42. Bölüm

ÖZEL BÖLÜM -1

ŞEVVAL ALPAR
lavinia_x21

Yıl Sonra

 

Karaaslan Konağı sabahın erken saatlerinden beri hummalı bir telaşın içindeydi. Mardin’de yapılacak düğün sadece Vannesa ile Ali için değil, aynı zamanda Karaaslan ailesi için de bambaşka bir anlam taşıyordu.

 

Azad’ın en yakın dostu Ali’nin düğününe gitmek, Efsun’un ise yıllardır kardeşi gibi gördüğü Vannesa’nın gelinliğini izlemesi demekti. Evde herkes bu özel gün için hazırlık içindeydi.

 

Efsun, sabahın serinliğinde odasında elbiseleri tek tek açmış, çocuklarının kıyafetlerini dikkatle seçmişti. İkiz kızlarının ince nakışlı elbiselerini ütülemiş, Baran’ın küçük gömleğini defalarca kontrol etmişti. Onun gözünde her şey kusursuz olmalıydı.

 

“Anne, prenses gibi oldum mu?” diye soran Dila, aynanın karşısında elbisesini savurarak döndü. Kumral saçlarına inci tokalar takılmış, yeşil gözleri heyecandan ışıldıyordu.

 

Efsun, kızına baktığında kalbi burkuldu. Dila’nın annesine olan benzerliği herkesin dilindeydi. Gözlerinde kendi çocukluğunu görür gibi oldu, dudaklarının kenarı titredi.

“Sen her zaman prensesim oldun, güzel kızım.”

 

Dilda ise daha sessizdi. Ağırbaşlılığıyla babasına çekmişti. Kehribar gözleriyle dikkatlice eteğinin kenarını düzeltti, topuz yapılmış siyah saçlarını okşayan annesine derin bir bakışla karşılık verdi.

“Teşekkür ederim, anne.” dedi fısıltıyla.

 

Baran ise bambaşkaydı. Yerinde duramayan beş yaşındaki çocuk, papyonuyla oynuyor, aynanın önünde zıplıyordu.

“Ben de damat gibi oldum! Hadi oynayalım!” diyerek kahkahalar attığında, Efsun başını salladı. Küçük oğlunun enerjisine yetişmek her zaman zordu.

 

Agir, kardeşlerinden farklıydı. On altı yaşında, babasının gençliğinin adeta bir yansımasıydı. Siyah takım elbisesini giymiş, ağır adımlarla aynanın karşısına geçmişti. Kehribar gözleri sert, omuzları dimdikti. Ama annesi saçlarını düzeltmek için yanına geldiğinde, o sert yüzün altındaki yumuşaklık açığa çıktı.

 

“Anne…” dedi usulca.

 

Efsun, oğlunun yüzüne baktığında onun büyümüş haline inanamıyordu. Küçükken kucağında uyuyan bebek şimdi koca bir delikanlı olmuştu. Eliyle oğlunun yanağını okşadı.

 

“Sen de baban gibi yakışıklı bir adamsın artık, Agir.”

 

Agir’in yüzündeki ciddiyet dağıldı. Annesine olan düşkünlüğü gözlerinden okunuyordu. Çekildi, eğildi ve usulca annesinin elini öptü.

 

“Sen yanımda olduğun sürece, hep çocuğun kalacağım.”

 

Efsun elini onun yanağına yaslayıp içini kemiren soruyu sordu"Gelecek mi? Konuştun mu onunla?"

 

Agir'in sıkıntılı nefesi ona gerçeği söylüyordu ama yinede duymak istedi

"O bir daha gelmeyecek anne, konuştum ama bir daha dönemem dedi... Ve senden yine helallik istedi"

 

Efsun'un gözleri dolduğunda "Helal olsun" diye fısıldayıp Agir'in saçlarına bir öpücük kondurdu.

 

O anı gören Azad, kapının eşiğinden oğluna bakıyordu. Oğlu ile karısı arasındaki bağı gördükçe gururu daha da artıyordu. Ağır adımlarla içeri girdi.

 

“Hazır mısınız?” diye sordu tok sesiyle.

Dila sevinçle babasına koştu, kollarına atladı.

 

“Baba, prenses gibi miyim?”

