39. Bölüm

35- Bölüm

ŞEVVAL ALPAR
lavinia_x21

YAZAR'DAN

 

Sabah güneşi villanın geniş pencerelerinden içeri sızıyor, salonun masasına ince bir altın rengi serpiyordu. Masada taze pişmiş ekmeklerin kokusu, kaynamış çayın buharı ve tereyağının hafif kokusu vardı. Kahvaltı sofrası kurulmuş, herkes sandalyelerine yerleşmişti. Efsun, Dila ve Dilda’nın önlerine küçük çubuk krakerler koymuş, Azad ise Agir’e yumurta soyuyordu.

 

Tam o sırada kapıdan Ali içeri girdi. Üzerinde yol yorgunluğu belli olan bir ceket, gözlerinde ise derin bir tereddüt vardı. İçeri adım attığında önce herkesle selamlaştı ama bakışları hemen Vanessa’ya kaydı. Onu gördüğü anda kalbinin ritmi hızlandı, ancak Vanessa başını bile kaldırmadı. Sessizce tabağına peynir koyuyor, sanki Ali orada yokmuş gibi davranıyordu.

 

Azad ve Efsun, ikisinin arasındaki gerginliği sezmişti. Azad göz ucuyla Efsun’a baktı, o da başıyla onayladı. Azad masadan kalkarken, onlara baktı

" Biz çocukları biraz bahçeye çıkaralım, hava çok güzel… Hem onlar da oynasınlar."

 

Efsun kızlarını kucağına aldı, Agir de babasının elini tuttu. Hep birlikte bahçeye çıkarken kapı kapanmadan önce Azad’ın Ali’ye kısa, ama anlamlı bir bakışı oldu. “Fırsatını kullan” der gibiydi.

 

Salon bir anda sessizleşti. Sadece masanın üzerindeki fincandan yükselen çayın buharı ve dışarıdan gelen kuş cıvıltıları vardı. Vanessa, masadaki ekmeğin köşesini küçük küçük koparıp tabağına koyuyor ama yemiyordu. Ali derin bir nefes aldı, boğazındaki düğümü çözmek ister gibi konuşmaya başladı.

 

"İyi misin? diye sordu kısık ama titrek bir sesle.

 

Vanessa bakışlarını tabağından kaldırmadı.

" İyiyim, "dedi kısa ve soğuk bir cevapla.

 

Ali’nin yüreği daha da sıkıştı. Bir an sessizlik oldu. O sessizlik Ali’nin içinde büyüdü, dayanılmaz bir ağırlığa dönüştü.

 

Sonunda gözlerini onun üzerine dikip, sesindeki pişmanlıkla patladı:

"Özür dilerim!"

 

Vanessa hâlâ bakmıyordu ama parmakları ekmeği parçalamayı bırakmıştı. Ali devam etti, kelimeleri birbiri ardına döküldü:

" O gün… O öpücük… Sana “hataydı” dediğimde… Yüreğimdeki korkuydu konuşan, gururumdu. Kalbim değildi."

 

Ali’nin sesi titriyordu, gözlerinde ise hem suçluluk hem özlem okunuyordu. Ellerini masanın üzerine koydu, avuçlarını sıkıp bıraktı.

 

"O kelimeyi söylediğimden beri huzur bulamadım. Ne zaman uyusam, ne zaman nefes alsam aklıma sen geldin. Ama senin gözlerinde o kırgınlığı görmek… beni mahvediyor."

 

Vanessa derin bir nefes aldı, gözleri hâlâ masadaydı. Sanki bakarsa, o gözlerin içindeki samimiyetle kırgınlığı çatışacaktı. Dudaklarını ısırdı, boğazında bir şey düğümlendi.

 

Ali yavaşça sesini alçalttı:

"Affet demiyorum… Belki affetmeyeceksin. Ama bil ki… ben o gün sana tek ihanet etmedim. Kendime, kalbime de ettim"

 

Vanessa nihayet başını kaldırdı. Gözleri Ali’nin gözlerine değdiğinde içindeki fırtına büyüdü. Bakışlarında hem öfke hem de hâlâ söndüremediği bir ateş vardı.

