
Yeni kitabımıza yorum ve beğeni lüten
EFSUN'DAN
"Daye! (Anne)" diyen oğlumla hemen gözlerimi açıp yatakta doğruldum.
Gözlerim sağ tarafa kaydığında onu görememek içime kıymık batmasına sebep oldu.
"Agir!" Dediğim gibi yataktan fırlayıp salona doğru koştum.
Çıplak ayaklarla kostugum salonda oğlumu koltukta oturmuş bir şekilde kulağında telefon ile görünce derin bir nefes aldım.
Çok şükür iyiydi.
Yanına gidip saçlarına derin bir öpücük kondurduğumda bende olan derin gamzeleri ile karşılaştım.
"Daye, nenem aradı" diyen sesi ile gözlerim kulağında ki telefona kaydı.
Başımı sallayıp elimi uzattığımda annem ile vedalaşıp telefonu bana uzattı, sonra da somurtarak baktığımda bile belli olan gamzelerime öpücükler kondurup odasına koştu.
Arkasından tebessüm ile bakarken telefonda annemin "Efsun'um" diyen sesi ile genzim sızladı.
Yıllar oldu kokusunu duymayalı.
Hemen telefonu kulağıma yerleştirip "Daye" diye seslendim.
"Güzel gözlü kızım, nasılsın ?" Diye sordu ama sesinde derin bir endişe vardı.
"Daye, sesin niye öyle geliyor noldu?" Diye sordum ayağı kalkıp.
"Efsun, abin" dediğinde içimde ki sızı ile yutkundum.
"Ne oldu abime anne?" Diye sordum ama korku her yanımı sarmıştı.
"Azad abini aldı, öldürecek. Onu sadece sen durdurabilirsin kızım yardım et! Ez kurbane te efsun" (ben kurbanım sana Efsun) derken hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.
Azad'ın adını duymam ile gözlerimin dolması bir oldu, kaç yıl olmuştu onu görmeyeli?
En son onu gördüğümde daha 20 yaşındaydım.
Tam 7 sene oldu...
En son onu kanlar içinde görmüştüm, ondan sonra ne adını duydum ne de o kehribar gözleri gördüm.
Onu yıllar önce gözümde ki yaş ile kanlar içinde bırakıp kayboldum ortadan.
Azad Karaaslan...
"Efsun'um yardım et, sen olmazsan o durmaz!" Diyen annem ile telefonu kapattım.
Gidemezdim, hayır giderdim ama Agir...
Gözlerim oğlumun kapısına döndüğünde ne yapacağımı bilmiyordum.
Onu götüremezdim, yıllardır onu gözümden bile sakınırken tehlikenin içine atamazdım
O benim tek umudum, tek dayanağımdı.
O benim en zor anımda içimde filizlenen ateşimdi.
Bugün ayakta durma sebebim içimde yeşeren ve beni dimdik tutan Ateşti.
Agir...
Odasının kapısı açılınca hemen gözlerimde oluşan ıslaklığı silerek tebessüm ettim.
Beni ağlarken görmedi, görmesine de izin veremezdim.
"Anne, kapattı mı nenem?" Diye sordu.
Güzel oğlum.
Kehribar gözleri, koyu kumral saçları ve benden aldığı iki derin çukur ile o kadar güzeldi ki.
7 yaşındaydı ama benim oğlum dağların da dağı, aslanların da aslanıydı.
Uzun boyu, geniş omuzları ve baya kalıplı vücudu ile yüzüne bakmayan onun yaşını tahmin edemezdi.
O kadar kötü bir dönemde içimde olmasına rağmen çok sağlıklı doğmuştu.
Babasına benziyordu.
Onun gibi kalıplı ve uzundu, keza gözlerini görmek bile babasının kim olduğunu ortaya çıkarırdı.
O yüzden onu herkesten saklamak zorunda kalmıştım, babasından bile.
