1. Bölüm

1. Bölüm: Son Anın Gölgesinde

Merve Özmen
laviniabukan

Lavinia Bukan'ın ağzından

Ah, ailemin yaşadığı kriz yüzünden mecburen yanıma yerleşmek zorunda kalmışlardı. Ne onlar ne de ben bunu istemiştik, ama böyle bir durumda kalbim onları yalnız bırakmaya elvermedi. Şu an eşyalarını topluyorlar, akşama doğru benim evimde olacaklar. "Maalesef."Onların beni, benim de onları istemememin sebebi derinlere dayanıyor. Ben doğduğumdan beri beni umursanmayıp, ailede hep dışlanan kişi olmuştum. Bunun asıl sebebi ise annemle babamın geçmişte yaşadığı bir ayrılıkdı. Ben daha doğmadan önce, kısa bir süreliğine ayrılmışlar. Annem, o süreçte kafasını dağıtmak için bir gece fazla içmiş ve tanımadığı bir adamla birlikte olmuştu. İşte ben, o bir gecelik kaçışın sonucu dünyaya gelmişim. Babası bilinmeyen bir çocuk, bir "piç".

Elbette, babam bunu biliyor, fakat benim bilmediğimi düşünüyor. Hâlâ bana soyadını veren adamın babam olduğunu bildiğimi sanıyorlardı. Babam, bu durum nedeniyle beni doğal olarak hiçbir zaman kabullenmedi. Annemle barıştıklarındaysa, artık beni aldırmak için çok geçti.

Annemle birbirlerini çok sevdikleri için tekrar bir araya gelmişler, ve babamda beni annemin içinde kaldığı bu zor dorumdan onu kurtarmak için nüfusuna almıştı.Benden önce zaten bir erkek bir kız olarak çift yumurta ikizi çocukları vardı. Babam onlar için harika bir baba. Ama ben onun için yok hükmündeydim.

Bana karşı varlığımı görmezden gelmek dışında bir kötülüğü bulunmamıştı. Doğduktan belli bir süre sonra da eğitim ve koruma bahanesiyle beni evden uzaklaştırdılar. Bu, aslında benim de işime geldi. Onların yanında kendimi sürekli yalnız ve dışlanmış hissediyordum. Şimdi, tüm bunlardan sonra artık hiçbir şey umurumda değil. Yaşadıklarım beni öyle bir noktaya getirdi ki... Bu durum artık sadece bir sinek ısırığı gibi geliyor.

Annemin durumunu sorarsanız, o da böyle bir şeyin utancında hâlâ babamı çok seviyor ve benden başka iki evladı daha var. Böyle olunca da o kendince mantıklı gördüğü durumu seçti; yani azınlığı (beni) feda edip çoğunluğu kurtardı. Ama çok mutlu, sevdiği kocası ve iki evladı yanında. Bunlar artık beni ilgilendirmiyor. Ben tamamen onlardan bağımsız kendi hayatımı kurdum. Gerçi biraz yasa dışı ama para paradır. Kendi kumarhanelerim, dövüş ringlerim, güvenlik ve temizlik şirketim var ve hepsinden bağımsız üretimini yaptığım silah depolarım var. Bu, güvenlik şirketim için yaptığım bir düzenleme. Böyle bir şeyin içinde olmak hayalim değildi ama hayat buralara sürüklemişti.

Annemin ve babamın da ailelerinin şirketleri var, onların durumu şu ana kadar iyiydi. Son zamanlarda aldıkları yanlış kararlar yüzünden şu an bir iflas krizinin eşiğindeler. Onların da düşmanları bunun için fırsat kolluyor. İşin kötüsü, böyle bir durumda akıllarına benim gelmiş olmam... Kendilerini bu krizden kurtarana kadar bende kalmak istediler. Ben de kabul ettim. Yıllar sonra aynı evin içinde, hele ki benim evimin içinde nasıl olacak kestiremiyorum. Yıllardır birbirimizle görüşmüyoruz. Benim hakkımda bildikleri tek şey kendi şirketimin olması. Ne başıma gelenler ne de benim yaptıklarımın hiçbirini bilmiyorlar. Kulaklarına gitse de başka bir isimle duymuşlardır. Bunları saklama gereği duymuyorum, nasıl olsa öğrenecekler zaten, benim yanımda yaşayacakları için.

