaşmasına sebep oluyordu. Ambulans ve hastane personeli etrafı sarmış, panik ve kaos bir araya gelmişti.
“ hemen müdahale odasına!” diye bağırdı hemşirelerden biri.
Azad, karısının beyaz elbisesini saran kanı gördüğünde kalbinin bütün ritmi bozulmuştu; elleri hâlâ titriyordu, nefesi düzensizdi. Efsun’un gözleri yavaşça kapandı, dudaklarından hafif bir inleme çıktı. Azad, onu bırakmamaya yemin etmiş gibiydi.
Ama doktorlar ve hemşireler sert bir şekilde müdahale odasının kapısını kapattı.
“içeri giremezsiniz!”
Azad, kapının önünde durdu; kollarındaki gücün ve cesaretin tümü bir anda çökmüş gibi hissetti. Dizlerinin üzerine düştü.
Bir adam yıkıldı, dizleri soğuk fayansla değdiği an bütün gücü vücudundan çekildi., başını ellerinin arasına aldı. Nefesi kesik kesik, sesi kırık bir fısıltı gibi çıktı:
“Dildar...Kızlarım…”
Kelime, boşluğa yayıldı; hastanenin beyaz soğuk duvarları arasında yankılanıyor, Azad’ın içinde biriken tüm korku, çaresizlik ve öfke bir anda görünür hâle geliyordu.
Devam edecek 🩷
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 120.79k Okunma |
7.81k Oy |
0 Takip |
44 Bölümlü Kitap |