3. Bölüm

3-BÖLÜM

ŞEVVAL ALPAR
lavinia_x21

Öncelikle mutlu yıllar 🌸

Hepimiz için 2025 sağlıklı ve mutlu bir yıl olur umarım, kadın ve çocuk cinayetlerinin bittiği bir yıl tek dileğim...

Hepiniz huzurlu ve sevdikleriniz ile güzel bir yıl geçirin, tabiki daha nice yıllar. İnsan yarın başına ne geleceğini bilmiyor malesef ama tek dileğim hepimizin sağlıklı ve güzel yıllar geçirmesi, umarım dünyamız daha da kötüleşmeden eski mutlu yıllara döner❤️

Şimdi gelelim bölüme, guruptan alıntı atmıştım zaten, uzun bir bölüm oldu. Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın lütfen ☀️

 

EFSUN'DAN

 

İnsan bazen zamanın içinde kaybolmak istiyordu, zaman dursun ve ne ileriye ne de geriye aksın.

İnsanın içinin acıdığını ondan başkası bilir miydi?

 

Bilmezdi, kimse gerçekten bakmadığı sürece karşısında ki kişinin içinin acısını görmezdi. çantamda ki silahın ağırlığı oğluma baktığım an üzerime çöktü.

 

Babasına gittiğimi ve ona gerekirse yine silah çekeceğimi bilmeden yüzüme gamzelerini göstererek bakıyordu.

Yaşı ne kadar küçük olursa olsun bazı durumların ne denli ciddi olduğunu anlayabiliyordu.

 

Şuan gibi!

 

Gözlerinde ki gurur ile bana bakarken babasına gittiğimi bilse bana yine gülerek bakar mıydı?

 

"Abla arabalar hazır!" Diyen Ferhat ile bakışlarımı oğlumdan çekip arkamı döndüm.

 

Konağın kapıları açılırken arkamdan bana bakan gurur dolu gözler şimdi de önümdeydi.

 

Konağın içi ailem ile doluydu, konağın dışı ise Aşiretim ile.

Kadınlar ve çocuklar sokaklara doluşmuş bana hayranlık ile bakarken Aşiretimin erkeklerinin bakışları yerdeydi.

 

200 araba dar ve uzun sokağı kapatmış beni bekliyordu.

 

Adımlarım yavaşça en önde olan arabaya doğru giderken çocuklar "EFSUN ŞANLI!" diye bağırıyor anneleri ise zılgıt çekerek bunu kutluyorlardı.

 

Kan dökmek kutlanacak bir şey miydi?

Ferhat kapımı açtığında arabaya bindim, Salih amaca şoför koltuğuna geçtiğinde Ferhat yanıma oturmuş elimi tutuyordu.

Önde benim arabam olarak tam 200 araba yola koyulduk.

 

Aşiretimin çeyreği ile gidiyordum ama yeterdi.

 

Savaşa değil bir savaşı durdurmaya gitmekti amacım.

Oğlumun her bakışı gözümün önüne geldiğinde babasını bir daha vurabileceğimi sanmıyordum.

 

Babası ile ilgili olan özlem dolu sözleri ellerimin taş kesmesine sebep oluyordu.

 

"Abla iyi misin?" Diye sordu yanımda ki delikanlı kardeşim, belinde ki silah ona yakışmamıştı.

 

Zorla bir tebessüm kondurdum yüzüme, "İyiyim Ferhat" dedim sakinlikle.

 

Oda bana gülümsediğinde "Herkese dediklerimi bildirdin değil mi?" Diye sordum.

 

Başını ciddiyet ile sallayıp beni onayladı.

"Senin emrin olmadan kimse karşı tarafa bir adım atmayacak! Onlar silahlarına davranmadan bizimkiler belinden çıkarmayacak" demesi derin bir nefes almama sebep oldu.

 

Bir daha o meydanda kan akıtmak değildi niyetim ama bu tamamen Azad'a bağlıydı.

Eğer abi'mi bana verip canını yakmazsa abi'mi alip sessizce geri dönecektim.

 

Abimin ne suçu var hala bilmiyorduk!

Kimse ne olduğunu bilmiyordu.

Yol sessizlik içinde geçerken Mardin'in içine girmiş o lanetli meydana ilerliyorduk.

 

Bu yollardan en son 7 sene önce üzerimde ki beyaz elbise ile geçmiştim.

Gözlerim korku ve çaresizce bakıyordu o zaman, şimdi ise güçlü ve korkusuzca.

 

Dudaklarım ve ellerim titriyordu o zaman, şimdi ise taş kesilmiş hareket etmiyorlardı.

 

Saçlarım kısaydı o zaman, şimdi ise kalçama değiyordu.

Azad uzun saç sevmiyordu diye saçlarımı hep kısa omuzumda tutardım ama oğlum uzun saç seviyordu ve saçlarım onun yoluna paspas olsun diye artık uzatmış hiç kesmiyordum.

 

Meydan yavaş yavaş görülürken etrafında ki kalabalık görülmeyecek gibi değildi, bütün Mardin meydana inmiş gibi iğne atsan yere düşmezdi.

 

Kadınlar ve çocuklar bir köşede adamlar bir köşede duruyordu.

Azad'ın Aşiretiydi hepsi.

 

Bizim arabalarımızın sesleri hepsinin bize dönmesine sebep olurken bize yol açtılar...

 

İnsanlar ikiye ayrılıp kenara çekildiğinde onları gördüm.

Kalbim Azad'ı yıllar sonra görmesi ile hızlanırken abi'mi görmesi ile sızladı.

Abim dizlerinin üzerinde durmuş ama başı dik ve korkusuz bakıyordu.

 

Azad ise başında azrail edası ile silahını alnına yaslamıştı.

Abimin üstü kanlı Azad'ın temizdi.

 

Abimin üstünü görmem ile silahımı çantamdan çıkarıp aşağı inmem bir oldu.

Arabadan indiğim gibi büyük bir karmaşa oldu, belki de beni değil babamı bekliyorlardı.

 

Hızlı adımlar ile meydana yaklaştım,

"AZAD KARAASLAN!" diye bağırışım koca meydanda patladı.

 

Yeşil gözlerim karaya bürünürken elimde ki altın kaplamalı silah bir saniye bile titremiyordu .

 

Kehribar gözler ile birlikte binlerce kişinin gözleri beni bulduğunda meydanda büyük bir uğultu koptu.

 

Birçok şaşkınlık nidaları ve ağlama sesleri.

İçimde ki öfkeye sığındım da

Bütün seslere kulaklarımı kapatıp abimin alnına silah dayayan adama baktım.

 

Bakışları önce üzerimde gezindi, her zerreme uzunca bakarken gözleri en son saçlarıma değdi.

Kaşları çatılırken kehribarları ateş gibi yanıyor ama bir o kadarda hissiz bakıyordu.

 

"O silahı elinden indir!" Dediğimde yan duran vücudunu bana doğru çevirdi ama o silah abimin alnına daha çok yaslandı.

 

"Yoksa?" Diye soruşu meydanda ki bütün insanları endişelendirmeye yeterdi.

 

Çenemi herkesin inadına dikleştirip "Yoksa sana yemin olsun ! Bu meydanı kanınla yıkarım!" Diye bağırdım.

 

"Efsun!" Diyen abime bakmadım, yüzü kan içindeyken ona bakıp gardımı düşürebilirdim.

 

"Demek kanım ile yıkarsın ha !" Dediğinde fısıltısı bile meydanı inletmeye yeterdi.

 

"Azad ağa, yaparım bilirsin! Bu seni ilk vuruşum olmaz!" Deyişim onun kaşlarını çatarken kalabalıktan bir kaç yaşlı adamın kaçmasına sebep oldu.

 

Koskoca Mardin!