Bir süre eve korumalar yerleştirdim. En nihayetinde, birbirimizi ne kadar umursamasak da onlar benim ailem ve başlarına bir şey gelsin istemiyorum. Dışarı çıktıklarında da yanlarında birkaç koruma bulundurmalarını şart koşacağım. Fakat bu durumda benimde endişelerim vardı. Benden korkup ve mecbur hissettikleri için kendileri gibi davranmayıp sahte olmalarını istemiyorum. Bu durum her iki tarafı da yıpratır.

Aklımdaki düşüncelerden bir türlü işime odaklanamıyorum. Önümdeki evraklara iki saattir boş bakışlar atıyordum. Bir tarafta bizimkilerin bana yerleşme süreci, bir tarafta depomu havaya uçuran Tuna Şahin.

Tuna Şahin, son zamanlarda haddini fazlasıyla aşıp sadece bana değil, başkalarına da zarar vererek kendi infazını imzalayan biriydi. Dün geceden itibaren, ben de onun işini bitirmek için peşindeydim. Tüm camiada kendi aramızda, benim düzenlediğim bir toplantı sonucu oy çoğunluğuyla önce kim ele geçirirse infazını gerçekleştireceğine dair karar kılınmıştı.

Kapının çalmasıyla düşüncelerimden bir nebze de olsa sıyrılıp, odağımı gelen kişiye vermiştim. İçeri Serkan girdi. Serkan benim Dayımdı ama ben ona pek dayı demezdim. İsmiyle ya da aramızdaki usta-çırak ilişkisine istinaden usta diye seslenirdim. O da bana çoğunlukla çırak derdi.

Serkan'da aileden uzaktı ama benden farklı olarak bu kendi isteğiydi. Kapıyı kapatırken: "Ne bu suratının hali? Karadeniz'de gemilerin mi battı, çırak?" Yüzümü kırıştırdım. O da ben cevap verene kadar Çalışma masamın önündeki sandalyeye oturmuştu.

"Batmadı belki ama Havaya uçtu." Serkan gür bir kahkaha atarak "en azından bu da bir şey. Etrafı kuş bakışı gördüler, ne güzel işte! Sanki çok zarar gördün, alt tarafı bir depo. Bu kadar kafaya takma."

Gözlerimi devirerek, sıkkın bir nefes eşliğinde "Evet, belki alt tarafı bir depo ama adamlarım canlarından oldu. Onlar beni nasıl koruyorsa benimde onların canlarını korumam gerekir." Serkan cevap vermedi. Anlayışla kafasını eğdi buraya bunun için gelmemişti. suratındaki gerginlikten belli oluyor, İçindeki kararsızlık ve geçmişin izleri gözlerinden okunuyordu.

Bir süre sessiz kaldık. Fakat be daha fazla kayıtsız kalamayarak, gözlerimi ona dikip konuşmaya başladım. "Neden seni değilde, beni arayıp yardım istediler değil mi? Aklında dönüp duran sorular bunlar." Serkan bir süre aynı şekilde sessiz kalmaya devam etti, odağını bana değil, masamın üstünde yer alan kalemliğe vermişti sonunda konuşmaya başladı.

"Evet, doğrusu. Alındımda sonuçta sen onların nazarında ne kadar bilmediğini düşünselerde bir piçsin, ve buna rağmen seni aradılar. Bu da benim gözümde artık beni sildiklerini tasdikliyor."

Tekrar düşüncelere dalıp bu sefer bedenini pencereye doğru döndürdü ve gözünü batmakta olan gün ışığına dikip dışarıyı seyretmeye başladı. Her ne kadar kendi kararıylada olsa bu onda olan kapanmayan bir yaraydı.

İkimizin geçmişi keybedişlerimizle doluydu. Benim hiç kazanamadığım, onunsa ilk kaybettiği aile yarasıydı. Bu durumda sessiz kalmak en iyisiydi. Çünkü ne cevap verirsem vereyim ya onu daha kötü bir ruh haline sokabilir ya da ona boş bir umut verebilirdim.