Azad Karaaslan'ın oğlu, Agir...
İkimizden olan Ateş!
Doğduğu zaman gözlerini görmem ile adının Agir olmasına karar vermem bir olmuştu.
Güneş gibi yanıyordu gözleri...
Onu kaybetmek ölüm demekti.
"Anne, iyimisin?" Diye soran oğluma baktım, onunla aynı boya gelmek için dizlerimin üzerine çöktüğünde hemen ellerini dizlerime uzattı ama ellerini tutarak mani oldum.
"Daye, dizlerin acır" diyen telaşlı sesine güldüm.
Annesinin dayanağı, koruyucu meleği.
"Birşey olmaz annem, şimdi biraz konuşalım" dedim.
Onu burada da tek bırakmazdım o yüzden o Diyarbakır'a giderken ben Mardin'e gidecektim.
Çünkü Azad bir kan akıtacaksa CANHIRAŞ meydanında akıtacaktı.
Canhıraş meydanı, onu vurduktan sonra ismi verilen talihsiz meydandı.
Canhıraş (Yürek parçalayan)...
Onu o kanlı meydanda vurduktan sonra her geçen kişi orayı Canhıraş meydanı diye anar olmuş .
Zira Bir kişinin yüreğini ancak sevdası parçalardı.
Ben efsun ŞANLI, sevdamın yüreğini o meydanda parçaladım.
Hemde karnımda onun oğlunun varlığından habersiz.
Rüya gibi biten gecenin sabahında Mardin'i kabus sarmıştı.
Şüphesiz o kabusun adı EFSUN ŞANLI 'ydı.
"Tamam ama koltuğa oturalım anne" demesi beni yine güldürürken daha fazla üzülmesine dayanamadım.
Ayağı kalkıp bana ellerini uzatınca hemen tuttum, o beni fazlası ile güçlü olan kolları ile kaldırmaya çalışırken çaktırmadan o kaldırmış gibi ayağı kalktım.
Beni kaldırdıktan sonra yüzünü asarak "Çok zayıfladın daye, bak seni bu yaşımda bile kaldırabiliyorum" diyerek elimden tutup koltuğa oturttu.
"Evlat olmak her yaşta anneyi kaldırabilmek demektir agir'im" dedim yamacına otururken.
Yüzü tekrar gülerken "Ben seni hep kaldırırım daye, bu evlat kurban olsun sana" demesi yüreğimi yakıp kavurdu.
İstemsizce kaşlarım çatılırken"Nasıl laf o? Bir kurban gerekiyorsa anneler olur evlatlar değil" diye kızdım.
"Ne dersen de daye, ben senin kurban olmana asla izin vermem! Adımın hakkını verip seni kurban etmeye çalışanları yakar kavururum!" diye oda bana kızdı.
Şaşkınlık ile ona baktığımda huyunun kime çekmiş olduğu tokat gibi yüzüme çarptı.
Yüce rabbim kesinlikle bana sevdamın kopyasını armağan etmişti.
Hem tipi ile hemde huyu ile küçük Azad doğurmuştum.
İyi ki...
"Agir, şimdi beni iyi dinle" demem ile dikkatli gözleri beni buldu.
"Söyle daye" demesi derin bir nefes almama sebep oldu.
"Diyarbakır'a gidiyoruz" demem ile sevinçle ayağı kalkıp gülmeye başladı.
"Yaşasın! Sonunda" diye bağırdığında kolundan tutup onu geri yerine oturttum.
"Sakin ol!" Diye uyardım onu ama gamzeleri gittikçe derinleşiyordu.
Dayanamayıp yanağına sulu bir öpücük kondurdum.
"Oğlum gidiyoruz ama kısa sürecek, Mardin'de bir isim var ben gelene kadar nenen ve deden ile kalacaksın" diye devam ettim konuşmaya.
Yüzünde ki gülüş yavaş yavaş solarken bana üzgünce bakmaya başladı.
