
SERKAN
Toplantı bittikten sonra Lavinia ile yollarımızı ayırmıştık. Ben evime gitmeyi tercih ettim, o ise ortadan kaybolmayı. Ne zaman böyle kaybolsa, içimi bir korku kaplıyordu. Tarih tekerrür eder de onu yine yarı ölü bir halde bulursam, bu sefer bunun üstesinden gelemeyebilirdim. Ama içimde başka bir his daha vardı: Özgür… O Lavinia’yı öğrenmiş olabilir miydi? Cenaze ve toplantı boyunca, Lavinia’ya olan bakışları, onu korumak için diğerlerini susturması ve göz kırpması bir şeyler anlatıyordu. Nereden, kimden öğrenebilirdi? Lavinia bile şimdiye kadar babasının kim olduğunu bilmiyordu. Bekle, belki de onu bilip de beni kandırıyordu? Ama bunu yapar mıydı? Hayır, bu kadarını yapmazdı. Eğer öğrendiğini varsayarsam—ki büyük ihtimalle öğrenmişti—bunu kimden ve nasıl öğrenmişti? Saklamayı mı seçiyordu? Hayır. Özgür’ü az çok tanıyorsam, bunu yapmazdı. Aksine, tüm dünyaya kızını duyururdu. Bizden bağımsız bir şeyler oluyordu. Görünmeyen bir düşmanımız vardı.
Eğer Özgür gerçeği ortaya çıkarsa, tüm yalanlar domino taşı gibi birer birer yıkılırdı. Bunu biz de istiyorduk ama bir dışarıdan biri değil, içeriden biri bunu yapmalıydı. Peki, bu düşman kim olabilirdi? Lavinia'nın düşmanlarını eliyordum. Böyle bir şey Lavinia'nın işine gelirdi. Ama benimkilerin, sanmıyorum. Özgür de bize katılırsa, o zaman tam bir Bermuda Şeytan Üçgeni olurdu. Lavinia ile kan bağım vardı. Eğer o harekete geçerse, Özgür de kızını korumak için harekete geçerdi. Yani, böyle bir riski göze almazlardı.
Bizimkilerin düşmanı olabilirdi. Birini ortadan kaldırmıştım, Lavinia da onları yanına alarak gelebilecek tehlikelerden korumuştu. Farkında değillerdi ama bir sürü düşmanları vardı. Onlardan biri olabilir miydi? Olurdu.
Onları uyarmalıydım, özellikle de Özgür’ün yaratacağı tehlikeyi. Ama bir yandan da emin olmam lazımdı. Lavinia ile evlerimiz yan yana, sanki birbirimizi asla terk etmeyecekmişiz gibi. O nereye gitse, ben de peşinden giderdim, adımını her an takip eder gibi. Bir kez olsun yalnız bırakmak istemiyordum, çünkü onu kaybetmek en büyük korkularımdandı. Fakat bu kaybolmalarda o istemediği sürece onu bulamıyorduk.
Bazı zamanlar da, birbirimizi sinirlendirmek için evlerimizde kalırdık. Benim evimde, Lavinia'nın yerleşmiş olduğu bir oda vardı. Onun evinde benim yerleşmiş olduğum bir oda. Bu gece bu oda da kalacaktım. Onları uyarmayı yarın sabaha bırakabilirdim, ama görünmeyen düşmanı ne kadar erken bulursak, o kadar iyi olurdu. Gecenin karanlığında, her geçen dakikada bir şeylerin derinleştiğini hissediyordum. Adamlarıma, aileme yönelik tehditleri araştırmalarını söylemiştim. Her şeyin, bir an önce aydınlığa kavuşmasını istiyordum. Saat epey geç olmuştu; gözlerimdeki ağırlık, uykusuzluğun etkisini yavaşça hissettirmeye başlamıştı. Bir insan, yeterince uyumazsa, aklını kaybedebilirdi, bu düşünce bir anda zihnimde yankılandı. Derin bir nefes aldım. Artık, yatma zamanıydı. Düşüncelerimi yavaşça bir kenara bırakıp, biraz olsun dinlenmeye çekilmeliydim.
