
Güneş Mardin’in taş evlerinin üzerinden süzülüp Karaaslan Konağı’nın geniş avlusuna vurduğunda, konakta tatlı bir telaş başlamıştı.
Efsun aynanın karşısında saçlarını toplarken aynadan kızlarının yansımasını izliyordu. Dila ve Dilda, birbirinin aynı elbiselerle yan yana durmuş, bir yandan tartışıyor, bir yandan da tokalarını takmaya çalışıyorlardı.
“Anne, bu tokayı ben takacaktım, Dilda aldı!” diye çıkıştı Dila, dudaklarını büzerek.
“Almadım! Senin taktığın yamuk oldu diye değiştirdim!” diye karşılık verdi Dilda.
Efsun kahkaha atarak iki kızının arasına girdi. “Yeter hanımlar, bugün kavga günü değil, gösteri günü!” dedi, ikisinin de tokalarını düzeltti.
Tam o sırada kapı aralandı ve Azad içeri girdi. Üzerinde koyu lacivert bir takım, kollarını sıvamış, bileklerinde gümüş saat parlıyordu. Ama o saatin bile ışıltısı, bakışlarındaki gururun yanında sönük kalıyordu.
Azad bir an kapıda durdu karşısında duran üçlüyü izledi.
Efsun’un zarif duruşu, kızlarının hareketli halleri… Gözlerinde bir sıcaklık, dudaklarının kenarında belli belirsiz bir gülümseme belirdi.
“Hazır mısınız benim küçük meleklerim?” dedi tok ama yumuşak sesiyle.
Dila hemen koşup babasının bacaklarına sarıldı, Dilda ise biraz gururlu bir edayla elbisesini düzeltti, sonra o da babasının eline tutundu.
“Hazırız baba! Ama sen bizi alkışlayacaksın, söz mü?” dedi Dila, gözlerini kocaman açarak.
Azad diz çöküp iki kızının seviyesine indi, ellerini onların omuzlarına koydu.
“Alkışlamak mı? Ben orada olacağım, herkesin duymadığı kadar yüksek alkışlayacağım. Çünkü benim kızlarım sahnede olacak, bundan daha gururlu ne olabilir?” dedi, sesi yumuşayıp dudaklarında sevgi dolu bir tebessümle.
Efsun kıkırdadı, gözleri sevgiyle kocasına kaydı.
“Onları şımartma Azad, sonra sahneden inmezler.”
Azad, Efsun’a kısa bir bakış attı. “ben kızlarımı ömrüm boyunca şımartmaya niyetliyim.”
Dila ve Dilda bu sözlere gülüşerek babalarının boynuna atladılar. Azad, ikisini de birer koluna aldı. Küçük kolları babalarının boynuna dolanmışken, Efsun çantasını aldı ve gülerek önden çıktı.
Avluya indiklerinde, taşların üzerinde yankılanan küçük ayak sesleri sabahın sessizliğini tatlı bir şarkıya dönüştürmüştü.
Azad, arabaya binmeden önce kızlarına bir kez daha baktı siyah saçlarının örgüsü, minik ellerinin heyecanla birbirine kenetlenişi, o ışıltılı gözler…
İçinden “Bir gün büyüyecekler” diye geçirdi, ama hemen o düşünceyi bastırdı.
Henüz sekiz yaşındalardı ve o, onları bu yaşta doya doya sevmek istiyordu.
Efsun evden çıkmadan Baran'ın odasına girmişti, Agir'i ve onu yan yana uyurken gördüğünde dudaklarında bir tebessüm oluştu.
Gösteriye Agir'de gelecekti ama Baran'ın gece ateşi çıkması ile gitmeyeceğini söylemiş ve kız kardeşlerine birer gül vererek özür dilemişti.
Efsun Baran'ın ateşini kontrol ettikten sonra odadan çıktı ve arabaya binerken Azad’ın o durgun ama sevgi dolu halini fark etti, dudak kenarıyla gülümsedi.