Bir süre sessizlik içinde ben onu, o dışarıyı izledi. Bu sessizliği ilk bozan Serkan oldu. "Eh, sonuçta onlarla uğraşacak olan sensin. Benim açımdan en azından kafam rahat olacak" Diyerek kendince rahat olduğunu düşündüğü ama benim açımdan zoraki olan bir gülüş sergiledi. Bu dediklerine yüzümü buruşturmuş bir halde halde dudaklarımı büzdüm. İçimden bu duruma az sövmüyordum. Sonra konuyu değiştirdi Serkan "Tuna Şahin'i ne yapacaksın?" Diyerek çokta umurunda olmayan bir tavırla soruyu sormuştu.

Onu bulduğumu biliyordu. Bu durumda onu pek ilgilendirmiyordu çünkü ona bir zarar vermemişti. Verseydi ben o zaman görürdüm onu deli danalar gibi nasıl etrafta öfke saçtığını. "Tabiki işini bitireceğim, üstündeki tüm mal varlığı bize uğrattığı maddi zarara ve canına mâl olduğu kişilerin kişilerin ailelerine paylaştırılacak."

Serkan daha fazla durmayarak, kafasını sallayarak ayaklandı. Bir şey demeden kaşları çatık bir halde ilerleyip Kapıyı açtı, ama ben bir şey diyemeden de gitmişti. Şimdi, aklımdaki düşüncelerimle, içimdeki boğulmuş hisle masamın üstündeki evrak yığınıyla baş başa kaldım. Derin bir nefes alıp tekrar evraklarıma döndüm.

---

Aradan geçen birkaç saatin ardından, evrak işlerini halledip ailemin yerleşmeye başladığı bilgisini almıştım. Serkan, onları uzaktan izliyordu. Diğer taraftan, korumalardan ve eve tahsis ettiğim hizmetçilerden her adımlarına dair bilgi alıyordum.

Serkan'nın onları uzaktan izlemesi şaşırtmamıştı, her ne kadar acı verse de arada yapardı. Şimdi geriye kalan Tuna hadsizi ve onlarla karşılaşma anıydı. Tüm bu düşünceler başımı ağrıtıyordu, kafamı sandalyenin başına yaslayıp bir süre masaj yapmaya başladım.

Olan biteni bir nebze olsun düşünmeyi bırakıp, gözlerimin ardındaki karanlığa kaybolmak istiyordum ama ne kadar çabalasam da bu mümkün olmuyordu. Düşüncelerimi susturmayı başarsam da, hislerim her seferinde yeniden devreye giriyordu.

Bir süre ofladıktan sonra masaj yapmayı bıraktım ve sandalyemi pencereye doğru döndürdüm. Başta kendi yansımam olmak üzere dışarıdaki gece manzarasını, arabaların farların ve sokak lambalarının belli belirsiz olan ışıklarını izlemeye başladım. Düşüncelerimde ki önceliği Tuna'ya verdim. O şerefsiz, Kartal’ın kuzeyindeki Aydos Ormanı yakınlarındaydı ve saat 21:00’a geliyordu. Son saatlerinin tadını çıkarmasına şuan için izin veriyordum.

Serkan, ailemizi bir süre uzaktan izledikten sonra işlerine geri dönmüştü. Her ne kadar kafamı onlardan uzaklaştırmaya çalışsamda, beynim istilaya uğramış durumdaydı. Onların gelişi kaçmaya çalıştığım gerçekleri gün yüzüne çıkarıyordu.Onlardan uzaklaştırılmam sonucu, kendime ailem diyebileceğim dostlar edinmiştitim. Benim için esas ailem onlardı fakat yıllar önce onları ansızın kaybetmiş ve toprağın altına vermiştim.

Serkan'a kızıyordum bazen onları uzaktan izleyerek canını acıttığı için ama gel gör ki benim de ondan aşağı kalır bir yanım yok. Tüm bu süreçte, onların affedemeyeceği şeyler yapmıştım. Mezarlarına gitmeye bile yüzüm yoktu. Fakat şimdilerde ise, onların mezarlarını uzaktan bir ağacın altında izleyerek sabahlıyordum çoğu gece. Onlara verdiğim sözleri tutamamıştım... Bir tanesi hariç... O söz için şu an yaşıyor ve nefes alıyordum. Ancak vakti geldiğinde bu sözümü de seve seve tutmayıp onlarla yüzleşecektim. Sadece onun bana gelmesini bekliyorum.