 

En iyi o bilirdi yıllar önce nasıl AZAD KARAASLAN'ı gözümü bile kırpmadan vurduğumu.

 

O gün Mardin yasa bürünürken Diyarbakır'da zılgıtlar eşliğinde bir çok kapıda düğün yapıldı.

 

Ben EFSUN ŞANLI...

 

Yıllar önce babamın kanını akıtan adamın kanını bu meydanda dökmüştüm.

 

Zerre korkmadan, zerre aşkımı aklıma getirmeden.

Bunu tekrar yapacağımı onun gibi Mardin de biliyordu.

 

"O halde durma, yine elin titremesin!" Dediğinde onunla beraber tetiği indirdim.

 

Arkamda koskoca Diyarbakır'ın en büyük aşireti olan Şanlı Aşireti vardı.

Benim Aşiretim!

 

Onun da arkasında Mardin'in en büyük aşireti olan KARAASLAN aşireti vardı.

Liderliğini onun yaptığı Aşiret.

 

"Abi'mi bırak azad ağa!" Dedim durması için.

 

"Babam gibi onun da kanını akıtmana izin vermem! Babamın kanı için sadece senin kanını döktüm ama Vallahi, Billahi ve Tillahi abim için ailende ki herkesin kanını dökerim!" Diye devam ettim.

 

Uğultular arttı da arttı.

 

Uzun kumral saçlarım birden etrafı saran rüzgar ile gözlerimin önüne uçuştu.

 

Açık tehditim yüzünden onun Aşireti anında silahlarına davranıp bana doğrulturken, benim Aşiretimin de silahları anında onu buldu.

 

Yani Ben ölürsem Azad da ölürdü, Azad ölürse ben de ölürdüm.

 

"Efsun dur!" Diyen Abime baktım.

 

Gururlu gözleri üzerimde dolaşırken beni yıllar sonra görüşünün sevinci vardı yuzude ama peki gözleri neden doluydu?

 

Özlemden mi yoksa canımın korkusundan mı?

 

"Abi'mi bırak!" Dedim son defa.

 

"Kardeşimi versin, o zaman sana söz Azad Karaaslan ilk defa silahını sıkmadan indirecek" deyişi kaskatı kesilmeme sebep oldu.

 

"Hazal'ın ne alakası var konu ile?" Diye sordum abime bakıp.

 

Hayır aklımdan geçen olamazdı.

Abim gözlerini kaçırdığında dişlerimi sıktım.

 

Onu kaçırdı mı?

 

Vücudum sinirden titremeye başladığında avucumda ki silahı sıktım da sıktım.

 

Ferhat yanımda şokla abime bakarken Salih amca diğer yanımda sitemle ona bakıyordu.

 

"Kardeşimi bana vermez ise bu meydanda ilk defa Şanlı kanı akar!" diyen Azada baktım.

 

Gözleri ağzından çıkanları onaylıyordu.

 

"Abi!" Deyişim uyarıydı.

 

"Vermem, o artık benim helalim!" Diye bağırdı abim biraz öfke biraz da utançla.

 

Şaşkınlıkla ona baktığımda meydanda bir tane silah sesi yankılandı.

Çığlıklar havada uçuşurken ben yerimde buz kestim.

 

"AZAD!" diye bağırdım çünkü abimi omzundan vurmuştu.

 

Tetiğe basarsam burası kan gölüne dönerdi ama oğlumun gözlerimin önüne gelen bakışı beni engelliyordu.

 

"Bir daha ki kurşun kafasına gelir!" Dedi sesinde ki ölüm ile.

 

"Abla, bir şey yap!" dedi yanımda ki Ferhat.

 

"Onu öldürürsen, kimseye acımam!" Dedim kaşlarımı çatıp.

 

Yönü biraz daha bana dönerken "Bilirim Dildar, sen acımazsın!" Dedi alay dolu bir sesle.

 

Abim omzunu tutarken acısını içinde yaşıyor ufak bir inlemesini bile duyurmuyordu.

 

"Kardeşini verecek! Onu gönder söz veriyorum yarın kendi ellerim ile getireceğim hazalı!" Dedim öneri sunarak.

 

Kaşları havalanırken abim atladı söze,

"İsterse şimdi öldürsün! Karımı asla vermem!" Dediğinde Azad'ın kehribarları nasıl karardı gördüm.

 

Kalbim korku ile hızlanırken onlara doğru bir adım attım.

 

"Ulan seni var ya!" Dediği an tam silahı ateşleyecekti ki "AZAD AĞAM!" diyen ses durmasına sebep oldu.

 

Başımı çevirip gelenlere baktım, gelen diğer şehirlerin aşiret liderleriydi.

Ferman Ağa, Ahmet ağa ve Rahmi Ağaydı.

 

Ferman Ağa, Antep'in lideriydi, 45 yaşlarında dinç bir adamdı.

Rahmi ağa Urfa'nın lideriydi, oda 50 li yaşlarında aynı dinçlik te bir ağaydı.

Ahmet ağa ise Adıyaman'ın genç lideriydi.

 

35 yaşlarında sarışın ve yeşil gözlü bir adamdı.

 

Üçü de sözü geçilen ağalardı ama Azad'ın yanında sözleri hükümsüzdü zira liderlik yaptıkları Şehirler de Azad'ın hükmü altındaydı.

 

Onları ağa yapan ise azad'dı zaten.

Azad'ı görenler kendi arasında konuşmaya bile korkar lal olurlardı.

 

Acımasızlığı ve ateş olan kalbi ile bütün doğunun zihninde baş köşede oturan tek ağaydı.

 

Azad Karaaslan tam anlamı ile bütün doğunun zincirlerini elinde tutuyordu.

Azad çatık kaşları ile onlara bakarken meydan sessizdi.

 

Rahmi ağa öne çıktı, alnından akan terler ile "Ağam bağışla lakin, ortada bir evlilik var" dedi söze girerek.

 

Onların buraya gelmesinin sebebi babamdı biliyorum, beni ve oğlunu tek bırakmamak adına onlara haber etmiş olmalıydı, zira Azad kadar babam da hüküm veren bir ağaydı.

 

Bütün doğu Bawer ağayı tanır sayardı.

 

"Ağam Hüküm, ölüm değildir" dedi Ferman Ağa.

 

Azad'ın çenesi kasılırken silahlarının hedefinde 3 ağa vardı şimdi.

 

"Sen ne dersin ağa? Bilmez misiniz Töre de benim! Hükümde!" Diyen gürleyişi meydanı sarstı.

 

Ağalar korku ile bir adım geriye gittiklerinde konuşmakta zorluk çekiyorlardı çünkü bilirler ki dediği doğruydu.

 

Hükümde Azad'dı, Töre de!

 

"Ağam haşa öyle bir şey demedik, lakin diğer liderler de böyle düşünür o yüzden iznin olursa bir araya gelip konuşmak isterler" diyen Ahmet ağa ile Azad'ın bakışları beni buldu.

 

Gözlerinden geçen karanlık beni her ne kadar içine çekmek isteyip boyun eğme mi istese de başımı dik tuttum.

 

Canlarının pek önemi kalmamış olacak ki Azad'ın karşısına dikilmiş hükmünü sorguluyorlardı.

 

Lakin ben emindim ki o yapılacak olan toplantı da 3'ü de nefes alamıyor olacaktı.

Belki toplantı olacaktı ama onlar göremeyecekti.

 

"Verilen hüküm neyse kabulümüz olacak, lakin çaresi ölüm değildir" dedim gözlerine bakarken.

 

Son kez dönüp abime baktığında yüzüne attığı tekme ile abim geriye düştü.

 

İçim ne kadar sızlasa da hareket etmedim, yanımda ki Ferhat'ın hareketlendiğini hissettiğim de ise kolunu tutup durdurdum onu.