“Ne düşünüyorsun Azad Ağa?”
“Düşünmüyorum,” dedi Azad, gözlerini kızlarından ayırmadan. “Sadece şükrediyorum.”
Arabaya binildi, kapılar kapandı. Kızlar arka koltukta heyecanla çantasını karıştırıyor, Efsun aynadan onları izliyor, Azad ise direksiyona geçtiğinde, göz ucuyla arka koltukta ki küçük neşeye bakıp içinden gülümsüyordu.
Okulun geniş taş bahçesi sabahın erken saatinde bile çocuk kahkahalarıyla dolmuştu. Renkli balonlar, el emeği süslemeler, duvarlarda “Ailemizle Güzeliz” yazılı afişler… Herkesin üzerinde bir bayram havası vardı.
Karaaslan ailesi arabadan indiğinde kalabalığın uğultusu hafifçe duruldu.
Çünkü Azad Karaaslan yalnızca Mardin’in değil, tüm doğunun en sözü geçen ismiydi. Fakat o, etrafındaki saygı dolu bakışlara rağmen dikkatini yalnızca iki kişiye vermişti: Kızlarına.
Dila ve Dilda, üzerlerinde aynı model ama farklı renkte elbiselerle yan yana duruyorlardı.
Dila’nın elbisesi açık mint yeşiliydi; saçlarının açık kahvesiyle birlikte gözlerini daha da ışıltılı gösteriyordu. Dilda’nınki ise siyah ve altın tonlarındaydı, kehribar gözleri ışıkta parlıyordu tıpkı babasınınki gibi.
Efsun onların saç örgülerini son kez düzeltti. “Sahneye çıkmadan tokaları kaybolmasın kızlar, tamam mı?” dedi.
“Tamam anneee!” dediler aynı anda, birinin sesi tiz, diğerinin tok.
Azad yanlarından geçerken onların seviyesine indi, kravatını hafifçe gevşetti.
“Hazır mısınız küçük prenseslerim?”
Dila hemen “Evet baba!” diye atladı,
Dilda ise biraz daha ciddi bir sesle “Heyecanlıyım baba, ama hazırız,” dedi.
Azad gülümsedi, ellerini iki kızının omzuna koydu.
“Benim için zaten kazandınız. Kim ne derse desin, siz benim gururumsunuz.”
O an Dila babasının boynuna atladı, Dilda da hemen arkasından…
Efsun, onların bu sahnesini izlerken kalbi eridi. Yıllar geçmişti, ama Azad kızlarını her sabah ilk defa görüyormuş gibi sevgiyle bakıyordu.
Kalabalığın içinden birkaç veli onları süzüyordu, ama Azad’ın umursadığı tek şey kızlarının kahkahasıydı.
Anons sesi geldi:
“Birinci sınıflar sahneye hazırlansın!”
Efsun elini iki kızının saçına koydu. “Hadi bakalım, Karaaslan kızları sahneye!” dedi neşeyle.
Öğretmen mikrofondan seslendi:
“İkinci sınıflar sahneye gelsin, sırada Birlikte Daha Güçlüyüz adlı gösterimiz var!”
Veliler alkışladı, müzik yavaşça yükseldi.
Sahneye çıkan çocuklar arasında Dila ve Dilda el eleydi.
Işık onlara vurduğunda, biri gün ışığı gibi parlıyor, diğeri geceyi andırıyordu.
Zıt ama tamamlayıcıydılar.
Şarkı başladığında Dila önde, Dilda arkada ritme ayak uydurdu. Dila’nın gözleri sürekli seyircideydi; babasını bulunca gülümsedi.
Azad o an derin bir nefes aldı, sanki içindeki tüm ağırlık gitmişti.
Efsun’un eli elindeydi. Kadınca bir gurur, anaca bir sevgiyle kızlarına baktı.
Gösteri ilerledikçe çocuklar Mardin yöresine özgü minik figürlerle dans ettiler.
