7. Bölüm

6/BÖLÜM

ŞEVVAL ALPAR
lavinia_x21

{Duâmda ki gözyaşım kadar edepliydi içime düşen aşkın, ey benim beşeri aldanışım ben seni kalbime koyana sevdalıyım.}

 

EFSUN'DAN

 

Gözlerimi Diyarbakır da açtım, ailemle mutlu bir şekilde yaşayıp bütün tecrübeleri yaşadım, babam gözünden sakındı, annem şevkat ile okşadı saçımın her telini.

 

Abim elimi bir an bırakmadı, ikizlerim doğduğunda ilk adımlarını bana attı. Serpildim genç bir kız oldum.

Daha 15 yaşındaydım, sonra biri girdi hayatıma.

 

Ondan sonrası hiç olmayacak gibi, ondan öncesi hiç var olmamış gibi. Her gün doğumunda ilk onu aradım, sadece onu sevdim.

 

Kalbim bir onun dokunuşu ile çırpınıp titredi, gözlerim sadece ona yeşillendi.

 

Dudaklarımda ki tebessüm bir tek ona çiçek açtı, onun aşkı içimde benimle büyürken adıma

"Doğunun güneşi" dendi.

 

Zira Doğu demek o demekti, Güneş demek ben demektim.

 

Zihnimin karanlık kuytularında sesi yankılandı,

7 sene önce ki mutlu ve yemin edercesine söylediği cümle kalbime saplandı.

 

"Ben doğuyum sende doğunun güneşi,

Güneş ne zaman ki batıdan doğdu o zaman senden vazgeçerim,Yani bilmen gerekir ki kıyamet gününe kadar benimsin Dildar" diyordu benim canım.

 

Kalbim, zihnim, güzel duygularım, masumiyetim.

 

O gün bu cümle dudaklarına sevgi ve heyecan ile kapanmama sebep olurken ben bugün kıyamet kopsun istiyordum.

 

Yer yarılsın, güneş batıdan doğsun!

 

Karşımda acımasız bir adam vardı, ben anladım ki o gün meydanda öldürdüğüm kişi sevdiğim adamdı.

 

"Kararın kabulümdür, hazırlığını yap yarın nikah kıyılacak!"

 

Oğlum arkamda bana sığınırken göz yaşları sırtımda ki kamburu daha da belirginleştiriyordu.

 

Büküldükçe büküldü Dildar, dikleştikçe dikleşti Efsun.

 

"O benim sevdiğim adam değil!" Diye ağlayarak çığlık attı Dildar.

 

"Sen tam da bu adamı sevdin!" Diye haykırdı öfke ile Efsun.

 

"Var git evine, yarın sizi almaya geleceğim!" Dediğinde ona ilk defa saf bir öfke ile baktım.

 

"Anne gidelim!" Dedi Agir titrek bir sesle.

Herkesin bakışları eşliğinde arkamı dönüp oğlumu kucağıma aldım.

 

Başı anında boynuma gömülürken saçlarım avuçlarında yer edindi.

 

Abim ve Ferhat zorlayacaktı ama gözlerimi yavaşça açıp kapattığımda ikisi de gözleri dolu bir şekilde bana baktılar.

 

Konaktan dışarı çıktım, Hazal, abim,Ferhat ve Salih amca da ardım sıra beni takip ettiler.

 

Sessizce arabaya yerleştim, genzim sızlıyordu ama ağlayamıyordum.

Sadece oğluma sığındım, onun bana sığındığı gibi.

 

Her zamanki gibi esip gürlemedi, yoksa oda kabullenmiş miydi?

 

Gözleri kapalıyken onu taşımamdan bile rahatsız olmuyordu.

 

Oğlum iyi değildi.

 

Eğer iyi olsaydı şuan kucağımda gözleri kapalı olmazdı.

 

"Daye ben çocuk muyum?" Diye kızardı bana.

 

"İndir beni dizlerin acır" derdi yine.

Ama demedi.

 

Bu sefer gerçekten dizlerim ağrıyordu ama oğlum ilk defa bişi demedi.

Dizlerim gibi bütün bendenim acıyordu.

Kalbim sökülüyor, kor ateşlerde yanıyordu.

 

Yol boyunca kimse tek kelime etmedi, ne ben konuştum ne de Agir gözlerini açtı.

 

Oğlum iyi değildi, benim gibi.

 

Fark etmek acıydı ama gerekliydi.

Şimdi damarlarımı kesseler kanım akmazdı öyle bir donukluk içindeydim.

 

Oğlumun saçını okşamak istedim ama kafasını birden geri çekince elim havada kaldı.

 

Bana kızgın mıydı?

 

"Agir" diye fısıldadım genzim sızlarken.

 

"Konuşma anne, sen bugün konuşacağın kadar konuştun" demesi içimi parçalarken gözlerim doldu.

 

Salih amca aynadan bana baktığında onun da gözlerinin dolu olduğunu gördüm.

 

Araba sonunda konakta dururken Agir benden önce inip, beni beklemeden konağa girdi.

 

Arkasından bir damla göz yaşı döktüm, arabadan indiğimde abim, Ferhat, ve Hazal da kapıda beni bekliyorlardı.

 

Abim ve Hazal suçluluk duygusu yüzünden bana bakamazken konağa bir adım attım.

 

Agir tam konağın ortasında durmuş ellerini yumruk yapmıştı.

Babam, Rojda ve annem hızla ona koşup sarilmak istedi ama elini kaldırıp hepsini durdurdu.

 

"Torunum" dedi babam şevkatle.

Annem ve Rojda ağlarken biz Agir'in arkasında duruyorduk.

 

"Siz bugün annemi kurban ettiniz!" Diye haykırdı Agir.

 

Gözlerimi acı ile yumduğumda herkesin kaskatı kesildiğini gördüm.

 

"Benim canımı yem gibi o zalimin avuçlarına attınız!" Dediğinde kirpiklerimin arasından yaşlar süzüldü.

 

Babam şokla ona bakarken ne demek istediğini anlamıyordu.

Vanessa artık oturmuş ağlarken kimse onu susturmuyordu.

 

Oda bana ağladı, kaderime ağladı.

 

"Agir'im ne demek bu?" Diye sordu annem yüzünde ki bütün kan çekilirken.

 

"O adam anneme nikah kıyacak yarın nene!" Diye bağırdı Agir öfke ile.

 

Herkesin bakışları dumura uğrarken gözyaşlarımı sertçe silip dikleştim.

Dildar'ın kemikleri kırıldı, Efsun öfke ile bir nefes aldı.

 

"Andım olsun! Sizi asla affetmeyeceğim!" Diye bağıran oğlum yine öfkesi ile yakıp yıkıyordu.

 

"Dijvan ! Agir ne diyor?" Diye gürledi babam.