 

Azad’ın yüzünde nadiren görülen koca bir gülümseme belirdi.

“Sen benim gözümde prenseslerin en güzelsin.”

 

Dilda babasının yanına yaklaştı, gözlerini yere indirmişti. Azad, kızının ağırbaşlılığını bildiğinden eğilip saçlarını öptü.

 

Baran ise babasının bacaklarına sarıldı.

“Ben de senin küçük damadın oldum, değil mi?”

 

Azad kahkaha atarak oğlunu kucağına aldı.

“Sen benim yiğidimsin, oğlum.”

 

Agir sessizce onları izledi. Babasıyla göz göze geldiklerinde ikisinin de yüzünde aynı ciddiyet belirdi. Azad, oğlunun omzuna dokundu.

 

“Sen benim gururumsun, Agir.”

 

O an Agir’in dimdik duran omuzları hafifçe titredi. Babasının sözleri onun için dünyalara bedeldi.

 

Karaaslan ailesi, büyük bir konvoyla yola çıktı. Araçların önünde davul-zurna çalınıyor, şehir halkı merakla onları izliyordu. Çocukların kahkahaları arabanın içini doldurmuştu.

 

Dila sürekli annesinin kulağına sorular soruyor, Dilda onu susturmaya çalışıyordu.

 

Baran gördüğü her şeyi heyecanla anlatıyor, Efsun ise sabırla hepsini dinliyordu. Agir camdan dışarıya bakıyordu, ama annesinin elini bir an olsun bırakmamıştı. Azad, arada bir oğluna bakıp sessiz gururunu içinden geçiriyordu.

 

Mardin’in taş işçiliğiyle süslü bir avlusu vardı düğünün. Gökyüzünden sarkan renkli lambalar, etrafa yayılan gül yaprakları, altın varaklı süslerle donatılmış masalar… Tarihi duvarların içinde bir masal sahnesi kurulmuş gibiydi.

 

Vannesa, bembeyaz gelinliğiyle göz kamaştırıyordu. Saçlarından dökülen duvak, yüzündeki neşe, çocuklara her bakışında gözlerinde parlayan sıcaklık…

 

Ali, siyah takımıyla ağırbaşlı bir damat olmuştu. Yanında Azad duruyor, kardeşi gibi gördüğü dostunun mutluluğunu izliyordu.

 

Çocukların gözleri büyülenmişti.

Dila hayranlıkla bağırdı “Anne! Ben de büyüyünce böyle olacağım!” dediğinde Agir ve Baran'ın sahiplenici ve kıskanç bakışları anında onu buldu ama o bunu fark etmedi.

 

Dilda sadece sessizce bakıyordu ama elini kardeşinin sıkıca tutmuştu. Baran koşarak gelinin yanına gitti:“Teyze, çok güzelsin!”

Vannesa kahkahalarla eğilip onu kucakladı.

 

Agir ise biraz geriden izliyordu. Ama gözlerinde bir hayranlık vardı. Kardeşlerine kol kanat germek ister gibi onların yanından ayrılmıyordu. Efsun bunu fark ettiğinde oğluna gururla baktı.

 

Davullar çaldı, zurnalar eşlik etti. Halaylar kuruldu. Kadınlar rengârenk bindallarıyla dans ederken, erkekler sıra tutup halaya geçti. Azad, Ali’nin yanında ağır adımlarla halaya girdi. Onun sert yüzünde bile kocaman bir gülümseme vardı.

 

Efsun kadınların arasına girmişti. Saçları uçuşuyor, gözleri çocuklarını kollamak için sürekli etrafta dolaşıyordu. Agir, kardeşlerinin yanından ayrılmadı, onları kalabalıkta korumaya çalışıyordu.

 

Düğünün kalabalığı, davulların tok sesi, insanların neşesi arasında taş avlunun kenarında küçük bir köşe vardı. O köşede, rengârenk ışıkların loş yansıması altında Vannesa ve Efsun bir araya gelmişti.

 

Gelinlik içindeki Vannesa’nın gözleri pırıl pırıl parlıyordu; ama o tanıdık yaramaz bakışları hâlâ yerindeydi.

 

Efsun, dostunu hayranlıkla süzdü. Gözleri nemlenmişti. “Senin düğününü görmek… hâlâ inanılır gibi değil, Vannesa.” dedi gülümseyerek.