"Ama daye, ben geri dönmek istemiyorum! Ben burayı hiç sevmiyorum, kendi topraklarıma dönmek istiyorum" demesi içimi acıtırken ona hak veriyordum.
7 senedir Amerika da yaşıyordum ve agir olmasa bir saniye bile durmadan kendi toprağıma dönerdim.
Agir de benim gibi buraya hiç alışamadı.
"Annecim lütfen, beni anlamaya çalış biraz" demem hemen başını sallayarak beni onaylanmasına sebep oldu.
"Tamam daye, üzülme" dediğinde uzanıp gamzelerimden öptü yine.
"Tamam hadi kalk, git ve eşyalarını topla bende Vanessa teyzenle konuşup geleceğim"
Agir odasına giderken telefonda 7 yıldır bana yoldaşlık yapan arkadaşımı aradım.
"My princess!"(Prensesim) Diyen sesi ile kahkaha attım.
"Vanessa, nasılsın?" Diye sordum, çok şükür Türkçe biliyordu.
"İyiyim kuzum, sen nasılsın? Peki ya benim küçük ağam nasıl?" Diye sordu üst üste.
Benden sonra Agir'e aşık olan tek kadındı.
"İyiyiz iyiyiz ama bir sorun var" dedim sıkıntı ile.
Güvenileceğim tek kişi oydu.
"Hey sorun ne?" Diye sordu.
"Vanessa, Türkiye'ye dönmem gerekiyor acilen ve Agir'i de götüreceğim" dedim.
"Geri geleceksin değil mi?" Diyen sesi ile korkusunu hissettim.
Mavi gözleri, sarı saçları ve fit olan vücudu ile çok güzeldi.
Vanessa tek yaşayan bir kadındı, annesini ve babasını bir trafik kazasında kaybettiğinde daha 16 yaşında bir genç kızmış.
Sonra anneannesi ile yaşamış ama tam 21 yaşında onu da kaybedince tek başına kalmış.
Ben 8 aylık hamileyken hastane de karşılaşmıştık, ondan sonra da hiç ayrılmadık.
O bana kardeş olmuştu bu yabancı ülkede.
"Geleceğiz Vanessa, birlikte gidiyoruz ve evet sende geliyorsun" dediğimde bir tepki vermesini bekledim ama telefonun ucunda uzun bir sessizlik oldu.
"Vanessa!" Diye seslenmem onu kendine getirmiş olacak ki büyük bir çığlık atıp "Bende bunu demeni bekliyordum! Hemen hazırlanıyorum, biletleri ben hallederim" deyip yüzüme kapatınca şaşkınlık ile telefona baktım.
Hemen kabul etmesini beklemiyordum.
"Daye! Yardım et siyah arabam sığmıyor!" Diyen Agir ile elim alnıma gitti.
Allah yardımcım olsun!
☀️
"Hadi hadi acele edin!" Diye önden uçağa doğru koşan Vanessa'ya ben ve oğlum yarı şaşkınlık yarı da bıkkınlık ile bakıyorduk.
İlk Bahar aylarinda olduğumuz için üzerinde kısa bir şort, kalın askılı bir crop ve ne alaka olduğunu anlamadığım bir siyah küçük topuklu bir ayakkabı vardı.
10 dakikalık bir hazırlanma gibi dursa da biz tam 3 saat bu kombini beklemiştik.
Oğlum ise hava sıcak olmasına rağmen beyaz bir gömlek ve siyah kumaş bir pantolon giymişti, üstelik parlak küçük kunduraları ve siyah güneş gözlüğü ise sürekli gülmeme sebep oluyordu.
Evet tarzı da babasıydı.
Neden böyle giyindiğini sorduğumda ise aldığım cevap beni şaşkınlığa düşürmüştü.