Küçük eller havaya kalktı, etekleri döndü, kahkahalar yankılandı.
Dilda’nın yüzünde babasının o ciddi ifadesi vardı; ama arada bir Dila’ya dönüp gülümseyince Azad kalbinden vurulmuş gibi oldu.
Bir ara Dila mikrofonu kaptı:
“Biz kardeşiz, biz güçlüyüz!” diye bağırdı.
Kalabalık alkış kıyamet koptu.
Azad gururla ayağa kalktı, gözleri nemlenmişti.
Efsun yanına yaklaşıp fısıldadı:
“Senin kızın bu Azad Karaaslan, benzerini doğurmak kolay değil.”
Azad kısık bir sesle, “Sen doğurdun, ben gurur duydum,” dedi.
Gösteri sonunda çocuklar seyircilerin arasına çiçek attılar. Dila elindeki çiçeği babasına doğru fırlattı, Dilda ise annesine.
İkisi de yakaladılar.
Kalabalığın içinde bu dört kişi, kendi dünyalarında kaldılar bir süre.
Sahne bittiğinde Dila ve Dilda hemen koşa koşa ebeveynlerine geldiler.
“Anne! Baba! Biz nasıldık?” diye bağırdılar.
Azad diz çöktü, ikisini de kollarının arasına aldı.
“Benim kızlarım var ya, dünyaya bedel,” dedi, gözlerinde sevgiyle.
Efsun onların saçlarını okşadı. “Bir gün büyüyeceksiniz ama bu sahne hâlâ burada olacak. Çünkü her anne-baba kalbinde çocuğunun ilk ışığını taşır.”
Azad kızlarını yanına çekti, “Bu anı unutmayın… çünkü ben unutmayacağım.”
Dila gülerek, “Baba ben yine sahneye çıkacağım,” dedi.
Dilda hemen araya girdi, “Ben senin yanındayım baba, sahneye değil, evine yakışırım.”
Azad kahkaha attı. “İkiniz de nerede olursanız olun, hep kalbimin ortasındasınız.”
Efsun, onların sarılışını izlerken içinden bir dua geçti:
Rabbim, bu kalabalık dünyanın içinde, birbirini koruyan bir aile olalım hep.
İkizlerin kahkahaları hâlâ bahçede yankılanırken, okulun içinden iki küçük erkek çocuk koşarak onlara doğru geldi.
Üzerlerinde beyaz gömlekler, düzgün taranmış saçlarıyla belli ki sınıf arkadaşlarıydı.
“Dila! Dilda! Gösteriniz harikaydı!” dedi biri, nefes nefese.
Diğeri hemen araya girip, “Öğretmen en çok sizi beğendi, gerçekten çok güzeldiniz,” diye ekledi.
Efsun gülümseyerek iki çocuğu süzdü, ama Azad’ın yüzüne baktığında içinden kahkaha atmamak için kendini zor tuttu.
Azad’ın çenesi hafif kasılmış, göğsü farkında olmadan kabarmıştı.
Elleri arkasında ama bakışları diken gibi o iki çocuğun üzerinde geziyordu.
Dilda, babasına çekmişti belli ki.
Kollarını göğsünde birleştirip, o kendine has soğuk tavrıyla çocuklara kısa bir “Teşekkür ederiz,” deyip başını çevirdi.
Ne bir gülümseme, ne bir jest. Sanki bir Karaaslan büyüğü gibiydi.
Ama Dila...
Dila’nın yanakları bir anda pembeleşti.
Utangaçça başını eğdi, sonra yavaşça karşısındaki çocuğa baktı.
Göz göze geldikleri anda gülümsedi minicik, masum bir tebessüm ama Azad için sanki dünyanın dengesi bozulmuştu.
O an Efsun fark etti eşinin nefesini tuttuğunu.
“Azad Bey,” dedi alayla fısıldayarak, “küçücük bir çocuk o.”