Kapımın tıklatılmasıyla, "Gelebilirsin," diye seslendim. Kapı yavaşça açıldı ve içeri, çalışanlarımdan Cemal girdi. Lafı dolandırmadan, doğruca konuya giriş yaptı. "Efendim, biz hazırız. Tuna Şahini almaya gitmek için emirlerinizi bekliyoruz". Kafamı sandalyemin arkasından kaldırarak, dikleşip ona cevap verdim. "Almayacağız Cemal. İşini olduğu yerde bitireceğiz. Depoyu nasıl havaya uçurduysa, biz de onu olduğu yerde havaya uçuracağız. Sen adamlara haber et, bulunduğu yerin yakınlarında masum siviller var mı diye kontrol etsinler. Sonra beni bilgilendirsinler, ona göre yola çıkalım."

Cemal, şaşkın bir ifadeyle bana bakıp bir süre düşündü. "Lavinia Hanım, siz de mi geliyorsunuz?" Bu soruyu kaşlarını kaldırarak sormuştu. ailem gelmişti ve benimde bu işi onlara bırakıp eve gideceğimi düşünmüşlerdi. "Evet, geliyorum. Ailem biraz daha bekleyebilir, önceliğim kendi işlerim. sen durma, adamlara haber et. Bir an önce kontrol edip, yola çıkalım." Cemal, kaşlarını kaldırdığı gibi, bu sefer dudaklarını öne doğru çıkararak bana bakıyordu.

Kaşlarımı çatarak, elimi masaya vurdum. Bu hareketim ve çıkan ses, onu girdiği transtan çıkarmaya yetmişti. Sinirlendiğimi fark edince, eli ayağı karışmış bir şekilde hızlıca özür dileyip odadan çıkmıştı. Cemal’in çıkmasıyla kapıya bir süre sessizce bakıp, “Ya havle” diye içimden geçirdim. Adamlarımın çoğu, benim buralara nasıl geldiğimi, neler yaşadığımı az çok biliyordu. Dedikodu her yerdeydi, burası da farklı değildi.

Yaklaşık yarım saat sonra Cemal tekrar geldi. Çevrede sivil insanların olmadığını bildirdi ve sonunda yola çıktık. Yol boyunca arabada ilerlerken, Yusuf, sürekli ailemi sorup durdu. Soruları birbiri ardına geliyordu, ama ben cevap vermemeye, sessiz kalmaya devam ediyordum. Her sorusunda biraz daha ısrarcılaşıyor, gözlerindeki merakla bana doğru eğiliyordu. Araba sessizce ilerlerken, onun sesi havada asılı kalıyor, ben ise sadece yolun dışındaki manzaraya gözlerimi dikiyordum. Her geçen dakikada Yusuf’un soruları daha da artıyor, fakat ben susarak yanıt vermekten kaçınıyordum.

Yusuf bir yana, Cemal, Can ve Veli de durmadan beni ve ailemi çekiştiriyor, konuşuyorlardı. Onların söyledikleri beni sinirlendirdiğini fark etmiyorlardı, kendi aralarında sohbetlerine o kadar dalmışlardı ki, söyledikleri lafların etkisini hiç düşünmüyorlardı. Ailem ve ben, sürekli konuşmalarının konusu olmuştuk, bu da sinirlerimi iyice bozmaya başlamıştı. Ama dışarıdan belli etmemeye çalışıyordum, ne de olsa gerginliğimi üzerimden atmak kolay değildi.

Son zamanlarda kafamdaki planlara yoğunlaşmak, gerilimden sıyrılmama yardımcı oluyordu. Amma velakin bir noktada sabrım tükenmişti ve arabada bir curcuna kopmuştu. Şimdi yanımda süt dökmüş kedi gibi başlarını eğmiş, sessizleşmişlerdi. Bir süre önce gitmek üzere olduğumuz Tuna şerefsizinin olduğu konuma çoktan varmıştık. Fakat bu hallerinin, fazla uzun sürmeyeceğinin sinyallerini vermeye başlamıştı.

