29. Bölüm

SAVAŞ TİMİ

ŞEVVAL ALPAR
lavinia_x21

1 HAFTA SONRA

 

Sonunda hastane tadilatı bitmişken Kızlarla kantinde oturup hala yılbaşı gecesini konuşuyorduk.

Resmen rezil olmuştuk ama Allah'tan güzel bitmişti.

 

Gerçe'yi eve gittikten sonra temizlik ile cezalandırmıştım, ağlaya ağlaya bütün evin temizliğini yapmıştı.

 

Sadece bizi düşürdüğü durum için değil o sarı tutkusunu benden sakladığı içinde ayrı soğan doğratmıştım ona.

 

Akgün ile yeni bir ilişkileri vardı, nasıl ilerliyordu bilmiyorum ama Gerçe mutlu gibiydi.

Bugüne kadar hiçbir ilişkisine karışmamıştım, buna da karışmayacaktım.

 

Dilediği gibi mutlu olmalıydı, eğer üzülürse onunla beraber üzülürdüm ama tecrübe etmesi için üstüne de gitmiyordum.

 

" 'Sen kimsin' dediğimde Barlas'ın yüzünün ifadesini görmeliydiniz!" Diyen Sevda kötü kadın kahkahası atıyordu resmen.

Allah bu Barlas'a yardım etmeliydi, çünkü sevda çok inatçı bir kadındı.

 

Yıllardır Barlas'ı seviyormuş ama Barlas'ın haberi yokmuş, bir kere karşılaşmışlar ama Barlas'ın onu hatırlamaması gururunu kırmıştı, o yüzden şimdi aynısını ona çektiriyordu.

 

Ama söylemeden geçemeyeceğim, Sevda çok güzel sevmiş onu.

Baştan anlatmıştı ona olan aşkını ve akıl alır gibi değildi.

 

Sevda tam 4 senedir karşılıksız bir Aşkın pençesinde adeta peygamber sabrı ile Barlas'ın onu fark etmesini beklemiş.

Şimdi Barlas onun farkındaydı ama Sevda onu görmemezlikten geliyordu.

 

"Kızım çok vicdansızsın, adam 2 gündür saçma bahaneler ile bize gelip senin hafıza kaybı geçirip geçirmediğini sorup duruyor" dediğinde kahkaha attım.

 

Sevda ise baya keyifliydi.

 

Üzerimize bir gölge düştüğünde üçümüzün de gözleri oraya kaydı.

 

Alp.

 

"Merhaba" dediğinde aynı sekilde karşılık vermiştik.

 

Gözlerini bana çevirip "Alarcın biraz konuşalim mi?" Diye sordu.

 

Açıkçası gayet iyiydim böyle çünkü Alp'in bana olan duyguları artık fazlası ile belli oluyordu.

Onu kırmak istemiyordum ama Yüzbaşı ile aram da bozulsun istemiyordum.

Kızlar bana bakarken "Tabi" deyip ayağı kalktım.

 

Belki de onunla doğru dürüst konuşup her şeyi çözmeliyidik, bana olan yaklaşımını beğenmediğimi ona anlatacaktım.

Beraber boş bir masaya geçip oturduğumuzda ilk fırsatı ona verdim.

 

"Alarcın ben çok üzgünüm, son olan olayda gerçekten yanlış bir amacım yoktu" diye söze girdiğinde sessizce onu dinliyordum.

"Sadece düşmemen için seni tutmuştum" dedi gözlerime bakıp.

 

Gerçekten üzgün duruyordu ama Yüzbaşı içeriye girdiğinde beni kendine çekmek yerine bırakmalıydı.

 

"Alp uzatmayacağım, bana karşı olan hislerinin farkındayım" dedim ellerimi masaya yerleştirirken.

 

Gözlerinde hafif bir ışıltı olduğunda yanlış anlamaması için devam ettim.

"Ama benim hayatımda biri var ve senin bana olan yaklaşımını beğenmiyorum" dedim ciddiyetle.

 

Gözlerinde ki ışıltı solarken şimdi hayal kırıklığı ile bana bakıyordu.

 

"Yüzbaşı ile aram bozulsun istemiyorum çünkü onu seviyorum" dediğimde masanın üstünde ki eli yumruk oldu, aynı saniyelerde kaşları çatılırken Yüzbaşının adını duymak bile onu öfkelendiriyordu.

 

"O yüzden bana karşı dikkatli olmalısın, sana arkadaşım olarak saygı duyuyorum ama ilerisi yok" dedim.

 

Evet ona karşı asla bir duygu barındırmıyordum içimde.

Kalbim sadece yüzbaşı ile atarken başkasını gözüm bile görmüyordu.

 

"Alarcın o adam seni hak etmiyor, pişman olacaksın" dediğinde kaşlarım çatıldı.

 

"Pişman olsam bile bu benim sorunum kimseyi ilgilendirmiyor" diye uyardım onu.

Yüzbaşı beni asla incitmezdi, bana dokunmaya bile kıymayan bir adamdan bahsediyorduk.

 

Yüzbaşı'yı savunmam onu sinirlendirmiş olacak ki"O herif seni kandırıyor, seni sevmiyor!" Diye istemsizce sesini yükseltince afallayıp ona baktım.