 

Ama dudaklarından çıkan kelimeler kısa, sert ve yaralayıcıydı:

" Biliyorum."Ve tekrar sustu.

 

Ali, o tek kelimenin içinde bütün yargıyı hissetti. Ama yine de, en azından konuşmuş olmanın ağırlığını üzerinden atmıştı. Vanessa ise kalbinin karmaşasında boğulurken, gözlerini tekrar tabağına indirdi.

 

"Konuşmak istiyorum" dedi Ali fısıldayarak.

 

Vanessa, Ali’nin gözlerine baktığında içinde yanan fırtına daha da şiddetlendi. Kalbi küt küt atıyor ama gururu, kırgınlığı onu zincirliyordu. Masada daha fazla oturamadı. Sandalyeyi gıcırtıyla itti, ani bir hareketle ayağa kalktı. Sesinde belli belirsiz bir titreme vardı:

 

" Benim konuşacak bir şeyim yok, Ali."

 

Ve hızlı adımlarla merdivenlere yöneldi. Ayak sesleri salonda yankılanırken, Ali olduğu yerde birkaç saniye kaldı. Ama sonra derin bir nefes alıp, gözlerindeki kararlılıkla peşine düştü.

 

Vanessa odasına girip kapıyı kapatmaya çalıştı ama Ali arkasından yetişip eliyle kapıyı tuttu. Vanessa sinirle dönüp baktı.

 

"Git buradan Ali! Yeterince zarar verdin zaten!"

 

Ali’nin yüzünde inatçı bir ifade vardı.

"Gitmeyeceğim. Bu sefer değil, hep sustum, hep kaçtım. Ama senden kaçamayacağımı anladım."

 

Vanessa sesini yükseltti, gözlerinde öfke parlıyordu:

" Ben istemiyorum! Anlamıyor musun? Sen bana “hataydı” dedin! Ben senin hatan değilim!"

 

Bu sözler Ali’nin kalbine bir bıçak gibi saplandı. Birkaç saniye sessizlik oldu.

 

Vanessa nefes nefese kalmıştı. Ali, bir adım öne çıktı, gözleri Vanessa’nın gözlerine kilitlendi. Sesinde kararlılık ve kırgınlığın iç içe geçtiği bir ton vardı:

" Evet, o kelimeyi söyledim… Ama bin defa pişman oldum. Ne kadar bağırırsan bağır, gitmemi istersen iste… artık gitmeyeceğim"

 

Vanessa tam tekrar bağıracakken, Ali birden beline sarıldı. Onu kendine doğru çekti, Vanessa şokla Ali’nin göğsüne çarptı.

" Bırak beni!" diye haykırdı Vanessa, elleri Ali’nin omuzlarını itiyordu.

 

Ama Ali vazgeçmedi. Başını eğdi, dudaklarını onun dudaklarına bastırdı.

 

İlk başta Vanessa tüm gücüyle itmeye çalıştı, kalbi çılgınca atıyordu. Ama Ali’nin öpüşü şiddetliydi, tutuşu kararlıydı. İçinde sakladığı özlemi, kırılmışlıkları, sevgiyi tek bir anda döküyordu.

 

Vanessa nefessiz kaldı, çırpındı… ama o çırpınış bir süre sonra titrek bir tereddüte dönüştü. Kalbi hızla çarpıyor, nefesi kesiliyordu. Ve sonunda… elleri yavaşça Ali’nin gömleğini tutmaya başladı.

 

Direnci kırıldı. Dudakları önce tereddütle, sonra daha istekle karşılık verdi. O an, tüm öfke ve kırgınlık bir anlığına eridi.

 

Dudakları ayrıldığında ikisi de nefes nefeseydi. Vanessa’nın yanakları kızarmış, gözlerinde hem şaşkınlık hem de bastıramadığı bir duygu parlıyordu. Ali, hâlâ belinden sarılı tuttuğu Vanessa’nın alnına yasladı kendi alnını. Gözlerinde yemin gibi bir kararlılık vardı.

 

Fısıldar gibi ama kalbinin en derininden gelen bir sesle konuştu:

" Söz veriyorum, yaban çiçeği… Seni asla incitmeyeceğim. Bana bir şans ver."