Gece boyunca bir türlü rahat uyuyamamıştım. Aklımda sürekli, Lavinia’yı neredeyse ölü halde bulduğum o korkunç gece dönüp durmuştu. O an, zihnimi kemiren bir kabus halini almıştı. En azından bana nerede olduğunu söyleyebilirdi, diye düşündüm. İyi uyuyamadığım için huysuz bir ruh haline bürünmüştüm. Adamlarım hâlâ araştırmalarını sürdürüyordu.
Uyanır uyanmaz yaptığım şeylerden biri de canım çırağımın evine gitmekti. Eve geldiğim de, Lavinia’nın adamları saygıyla karşılamış ve kahvaltı için sofraya bana da yer açmışlardı. Sofranın başında, sessizce kalkmalarını bekliyordum. Kahvaltıya ilk gelenler ablam ve eniştemdi. Belki de duyacakları şey, en çok onları zorlayacaktı. Kafamda, bunu nasıl söyleyeceğimi planlıyordum, ama kelimeler boğazımda düğümleniyordu. Onların hemen ardından Ceylin gelmişti. Sandalyeyi çekip masaya otururken, göz göze geldiğimizde bir an sanki dünya durdu. Çarpıldım, kalbim hızlıca çarpmaya başladı. Ama hemen kendimi toparladım. Olmazdı.
Dördümüz sofrada otururken, diğerleri hala gelmiyordu. Saat 08:17’yi gösteriyordu. Ama bizim için geç bir kahvaltı saatiydi. Çaylarımızı getiren Saniye Hanım’a dönerek, 'Saniye Hanım, diğerlerine kahvaltıya inip inmeyeceklerini sorar mısınız?' dedim. Saniye Hanım, 'Tabii, Serkan Bey,' diyerek çaylarımızı bırakıp, hızlıca çıkmıştı. Birkaç dakika sonra, gelmeyeceklerini söyledi. Benim burada olmam, gelmelerine engel olmuştu. Aslında dert etmedim. Kendileri kaşınıyorlardı.
Gelmeyeceklerini duyduğumuzda sessizce kahvaltıya başladık. Konuya nasıl girmem gerektiğini düşünüyordum. Konuşmam gereken ilk kişi ablam olunca bu daha zordu. Saniye Hanım tekrar elinde bir şeylerle geldiğinde çekingen bir tonda, “Serkan Bey, haddim değil ama Lavinia Hanımı soracaktım,” dedi. Serkan, “Merak etme, arada böyle ortalardan kaybolur,” diyerek kısa bir açıklama yaptı. Yaşlıydı ve kadınlardaki doğuştan gelen içgüdü, bu yaşlarda biraz daha ağır basıyordu. Endişesini yok edemezdim, kendiminkini de yok edememiştim. Ama alışmasını sağlayabilirdim. Elindeki tepsideki haşlanmış yumurtaları bırakıp gitti.
Cengiz, “Lavinia yoksa, sen niye geldin?” dedi. Burada olmam, Yeliz’le onu rahatsız ediyordu, belliydi. Serkan, “Yiğenimin evine gelirken sizlerden izin almam gerekmiyor.” Cengiz bir şey daha söyleyecekken, Ceylin araya girdi: “Abi, Serkan ve Lavinia yıllardır birlikteler, bu yüzden bunu daha fazla zorlaştırma,” diyerek kahvaltısına geri döndü. Yüzü kireç gibiydi. Hazır onlar konuşmaya başlamışken, ben de konuyu açmaya karar verdim.