 

Kehribarları tekrar beni buldu,

"Verilecek hüküm ne olursa olsun! Ölümden beter olacağını unutma Dildar!" Dedi kalın ve ağır sesi ile.

 

Gözlerinin akı kırmızı olduğunda ise arkasını döndü.

 

Şaşırmıştım zira Azad kimsenin lafı ile vereceği karardan geri dönmezdi.

Aklında daha beter bir şey olduğu kesindi ama şuan düşüneceğim o değil abimdi.

 

O ağır adımlar ile meydanı terk ettiğinde Karaaslan Aşireti de arkasından ilerledi.

Herkes tek tek dağılırken Azad'ın adamlarının 3 ağayı da apar topar bir arabaya bindirdiğini de görmüştüm.

 

Yanımda duran ferhat'a bakıp "Abini al! Sonra da dönün!" Deyip arkamı döndüm.

Her ne kadar onu özlemiş olsam da bu yaptığı affedilir değildi.

 

Ben efsun Şanlı, yıllar önce babamdan akan kan için sevdamdan vazgeçmiş sevdamın yüreğini parçalamıştım lakin abim babasının kanı olan ellere nikah kıymıştı.

 

Gayrı onun hatrı bende bitmişti!

 

Oğlumun da benim de ne kadar acı çektiğimiz biliyordu abim, ona rağmen bunu bize yapmıştı.

 

Salih amca benimle beraber arabaya ilerlerken arkamdan "Efsun!" Diyen abi'mi duydum ama durmadım.

 

Onu affetmeyecektim!

 

"Efsun bekle kurban olayım dur!" Dedi abim, durmadım.

 

Canımı yakanlara can olmuştu.

Salih amca kapımı açtığında arabaya bindim.

 

Camdan dışarıya baktığımda Ferhat'ın ve bir kaç kişinin abi'mi ayağı kaldırdığını ama abimin gözlerinin olduğum arabaya baktığını gördüm.

 

Gözlerinde ki acıyı iliklerime kadar hissetsem de "Eve gidiyoruz Salih amca" deyip başımı çevirdim.

 

Salih amca beni onaylayıp arabayı çalıştırdı ve yola koyuldu.

Babam buna ne tepki verecek bilmiyordum lakin kıyamet yakındı.

 

Şuan sadece gidip oğlumun gözlerine bakmak, kokusuna sığınmak istiyordum.

Başımı geri atıp gözlerimi kapatırken gözlerimin önünde kehribarlar belirdi.

 

Azad mı yoksa agir mi?

 

İkisi de aynı bakıyordu, sevince de nefret edince de.

 

Özlerken de ofkeliyken de.

 

Beni yakarsa kehribar yakardı, ya oğlum yakacaktı ya da babası.

 

Gayrı başka hiçbir gözde yanmazdım.

 

☀️

 

Konağa adım atar atmaz "Daye!" Diyen oğlumun sesini duydum.

 

Yukarıdan bana doğru koşarken yüzümde bir tebessüm vardı, hava kararmış hafif bir rüzgar etrafı sarmıştı.

Doğu böyleydi, sıcağı da soğuğu da çetindi.

 

Agir bana koştuğunda beklemeden hafif eğildim, yere diz çökersem beni bu sefer affetmezdi.

Kollarını boynuma dolayıp yüzünü sevdiği saçlarıma gömdü.

 

"Daye, hep kendi topraklarım da olmak istedim ama meğer benim asıl toprağım senmişsin" diyen sesi ile kaşlarımı çatıp ondan ayrılarak yüzüne baktım.

 

"O ne demek agir'im ne oldu?" Diye sordum.

 

"Daye senin olmadığın hiçbir yere kendimi ayit hissetmiyorum, demem o ki ben seninle olunca kendimi bir yere yakıştırıyormuşum, çünkü bugün sen olmadığın için bura bile bana boş geldi" demesi içimi eritmeye yetmişti.

 

Eli yanağıma uzanıp gamzeme dokunurken "Seni seviyorum anne" dedi.

"Aslan oğlum, ben seni daha çok seviyorum" dedim saçlarını öperken.

 

Elini tutup merdivenlere yönelirken teyzesi ile neler yaptığını anlatıyordu.

Vanessa bugün sarma sarmış ama annem beğenmeyip ona nasıl yapacağını anlatmış.

 

Annem artık ne kadar konuşmuşsa oğlum Vanessa'nın ayakta uykuya daldığını söyledi.

 

Yukarıya büyük dama çıktığımızda herkesin sedirde oturduğunu gördüm.

Annem ve Rojda beni görür görmez yanıma gelmiş abimi sormuşlardı ama onlara tek dediğim şey "Birazdan burda olurlar" olmuştu.

 

İkisi de bir şeyler olduğunu anlasa da üstüme gelmediler.

Geçip babamın karşısında ki sedirde oturduğumda gözleri benim ve oğlumun birleşmiş elindeydi.

 

"Bawer ağa" dediğimde herkes bana baktı.

 

"Oğlunu sormayacak mısın?" Diye sordum Agir'in saçlarını okşarken.

 

"Döneceğini biliyorum, ondandır sormam" dedi sesinde ki inançla.

 

Yeşil gözlerim siyah gözleri ile birleşince "Geliyor ama tekrar gidecek, zira hakkında bir hüküm verilecek... Bunu da biliyor musun?" dediğimde babam yerinde dikleşirken diğerleri merakla bana bakıyordu.

 

Gözlerinden geçen endişeyi görmüştüm

"Açık konuş efsun? Ne dersin sen?" Diye sordu.

 

Ona cevap vermeden Vanessa'ya Agir'i içeriye götürmesini işaret ettim.

Vanessa hemen gelip Agir'in elini tutup benim odama götürdü onu.

 

Ayağı kalkıp babamın karşısında dikildiğimde

"Oğlun kanını akıtanlara aile olmak istemiş" demem babamın şiddetle ayağı kalkmasına gür gri kaşlarının çatılmasına sebep oldu.

 

Ona da kırgınım, beni mecbur bıraktığı hayat için babama da kırgınım.

 

"Ne dersin sen efsun'um" dedi annem yanıma gelip kolumu tutarken.

 

"Oğlun dijvan, Karaaslan'ların tek kızını Hazal'ı kaçırıp nikah kıymış" dediğimde annemin dudakları arasından bir çığlık koptu.

 

Rojda hemen annemi tutarken babam bir adım geriye gitti.

 

"Yapmaz! Dijvan yapmaz!" Dedi babam.

Tam o anda abimin sesi arkamdan duyuldu.

 

"Yaptım baba! Kızın doğru söyler, yıllar önce kanını akıtan ailenin kızını kendime helal kıldım"

Ben arkam ona dönükken gülümsedim lakin dudaklarımda ki acı bir gülümsemeydi.

 

Babam çatık kaşları ile abime döndüğünde bende onunla beraber döndüm.

 

Ferhat ve dijvan endişeli gözler ile babama bakıyordu.

Dijvanın omuzu yaralıydı, annem gilden saklamak için üzerini değiştirmiş ve omuzlarına da siyah bir kaban almıştı.

 

"Nasıl yaparsın oğul! Nasıl" dedi annem feryat ederek.

 

Gözleri ağlarken Rojda da abime hayal kırıklığı ile bakıyordu.

 

Babam hızlı adımlar ile abime ilerlediğinde gözlerimi kırpmadan onları izliyordum.

 

Babamın elinin kalkması ve abimin yüzüne inmesi hızlı oldu.

Abim geriye gidip Ferhat'a çarparken gözlerinde şaşkınlık vardı.

 

Çünkü babam ilk defa bir evladına el kaldırmış canını yakmıştı.

 

Annem hemen babamın elini tutup "Yapma Bawer" dedi.