 

Sevda ve Güneş'te bize baktıklarında ikisinin de kaşları çatıktı.

 

"Alp, kendine gel! Bu tavırların sana zarar veriyor farkında değilmisin? İçinde benimle ilgili ne varsa sil çünkü benim kalbimde sana yer yok" dedim dişlerimi sıkarak.

 

Ne cüretle benimle böyle konuşurdu.

Bu adi herif kendini ne sanıyordu?

 

"Bak Alarcın, o adam seni hak etmiyor. Seni sevmiyor bunu biliyorum" dediğinde sabrımı taşırmıştı.

 

"Yeter artık! Sen kendini ne sanıyorsun be? Ağzından çıkanı kulağın duysun" dedim ayağı kalkıp.

 

Oda benimle beraber ayaklanıp "Bunu sana kanıtlayacağım!" Dedi hırsla.

 

Onun bu halleri artık beni korkutmaya başlıyordu çünkü gittikçe kendini kaybediyor gibiydi.

 

"Eleştiriye açığım ama fikirlerinin bir önemi yok" deyip arkamı dönmem ile kolumu tutması bir oldu ama anında başka bir el onun bileğini tutup kolumdan hızla çekti.

 

İkimizin de gözleri aynı anda elin sahibine dönünce tanımadığım bir adam ile karşılaştım.

 

Siyah bir gömlek ve siyah pantolon içinde olan bu adamın gözleri yeşildi, siyah gür saçları ve yeni yeni çıkmaya başlayan sakalları ile gayet karizmatik bir adamdı.1

Sert çene kasları, yüzüne tam oturmuş olan burnu ile de gayet yakışıklıydı.

 

Yüzbaşı kadar olmasa da oda uzun boylu ve geniş omuzlara sahipti.

 

Kimdi lan bu adam?

 

Gözlerim boynunda ki künyesine kaydığında asker olduğunu anlamıştım.

 

"O elini götüne sokarım" diyen fısıltısı benim irkilmeme sebep olurken Alp'in bir adım geriye gitmesine sebep oldu.

Hayatımda bu kadar sert bir ses tonu duymamıştım.

 

"Sende kimsin?" Diye sordu Alp kaşlarını çatıp.

 

"Azrailin olmamı istemiyorsan uza" diyen adamın elini öpüp alnıma yaslayabilirdim.

Güzel racon kesiyordu.

 

Alp son kez bana bakıp gittiğinde yüzümü buruşturdum, Alp'e artık saygı da duymuyordum.

 

Keşke bu adam Alp'in elini götüne soksaydı da keyfim yerine gelseydi.

 

Evet gelelim asıl meseleye? Kimdi lan bu adam?!

 

Kollarımı göğüsüm de birleştirip "Buyrun" dedim doktor edası ile.

 

"Kolunuzu tutunca bir sorun olduğunu anladığım için geldim, iyi günler" deyip arkasını döndü ve gitti.

 

Bu neydi şimdi?

 

İçimden bir ya sabır çekip tekrar kızların olduğu masaya döndüm.

 

"O Alp niye bağırdı sana?" Diye sordu Güneş.

 

"Saçmalıyor işte boşver" dedim arkama yaslanıp.

 

"Alarcın, Alp sana aşık olmuş ama normal bir şekilde değil bence bu" dedi Sevda gözlerinde ki endişe ile.

 

Olduğu ile kalırdı, ona karşı birşey hissetmiyordum.

 

"Yavaş yavaş alışacak kızlar bosverin" dediğimde ikisi de başka konulardan bahsetmeye başladılar ama benim aklım hala Alp'in yüzbaşının adını duyduğu gibi kızaran gözlerindeydi.

 

Alp'in aşkı hastalıklı olabilir miydi?

 

"Alarcın hanım!" Diye bağıran hemşireye döndü bakışlarımız.

 

Yanımıza gelen sarışın hemşireye bakıp "Efendim?" Dedim.

 

"Odanızda biri var, yaralı olduğunu söylüyor. Yarasına bakmak istedim ama izin vermedi, sadece size gösterirmiş" diyen hemşire ile afalladım.

 

Hemen ayağı kalktığımda kızlar da telaş etmişti.

 

Odama doğru yürürken yanımda ki hemşireye

"Kim olduğunu söyledi mi?" Diye sordum.

 

"'Yüzbaşı' de o anlar dedi sadece" dediğinde kaskatı kesilip yerimde durdum.

 

Şokla ona dönünce yanlış bir şey söyleyip söylemediğini düşünüyordu.

Korku beynime ağır bir darbe indirince ayaklarım benden bağımsız koşmaya başladı.

 

Yaralanmış mıydı?

 

Ama göreve yarın gideceklerdi, nasıl yaralanmıştı?

 

Odaya pat diye girdiğimde kimseyi görmemiştim ama birden arkamdan bana dolanan eller ile çığlık attım.

 

"Şşş benim portakal çiçeği" diyen yüzbaşı ile hemen arkamı dönüp dolu gözlerim ile ona baktım.

 

Vücudunun her zerresine bakınca kan ve yara görememek beni şaşkınlığa düşürmüştü.

 

"Hemşire yaralandığını söyledi, nerde yaran?" Diye sordum telaşla.

 

Arkasına geçip sırtına falan da baktım ama görünürde bir yara yoktu.