 

Vannesa kahkahasını bastıramadı.

“Ne sandın Efsun? Ben de sonunda uslanıp birinin eşi olacaktım elbet.”

 

Efsun başını iki yana salladı, gözlerinde hem sevinç hem hüzün vardı.

“Seninle çocuk gibi kahkahalar attığımız günler dün gibi. Şimdi karşımda bembeyaz gelinliğin içinde, bir yuva kurmaya hazırlanan kadınsın.”

 

Vannesa elini uzatıp Efsun’un ellerini tuttu.

“Ama ben hiç değişmedim, Efsun. Senin yanında hep aynıyım. Sen benim kardeşim, sığınağım oldun. Ne zaman düştüysem beni kaldıran sen oldun. Azad’la yaşadığın onca şeyde senin yanında olmak için ne kadar dua ettim bir bilsen…”

 

Efsun’un boğazı düğümlendi. Kalabalık arasında, davulların arasında yalnızca onların sesi vardı sanki. “Sen olmasaydın ben bu kadar güçlü olamazdım, Vannesa. Sen bana sadece dost değil, aile oldun. Çocuklarımın ‘teyze’ dediği kadın oldun.

Onların kahkahasında senin sesin var. Sen bizim evimizin neşesisin.”

 

Vannesa’nın gözleri bu sözlerle doldu. Dudaklarını ısırıp kahkahasını gözyaşına karıştırdı. “Beni hep böyle güzel anlatıyorsun, Efsun. Oysa ben… Ben bazen korktum, bazen kaçtım, bazen sustum. Ama sen… Hep dimdik durdun. Sen Azad’ın yanında bir ağa karısı gibi değil, yüreğiyle hükmeden bir kadın oldun.”

 

Efsun başını eğip utandı. “Ben sadece sevdiğim adamın yanında durdum, Vannesa. Aşkımı, çocuklarımı, ailemi korudum.”

 

Vannesa başını eğip dostunun gözlerinin içine baktı. “Ve işte bu yüzden senin hikâyen bir destan oldu. Azad’la senin sevdanız hâlâ herkesin dilinde. Ben de senin yanındayken hep kendimi daha güçlü hissettim.”

 

Efsun, dostunun ellerini daha sıkı kavradı.

“Bundan sonra senin yanında olma sırası bizde. Ali’yle bir yol açıyorsun. Ve ben, Azad, çocuklarım… her zaman senin yanındayız.”

 

Vannesa gözyaşlarını sildi, dudaklarında yine o yaramaz gülümseme belirdi.

“O zaman bana söz ver, Efsun. Bundan sonra da ne olursa olsun hep yanımda ol.”

 

Efsun hiç tereddüt etmeden cevapladı:

“Söz. Çünkü biz sadece dost değiliz, biz kardeşiz.”

 

İki kadın birbirine sarıldığında, arka planda halayın sesi daha da yükseldi. Fakat o an, Mardin’in taş avlusu onların gözyaşları ve gülüşleriyle çok daha anlamlı bir güzellik kazanmıştı.

 

Davulların tok sesleri, zurnanın iç titreten ezgisi taş avlunun her köşesini sararken, halay halkası genişlemişti. Gelin ve damat başta, ardından aşiret ağaları, gençler, kadınlar sırayla halaya katılıyordu. Işıklar parlıyor, kadınların rengârenk bindalları rüzgâr gibi savruluyordu.

 

Azad Ağa, halayın dışında kalmış; kucağında küçük prensesi Dila vardı. Sekiz yaşındaki kız çocuğu, gözlerinde yeşil ışıltılarla babasına bakıyordu. Kahkahalar arasında birden dudaklarından öyle bir cümle döküldü ki, Azad’ın kalbine dokundu.

 

“Baba… Ben de büyüyünce gelin olmak istiyorum.” dedi masumiyetle.

 

Azad’ın gözleri bir an kızıyla kilitlendi. Yüzünde önce şaşkınlık, sonra buruk bir tebessüm belirdi. Daha cevap veremeden, Azad’ın yanındaki Agir, kaşlarını çatıp hışımla atıldı:

 

“Sakın aklından bile geçirme Dila! Seni de, Dilda’yı da kimseye vermem! Kim sana öyle şeyler düşündürüyor, ha?”