Azad gözlerini kısmış, çocuğun elinde tuttuğu çiçeğe bakıyordu.
“Küçücük falan değil Efsun,” dedi bastırılmış bir ses tonuyla.
“Bayağı elinde çiçekle gelmiş. Gözünün içine baka baka ‘güzel’ diyor. Bu ne cüret?”
Efsun başını iki yana sallayıp gülmemeye çalıştı.
“Elinde çiçek var diye kıskanmazsın artık Azad .”
Azad kısık bir sesle, gözlerini hâlâ çocukta tutarak, “Benim prensesim öyle kolay ‘güzel’ denecek biri değil,” dedi.
Tam o sırada Dila çocuğun verdiği çiçeği aldı, utana sıkıla “Teşekkür ederim” dedi.
Azad’ın kaşları bir anda çatıldı.
“Efsun,” dedi sertçe, “şu çocuk kimdi?”
Efsun kahkahayı patlattı.
“Azad , ilkokul üçte okuyan bir çocuk!”
Azad dişlerini sıktı, kızlarına yaklaşıp diz çöktü.
“Dila, güzel dediklerinde ne yapıyoruz?”
Dila şaşkın gözlerle baktı, “Ne yapıyoruz baba?”
“Teşekkür ediyoruz ama çiçeği kabul etmiyoruz, tamam mı?” dedi, ciddi bir ifadeyle.
Dila başını yana eğdi. “Ama o arkadaşım...”
Azad, “Arkadaşların çiçek vermez,” deyince Efsun daha fazla tutamadı, kahkahalara boğuldu.
Dilda o sırada gülümseyip kardeşine eğildi:
“Ben sana demiştim Dila.”
Azad döndü, “Dilda, sen hiç konuşma. Senin kapına da çiçek gelirse, sahibiyle birlikte onu bahçeyi ekerim ben.”
Efsun onun koluna dokundu, yüzünde tatlı bir alayla,
“Azad Karaaslan, sen bu hızla giderse babalığı değil, güvenlik görevliliğini alırsın.”
Azad derin bir nefes aldı, kızlarının saçlarını okşadı, ama o bakışlardaki koruma içgüdüsü hâlâ dinmemişti.
“Ben güvenlik değilim Efsun,” dedi sakin ama tok bir sesle,
“Ben onların kalesiyim.”
Efsun o an sustu. Çünkü biliyordu Azad gerçekten öyleydi.
Dila utangaç bakışlarını saklamaya çalışırken, Dilda kolunu babasının koluna doladı.
Ve üçü birlikte okuldan çıkarken, kalabalığın içinden geçerken herkesin gözünde o manzara vardı:
Bir baba, iki küçük prenses ve yanlarında gururla yürüyen bir anne…
Aile olmanın en güzel hâliydi bu.
Okulun bahçesinden çıkarken Dila ve Dilda heyecanla babalarının elini sıkı sıkı tutuyordu.
Efsun ise arkadan, onların kahkahalarını izleyip gülümsüyordu.
Arabaya bindiklerinde, Dila hemen kucağındaki küçük madalyayı çıkarıp babasına uzattı.
“Bak baba, öğretmen verdi! En iyi sahne performansıymış!”
Dilda hemen araya girdi, “Benimki de aynı, ama ben sahnede daha az hata yaptım.”
Azad direksiyona geçerken yüzünde belli belirsiz bir gülümseme vardı.
“Benim kızlarım hata yapmaz, sahneyi de dünyayı da yönetir.”
Efsun arkadan kıkırdadı. “Yönetirler ama biri sahnede, biri evde lider olur herhalde. Dilda’nın bakışları tam senin gibi Azad”
Azad omuz silkti. “Dilda mantığıyla Dila kalbiyle yönetir. Benim kızlarım birbirini tamamlar.”
Dila babasına eğilip fısıldadı.
“Baba, ben sahnede alkış alınca o çocuk bana gülümsedi ya…”
Azad’ın elleri direksiyonda gerildi.
