38. Bölüm

34-BÖLÜM

ŞEVVAL ALPAR
lavinia_x21

YAZAR'DAN

 

Gece çökmüştü. Villanın odaları, uzun zamandır böylesine derin bir sessizliği yaşamamıştı. Dışarıda rüzgâr dalları hışırdatıyor, uzaklardan köpek havlamaları geliyordu. Ama içeride, tüm seslerin önüne geçen tek bir melodi vardı: yeni doğmuş iki minik kızın nefes alışları.

 

Odanın ortasında, yan yana kurulmuş iki küçük beşik duruyordu. Beşiklerin üzerine beyaz tüller inmiş, bebeklerin üstü renk renk battaniyelerle örtülmüştü. Küçük gövdeleri, her nefeste hafif hafif kıpırdıyor, arada bir minicik ellerini havaya kaldırıp sonra tekrar battaniyenin altına saklıyorlardı. Her mırıltılarında kalpler titriyor, sanki evin ruhuna umut ekiliyordu.

 

Efsun, yatağın kenarına oturmuştu. Yüzü hâlâ solgun, ama gözlerinde ışık vardı.

 

Ellerini dizlerinin üzerinde kenetlemiş, kızlarını seyrederken dudakları titriyordu. Bir ara gözyaşlarını silmek için elini kaldırdı, ama hemen vazgeçti. Çünkü ağlamanın bile şükür gibi geldiğini hissetti o anda.

 

Azad, pencerenin önünde durmuş, gölgesini odaya vuruyordu. Saçlarının arasına düşen aklar, gece ışığında daha da belirginleşmişti. Yorgun ve çökmüş bir adam gibiydi ama her bakışı kızlarının üzerine titriyordu. Arada bir ağır adımlarla beşiklere yaklaşıyor, battaniyelerini düzeltiyor, minicik yanaklarına elini değdirip sonra geri çekiliyordu.

 

Korkuyordu; ya kırılırlar, ya incinirler diye.

 

Gece boyunca uyumadı. Beşiklerin yanında sessizce dolaşıyor, bazen eğilip fısıldıyordu:

" Kızlarım... Benim nefesimin nefesleri, babanız burda"

 

Efsun başını kaldırıp ona baktı. Gözleri yaşla dolu, ama içinde tarifsiz bir gurur vardı.

" Azad... Sen her gece böyle başlarında mı bekleyeceksin?"

 

Azad, gözlerini bebeklerden ayırmadan konuştu.

"Onları bırakabilir miyim sanıyorsun? Gözlerimi kapatsam, nefesleri kesilir diye korkuyorum. Sanki bir an gözümü yumsam... kaybederim."

 

Sesi titremişti. Efsun ayağa kalkıp yanına geldi, elini kocasının eline koydu.

 

"Biz onları birlikte büyüteceğiz. Sen tek başına savaşmak zorunda değilsin."

 

Azad, gözlerini ilk kez onun gözlerine çevirdi. Orada gördüğü şey bir kadın değildi sadece; hayatı boyunca yükünü sırtına almış, gözyaşlarına rağmen dimdik duran bir eşti. İçinden geçenleri anlatamadı. Sadece eğilip onun alnına uzun, derin bir öpücük kondurdu.

 

O sırada Agir de uyandığında odanın kapısında belirdi. Elinde küçük yastığı, gözlerinde mahmur bir bakış vardı.

 

Sessizce odaya girdi, annesine ve babasına bakmadan doğruca beşiklerin yanına gitti. Küçük elleriyle tülü araladı, kardeşlerine baktı. Minicik yüzlerine gülümseyip fısıldadı:

 

" Ben buradayım... Korkmayın..."

 

Sonra yastığını yere koydu, beşiklerin arasına uzandı. Başını iki beşiğin ortasına yasladı. Göz kapakları ağır ağır kapanırken ellerinden biri Dila'nın, diğeri Dilda'nın beşiğine uzanıyordu. Onları kendi küçük varlığıyla koruyormuş gibi.