 

Abim bakışlarını yere indirirken Hazal ağlıyordu.

 

"Hayır! İzin vermem!" Diye bağırdı annem çığlık atarken.

 

"Buraya gelmek çok istedim! Benim yüzümden, eğer ben gelmek istemeseydim annem bugün bu halde olmazdı!" Diye bağıran oğlum ile babamın eli kalbine gitti.

 

Endişe ile ona doğru bir adım attığımda Agir'in öfkeli bakışları beni buldu.

Oğlum bana ilk defa öfke ile bakıyordu, onun bu bakışı adımlarımı dondururken Ferhat babama yöneldi.

 

Rojda annemi tutarken Ferhat babamı tuttu.

 

"Efsun, Agir ne der?" Diye bağırdı babam.

Gözlerim onu bulduğunda benim yerime Agir cevap verdi.

 

"O senin oğlunu kurtardı ama benim annemi benden aldı!" Diye bağırdığında Vanessa koşarak koluma girmeseydi düşerdim.

 

Vücudumda ki bütün kan çekildiğinde,

"Onu da affetmeyeceğim!" Diye haykıran oğlum koşarak merdivenlere yöneldi.

 

"Agir!" Diye bağırıp arkasından gitmek istedim ama sendeleyip Vanessa ya tutundum.

 

Babam Ferhat'ın kolunu şiddetle iterken Dijvana yöneldi.

 

Onu yakalarından tutup "Benim kızım kendini feda mi etti dijvan!" Diye gürledi yüzüne.

 

Hazal geriye çekilip ağlayarak abime baktığında abim utançla başını eğiyordu.

 

Annem de Ferhat'a yöneldi, ona bir tokat attığında "Nasıl korumazsınız? Nasıl benim kızımı ateşe atıp buraya gelirsiniz? Nasıl onun için canınızdan olmazsınız?!" Diye haykırdı ağlarken.

 

Ferhat artık ağlarken sesini etmiyor, kafasını kaldırmıyordu ama onların bir suçu yoktu ki.

 

Babam Hazal'a baktığında Dijvani bırakıp geriye çekildi.

Hazal'ın kendini kötü hissetmesini de istemiyordu, şimdilik geriye çekildi ama babamı tanıyorum.

 

Ben gittikten sonra asla Dijvani burda bırakmazdı.

 

Annem bu sefer Dijvana yönelip kimseyi umursamadan ona da bir tokat attı.

Azad ailemin ilk birbirine karşı darbe vurmasına sebep olmuştu.

 

Ne annem ne de babam asla evlatlarına el kaldırmamıştı ama Azad yine ilklere mecbur etmişti.

 

"Dijvan! Ben sana gerekirse canını ver ama kardeşini ateşe atma demedim mi?" Diye haykırdı.

 

Rojda annemi ne kadar tutmaya çalışsa da Annem kimseyi görmüyordu.

 

"Seni öldürürüm Dijvan! Andım olsun kızıma zarar gelirse sana aldığın nefesi zehir ederim!?" Deyip yine elini kaldırınca bu sefer ben hızla elini havada tuttum.

 

"Anne yapma" diye fısıldadım acı ile.

Gözleri beni bulduğunda yeşil gözleri kanlandı sanki.

 

Gözyaşları şiddetini arttırırken dizlerinin üzerine düştü.

 

Onunla beraber çöktüğümde beni sımsıkı kolları ile sardı.

 

"Güneşim, efsun'um Affet. Seni aramasaydım bu halde olmazdın" deyip ağlayarak saçlarımdan öpünce bir kaç damla gözyaşım sinesinde yer edindi.

 

"Nerden bilirdim? Nerden bilirdim abinin kendi canı için seni yakacağını!?" Diye haykırınca Dijvan "Anne" dedi ağlayarak.

 

"BANA ANNE DEME!" diye haykırdı annem.

 

Bu da ilkti, biz ilk defa yan yana ağlıyor acımızı gostermekten çekinmiyorduk.

 

"Ben kabuk ettim anne, abim ölümü kabul etti ama ben etmedim" dediğinde annem benden ayrılıp yüzüme baktı.

 

"Efsun-" diyecek oldu ama "O ne bana ne de oğluna zarar vermez, berdel kabulümdür. Azad ile evleneceğim" dediğimde annem kaskatı kesildi.

 

"Asla izin vermem!" Diye gürleyen babam gelip kolumdan tutarak beni ayağı kaldırdı.

 

Gözleri öfke ile bana bakarken "Seni asla o adama istemediğin sürece vermem!" Diye bağırdı.

 

Gözlerine baktığımda oda benim gözlerime baktı, gözlerimde ki kabullenmişlik ifadeyi görünce ilk defa boynu büküldü.

 

"Efsun ben karanlıkta yeterince kaldım" diye fısıldadı.

 

Babamın gözlerinden bir damla yaş sakallarına karışınca içim parçalandı sanki.

 

Bu da ilkti.

 

"Baba en azından oğlum babası ile büyüyecek" dedim beni anlaması için.

Gözlerini yumduğunda elini öpüp alnıma koydum, herkes arkamdan ağlayarak bakarken ben sarsak adımlar ile merdivenlere yöneldim.

 

İçimde ki korku arşa çıkmıştı, oğlum bana ofkeliydi.

 

Odamın kapısına geldiğimde yavaşça kapıyı çaldım, bir kaç saniye bekledim ama ses gelmeyince odaya girmiştim.

Gözlerim odamı taradı ama Agir yoktu, bu sefer onun odasının kapısına baktığımda kapalı olduğunu görmem ile derin bir nefes aldım.

 

Yavaşça kapısına gidip bir kaç kere tıklattım ama cevap vermedi.

 

Kapının kolunu aşağıya indirmem ile kilitli olduğunu görmem bir oldu.

 

Ağlıyordu değil mi?

 

Ne zaman ağlasa kapalı kapılar ardına gizleniyordu, benim gibi.

 

"Ateşim" diye seslendim ama cevap vermedi.

Gözlerim buğulandığında "Agir bana kızma" deyip sırtımı kapıya yaslayarak oturdum.

 

Başım geriye düşerken gözlerimi kapatmıştım.

Kapının diğer yanında bir hareketlilik olunca onun da kapıya yaslandığını anlamıştım.

 

"Özür dilerim Agir, özür dilerim ama abi'mi öldüremezdim. Üstelik bir çocuğu olacakken" dedim gözlerimden bir damla yaş akarken.

 

"Abini düşünmeme kızmıyorum Efsun Şanlı ama unutma ki bu kararı verdiğinde unuttuğun bir şey vardı" diyen sesi elim ile ağzımı kapatıp çığlığımı avucuma hapsetmeme sebep oldu.

 

Efsun Şanlı...

 

Yere batsın Efsun şanlı!