İçimden ne olacaksa olsun diyerek, sonunda pat diye söyledim: “Özgür Volkan, Lavinia’yı öğrenmiş olabilir.” O an, herkes bir anda donup kaldı, odada adeta nefes bile alınmadı. Havanın ağırlaştığını hissedebiliyordum. “Bunu hep beraberken konuşmak isterdim ama malum, Özgür de bizim gibi, ve gerçeklerin çoğunu öğrenirse, sonuçları sizin için pek iyi olmayacak,” diyerek, çayımdan bir yudum aldım. Yeliz, neredeyse fısıldayarak, “Nasıl, nasıl öğrendi?” diye sordu. Cengiz, gözlerinde binbir soru işaretiyle, “Bunun nasıl olduğunu biliyor musun? Bunca zaman sonra biz bu durumdayken bir de, her şey tesadüf olamaz, her şey planlanmış gibi,” dedi.
Kafasında bir sürü düşünce vardı, hepsini tartıyordu. Ceylin, sesinde bir ağırlık hissedilerek, “Benim yüzümden...” dedi. Hepimiz ona döndük. Cengiz, onu sakinleştirmek için, “Senin yüzünden bir şey yok abicim, korkma,” dedi. Ama Ceylin, başını sallayarak devam etti. “Ben dün Lavinia’ya bunu söyledim,” dedi.
Bu ortama koskaca bir NE iyi giderdi. Ceylin, bir sırrı açıklamanın ağırlığını hissediyordu. Özgür belki çok daha önce öğrenmişti. Lavinia’nınki ise tam bir tesadüftü. Yeliz, sesini yükseltip ayağa kalkarak, “Sen ne yaptım dedin?” diye bağırdı. Ceylin zaten korkuyordu, şimdi daha da içine çekildi. Ben ise hemen araya girdim, “Otur abla, Lavinia zaten bunca zaman öz olmadığını biliyordu. Kim olduğunu soracak durumda da değildi. Onun öğrenmesi bir tesadüf olmuş ama Özgür bundan çok öncesinde öğrenmiş olma ihtimali yüksek.” dedim. Yeliz yerine otururken, Cengiz, “Bunu ona ne zaman söyledin?” diye sordu.
Ceylin ve ben birbirimize baktık. İlk kadınlar Lütfen Ceylin “ Dün çıkmadan hemen önce, merdivenlerde” dedi sesi suçluluk duygusuyla kısık çıkıyordu. Cengiz bana bakınca “Evden uzaklaştırılmadan önce de biliyordu. Kimden öğrendiğini bilmiyorum,” dedim. Cengiz, bu cevaba bir anlık şaşkınlıkla, yüzünü sıvazladı. Yeliz şoktaydı, gözleri büyümüştü. Ceylin, “O yüzden bizimle hiç irtibata geçmedi,” dedi. Gözlerimi devirdim, içimden bu durumu ne kadar daha fazla taşıyabilirim diye geçiriyordum. Ceylin, “Ama seninle irtibata geçmiş,” dedi. Ben, fısıldayarak, “O öyle sandığın gibi olmadı,” dedim, ne kadar duyduklarını bilmiyorum. Cengiz, “Nedenini anlatırsak korkulacak bir şey olmaz,” dedi. Yeliz, yüzü bembeyaz bir şekilde, “O yüzden mi gitti?” diye sordu. Ben ise, “Belki, bilmiyorum,” diyerek cevap verdim. Ceylin, merakla, “O adamın öğrenmesinden neden bu kadar geriliyorsun?” diye sordu.
Serkan “Ondan değil, bilmediğiniz çok şey var…” Derin bir nefes aldım, devam etmek zorundaydım. “Bunları benden öğrenseniz de sizin için bir şey değişmeyecek. Bunları, o çok güvendiğiniz annelerinizden ve babalarınızdan öğrenin.” Çayımdan bir yudum aldım. İştahım çoktan kaçmıştı ve deli gibi sigara içmek istiyordum.
Yeliz, “Başlama yine, Serkan,” diyerek aklındaki düşünceleri uzaklaştırmaya çalıştı. Güldüm ama gülüşüm acı doluydu.
Cengiz, “Yine de bunlar gerginliğinin sebebi olamaz. Asıl korktuğun ne?” diye sordu. Sesi düşünceliydi. Onun böyle yaklaşması iyiye işaretti.