 

Efsun'un gözleri bu manzarada doldu. Sessizce kocasının koluna yaslandı.

"Bak... oğlun annesinin korkularını almış, kardeşlerinin başucuna nöbetçi olmuş."

 

Azad'ın sesi boğuk çıktı: " O, annesinin yüreğini taşımış."

 

Gece ilerledi. Bebekler arada mırıldanıp ağlıyor, Vanessa yukarıdaki odasında dinlenmesine rağmen en ufak seste koşup geliyordu. Yaraları hâlâ sızlıyordu, ama bebeklerin sesini duydu mu acılarını unutuyordu. Sessizce yanlarına sokulup emziklerini düzeltiyor, battaniyelerini örtüyor, sonra geri çekiliyordu.

 

Sabaha karşı, evin üstüne hafif bir aydınlık çöktüğünde, Azad hâlâ ayaktaydı. Efsun sonunda onun kollarına sarılıp fısıldadı:

" Yeter artık... Sen de biraz dinlen."

 

Azad, gözlerini kızlarından ayıramadan yanıt verdi:

"Onlar nefes alıyor, ben de nefes alıyorum. Uyursam nefesim kesilir gibi geliyor."

 

7 AY SONRA

 

güneş ilk ışıklarını villanın camlarından süzdüğünde, Karaaslan ailesi yorgun ama umutla yeni bir güne uyanıyordu. Acıların, bedduaların ve kayıpların arasından yeniden doğmuşlardı. Çünkü artık bu evde üç kalp değil, beş kalp birlikte atıyordu.

 

Yedi ay geçmişti... Hastaneden taburcu oldukları o ilk günden bu yana her şey değişmişti. Villanın salonu, artık sadece ağır mobilyalar ve eski görkemli süslemelerle değil, kahkahalarla, çocuk sesleriyle ve bebeklerin telaşlı nefesleriyle doluydu.

 

Salonda geniş halının ortasında iki küçük gövde, kıkırdayarak emekliyordu. Minik avuçlarıyla halının desenlerine tutunuyor, bazen kayıp düşüyor, bazen birbirlerine tutunarak denge bulmaya çalışıyorlardı.

 

Dila'nın kumral saçları, gün ışığında altın teller gibi parlıyor, iri yeşil gözleri merakla etrafı tarıyordu.

 

Dilda ise babasının aynası gibiydi; kehribar gözleri, simsiyah saçlarıyla küçük bir Azad gibiydi. Her ikisinin de yanakları al al olmuş, gözlerinde merakın ve oyunun ışıltısı vardı.

 

Agir, halının kenarında dizlerini üzerine çökmüş, onları izliyordu. Minik kardeşleri her düşüp kalktığında ellerini havaya kaldırıyor, "Hadi kızlar, aferin size!" diye sesleniyordu.

 

Bir ara Dilda'nın yüzüstü düşmesine yüreği dayanmamış, hızla yanına eğilip kollarına almıştı. Küçük kız kahkaha atarak abisinin yanağını çekiştirince, Agir'in gözleri ışıldadı.

 

" Kardeşime bakın! Düşünce ağlamıyor, gülüyor! "diye bağırdı heyecanla.

 

Azad, koltuğun kenarında oturmuştu ama gözleri çocuklarının üzerinde kilitlenmişti.

 

Her hamlelerinde, her kahkahalarında, her küçük çığlıklarında kalbi yerinden çıkacak gibi oluyordu. İkisi de emeklerken farklı yönlere doğru gidince, Azad hemen yerinden kalktı, onları ortada buluşturdu. İki kızını da kollarının arasına alıp göğsüne bastırdı.

 

" Benim can parçalarım"

 

İkizler, babalarının kucağında çırpınarak kahkahalara boğuldular. Dila, Azad'ın sakallarına uzanıp çekmeye çalışırken, Dilda babasının gömleğini dişlemeye uğraşıyordu. Azad'ın yüzünde yorulmuş ama gururla ışıldayan bir tebessüm vardı.