 

Efsun kahkaha patlattı, Azad gülümseyerek başını iki yana salladı. Dila’nın yüzü ise babasının kucağında kızarıp küçücük elleriyle yüzünü kapatmaya çalıştı. “Ama abiii, ben sadece söyledim…”

 

Bu kez aradan minik Baran çıktı. Beş yaşındaki yumurcak, ablasının eteğine yapışıp kendince çok ciddi bir ifadeyle konuştu:

“Ağabey haklı! Ben de izin vermem! Hem Dila, hem Dilda benim ablam! Benimle oynayacaklar. Gelin olurlarsa benimle oynamazlar ki!”

 

Halayın ortasındaki kahkahalar bir anda bu küçük diyalog yüzünden dışarıya taştı. Halaya duranlar bile dönüp bu tabloya baktılar.

 

Azad, çocuklarını gururla süzüp derin bir nefes aldı. Kollarındaki Dila’nın saçlarını okşayarak konuştu: “Bak kızım, daha küçücüksün. Ama bil ki, ben de, annen de, ağabeyin de, Baran da seni ve ikizini kimseye kolay kolay veremeyiz. Siz bizim gözümüzün nurusunuz.”

 

Agir’in bakışları babasına kaydı. Gözlerinde hem gurur hem inat vardı. “Baba, kolay kolay değil… Hiç vermeyiz! Onlar benim kız kardeşim. Onların saçına toz kondurmam. Gerekirse dünyayı karşıma alırım.”

 

Efsun oğluna bakıp gözlerinde minnetle gülümsedi. Baran ise babasının cümlesini çoktan sahiplenmişti. Küçük yumruklarını sıktı, kocaman gözleriyle bağırdı:

“Evet! Kimse ablalarıma bakamaz! Bakarsa ben döverim!”

 

Bu söz üzerine herkes kahkahaya boğuldu. Azad kahkahanın içinde oğlunu kucağına alıp havaya kaldırdı. “Helal sana aslan oğlum! Sen daha küçücüksün ama sözlerin dağ gibi!”

 

Dila hâlâ utangaçça babasına sarılırken, Dilda bu konuşmaları dinleyip yerinde hoplayarak bağırdı:

“Ben de gelin olmayacağım! Hep sizinle kalacağım!”

 

Azad, Efsun’un elini tuttu. Gözleri ailesinin üzerinde gezerken dudaklarından sessiz bir cümle döküldü “Rabbim, bu anı gözümden bile saklasın…”

 

Davullar yeniden yükseldi, halay halkası neşeyle devam etti. Ama o köşede, Karaaslan ailesi bir kez daha birbirlerine kenetlenmişti.

 

Halay yeniden yükselmişti. İnsanlar kahkahalarla coşarken Efsun, kalabalığın arasından oğlunun yanına yaklaştı. Agir hâlâ dik durmuş, kollarını göğsünde kavuşturmuş, gözleriyle ikiz kız kardeşlerini izliyordu. Gözlerindeki inat, babasının gençliğini andırıyordu.

 

Efsun usulca kolunu Agir’in omzuna attı. “Oğlum…” dedi, sesi ipek gibi yumuşaktı.

Agir kaşlarını hafif kaldırıp annesine döndü.

 

“Efendim daye?”

 

Efsun, oğlunun yüzüne baktığında içi hem gururla hem de hüzünle doldu.

“Dila’yı da, Dilda’yı da böylesine koruman… kalbim gururla doluyor. Ama unutma, onlar senin kardeşin oldukları kadar, bir gün kendi yolları da olacak.”

 

Agir’in kehribar gözleri gökyüzü gibi karardı. Çenesini sıkıp başını iki yana salladı.

“Ben buna razı değilim daye. Onların tek yolu biziz. Babam, sen, ben, Baran… Bizim ailemizden öteye kimseye ihtiyaçları yok.”

 

Efsun derin bir nefes aldı. Elini oğlunun yanağına koydu.“Biliyorum seni… kalbin baban kadar sert görünür ama aslında pamuk gibidir. Kız kardeşlerini sevmek, onları korumak demek; evet, ama aynı zamanda onları mutlu oldukları yolda desteklemek de demek, Agir’im.”