"Diyarbakır'a gidiyoruz daye! Oralar ağır adamların yeridir, züppeler gibi gitmeyeceğim!" Evet bana bunu söylemişti.
Kesinlikle küçük dayısı ile konuşmayı bırakmalıydı!
Hep Ferhat öğretiyordu ona bunları.
Ben ise siyah dizlerimde bir kalem etek ve düz saten bir gömlek giymiştim.
Vanessa'nın telaşı yüzünden 15 dakika da yerlerimize yerleşmiş ve beklemeye başlamıştık.
13 saatlik bir yol olduğu için yarın öğle saatlerinde orada olacaktık.
Eve uğradıktan sonra bir yolculuk sürem de yarım saat falandı.
Mardin'e gidecektim, Azad abi'mi neden aldı bilmiyorum ama gelmemi beklediğini biliyordum.
Büyük ihtimalle ne zaman orada olacağımı da biliyordu.
Ben gitmeden abime dokunmazdı, sebebi ne olursa olsun.
Çünkü yemini vardı, dizlerinin üzerine düşmeden önce ki son sözü hala kulaklarımda çınlıyordu.
"Bana geleceğin gün, kıyamet günü de olsa yine ben sen gelmeden bir şey yapmayacağım! Eğer ailenden biri sınırı aşar ve onu bu meydanda öldürmeme mecbur ederse ben sen gelmeden ona dokunmayacağım Dildar!"
Oğlum başını omzuma yerleştirince saçlarından derin bir nefes alıp öptüm.
Babası onu hak etmiyordu, Zalimdi!
Evleneceğimizi bildiği halde bizi birbirimize düşman etmişti!
15 yaşından beri onun için atan kalbimi acımadan yok saymış ve yok etmeye kalkmıştı.
5 sene, dile kolay 5 senemi görmezden gelmiş ve bizi birbirimize kanlı yapmıştı.
Üstelik gecesinde bana evlenme teklifi edip, tenlerimizi birleştirmemizden sonra.
Her şerde bir hayır vardır derler, benim o şerde ki tek hayrım agirdi.
Azad Karaaslan, bir aşiret düğününde kalbime ilk kurşunu o kehribar gözleri ile sıkmıştı.
İkinci kurşun ise o kanlı meydanda sıkılmıştı, kurşun benim silahımdan çıktı. O yaralandı belki ama ben kanadım.
"Daye" diye mırıldanan oğluma bakıp,
"Söyle ateşim" diye fısıldadım.
"Daye, babamı görecek miyim?" Diye sorması kaskatı kesilmeme sebep olurken yutkunamadım.
Oğlum babasını her geçen gün daha da arar olmuştu.
"Agir... O nerden çıktı şimdi?" diye sordum genzim sızlarken.
Babası hayattayken onları ayırmıştım ama mecburdum.
O adam oğlumu hak etmiyordu, ellerinde benim babamın kanı vardı ve onun yüzünden benim de ellerim kanlanmıştı.
Hemde onun kanı ile,
O benim sevdamın kanlarını elime bulaştırmıştı ve ben bunu asla affetmeyecektim!
"Babamın mezarının Diyarbakır da olduğunu söylemiştin, beni götür daye. Ben babamı içine hapseden toprağı sevmek istiyorum, belki ona hiç dokunmadım ama toprağına dokunurum" demesi sessiz bir gözyaşı dökmeme sebep oldu.
Oğlum babasını hiç görmediğine rağmen onu özlüyordu.
"Götürürüm oğlum götürürüm" diye fısıldadığımda nefesleri derin bir hal aldı.
Uyuduğundan emin olduktan sonra yerimden olduğunca sessiz bir şekilde doğrulup başını arkaya yasladım.
Boğazımda devasa bir düğüm oluştuğunda hemen kalkıp lavaboya doğru gittim.
Vanessa arkamdan bakıyordu, ona agiri işaret ettiğimde hemen yerime oturup başını omzuna yasladı.