 

Vanessa’nın kalbi yerinden çıkacak gibiydi. Bir an gözlerini kapattı, nefesini tuttu.

 

İçinde hem kırgınlığı hem de özlemi çarpışıyordu. Dudaklarının kenarında belli belirsiz bir titreme vardı. Ali’nin sözleri kulaklarında yankılanırken, kollarını onun göğsünden çekmedi…

 

O an Vanessa’nın cevabı kelimelerle değil, sessizliğiyle verilmişti.

 

Bahçenin bir köşesinde ise salıncak nazlı nazlı sallanıyor, Azad elleriyle ipleri tutmuş, Agir’i ritmik bir şekilde sallıyordu. Agir'in kahkahaları, kuş sesleriyle yarışır gibiydi.

 

Efsun ise çimenlerin üzerine serdiği ince örtünün üzerinde oturuyordu. Karşısında, tombul yanakları güneşte parlayan ikizleri, Dila ve Dilda vardı. Küçük kızlar minik kollarını havaya kaldırmış, bir sağa bir sola sallanıyor, bazen anlamsız sesler çıkararak kahkahalar atıyorlardı.

 

Efsun’un gözlerinde ışıltı, sesinde tatlı bir sabırsızlık vardı:

"Hadi bakalım kızlarım… Bakın bana. An-ne… desenize. An-ne…"

 

Dila, yeşil gözlerini kocaman açıp annesine baktı, dudaklarını büzüştürdü. Ağzından çıkan ilk ses ise “Aaaa…” oldu. Ama devamı gelmeyince kahkaha atıp ellerini çırptı.

 

Dilda ise daha da ciddi bir yüz ifadesiyle annesinin dudaklarını dikkatle izledi. Sonra büyük bir çaba sarf ediyormuş gibi kocaman ağzını açıp:

"Ba-ba! diye bağırdı.

 

Efsun şaşkınlıkla kızına baktı.

" Hayır, kızım! Ba-ba değil… An-ne!"

 

O anda arkasından Azad’ın kahkahası duyuldu. ipleri bir an bırakarak Agir’i sabit tuttu, başını çevirip Efsun’a seslendi:

"Bence çok net söylediler kızlarım… Biri “abi” dedi, biri de “baba” Annenin şansı az gibi yawrum"

 

Agir de salıncakta kahkahalar atıyordu.

"Anneee! Hadi kızlar, deyin, anne!"

 

Ama ikizler, abilerini daha çok dikkate almış gibiydi. Dila, birden kıkırdayarak Agir’e döndü, küçük elini havaya kaldırıp,

"Ab-biii!" diye çabaladı.

 

Agir’in gözleri parladı, sevinçle salıncaktan atlamak ister gibi ileri atıldı.

"Anne! Anne duydun mu? Yine Bana abi dedi!"

 

Efsun’un yüzü bir anda hem şaşkın hem de komik bir ifadeye büründü. Dudaklarını büzüştürüp hayıflandı:

"Olacak şey mi bu şimdi? Siz dördünüz birlik oldunuz bana karşı!"

 

Azad kahkahalarına engel olamıyordu. Gözleri mutlulukla ışıldıyordu, ipleri bıraktı ve yavaş adımlarla Efsun’un yanına geldi. Yere oturdu, kızlarını kucağına almak istedi ama Dilda ondan kaçıp emekleyerek annesinin eteğine yapıştı. Dila ise oturduğu yerde kahkaha ata ata kendi etrafında dönmeye çalışıyordu.

 

Efsun kollarını açtı, ikisini birden yanına çekmeye çalıştı. İkizler bu sefer de minik oyunlarına başladı: Dilda annesinin saçlarını tutuyor, Dila da babasına dönüp “Ba-ba” diye bağırıyordu.

 

Efsun çaresiz bir şekilde kızlarını izlerken, Azad gülmekten gözlerinden yaşlar geliyordu.

 

"Görüyorsun değil mi? Bu iş senin düşündüğün kadar kolay olmayacak. Önce “anne” demek istemiyorlar. Onlar önce evin erkeklerini seçtiler!"