Arkadaşlar, kendi aralarında kaş göz işaretleri yaparak, zannımca fark edilmediklerini düşünüyorlardı. En sonunda dayanamayıp dürbünümü indirip onlara döndüm ve gözlerimi onlara dikerek, ters bir şekilde bakmaya başladım. Bir süre suskun kaldılar, ama içimdeki öfkeyi kontrol etmek gittikçe zorlaşıyordu. "Şurada ağız tadıyla, şu lavuğun ölümünü bile izleyemiyoruz! Oynak balina gibi ne kıvranıp duruyorsunuz yine, ne var!" Hepsi birden sustu, başlarını öne eğdiler. Cevap vermek yerine, sadece sessizleşmişlerdi.

Cemal hariç, O, kısa bir süre sessiz kaldıktan sonra yavaşça ağzını açıp konuşmaya başladı. "Lavinia Hanım, kusura bakmayın ama... Niye dürbünle izliyoruz? Girelim, kafasına sıkalım, bitsin bu iş." Gözlerimi Cemal’in üzerinde gezdirerek, alaycı bir şekilde gülümsedim. "Cemal, sen benim keyfimin kahyası mısın? Bugün canım, havai fişek gösterisi eşliğinde kuzu şiş istedi. Bu kuzu şişlerden biri de sen olmak ister misin?"

Hep bir ağızdan hızla ve korkuyla “Hayır!” diye bağırdılar. Yusuf, araya girip ortalığı toparlamaya çalıştı. "Lavinia Hanım, bence bu denyonun söylediklerini ciddiye almayın. Zaten patavatsız. Bizim işimiz sizin keyfinize hizmet etmek. Hem buradan manzara harika, havai fişek gösterisi de cabası!"

Veli: "Aynen, kesinlikle. Bir yandan intikam, bir yandan görsel şölen. Sanat bu!"

Can: "Asıl Lavinia Hanım niye bizi bu dağın başına niye getirdiğinizi anladıkta. Kafamda yarım saattir dürbünle adamın kadının üstünde yaptığı şovu neden izliyoruz onu sorguluyorum.1,5 saattir buradayız Lavinia Hanım. Ne bekliyoruz ki hâlâ?"

Cemal, gözlerini kısarak ekledi "Evet, ayrıca... Aileniz sizi evde bekliyordur. Ama siz buradasınız. İlla bu gösteriyi izlemek zorunda mısınız?" Bu sefer dayanamadım, dürbünle Cemal’in kafasına hafifçe vurdum. Yine de boğazımı temizleyip sakin bir sesle açıklama yapmaya başladım. "Öncelikle, Can, sorunun cevabı şu: Adamın son saatlerini görmek istiyorum. Ölümün ona nefes kadar yakın olduğunu bilmesine rağmen neler yaptığını, nasıl davrandığını merak ettiğimden bu merakımı gideriyorum."

Tam bu sırada Can, gözlerini faltaşı gibi açarak pat diye araya girdi "Harbiden Lavinia Hanım, adamın sevişmesini mi izliyorsunuz? 1,5 saattir!" Yusuf’un ağzı açık kalmıştı, Veli şoktaydı, Cemal ise ecel terleri döküyordu.

Veli: "Ne?! Lavinia Hanım! Adam... adam cünüp mü gidecek öteki tarafa?" Ona dönerek maalesef evet anlamında bir kafa salladım.

Cemal: "Bu kulaklar bunu da mı duyacaktı?"

Yusuf: "Lütfen biri bana bunun bir şaka olduğunu söylesin." Sabırla bekledim. Baktım, devam edecekler. Hafifçe kaşlarımı çattım. "Ne var bunda? İzleyip keyfime bakıyorum. Adam öteki tarafta hem burada hem orada yanacak. Ayrıca...” (Durdum ve sesimi yükselttim.) “2.si, onun suratını görmek istiyorum. Ölmeden hemen önce yüzünün alacağı ifadeyi!" Ama bu salaklar lafımı yanlış anlamışlardı.