 

Derin bir nefes alıp kısık bir sesle "Neymiş unuttuğum?" Diye sordum.

 

Kapının arkasından bir hıçkırık koptuğunda ciğerim yandı.

 

"Seninde bir çocuğun vardı!" Diye haykırdığında başımı dizlerime yatırıp ağladım.

 

Ben bu tarafta ağlarken Agir diğer tarafta ağladı.

 

Yine görmedi ağladığımı ama duydu.

Yine görmedim ağladığını ama duydum.

 

"Agir annecim aç kapıyı hadi, yatalım biraz" diye seslendim.

 

Gelip bana sarılması gerekiyordu, yoksa yıkılışım kaçınılmazdı.

 

"Seninle uyumayacağım" dediğinde yönümü kapıya çevirdim.

 

Kaşlarım çatılırken gözlerim artık bulanık görüyordu.

 

"O ne demek Ateşim, ben sensiz yatamam bilmiyor musun?" Diye sordum buruk bir sesle.

 

"Alışırsın Efsun Şanlı, malum yarın evleniyorsun" demesi bütün kemiklerimi kırarken donup kaldım ama sesim de çıkmadı.

 

Kapının önünde kıvrıldım, dizlerimi kendime çekerken gözyaşlarım burnumun ucuna süzülüyordu.

 

"Özür dilerim" dediğimde karanlığın beni içine çekmesine engel olamadım.

Azad Karaaslan bugünden sonra hem benim hem de oğlumun hayatına tamamen girecekti.

 

Belki yanacaktı belki de yakacak.

 

Peki Agir ne yapacaktı?

 

Onun bu kırgın davranışı kalbimi tuzla buz ediyor beni olduğum kişiden uzaklaştırıyordu.

 

🔥

 

Kapının önünde yatmıştım ama sabah uyandığımda yatağımdaydım.

 

Kimin nasıl getirdiğini bilmiyordum ama sorgulamıyordum da.

 

Evin içi yas evinden farksızken herkes ölü gibiydi.

 

Ben de dahil.

 

Kimse ne konuşuyor ne de birbirine bakıyordu.

 

Zaman öyle akıp gitti, şimdi odamda üzerimde ki siyah elbise ile duruyordum.

Aşağıdan annemin ağlayan sesi gelirken evin bir çok yerinde hüzün vardı.

 

Herkes kendi köşesinde ağlarken en çok annemin sesi yankılanıyordu konakta.

Üzerimde ki elbise uzun kollu ve ayak bileğinde biten siyah bir elbiseydi.

 

Saçlarım dalgalı, gözlerim ruhsuzdu.

Hiç bir uğraş vermedim, sadece bu elbiseyi üzerime geçirip beklemeye başladım.

 

Yüzüm solgun, göz altlarımda mor halkalar oluşmuştu.

 

Bir zamanlar sevdiğim adama bembeyaz gelinliğim ile gideceğim hayali kurarken şimdi aynı adama siyah bir elbise ile gidiyordum.

 

Zira bugün düğün günü değil yas günüydü.

 

Konağın kapısının önünde haberi alan Aşiretim ağlayarak duruyordu.

 

Kadınlar ve çocuklar bir tarafta bana ve Agir'e ağlarken, erkekler diğer tarafta utançla başını eğiyordu.

 

Vanessa arkamda duruyordu ama benden daha da kahrolmuş bir durumdaydı.

 

Gözleri durmaksızın ağlarken kriz geçirebilirdi.

 

Gidip yanına oturdum kollarım ona dolanırken daha şiddetle ağlamaya başladı.

 

"Efsun!" Dedi Çatallayan sesi ile.

 

Gözlerimden akan bir damla yaş omuzuna düşerken sesim çıkmadı.

 

"Bu zalimi nasıl sevdin?!" Diye kızdı bana.

 

Bilmiyordum, nasıl onu sevdiğimi bilmiyordum.

 

Halbuki benim sevdiğim o değil di.

Benim sevdam bu adam değildi.

 

"Vanessa Amerika ya dön, burda kalmanın bir anlamı yok artık. Git ve düzenine devam et" dediğimde benden ayrılıp kaşlarını çattı.

 

"Asla seni ve Agir'i bırakıp gitmem!" Dediğinde avucumu yanağına yaslayıp buruk bir tebessüm ettim.

 

"Vanessa gitmen gerekiyor, burda yapamazsın. Git ve bir aile kur kendine, hep mutlu ol" dedim.

 

Gidip hayatına devam etmeliydi.

Burda kalarak yaşayamazdı, en azından doğduğu yerde rahat olacağına inanıyordum.

 

"Efsun benim tek ailem sizsiniz, nasıl bırakıp giderim?" Diye fısıldadı.

 

Yüreğim burkulurken onu kollarım ile daha sıkı sardım.

 

"O zalim seni aldıysa beni de alacak, işte o zaman ona gününü göstereceğim" dediğinde şokla ona baktım.

 

Bakışlarımdan anlamış olacak ki,

"Ne? Elbette burda değil sizin yanınızda kalacağım" diye tersledi beni.

 

Vanessa ve Azad'ı aynı evin içinde düşünemiyordum bile.

Azad sabırsızdı ve Vanessa bu sinirle onun sabrını baya sınardı.

 

Korkarım Azad onu en kısa sürede kapının önüne koyardı.

 

"Vanessa-" diyecek oldum ama,

"Sus artık, gelip orda olacağım ve ne seni ne de küçük ağamı onlara ezdirmeyeceğim!" Diye sinirle söylenip ayağı kalktığında afallayıp ona baktım.

 

Ayaklarını yere vurarak dışarı çıkması ile kapının önünde arabaların durması bir oldu.

 

Dışarıdan gelen gürültü ile kalkıp pencereye yaklaştım, bakışlarım konağın şiddetle açılan kapisini bulduğunda içeriye o girdi.

 

Azad Karaaslan.

 

Yine siyahlar içinde duruyordu, arkasında Ali, Asaf, Muhammed abi ve gelinleri yasemin vardı.

 

Dördünün de yüzü gülerken Azad bomboş bir şekilde etrafa bakıyordu.

Arkasında ki kalabalık Aşireti ile geldiğini anlamamı sağlamıştı.

 

İçeriye birden giren davul zurna ile sinirle gözlerimi yumdum.

 

Dalga mı geçiyordu!

 

Birden bir silah sesi yankılandı ve davulun sesi sustu.

 

Bakışlarım karşılarına geçip öfke ile onlara bakan Ailemi buldu.

 

Silah tutan kişi babamdı.

 

Davulcuyu omzundan vururken gözleri Azad'ın gözlerdeydi.

Annem dağılmış bir halde onlara doğru bir adım attı, Azad'ın bakışları onu buldu.