 

Efsun, salondaki büyük kanepede oturmuş, ellerini birbirine kenetlemiş, o manzarayı izliyordu. Kalbi öylesine kabarmıştı ki, gözlerinden süzülen yaşları silmeye bile çalışmadı. Onun için dünya artık tam da buydu: kızlarının kahkahası, oğlunun onlara duyduğu şefkat, Azad'ın üzerinde titreyen bakışları...

 

Vanessa, yan koltukta oturuyordu.

 

Yüzündeki yaralar artık sadece ince izler halinde kalmış, ama gözlerindeki acı çoktan yerini derin bir huzura bırakmıştı.

 

Dila'nın kahkahasını duyduğunda, kendiliğinden kıkırdadı. Sesini bastıramadan: " İnanamıyorum... Daha dün avuçlarımıza sığmıyorlardı. Şimdi bak, Azad, seni peşlerinden koşturuyorlar!"

 

Efsun gülerek kardeşine döndü.

"Sen olmasaydın bu günleri göremezdim Vanessa. Onların ilk gülüşünde, ilk hecelerinde senin ellerin vardı."

 

Vanessa'nın gözleri doldu, ama dudakları tatlı bir tebessümle kıvrıldı.

"Onlar benim de nefesim, Efsun. Ben yaşadığım sürece bu evden bir çocuğun gözyaşı eksilmeyecek."

 

Agir, babasının kucağındaki kız kardeşlerine yanaştı. Dila'nın küçük elini avuçlarına alıp öptü.

 

"Ben onları koruyacağım!, annem gibi.Hiç kimse onlara dokunamayacak..." dedi kararlı bir sesle.

 

Efsun'un gözleri bir kez daha doldu. Azad, oğlunun başını okşadı, gözlerinde hem gurur hem de hüzün vardı.

" Sen daha şimdiden bu evin direğisin, yiğidim."

 

Salonda kahkahalar birbirine karıştı. İkizlerin gülüşü, Agir'in abilik gururu, Vanessa'nın şefkatli tebessümü, Efsun'un gözyaşları ve Azad'ın titreyen sevgisi...

 

Bütün acılara, bütün yaralara rağmen, o evde hayat yeniden filizleniyordu.

 

Salonun içinde kahkahalar yankılanırken, ikizlerin neşeli çığlıkları herkesi mest ediyordu. Azad, halının üzerine oturmuş, bir kolunda Dila, diğer kolunda Dilda'yı sallıyordu. Minik bedenler babalarının göğsüne yaslanmış, arada bir başlarını kaldırıp göz göze gelince kahkahalara boğuluyorlardı.

 

O sırada, Dilda'nın kehribar gözleri bir an babasına kilitlendi. Küçük dudakları "m" harfiyle oynar gibi kıpırdadı.

 

Azad önce bunun sıradan bir mırıldanma olduğunu sandı. Ama sonra, o incecik sesi duydu:

"Ba... ba..."

 

Herkes bir anda sustu. Nefesler tutuldu. Dilda'nın dudakları bir kez daha açıldı ve daha net bir şekilde söyledi:

" Baba"

 

Azad'ın gözleri anında doldu. Boğazında düğümlenen kelimeler, kalbinin gürültüsüne karıştı. Küçük kızını göğsüne daha da bastırırken dudakları titriyordu.

"Baba mı dedin sen? Benim kızım... benim Dilda'm... İlk kelimen baba mı oldu?"

 

Efsun ellerini ağzına kapatmış, gözlerinden yaşlar süzülüyordu. Vanessa bile dayanamayarak gözlerini sildi, dudakları titreyen bir tebessümle.

 

Agir, heyecanla küçük kardeşine doğru eğildi:

"Dilda! Bir daha de, hadi bir daha de!"