 

Agir bakışlarını annesinden kaçırdı, kalabalığa çevirdi. Davulun ritmine rağmen boğazındaki düğüm saklanmıyordu. “Ben onları kimseye veremem daye. Hele ki bir erkeğe… hayır. Ben gözümün önünde büyütmüşüm, saçlarını okşamışım, her nefeslerinde yanlarında olmuşum. Benim kız kardeşim… kimsenin olmayacak.”

 

Efsun’un gözleri nemlendi. Oğlunun bu sözlerindeki saflığı, sahipleniciliği hem içini burktu hem de gururlandırdı. Onu kollarına çekti, başını göğsüne yasladı.

 

“Sen daha on altı yaşındasın Agir… ama yüreğin kırk yaşındaki bir adam gibi ağır. Rabbim seni de kardeşlerini de birbirinizden ayırmasın.”

 

Agir, annesinin kokusunu içine çekti. Dudaklarından sert ama duygulu bir fısıltı döküldü:

“Daye, merak etme… kim olursa olsun, bu aileye göz dikeni önce ben karşılarım. Sana da, babama da, kardeşlerime de dokundurtmam. Bu benim sözüm.”

 

Efsun gülümsedi. Oğlunun alnına usulca bir öpücük kondurdu.

“Benim aslan oğlum…”

 

O an ikisinin arasındaki bu sessiz yemin, halayın gürültüsünden bile daha gürültülüydü; kalplerine kazınmıştı.

 

Davulların tok sesi, zurnanın kıvrak nağmeleri bahçeyi inletirken, bir anda gözler Azad Ağa’ya çevrildi. O dik duruşu, siyah takımının içinde heybetiyle zaten herkesin dikkatini çekiyordu. Ama Azad’ın bakışları başka bir yerdeydi tam yanında, geceyi güzelliğiyle aydınlatan Efsun’unda.

 

Efsun, zarif işlemeli elbisesiyle yürüdüğünde kalabalığın uğultusu kesildi. Kadınlar fısıldaşıyor, erkekler hayranlıkla bakıyor ama en çok Azad’ın gözleri üzerinde yanıyordu. Efsun, kocasının bakışlarını yakalayıp başını eğdi, dudaklarında belli belirsiz bir tebessümle.

 

O an davulcu bir işaret aldı, zurna havayı değiştirdi. Kalabalık bağırarak yerini genişletti. Bir anda alkışlar yükseldi “Ağa! Ağa başa!”

 

Azad ağır adımlarla halayın başına geçti. Elini kaldırıp kalabalığa selam verdiğinde, hava sanki daha da ağırlaştı. Liderlik böyle bir şeydi: varlığı bile insanları büyülüyordu. Sonra elini Efsun’a uzattı.

 

Efsun, parmaklarını onun eline bırakırken göz göze geldiler. Azad’ın kehribar gözleri kararlı, Efsun’un yeşilleri ise huzur doluydu. İkisi yan yana, halayın başında yerlerini aldığında herkes susmuş, sadece davul ve zurna konuşur olmuştu.

 

Davul bir anda hızlandı. Azad ilk adımı attı, Efsun zarafetle ona uydu. Kalabalık alkışladı . İkisi aynı ritimle, yan yana, adeta bir uyumun resmi gibi hareket ediyordu.

 

Kalabalığın ortasında, halayın başında sadece onlar vardı. Kadınlar gülüşüyor, erkekler hayranlıkla izliyor, çocuklar sevinçle ellerini çırpıyordu. Bir anda gökyüzüne paralar savruldu. Misafirler, düğünün bereketi ve neşesi için para saçıyor, çocuklar yere düşenleri kapışıyordu.

 

Efsun’un yüzünde gülümseme vardı, göz ucuyla Azad’a bakarken kalbinde yıllar öncesinin yankısı çınladı. Onunla ilk kez göz göze geldiği anı hatırladı. Azad ise bir an bile eşinin elini bırakmadı, ne kadar ağır adım atarsa atsın her hareketinde yanında Efsun’un varlığını hissettirdi.

 

Kalabalığın uğultusu içinde biri bağırdı: “Allah mesut etsin!”