 

Yasemin, Ali, Asaf ve Muhammed şimdi üzgündüler çünkü Annemin gözleri kızarmış dudakları titriyordu.

 

Birden Azad'ın yakalarına yapışınca korumalar hareketlendi ama Azad onlara öfke ile bakınca yerlerinde durdular.

 

"Azad Karaaslan!" Diye haykırdı annem.

Azad'ı yakalarından sarsarken Azad hissetmiyor gibi yerinden hareket etmiyordu.

 

"Annen bu zalimliğini görseydi utanırdı! Sen benim elime doğdun! Bana ve kızıma hak gördüğün bu mu?!" Diye bağırdığında Azad kaşlarını çatarken gözlerimden bir damla yaş süzüldü.

 

Annem ve Azad'ın annesinin mazisini biliyordum, annem hep anlatırdı.

Küçükken birlikte görüştüğümüz çok olmuş ama ben küçük olduğum için hatırlamazdım.

 

"Annen benim oğlum merhametli derdi ama şimdi bu halin kemiklerini sızlatıyordur! " Deyip yakalarından çekti ellerini.

 

"Beddua etmeyi bilmem ama herkes duysun!" Diye haykıran annem ile herkes onu dikkatle dinlemeye başladı.

 

Konağın kapıları açıktı ve Annem öyle bir bağırıyordu ki, kaç sokak öteden acı dolu haykırışı herkesi yasa boğuyordu.

 

"Gamı reva gördün, Canın deva görmesin!

Yıkılsın gönlünün sarayı, kimse tuğla örmesin inşallah!" Diye bağıran annem Azad'ın yutkunuşunu görmedi ama ben gördüm.

 

Ağırdı bu bedduanın altında kalmak, zira bir annenin ağzından dökülmüştü.

 

Pencereye arkamı döndüğümde gözyaşlarım hızla yüzümü ıslatmaya devam ediyordu ama arkamı dönmem ile Agir'i görmem bir oldu.

 

Agir kalbi sıkışıyormuş gibi gözyaşlarıma bakarken gözleri ıslak gözlerimden ayrılmıyordu.

 

Bu da ilkti.

 

Agir ilk defa canlı bir şekilde ağladığımı görmüş ve canı yanıyormuş gibi bana bakıyordu.

 

"Agir" diye fısıldadım.

 

Ellerim hemen gözlerime gidip yaşları silerken Agir bir adım geriye gitti.

 

O kadar kötü mü görünüyordum.

"Ağlamıyorum, gözlerim uykusuz kaldığım için sulanıyor" dedim acele ile.

 

Görmemesi gerekiyordu, böyle olmazdı.

 

"Boşuna silme anne çünkü ben ölsem de bu görüntüyü unutmam" deyip arkasını dönerek çıktı odadan.

 

Bende arkasından çıktığımda Azad "Dildar!" Diye bağırdı.

 

Merdivenlerin başında durduğumda herkesin gözleri benim üzerimdeydi.

Ailem üzerimde ki elbiseye ağlayarak bakarken, diğerleri de ağlayacak gibiydi.

 

Sadece o bomboş gözlerle bana bakıyordu.

 

Gözlerim Agir'i aradı ama birden kaybolmuş gibiydi, öfkeli bakışlarım tekrar Azad'a dönünce merdivenleri yavaşça indim.

 

Azad işte o an üzerime baktı, üstümde ki siyah elbise kaşlarının çatılmasına sebep olurken gözlerinin ardından acı dolu bir ifade geçti, ya da ben yanlış gördüm.

 

Rojda ve Vanessa annemi tutarken annem bir çığlık attı.

 

Öyle bir çığlıktı ki herkesi yerine mıhlamıştı.

 

Koskoca Şanlı Aşiretinin güçlü ve korkusuz Hanımağası Havin Şanlı.

Görenler onu ilk defa bu kadar çaresiz görüyorlardı.

 

Bende dahil.

 

Babam vurulduğunda bile annem bu kadar yıkılmış görünmüyordu.

 

Merdivenleri indiğimde herkesin başı yerdeydi.

 

Muhammed, Ali, Asaf, Dijvan, Ferhat ve korumalar.

 

Neydi bu utançlarının sebebi?

 

Üzerimde ki elbise mi?

 

Yoksa Annemin çığlıkları mı?

 

Azad'ın tam karşısında durdum, birkaç koruma eşliğinde imam gelince ortaya bir masa kondu.

 

Nikah burda kıyılacaktı.

 

İmam önce bana sonra üzerimde ki elbiseye baktı, gözleri en son Azad'a değdiğinde.

 

"Ağam Efsun Şanlı'nın rızası var mıdır? Yoksa ben bu nikahı kıyamam" dedi.

 

Azad ona tan bir bakış atıp tekrar bana döndü, derin bir nefes alıp "Rızam var imam efendi" dedim.

 

Sesimde ki memnuniyetsizlik belli olurken imam gözlerime bakıp kafasını sallayıp beni onayladı.

 

Azad bana arkasını dönüp masaya oturdu, ellerim yumruk olurken tırnaklarım avuç içime batıyor ve battığı yeri sızlatıyordu.

 

Yavaş ama sert adımlar ile geçip yanına oturdum, gözlerim ailemin üzerinde dolaşırken babam ve Dijvan bana doğru bir adım attılar ama kaşlarımı çattınca durdular.

 

Karşımayacaklardı, söz ağzımdan bir defa çıkmıştı ve kararım kesindi.

 

Herkes yenildiğimi sansın ama andım olsun oğlumun bugün gözyaşlarıma şahit olduğu gibi Azad Karaaslanı da benimle evlendiğine pişman ettiğime şahit olacaktı herkes.

 

İmam birkaç dua eşliğinde başladığında babam arkasını dönüp yukarıya çıktı.

 

Hazal ve dijvan yanyana gelip bana ağlarken Ferhat da yukarıya çıktı.

 

Vanessa, annem, ve Rojda ise ıslak gözler ile bana bakıyorlardı.

 

Ali Azad'ın sahiti oldu, Yasemin de tam benim yanıma gelecekti ki "Ben dururken kimse onun şahidi olamaz" diyen Vanessa birden yanımda belirdi.

 

Yaseminin bir tepki vermesini bekledim ama ufak bir tebessüm edip geriye çekilmişti.

 

Vanessa yanımda durup elimi sımsıkı tuttuğunda Ali ile göz göze geldi.

Ağzının içinde "Haydut" diye homurdandığını ben ve Ali tek duymuştuk.

 

"Yaban çiçeği, o ağzını kapalı tut" diye uyardı Ali ona doğru eğilirken.

 

Vanessa ona ters bir bakış yolladığında imam ilk önce "Kızım Mehir olarak ne istersin?" Diye sordu.

 

Mehir...

 

Bu zalimden hiç bir şey istemezdim, o an oğlum göründü yukarıdan.