 

Gözleri abimin yüzünde ki yaralara değince hemen elini yüzüne uzatıp "Elleri kırılsın, nasıl yaptı" dedi annem.

 

İçimde ki öfke dilime vurdu.

"Haksız mı anne?" Hepsinin bakışları bana dönerken babamın sırtı bana dönüktü.

 

"Efsun" dedi abim 'Yapma' der gibi.

 

"Dijvan Şanlı! Bilmez misin ki? Kaçırdığın kız kanlımızdır!" Diye bağırdım öfke ile.

 

İçimde ateş gibi yanan öfke gözlerimin dolmasına sebep olurken ona doğru yürüyüp yakalarını kavradım.

 

Annem ve Ferhat ellerime yapışıp bırakmam için çabaladı ama bırakmadım.

O kadar sıkıyordum ki ellerimin boğumları bembeyaz olmuştu.

 

"Babanın nasıl kanını akıttığını! Kardeşinin nasıl canını yaktığını bilmezmisin?!" Diye haykırdım yüzüne.

Annem ve Rojda ağlarken abim başını yere eğdi.

 

Babam sessizdi, gerçek herkesi sustururdu.

 

"Affet, gönlüme söz geçiremedim" demesi son noktaydı.

 

Tam kalbinin üstüne attığım yumruk ile,

"Benim gönlüm yok muydu abi!" Diye bağırdım.

 

"Benim, kardeşinin gönlünü ateşler içinde bıraktılar!"

"Bu mu senin abiliğin!"

Kirpiklerinin titrediğini gördüğümde,Onu yakalarından geriye ittim.

 

"Hakkında ölüm hükmü verilirse kabulümdür! Gayrı hükmü bildirmek için bana gelecek! Dilerim ki ölüm olur!" Deyip arkamı döndüğümde Annem dizlerinin üzerine düştü ağlayarak.

 

Babamın gözleri beni bulurken Rojda da ağlıyordu.

 

Ferhat ve abim ise şaşkındı...

Onalara kıyamayacağımı sanıyorlardı ama kıyarım!

 

Ben efsun Şanlı! Gayrı oğlumun canı dışında her canı yakardım!

 

"Abla etme!" Dedi Ferhat arkamdan bağırırken.

 

Odama girmeden önce babamın "Efsunun tırnağı etmezsin dijvan!" Dediğini duydum.

 

Odama girdiğimde Agir benim yatağımda uykuya dalmıştı, Vanessa ise baş ucunda saçlarını okşuyordu.

 

Kapı sesi ile bana dönen Vanessa hemen ayağı kalkıp "İyimisin? Neden bağırıyordun?" Diye sordu endişe ile.

 

Kollarımı ona doladığımda anında karşılık verdi, "Çok yorgunum Vanessa, yarın konuşalım" diye fısıldadım.

 

Bir eli saçımı okşarken "Tamam kuzum" dedi.

 

Vanessa'yı çok seviyordum çünkü benim her halimi ezbere bilir bana ne iyi gelirse benden önce düşünürdü.

 

Saçlarıma bir öpücük kondurup "İyi geceler" dedi gülümseyerek.

 

"İyi geceler" dediğimde çıkıp gitti.

 

Hemen üzerimi değiştirip oğlumun arkasına geçip onu kollarımın arasına aldım,

Yurt dışında hava ne kadar sıcaksa burada soğuktu.

 

Yarın yeni yıla girecektik, oğlumla bu yeni yılı baş başa kutlayamayacaktık ama hediyem hazırdı her zamanki gibi.

 

Saçlarından derin bir nefes içime çektiğimde bana doğru dönüp başını kalbime yasladı.

 

Bir süre saçları ile oynayıp vakit geçirdim, her iki yanağına da birer öpücük kondurduğumda "baba" diyen fısıltısı yüreğimi dağladı.

 

Bir ağıttan farksız olan fısıltısı yaktı da yaktı beni.

 

Gözlerimden akan bir damla yaş saçlarına düştüğünde elinde sonunda nasıl bencil bir anne olduğumu anlayacak olmasından dı.

 

Oğlum bana belki de ilk defa hayal kırıklığı ile ilk defa öfke ile bakacakti ve ben buna hazır değildim.

 

Ama biliyordum ki iki kehribar da birbirine denk düşecek beni aralarında olan bağ yüzünden kavuracaktı.

 

☀️

 

"Agir hepsi bitecek" deyip Akşam yemeğini önüne bıraktım.

 

Hep beraber büyük masada otururken yemek yiyen sadece ben, agir bir de Vanessa'ydı.

Diğerleri sadece bize ve önünde ki masaya bakıyordu.

Abim daha gelmemişti.

 

Hepsi verilecek hükmü kara kara beklerken umursamaz görünüyordum ama içimde ki sıkıntı bir türlü geçmiyordu.

 

"Daye yeter artık! Çocuk muyum ben!" Dedi oğlum her zaman ki gibi.

 

"Evet çocuksun"

 

"Seni kaldırabiliyorum!"

 

"Bu çocuk olmadığın anlamına gelmez"

 

"Daye!"

 

"Agir'im"

 

"Bu çocuk seni daha ne kadar sevebilir"

 

"Benim onu seveceğim süreye kadar yani sonsuza kadar"

 

Küçük bir kahkaha attığındaona eşlik ettim.

 

Başımı kaldırıp bizimkilere baktığımda yüzünde ki tebessüm ile bize bakıyorlardı.

O anda abim girdi içeriye, gözlerinin altı mosmor olmuşken üzgündü.

 

Oğlum da ilk kez canlı olarak abi'mi gördüğü için "Dayı!" Deyip ayağı kalkmaya çalıştı ama kolunu tutup onu durdurdum.

 

Abimin Agir'i görünce yüzünde oluşan gülüş solarken hepsi endişe ile bana bakıyordu.

 

"Önce ağzını sil" dedim.

 

Tabiki abimle aram bozuk diye oğlumdan da böyle bir şey istemeyecektim.

 

Agir acele ile yüzünü silip ona doğru koştu, abim diz çöküp onu kucağına aldığında "Güneşimin Aslanı" dedi.

 

Burnumun direği sızlayınca başımı başka yere çevirdim.

Yanımda oturan Vanessa ve diğerleri üzgünce bize bakıyorlardı.

 

"O ne demek dayı?" Diye sordu oğlum.

Abim tam karşımda oturup onu kucağına yerleştirirken cevap verdi.

 

"Annen bizim güneşimiz, sende onun Aslanısın"

 

"Vayy çok havalı" dedi oğlum gülerek.

 

Abimin bakışlarını üstümde hissetsem de ona bakmadım.

 

Sonunda yemeğimi bitirip ayağı kalktığım da abim Agir'i ferhat'a uzatıp "Efsun konuşalım biraz" dedi yalvarır gibi.

 

Diğerlerine baktığımda babam bile bana konuşmam için bakıyordu.

Konuşmak istiyorsa konuşurdum, abimle düşman olacak değildim.

 

Arkamı dönüp yürüdüğümde abimde arkamdan geldi, geçip bir tane sedire oturup bekledim diyeceği şeyi.

 

Karanlık üstümüze çökerken, oğlumun Vanessa ile odaya gittiğini gördüm.

 

Yeni yıl icin heyecanlıydı, bizimkiler böyle şeyleri kutlamadığı için sadece agir ve kızlar benim odamda kutlayacaktık.

 

Karşıma oturup "Efsun affet" dedi hemen.

 

Bakışlarım onu bulurken "Nasıl affedeyim? Nasıl gönlün kayar onların kızına?" Diye sordum.

 

"Efsun etme, seninde zamanında-" diyecek oldu ama "Benim zamanımda kanlı değildik! Benim onu sevdiğim zaman da her şey masumdu" diye çıkıştım.