 

O an, davul daha güçlü vurdu, zurna daha da coşkulu çaldı. Halay coştukça coştu, ama başta yürüyen Azad ile Efsun’un uyumu, göz göze bakışları ve adımlarının ahengi bu düğünü unutulmaz kıldı.

 

Çocuklar Dila, Dilda ve Baran gözleri ışıl ışıl anne babalarını izliyordu. Agir ise bir adım geri durmuş, kollarını bağlamış, başında hafif gururlu bir tebessümle izliyordu. O an yalnızca kardeşleri değil, annesi ve babası için de sahiplenici bir gurur hissetti.

 

sadece bir halay değil, bir ailenin gücü, sevgisi ve itibarı dans ediyordu.

Dila, babasının halay başında güçlü adımlarını görünce kocaman gözlerini açıp ablasına döndü:

“Dilda bak! Babam sanki uçuyor, herkes ona bakıyor.”

 

Dilda, yeşil gözlü ikiz kardeşine sakin ama gururlu bir ifadeyle karşılık verdi:

“Tabii ki bakacaklar, o Azad Ağa. Ama annem de var yanında, ikisi beraber daha güzel.”

 

Baran, minicik ellerini birbirine vurup alkışlarken sabırsızca atıldı:

“Ben de halayın başına geçeceğim büyüyünce! Babam gibi olacağım!”

 

Bunu duyan Agir, kardeşinin başını okşayarak hafifçe gülümsedi:

“Sen önce ayaklarını halayın ortasında sağlam tutmayı öğren. Ama merak etme, babamızın adı da, gücü de bizde yaşayacak.”

 

Dila, hayran hayran annesine bakarken iç çekti: “Ama annem çok güzel. Ben de büyüyünce annem gibi olacağım.”

 

Azad halayın ritminde bir an kızına göz kırptı. Bu bakışı gören Dila’nın yüzü mutlulukla kızardı. Ama o sırada Agir ciddi bir sesle kardeşini uyardı:

“Anne gibi olabilirsin ama babam gibi biri yok Dila” Fazla kıskançtı.

 

Bu sözleri duyan Dila kahkahalarla gülerek ellerini çırptı:

“Ama ağabey, daha kimse bir şey demedi ki! Hemen kızdın.”

Baran da kahkahaya katılıp kıkır kıkır güldü:

“Agir abim çok sinirli! Babama benziyor!”

Dilda ise başını sallayıp ciddi bir tavırla ekledi:

 

“Doğru söylüyor. Biz Karaaslan’ın kızlarıyız. Kimse bizi kolay kolay alamaz.”

 

Agir, küçük kız kardeşinin bu sözlerini duyunca hafif gururlu bir tebessüm etti. O sırada göz ucuyla babasına baktı. Azad’ın halay başında ağır ve gururlu adımlarla yürürken çocuklarına doğru attığı kısa bir bakış, onun da aynı duyguları paylaştığını gösteriyordu.

 

O an Agir’in içinden şu geçti:

“Biz bu ailenin gövdesiyiz. Onları asla kimseye ezdirmeyeceğim.”

 

Halay coşkun bir şekilde devam ederken, Karaaslan ailesinin çocukları gülüşüyor, birbirleriyle tatlı tatlı atışıyor, ama hepsi aynı şeyi hissediyordu: gurur ve aidiyet.

 

Halaydan sonra herkes nefesini tutmuş, Ali ve Vannesa’nın dansını izliyordu. Mardin taşlarının üzerine serilen kilimler, etrafa yayılan kokular ve paralar dans eden çiftin etrafında adeta bir taç gibi uçuşuyordu.

 

Ali, Vannesa’nın ellerini nazikçe tuttu, adımları ritme mükemmel uyum sağlıyordu. Vannesa, hafifçe gülümseyerek Ali’ye baktı, gözlerindeki kararlılık ve mutluluk dansın her adımına yansıyordu.

 

Onların hareketleri sadece bir dans değildi; yılların güveni ve sessiz bir sevdanın dile gelmiş haliydi.

 

Efsun ve Azad, çocuklarıyla birlikte kenarda duruyor, sessizce izliyorlardı. Agir, kehribar gözleriyle Ali’yi dikkatle inceliyor, her hareketini anlamaya çalışıyordu; Dilda, babasına benzer ciddiyetiyle gözlerini Ali ve Vannesa’dan ayırmazken, Dila ve Baran merak ve hayranlıkla dansı izliyordu.