Merdivenlerin başında durmuş öfke ile yanımda oturan adama bakıyordu.

 

Azad'ın bakışları önce beni sonra baktığım yeri buldu.

 

Yutkunuşunu duyduğumda kısık bir sesle "Çok sinirli Dildar, bana benziyor " diye fısıldadı.

 

Gözlerim onu bulduğunda oda bana baktı.

"Seni asla affetmeyecek Azad, çünkü o senin oğlun" diye fısıldadım.

 

Bakışlarımı ondan çekip benden cevap bekleyen imama baktım.

 

"Talak hakkı isterim sadece" dediğimde herkes Azad'a baktı.

 

Bu Doğu da istenilen bir şey değildi, her gelin mal ve mülk isterdi Mehir olarak ama Azad'da olan şeylerin fazlası bende vardı ama eksiği yoktu.

 

İmam bu sefer endişe ile Azad'a baktı, ben dahil herkes kabul etmeyeceğini sanmıştı ama gözleri oğlumdayken "Kabul ediyorum" dedi.

 

Gözlerini ona öfke ve nefret ile bakan gözlerden çekip imama dikti.

 

"Urfa da 6 ev, İstanbul'da 2 villa, 20 At, 8 araba, Diyarbakır da ki 2 kuyumcu, Adıyaman da ki 3 apartman, şirketin yarı hissesi, Mardin de ki çiftlik,onun ve oğlunun boyu ve kilosu kadar da altın ve gümüş. Yani malımın çeyreği ona diğer çeyreği de oğluna olacak şekilde yarısını mehir veriyorum" dediğinde şok dolu bakışlara maruz kalmıştı.

 

Bu verdiği gerçekten de malının yarısı bile değildi ama ondan gelen Allah'tan gelsindi.

 

"İstemiyorum İmam efendi"

"O halde talak hakkı vermiyorum"

 

"Kabul" dediğimde yanımda ki Vanessa kulağıma eğilip "Bu adam ağa mı yoksa kral mı?" Dedi şaşkınca.

 

Azad malının yarısı demişti ama eminim ki saymayı unutmuştu çünkü malının çeyreği bile değildi verdikleri.

 

İmam şaşkınca kabul edip nikahın geri kalanını tamamlamaya başladı.

Gözlerim tekrar oğlumu buldu, elini sertçe yanağına değdirirken göz yaşlarını siliyordu.

 

" Efsun Şanlı, Azad Karaaslanı eş olarak kabul ettin mi?"

 

Agir başını çaresizce sağa sola sallarken burnumun direği sızladı.

 

"Ettim"

 

"Kabul ettin mi?"

 

"Ettim"

 

"Kabul ettin mi?"

 

"Ettim"

 

Agir'in boynu büküldüğünde sadece ona bakıyordum.

 

Gözyaşlarını ilk defa benden saklamadı, ne benden ne de başkasından.

 

Agir ilk defa biri onu ağlarken görür diye kapı arkasına saklanmadı.

 

Ve bu beni anne olmaktan utandırdı.

 

Ben nasıl bir anneydim ki oğlumun yanına gidip gözyaşlarını silemiyordum.

 

"Azad Karaaslan, Efsun şanlı'yı eş olarak kabul ettin mi?"

 

"Ettim"

 

"Ettin mi?"

 

"Ettim"

 

"Ettin mi?"

 

Son kabulünü Agir'e bakarak söylemişti, iki kehribar yine göz göze gelince birinden gözyaşı ve çaresizlik akıyordu, diğerinden pişmanlık ve umut.

 

"Ettim"

 

"Sizde şahitlik ettiniz mi?" Diye sordu Ali ve Vanessa ya bakarak.

 

Ali anında "ettik" dediğinde Vanessa imama bakıp "Ben müslüman değilim, o halde nikah olamaz değil mi?" Diye sordu.

 

Ben ve Ali afallayıp ona baktığımızda o pür dikkat imama bakıyordu.

 

İmam ona tebessüm edip "Gelin müslüman olmazsa nikah olmaz ama senin yerine başkası gelebilir" dedi.

 

Vanessa ise muhteşem bir şey söyledi.

"Gelin 7 senedir Amerika da yaşıyor, yani yarı müslüman. Nikah olmaz değil mi?"

Herkes dudaklarını birbirine bastırıp gülüşünü engellerken İmam "Efsun şanlı'yı tanımayan yoktur kızım" dedi.

 

Vanessa bir çözüm bulamamasının hüznü ile,

"Ettik" diye homurdandı.

 

"Bende sizi Allah'ın huzurunda karı koca ilan ettim"

 

Diyen imam tekrar dua etmeye başlayınca sadece 3 kişi etmedi.

 

Azad, Agir ve ben.

 

Ailemi saymıyordum bile çünkü hüzünle bana bakmaktan başka ne birini görüyorlardı ne de duyuyorlardı.

 

İmam efendi ayağı kalktığında ben kalkmadım, çünkü oğlum bize doğru yürüyordu.

 

Ali bütün korumaları ve yabancıları dışarı çıkarıp kapıyı kapattı.

 

Sadece onun ve benim ailem vardı.

Azad Agir gelince ayağı kalkıp onun karşısında durdu, ben ise ortalarında duran masada oturuyordum.

 

"Dediğini yaptın" dedi Agir başını kaldırıp Azad'a bakarken.

 

"Madem onu istedin al ve git!" Dediğinde ayağı kalktım.

 

Herkes ona bakarken ne dediğinin farkında mıydı?

 

Azad'ın kaşları çatılırken "Gidiyoruz, sende geliyorsun" dedi.

 

"Sen onunla evlendin benimle değil, sizin ailenizin konuları beni ilgilendirmez. O benim annemdi ama artık senin karın ve ben burda kalacağım!" Dediğinde,

"Agir" dedim ona doğru bir adım atıp.

 

Bakışları beni bulduğunda "Ben burda olacağım daye, sen kocanla git. Benim gelmek gibi bir zorunluluğum yok çünkü ben onun oğlu değilim, kanımdan olmayan biri beni zorla götüremez" dedi.

 

Herkes donmuş bir şekilde ona bakarken farkında değildi ama bu nikah onun için kıyılmıştı.

 

"Geleceksin Agir, sen onun oğlusun ve bende kocası. Yani artık benim de oğl-" diyecek oldu Azad ama agir"Sen benim babam değilsin Ağa!" Diye bağırdı.

 

Azad'ın kaskatı kesildiğini gördüğümde diğerlerinin ondan farkı yoktu.

 

"Sakın ola kendini babam sanma, ben babamı hiç görmedim ama senin gibi bir zalim benim babamın hayalini bile kirletemez!" Dedi.

 

Azad'ın bakışları beni bulduğunda bir şey yapmamı istiyordu, hayır emrediyor du.