Lavaboya girdiğimde elim ağzıma gitti, çığlıklarım avcumda kaybolurken gözyaşlarım hızla yüzüme aktı.
Azad Karaaslan!
Andım olsun oğlumun her canı Özlem ile yandığında hayat sana zindan olsun diye ağzımda hep bir beddua olacak!
Beni arada bıraktın!
Senin ellerinde benim babamın kanı varken, benim ellerimde oğlumun babasının kanı vardı.
Nasıl bir acı bu?
Ya agir bunu öğrenirse?
Ya babasının aslında yaşadığını ve onu kandırdığımı ögrenip benden kaçarsa?
Ben oğlumdan ayrı kalamazdım ki,
Yüzüme birkaç kere soğuk su vurduğumda hıçkırdım.
Derin derin nefesler alarak kendime gelmeye çalıştım, şimdi olmazdı.
Daha onunla karşılaşmadan olmazdı.
☀️☀️☀️
Sonunda uçak inişe geçtiğinde agir ve Vanessa'nın peşinden koşuyorum, ikisi de fazla heyecanlıydı.
"Daye, hani nenem araba gönderecekti, nerede?" Diye soran oğlumla gözlerim etrafta dolaştı.
İleride Salih amca'yı görmem ile tebessüm ettim.
Oda bizi fark ettiği gibi bize doğru koştu, Salih amca benim küçüklüğümden beri konakta şoförlük yapıyordu.
O zaman ağır bir delikanlıydı ama şimdi zaman onu da değiştirmişti.
Hala uzun boylu ve kalıplıydı ama saçlarına düşen beyazlar belli oluyordu.
"Hanım ağam hoş geldiniz" diye yanıma geldiğinde "hoşbulduk Salih amca" diye cevap verdim.
Gözleri yanımda onun boyuna bakan oğluma ve Vanessa ya değdi.
Derin bir tebessüm ettiğinde elimde ki valize uzandı.
"Sağol" deyip ona uzattığım valiz ile yürümeye başlayınca onu takip ettik üçümüzde.
Agir bana yaklaşınca Vanessa hemen aramıza girip onun elini tuttu.
Agir bu hareketine anlam veremese de ben biliyordum.
Şuan mutlaka Azad indiğim haberini almıştı ve etrafımızda bizi gözetleyen insanlar vardı.
Agir vanessa'nın yanında durursa şüphe etmezdi.
Araba yola çıktığında yol sessizlik ile geçti, gözlerim yıllardır ayrı kaldığım memleketimde dolaştı.
Agir ve Vanessa ise ilk defa görmenin hayranlığını yaşıyordu.
"Daye burası çok güzel" diyen oğlumla aynada Salih amca ile göz göze geldik.
Elbette o bizim ailemizin içinde olduğu için her şeyi biliyordu.
Kimse agir'in Azad'ın oğlu olduğunu bilmiyordu, sadece ailem ve Salih amca.
Diğerleri başka bir evlilik yapıp buradan ayrıldığımı ve evlendiğim bir adam ile çocuğum olduğunu bilecekti.
Plan buydu.
"Maşallah hanımın, oğlunuz kanının nereden geldiğini biliyor. Yurtdışında yaşayan bir çocuk "daye" diye seslenmez ama sizin evladınız toprağı ile yaşamış belli" diyen Salih amcaya tebessüm ettim.
"Bey amca, benim soy adım şanlı! Elbette toprağım neresi bilirim" diyen oğlum ile gözlerimiz onu buldu.
Bu çocuk şimdiden ağalık yapmaya başlamıştı.
"İşte benim küçük ağam" diyen Salih amca gururla bakıyordu ona.
Agir "ağa" lafını duyunca erir gibi oldu ama ona bakan bakışlarımız ile hemen ciddi bir ifade takındı.
Sonunda araba "ŞANLI KONAĞINDA" durunca derin bir nefes aldım.