 

Dila arada heyecanla babasının kucağında hopluyor, Baran da babasının koluna yapışıp gözlerini kocaman açıyordu.

 

Vannesa, Ali’nin boynuna hafifçe ellerini doladı, Ali belinden sardı ve hafifçe eğildi. Müzik yükseldikçe, adımlarını daha da uyumlu ve cesur atmaya başladılar. Her dönüş, her adım, çiftin birbirine olan güvenini ve sevgisini gösteriyordu.

 

Vannesa’nın saçları dans sırasında hafifçe savruluyor, Ali’nin bakışları onu saran bir koruma ve hayranlıkla doluydu.

 

Dansın doruk noktasında, etraflarındaki paralar uçuşuyor, misafirlerin alkışları ve tezahüratları havayı dolduruyordu. Vannesa ve Ali göz göze geldi, sadece birbirlerini görüyorlardı; dünya etraflarında yok gibiydi.

 

Onların hayatı yeni başlıyordu, düğünden sonra balayına gideceklerdi ve hayal ettikleri gibi bir hayata adım atacaklardı.

 

Müzik yavaşlamaya başlamış, halay ve dansların coşkusu yerini hafif bir sessizliğe bırakmıştı. Vannesa ve Ali danslarını tamamlayıp konukların alkışları arasında yavaşça durdular.

 

Son olarak takı merasimi başlamıştı, Vannesa, üzerindeki altınları ve hafifçe sallanan takılarıyla bir an için donup kaldı; parıltılar gözlerini kamaştırmış, şaşkınca elleriyle altınları kontrol etmeye çalışıyordu.

 

Bir ara boynu kopacak gibi olmuştu, iki saat süren takı merasiminden sonra öne Şanlı ailesi geçti.

Havin şanlı gözlerinde ki nemle vannesa ya sıkıca sarıldı, aynı anda vannesa'nın da gözleri doldu.

 

"Sen benim evladımsın kızım, ne olursa olsun beni hep ardında ki annen bil" Havin hanımın titreyen sesi vannesa'nın kalbini sızlatıyordu.

 

Annesinin yanında olmasını çok istese de Kader onları bu özel günde bir araya getirmemişti ama Havin hanımın hakkı vardı.

 

Onu Efsun'dan ayrılmadığını hep hissetirmişti.

"Havin anne... Ben zaten seni annem olarak görüyorum" dedi vannesa gülümseyerek.

Havin hanım ondan ayrılıp gözlerini sildi, sonra da elinde ki kırmızı kadife kutuyu açtı.

 

Kutunun içinde ağır bir gerdanlik vardı, ince işlemleri olan zarif bir gerdanlikti.

Havin hanım dikkatle onu vannesa ya takarken Bawer ağa Aliye şık ve pahalı bir saat takmıştı.

 

Vannesa önce havin'in sonra da Bawer Ağa'nın elini öpüp helallik aldıktan sonra önce Rojda ya sonra da Ferhat ve Hazala sıkıca sarıldı.

 

Ali ise Dijvan, Ferhat, Muhammed ve Asafa sarılıp gözlerini annesine kilitledi.

Şermin gözleri yaşla önce oğluna sıkıca sarılmış sonra da Vannesa'yı bağrına basarak Vannesa ya Anne yadigarı bileziği takmış sonra da Yadigar olan baba yüzüğünü Aliye takmıştı.

 

O köşeye çekildiğinde bu sefer Karaaslan ailesi öne çıktı.

 

Vannesa Efsun ile göz göze geldiği an gözlerinde ki yaşları serbest bıraktı.

Sıkıca kardeşine sarıldığında "Seni çok seviyorum Vannesa" diyen Efsun'un titreyen sesini duydu.

 

Aynı sesle "Bende seni kardeşim" diye karşılık verdi.

 

Efsun ondan zorla ayrılıp Zümrüt taşlarla sarmalanmış kolye yi ona takmıştı.

Ayrılmak onlar için zordu, yıllarını birbirine adamış her zorlukta birbilerine kol kanat germişlerdi.