 

Oğlu olmadan burdan gitmeyecekti.

Agir'in yanına gidip "Agir biraz konuşalım anneciğim" dedim elini tutup ama elini avucumdan çekip bir adım benden uzaklaştı.

 

Bakışları Beni bulduğunda "Nikah bitti daye, sen bizi değil onu seçtin. Kocanla git, bende teyzemle Amerika ya gidip orda yaşa-" diyecek oldu ama Azad birden onu omuzuna atıp,

"Hiç bir yere gidemezsin" deyip konuşmasını engelledi.

 

"Azad!" Diye bağırdım öfke ile.

 

Agir de "Bırak beni!" Diye bağırdı ama Azad ikimizi de duymamazlıktan gelip kapıya yöneldi.

 

"Arabada bekliyoruz Dildar" deyip konaktan çıkınca herkes şaşkınca onlara bakıyordu.

 

Agir her ne kadar çırpınıp ona vurmaya çalışsa da başarısız oluyordu.

 

Dönüp son kez aileme baktım, başımı sallayıp Azad ve Agir'in arkasından koştuğumda Vanessa da benim arkamdan koştu ama Ali birden kolunu tutup "Sen nereye yaban çiçeği?" Diye sordu.

 

Arabaya binmeden önce Vanessa'nın"Bende sana kaçıyorum yakışıklı, merak etme ben bu kadar mahir istemem" dediğini duymuştum.

 

Ona her ne kadar "Mahir" değil "Mehir" demek istesem de diyememiş arabaya binmiştim.

 

Azad Agir'i kucağında öyle bir tutmuştu ki Agir bırak hareket etmeyi nefes bile alamıyor olabilirdi.

 

Agir'in sırtını göğüsüne yaslamış ve bedenini bacaklarının arasına sıkıştırmıştı.

 

Kollarını da göğüsünün üstünden bağlamış, çenesini de başının üstüne yaslamıştı.

 

"Bırak beni Ağa!" Diye bağırdan Agir'i takmıyor gizlice saçlarını kokluyordu.

Agir görmedi ama ben gördüm.

 

"Azad bırak oğlumu" dedim bende.

Agir bana ters bir bakış atıp "Bırakma ağa" dedi.

 

Bir dakika ne?

 

Şaka yapıyor değil mi?

 

"Bırakmam küçük ağa, bir daha bırakmam" diyen Azad gerçekten de Agir'i bir saniye bile bırakmamıştı.

 

Biz Mardin'e gelirken de Şuan konağın kapısında dururken de.

 

Azad Agir'i yine kucağına alıp arabadan inince bende acele ile indim.

 

Yol boyu peşimizden gelen Konvoy konağa yaklaştıkça dağılmıştı.

 

Kaç araba olduğunu sayamamıştım ama geçtikleri yerleri korna ile inletmişlerdi.

"Ağa çocuk mu taşıyorsun, indir beni!" Dedi Agir hala çırpınırken.

 

Azad bir an bana bakıp tekrar ona döndü ve onu yavaşça yere indirip "Doğru" dedi.

 

Yasemin, Asaf ve Muhammed abi tebessüm ile onlara bakarken ben hala olduğum durumun şokundaydım.

 

Azad üstünü düzeltip konağa doğru bir adım attığında korumalar yerlerine geçip silahlarına davrandılar.

 

Hepsi aynı anda çıkarıp havaya ateş ettiğinde ne ben ne de Agir etkilenmemiştik.

 

Azad konağa girdiğinde Agir ile birbirimize baktık, her ne kadar bana kızgın da olsa "Omuzlarını dik tut daye" deyip Azad'ın arkasından içeriye girdi.

 

Bende omuzlarımı dikleştirip arkalarından içeriye girmeden önce Asaf ve Muhammed abinin de silahlarını çıkarıp havaya sıktıklarını gördüm.

 

Gelinlikle değil, siyah bir elbise ile geldim bu konağa.

 

Davul zurna ile değil silah sesleri ile girdim.

 

Ailemin Azad'a ettiği hayır duası ile değil bedduası ile girdim.

 

Gülerek değil titreyerek girdim.

 

Heyecan ile değil bundan sonra olacakların korkusu ile girdim.

 

Yasemin de arkamdan içeriye girdiğinde daha ilk dakika dan öfkeli ve nefret dolu bakışlara maruz kalmıştım.

 

Gülsüm, kardeşi ve yeğeni.

 

Hem öfke hem de nefret ile baktılar bana ve oğluma.

 

🔥

 

Agir konağa annesi ile birlikte girdiği an onlara bakan nefret dolu bakışlar ile karşılaşmıştı ama annesine her ne kadar kızgın da olsa aslında gelmek istiyordu çünkü bu kadınlar annesine güzel bir şekilde bakmayacaktı biliyordu.

 

Annesini kimseye ezdirmemek için bir yanı gelmek istiyordu.

 

Onu tek bırakmayacaktı, babasının öldüğünü öğrendiği an annesi vardı yanında.

 

Şimdi ona nefretle bakan gözlere inat onun yanında duracaktı.

Ona göre artık çocuk değildi, annesinin aslanı, tek sığınağıydı.

 

Herkese rağmen annesinin yanına gidip elini öptü.

 

Ona şaşkınca dönen annesine bakmadı ama diğerlerine bakarak elini öpüp alnına yasladı.

 

"Huzur dolu bir evlilik olsun daye, fesatlıktan kötülükten Allah seni ve evliliğini korusun" dediğinde içi öfke doluydu.

 

Üç kadının annesine değil de ona baktığını gördüğünde tebessüm etti.

Onu kötü bakışlardan bile koruyacak cesarete sahipti.

 

Azad ve diğerleri ise bu yaptığına şaşırmışlardı.

 

Agir yönünü Azad'a çevirip "Geçen gün verdiğiniz oda küçüktü, daha büyük bir oda istiyorum. Şu merdivenlerin önünde ki oda olur" dedi sesinde ki munzurluk ile.

 

O oda Gülsüm hanımın odasıydı, ilk buraya geldiğinde oraya giderken evin yardımcısı ona bu bilgiyi vermiş onu başka odaya göndermişti.

 

Gülsüm hanımın annesine "Şanlı'ların yüz karası!" Dediğini unutmamıştı, kimseye de unutturmayacaktı.

 

Gülsüm yerinden şiddet ile kalktığında,

"orası benim odam!" Dedi.

 

Agir ne ona ne de başkasına baktı, sadece onunla aynı olan kehribarlara baktı.

 

Azad aklından geçeni okumuş gibi "Şermin hanım!" Diye seslendi.

 

Herkes onları şaşkınlık ile izlerken "Gülsüm hanımın odasını Agir için hazırla" dedi sadece ve merdivenlere yöneldi.