Yusuf fenalık geçirir gibi oldu. Cemal, yutkunarak. "Lavinia Hanım, yanlış anlamayın ama... O anki surat ifadesini ne yapacaksınız?" Cevap veremedim, çünkü bu sefer Veli daha ileri gidip sordu. "Şey... Çok özür dilerim ama siz... nekrofili falan mısınız?" Anında kaşlarımı çattım, yüzümü buruşturdum. "Lan saçmalamayın! Boş boş konuşmayın! Artık bitti. Bu gece daha fazla zırvalık istemiyorum. Konuşmayı yasakladım! Yeter ulan, yeter!"

Hepsi sustu. Sadece Yusuf’un fısıldadığını duydum "Ben zaten hep susmayı tercih ediyorum."

Dürbünümü tekrar kaldırarak tepenin yamacında adamı izlemeye koyuldum. Artık işin sonuna gelmiştik; en iyisi onu arayıp pencereye daha fazla yaklaşmasını sağlamak olacaktı. Böylece hem benim onu bulduğumda yüzünde beliren o ifadeyi görecek hem de nasıl patladığına şahit olacaktım. Bu düşünce, içimde soğuk bir tatmin duygusu yaratıyordu.

Hava oldukça soğuktu. Benim için pek bir önemi yoktu; soğuk havaları severim ve kolay kolay hasta olmam. Ama çocuklar için aynı şey söylenemezdi. Onların burada, bu sert havada hastalanmalarını istemiyordum. Ne kadar işteki profesyonellikleri ve yetenekleriyle tanınırlarsa tanınsınlar, benim için hepsi kıymetliydi. Özellikle bu dördü... Onlar sadece sıradan çalışanlar değil, en yakın adamlarımdı. Her birini diğerlerinden daha iyi tanıyordum ve aramızdaki bağ, basit bir iş ilişkisinden çok daha derindi.

Soğuk rüzgar saçlarımı savururken, içimden bir kez daha onların güvenliğini ve sağlığını önceliklendirdiğimi düşündüm. İş ne kadar kirli olursa olsun, insanın etrafındaki dostlarını koruması gerekirdi.Can’a telefonu getirmesi için bir işaret verdim. Böyle operasyonlar için kullandığımız özel bir telefondu; iz bırakmaz, dinlenmez ve takip edilemezdi.

Can telefonu getirdiğinde tekrar eve yöneldim. Ama göz ucuyla çocukların da dürbünlerini alıp eve odaklandıklarını fark ettim. Bu beni gülümsetti; içten içe, onları bu kadar meraklı görmenin hoşuma gitmediğini söylesem yalan olur.

Tuna’yı aramaya başladım. Beklediğim gibi, ilk aramalarımı reddetti. Kadınla birlikteydi ve belli ki bana vakit ayıracak durumda değildi. Ancak ben de pes edecek değildim; ısrarla tekrar tekrar aradım. En sonunda, öfkeyle açtı:“Ne var, ne istiyorsun?”Sesindeki siniri duyunca, keyifle cıklayarak konuşmaya başladım.“Ah, Tunacığım! Nasılsın? Gerçi buradan bakınca gayet keyfin yerinde gibi görünüyor. Ama bir türlü şu işini bitiremedin, be! İlaç falan mı kullanıyorsun?”

Bu sözlerim Tuna’yı allak bullak etmişti. Önce ne diyeceğini bilemedi, ardından izlendiğini fark etti. Camın önünde, perdeleri bile kapatmadan rahatça bu işi yapmış olması zaten aptallıktı. Şimdi anlıyordu ki, benim gözümün önündeydi. Beti benzi atmıştı. Şaşkınlıkla kekelemeye başladı:“Ha-ha-y-ya-let… Sen!”Ah, bu lakabım! Hayalet ismi benim bu camiada sıklıkla anıldığım bir isimdi. Başka taktıkları lakaplarımda vardı. Bunlar Yıldırım ve ölümdü. Bu camiaya ansızın bir yıldırım gibi düşüp ölüm saçtığım içindi. Hayalet'inse yeri bende ayrıydı Ansızın ortaya çıkan, asla iz bırakmayan, ama ölümü beraberinde getiren biri… daha doğrusu ölen kişilerin yani kaybettiğim kişilerin ruhunu simgeliyordum aslında.

