40. Bölüm

36- BÖLÜM FİNAL

ŞEVVAL ALPAR
lavinia_x21

YAZAR'DAN

 

Sabah güneşi mutfağın pencerelerinden içeri süzülüyor, masadaki kahvaltının üzerinde altın sarısı ışıklar oluşturuyordu.

 

Efsun hâlâ hafif heyecanla etrafa bakıyor, minik kızlar Dila ve Dilda masanın etrafında zıplıyor, kahkahalarıyla sabahı dolduruyordu. Agir, biraz uzaktan, annesinin mutluluk dolu yüzünü izliyor, küçük kız kardeşlerinin şen kahkahalarına katılıyordu.

 

Dış kapı açılıp kapandığında Vannesa ve Ali el ele içeri girdi.

 

Evet Vannesa kendine anahtar yaptırmıştı Vannesa, önce minik kahkaha atan Dila ve Dilda’nın yanına koştu, onları kucaklayıp saçlarını okşadı, yanaklarını öptü. Kızlar küçük ellerini uzatıp onun saçlarını çekmeye çalıştı, ama bu daha çok kahkahalara yol açtı.

 

Ardından Agir’e yöneldi, gözlerinin içine baktı. Agir, biraz uykulu ama şaşkın bir ifadeyle ona bakarken, Vannesa alnını onun alnına yaklaştırıp büyük bir öpücük kondurdu.

“Teyze!” dedi Agir gülerek, “Yaşlanıyorsun.”

 

Vannesa kaşlarını çattı, hafifçe dudak bükerek cevap verdi:

“O ne demek be! Ben hâlâ genç ve güzelim!”

 

Agir başını sallayıp kahkahalar eşliğinde tekrar etti:

“Dördüncü yiğen geliyor… ve sen hâlâ genç misin?”

 

Vannesa o anda anladı, gözleri büyüdü ve hemen Efsun’a baktı:

“Gerçekten mi?!”

 

Efsun başını hafifçe yana çevirip gülerek sakladı, utangaç ama mutluluktan parlayan bir ifadeyle.

 

Vannesa bir çığlık attı ve adeta uçacakmış gibi Efsun’a doğru koştu, kollarını sıkıca açtı ve sarıldı. “Teyze oluyorum!” dedi, sesi sevinç ve heyecanla titriyordu.

 

O sırada Ali, sevinçle Azad’a yöneldi, kollarını onun boynuna doladı. “Kardeşim benim!” diye bağırdı, Azad da gülümseyerek onu sıkıca karşıladı, aralarındaki kardeş sevgisi mutfağı dolduran bir sıcaklık ve neşeyle birleşti.

 

Agir ise küçük kız kardeşlerinin yanına koştu, onları kucakladı ve hafifçe döndürdü; Dila ve Dilda sevinçten çığlıklar atıyor, kahkahaları mutfağın her köşesine yayılıyordu. Vannesa ve Ali’nin enerjisi, Azad’ın neşesi ve Efsun’un mutluluğu birleşince, sabah mutfağı adeta bir sevgi ve kahkaha patlamasına dönmüştü.

 

Efsun, minik bir nefes alarak gözlerini kapattı, ama yüzündeki gülümseme bütün aileyi aydınlatıyordu; herkesin kalbinde aynı sıcaklık ve heyecan dalgası vardı.

 

9 Ay sonra

 

Hastanenin koridoru sabahın erken saatlerinde bile hareketliydi. Efsun ameliyathanede sezaryen için hazırlanmış, sakin ama heyecanlıydı.

 

Azad koridorun yanında duruyor, elleriyle ellerini ovuşturuyor, heyecanını bastırmaya çalışıyordu. Yanında abisi Muhammed ve Yasemin, Asaf, Rojda, Ferhat, Efsun’un anne ve babası, Divan ve Hazal hepsi sıra sıra duruyordu, yüzlerde merak ve sevinç karışımı bir ifade vardı.