 

O odasına çıkarken yasemin onun ve Agir'in yanına gelip "Biraz dinlenin Efsun" deyip tebessüm etti.

 

Efsun oğlunun elini sıkı sıkıya tutarken ne yapacağını bilmiyordu.

 

Azad ile evlenmişlerdi ama kimse bunun gerçek bir evlilik olmadığını biliyordu.

Karanlık yavaşça üstlerine çökerken Azad kendi odasında önce duş almış sonra da bir viski doldurup oturarak arkasına yaslanmıştı.

 

Aklı ve kalbi bir biri ile savaşırken ne yapacağını bilmiyordu oda.

 

Yıllar önce hayal ettiği her şey avucunun içindeydi, gerçekleşmişti ama mutlu bile olamıyordu.

 

Oğlu vardı hemde Efsun'dan ama oğlu onun tanımıyor ve sevmiyordu.

 

Efsun'la evlenmişti ama hayal ettiği gibi anlı şanlı düğünle değil, mecbur ederek.

Efsun gelinlik değil Siyah bir elbise giymişti.

 

Karşılıklı oynamamış, birbirlerine aşkla bakmamışlardı.

 

Kırgındı, öfkeliydi, üzgündü...

 

Sadece içti, geçmişe ve geleceğe ağır ağır içti.

 

Sonra ayağı kalkıp odasından çıktı, adımları ondan bağımsız Agir için hazırlattığı odaya giderken içinde bir ateş yanıyordu.

 

Kapının Aralık olması ile onlara baktı, hayallerine ve umutlarına.

 

Acı ile baktı, ne çok isterdi yanlarında bir yeri olmasını.

 

Oğulları ortada uzanırken o da yatağın bir köşesine sinemez miydi?

 

Oğluna bir kere sarılıp koklayamaz mıydı?

 

Ya da bir zamanlar yüreği sadece onun için titreyen kadının yüzünü okşayamaz mıydı?

 

Efsun ve Agir kendi odalarında sessizce uzanıyorlardı.

 

Aralarında mesafe ve hiç bitmeyecek bir sessizlik var gibiydi.

 

Efsun'un yönü Agir'e bakarken gözleri yavaşça kapanmaya başlamıştı.

Agir tavanda ki bakışlarını yanına yani canının varlığına çevirince annesinin uyuduğunu görmüştü.

 

Ona kızgındı ama bir suçu olmadığını da biliyordu.

 

Yavaşça doğruldu yerinden, önce annesinin yanağında ki belirgin gamzeye bir öpücük kondurdu sonra da ayaklarının altında olan pikeyi üstüne çekti.

 

Azad'ın bu görüntü ile yüreği sızlarken yavaşça uzaklaştı ordan, ev ahalisi odasına çekilirken o gidip ikinci katta ki büyük teras da ki sedirlerden birine oturup gökte ki yıldızlara baktı.

 

"Yakın olduğunuz kadar uzaksınız" diye mırıldandı.

 

Yıldızlara bakarak söylemişti ama aklı Efsun ve Agir'deydi.

 

Elleri şakaklarına uzanıp sertçe ovarken küçük ama sert adım sesleri gözlerini açıp gelene baktı.

 

Oğlu ona doğru geliyordu, onun gibi.

 

Yerinde hafif dikleşti, Agir yavaşça gelip yanına oturduğunda onun da bakışları gökyüzüne kaydı.

 

Parlak ve görünür olan yıldızlara bakarken tebessüm etti.

 

Dedesi annesinin güneş olduğu gibi onun da gece gökte ki yıldız olduğunu söylerdi ama agir yıldız değil gökyüzü'ydü bilmiyordu.

 

Zira gökyüzü olmazsa Güneş Doğu'dan doğmazdı.

 

Üçü de birbirine bağlıydı.

 

Gökyüzü, Doğu ve Güneş.

 

Agir, Azad ve Efsun gibi.

 

"Yakın görünüyorlar ama çok uzaklar" dedi Agir hala gökyüzüne bakarken.

 

Azad'ın dudaklarında bir gülümseme olduğunda karşısında ki çocuk ona mucize gibi geliyordu.

 

Yıllardır varlığından haberdar olmadığı Oğlu bir gün ansızın karısına çıkmış ve onu kendine hayran bırakmıştı.

 

Hem de görünüşü ile zira o küçük Azad'dı.

 

"Öyle" dedi sadece ona bakarken.

 

"Ağa sen zalim misin yoksa çaresiz mi?" Diye birden soran Agir in sorusu ile Azad gerildi.

 

"Neye göre?" Diye sordu tek kaşını kaldırıp.

 

Agir ona bakıp "Anneme zalimlik olsun diye mi bunu reva gördün yoksa kardeşini kurtarmak için çaresiz olduğundan mı?" Diye sordu Agir bu sefer de.

 

Azad derin bir nefes alırken bakışlarını tekrar gökyüzüne çevirdi.

 

"Sen hangisi olmasını isterdin"

 

"Çaresiz olmanı"

 

"Neden?"

 

"Çünkü içimde bir yer var ağa, neresi bilmem ama çaresiz olduğuna inanmak istiyor" diyen Agir ile bakışları birden onu buldu.

 

Kalbi göğüsüne sert bir darbe indirdi bu ihtimalle.

 

Oğlu onu hissediyor muydu?

 

"Sana yalan söylemeyeceğim Agir, ikisi de" dedi.

 

Agir anlamadığı için kaşlarını çatıp ona bakınca,

"Hem çaresizim hem de zalim"

 

"Çaresizliğim kaybettiğim şeyleri kazanmak için, zalimliğim ise kaybettiklerimin beni istememesine rağmen onları mecbur ettiğimden" dediğinde Agir yine anlamamıştı ama aklında tek bir kelime başını zonklatıyordu.

 

Zalim, Zalim, Zalim...

 

"Ama düşündüğün gibi annene bir kötülüğüm olmaz, belki onu mecbur ettim ama kötülükten değil bunu bir gün anlayacaksın"

 

Agir sadece sessiz kaldı.

 

"Annem ilk defa bugün benimle ilgili olan bir şeyi unuttu senin yüzünden" dedi Agir dakikalar sonra tekrar konuşurken.

 

Azad'ın bakışları pür dikkat simasını izlerken,

 

"Neyi unuttu?" Diye sordu.

 

Agir'in ona dönen dolu bakışları ile içi sızladı.

 

"Ağa bugün... Benim doğum günümdü" dedi Agir sessizce.

 

Annesi ilk defa bugün onu unutmuştu, kırgın ve kızgındı.

 

Ama bencillik etmek istemiyordu o yüzden bunu annesine söylemedi çünkü üzülecegini biliyordu.

 

18 Ocak onun doğum günüydü.

Ve kimse kutlamamıştı.