 

Derin bir nefes alıp elime uzanmaya çalıştı ama elimi hemen geri çektim.

 

"Efsun Hazal onlar gibi değil, yemin ederim değil! Biz birbirimizi seviyoruz" dedi gözleri dolarak.

 

Ufak bir kahkaha attığım da "Abi benim o adamdan bir çocuğum var! Ben oğluma rağmen ona gitmiyorsam sen ne aşkından bahsediyorsun?"

 

"Elinde sonunda agir babası ile karşılaşacak!" Dedi yükselerek.

 

"Evet karşılaşma elbette olacak! Ama ben o adamdan yine de medet ummayacağım!" Dedim önüme dönüp.

 

"Efsun bana acıma tamam, ölüm de olsa hüküm kabulum ama sana birini emanet etmeme izin ver" dediğinde ona baktım

Kaşlarımı çatarken "Sen öldükten sonra o kızı geri göndereceğim! Senin ölüm hükmün verilirse asla sahip çıkmam ona!" Dedim.

 

"Hazal'a değil belki tamam ama karnında ki bebeğimize sahip çıkarsın, o senin yeğenin" demesi beni dehşete düşürmüştü.

 

"Sen ne-" diyecek oldum ama "Hazal 2 aylık hamile, onun için kaçırdım. Annesi Nergis hatun onu yeğenine verecekti" dediğinde yerimde dikleştim.

 

"Zorla mı evlendireceklerdi? Azad hazal'a kıymazdı" Dedim.

 

"Azad kıymazdı ama annesi kıyardı, hazalı selime verirken selma'yı da Azad'a isteyecekti. Berdel yapacaktı" dediğinde tırnaklarım avucuma battı.

 

Hayır hayır bu his içimde yıllar önce yok oldu!

 

"Bunu neden şimdi söyledin!? Babama anlatmalıyız" deyip ayağı kalktığım da kolumdan tuttu.

 

"Olmaz, babama bunu şimdi söylemeyeceksin! Hüküm verildiği an Azad'a söyleyeceğim bunu, ben ölsem de Hazal burada çocuğu ile kalacak" diyen çaresiz sesi yüreğimi sızlatıyordu.

 

Hazal da benim yaşadığım acıyı mi yaşayacaktı?

 

"Abi" diye fısıldadığımda beni kollarının arasına aldı.

 

Saçlarıma öpücük konudururken "Bilirim yeğenini korur kollarsın, ona zarar vermek isteyeni de ateşinle yakarsın. Güveneceğim tek kişi sensin Efsun" dediğinde kollarımı ona doladım.

 

Hüküm ne olacaktı bilmiyorum, her ne kadar ölüm olsun desem de asla abime kıymalarına izin vermeyecektim.

 

Abimden ayrıldığımda babam ile göz göze geldik, dijvan yanımdan kalkarken bana göz kırparak bizi yalnız bıraktı.

 

Babam az önce abimin oturduğu yere otururken

 

"Yıllar oldu bana baba diye seslenmeyeli" diyen hüzünlü sesi doldurdu kulağımı.

 

"İstemeyen sendin Bawer ağa" dediğimde sesimin kırgın çıkmasına engel olamadım.

 

"Efsun'um, evimin güneşi" dedi elleri saçlarıma uzanırken.

 

Gözlerimi kapattığımda bir damla yaş süzüldü yanağıma.

 

"Kızgındım, yaptığın kolay kabul edeceğim bir şey değildi" dediğinde gözlerimi açıp ona baktım.

 

"Pişman değilim, agir'in annesi olmaktan hiç pişman olmadım" dedim sesimde ki keskinlikle.

 

Ufak bir tebessüm ettiğinde "Torunumdan bahseden kim deli kızım? Ben beni ardında bırakıp gitmenden, evimi karanlığa mahkum etmenden bahsederim" dedi.

 

"Bilmezsin ki sen gittiğinden beri bu baban güneşe hasret yaşar, bu tepede ki görülen tarafıdır. Bilmezmisin ki benim güneşim sensin" dedi siyah gözleri buğulanırken.

 

"Sen Agir'i seviyor musun?" Diye sordum şaşkınca.

 

"Sevmem mi? Sen Güneşsen agir ay'dır, sen gündüzsen Agir gecedir. O benim, Bawer şanlı'nın gözdesi in Yüreğidir. Agir şanlı gayrı benim veliahtım'dır" dediğinde kollarımı beline sarıp ona sarıldım.

 

"Baba" diye fısıldadığım içimde ki sevinçle, oğlum yalnız değildi. Arkasında kocaman bir ailesi, dedesi vardı.

 

Bunun sevinci beni babama itip ona sımsıkı sarılmama sebep olmuştu.

Ben babamın bunca yıl beni agir yüzünden reddetiğini sanarken o gittim diye bana darılmış.

 

Ben oğlum için babama bir adım bile atmazken o gelmemi beklemiş oğlumu yokluğu ile sinesine saklamış.

 

"Lakin son sözümdür Efsun Şanlı! Bir daha torunumu alıp gidersen gayri bir daha yüzümü göremezsin" dedi kararlı bir ses tonu ile.

 

Ondan ayrılıp yüzüne baktığımda "Baba, Azad-" diyecek oldum ama "Gelenden kaçamazsın! Öğrenecekler Efsun, elinde sonunda öğrenecekler" dedi gözlerime bakarken.

 

"Herkes başkasının çocuğu sanıyor onu, kimse Azad'ın olduğunu bilmiyor" dedim gözlerim yere kenetlenirken.

 

"Kimseye başkası ile evlendiğini, bir çocuğun olduğunu söylemedik. Siz böyle yapılmasını istediniz ama Azad'ın oğlunu başkasının oğlu olarak gösterecek kadar şerefsiz bir adam değilim ben!" Dediğinde bakışlarım onu buldu.

 

Planı uygulamadılar mi?

Yani o halde kimse evlendiğimi bilmiyordu, ya da bir çocuğum olduğunu.

 

Bu içimi rahatlatmıştı çünkü ordayken ne kadar kusursuz bir plan gibi görünse de buraya geldiğimde berbat gelmişti gözüme.

 

"Baba azad bunu öğrenmemeli, eğer burada kalacaksak agir herkesten uzak durmalı" dedim elini tutup.

 

"Ondan saklayacak mısın?" Diye sorduğunda bundan memnun değildi.

 

"O zalime oğlumu verecek değilim! Onlar karşılaşmamalı" dedim.

 

"Efsun-" diyecek oldu ama,

"Baba senin kanın var onun elinde, asla o adama güvenmem, bir daha olmaz" deyip ayağı kalktım.

 

O zalime oğlumu verecek değildim.

Gerekirse yine ailemden uzak durmayı seçerdim ama oğlumu kimseye vermezdim!

 

Birkaç adım atmıştım ki,

"O Değildi!" Diyen babam ile kaskatı kesildim.

 

"Beni vuran Azad değildi!"

Şokla arkamı döndüğümde başı yere eğikti,

 

"Ne dedin sen?" Diye sordum yanlış duymayı umarak.

 

Yanlış duydum!

 

" sırtımdan vuruldum kim olduğunu görmedim, o gün sırtımdan vurulduğumda sadece Azad'ın elinde silah vardı ama gözlerimle görmedim" dediğinde kaşlarımı çatıp ona baktım.

 

"Bu o olmadığı anlamına gelmez, orda ki herkes Azad'ın olduğunu görmüş" dedim inkar ederek.

 

O meydana koştuğumda herkes "Azad, Bawer ağayı vurdu!" Diye feryat ediyordu.

 

"Efsun görmedim, sana bunu söyleyecektim ama daha kendime gelmeden gitmiştin" dedi ayağı kalkıp yanıma gelirken.