Ceylin, “Ben de bir şey sorabilir miyim?” diye atıldı.
Ablam sinirlenmişti. Ceylin’in bu yaptığını uzun süre unutmayacağına kalıbımı basardım. Ceylin’e dönüp başımı salladım.
“Dün Lavinia ile konuşurken, ‘En azından ikiniz de yalnız değildiniz,’ dedim ama o pek öyle sayılmaz dedi. Sen de şimdi konuşurken ‘Sandığın gibi olmadı’ dedin. Neler oldu, Serkan?”
Fısıltımı duyması beni şaşırtmıştı. Ceylin’in hisleri hep kuvvetliydi. Detayları kaçırmazdı. Bizim kelimelerimizin arkasındaki yaşanmışlığı hissetmişti.
“Aslında ikinizin de sorusu aynı yere çıkıyor.” Ama anne babalarının yaptıklarının ağırlığını kaldırabilecekler miydi?
Yeliz, “Bir şey oldu ve siz onu gizliyorsunuz,” dedi. Gözleri dolmuştu. Pişmanlık içinde kıvranıyordu. O ihaneti etmiş, sonra yaşadıklarıyla ezilmişti. Yüreğine işleyen bu vicdan azabı yüzünden kızına annelik bile edememişti. En ağırı da buydu.
Cengiz için de durum farklı değildi. O ihanete uğramıştı ama yine de sevdiği kadına, çocuklarının annesine sahip çıkmıştı. Ama bir noktada sınırı vardı. Onun olmayan bir çocuğa babalık edememişti. İçine sindirememişti. Buna rağmen Lavinia’ya hiç zarar vermemişti.
Cengiz, “Onun babası olmayabilirim ama ebesi sayılırım. Benim elimde doğdu. Bu olmasa bile asla onun kötülüğünü istemem, biliyorsun. Bir şeyler olduysa bunu bilmeye hakkımız var,” dedi.
Ablam gözleri dolu dolu gülümsedi. Cengiz’in kalbinin güzelliği onu etkilemişti.
“Başlıyorum o zaman,” dedim ve gözlerinin içine baktım. Duyacaklarının ağırlığını biliyorlardı. Kafalarını salladılar.
“Bundan on yıl önce, bu aylarda, bir gece ansızın kapımız çalındı. Lavinia ve arkadaşları, peşlerindeki adamlardan kaçıp bize sığınmak istemişti. Dışarısı buz gibiydi. Lavinia yalvardı, onları içeri alıp polisi aramamız için... Ama babam... Suratlarına kapattı. Lavinia, kendisi için değil, en azından arkadaşlarını kurtarmak için dil döktü. Ama nafile… O kapı açılmadı.”
İçim sıkışıyordu. O geceyi her hatırlayışımda nefesim daralıyordu.
“Bildiğim kadarıyla önce Demir amcalara gitmişler ama onlar da almamış. Polis karakoluna gidemiyorlar, sokaklar tutulmuş. Kendileri arayamıyor, çünkü kaçmaktan fırsatları yok. Belki biz alırız diye bize geldiler. Ama biz de onları almadık. Kapımızın önünde çığlık çığlığa sürüklenerek götürüldüler.”
Çayımdan bir yudum aldım ama yüzlerine bakamıyordum.
Ceylin’in titrek nefesi duydum, ablamın ve Cengiz’in nefessiz kaldığını hissettim.
Cengiz, “Devam et…” dedi. Sesi artık bir fısıltıdan ibaretti.
“Babamın bunu yapışına şahit oldum. Zaten öncesinde de yaptıklarından dolayı aramız iyi değildi. Lavinia’yı götüren arabanın peşine düşmek için evden çıkmaya çalıştığımda annem ayaklarıma kapandı. ‘Beni de öldürürler,’ diye yalvardı. Ama aklım Lavinia’daydı. Annemi kenara itip dışarı çıktığımda ne araba ne çocuklar hiçbir şey yoktu. Sadece motorları kapının önündeydi.”