 

Ama tam o sırada, Dila'nın yeşil gözleri parladı. O an Dilda ya baktı, sonra gözlerini Agir'e çevirdi. Dudaklarını büzüp mırıldandı. Önce anlamsız gibi geldi, ama birkaç saniye sonra netleşti.

"Abiş... abi..."

 

Azad'ın gözleri şaşkınlıkla açıldı. Vanessa ağzını kapatıp çığlığını bastırmaya çalıştı.

 

Efsun'un yüreği yerinden çıkacak gibiydi. Küçük Dila, emekleyerek abisinin dizlerine tutundu, başını kaldırıp o berrak sesiyle söyledi:

" Abiş!"

 

Agir'in yüzü kıpkırmızı kesildi. Kalbi öyle hızlı atıyordu ki, küçük göğsü dışarı fırlayacak gibiydi. Gözlerinden yaşlar süzüldü, ama bu gözyaşları hüzünden değil, tarifsiz bir mutluluktandı. Küçük elleriyle Dila'nın yüzünü kavradı, alnından öptü.

 

"Duydunuz mu? Anne, baba, Teyze! Kardeşim bana abiş dedi!"

 

Azad gülen Dilda'yı daha da sımsıkı sararken, Efsun kollarını iki yana açıp hepsini sarmak ister gibi onlara doğru eğildi. Dudaklarından titreyen bir fısıltı döküldü:

" Rabbim... bize böyle günleri de gösterdin ya..."

 

O an salonda bir sessizlik oldu. Ama bu sessizlik, kelimelerin kifayetsiz kaldığı bir anın sessizliğiydi. Herkes, gözlerinde ışıldayan yaşlarla birbirine bakıyordu.

 

İkizlerin minicik sesleri, o büyük konağın taş duvarlarını bile yumuşatmıştı.

Salonda hâlâ Dila'nın "abiş" deyişinin neşesi yankılanırken, Efsun'un bakışları birden iki küçük kızına kaydı.

 

Dilda halının üzerinde yuvarlanarak babasının dizine tırmanmaya çalışıyor, Dila ise hâlâ Agir'in boynuna yapışmış, gülücükler saçıyordu. O minicik sesler, evin duvarlarına bahar kuşlarının cıvıltısı gibi çarpıyordu.

 

Efsun, derin bir iç çekerek kızlarına baktı. Dudakları yarım bir gülümseme ile bükülürken yanında oturan Vanessa'ya döndü.

 

"Agir de önce "baba" demişti, hatırlıyor musun? "dedi. Gözleri dolu dolu parlıyordu.

 

"Şimdi bak kızlarım da aynı... Biri baba diyor, öteki abiş... Niye anne demiyorlar?"

 

Sesinde kırgınlık değil, şımarıkça bir hayıflanma vardı. Sanki gerçekten içerlemiş bir çocuk gibi dudaklarını büzmüştü.

 

Vanessa, bu haline dayanamayarak kahkaha attı. Başını iki yana salladı, gözlerini kızlara çevirip eğlenerek kıkırdadı "Aşk olsun bücürler! Ne demek anne demezsiniz? Anne sizi karnında taşıdı, hayatını size verdi! Siz hâlâ baba, abiş... olmaz böyle!"

 

Sonra başını yana eğip, şakacı bir ciddiyetle parmağını salladı"Bari teyze deyin. Hadi, teyze deyin bakayım! Yoksa darılırım valla."

 

Bu sözlerle salondaki herkes kahkahaya boğuldu. Efsun gülmeye başladı, elini ağzına kapatmıştı.

 

Küçükler ise sanki söylenenleri anlıyormuş gibi birbirlerine bakıp kıkırdadılar. O sırada Dilda, emekleyerek annesine doğru geldi. Küçük parmaklarını Efsun'un uzun saçlarına doladı, çekiştirerek kendini onun kucağına atmaya çalıştı.

 

Efsun'un kalbi yerinden fırlayacak gibi oldu; gülümsemesi gözyaşlarıyla birleşti.

" Ah benim kızım... sonunda bana tutundun!"