 

Dila ve Dilda, koridorun ortasında birbirlerinin elini tutmuş koşuyor, kahkahaları hastanenin sessizliğini neşeyle dolduruyordu. Onlara biraz sonra Peri ve Ata katıldı; Divan ve Hazal’ın küçük kızı Peri, Dila ve Dilda ile hemen kaynaşırken, Muhammed ve Yasemin’in oğlu Ata da neşeyle yanlarına koştu.

 

Dört çocuk birbirine sarılarak dönmeye, gülmeye başladı; kahkahaları koridor boyunca yankılanıyordu.

 

Agir koridorda duruyor, minik kardeşlerini izliyordu. Yavaşça yanlarına yaklaşıp onları kucakladı, birer birer kollarına aldı ve hafifçe döndürdü. Çocukların neşesi, Agir’in mutlu yüzünde sıcak bir gülümseme oluşturuyordu.

 

Azad’a bakan Muhammed, heyecanını saklayamayarak sordu:

“Kardeşim, isim seçtiniz mi? Oğlunuzun adı ne olacak?”

 

Azad bir an durdu, derin nefes aldı ve başını sallayarak:

“Efsun Baran katacak oğlumuzun adını,” dedi.

 

Muhammed kahkahayla coşkuyla:“Baran mı? Aslan yiğenim benim” dedi.

 

Azad, kalbi hızlı hızlı çarparken, bir yandan Baran’ı kucağına alacağı anı hayal ediyor, bir yandan da çevresindeki aile fertlerinin tepkilerini izliyordu. Herkesin gözlerinde aynı heyecan ve sevgi vardı; kahkahalar, coşku ve minik şaşkın bakışlar koridoru dolduruyordu.

 

Ameliyathane kapıları kapalıydı, içeride Efsun için her şey hazırdı. Yeşil gözleri, kumral saçlarıyla tıpkı annesine benzeyecek bebek için doktorlar son hazırlıkları yapıyordu.

 

Narkoz etkisiyle Efsun yavaşça gözlerini kapattı, hemşireler onu nazikçe yönlendiriyor, doktorlar dikkatle işlemleri kontrol ediyordu.

 

Kapının dışında, aile üyeleri bekleyişle doluydu. Azad ellerini kenetlemiş, kalbi hızlı hızlı çarpıyor, her an Efsun’un ve bebeklerinin sağ salim çıkmasını umut ediyordu.

 

İçeride doktorlar sezeryanı başlattı, Efsun’un vücut ritimleri dikkatle takip ediliyordu. Kapının dışında bekleyen herkes, nefesini tutmuş, her saniyeyi bir ömür gibi yaşarken, Azad zihninde Efsun’un yeşil gözlerini ve bebeklerini hayal ediyordu.

 

Bu sessiz bekleyiş, hayatlarının en özel anına doğru yavaş yavaş sürüklüyordu.

 

Her nefesinde hem korku hem umut vardı; içinden sürekli “Her şey yolunda mı? Efsun iyi mi? Bebek sağlıklı mı?” diye geçiriyordu.

 

Elleri terliydi, dizleri hafifçe titriyordu. Bir yandan ailesinin heyecanlı fısıltılarını duyuyor, bir yandan da kendi içindeki sessiz korku dalgalarıyla boğuşuyordu.

 

Muhammed ve Ferhat yanındaydı, ama Azad’ın gözleri kapıya, içeride olanlara kitlenmişti.

 

Bir an için zaman durmuş gibiydi. Sonra kapı açıldı ve hemşireler küçük, sıcak ışıkla kuvezdeki bebekle çıktılar. Ailenin hepsi birden nefesini tuttu, gözleri bebeğe kilitlendi.battaniyesine sarılmış, minik elleri ve pembe yanaklarıyla görülüyordu.