 

Kısık gülüşü ile tekrar karşısına geçtim, gözleri ışıl ışıl bana bakıyordu.

 

Yüzünde ki can almak için yeterli olan gülümseme her ne kadar kalbimi eritse de anladığım gerçek ile karnına bir yumruk atmam kaçınılmaz olmuştu.

 

Beklenmedik darbem ile eli karnına uzandı ve bir inilti kaçtı ağzından.

 

"Ulan niye vurdun?" Diye yükselince kaşlarımı çatıp kollarımı göğüsümde birleştirdim.

 

"Tedavi etmek için!" Diye cırladım.

 

"Vurmak zorunda degildin!"

 

"Yalanın boşa çıkmamış oldu fena mı?"

 

Bana doğru bir adım atıp kollarımı çözerek ellerimi tuttu.

Ona ters bakışlar atmam umurunda değildi.

 

"Portakal çiçeği" dedi sırıtarak.

 

"Ne?"

 

"Yaralıyım"

 

"Ne!"

 

"Yaralıyım kızım, öyle vurulur mu?"

 

"Yalan söyleme! Ben yara falan göremiyorum"

 

"Çünkü yara içimde"

 

"Evet, sanırım üst tarafında"

 

"Nerden anladın"

 

"Acıdan durduğu çok belli oluyor"

 

"Seni gördüğü an hızlandı, duymadın mı?"

 

"Neyden bahsediyorsun?"

 

"Kalbimden, sen neyden bahsediyorsun?"

 

"Aklından"

 

Biden beni kucağına alınca kollarımı boynuna dolayıp kahkaha attım.

 

"Bak sen? Demek aklımdan ha?" Dediğinde koltuğa oturmuş beni de kucağına oturtmuştu.

 

Bacaklarımı iki yana açıp kucağına oturduğunda eli yüzümde ki saçlarımı geriye itti.

 

Yüzünde ki tebessüm ne kadar huzurlu olduğunu bana gösteriyordu.

Elim yanağına uzanıp kısa sakallarını okşayınca gözlerini kapatıp avucuma bir öpücük kondurdu.

 

Yüzümde ki gülüş ile yaklaşıp kirpiklerine bir öpücük kondurdum.

 

Dudaklarıma batan kirpikleri ile içimde kelebekler uçuştu sanki.

 

Kirpikleri o kadar uzundu ki kaşlarına değiyordu.

 

Beni bir köprücük kemiği bir de kirpikleri mest ediyordu.

 

Parmaklarım köprücük kemiğine ulaşıp orda ki çukura değince gözlerini açıp yüzüme baktı.

 

"Seviyor musun köprücük kemiği?" Diye sordu huzurlu bir ses tonu ile.

 

"Bir tek sende seviyorum" diye fısıldadım.

Yüzümü yüzüne yaklaştırıp dudaklarımı kulağına değdirdim.

 

Kulağına değen dudaklar ile yutkundu.

"Her şeyi sadece sende sevdiğim gibi" diye fısıldadım.

 

Kendimi biraz geri çekip dudaklarımı yanağına bastırdım.

 

Omzulari gerilirken altımda ki sertlik bir dokunuşumla bile uyarılıyordu.

 

"Portakal çiçeği" dedi boğazından gelen hırıltılı bir sesle.

 

Dudaklarım bu sefer yolunu biliyormuş gibi boynuna izini bıraktı.

İçimde ona karşı büyük bir arzu vardı ve beni cayır cayır yakıyordu.

 

Kalp atışlarım onunki ile birlikte hızlandı.

ensemde ki saçları avucuna toplayıp diğer eli ile de belimi tutup kendine çekti.

 

"Ateşle oynuyorsun" dediğinde dudaklarım köprücük kemiği ile aşk yaşıyordu.

 

"Ateşi severim, bana kim olduğumu hatırlatıyor" dedim kışkırtıcı bir ses tonu ile.

 

Başını geriye çekip yüzümüzü hizzaladı.

 

"Demek öyle, o halde bakalım hangimiz yanacak" dediği gibi dudaklarını dudaklarımın üstüne kapattı.

 

Aramızda bir ateşin kıvılcımı alev alıp bütün vücudumuza sıçradı.

Elim ensesine uzanıp saçlarını şevkat ile okşarken onun dudakları bana hiç şevkatli davranmıyordu.

 

Nefes nefese ondan ayrıldığımda alınlarımız birbirine yaslandı, gözlerimi açıp koyulaşan ve büyülenmiş ifade ile bana bakan gözlere baktım.

 

"Seni seviyorum portakal çiçeği" diye fısıldadı kalbimi eriten ses tonu ile.

 

"Seni seviyorum Yüzbaşı" diye karşılık verdiğimde ona sımsıkı sarıldım.

 

Elleri belimi bırakmak istemez gibi tutunca gözlerimi kapatmıştım.

 

"Neden haber vermedin gelirken?" Diye sordum.

 

"özledim geldim, kabahat mi?" Diye homurdandı.

 

"Yok canım ne kabahati? Tabi ki gelebilirsin" dediğimde kafamı göğüsüne yasladım.

 

Kalp atışları bana varlığını hatırlattıkça yüzümde bir tebessüm oluştu.