 

Dila ise bu sırada Vanessa'ya gözlerini dikti. Minik kollarını uzatarak onun dizlerine tutundu, minicik ayaklarıyla güç bela kalktı. Dengesini bulur bulmaz bir kahkaha patlattı ve hiç beklemeden boynuna sarıldı.

 

Vanessa şaşkınlıktan bir an donakaldı, sonra elleri titreyerek minik bedeni kavradı. Boynuna yaslanan o sıcacık baş, sanki yaralarının hepsini siliyordu. Gözleri doldu, gülerek başını salladı.

" İşte bak, teyze dedirtmeye gerek yokmuş... Kendisi seçti bile!"

 

Efsun, kucağında saçlarını çeken Dilda'ya bakarken Vanessa'nın boynuna sarılmış Dila'yı gördü ve kahkahalar arasında gözyaşlarına engel olamadı.

"Benim kızlarım... resmen bizi parmağında oynatıyorlar."

 

Agir de bu manzarayı izlerken kahkahalarla güldü, minicik kız kardeşlerine bakıp gururla haykırdı

"Bizim evin kraliçeleri bunlar!"

 

Salonu kahkahalar, bebek gülüşleri ve mutluluğun kokusu doldurdu. O an herkes biliyordu: bu evde hiçbir yara kalıcı değildi, çünkü bu iki minik mucize, herkese yeniden yaşamayı öğretmişti.

 

Gece çökmüştü villanın üzerine. Salonun lambaları çoktan kapatılmış, sadece koridorun loş ışığı süzülüyordu odaların içine. Bebeklerin nefes alışları odada melodik bir uyku şarkısı gibi yankılanıyor, Azad'ın derin nefesiyle birleşiyordu.

 

Efsun, başını Azad'ın omzuna yaslamış, kızlarının yanındaki küçük beşikte çıkardıkları minicik seslerle huzurla uyuyordu.

 

Ama birden, sanki kalbiyle bağlantılıymış gibi, uykusu bölündü. Gözlerini açtığında önce sessizlik sandı, sonra içgüdüyle beşiğe çevirdi bakışlarını. İçine bir ürperti düştü.

 

Beşik... boştu. İki minik kız da yoktu.

 

Efsun'un yüreği bir an için yerinden fırlayacak gibi oldu. Boğazından nefesi zorla çıktı, titreyen elleriyle Azad'a dokundu.

 

"Azad!... Azad, uyan! Kızlar yok!"

 

Azad gözlerini açar açmaz Efsun'un titreyen sesini duydu. Hemen doğruldu, beşiğe baktığında gözleri büyüdü. Birkaç saniyelik paniğin ardından, alt kattan belli belirsiz bir ses yükseldi. Kahkahaya karışan bir mırıltı, tabakların birbirine çarpan sesi...

 

Efsun'un yüreği daha hızlı çarpmaya başladı. İkisi de pijamalarıyla apar topar kapıya yöneldiler. Koridordan aşağıya indiklerinde mutfaktan gelen ışık dikkatlerini çekti.

 

Mutfak kapısının önüne geldiklerinde Efsun'un nefesi kesildi. Karşılarında gördüğü manzara hem şaşırtıcı hem de gülünçtü. Vanessa, saçlarının bir kısmı un içinde kalmış, önlüğünün üstü baştan aşağıya yumurtayla kirlenmiş bir halde mutfak tezgâhının önünde duruyordu.

 

Yanında kollarına kadar unlara bulanmış Agir vardı; yüzünde masum bir gülümseme, ama saçlarının ucunda bile un parçaları asılıydı.

 

Ve en komiği... Dila ve Dilda! İkisi de önlerine bağlanmış minicik mutfak havlularıyla sanki aşçıymış gibi yerde oturuyorlardı, yüzlerinin yarısı yumurta sarısı ve unla kaplanmıştı. Birinin elinde tahta kaşık, diğerinin minik elleriyle hamur parçalarını yoğurmaya çalıştığı belli oluyordu.