 

Peri ve ikizler meraklı bakışlarını kuveze dikmiş, küçük parmaklarıyla camına hafifçe dokunuyorlardı. Ata uykulu gözlerle annesinin kucağında bebeğe bakıyordu. Vannesa ve Rojda neredeyse çığlık atacak kadar heyecanlıydı.

 

Hazal ve Dijvan ise birbirine sarılmış, yüzlerinde hem sevinç hem de şaşkınlık vardı.

 

Ama Azad, tüm kalabalığın coşkusuna rağmen sadece bir kişiye odaklanmıştı.

 

Kapının hemen önünde, adeta nefesini tutarak, Efsun’un gelmesini bekliyordu.

 

Gözleri kapının açılacağı o anı, eşsiz bir mucizeyi bekler gibi parlıyordu. Her saniye uzadıkça, kalbindeki sevgi ve merak dalgaları büyüyordu.

 

Ve o an Kapının arkasında, sedye ile ilerleyen, gözleri yarı kapalı, yorgun ama gülümseyen Efsun’u gördü. Azad’ın gözleri ona kilitlendi; zaman durmuş gibi hissetti.

 

Efsun’un gözleri kuvezdeki minik varlığa değdiğinde, Azad kalbindeki coşku ve sevinci kelimelerle tarif edemedi.

 

Annesi ve babası hemen yanına koşup saçlarından öperken Efsun çocuklarına bakıyordu.

 

Efsun, hemşirelerin yardımıyla odasına götürüp yatağında sabitlendi. Herkes dışarıda kalırken Azad arkasından odaya girdi., elleri titriyordu ama yüzünde tarifsiz bir heyecan vardı. Bebek kuvezden çıkarılıp Efsun’un yanına getirildi.

 

Azad, Efsun’un gözlerine baktı; gözlerinde yorgunluk, şaşkınlık ve büyülenmiş bir mutluluk vardı.

 

Azad onlara ilerleyip Efsun'un saçlarından hem öptü hem de kokladı.

"Sen benim tek mucizemsin ama içinde binlerce mucize daha taşıyorsun" diye fısıldadı.

 

Efsun ona bakıp gözleri dolu dolu cevap verdi.

"Sen olmasaydın mucizelik neye yarardı?"

 

Azad bir kere daha öptü ve bir kere daha sonra kendi nefesini tutarak, titreyen elleriyle bebeğinin yanına eğildi. Küçük parmaklar, minik yüz ve masum nefesler…

 

Her şey Azad’ın kalbinde ölümsüz bir anıya dönüştü. Gözleri bebeğe kayarken, Efsun’u da izliyordu; o an, birlikte yaşadıkları her şeyin bir meyvesi gibiydi. Sessizlik, kalplerindeki coşkuyu daha da büyütüyordu;

 

Hemşire yavaşça küçük Baran’ı Azad’ın kollarına verdi. Minik beden, Azad’ın ellerine konar konmaz sanki zaman durdu.

 

Kalbi göğsünde deli gibi atıyor, nefesi kesiliyordu; elleri titriyor ama aynı anda tarifsiz bir sıcaklık ve koruma hissiyle doluyordu. Küçük parmaklar, babasının parmaklarına dolanıyor, tıpkı yıllardır özlemini çektiği bir mucize gibi Azad’ın kalbine işliyordu.

 

Azad gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı, sonra yavaşça açtı. Baran, minik gözleriyle etrafı süzüyordu; Azad’ın Baran'ın yeşil gözleriyle karşılaşması, tıpkı annesi Efsun gibi derin ve merak doluydu. Azad titreyen dudaklarını hafifçe aralayıp fısıldadı: “Hoş geldin, oğlum… Baran'ım”

 

Efsun sedyede, yorgun ama gözleri parlayan bir gülümsemeyle Azad’a bakıyordu. O an Azad’la göz göze geldiklerinde, kelimeler gereksizdi; bakışlarıyla her şeyi paylaşıyorlardı: korkuyu, heyecanı, sevgiyi ve tarifsiz mutluluğu. Azad, Efsun’un yanında olmasını hissetmek için başını hafifçe ona çevirdi ve dudaklarında minik bir tebessüm oluştu.