“Evet?”
“Ben de teşekkür ettim.”
“Başka ne yaptın?”
“Hiçbir şey… ama o çok tatlıydı.”
Efsun kahkaha atmamak için ağzını eline kapattı, ama Azad’ın yüzü ciddileşmişti.
“Sahne ışığıymış o, kızım. Işık herkese tatlı gelir. O kadar.”
Dilda hemen devreye girdi, “Baba, sen neden kıskanıyorsun?”
Azad direksiyonu çevirirken başını yana eğdi.
“Kıskanmak değil bu, korumak. O çocuklar büyüyünce ne kadar kolay değiştiklerini göreceksiniz.”
Efsun gülerek, “Sen büyüdüğünde değişmedin mi peki?” dedi.
Azad göz ucuyla ona baktı, “Ben değişmedim. Sadece seni bulunca duruldum.”
Efsun o cümleye kısa bir tebessümle karşılık verdi.
Kızlar arka koltukta birbirine bakıp kıkırdadılar.
“Babam yine anneme iltifat etti!” diye fısıldadılar birbirlerine.
Arabadan indiklerinde konağın bahçesinde Baran’ın minik sesi duyuldu:
“Anneeee! Baba geldi!”
Efsun kollarını açtı, Baran koşarak gelip boynuna atıldı.
“Annem! Dila’yla Dilda sahneye mi çıktı?”
Efsun onu havaya kaldırdı, “Evet yavrum, hem de yıldız gibi parladılar!”
Tam o sırada salondan gelen derin bir erkek sesi duyuldu.“Ne bu gürültü?”
Agir merdivenlerden iniyordu, bir eli cebinde, diğerinde telefon.
Siyah gömleği, net hatları ve sert ifadesiyle tam bir genç bey gibiydi artık.
Gözleri kız kardeşlerinde durdu.
“Ne bu hal? Kızlarımın üstü başı konfeti olmuş.”
Dila hemen koştu, madalyasını gösterdi.
“Bak abi, en iyi performans!”
Agir gülümsedi, o sert yüz ifadesi bir anda yumuşadı.
“Aferin benim prenseslerime. Gelin bakalım, sarılın bana.”
İkizler kollarına atladılar, Baran hemen araya girdi.
“Ben de! Ben de abi!” diye bağırınca Agir onu da kucağına aldı.
Üç kardeş bir arada, kahkahalarla gülüyorlardı.
Azad ve Efsun kapıda onları izliyordu.
Azad derin bir nefes alıp karısına döndü.
“Şu an ne kadar şükretsem az. Dördü de kalbimin nefesi.”
Efsun başını onun omzuna yasladı.
“Senin kalbinin nefesi, benim canımın sebebi oldular Azad.”
Azad hafifçe gülümsedi, gözleri hâlâ çocuklarındaydı.
“Yalnız Dila’yı sıkı izleyeceğim,” dedi alçak sesle,
“Bugün gözümün önünde biri ona çiçek verdi.”
Efsun kahkaha attı, “Seninle başa çıkılmaz Azad Karaaslan!”
O sırada Dila arkasını dönüp babasına seslendi“Baba! Çiçeği odama koyabilir miyim?”
Azad nefes aldı, başını iki yana salladı ama yüzünde istemsiz bir gülümseme vardı.
“Tamam, koy kızım,” dedi sonunda.
Ama kendi kendi
ne fısıldadı:
“Kendi çiçeğini koklayan tek kişi sen olacaksın Dila, ama benimkini kimse.”
Efsun bu cümleyi duydu, başını iki yana salladı.
“Senin kıskançlığınla bir kitap yazılır Azad.”
Azad dudaklarının kenarına belli belirsiz bir gülümseme bıraktı.
“Zaten bir destan yazdık Efsun. Adı da aile.”
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 118.68k Okunma |
7.65k Oy |
0 Takip |
44 Bölümlü Kitap |