Zor olacaktı, kardeşlerim, annem ve Babam.
Koskoca konağın büyük kapıları bizim için açılırken Salih amca önce benim sonra Vanessa'nın kapısını açtı.
Konağımızın çevresinde ki evlerin de kapıları aynı anda açıldı.
Geleceğimin haberini almış olmalılardı.
Agir tam arabadan incekti ki kolunu tutup onu durdurdum.
Bakışları beni bulunca "Teyzene ve bana yakın dur agir" diye uyardım onu.
Oğlumu korumam gerekiyordu, hayranlık ile bakan gözlerden bile.
İkimiz de aynı anda arabadan inince kapıya çıkan bir çok kadın zılgıt çekmeye başladı.
Bu zılgıtlar malesef ki Vanessa'nın korku ile çığlık atmasına sebep olurken oğlumun da teyzesine gülmesine sebep oldu.
"Efsun şanlı!" Diyen bir çok ses duydum.
"Geldi, Efsun şanlı geldi!"
"Doğunun güneşi! Şanlı aşiretinin göz bebeği geldi!" Diye bağıranlara ufak bir baş hareketi yaparak oğlumun elini tuttum.
Hala zılgıtlar deli gibi bir çok ağızdan dökülürken konağın içine bir adım attım.
Kapı arkamızdan kapandığı an konağın odalarının kapıları açıldı.
Çocukluğum, ağlamalarım ve sevinçlerimin geçtiği konağa uzunca baktım.
Gözyaşlarımı geri göndermek için epey zorlansam da oğlum için dimdik durdum.
İkisi de benim gibi uzun uzun ve hayranlıkla konağı incelediler.
"Daye burası çok güzel!" Diyen oğluma,
"Kesinlikle küçük ağam" diyen Vanessa katıldı.
"Efsun!" Diyen annem,
"Abla!" Diyen kardeşlerim'in özlem dolu sesleri konağı adeta inletti.
Gözlerim bana doğru koşan anneme, kardeşlerime ve arkalarından bakan babama kaydı.
Agir ve Vanessa bir adım şaşkınlık ile geriye çekildiğinde ilk annem beni kolları ile sardı.
"Efsun'um, evimin güneşi" dediğinde ağlıyordu.
"Daye, ağlama" dediğimde başında ki beyaz türbentten öptüm.
Anne kokusu cennet kokusuydu, oğlum da benden bu kokuyu mu alıyordu?
Ferhat ve rojda, agir ve Vanessa'ya sıkı sıkı sarılırken hiç yabancılık çekmiyorlardı.
Hatta Rojda Vanessa'nın yanaklarına kadar öpmüştü, gerçi Vanessa'nın da ondan kalır yanı yoktu.
Bildiğin Ferhat'a sıkı sıkı sarılıp "Ay çok tatlı" diye çığlık atıyordu.
İkizlerim gerçekten de tatlıydılar.
İkisi de geçtiğimiz ay 18 yaşlarını doldurmuş gençlerdi.
Annem benden ağlayarak ayrıldığında önce Vanessa'ya sarıldı, sonra da diz çöküp oğluma.
İkizler de üzerime atlayıp öpmeye başlayınca oğlum bana yaptığı gibi ellerini annemin dizlerine uzattı.
Annem ağlayarak onu öpüp sarıldı, onları öyle görmek bir yanımı burksa da sebeplerim vardı.
Yoksa hamile haberini aldığımda da, doğumda da annem yanımda olsun isterdim.
Hemde çok isterdim.
O hastane odasında üşüyorum diye ağladığımda kimse yoktu, son anda Vanessa yetişip beni zatürre olmanın eşiğinden kurtarmıştı.
Sonunda sarılma ve öpüşme Faslı bittiğinde babam hala terastan bize bakıyordu.
Gözleri her ne kadar özlem dolu olsa da bana doğru bir adım atmadı.