 

"Evlenelim mi?" Diye sorunca kaskatı kesildim.

 

Ney?

 

Yok ebesinin...

 

Gözlerim sonuna kadar açılınca Kalbim göğüsüme sert darbeler indirdi ama beynim olduğum durumu bir türlü bana aktaramıyordu.

 

Saniyeler boyunca tepki vermedim, en son

"Portakal çiçeği, iyi misin?" Dediğinde eli yanağımı avuçlamış başımı göğüsünden kaldırmıştı.

 

Sanırım inme indi bana çünkü şuan böyle hareketsiz durmamın bir açıklaması yoktu.

Kızım Alarcın bir tepki versene!

 

"Sevgilim ...korkutma beni noldu lan?" Dediğinde kollarımdan tutmuş beni sarsıyordu.

 

O bana "sevgilim" mi dedi lan?

 

"Sevgilim mi?" Diye sonunda konuşmayı becermiştim.

 

Gözlerini kırpıştırıp bana baktığında "Ne?" Dedi.

 

"Sevgilin miyim?" Diye sordum bu sefer.

 

Takıldığın noktaya ben, ayrıca Af buyur Alarcın , yok amca kızısın!

 

Saçın uzun değil mi?

 

Soyun bizim değil mi?

 

Alırsam ben alırım, emim kızı degil mi?

 

Aklımdan geçen şarkı ile bir kahkaha attığımda yüzbaşı "Siktir, delirdi" diyerek kendini geri çekmeye çalıştı.

 

Ay nerden geldi o şarkı aklıma, fazla sosyal medya da dolaşmaya başlamıştım.

 

Sorun şu ki, ben az önce evlenme teklifi mi aldım lan?

 

"Ne dedin sen az önce?" Diye sordum.

 

"Ne dedim?" Diye sordu oda ama yüzünde ürkmüş bir ifade vardı.

 

"Evlenelim mi dedin sen?"

 

"Hayır"

 

"Yalan söyleme, dedin"

 

"Demedim"

 

"Yüzbaşı!"

 

"Demedim, bir şarkı söyleyecektim ama sen birden kaskatı kesilince söylemeyi bıraktım" dediğinde derin bir nefes almıştım.

 

Kimse kusura bakmasın ama bu yaşımda evlenemezdim.

Belki de evlenirdim, benim sağım solum hiç belli olmazdı.

 

Oda rahatladığımı fark edince "Hayırdır, evlenme teklifi etmem bu kadar kötü mü?" Diye sorup kaşlarını çattınca ne diyeceğimi bilememiştim.

 

"Hayır kötü değil ama erken olduğu için biraz şaşırdım" diye bir açıklama yaptım.

Kaşları düz bir hal aldığında "Hımm" diye mırıldandıp tekrar beni göğüsüne çekti.

 

Başım omzunda kendine yer edindiğinde bir eli saçlarımı okşuyordu.

 

"Yarın göreve gideceğim ve zorlu bir görev olacak, birkaç gün belki de 1 hafta burda olmayabilirim. Bu süreçte dikkatli ol portakal çiçeği" deyip saçlarıma bir öpücük kondurduğunda içimde oluşan korkuya mani olamadım.

 

Onun görevi buydu, "Gitme" demek gibi bir hakkım da yoktu ama ne zaman göreve gitse kalbim boğazımda bekliyordum onu.

Bir şey demedim sadece daha sıkı sarıldım gövdesine.

 

Saçlarıma bir öpücük daha kondurduğunda,

"Gitmem gerekiyor" diye fısıldadı.

 

Sesi bırakmak istemese de elleri gevşedi üzerimden.

Başımı kaldırıp ona baktım, uzun uzun baktım.

 

Gözlerine, kirpiklerine, dudaklarına, köprücük kemiğine, uzun uzun baktım.

Başımı sallayıp ayağı kalktığımda oda arkamdan kalktı.

 

İçimde ki burukluğa engel olamıyordum, ama ne doğru bunu da biliyordum.

 

Karşımda durup bana sarıldığında "Kendine iyi bak portakal çiçeği" diye fısıldadı yine.

 

Boynuma derin bir öpücük kondurduğunda,

"Sende kendine iyi bak yüzbaşı, unutma seni burda bekleyen biri var" deyip bende yanağından öptüğümde gözlerime farklı duygular ile bakıyordu.

 

Belki de bugüne kadar onu bekleyen biri olmamıştı ve ilk bendim.

 

Annesi ve babası hayatta değildi, bir kardeşi ve yakını da yoktu.

Benden başka kimsesi yoktu ama ben ona her şey olacaktım.

 

"Bugüne kadar gittiğim görevlerde geri dönmem önemli değildi ama artık önemli biliyorum, beni beklediğini biliyorum. Sen nasil beni burda bekliyorsan bende bir an önce sana gelmeyi bekliyorum" dediğinde genzim sızladı.

 

Ellerim yanaklarını avuçlarken yanaklarından öptüm önce, sonra da dudaklarına bir öpücük kondurdum.

 

"Bana hep gel yüzbaşı, geldiğinde burda bekliyor olacağım yine" dedim toprak gözlerine bakarken.

 

Gözleri topraktı, teni deniz.

 

Eğilip alnımdan öptüğünde gözlerimi kapattım, dudakları hala alnımdayken "seni seviyorum" diye fısıldadı.