 

"Baba o meydana geldiğimde sadece Azad'ın elinde silah vardı! İnkar bile etmedi" dedim.

 

O kara gün gözlerimin önüne geldikçe kanıyordum, kapanmayan yaram kanadıkça kanıyordu.

İsterdim, o olmasın isterdim.

 

Hemde çok isterdim ama sessiz kalarak kabul etmişti.

 

Bana "Yapmadım Dildar" dememişti.

 

"Efsun-" diyen babamın sesini teker sesleri susturdu.

 

İkimizin gözü de aynı anda kapıya kaydığında konağın kapısı gürültü ile açıldı ve içeriye o girdi.

 

Azad Karaaslan...

 

Siyah takım elbisesi içinde karanlık duruyordu, yalnız gözleri bu karanlık hava da bile parlıyordu.

 

"DİLDAR!" diye bağırdı şiddetle.

 

Arkasında duran koruma yığınını içeriye almamış kapının dışında bırakarak sadece o girmişti konağa.

 

Ellerim mermere tutunurken "BU NE HADSİZLİK AZAD AĞA!" diye bağırdım.

 

Bu adamın ne işi vardı burda, bir hüküm verildiyse elçi yollayabilirdi.

 

Agir icerdeydi, eğer birbirlerini şimdi görürlerse azad mutlaka kendine benzeyen çocuk kim anlardı.

Ateş saçan gözleri beni bulurken başını yukarıya kaldırıp daha net görmek ister gibi bana baktı.

 

"Had nedir bilirim Dildar! Aşağı in ve verdiğim hükme boyun eğ!" Dediğinde kaşlarım çatıldı.

 

"Baba" dediğim gibi arkamı dönüp odama yöneldim,

Kapıyı açtığımda herkes ayaklanmış telaşla bana bakıyordu.

 

Sadece agir çatık kaşları ile duruyordu, bağıran insanları sevmezdi.

Yanına gittiğimde "Daye kim bu adam da burada böyle bağırabiliyor?" Diye sordu.

 

Saçlarına bir öpücük konudururken "Baban" diyemedim sadece "Asla aşağıya inmiyorsun" diye uyardım onu.

 

Gözlerime baktığında başını sallayarak onayladı beni.

Ayağı kalkıp Vanessa ya ve Rojda ya onu işaret ettiğimde beni anladılar.

 

İkisi de hemen Agir'in yanına oturduğunda dışarı çıkıp merdivenlere yöneldim.

 

Annem, babam, dijvan ve Ferhat Azad'ın karşısında dururken o sadece merdivenlerden inen bana bakıyordu.

 

Bizim korumalarımız içeriye girmek için bir adım attıkları da elimi kaldırıp hepsini durdurdum.

 

Sadece Salih amca gelmiş merdivenlerin başında beni bekliyordu.

Merdivenlerden indiğimde Azad'a doğru birkaç adım atıp karşısında durdum.

 

"Elçin yok mu azad ağa? Bu saatte baskına gelir gibi gelmek de ne oluyor?" Diye sordum.

 

Gözleri hissiz bakarken her saçlarıma baktığında kaşları çatılıyordu.

 

"Bu kutlu haberi vermek bana düşer diye düşündüm Dildar" dediğinde dudağının köşesi tehlikeli bir şekilde kenara kıvrıldı.

 

"Azad ağa! Yerini bil!" dedi Babam yanıma gelip dururken.

 

Doğu da söz kızlara düşmezdi ama babam abim yerine beni çıkarmaya çalışıyordu liderlik koltuğuna.

 

O yüzden bu hareketlerim onu

utandırmaz hep gururlandırırdı.

Ondandır ki çalışanlar bana şimdiden "Hanımağa" diye seslenirdi.

 

Şikayetim yoktu lakin ben abimin hakkı olduğunu düşünürdüm.

Ama babam, kızlarına tapardı adeta, kızları başının tacıydı.

 

Zamanı gelince koltuğuna oturacak veliahttıydı.

 

Ferhat ve abim ise asla gucenmez, babamın kararına saygı duyarak aşireti benim yönetmemi isterlerdi.

 

Ama benim oğlumdan gayri istediğim bir şey yoktu.

Sadece konu ailem olduğunda meydana çıkar gerekeni yapardım şimdi olduğu gibi.

 

Üstelik daha annem ve babam hayattayken ne bana Hanımağa olmak düşerdi ne de abim ve ferhat'a ağa olmak.

 

"Sen konuşma Bawer ağa! Zira yerini görüyorum ki kızına vermişsin" dedi Azad.

 

"Ağzından çıkan kelamlara dikkat et!" Diye uyardım onu.

 

Karşımda gayet rahat dururken gözlerinden geçen pırıltılar hayrı alamet değildi.

 

"Hükmü verdim!" Dedi gözlerime bakarken.

 

Annem ve Ferhat yan yana dururken abim arkamda babam da yanımda duruyordu.

 

"Verdiğin hüküm adaletli ise kabulümdür, lakin abimin ölümü çare değildir. Bunu kabul etmem!" Dedim önden haberini vererek.

 

"Verdiğim hüküm ölüm hükmü... Değildir" dediğinde rahatlamıştım ama belli etmedim.

 

Bizimkiler ölüm hükmüne kendini o kadar inandırmıştı ki gelen karar ile şaşırmışlardı.

 

Ölüm değilse nedir?

 

Mal, mülk, sürgün...

 

Neyse biran önce söyleyip gitmeliydi, rahattım çünkü agir yukarıda güvendeydi ve aşağıya inmezdi.

 

Umarım!

 

"Söyle azad ağa hükmün nedir?" Diye sordum.

 

Kehribarları ailemin üstünde yavaş yavaş dolaşıp en son benim yeşillerim de durdu.

Ağzını açıp söylediği hüküm ise hepimizi yıkmaya yetmişti.

 

"Berdel isterim"

 

Abim, Ferhat ve babam aynı anda hareketlendiğinde işte o an korumalar içeriye doluşmuş silahlarını birbirlerine doğrultmuşlardı.

 

Kaskatı bir şekilde dururken ikimizin de gözleri ayrılmadı birbirinden.

 

"Ölüm hükmü kabulümdür ama berdele izin vermem!" Diye bağırdı abim.

 

"Size verecek kızımız yoktur ağa!" Dedi Ferhat.

 

"Oğlumun canı feda ama kızlarıma dokunanı yaşatmam!" Diye gürledi babam.

 

"Rojda'm küçüktür azad ağa, ölürüm de vermem size!" Diye bağırdı annem ama azad hiçbirine bakmadı.

 

İstediği Rojda değildi, başımı sağa sola salladığımda "İstediğim Rojda değildir, Kızın Efsundur" dediği an gözlerimi kapattım ama konakta yankılanan ses gözlerimi hemen açıp arkamı dönmeme sebep oldu.

 

"HADDİNİ BİL AĞA! SEN KİMSİN DE ANAMI İSTERSİN!" diye bağırıyordu oğlum.

 

Agir...

 

Konakta ölüm sessizliği olduğunda etrafı birden soğuk bir rüzgar ele geçirdi.

Bedenimden geçen ürpertici hava herkesi sarsmıştı.

 

Bu esen rüzgar değil oğlumun öfkesiydi.

 

Bakışlarım merdivenlerin en üstünde durduğunda herkesin bakışları oraya döndü.

 

Agir ellerini sıkmış, kaşları çatık bir şekilde tek bir yere bakıyordu.

Babasına.

 

Rojda ve Vanessa ise gözleri ile 'engel olamadık' bakışları atıyordu.

Merdivenleri yavaş yavaş ve sert adımlar ile inerken arkamı dönüp Azad'ın tepkisini görmeye cesaretim yoktu.

 

Allahım ne olur tanımasın.