Hepimiz geçip sedire oturduk ve bu sefer sohbet seansı başladı.
Oğlum Ferhat'ın kucağında oturmaktan ne kadar rahatsız olsa da Ferhat onu duymamazlıktan gelip sıkı sıkı tutuyordu.
"Dayı, bırak beni! Karşında çocuk mu var?" Diye sitem eden oğlum ile Ferhat ve Rojda aynı anda kahkaha attı.
Ferhat ve Rojda çift yumurta ikizleriydi.
Ferhat esmer, uzun boylu ve kalıplıydı.
Siyah gözleri, saçları ve kaşları onu her ne kadar ağır gösterse de bundan şikayetçi değildi.
Saçları kıvırcıktı ama o ısrarla düzleştirip şekil veriyordu.
Onun da yanaklarında gamzesi vardı.
Rojda....
Beline kadar inen gür, kıvırcık ve siyah saçları ile muazzam görünüyordu.
Fiziği ve yüzünün güzelliği ise benden sonra ona "Doğunun güneşi" dedirtiyordu.
Onun ise çenesinde gamzesi vardı, gür kirpikleri ve küçük burnu tam oturmuştu yüzüne.
Genç bir kadın olarak her erkeği büyüyebilecek kadar olgunlaşmıştı.
"Kızma küçük ağam, biz seni çok özledik ondan" diye onu teselli edip alttan Ferhat'ın kolunu cimcikledi Rojda, gözleri ile de çocuğu bırakmasını söylüyordu.
Ferhat anında Agir' i bırakınca agir koşup benim yanıma oturdu.
Ferhat'a ters ters bakarken saçlarından öptüm.
Dayısı oğlumun karizmasını çizmeye çalışıyordu.
"Agir" diye seslenmem bana bakmasına sebep oldu.
Bir an önce gitmeliydim çünkü ailemin her ne kadar mutlu gibi dursa da alttan içlerinin yandığını görebiliyordum.
"Şimdi Mardin'e gidiyorum, geri geleceğim ama sakın bir yere ayrılma" diye konuşmaya başladım.
Beni onayladığında "teyzenlerle ve nenen ile kal" deyip ayağı kalkmadan önce gamzelerinden öptüm.
Herkes benimle ayaklanınca neden kalktığımı biliyorlardı.
Terasa baktığımda babam hala ayakta durmuş bize bakıyordu.
İnadını yenipte bana gelmedi yine, onun yerine ben aşağıdan ona seslendim.
"Bawer Ağa!" Diye bağıran sesim avluda yankılandı.
Başını dikleştirip bana baktığında,
"Mardin'e gidiyorum,Oğlunu almaya! Kanlıma gidiyorum, kanımı almaya!" Dediğimde oğlum dahil herkes gülerek bana bakıyordu.
Oğlum benim dimdik duran hallerime aşıktı.
"Müsaaden ile Aşiretimle gideceğim!" Dediğimde gözlerinden geçen gururu görmüştüm.
Oğlum gibi babam da...
Arkasını dönüp tespihli elini bir defa havaya kaldırınca tebessüm ettim.
Ne zaman bir şey istesem bu hareketi yapardı, bu hareketin anlamı "İstediğin şey ayağının altına, sana kurban olsun" demekti.
Benim için bu dili bulmuştu, şimdi ise
"Aşiretin ayağının altına, sana kurban olsun" demekti.
"Ferhat!" Dediğimde eli anında cebine gitti.
Ailem de Azad'ın ettiği yemini biliyorlardı, yoksa şimdiye doğu bölgesi kana bulanmıştı.
Azad asla onlara abi'mi vermezdi, ben gitmeden.
Beklemelerinin sebebi buydu.
Annem sayesinde eski odama geldiğimde şaşkınlık ile etrafıma baktım.
Odamın hiç değişmemesi ayrı, odamın içine ayrı bir oda yapılması da beni şaşırtmıştı.