Yutkundum. Gözlerim yandı ama devam ettim.
“Polise gittim. Her şeyi anlattım ama sizinkiler beni yalanladı. Bir arkadaşım vardı, hacker gibiydi. Lavinia’nın numarasını verdim, belki bir şey bulur diye. Olmadı. Bizim sokağın kamera sistemlerine sızarak arabaya ulaştı. Sonra arabanın nereden geçtiğini ve nereye gittiğini öğrendim. Bilgiyi alır almaz yola çıktım ama vardığımda her şey için çok geçti…”
Cümleyi tamamlayamadım. Kafamdaki anıları silmek istiyordum ama olmuyordu. O yüzden elimdeki çayı içkiymiş gibi kafama diktim ve bir sigara yaktım.
Masadakiler donup kalmıştı. Şok içinde bana bakıyorlardı. Hem devam etmemi hem de artık susmamı istiyorlardı.
Ceylin ağlıyordu. O da o evde benim gibi olanlara şahit olmuştu. Ablam eli kalbinde, duyacaklarının ağırlığına hazırlanıyordu. Cengiz, aklına gelen şeyleri susturmak için kafasını iki yana sallıyordu.
Bana baktı. Gözleriyle devam etmemi istedi.
“Harabe, izbe bir yere gittim. Şehirden uzakta, ormanın içinde bir yer… İçeri girdiğimde her yer kandı. Duvarlar bile… Parçalanmış cesetler vardı. Lavinia’nın arkadaşlarıydı bunlar.”
Boğazım düğümlendi. Ama duramazdım.
“Sonunda, bir duvarın köşesinde onu gördüm. Üstü başı kan içindeydi ama tek parçaydı. Ya da ben öyle sanıyordum. Yanına gittiğimde aldığı nefesleri zor duydum. Kalp atışlarını zor hissettim.”
“Hastaneye götürmek için kucağıma aldığımda… O an… Kırılan kemiklerinin sesi… Akıl sağlığımı kaybetmeme yetti.”
Ellerim titredi.
“Kırılmadık kemiğini bırakmamışlar. Oluk oluk kan kusturmuşlar kıza. Bu da yetmemiş… Arkadaşlarını gözlerinin önünde parçalayıp ona işkence etmişler.”
Yutkundum.
“Ama en kötüsü… Hastaneye götürdüğümde bizimkiler bu olayı örtbas etti. Onu bir kimsesiz olarak kayıtlara geçirdiler.”
Sessizlik çığlık gibiydi.
Ceylin hıçkırarak ağlamaya başladı. Ablamın gözyaşları süzülüyordu. Cengiz başını eğmiş, dolan gözlerini kaçırıyordu.
Yeliz, “Yalan de… Bunlar olmadı de…” diye fısıldadı.
Ama ben sadece sustum.
Ben sustukça, öğrendikleriyle yıkıldılar. O anı tekrar yaşıyor gibiydim. Lavinia’nın sağ salim olduğunu görmek, sadece benim değil, herkesin ihtiyacıydı. Cengiz’in yüzündeki ifade, kan beynine sıçramış gibiydi. Gözleri fal taşı gibi açılmıştı, öfkesi içindekileri dışarı vurmak istiyordu. “Bana niye gelmemiş? Ben onları alırdım. Her ne olursa olsun korurdum,” dedi. Sesi, anlık bir yükselmenin ardından kısık bir tona dönüşmüştü.
Ablam, kalbini tutarak ağlıyordu. Gözlerindeki acı, beni kahrettiği kadar Cengiz’i de kahrediyordu. Cengiz, ablamı sarıp sarmalayarak acılarını paylaşıyorlardı. Ceylin ve ben, bu durumda baş başa kalmıştık. Birbirimize bakarken, Ceylin ağlamasını durdurmaya çalıştı. “Başka bir şey yapmışlar mı?” diye sordu.