 

Efsun'un gözleri kocaman açıldı, elini ağzına kapattı. O an ne kızgınlık ne de korku kaldı; sadece şaşkınlık ve gülme isteği vardı. Azad ise yanındaki manzarayı görünce kahkahasını tutamadı.

 

Vanessa, yakalanmış bir çocuk gibi masumca başını kaldırdı. Gözleri yuvarlak, dudakları ise küçük bir suçluluk gülümsemesiyle kıvrıldı.

 

"Şey... tatlı yapacaktık..." dedi, neredeyse fısıldar gibi.

 

Efsun o an dayanamadı, kahkaha patlattı. Yumurtayla kaplı kızlarına baktı, saçlarına yapışmış un parçacıklarını gördükçe kahkahaları büyüdü.

 

"Tatlı mı? Siz resmen mutfağı savaşa çevirmişsiniz!"

 

Agir mahcup bir şekilde gülümserken elini arkasına sakladı, ama unlu parmaklarının bıraktığı iz saklanacak gibi değildi.

 

" Anne... biz sürpriz yapmak istedik", dedi. Sesinde hem utanç hem de çocukça bir gurur vardı.

 

Azad kahkahalar arasında dizlerini tutuyordu. Dila ise elindeki tahta kaşığı havaya kaldırıp "da!" diye bağırdı; sanki tatlının tamamlandığını ilan eder gibiydi.

 

Dilda ise Vanessa'nın bacağına yaslanmış, yüzündeki yumurta lekesiyle gülücük saçıyordu.

 

Efsun çaresizce başını iki yana salladı, kahkahasının arasından sesini zorla çıkardı

" Siz dördünüz bir araya gelince evin hali bu mu oluyor?"

 

Vanessa ise gülümseyerek ellerini havaya kaldırdı, omuzlarını silkti

" Ne yapalım? Onlar bana çekmişler. Birazcık yaramaz, ama çok tatlılar..."

 

Mutfak, o gece kahkahaların ve şamatadan çıkan tatlı seslerin yuvası olmuştu. Un havada ince bir sis gibi dolaşıyor, yumurta sarılarının parlaklığı tezgâhın her yerine bulaşmış haldeydi. Vanessa hâlâ masum bir ifadeyle karıştırmaya çalışıyor, Agir ise yüzünde unla kaplı gülücükle elindeki tahta kaşığı sallıyordu.

 

Tam o anda kapının önünde duran Efsun ve Azad da bu curcunaya katılmaya karar verdi. Azad, biraz ciddiyetle önlüğünü bağladı, tezgâhın önüne geçti.

 

Bir yandan yumurtaları kırıyor, bir yandan da öyle bir gayretle çırpıyordu ki sanki gerçekten mutfağın baş aşçısı oydu.

 

Kasenin içinden yükselen köpüklerin sesi mutfağı doldururken, Efsun sessizce gülümseyerek ellerine un doldurdu.

 

Azad'ın sırtına yaklaşırken gözlerinde muzip bir parıltı belirdi.

 

Ve puf! bir avuç un Azad'ın yüzüne patladı.

Unun beyaz tozları havaya savrulup yere yağarken Azad şaşkınlıkla durdu. Gözlerini kırpıştırdı, ama kirpikleri bile unla kaplanmıştı. Yanakları, saçının önleri, hatta sakalının uçları bile beyaz bir tabakaya bürünmüştü.

 

Bir anlık sessizlik oldu; sonra Azad başını ağır ağır kaldırıp Efsun'a baktı.

" Sen... bana bunu yaptın, öyle mi?" dedi, gözlerinde tehditten çok kahkaha saklı bir parıltı vardı.

 

Efsun kahkahayı bastı. Eğilip bir avuç daha un alacak gibi oldu, ama Azad kasenin içinden çırpılmış yumurtayı kaşıkla aldı, tehlikeli bir şekilde salladı.