 

"Seni seviyorum" diye karşılık verdiğimde son kez gözlerime bakıp gitti.

 

Ellerim boşlukta savrulurken içimde ki sıkıntıya anlam veremiyordum.

 

Tek dileğim sağ salim bana geri dönmesiydi.

 

🔥

 

YAZAR'DAN

 

Kutay toplantı odasına girdiğinde bütün Tim kendine ait yerlerde oturuyordu.

Fazlalardı çünkü aralarında SAVAŞ TİMİ de vardı.

 

5 kişiden oluşan bu Tim'in hepsini tanıyordu ama tek bir tanesi ile arasında kan bağı vardı.

 

Üsteğmen EFNAN KURT

 

kendisi Kutay'ın öz kuzeniydi, yıllar önce annesi ve babası öldüğünde onların cenazesinde görmüştü onu.

 

Ondan sonra da birkaç kez görevlerde görmüştü ama bir selam bile vermezdi.

 

Kutay geçip Alparslan'ın yanında oturduğunda gözleri önlerinde ki büyük operasyon tahtasındaydı.

Aslında gözleri sadece oraya yapıştırılmış fotoğraftaydı.

 

Sevdiği kadın gülerek ona bakıyordu.

Belki fotoğraftı ama önemli değildi gülüyordu.

 

Fotoğrafın hemen üstünde de,

"ALARCIN İZGİ GÖREVİ" yazıyordu.

 

Görev sevdiği kadındı.

 

Yarın çıkacakları operasyon da onunla ilgiliydi.

 

Savaş Timi ve Öke Timi derin bir sohbet içindeyken Alparslan yakın dostuna eğilip,

"Lan niye mal gibi oraya bakıyorsun?" Diye sordu.

 

"Bağırma lan!" Diyen Kutay'ın ters bakışları onu bulurken kaşlarını çattı.

 

"Bağırmıyorum göt herif! Sesim kalın" dedi açıklama olarak.

 

Kutay bunu biliyordu ama her seferinde tepki veriyordu.

 

"Alarcın ile tanıştın mı?" Diye sordu Kutay bakışları onu bulurken.

 

Alparslan bugün Kutay ile birlikte hastaneye gitmişti, Kutay oda da beklerken kendisi kantinde Alp'e racon kesiyordu.

 

"Tanışmadım sadece gördüm" diye homurdanıp önüne döndü.

 

Alp'in baştan sona verdiği tepkiyi konuşmaya başladıkları an takip etmişti.

O adam ile ilgili içine sinmeyen bir şeyler vardı ama emin olmadan söylemek istemedi.

 

Ortamda birden bir şaplak sesi yankılanınca ikisinin de bakışları sesin geldiği yere döndü.

 

Barlas ve Akgün dü tabiki.

 

Alparslan geldiğinden beri susmayan Akgün için, "Deli olabilir mi?" Dedi Kutay'a doğru.

 

Kutay Akgün'e bakarken gözlerinde bariz bir gurur vardı.

 

Akgün Barlas'ın ensesine şaplak atmaya çalışırken "Deli ama aynı zamanda zeki ve güçlü" diye cevap verdi.

 

Sesini kısık tutmaya çalıştı çünkü Akgün bu söylediğini duyarsa "Yaaa komutanım!" Diye peşinden düşmezdi.

 

Kapı açılırken içeriye Albay Selim girdi önce ardından da Albay Demir İzgi.

Herkes ayaklanırken gelen komut ile tekrar oturdular, Demir Kutay'ın karşında kendine bir yer bulup oturduğunda Selim ayakta tam da Alarcın'ın fotoğrafının yanıda durdu.

 

Herkes sessizlik içinde ona bakıyordu, Demir ise gergindi.

 

Yarın Kızı ile ilgili ilk görev için Timler yola çıkacaktı, kendisi de burda kızının yanında olmak zorundaydı.

 

"Öncelikle herkes beni iyi dinlesin, en ufak detayı bile atlamanız demek koca bir operasyonu bitirmek demek" diyen Selim elini Alarcın'ın fotoğrafının üstüne yerlestirip, "Alarcin İzgi, 1999 Antalya doğumlu ve kendisi şuan Doktor" diye söze girdi.

 

Kutay gözlerini fotoğraftan alamazken kulağı da pür dikkat Albay'daydı.

 

"Kendisi tam 25 Senedir gizli tutulan bir hazine! Alarcin İzgi aslında gerçek ismi ile Bella Argent" diyen Albay ile Öke Timi büyük bir Şok ile ona baktılar.4

 

Sonra hepsinin gözleri Kutay'ı bulunca ağır bir şekilde yutkunduklarını görmek hepsinin kafasının karışmasına sebep olmuştu.

 

Akgün "Komutanım özür dilerim ama ne demek bu?" Diye sordu.

 

"Alarcin İzgi diye biri yok demek! Bella Argent 2000 yılında Türkiye ye verilen bir bebekti. İzgi ailesine verilen bir bebek" diyen Albay ile Demirin içi sızlamıştı.

 

Evet Alarcin onun öz kızı değildi.