Kaşlarımı çattım. Ne olduğunu anlamıştım, ama hayır, bu kadar ileri gitmemişlerdi. O olaydan öncesinin detaylarını bilmiyordum. Lavinia, bunları anlatmamıştı. Hayır anlamında kafamı salladım.
Derin bir nefes alarak, “Şimdi neden bu kadar korktuğumu anladınız mı? Hadi, korktular da içeri almadılar diyelim. Sonrasını öğrenirse, sizce ne yapar?” Tabii, bununla sınırlı değildi. Cengiz’in sesi, sızlanarak devam etti: “Ne yapsa hakkı... bana neden gelmedi...” Ona gitmemesinin nedeni, belki de aile büyüklerinin etkisi olabilirdi. Belki son durağı oydu ama o gidemedi... Artık bunun bir önemi yoktu.
Yeliz, hıçkırıklar arasında, zorlanarak konuştu: “O nerede... Şu an onu görmeye ihtiyacım var...” Bu masadaki herkesin ihtiyacı vardı, ama Lavinia’nın kaybolma kararı da, herkesin içini acıtıyordu. Sustum.
Cem “Demek babamlara olan öfkesi bu yüzdendi…” Elinde bir bardak kahveyle kapının yanında duruyordu. Gözleri dolmuştu ve yere bakıyordu. Konuşana kadar onu fark etmemiştik. “Peki, sonrasında sen onları bu yüzden mi öldürmeye çalıştın?” diye sormasıyla, bunu tüm vücudumda hissettim.
Kaşlarımı çatarak gözlerimi ona diktim. Sesim, kararlı ve sertti: “Hiçbir zaman buna yeltenmedim,” dedim. Ayağa kalkarak masaya döndüm ve onlara tek tek bakarak, “Sizleri uyarmak için gelmiştim. Bir de tanıdığınızı sandığınız kişileri, gerçekten tanıdığınızdan emin misiniz?” dedikten sonra, onları o halde bırakarak orayı terk ettim.
CENGİZ
Lavinia'nın başına gelenleri öğrenmemizin üzerinden neredeyse bir gün geçmişti. Annemler Serkan gidince bizim yanımıza gelmiş ve bizi o halde görünce şaşırıp neler olduğunu sormuştu. O an, hiçbirimizin ağzını açıp konuşacak hali yoktu. Öğrendiklerimizin ağırlığı altında kalmıştık. Adeta, aynı evin içinde köşe kapmaca oynuyorduk; onlardan kaçıyor, kendimizi bir köşeye saklıyorduk. Yeliz, ikizlere öğrendiklerini ve Lavinia hakkındaki gerçeği anlatıyordu. İlk defa onu bu durumda yalnız bırakmış, kendimi bahçeye atmıştım.
Benim de çocuklarım vardı. Babaydım. Onun başına gelenleri duyunca içim içime sığmıyordu. Dünden beri aklımda bir yığın düşünce vardı. Evet, belki ona bakamıyordum ve konuşmak da zordu ama onu seviyordum. Elime doğmuştu, ilk defa ben kucağıma almıştım, ilk nefesini benim ellerimde almıştı. Aramızda bir bağ oluşmuştu. Fakat o adamın ona benzemesi düşüncesi beni kahrediyordu. Onu uzaklaştırmak, hiç iletişim kurmamak aptalcaydı. Biz de suçluyduk, hem de büyük bir suçluluk duygusuyla. Ama onu göndermemizin sebebi, onu görmek istemediğimiz için değildi.
Ne zaman Pars ve Parla’yla vakit geçirseydik, onun bir köşede sessizce izlediğini görmek canımızı yakıyordu. Kendini çok yalnız hissediyordu. Ne kadar onunla konuşmak, çocuklarıma davrandığım gibi ona da davranmak istesem de bir türlü başaramıyordum. Bu yüzden, daha küçükken ona bir köpek sahiplenmiştim. Belki de ona istediği gibi davranamıyorduk ama köpek sayesinde yalnız kalmazdı. O köpeği gördüğünde, gözlerindeki mutluluğu hiç unutamam. Sevinçten bana sarılmak için üstüme zıplamaya kalktığında, ben de kıkırtıma hakim olamamış, "Bu can artık senin yoldaşın," demiştim.