 

Küçük Baran’ı kucağında hissetmek, Azad’ı kelimenin tam anlamıyla büyütmüştü. Tüm ailesinin coşkusu, gürültüsü ve sevinç çığlıkları bir kenara kaybolmuş, sadece Baran’ın sıcak nefesi ve Efsun’un bakışı kalmıştı.

 

Azad, küçük Baran’ı yavaşça Efsun’a doğru kaldırdı, sedyeye hafifçe yanaştırdı. Efsun, elleriyle titreyerek minik oğluna dokundu, parmak uçlarıyla Baran’ın minik ellerine değdi. Her şey bir anda tarifsiz bir duygu fırtınasına dönüştü: yorgunluk, korku, endişe, ama hepsinin üstünde tarifsiz bir sevgi ve mutluluk vardı.

 

Azad, küçük Baran’ı kucağında tutarken, Dila ve Dilda, henüz iki yaşında olmanın verdiği merak ve heyecanla annelerinin yanında diz çökmüşler, minik ellerini Baran’ın kuvezine uzatıyordu.

 

Gözlerindeki şaşkınlık ve neşe, odadaki havayı bir anda masum bir sevinçle dolduruyordu.

 

Agir, on yaşındaki haliyle biraz daha kontrollü ama kalbi heyecanla çarpan bir şekilde annesinin ve kız kardeşlerinin yanında duruyordu. Baran'a bakarken gözleri parlıyor, küçük ellerini arada bir Dila ve Dilda’nın omuzlarına koyuyor, sanki onları korur gibi hafifçe öne eğiliyordu.

 

Agir’in yüzünde hem gurur hem de neşe vardı; aileyi izlerken kalbinin ne kadar dolu olduğunu hissediyordu.

 

Efsun, gözleri dolu dolu oğluna bakarken, minik kızları ve Agir’in sevinç dolu bakışlarını da gördü. Odadaki herkes, bu anın büyüsüne kapılmış, küçük Baran’ın dünyaya gelişiyle bir ailenin kalplerinin ne kadar birleşebileceğini görüyordu.

 

Dila ve Dilda, minik elleriyle Baran’ın elini nazikçe tuttular, Agir ise aralarına geçip onları kucaklayarak “Kardeşimiz geldi, artık birlikte oynayacağız,” diye fısıldadı.

 

O an odadaki herkesin yüzünde bir tebessüm belirdi; Azad’ın gözleri hâlâ Baran’a takılıydı, Efsun’un elleri hafifçe titriyor ama yüzünde huzur ve sevgi dolu bir gülümseme vardı.

 

Odada sessizlik, sadece minik bebek sesi ve ailenin mutluluk dolu nefesleriyle doluydu; herkesin kalbi aynı anda atıyor, dünyadaki tüm kaygılar bir anlığına kaybolmuş gibiydi.

 

6 Ay sonra

 

Villanın bahçesi, yaz güneşinin sıcak ve parlak ışıklarıyla aydınlanmıştı. Bahçede rengârenk balonlar, şeritler ve küçük masa örtüleriyle süslenmiş masalar, Dila ve Dilda’nın üçüncü yaş günü için hazırlanan büyük organizasyonun enerjisini yansıtıyordu. Çiçekler, süslemeler ve rengârenk çiçekli bardaklar, çocukların neşesini artırmak için her detayıyla düşünülmüştü.

 

Bahçenin bir köşesinde büyük bir pasta masası hazırlanmış, üzerinde “3. Yaş” yazısı ve iki küçük prenses figürü duruyordu.