 

"Bella Argen büyük ve tehlikeli bir Rus ailesinin tek kızı olarak dünya ya geldi ama ailesinin yaptığı katliamlar dolayısı ile Demir İzgi onu evlatlık alarak Türkiye ye dönüş yaptı. Tam 2000 yılında büyük bir operasyon için hepimiz yani Yargı Timi Rusya da bulunmak zorunda kalmıştık çünkü Türkiye ye yapılacak olan bir savaş vardi. Gittik ve büyük bir mücadele verdik ama kısa sürede geri dönmek zorunda kalmıştık, geri döndüğümüzde ise yanimizda bir bebek vardı. O bebek Bella Argent yani Alarcın İzgi!" Diyen Selim ile Tim kaskatı kesildi.

 

Kutay Alarcin İzgi görevini biliyordu ama bu kadar derin değildi bildiği detaylar.

Öğrendiği her detay yaptığı ihaneti bıçak gibi kalbine saplarken Selim devam etti.

 

"Çok kayıp verdik onun uğruna çünkü Ailesi asla onu bize bırakmak istemiyordu zira tam 45 Askerimiz bu operasyon da şehit düştü, hatta bizim olduğumuz Timden kurtulan sadece ben ve Albay Demir di. Tabi ilk getirdiğimiz zaman Ailesi bundan haberdar değil di ta ki 2009 yılına kadar" dedi Selim gözleri Demiri bulurken.1

 

Demir geçmişin her tozlu sayfasında boğulurken söze kendisi girdi.

 

"2009 yılında yapılan karakol baskını tam da kızımın öz ailesi tarafından yapıldı ve ben o baskında hem asker Arkadaşlarımı hem de kolumu ve bacağımı kaybettim ama pişman olmadık hiçbirimiz çünkü Alarcin İzgi'nin yanımızda olması demek savaşı önlemek demekti, Ellerimiz de güçlü belgeler var ama hiç biri Argent ailesini durdurmaya yetmedi ta ki Bebekleri bizimle beraber Türkiye ye gelinceye kadar yani kaybolana kadar" dedi keskin bir ses tonu ile.

 

"Tam 9 sene boyunca kızlarını aradılar ama bulamadılar çünkü hiçbir şekilde bir yerde kaydı bile yoktu, okula gitmedi evde özel dersler gördü 9 yaşına kadar. Doğru dürüst kapı önüne bile cıkartılmadı çünkü Türkiye'nin her yerinde aranıyordu"

 

"Argent ailesi kızlarının canı için 2009 yılından sonra bizimle bir anlaşmaya vardılar, mecburlardı çünkü Bella Argent'in ölmesi demek Rusya'nın en büyük ve Güçlü ailesinin yıkımı demekti çünkü Argent veliahtı tam da bizimle Türkiye ye gelen bebekti" dedi içi sızlarken.

 

"Ne anlaşması komutanım?" Diye soran Savaş Timinden Üsteğmen Efnan Kurttu.

 

Gözleri geldiginden beri kuzeninin üzerinden ayrilmazken kızın fotografına nasıl acı ile baktığını görüyordu.

Kuzeni, ailesinden olan tek kişi.

 

"Takas" dedi Selim sert sesi ile.

 

"Bize verilen 16 senelik bir süre vardı yani Alarcın İzgi 25 yaşına geldiğinde Ailesine teslim edilecekti. Bu biraz kafanızın karışmasına sebep oluyor ama anlayacaksınız" diyen Selim fotoğraftan uzaklaşıp hepsinin odak noktasında durdu.

 

Derin bir nefes alırken"Kızlarını hiç bir şekilde bizden alamayacaklarını biliyorlardı zira zaten anlaşmaya vardığımızda Bella Argent 9 yaşında bir çocuktu. Savaş önlenemeyecek kadar yakındı, Argent ailesini durdurmak için üstlerimiz bir takas yapmak zorunda kaldılar. Alarcin İzgi 25 yaşında ailesine teslim edilirken biz de gelecek olan savaşı ve Diğer ülkeler ile birlik olmalarını engellemiştik, aslında amaç süre bitene kadar Argent ailesini bitirecek belgeler bulmak ve onları güçsüzleştirmekti zira arkalarına aldıkları 5 ülke vardı ve onların karşısında Türkiye ayakta kalmazdı. Bir nevi Türkiye'nin ayakta kalması bizimle gelen bebekti" dedi Selim hepsine dikkatle bakarken.

 

İki Tim de artık operasyon'un ağırlığını anlarken dikkatle dinliyor ve her detayı akıllarına kazıyorlardı ama Öke Timi'nin içi buruktu.

 

Alarcın'ın bu gerçekleri öğrenmesi demek yıkılması demekti.

 

"Peki onları bitirmek için yeterince belge toplandı mı?" Diye sordu Alparslan.

 

"Toplandı, işte tam da göreviniz bu" dedi Demir ayağı kalkarken.

 

"Yarın gideceğiniz konum Rusya! Yani Argent ailesi" dedi Selim.

 

"Durmayacaklar çünkü çoktan harekete geçip saldırı düzenlemeye başladılar, hastanenin taratılması ilk saldırıydı ama devamı gelecek. İstedikleri kişi bizim evladımız ve onu onlara veremeyiz!" dedi sert ve otoriter bir sesle.