 

Zaten herkesi annesiydi ve o unuttuğu için kimse hatırlamamıştı.

 

Azad dişlerini sıktığında kendinden nefret etti, zira oğlunun doğum gününü unutturacak kadar kötü bir gün yaşatmıştı onlara.

 

"Agir-" diyecek oldu ama Agir burnunu çekerek

"Zorlandığım da hiç kimseye 'bana yardım et' demedim Ağa çünkü benim zorlandığımı benden önce fark eden annem yanımdaydı" dedi Agir ağlamamak için kendini sıkarken.

 

Burnu akıyordu ama ağlamıyordu.

Yanında ki içinin kavrulduğunu bilmediği adama bakıp hafif bir tebessüm etti ama Azad anında o tebessümün altında ki acıyı gördü.

 

Gördü ve yandı.

 

"Şimdi sen benim herşeyimi almak istiyorsun benden, söyle ben nasıl her şeyimi sana vermeye razı olayım?" Diye sordu.

 

Agir bugün ilk defa annesinin ağladığını görmüştü, canlı canlı görmüştü.

 

Hep duyardı ama ilk defa görmüştü, en acı olansa bunu kendi doğum gününde görmüştü.

 

"Agir ben kötü biri değilim, ne sana ne de annene zarar vermem" diyen adamın gözlerine baktı sadece.

 

Bu adama bakarken içi sebepsiz yere titriyordu, o bunu öfke sanıyordu ama içinde titreyen yer küçük yüreğinin baba hasreti ile kavrulduğu yerdi.

 

"Suya düşmek insanın boğulmasına sebep olmaz ama suyun içinde kalmak seni öldürür... Sen bugün beni annemin gözyaşlarına şahit kıldın ya, haberin olsun ağa benim içimde ki Suyun içine düştün ve emin ol ben o sudan çıkmana izin vermeyeceğim!" Deyip ayağı kalktı.

Gökyüzü Azad'ın omuzlarına çöktü, oğlu arkasına bakmadan giderken o sanki gökyüzünün altında kalmış gibi ezildi.

 

Elleri yumruk olurken kehribar gözleri buğulandı,

"Sizi tekrar kaybedemem" diyen fısıltısı gecenin içinde kaybolup yüreğine saplandı.

 

Azad ağlamazdı, en azından 7 senedir ağlamamıştı.

 

En son 7 sene önce bir hastane odasında uyandığında Efsun'un gittiğini öğrendiğinde burnunun direği sızlatmıştı ve o an yaralı halde kalkıp çiftliğe gitmişti.

 

Yalnız ve yaralı bir şekilde.

 

Gecesinde o çiftlikte yaşadıkları şeyler gözlerinin önüne geldiğinde ise kriz geçirmiş ve evde ki her şeyi parçalamıştı.

 

Yarası açılmış göğüsü kan dolmuştu ama o hiçbir şey hissetmemişti.

 

Efsun ile birlikte geçirdiği hayatının en güzel gecesine şahitlik eden o yatağın önünde diz çökmüş ve saatlerce ağlamıştı.

 

Azad en son annesinin ölümünde diz çökmüş ve ağlamıştı, yıllar sonra da Efsun'un gidişinde ve yatağının önünde.

 

O günden sonra bir daha ne dizi yere değmişti ne de kuruyan gözlerinden bir damla firar etmişti.

 

Ama şimdi oğlu için ağlamak istiyordu.

Onun doğum gününü bilmeyişine, onun yokluğu ile geçirdiği yıllara ağlamak istiyordu.

 

Sadece burnunun direği sızladı ama aglayamadı.

 

Efsun'un için o gece döktüğü gözyaşlarından sonra buna şaşırmıyor yaşlarının kuruduğuna inanıyordu.

 

Ona son bakışı titrekti, yeşilleri büyük bir öfke ile titriyordu ama Azad o öfkenin arkasında ki korkuyu da acıyı da görmüştü.

 

Canı o göğüsünden vurulduğunda yanmamıştı, canı Efsun'un arkasını dönerek gitmesine yanmıştı.

 

Eğer azad uyandığında yanında efsun'u görseydi, pişman olmasa bile ona yine divane olarak bakardı.

 

Efsun ona hep "Dildar" dediği için kızardı.

 

Eskiden olan bir konuşmaları kulaklarında çınlayınca yutkundu.

 

"Bana sürekli Dildar deme" diyordu kızgınca.

 

Azad onu göğüsüne çekip saçlarından bir ömür çaldı içine.

 

"Neden bundan bu kadar rahatsızsın...Dildar?"

Demişti eğlenen sesi ile.

 

Efsun sinirle göğüsüne bir tane vurup sonra vurduğu yeri öpmüştü.

 

Kıyamıyordu.

 

"Anlamını biliyorum" dedi huzurlu sesi ile.

 

"Neymiş anlamı?" Diye sordu Azad belini sıkıca tutup kendine çekerken.

 

"Aşık demek " demişti kollarını boynuna dolarken.

 

Boyu Azad'a yetişmek için eksik kalıyordu, ama yanında kısa kalmaktan da mutluydu.

 

"Benim sana olan aşkımı anlatıyor ama ben senin bana olan aşkını anlattığını sanıyordum"

 

Azad başını eğip boynundan da biraz hayat çalarken içine Efsun'un haklı olduğunu biliyordu.

 

Boynuna Derin bir öpücük kondurup onu kolları ile göğüsüne sokmak istercesine sarıldı.

 

Evet

Dildar Aşık ve sevgili anlamına geliyordu ama bir anlamı daha vardı.

Azad o anlamı için bu şekilde hitap ederdi.

 

"Gönlü kendine bağlamış olan kişi"

 

Azad aslında kendi aşkı için bu kelimeyi kullanıyordu.

 

Ama gerçeği söylemedi sadece şunlar döküldü dudaklarından.

 

"Kelimeler kifayetsiz Dildar sana olan aşkımın yanında, ne bir kelime anlatır sana olan aşkımı ne de bir eylem ama sen bana bakarsan senin için yüreğimde yanan ateşi görürsün"

 

Efsun bakışlarını gözlerine sabitlerken ona eğilip bir öpücük daha kondurdu saçlarına.

 

"Gözünle bakarsan bana beni görürsün, Gönlünle bakarsan kendini"

 

Efsun'un dudaklarında açan çiçek değil Güneşti, Azad her onun gülüşüne bakınca içinin ısındığını iliklerine kadar hissetmiş hep gülsün diye güzel şeyler söyleyip yapmıştı ama hayatın acımasız tarafı ona öyle bir darbe vurmuştu ki Azad 7 Senedir hiç ısınmıyordu zira 7 senedir Güneş ona düşman ve uzaktı.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Devam edecek...💜

Bölüm : 18.01.2025 16:14 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...