 

Efsun dudaklarını büzerek kızlarına bakıp şakayla karışık söylendi:

"Size küstüm! Küstüm vallahi…"

 

Ama o sırada ikizlerden biri, Dilda, annesinin yüzüne iyice sokuldu ve yanaklarını minik elleriyle kavrayarak ona kocaman, salyalar içinde bir öpücük kondurdu. Diğeri Dila ise kahkahalarla babasının kucağına tırmanmaya çalışıyordu.

 

Azad gülerek kızını kucağına aldı, Dila’nın yüzünü öpücüklere boğdu.

 

"Baksana, “anne” demeseler de seni çok seviyorlar. Söz, günü gelecek ilk kelimeleri senin için olacak."

 

Efsun, kızlarının yüzündeki saf mutluluğa baktı, gözleri doldu. Onların kahkahaları, bahçeyi dolduran kuş sesleriyle birleşiyor, hayatın bütün zorluklarını unutturuyordu.

 

2 Yıl sonra

 

İki yıl geçmiş, villanın salonu güneş ışığıyla dolarken Dila ve Dilda artık yürümeyi öğrenmiş, yüzleri iyice belirginleşmiş, karakterleri de dışa vurulmaya başlamıştı.

 

Dilda’nın kehribar gözleri meraklı ve parlak, siyah saçları hafif dalgalı; Dila’nın yeşil gözleri ise canlı, kumral saçları gün ışığında ışıldıyordu. Agir ise on yaşına gelmiş, artık daha uzun, güçlü ve enerjik bir çocuk olmuştu; okuldan eve dönerken çantası omzunda, adımlarında hafif bir acele vardı.

 

Kapı açıldığında Agir’i gören Dila ve Dilda hemen fark etti. Küçük ayaklarıyla hızla salona doğru koşmaya başladılar; kahkahaları bütün evi dolduruyordu. İkisi de neredeyse aynı anda Agir’in bacaklarına sarıldılar, birbirlerini de hafifçe iterek kimin önce sarılacağını belirlemeye çalışıyorlardı.

 

Agir bir anda durdu, hafifçe eğildi ve ikisinin saçlarını elleriyle okşadı. Önce Dila’nın saçlarından hafifçe öptü, ardından Dilda’ya döndü ve onun da saçlarından öpücükler kondurdu. Küçük kızların yüzlerinde tarifsiz bir mutluluk ve güven vardı; Agir’in sıcak ve sevgi dolu davranışları onları hem güldürmüş hem de sakinleştirmişti.

 

Azad, biraz geriden onları izlerken hafifçe gülümsedi; oğlunun küçük kardeşlerine karşı gösterdiği sevgi ve sabır, içini ısıtan bir manzara oluşturuyordu. Agir, kızlarla göz göze geldiğinde hafifçe gülümsedi, saçlarını okşayarak:

" Büyümüşsünüz ama hâlâ benim küçük miniklerimsiniz, değil mi?" dedi.

 

Küçük kızlar birer kahkaha patlatıp:

"Evet, abiiii!" diye bağırdılar.

 

Mutfaktan çıkan Efsun, salonun kapısında Agir’in geldiğini fark etti. Çantasını omzundan atan, biraz yorgun ve sessiz adımlarla yürüyen oğluna doğru hızla yürüdü. Agir’in saçlarını okşayarak kocaman bir öpücük kondurdu:

 

" Günün nasıl geçti, Ateşim?"diye sordu Efsun, gözleri merak ve şefkatle parlıyordu.

 

Ancak Agir’in yüzü somuktu, omuzları hafifçe düşük, bakışları önünde boşluğa dalmıştı. Efsun hafifçe kaşlarını çattı ve Azad’a baktı; o da sessizce omuz silkti ve fısıldadı"Okulda kavga etmiş…"

 

Efsun hemen Agir’e döndü:"Ne oldu oğlum? Neden kavga ettin?"

 

Agir başını kaldırıp bakışlarını Efsun’un gözlerine dikti, sesi biraz titrek ama kararlıydı" Biri üzerime meyve suyu döktü… Özür dilemek yerine bana kızıp önüme bakmamı söyledi."