 

"Gidip her şeyi bitireceksiniz, Yüzbaşı Kutay Kurt ve Yüzbaşı Alparslan Korel" dediğinde gözleri iki Yüzbaşı da durdu.

 

İkisi de bugüne kadar elinde yetiştirdiği en iyi askerleriydi.

 

kara harp okulunu birincilik ile bitirmiş iki evladı.

 

Kutay'ın bakışlarında ki tedirginlik kendini iyi gizlerken "Ya belgeler onları durdurmaya yetmezse?" Diye sordu.

 

Demir ona baktığında "Mecburlar çünkü Kizlar hala elimizde, bize verilen süre bitti hatta geçiyor çünkü Alarcın İzgi birkaç ay sonra 26 yaşına girecek ve daha fazla durmayacaklar" dedi.

 

Selim yerinde dikleşirken "Herkes ne yapması gerektiğini biliyor, odak noktasında Kutay ve Alparslan olacak ama siz gizli konumda duracaksınız. Onlarla görüşecekleri yerde arkalarında ki gözleri ve kulakları olacaksınız, en ufak bir tehlikede ordan çıkamazsınız ona göre hareket edin çünkü gittiğiniz Aile acımasız ve katil bir aile. Eğer deşifre olursanız-" devamını getirmedi ama herkes anladı.

 

Deşifre olurlarsa hepsi canından olurlardı.

Argent ailesi kan ile beslenen bir aileydi, zira Demir kızını bunun için saklıyordu.

 

Kızı merhametli ve sevgi dolu bir kadındı ama gerçek ailesi tam tersiydi.

 

Demir ve Selim dışarıya çıkarken Kutay elleri ile şakaklarını ovmaya başladı.

 

Ağırdı gerçekler, zorlu bir görev bekliyordu yine onları ama ağır olan sevdiği ile ilgili gerçeklerdi.

 

"Komutanım siz gorevi biliyor muydunuz?" Diye sordu Asena Kutaya bakarken.

 

Timin gözleri onun üzerindeyken bakışları her bir üyede tek tek gezindi.

"Biliyordum, artık sizde biliyorsunuz" dedi ayağı kalkıp.

 

"Peki Alarcin İzgi gerçeği öğrendiğinde ya ailesinin yanına gitmek isterse" diye sordu Efnan bakışları kuzeninin üzerindeyken.

 

Bu uzun süre sonra ona ilk soru soruşuydu.

Kutay kaşlarını çatarak ona baktığında "Gitmeyecek" dedi.

 

Sandalyesini geriye iterek dışarıya çıktığında Alparslan da onu takip etti.

Akgün ellerini başının arasına katıp gozlerini kapattı, bu gerçek ona bile ağır gelmişti.

 

Gerçe ablasının öz olmadığını öğrenirse mahvolurdu.

Yani bu demekti ki Akgün de Gerçe ye büyük bir yalan söylüyor ondan acı olan gerçekleri saklıyordu.

 

"Bahtımı sikeyim" diye homurdandı.

İlay ve Asena birbirine baktığında Timin diğer erkekleri de hala gerçekler ile yüzleşiyordu.

 

"Neden hepiniz bu kadar şaşkınsınız?" Diye sordu Savaş Timinden teğmen Metin öz.

Kendisi mavi gözlü ve hafif sarışın bir adamdı.

 

"Evet neden bu kadar şaşkınsınız? Kadın sadece bir görev" diyen Astsubay başçavuş Damla kardelen siyah saçlara ve kahve gözlere sahipti.

 

Serhat ona bakıp "Evet bir görev ama odak noktası olan yani Bella Argent bizim için çok değerli biri" dedi.

 

"Neden bu kadar önemli?" Diye sordu kıdemli üsteğmen Barış Ulaş tek kaşını kaldırıp.

 

Savaş Timi her şeyden habersiz görev sanıyordu Alarcin izgiyi ama bilmiyorlardı ki o deli kadın hepsinin kalbine dokumuş neşesi ve coşkusu ile kendini sevdirmişti.

 

Bilmedikeleri şey ise eğer tanıslardı onların da kalbine dokunacağı gerçeğiydi.

Savaş Timi Suriye de yıllardır görev yapan bir Timdi.

 

Birden buraya çağırılmaları görevin ciddiyetini ortaya koyuyordu zaten.

Onlar da bilinen ve saygı duyulan bir Timdi, en güçlü İki Timden biri olan Savaşı Timi yüzlerce görevi başarı ile bitirmiş ve herkesin aklında kalan bir Timdi.

 

Hainler onlara korku ile bakıp lanet ederken Masumlar umut ile bakıp dualar ediyordu.

 

Savaş Timi onlardı işte,

 

Yüzbaşı Alparslan Korel

 

Kıdemli üsteğmen Barış Ulaş

 

Üsteğmen Efnan kurt

 

Teğmen Metin öz

 

Astsubay başçavuş Damla kardelen

 

Bu kadarlardı sadece 5 kişi ama ordulara bedel bir Timdi.

 

Zira bu kadar az bir sayıya sahipken bile yüzlerce teröristi yok etmişlikleri vardı.

 

Kutay hızlı adımlar ile odasına giderken Alparslan da bir o kadar sakin adımlar ile onu takip ediyordu.

 

Diğerinin Canı için kendi canını bile feda edecek kadar bağlıydı ikisi de birbirine.