Kapıyı açtığımda odanın Agir için olduğu yüzüme çarpmıştı.
Her detayı oğlumu anlatıyordu, siyah yatağı, çalışma masasında ki ayrı detaylar, büyük bir oyun konsolu, büyük bir raf içinde olan oyuncak uçak ve arabalar.
Odanın bir duvarı sadece uçak ve araba ile doluydu.
Evet oğlum ikisine de ayrı meraklıydı.
Bayılacaktı bu odaya ama aynı zamanda da üzülecekti.
Biz kalıcı değildik burada ve bu onu üzerdi.
"Daye, biz kalıcı değiliz" derken kapıyı kapatıp odamda ki anneme yürüdüm.
"O nasıl söz Efsun, Allah canımı alsın bir daha senden ve torunumdan ayrılmam" derken kaşları çatılmıştı.
"Daye-" diye söze girecektim ki izin vermedi.
"Gitmeyeceksin!" Derken sesi gür çıkıyordu.
"Anne kalmayacağımı biliyorsun! Oğlumu burada tutamam!" Derken kanım kaynıyordu.
Düşüncesi bile beni kavurdu, oğlum babasını görmeyecekti.
"Geldiğinizde konuşuruz, şimdi hazırlan" saçlarımdan öptü.
Dudakları kulağımdayken "Yeter beni hasretin ile kavurduğun, eğer beni bir daha sizsiz bırakırsan sana sütümü helal etmem" demesi içimi acıttı.
Yüzüme baktığında sessizce gözyaşı döküyordu, arkasını dönüp odadan çıktığında benim de göz yaşlarım yüzümü ıslatmaya başladı.
Hep arada kalmak zorunda mıyım ben?
Oğlum burada kalırsa gerçeği öğrenirdi?
Gidersem annem bana kırılacaktı?
Derin bir nefes alıp ellerim ile yüzümü sildim.
Hemen duşa girerek rahatlamaya çalıştım ama olmadı.
Abim her saniye aklımda dönüp duruyordu.
Banyodan sonra üstüme koyu yeşil bir kalem etek, siyah bir bluz giydim.
Saçlarım açık kalırken güneş kremi dışında yüzüme hiç bir şey sürmedim.
Ayağıma da siyah açık bir topuklu ayakkabı giyerek dolabımda ki kasama ilerledim.
Şifreyi girdiğimde bütün paramın, Ziynet eşyalarımı hala aynı yerinde buldum.
Diğer gizli bölmeyi açtığımda ise elim silahımda gitti ama gözbebeklerim silahımda ki değişiklik ile irileşti.
Silah aynı silahtı ama üstüne büyük harfler ile "CANHIRAŞ •DİLDAR" yazılmıştı.
Kabzasının olduğu yerde ise küçük bir "A.K" harfleri vardı.
Azad Karaaslan...
"Canhıraş" yürek parçalayan demekti,
"Dildar" ise Aşık ve Sevgili anlamına geliyordu.
Yürek parçalayan Sevgili (Aşık)
Bu onu vurduğum silahtı.
Silahın arkasında ki not kağıdını elime aldığımda ise onun el yazısı ile karşılaştım.
"Bu silahtan çıkan ilk kurşun bende, ne boş mermiyi attım ne de yüreğimde ki izi sildim. Sen Dildar, sen yine bu silahı beni dinlemeden eline alıp bana geleceksin! İşte o yüzden bu silah bizim dönüm noktamız ve benden de bir iz kalsın istedim"
Kağıt elimde buruşurken içinde ki mermileri kontrol ettim.
Tek bir tane eksikti, oda bir yürekte asılı kalmıştı.
Dilerim ki bir mermi daha aynı
yüreğe saplanıp beni kanatmazdı.
Devam edecek...☀️
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 118.68k Okunma |
7.65k Oy |
0 Takip |
44 Bölümlü Kitap |