 

Efsun gözlerini kısarak hafifçe kızgın bir tonla karşılık verdi:

" Agir, böyle şeyler yüzünden kavga edemezsin! İnsanlar hata yapabilir, ama sen onları kavga ile cezalandıramazsın!"

 

Agir annesine sertçe baktı, gözlerinde hem öfke hem de haksızlığa uğramışlık hissi vardı" Anne… haksız değildim!"

 

Efsun derin bir nefes aldı ve biraz daha sert bir tonla ona karşı çıktı" Ama artık öylesin!"

 

Agir sinirle dişlerini sıktı, gözlerini devirdi ve odasına doğru yürüdü, kapıyı sertçe kapattı. Efsun bir an durdu, içini sızlayan bir hisle Azad’a döndü.

 

Azad hemen yanına yaklaştı, elini omzuna koydu ve sakinleştirici bir tonla:

"Sakin ol, sadece üzgün… biraz zaman ver."

 

Efsun derin bir nefes alıp Azad’a gülümsedi, ama gözleri hâlâ endişeliydi. O sırada Dila ve Dilda, abilerinin odasına doğru emekleyerek geldiler. Agir’in üzgün ve içine kapanık halini görünce durdular, sonra yavaşça yanına yürüyüp, küçük elleriyle sarıldılar.

 

Agir önce şaşkın bir şekilde onları fark etti, sonra yavaşça dizlerinin üzerine çöktü ve küçük kızların sarılışına karşılık verdi.

 

Dilda başını Agir’in omzuna yasladı, Dila ise saçlarından hafifçe tuttu. Küçük bedenlerinin sıcaklığı ve masum sevgisi, Agir’in sinirini ve üzüntüsünü biraz olsun eritti.

 

Akşam yemeği vaktiydi. Masadaki ışık yumuşak sarı tonuyla odayı dolduruyordu. Yemek kokuları mutfağı ve salonu sarmış, masanın etrafındaki küçük kızların cıvıl cıvıl sesleri bütün evi neşeyle dolduruyordu.

 

Efsun, masanın başında otururken, gözleri hafif dalgın bir şekilde Agir’in odadan çıkışını ve yemek masasına yaklaşmasını takip ediyordu. İçinde hem endişe hem de sevgi karışımı bir his vardı; Agir’in yüzündeki gerginliği fark etmişti ama bu gerginliği kırmak, onu rahatlatmak istiyordu. Küçük kızların “Baba, baba!” sesleri odanın köşesinden yükseliyor ama aynı zamanda Agir’e doğru koşuyorlardı.

 

Agir masaya geldiğinde, Dila ve Dilda birer adım atıp onun bacaklarına sarıldılar. Agir dizlerini hafifçe büküp, önce Dila’nın, sonra Dilda’nın saçlarını okşadı, ardından her birini öperek kucağına aldı. Küçük kızlar hafifçe gülerek kucağında doğrulmaya çalışıyor, minik elleriyle Agir’in boynuna sarılıyorlardı.

 

Efsun, bu manzarayı izlerken kendini masadaki sandalyede yarı unutulmuş gibi hissetti. İçinde tuhaf bir sıcaklık ve huzur vardı, ama aklı tamamen Agir’deydi.

 

Onun küçük kızlarıyla olan samimiyeti, onlara gösterdiği özen, Efsun’un yumuşak bir gülümseme takınmasına yetiyordu.

 

Gözleri masadaki hareketi takip ederken, elleri kendi dizinin üzerinde duruyor, konuşmaları duymazdan geliyor, Agir’in her hareketini sessiz bir dikkatle izliyordu.

 

Agir, kızlarının kucağında hafifçe sallanırken gülümsüyordu. Dila’nın yeşil gözleri ona bakıyor, Dilda’nın kehribar gözleri parlıyordu. Küçük kahkahaları, abilerinin yüzüne yansıyor, salonu tatlı bir neşe ile dolduruyordu.

 

Efsun, onun bu anını izlerken içten bir mutluluk duyuyor, ama aynı zamanda kalbinin hızla çarptığını hissediyordu.

 

Masadaki yemek neredeyse ona ulaşmıyor, çünkü düşünceleri tamamen Agir ve kızlar üzerindeydi.