 

Efsun, hafif yorgun ama gözleri ışıldayarak oğlunu, Baran’ı kucağında sallıyordu. Artık altı aylık olan Baran, tıpkı annesine benzeyen kumral saçları ve yeşil gözleriyle dikkat çekiyordu.

 

Minik elleri sürekli hareket ediyor, ağzından çıkan mırıldanmalar, kahkahalar ve hevesli sesler, etrafı neşeyle dolduruyordu. Baran’ın neşeli ve canlı karakteri, etrafındaki herkesin yüzünde gülümsemeler yaratıyordu.

 

Dila ve Dilda ise heyecan ve merakla bahçeyi keşfediyordu. Üç yaşlarına basmanın verdiği mutlulukla koşuşturuyor, balonları çekiştiriyor ve kendi aralarında küçük oyunlar oynuyorlardı.

 

Efsun’un yanında durup ara ara Baran’a bakıyor, onun neşesini paylaşmayı ihmal etmiyorlardı.

 

Azad, Efsun’un yanındaydı; oğullarına bakarken yüzünde gurur dolu bir gülümseme vardı. Arada Baran’ın elini tutuyor, minik mırıldanmalarına kahkahayla karşılık veriyordu.

 

Agir, Dila ve Dilda’nın oyunlarını izleyip onları ara ara kucaklıyor, küçük kardeşlerine göz kulak oluyordu.

 

Bahçede diğer aile üyeleri de toplanmıştı. Efsun’un anne ve babası, Rojda ve Ferhat, çocuklarla ilgileniyor, neşeli bir şekilde sohbet ediyorlardı. Azad’ın abisi Muhammed ve karısı Yasemin, kendi çocukları Ata ile bahçedeki küçük oyun alanında oynuyor, ikizlerle etkileşimde bulunuyordu. Vannesa ve Ali de çocuklarla ilgileniyor, bazen Balonları elleriyle tutuyor, bazen de onlara gülerek şarkılar söylüyordu.

 

Asaf ara ara Dila ve Dilda yı kucağına alıp uçurarak koşuyordu.

Hazal ve Dijvan ise kızlarının her adımını takip ediyor ve peşinden ayrılmıyorlardı.

 

Havada kahkahalar ve neşeli sesler birbirine karışıyor, Baran’ın enerjik mırıldanmaları da bu karmaşaya uyum sağlıyordu. O küçük bebek, altı aylık olmasına rağmen büyük bir canlılık ve merakla çevresini keşfediyor, minik elleriyle her şeyi kavramaya çalışıyordu.

 

Efsun, oğlunun bu hareketliliğini izlerken hem huzur hem de tatlı bir yorgunluk hissediyordu.

 

Bahçenin tam ortasında, pastanın önünde Dila ve Dilda hazır duruyor, fotoğraf çekimleri için sabırsızlanıyorlardı.

 

Etraflarındaki herkesin gözleri onlarda, kahkahalar ve neşeli konuşmalar bir kutlama senfonisi oluşturuyordu.

 

Baran o anda annesinin kucağında kıpır kıpır hareket ediyor, babasının ve abisinin bakışları arasında mutlu mırıldanmalar çıkarıyordu.

 

Herkesin yüzünde bir arada olmanın, sevdiklerini izlerken büyüyen çocukların mutluluğunu görmekten doğan tatlı bir huzur vardı.

 

Bahçedeki neşe doruk noktasına ulaşmıştı. Büyük pastanın önünde Dila ve Dilda sabırsızlıkla duruyordu. Dila pembe tüllü bir elbise giymiş, üzerindeki küçük gümüş yıldız detayları ışıkla parlıyordu. Saçları iki yandan örgülü, kurdeleleri elbisesinin rengine uyumlu olarak seçilmişti.

 

Dilda ise lavanta rengi tüllü elbisesiyle bir küçük prenses gibiydi; göğsünde minik dantel detayları ve etek ucunda parlak simler vardı. Saçları serbest dalgalı bırakılmış, minik çiçek tokalarla süslenmişti. İkisi de heyecanlı ve mutlu bir şekilde ellerini birbirine kenetlemişti, gözleri pastadaki mumlara takılıydı.