Köpeğin adını, televizyondaki En İyi Arkadaşım dizisinde ki cinin adını koymuştu: Cino. Ama şimdi merak ediyorum, Cino'ya ne olmuştu? Yaşlılıktan ölmüş olabilir miydi? Bu ihtimal, içimi daha da kötü hissettirdi. Belki de hepten yalnız kalmıştı.
Babamların yaptığı şeyin affı yoktu. Evet, belki korktukları için eve almadılar ama sonrası… Kimsesiz olarak hastane kayıtlarına geçirmek, polisleri yalanlamak; hiçbirinin affedilecek bir tarafı yoktu. Serkan’ın yalan söyleme ihtimali yoktu, bize bunları anlatırken adeta o anları yaşamış gibiydi. Bizler, zor zamanında onu eve almazken, Lavinia almıştı. Bu düşünce, kendimi daha da kötü hissetmeme sebep oluyordu. Anlattığından beri Lavinia’nın o görüntüsü aklımdan çıkmıyordu. Kırılan kemik sesini nasıl, bilmiyorum ama her düşündüğümde, bu hayal, kanımın beynime sıçramasına yetiyordu. O adam ne yaparsa yapsın, sesim çıkmazdı. Haklıydı. Allah kahretsin ki haklıydı.
Pars ve Parla’nın başına böyle bir şey gelseydi, kendimi tutamazdım. Ne aileme ne de bunu yapanlara, hepsine kan kustururdum. Ama peşindeki kişiler kimlerdi? Sonrasında onlara ne olmuştu? Nasıl böyle bir şeyle yaşamaya devam ediyordu? Serkan onu bulmasa, belki de ölmüş olacaktı. Bu düşünce, içimi titretmeye yetiyordu. Başımı salladım, uzaklaştırdım. Serkan’a, aslında çok şey borçluyduk. Yine de Serkan, öldürmeye yeltenmediğini söylemişti. Oysa bunu yapsa, şu saatten sonra onu suçlamazdık. Ama eğer yapmadıysa, neden böyle bir şey yapmış gibi gösterdiler? Sadece yardım ettiği için mi? Bu kadar saçmalık, mümkün olamazdı.
Yeşim anne, evlatları için canını verirdi. Onun, bunu onaylaması ise kafamızı asıl karıştıran şeydi. Gerçekten Serkan’ın dediği gibi, onları ne kadar tanıyorduk? Bu tam bir muammaydı.
Evden yükselen bağırışlar, içimi ürpertmişti. İlk başta ne olduğunu anlamadım ama sesler kesinlikle ikizlerime benziyordu. O kadar yüksek, o kadar öfkeliydi ki, içimde bir şeylerin paramparça olduğunu hissettim. Hemen içeri koştum. Kapıya vardığımda benimle aynı durumda olan kardeşlerimi gördüm. Kısa bir süre şaşkın bir şekilde birbirimize bakıp, sonra adımlarımızı hızlandırarak içeriye baktık. Pars, babamları bir koltuğa fırlatmış, üzerlerine doğru yürüyordu. Parla ise annemleri başka bir koltuğa savurmuş, o da adeta üzerine yürüyordu. İkisi de öyle bir öfkeyle hareket ediyordu ki, her şeyin kontrolden çıkmak üzere olduğunu hissettim.
Müdahale etmezsek, parçalayacaklardı. Cem ve ben hemen harekete geçtik. Ben, Pars’ı hızla uzaklaştırdım, Cem ise Parla’yı tutmaya çalışıyordu. Gözlerindeki öfke, deli bir kinle dolmuştu ve sinirden gözleri kanlanmıştı. İkisi de "Bırakın bizi!" diye bağırırken, sesleri o kadar kuvvetliydi ki, sanki içimdeki her şey yerinden oynuyordu.