 

Agir masanın kenarına oturduğunda, küçük kızlar hâlâ kucağında, Efsun sessizce onların yanına yaklaşıp göz ucuyla Agir’i izledi. İçten bir gülümseme, hafif bir heyecan ve sevgi dolu bir bakış karışımıyla, masadaki huzur ve aile sıcaklığı her köşeye yayılıyordu. Efsun’un dalgın bakışları, Agir’in çevresindeki küçük kaosu izlerken, içinde tarif edilemez bir tatlılık ve koruma isteği uyandırıyordu.

~~

 

Sabah güneşi perdelerden sızan yumuşak ışıklarıyla odaya doluyordu. Efsun gözlerini ağır ağır açtı, yorgun ama huzurlu bir uyku sonrası sessizliği dinledi. İlk iş olarak odadan sessizce çıktı; küçük ayak sesleriyle Dila ve Dilda’nın odasına gitti.

 

Kızlar hâlâ gözlerini yeni açmış, birbirlerine sarılmış minik hallerindeydi. Efsun onlara hafifçe gülümsedi, yanlarına eğilip saçlarını okşadı, yüzlerindeki uykulu ama tatlı ifadeleri gördükçe kalbi eriyordu.

 

Ardından Agir’in odasına yöneldi. Kapıyı araladı ve oğlu hâlâ battaniyesine sarılmış uyuyordu. Efsun dizlerinin üzerine çöktü, Agir’in alnını öptü ve “Günaydın, Ateşim” dedi. Agir uykulu bir şekilde mırıldandı, hafifçe gülümsedi, Efsun de içten bir gülümsemeyle odadan çıktı.

 

Kendi odasına döndüğünde Azad’ın yanına doğru yürüdü; Azad hâlâ gözlerini kapamış, sessiz bir şekilde uyuyordu. Efsun yavaşça yanına yaslandı, başını omzuna dayamak istedi. Tam o sırada midesinde hafif ama keskin bir bulantı hissetti.

 

yavaşça doğrulup lavaboya yöneldi, elleriyle lavabonun kenarına tutunarak hafifçe kendini tuttu. Bulantı kısa süreliydi ama Efsun’un zihninde bir şüphe belirdi.

 

Kendine sorular sormaya başladı: “Acaba… olabilir mi?” Kalbi hızlı atmaya başladı, içi bir heyecan ve endişe karışımıyla doldu.

 

Sessizce banyoya yöneldi, çekmeceden test çubuğunu aldı ve talimatları dikkatle izledi. Parmakları hafifçe titriyordu, nefesini tutarak çubuğu test sıvısına batırdı ve ardından saniyeleri uzun bir an gibi bekledi.

 

Bir yandan aklı korku ve umut arasında gidip geliyordu. Sonra… testin çizgileri belirginleşti, ikinci çizgi net bir şekilde ortaya çıktı. Pozitif.

 

Efsun önce gözlerine inanamadı, sonra nefesini tutarak ellerini yüzüne kapadı. Bir yandan korku, bir yandan tarifsiz bir sevinç dalgası içini kapladı.

 

Hızla aynaya koştu, gözleri dolu dolu kendi yansımasına baktı. “Gerçekten…hamileyim,” diye fısıldadı.

 

Kalbi hem hızla çarpıyor hem de hafif bir huzur dalgasıyla doluyordu. Bu haberin ağırlığını ve mutluluğunu Azad’a söylemeyi düşündü; Yavaşça yatağa döndü, Azad hâlâ uyuyordu. Başını omzuna dayayarak içten bir nefes aldı ve sessizce mırıldandı: “Yeni bir hayat… bizimle geliyor.”

 

Efsun derin bir nefes aldı ve Azad’ın Yavaşça omzuna dokunup hafifçe salladı: “Azad, uyan!” Ama Azad gözlerini açmadan, mırıldanarak: “Beş dakika daha…” dedi.

 

Efsun dudaklarını ısırarak gülümsedi, biraz daha sertçe sarsmayı denedi: “Azad! uyan!”

Uyanmadı...

 

“Azad!” diye bağırdı Efsun sinirle.