 

O an Agir ve Vanessa da oyuna dâhil oldular. Agir bir avuç unu Vanessa'ya fırlattı; Vanessa" sen bittin!" diyerek un torbasını eline aldı.

 

Birkaç saniye içinde mutfak bir savaş alanına dönüştü: Azad, Efsun'un peşinden kovalıyor, un taneleri havada kar yağıyormuş gibi savruluyordu. Vanessa, kahkahalarla Agir'i kovalarken onun yüzünü bembeyaz etti.

 

Ve bu manzara karşısında Dila ve Dilda...

 

İkizler büyük büyük gözlerle bu çılgınlığa bakıyorlardı. Sonra kahkahalarla karışık bu hengâmeyi gördüklerinde emeklemeye başladılar.

 

Önce halının üzerine, sonra koridora... Sanki oyunun en eğlenceli kısmını kaçırmamak ister gibi birbirlerinin peşinden hızla sürünerek uzaklaştılar.

 

Bir süre sonra kahkahaların içinde fark edildi ki... bebekler yok.

 

Agir gözlerini büyüterek etrafına bakındı.

"Anneee... kızlar nerede? "dedi, sesinde telaş vardı.

 

O anda içeriden, salonun derinlerinden bir kırılma sesi geldi. Hepininin kalbi bir an durdu. Azad hızla kasesini bırakıp önde koştu, diğerleri de peşine düştü.

 

Salonun ortasına vardıklarında gördükleri manzara, hepsini olduğu yerde dondurdu.

 

Dila halının üzerine oturmuş, minicik elleriyle alkış yaparak birbirine vuruyordu, gözlerinde şaşkın bir parıltıyla karşısında duran kardeşine bakıyordu.

 

Dilda ise ilk kez, titrek adımlarla doğrulmuştu. Küçücük ayakları halıya basıyor, kolları yana doğru açılmış, dengesini bulmaya çalışıyordu.

 

Bir, iki, üç adım... Sonra tam Dila'nın önüne geldi. Dizlerinin üzerine çöktü, ellerini çırpan kardeşine gülümsedi.

 

Dila kahkaha atarak ellerini Dilda'ya uzattı. Dilda da sendeleyerek kardeşinin karşısına oturdu.

 

Herkes şok olmuştu.

 

Efsun'un gözleri doldu, elleri ağzına gitti. "yürüdü! Benim kızım yürüdü!"

 

Azad'ın yüzünde önce şaşkınlık, sonra tarifsiz bir gurur belirdi. Gözleri parladı, sanki o minicik adımların hepsi kalbine işlenmişti. Vanessa ağzı açık kaldı, gözlerinden yaşlar süzüldü. Agir ise küçük kardeşine doğru diz çöktü, heyecandan sesi titredi.

 

"Dilda... sen yürüdün!"

 

Küçük kızların gülüşleri, evin duvarlarında yankılandı. O anda unla kaplı mutfak, yumurta parçaları, her şey unutuldu.

 

O gecenin tek hatırlanacak anısı, Dilda'nın ilk adımları ve Dila'nın kahkahaları olacaktı.

 

villanın içinde yumuşak bir huzur hâkimdi. Gün boyu kahkahalarla evi şenlendiren Dila ve Dilda artık iyice yorulmuşlardı.

 

Gözlerinde uykusuzluğun ağırlığı vardı ama yine de yaramazlık peşini bırakmıyordu. Efsun kızlarını kucağına alırken Azad da banyoyu hazırlamak için önden gitmişti. Küvetin içine küçük bebek küvetlerini yerleştirmiş, ılık suyun içine birkaç damla bebek şampuanı damlatmıştı.

 

O mis gibi sabun kokusu banyoyu sarmış, buhar hafifçe aynayı buğulamıştı.

Efsun ikizleri kucağında banyoya girince gülümsedi.

 

"hazır mısınız? Bugün çok koştunuz, çok güldünüz... Şimdi mis gibi olacaksınız, "dedi, sesi bir ninni gibi yumuşaktı.