Adımı duyunca kadın da şoka girdi. Titreyerek ağlamaya başlamıştı. O an, içimden bir anlık üzüntü geçti. Kadın masumdu; benim asıl meselem Tuna’ylaydı. Ama işin içine böyle bir durumla girdiğinden artık onun için yapabileceğim bir şey yoktu.“Tunacığım,” dedim. “Tamam, anlıyorum; biraz rahatlamak istemişsin. Ama öteki tarafa böyle gitmek istemezsin, değil mi? Ateşiniz bol olacak… Adettendir diye soruyorum söyle bakalım son sözlerin ne? Yanındakine de sor istersen.”

Tuna’nın yüzü iyice çökmüştü. Kadına dönüp bir şey demedi. Bu bana kaşlarımı çatırttı, ama fazla irdelemedim. Elimdeki detonatörün düğmesine dokundum. Adamlarım biz gelmeden eve patlayıcı ve havai fişekleri yerleştirmişlerdi. Artık bir şey demenin anlamı yoktu.

Düğmeye bastığım anda büyük bir gümbürtüyle patlama gerçekleşti. Ev alevler içinde cayır cayır yanarken, patlamadan çıkan havai fişekler gökyüzünde muhteşem bir şölen oluşturmuştu. Adamlarım da ben de mest olmuştuk. Bir süre bu görsel şöleni izledik. Artık bu iş bitmişti; eve dönme vaktiydi.

Arabaya bindiğimizde, sessizlik hâkimdi. Bu sessizliğin sebebi yasakladığım konuşma değildi; adamlarım benim eve dönüşteki gerginliğimi hissediyorlardı. İçimdeki karmaşanın yüzüme yansıdığını fark etmişlerdi. Bana saygılarından susuyorlardı. Eve yaklaştığımız her saniye içimde kopan fırtınaların haddi hesabı yoktu. En nihayetinde eve vardığımızda, arabadan inip istemeye istemeye yavaş adımlarla kapıya yaklaşmaya başladım. derin bir nefes alarak girişe baktım.

Kapı çoktan açılmıştı bu da geldiğim bilgisini almış olduklarını gösterirdi. Kapıda, yaşlı bir hizmetçi kadın duruyordu. bana gülümseyerek seslendi: “Hoş geldiniz, Lavinia Hanım.”

“Hoş buldum,” dedim. “İsminiz nedir?”

Kadın biraz çekinerek, “Saniye, efendim,”

Suratımı buruşturup, “Efendim deme bana, Saniye Teyze,” dedim. Resmi hitapları hiç sevmezdim. Gülümseyerek yanaklarını sıkarak bir makas aldım. Şaşkınlıktan ne yapacağını bilemedi, ama rahatlamıştı. Büyük ihtimal benim hakkımda ki söylentileri duyduğundandı bu gerginliği. Eh pek iyi şeyler duyduğu söylenemezdi.

Rahatlamıştı evet ama tedbiri elden bırakmayacağını hissetirmişti.“Benimkiler nerede, Saniye Teyze?” dedim. “Salondalar,” diye cevap verdi. Üzerimdeki ceketi çıkararak sıcağa alışmaya çalıştım.

Salona doğru ilerlerken, her adımda kalbimdeki gerginlik büyüyordu. Yıllar sonra ilk izlenim önemliydi bundan dolayı ilerlerken bir yandan da duruşumu dikleştirip adımlarımı daha güçlü ve sert atıyordum. Adım seslerimi her duyduklarında bende olduğu kadar onlarında içlerindeki gerginliğin büyüdüğünü biliyordum.

Salona girdiğimde herkes susmuştu. Şaşkınlıkla ve affallamış bir halde bana bakmaya başladılar. Anlaşılan bu gece beklediğimden de uzun geçecekti. Uyku bana haramdı artık asıl hesaplaşma şuandan itibaren başlamış kaderin çarkı dönmeye yeniden yüz tutmuştu. Hayat bu sefer açık açık bizimle son oyunlarını oynayacaktı...

 

 

 

 

Bölüm : 31.03.2025 19:17 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...