 

Azad nihayet irkildi, gözlerini açtı ve saçları dağılmış bir halde oturdu. “Ne oluyor?!” diye bağırdı, biraz şaşkın, biraz da uykulu.

 

Efsun gözlerine bakıp kalbini hızla çarpan sesiyle fısıldadı: “Hamileyim…”

 

Azad bir an öylece durdu, sonra gözleri kocaman açıldı,

 

"Ne?" Diye fısıldadı şaşkınlıkla.

 

Efsun ona bakıp güldüğünde Dila ve Dilda, koşa koşa geldiler. İkizler hâlâ pijamalarıyla, saçları hafif dağılmış, iki yaşın tüm masum ve komik halleriyle “Anne! Baba!” diye bağırıyor, Azad’a ve Efsun’a sarılmak için birbirleriyle yarışıyorlardı. Efsun onları kucakladı, gülmekten gözleri doldu.

 

Koridordan uykulu bir şekilde Agir’in ayak sesleri geldi. Kapıyı araladığında hâlâ yarı uykulu, saçları karışık, gözleri yarı kapalı hâlde duruyordu. "Anne ne oldu?" Diye sordu.

 

Efsun kızları yerine bıraktığında ellerini Agir’in omuzlarına koydu ve gülümseyerek fısıldadı: “Tekrar abi olacaksın, bebek geliyor”

 

Agir bir an donakaldı, gözleri şaşkınlıkla büyüdü, sonra yavaşça bir gülümseme yayıldı yüzüne. “Gerçekten mi?” diye mırıldandı, sonra hemen odadaki küçük kız kardeşlerine döndü. “Kızlar! Yeni bir bebek geliyor!”

 

Dila ve Dilda“Bebek, bebek!” diye bağırarak Agir’in etrafında dönmeye başladılar. Agir onları kucakladı, önce Dila’yı, sonra Dilda’yı; minik bedenlerini hafifçe göğe kaldırıp döndürdü. İkizler kahkahalar atıyor, küçük ayakları havada uçarcasına hareket ediyordu.

 

Efsun hâlâ şaşkın bir sevinçle duruyordu. “Azad…” dedi, sesi titrek ama dolu doluydu. Azad bir an gözlerini kırpıştırdı, sonra kocaman bir gülümsemeyle Efsun’a doğru koştu.

 

“Yemin et! Bir evlat daha mı geliyor?” diye sordu heyecanla. Efsun başını salladı, “Evet! bir evlat daha geliyor”

 

Azad ne düşündüğünü bilemeden, bir anda Efsun’u kucağına aldı. Efsun bir anlık şaşkınlıkla sonra yüksek bir çığlık attı, kahkahaları odada yankılandı. Azad hafifçe döndürmeye başladı, Efsun’un saçları havada savruluyor, gözleri parlıyor, kahkahalar ve çığlıklar birbirine karışıyordu.

 

Azad, Efsun’u kucağında döndürürken, minik kızların kahkahaları arasında Efsun’un yüzünde şaşkınlık ve mutluluğun karışımı vardı. “Azad, dur, dur, yoksa kusacağım!” diye bağırdı ama sesi gülmekten kesiliyordu.

 

Azad hafifçe durdu, ama sonra tekrar döndürdü, Efsun’un çığlıkları neşeyle karıştı.

 

Azad sonunda Efsun’u nazikçe yere indirdi, ama hala elleri onun omuzlarından kaymadı. Göz göze geldiler, Azad’ın gözleri sevinçle parlıyordu. Efsun hâlâ nefes nefese, kalbi hızlı hızlı atıyordu, dudaklarında geniş bir gülümseme vardı.

 

O an odada bir karmaşa ve mutluluk karışımı vardı: Azad’ın coşkulu kucaklamaları, Efsun’un çığlıkları, ikizlerin kahkahaları ve Agir’in abilik gururuyla dolu sevinçli hareketleri. Hepsi, yeni bir hayatın haberiyle birleşmiş, sabahın yumuşak ışığı altında tarifsiz bir sıcaklık yaratmıştı.

 

 

Devam edecek 🩷

 

 

Bölüm : 15.11.2025 18:21 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...