 

Azad sürekli gidip kızlarını öperek kahkaha atmalarına sebep oluyor kızlarından da aynı öpücüğü geri aliyordu.

 

Efsun, Baran’ı kucağında tutuyor, onun yeşil gözlerini pastaya ve kızlarına çeviriyordu. Baran, minik ellerini kocaman meraklı bir şekilde hareket ettiriyor, ağzından neşeli mırıltılar ve hafif ciyaklamalar çıkıyordu. Agir hemen yanında duruyor, hem fotoğraf çekiyor hem de Baran’ı hafifçe sallayarak sakinleştiriyordu.

 

Herkesin nefesini tuttuğu an geldi; Dila ve Dilda, Efsun’un yardımıyla mumları üfledi. Mumlar titrek bir dumanla sönerken, etrafta hafif bir alkış ve kahkaha yükseldi.

 

Tam o anda, Baran gözlerini kocaman açtı, kollarını annesine doğru uzattı ve ilk kez, sadece ve sadece Efsun’a bakarak, yüksek ve net bir sesle “Anne!” diye bağırdı.

 

O an zaman sanki yavaşladı. Efsun’un kalbi bir anda eridi, gözlerinden mutluluk ve şaşkınlık karışımı yaşlar süzüldü. Baran’ın sesi, etraftaki tüm neşe ve kahkahaların arasında en parlak ve özel melodi gibiydi.

 

Azad, eşine bakıp gözlerini doldurdu, sessizce başını sallayarak gülümsedi. Dila ve Dilda önce şaşkınlıkla Baran’a baktılar, sonra hemen annelerine sarıldılar; ama Baran’ın sesi sadece Efsun’a gelmişti, bu küçük bağ onların yüreğine tarifsiz bir sıcaklık bıraktı.

 

Vannesa ve Ali de bu anı izliyordu; Vannesa gözlerini kocaman açtı, Ali ise hafifçe gülümseyip Baran’ı işaret ederek “Bak, Baran'ın ilk kelimesi 'anne' oldu” dedi.

 

Diğer çocuklar biraz geride kalmıştı ama herkes Baran’ın bu özel anına odaklanmıştı.

 

Baran, Efsun’un kucağında minik elleriyle annesinin omuzlarına yaslandı, mırıldanarak “Anne, anne…” diye tekrar seslendi. Efsun onu sıkıca kucakladı, saçlarını okşayarak “buradayım canparem, anne burada” dedi, gülümsemesi yüzünde ışık gibi parlıyordu.

 

Bahçe, sadece doğum günü kutlaması değil, Baran ve annesi arasında kurulan bu özel bağın anıyla dolup taşmıştı. Mumların sönmesiyle başlayan sessizlik, Baran’ın ilk sesiyle birlikte gülücükler, kahkahalar ve gözyaşlarının karıştığı bir mutluluk senfonisine dönüşmüştü.