 

Ferhat ona doğru ilerledi ama agir kehribarları ile öyle bir baktı ki adımları durmuştu.

 

Babası gibi siyahlar içindeydi, altında siyah eşofman üstünde ise sadece siyah bir tişört vardı.

 

Soğuk havaya rağmen vücudu kızarmış titriyordu.

 

Onu yakan siniriydi.

 

Tam karşımda durduğunda çatık kaşları ile bakmaya devam ediyordu.

 

Bir cesaret arkamı döndüğümde Azad'ın ona değilde bana baktığını gördüm.

 

İçimde ki yara yine baş gösterip kanadı, kehribarların da ki şaşkınlık neden sebeptir bilmiyorum ama gözlerinde ki ateş yavaş yavaş sönüyor duyguları ortaya çıkıyordu.

 

Yüzünde ki kanın çekildiğini sadece ben anladım.

 

Agir'in elimi tutup "Çek gözlerini annemin üstünden!" Diye bağırması yutkunmama sebep olurken Azad'ın gözleri onu buldu.

 

Oğlum herkesi susturmuş adeta aslan gibi kükrüyordu.

 

Kim inanırdı 7 yaşında olduğuna.

Onun bu cesaretini nerden aldığı da belliydi.

 

Her hali ile babasının oğluydu.

İki kehribar işte karşılaşmıştı, Agir'in gözleri öfke ile bakarken Azad'ın gözleri hala şaşkınlık ile bakıyordu.

 

"Bir daha söyle ağa! Kimi istersin?" Diye sordu Agir.

 

Azad sonunda dudaklarını oynatıp "Dildar'ı isterim" diye karşılık verdi.

 

"Dildar kimdir bilmem, lakin efsun anamdır" dedi Agir.

 

Onun bu şekilde konuşması yurt dışında yaşayan bir çocuğun konuşması değildi ama Agir hep böyle konuşurdu çünkü yaban ellerde bir tane bile arkadaş edinmemiş hep benim ailem ile konuşmuştu.

 

Ondandır ki buradakiler gibi konuşuyordu.

 

Babam, Ferhat, abim ve Salih amaca ona öyle bir gurur ile bakıyordu ki hepsi sırtımı yaslayacağım bir dağ olduğunu görüyorlardı.

 

"Dildar dediğim kişi de anandır" dedi Azad sakinlikle.

 

Onun bu kadar sakin olması herkesi dehşete düşürmüştü.

 

Ama şuan neyin içinde olduğunu anlayamıyordu.

 

"Anamı almak kimsenin haddine değildir! Ben onun oğluyum ve emin ol ağa. Ben yaşadığım sürece anam benimdir" dedi Agir.

 

Azad'ın gözleri beni bulurken daha fazla sessiz kalamadım.

 

"Oğlumu duydun ağa! Zira sana da çocuklu bir kadın yaraşmaz, kendine göre birini bulasın. Ölüm hükmü karşılığında mal, mülk, para, istersen dijvan ve hazal'ın sürgünü bunlar kabulümüzdür" dedim uzatmaması için.

 

Gözlerimin içine cevap arar gibi baktı, buldu mu bilmiyorum ama çenesi kasıldı.

 

Takrar gözleri oğluma kaydığında Agir'i arkama aldım.

 

Bu hareketim de gözünden kaçmamıştı.

"Dildar, doğu benim emrim altındadır! Verdiğim hükümden dönmem, ya abinin canı ya da sen ve oğlun" demesi kemiklerimi kırmaya yetti.

 

Sadece beni değil oğlumu da istiyordu.

 

"Dede, dayı ! Bir şey söyleyin!" Diye bağırdı oğlum.

 

Azad oğlunun düşmanlığını kazanıyordu farkında değildi.

 

"Delikanlı, annenin yuvası olsun istemez misin?" Diye sordu Azad.

 

Anlamıştı değil mi? Bu kadar sakin konuşması normal değildi hele ki Agir'i yola getirmek istemesi.

 

"Anlamaz mısın ağa? Anamın yuvası da benim!" Dedi agir tekrar öne çıkarken.

 

Bu çocuk büyümüşte küçülmüştü.

Azad daha fazla uzatmamak adına arkasını döndü.

 

"Verdiğim hüküm bellidir, 2 günün var Dildar. O gün geldiğinde karar senin ağzından çıkacak" deyip yürümeye başladı.

 

Korumalar iki yana açılıp ona yol verirken hepsinin gözü Agir'in üstündeydi.

 

Gerek gurur ,gerek hayranlık.

 

Azad tam son adımı atıp konaktan çıkacaktı ki yine oğlumun sesi yankılandı konakta.

 

"Andım olsun! Anamı benden aldığın gün kendine en büyük düşmanı da alırsın! Bir gün büyürüm ağa! Anamı almak istediğini söyleyen dilini kökünden alırım!"

 

Dehşet ile oğluma baktığımda gözleri dolmuş boynunda ki damarları kabarmıştı.

 

Azad arkasını dönmedi ama durdu, omuzları gerilirken Agir yerine bu sözleri söyleyen başkası olsaydı şimdiye defalarca ölmüştü ama onun verdiği cevap sadece,

 

"Başım gözüm üstüne küçük ağa" oldu.

Ondan sonra gözden önce o sonra da korumaları kayboldu.

 

Konağın kapıları kapanırken ben hala dehşet ile oğluma bakıyordum.

 

Onun bu kadar tepki vermesini anlıyordum ama korktuğumun başına geldiğini de öğrenmiştim.

 

Azad da bir şeye sinirlendiğinde yakar yıkardı, ne gözleri görürdü ne de söylediklerini kulakları duyardı.

 

Öfke kontrol problemi arşa çıkmıştı ve ondan oğluma bulaşmıştı.

Agir ise gözlerini açtığı ilk andan beri ilk ve tek gördüğü kişinin elinden kayıp gitmesine bu kadar deli olmuştu.

 

Oğlumun varlığı bendim, benim evlenmem onun bütün korkularını ortaya çıkarmıştı.

 

Agir şimdi bu söylediği sözlerin farkında değildi ama azad onu bu sinirli halinden bile tanımış olabilirdi.

 

Agir'in de öfke kontrol problemi vardı, bunu bu gece daha iyi anlamıştım.

 

"Agir" dediğimde bakışları bizimkilerin üstündeydi.

 

"Anamı kimseye vermem!" Diye bağırdığında diz çöküp onu kollarım ile sardım.

 

"Şşş sakin ol ateşim, bir yere gitmiyorum" dedim fısıldayarak.

 

Daha kötü olmasından korkuyordum.

Beni omuzlarımdan ittiğin de şokla ona baktım,

 

"Sustunuz! Anamı alacağını söyledi hepiniz sustunuz!" Diye bağırdı.

 

Herkes endişe ile ona bakarken babam araya girerek "Sustuk oğul çünkü sen cevabını verdin" dedi ama Agir kimseyi duyuyor gibi değildi.

 

"Vermem!" Diye bağırdığında endişe ile "Ağir!" Diye bağırdım ona atılıp ama geriye giderek tutuşumdan kurtuldu.

 

Kalbim korku ile kasılırken deli gibi atıyordu.

 

Ferhat ileri atılıp "Aslanım sakin ol! Annen burda kalacak" dedi kolundan tutup ama Agir onu da itti.

 

Gözlerimden bir damla yaş akarken telaşla ona bakıyordum.

 

Abim bu sefer "Dayım sakin ol! Anneni kimseye vermeyiz" diye ona sesini duyurmaya çalıştı.

 

Agir ileri geri giderken başını ard arda sallıyordu, ayağı kalkıp ona yetiştim, "Oğlum sakin ol" dedim ağlamaklı bir sesle.

 

Kollarımın arasında çırpınırken hıçkırdım işte o an durdu.