 

Azad kollarını sıvayıp onları almak için Efsun'a yaklaştı. İlk önce Dila'yı kucağına aldı, sonra küçük gövdesini nazikçe suya indirdi. Dila önce irkilmiş gibi oldu, sonra suyun sıcaklığını hissedince tatlı bir kahkaha attı. Minicik elleriyle suyu çırptı, damlalar etrafa sıçradı.

 

Azad'ın yüzüne gelen su damlacıkları bile ona mutluluk gibi geliyordu.

 

"Bak... suyla kavga ediyor," dedi Azad, gözlerinden gülümseme taşarken.

Efsun ise Dilda'yı kucağına aldı, narin bir şekilde onun da üzerindeki giysileri çıkardı. Dilda biraz mızmızlansa da annesinin saçlarını tutup kokusuna sığındı.

 

Efsun yavaşça kızını suya indirdiğinde, Dilda önce "ahh" der gibi dudaklarını büzdü ama sonra kardeşine bakıp o da gülmeye başladı.

 

İkizler yan yana küçük küvetlerinde, sudaki hareketleriyle adeta oyun kurmuş gibiydiler. Dila suyu çırptıkça damlacıklar Dilda'nın yüzüne sıçrıyor, Dilda da kahkaha atarak ona bakıyordu. İki minik bedenin kahkahaları, banyodaki en güzel şarkıya dönüşmüştü.

 

Azad, Dila'nın başını usulca destekleyip bebek şampuanını köpürttü. Parmaklarıyla minik saçlarını nazikçe ovarken, kızının gözleri yarı kapalı, rahatlamış bir şekilde annesine bakıyordu.

 

" kızımın saçları babasının ellerinde ışıldıyor," dedi Azad, sesi şefkat doluydu.

 

Efsun da Dilda'yı köpürtüyordu. Parmaklarının arasında ipek gibi yumuşak saçlarını yıkarken kızının kokusu burnuna doldu. İçinden "Rabbim sana şükürler olsun" diye geçirdi.

 

Dilda da annesinin saçlarını yakalamış, ıslak parmaklarıyla sıkıca tutmuştu.

 

Bir ara ikizler öyle bir güldüler ki, su damlaları hem Efsun'un hem de Azad'ın yüzüne sıçradı. Efsun kahkahayı bastı:

"babalarına bile su sıçratıyorlar!"

 

Azad başını sallayıp ciddi bir ifade takındı.

"Ben zaten bu evde en çok ıslanan kişiyim... Hem gözyaşlarıyla, hem kahkahalarla, hem de şimdi bu sularla... Ama en güzeli bu, "dedi ve kızının yanaklarına usulca dokundu.

 

Yıkama faslı bittikten sonra, Efsun havluları hazırladı. İlk önce Dila'yı Azad'ın ellerinden alıp kocaman, yumuşacık beyaz havluya sardı. Küçük kız, havlunun sıcaklığında usulca gözlerini kapatıp mırıldanır gibi sesler çıkardı.

 

Ardından Dilda'yı da aynı şekilde havlunun arasına aldı. İkizler kucaklarında, mis gibi sabun kokusuyla anne ve babalarının göğsüne yaslandılar.

 

Banyodan çıkarken Efsun gözlerinden mutlulukla süzülen yaşları gizleyemedi.

" Onlar sadece kızım değil Azad... Benim yeniden doğuşum, "dedi fısıldayarak.

 

Azad gözleri parıldayarak ona baktı.

"Sen varsın diye biz varız, Dildar. Onların kahkahaları, senin nefesinden hayat buluyor"dedi ve kızların minik başlarına öpücükler kondurdu.

 

İkizlerin sabun ve anne-baba kokusu birbirine karışmıştı. O gece banyo sadece temizlik değil; aile olmanın en saf, en güzel haliydi.

 

Devam edecek 🩷

 

Bölüm : 15.11.2025 16:30 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...