 

~~~

 

Günler günleri kovalarken, Baran artık ilk adımlarını atıyordu. Bahçenin çimlerinde dengeli ama kararlı adımlarla yürüyordu; minik ayakları yerle hafifçe temas ettikçe tatlı bir tıklama sesi duyuluyordu. Yeşil gözleri ışıl ışıl parlıyor, her adımıyla hem korku hem de merak arasında gidip geliyordu.

 

Dila ve Dilda onun hemen yanında duruyor, gözlerini Baran’dan ayırmıyorlardı. İkisi de yeşil ve kırmızı elbiseleriyle hafifçe rüzgarda sallanan tüllerinin tadını çıkarıyor, Baran her adım attığında sevinçle ellerini çırpıyor, kahkahalar atıyordu. Dilda, Baran’ın yanına yaklaşarak “Gel Baran, birlikte yürüyelim!” diye neşeyle sesleniyor, Dila ise onu nazikçe tutup küçük ellerini destekliyordu.

 

Agir ise biraz geride, sanki bahçenin sessiz koruyucusu gibi duruyordu. Omuzları dik, gözleri dikkatle üç kardeşi takip ediyordu.

 

Baran bir adım attığında, Agir hemen öne eğilip koruyucu bir el hareketiyle hazır bekliyor, “Tamam, dikkat et, yavaş ol!” diye fısıldıyordu.

 

Agir’in yüzünde hem gurur hem de hafif bir endişe vardı; küçük kardeşlerinin güvenliği onun için her şeyden önemliydi.

 

Efsun ve Azad, bahçedeki bankta yan yana oturmuş, sessiz bir mutlulukla çocukları izliyorlardı. Efsun’un yüzünde hem hayranlık hem de hafif bir tebessüm vardı; Baran’ın ilk adımlarını görmek kalbini tarifsiz bir sıcaklıkla dolduruyordu.

 

Azad ise Efsun’un elini nazikçe tuttu, gözleriyle Baran’ın her adımını takip ediyor, yüzünde tatlı bir heyecan ve gurur ifadesi vardı.

 

Baran bir adım attığında dengesini kaybetmek üzereydi ama Dila hemen yanına koştu, onu tutup kahkahalar eşliğinde destek verdi.

 

Dilda ise Baran’ın diğer tarafında minik elleriyle onun dengesini sağlamaya çalışıyordu. Agir de hızla yanlarına gelerek hafifçe eğildi ve “Tamam, ben buradayım, güvenle yürü!” diyerek kardeşlerini korumaya devam etti.

 

Güneş, bahçedeki renkleri yumuşatıyor, çocukların saçlarındaki ışık oyunları, elbiselerindeki tül detaylarıyla birlikte büyülü bir görüntü oluşturuyordu. Dila ve Dilda, Baran’ın küçük başarısına sevinçle zıplıyor, ellerini havaya kaldırıyor, Efsun ve Azad ise bu anın tadını çıkarıyor, sessiz ama dolu dolu bir mutlulukla birbirlerine bakıyorlardı.

 

Baran sonunda birkaç adımı kendi başına attı, çimlerin üzerinde hafifçe tökezledi ama hemen toparlandı. Bu an Agir’i bir kahkaha attırdı, Dila ve Dilda ise minik alkışlarla onu kutladılar. Efsun ve Azad bankta otururken birbirlerine bakıp göz kırptılar; Azad, “Ailemize bak Dildar... Çok çabuk büyüyorlar ” diyerek gururla gülümsedi.

 

Efsun başını omzuna yaslayıp "Kimse bizi buna hazırlamadı" dedi, sesinde huzur vardı ama çocuklarının büyüdüğünü fark ettiği her an gözleri doluyordu

 

Baran, minik adımlarıyla Dilda’ya doğru hızlandı. Dilda elbisesinin tüllerini düzeltirken fark etmedi, bir anlık dikkatsizlikle Baran onun üstüne atladı ve Dilda hafifçe geriye doğru düşüp sırt üstü çimlere serildi.

 

Dilda bir an şaşkınlıkla yerde kaldı, sonra Baran’ın neşeli gülüşünü gördü. Baran hemen elini Dila ya uzattı: “Aba!” Dila biraz gülerek elini uzattı ve Baran’ın çekiştirmesiyle kendini yere attı.

 

birlikte bir süre gülüştüler, sonra Baran’ın gözleri Agir’e kaydı.

 