 

Agir ağladığımı hiç görmemişti o yüzden bu ihtimal hemen onu durdurdu.

 

"Sakin ol lütfen" dedim ağlayarak.

 

"Daye" diye fısıldayıp yüzüme baktı, karşısında diz çöktüğümü anladığında önce gözleri dizlerime sonra da gözlerime değdi.

 

Gözlerimin ıslak olması anında onunda gözlerinin dolmasına sebep olurken "Anne canını mi yaktım?" Dedi korku ile.

 

Yurt dışında da bir kere böyle olmuştu ama bu kadar şiddetli değildi.

Korktuğum için onu Doktora götürmüştüm.

 

Doktor onu aşırı stresten ve sinirlendirecek şeylerden uzak tutmamı iyice tembihlemişti.

Parmakları gözlerime değerken yine bir kriz geçirdiğini anlamıştı, Agir o gün ona yetişirken düştüğümü ve dizimin kanadığını gördüğünde odasına kapanmış ve kapıyı kilitleyerek ağlamıştı.

 

Ne yaptıysam onu oradan çıkaramamıştım.

 

En son "canım acıyor"dediğimde çıkmış dizlerimden öperek özür dilemişti.

 

Sonra da hastaneye gitmiştik ve bir psikolog eşliğinde sinirlenmemesi gerektiğini ona anlatmıştık.

 

5 yaşında başlamıştı bu öfkesi çünkü okulda ona babasını sormuşlardı ve oda cevap veremediği için sinir krizi geçirmişti.

 

Zaten asla bir daha okula gitmemişti, şuan yaz tatilindeydik ve agir bu sene 1 sınıfa gidecekti.

 

Daha çok küçüktü ve çok masum ama agir o küçük yaşta bile büyük şeylerle mücadele etmişti.

 

"Yok annem, canımı yakmadın" dedim parmaklarını öpüp.

 

"Anne özür dilerim" dediğinde hemen bir eli bir tutam saçımı tuttu ve yanağıma bir öpücük kondurdu.

 

Agir korktuğunda hep saçımdan bir tutam alıp avucunda okşardı.

 

"Şşş iyiyim oğlum merak etme" dedim saçlarını okşarken.

 

"Daye gidiyoruz! Bir dakika daha burada durmayacağız" demesi kaskatı kesilmeme sebep oldu.

 

"Agir" diyerek annem bize yaklaştı ama,

"Nene gideceğiz! O adam annemi istiyor ve ben annemi ona vermem!" Diyerek onu durdurdu.

 

Herkes ne yapacağını bilmez bir şekilde bize bakarken Agir elimi tutup "kalk daye, dizlerin acır" dedi.

 

Ayağı kalktığımda beni çekiştirerek merdivenlere yöneldi, "Hazırlanıp gidelim burdan, biz orada mutluyduk ama burada mutlu değiliz" dediğinde ne diyeceğimi bilmiyordum.

 

Oğlum buraya gelmek için ilk başta ne kadar hevesli ise şimdi de gitmek için o kadar hevesliydi.

 

Azad ile ilk karşılaşmaları onu bu denli sarsmışken babası olduğunu öğrendiğinde ne yapacaktım ve ne tepki verecekti bilmiyorum.

 

Yukarı çıktığımızda agir'i zorla sakinleştirmiş ve yatması için her şeyi yapmıştım.

 

Şimdi kollarımda uyurken yüzü göğüsüme saklıydı ve bir avucunun içinde saçlarım vardı.

 

Oğlum ilk defa böyle korkuyordu, rüyasında bile beni bırakmamak için saçlarımdan tutuyordu.

 

Odanın içini telefon sesi kaplayınca elimi uzatip hemen sessize aldım.

Agir homurdandı ama uyanmadı, yavaşça avucundan saçımı çekip üstünü örttüm.

 

Tekrar telefona uzanıp baktığımda yabancı numaraydı ama icimde ki huzursuzluk boşuna değildi.

 

Pencerenin yanına geçip derin bir nefes alarak telefonu açtım.

 

Açar açmaz "YAPMADIM DE DİLDAR!" diye kükreyen azad ile yutkundum.

 

Arkadan birşeylerin kırılma sesi gelirken,

"Desene! Oğlunu senden ayrılmadım desene!" Diye gürledi.

 

"Bu kadar vicdansız değilim! Benimle çocuğun olması hayalini bilmeme rağmen o çocuğu senden ayrılmadım desene Dildar!" Diyen bağırışı ile kalbim sızladı.

 

Evet Azad'ın en büyük hayali evlenmemiz ve bir oğlumuz un olmasıydı.

 

Olmuştu ama o hiç tanımlamıştı.

 

"Söyle Dildar, yapmadım de" dediğinde sesi daha kısık ve yalvarır gibiydi.

 

"O senin oğlun degi-" diyecek oldum ama

"O GÖZLER BENİM GÖZLERİM DİLDAR! O GÖZLERDE Kİ ATEŞ BENİM GÖZLERİMDE Kİ ATEŞ!" diye öyle bir bağırdı ki söyleyeceğim yalanı yutmak zorunda kaldım.

 

Haklıydı, o ateş onun ateşiyle birdi.

"Azad, o benim oğlum. Sen onu hak etmiyorsun" dedim buz gibi bir sesle.

 

Ne olursa olsun oğlumu o zalim ellerine vermezdim!

 

"Yalan söylüyorsun! Yapmadın bunu yapmadın" diye inkar etti.

 

İnanmak istemiyordu, bir zamanlar tırnağı kanasa ilk ağlayacak kişinin, onun canını ondan uzak tutacak olmasına inanmıyordu.

 

"Yaptım, niye yapmayayım? Senin ellerin kanlı! Oğlumu ne sana ne de o kanlı ellerine bırakmam!" Dedim yükselerek.

 

"Ulan! Nasıl yaparsın? Sen Dildar sen! Senin sevdiğim kalbin ne ara bu kadar taş oldu?" Dedi sesine yansayan hayal kırıklığı ile.

 

Gözlerim dolarken yutkunamadım.

"Azad oğlum babasını öldü biliyor ve hep öyle bilecek!" Dediğimde gür kahkahası kulaklarıma doldu.

 

"Yok! Sana bunları ödeyeceğim Dildar! Andım olsun canımı benden alıp gittiğin günlerin hesabını vereceksin!" Dediğinde kalbim korku ile kasıldı.

 

"Gideceğiz, ne sen bir daha bizi göreceksin ne de biz seni" dedim hemen, oğlumu dinleyip gidecektim.

 

Burası bizim için tehlikeli artık, azad onun varlığından haberdar ve eğer isterse onu benden alırdı.

 

"Dildar! Sence ben bir daha buna izin verir miyim?" Diye sordu alayla.

 

"Vereceksin! Vermek zorundasın!"

 

"Asla gidemezsiniz, sen istiyorsan git ama o çocuk benimle kalacak!" Deyip yüzüme kapatınca gözlerimden bir damla yaş değil de kan aktı sanki.

 

Oğlumu benden alacaktı.

 

Ölürüm de oğlumu kimseye vermem!

Oda gitmezdi zaten, bensiz yapamaz.

 

Ya babası olduğunu öğrenirse? O zamanda yanımda kalır mıydı.

 

Uzaklardan 3 el üst üste silah sesi gelince yutkundum.

 

Bu Azad'ın yemin atışıydı.

 

Ne zaman ki bi

r şeye yemin etse doğunun her şehrinde 3 el ateş edilirdi.

 

Bütün şehirler bilirdi ki Azad Karaaslan yemin etmişti.

 

Oğlumu benden alacağına dair yemin etmişti!

 

 

 

 

Yeni bölümde görüşmek üzere Allah'a emanet olun ❤️

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 01.01.2025 18:58 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...