Alparslan Kutay'ın ellerinin yumruk olduğunu ve kapıyı kirarcasina açıp içeriye girmesi ile adımlarını hızlandırıp dışarda kalmamak için hızlıca içeriye girdi.

 

Tam da tahmin ettiği gibi oldu, Kutay kapıyı açıp içeriye girdiği an Kapıyı öyle bir kapatmıştı ki Kapı kolu gürültü ile yere düşmüştü, kötü olan şuydu ki kapı hafif öne doğru bükülmüş ve duvara iyiyce yaslanmıştı.

 

Bu demek oluyor ki içeride kalmışlardı.

 

"Kırdın amınakoyayım!" Dedi Alparslan şaşkınca.

 

"Kes lan! Şuan kapı umurumda mi sence?!" Diye yükselmişti Kutay hemen.

 

Alparslan kendini koltuğa atarken Kutay ayakta git gel yapıyordu.

 

İçinde ki öfke ve Hüzün birbirine karışırken beynine ağır bir darbe yedi.

 

Nasıl saklardı böyle büyük bir şeyi Alarcın'dan? Ya da nasıl bu gerçeği ondan saklamasına rağmen onunla birlikte olurdu?

 

"Sikeyim!" Diye yükseldi masanın üstünde ki her şeyi yere devirirken.

 

Alparslan onun bu haline üzülmeden edemiyordu ama bilmediği bir duygu hakkında yorum da yapamıyordu.

 

"Aşık mı oldun Alarcın'a ?" Diye sordu sadece, bir umut basit bir sevgi demesini umuyordu.

 

Kutay ona döndüğünde "Sik sik konuşma lan! Sence ne olmuş olabilirim" diye tersledi kendisini.

 

"Yani oldun mu olmadın mı?" Diyen Alparslan sabrını sanıyordu.

 

Kutay derin bir nefes alırken masaya yaslandi, bakışları ayaklarına düştü.

 

"Hemde canımı uğruna verecek kadar Aşık oldum, tek evim vatan derdim ama artık bir evim daha var Alparslan. Üstelik yolumu gözleyen bir ev" dediğinde sesi daha kısık ve çaresizdi.

 

Alparslan ise yine sessiz kaldı, ne diyecekti ki zaten?

 

Kızın fotografına bile nasıl aşkla baktığı 100 km öteden belli oluyordu.

Onu en çokta bu şaşırtıyordu zaten.

 

Yüzbaşı Kutay Kurt her duyguyu saklamayı becerirken Alarcın'a hissetiklerini saklayamıyordu.

 

"Eğer öğrenirse ne tepki verir sence?" Diye sordu Alparslan dirseklerini bacaklarına yaslarken.

 

Kutay geleceği biliyordu o yüzden söylemek için fazla beklemedi.

 

"Onu kullandım sanacak! Görev için birlikteyim sanacak! Onu sevmiyorum sanacak! Her şey oyundu sanacak!" Dedi.1

 

"Ve bu ikinizi de acıtacak" dedi Alparslan emin olmak için.

 

"Hemde öyle bir acıtacak ki kanadıkça kanayacak" dedi Kutay böyle olmasını istemediğini belli eden bir ses tonu ile.

 

"Belki geçer" dedi bir umut Alparslan.

 

"Ölsem de geçmez " diye anında cevabını aldı.

 

"Albay bahsetmedi ama bu kızın annesi nerede Kutay? Üvey annesi yani Selma İzgi nerde?" Diye sordu Alparslan aklını kurcalayan soruyu dile getirerek.

 

Kutay ona baktığında bir gerçek daha dilinden döküldü.

 

"Annesi 16 senedir Argent'lerin içinde ajan olarak görev yapıyor. Yani kızını uzaktan koruyor ve onları Alarcın'dan uzak tutuyor" dedi.4

 

Alarcin annesinden nefret ediyordu ama bu gerçeği öğrendiğinde annesine olan nefreti ok gibi kendine dönecekti.

 

Selma İzgi 16 senendir çocuklarından uzaktaydı ve tek amacı ansızın eline verilen bebeği kurtarmaktı.

 

Alarcin için kendi çocuklarının nefretini kazanmış ve onlardan uzak durmustu çünkü hiçbir zaman Alarcin evlatlarından ayırmamıştı.

 

Kocasının Gazi olması sonucu kızın

ı korumak için 16 senendir düşmanlarının arasında kalıyordu.

 

O anda kutay'ın telefonuna bir mesaj düştü.

Eline alıp baktığında içi acıdıkça acıdı, genzi sızladı ama yuttu.

 

Portakal çiçeği: Yüzbaşı seni şimdiden özledim, göreve gittin mi bilmiyorum ama kokun hala burda... Eğer burdaysan ve yine bir yerden pat diye çıkarsan kıçından kan almam kaçınılmaz haberin olsun ama eğer gittiysen kendine iyi bak ve bana geri dön, seni seviyorum. Sadece senin portakal çiçeğin...❤️‍🩹

 

"Beni affetmeyecek" diye fısıldadı.

 

Alparslan ise yine sessiz kalıp onun bu haline üzüldü sadece, keşke bir yolu olsaydı da can dostunun acısını alabilseydi.5

 

Bölüm : 21.01.2025 16:17 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...