 

Azad Ali'ye yaklaşıp ona sıkıca sarıldığında "Hep mutlu ol kardeşim" dedi.

Ali de sıkıca karşılık vermiş "Eyvallah kardeşim" demişti.

 

Azad elinde ki kutuyu açarak Aliye özel yaptırdığı kol düğmeleri, altın saati takmıştı.

 

Vannesa sonrasında tek tek Dila Dilda ve Baran'a ağlayarak sarılıp onlarla vedalaştı.

Ama en canını yakan arkadan ona doğru yürüyen Agir oldu.

 

“Teyze…” diye fısıldadı Agir, sesi normalden daha yumuşak, neredeyse duyulmayacak kadar kırıktı. Vannesa, Agir’in bakışlarını fark edip hafifçe gülümsedi. “Agir’im?”

 

Agir, adımlarını dikkatlice atıp Vannesa’ya yaklaşırken, hafifçe gülümsedi ve göz göze geldiler. “Seni çok özleyeceğim. Sadece ben değil, yani hepimiz…” Kelimeler boğazında düğümlenmişti, ama duygularını kelimelere dökmek zorundaydı.

 

Vannesa, Agir’in yüzüne hafifçe dokunarak gülümsedi, sesi sıcak ve güven doluydu: “Biliyorum, Agir’im. Ben de seni özleyeceğim, ama unutma… kalbim hep burada, sizinle. Ve sen… sen her zaman benim küçük ağam olarak kalacaksın”

 

Agir, kelimelerinin yetersiz kaldığını hissederek, Vannesa’yı sıkıca sardı. Gözleri parlıyordu; içinde hem sevgi hem de koruma arzusu vardı.

 

“Gitme, lütfen…” dedi Agir sessiz bir fısıltıyla, gözleri dolduğunda çocukluğunu kaybedecek gibi hissediyordu vannesa giderse.

 

Ona sarılırken bırakmak istemeyecek kadar sıkıydı sarılışı.

 

Vannesa sonunda titreyerek ağlamaya başladı “Gitmek zorundayım, canımın içi ama söz veriyorum, geri döneceğim. Senin yanına, çocukların yanına.”

 

Agir, güçlü durmaya çalışsa da küçük bir nefes aldı, ardından hafifçe başını eğip Vannesa’yı serbest bıraktı. “Seni görememek… zor olacak…” dedi, sesi karışık bir öfke ve üzüntüyle titredi.

 

Vannesa, gözlerinde yaşla, Agir’in yüzüne bir kez daha dokundu: “Her zaman senin yanında olacağım, Agir’im. Ve sen de… hep güçlü ol, kardeşlerini, ailenizi koru.”

 

Ali, Vannesa’nın koluna girip onu son kez düğün alanından çıkarırken, Agir geriye çekildi kızları sıkıca sarmaladı. Dilda ve Dila, Agir’in boynuna sarılarak küçük kahkahalar attı; Baran ise babasının kucağında gözlerini Vannesa’dan ayıramıyordu.

 

Efsun ve Azad, sessizce bu duygusal vedaya tanıklık ediyor, çocukların ve Agir’in hislerini derinden hissediyordu.

 

Vannesa’nın arabaya bindiği an, Agir’in kararlı ama hüzünlü bakışları onunla birlikte hareket ediyor gibiydi.

 

Ve işte o an… düğün sadece bir kutlama değil, aynı zamanda bir bağın, bir ailenin ve unutulmaz dostluğun simgesi olarak hafızalara kazınmıştı. Vannesa ve Ali yavaşça gözden kaybolurken, Agir çocuklarını sıkıca sarıyor, Dilda ve Dila küçük ellerini ona dolayarak, Baran babasının kucağında hafifçe mırıldayarak gözlerini kapatıyordu.

 

Efsun Agir'e yaklaşıp ona baktı, Agir ise gözden kaybolan arabayı takip ediyordu.

"Teyzem gitti... Sanki çocukluğumu da götürdü anne"

 

Efsun gözleri dolarak ona baktı, "O her zaman bizimle oğlum"

 

Geceyi sonlandıran sessizlik, sadece vedanın değil, aynı zamanda gelecek umutlarının, güçlü bağların ve sıcak aile sevgisinin yankısı olmuştu.

 

Bölüm : 20.11.2025 23:40 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...