Agir hafifçe gerildi, ellerini öne açtı: “üstümü kirletemem Baran!” dedi, yüzünde hem uyarı hem de hafif panik ifadesi vardı.

 

Baran ise masum ve kararlı bakışlarını Agir’e çevirdi: “Abi…” dediğinde, Agir’in içi eridi. Gözlerini Baran’dan alamadı, yavaşça eğildi ve “Sen bana abi mi dedin?” diye sordu.

 

Baran bu fırsatı kaçırmadı. Minik ellerini Agir’in omzuna koydu ve neşeyle üstüne atladı. Agir bir an sendeledi ve beraber çimlerin üzerine yuvarlandılar.

 

Bahçe kahkahalarla doldu; Dila ve Dilda hem korku hem de neşeyle “Aaahhh!” diye bağırdılar, ardından kahkahayla gülüştüler.

 

Efsun, bankta oturmuş gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı, sonra açtı ve yüzünde hem endişe hem de sevimli bir hayret vardı: “yine yaptı yapacağını!” dedi, gülümsemesi gözlerinden okunuyordu.

 

Azad ise ellerini yüzüne götürüp hafifçe kahkaha attı, “Bu çocuk… beni de bir gün kandıracak diye korkuyordum!” diyerek şaşkın ama sevinç dolu bir ifadeyle çocukları izledi.

 

Agir, çimlerin üzerinde minik Baran’ı omuzlarından yukarı kaldırıp hafifçe salladı, ama gülümsemesiyle hem gurur hem de koruma karışımı bir ifade taşıyordu. Baran’ın gözlerindeki parlaklık, neşesi ve güveni Agir’in kalbini tamamen eritmişti. Dilda ve Dilda ise bu kaosu kahkahalarla izliyor, küçük elleriyle birbirlerini tutuyordu.

 

Baran’ın Agir’in üstüne atlayıp yuvarlanmasının ardından küçük kaos sona ermiş gibi görünüyordu ama çocukların enerjisi hiç bitmiyordu. Dila ve Dilda, Baran’ın peşinden koşarak bir yarış başlattılar. Çimlerin üzerinde neşeyle koşuyor, birbirlerini geçmeye çalışıyorlardı.

 

Baran da kendi küçük adımlarıyla gülerek onları takip ediyordu. Agir, onları izlerken gülmekten kendini alamadı; bir yandan da korumacı abilik refleksiyle ara sıra onlara yetişip hafifçe durduruyor, ama çocukların neşesini de bozmak istemiyordu.

 

Bahçe, kahkaha ve oyun sesleriyle doluydu. Dila ve Dilda, renkli elbiselerinin uçuşunu izleyerek birbirlerine sesleniyor, Baran da annesini görmek istercesine arada bir Efsun’a bakıyordu. Efsun, bankta oturmuş, Azad’ın koluna yaslanmış, gözlerinde tarifsiz bir mutluluk vardı.

 

Azad, çocukların koşuşturmasını izlerken Efsun’un elini tuttu ve sessizce, ama derin bir sevgiyle fısıldadı:

 

“Bütün hayatımı seninle paylaşmak… işte en büyük mucize bu.”

 

Efsun da gülümseyerek başını Azad’ın omzuna yasladı, ardından hafifçe dedi ki

 

“Ve biz onlarla, her gün yeniden büyüyeceğiz. Hayat böyle güzel işte…”

 

Bahçe, çocukların kahkahaları ve yaz güneşinin altın ışıklarıyla dolarken, Efsun ve Azad sessiz bir mutlulukla birbirlerine bakıp “Bizim evlatlarımız” diyerek gülümsediler.

 

O an, tüm aile bir aradaydı; kahkaha, sevgi ve oyunla dolu bu an, bir gün unutulmayacak bir hatıra olarak kalacaktı.

 

“Her anı değerli kılın, çünkü küçük anlar bir ömrün en büyük hazinesidir.”

 

                                                     SON

 

Sizi diğer bölüme bekliyorum, beni ve kalemimi severseniz eğer içimden geçenleri size anlatmak ve sizden gelenleri öğrenmek isterim. 🪻🥹

 

Bölüm : 17.11.2025 19:05 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...