Kendilerini kontrol edemiyorlardı, o kadar çok bağırıyorlardı ki ses tellerinin zarar görmesinden korkuyordum. Hemen onları bulduğumuz ilk odaya soktuk, kapıyı ardına kadar kapatıp kilitledik. Kapıyı sonuna kadar zorlamaya başladılar, kırmalarından korkuyordum. Lavinia, bu kadar çalkantılı bir ortamdan kaçmakla haklıydı. Evdeki huzursuzluk, kimseyi rahat bırakmıyordu. Cem, derin bir nefes alarak, “Ulan, senin kız parçaladı beni,” dedi. İlk kez onları bu kadar öfkeli görmek, beni de oldukça zorlamıştı.
Yeliz, kapıdan gelen sesleri duydukça, gözlerinden yaşlar süzüldü. Kendini tutmaya çalışıyor ama hissettiği acıyı gizleyemiyordu. Hızla ona sarıldım ve “Geçecek, her şey düzelecek,” diyerek onu teselli ettim. O, en çok acı çeken kişiydi ama ben de onun acısını kendi içimde hissediyordum. "Geçecek," dedim, "Herkes kendini toparlayacak."
Cem, derin nefesler alıp verirken, "Daha çok kaçamayız, zaten ikizlerden neler döndüğünü öğrenmişlerdir," dedi haklıydı o yüzden yavaşça onların yanına doğru yürüdük. Kapıya her vuruşları, her bağırışları, kırılan eşyaların sesi, sanki içimizden bir parça kopuyordu. Bu tepkiler çok geç kalmıştı, ama kendilerine zarar vereceklerinden korkuyorduk.
Salona yaklaştığımızda, Yeliz durdu, derin bir nefes aldı ve kendini toparlamaya çalıştı. Gözlerinden süzülen yaşları hızla sildim ve ona bir öpücük kondurdum. Birbirimize güç vererek, el ele tutuşup içeriye girdik. Cem, hemen yanımızdan geçip, Ceylin’e yöneldi. Onlar da birbirlerine destek oldular. Onların bu korkmuş, hırpalanmış halleri içimizin yangınını söndürmüyordu. Belki de arkamızdan daha ne işler çevirmişlerdi.
Annem ayağa kalkarak, "Oğlum, senin çocuklarına verdiğin terbiye bu mu? Bizlere saldırma haddini kendilerinde nasıl buluyorlar?" diyerek hırsla bağırdı.
Yeliz, "Çocuklarımıza verdiğimiz terbiyeyi sorgulamak sizin hakkınız değil," dedi. Bir an gerildim, ama ona destek olmaya devam ettim. Babam, “Otur yerine Meltem,” diyerek annemi bu çıkışında desteklemedi.
Anneme sertçe bakarak, "Yeter artık," dedim. "Otur, konuşacağız." Annem sinirle yerine oturdu. Cem, biraz bekledikten sonra konuyu açtı: "Serkan dün geldiğinde, Özgür Volkan’ın Lavinia’yı öğrendiğini söyledi." Bu sözler, odada bir korku yarattı. Yeliz, “Daha başka şeyler de söyledi…” dedi ama sesi titriyordu. Onu sakinleştirmeye çalışarak elini daha sıkı tuttum. Bu odada, bu durumda en çok konuşma hakkı olan kişi Yeliz’di.
Yeliz derin bir nefes aldı ve gözlerinin içine bakarak, “Siz benim... Kızımı... Ölüme terk edip, üstüne bir de kimsesiz kaydı mı tutturdunuz?” diye sordu. O an... odada herkesin nefesi kesildi. Annem ve Selim baba birbirlerine dehşetle bakarken, Yeşim anne ve babam daha da başlarını eğmişti. Onların bu durumu gizleyememesi, her şeyin apaçık ortaya çıkmasına neden olmuştu. Serkan sonuna kadar haklıydı. En başından onu dinlemeliydik.
Selim, “O hainin dediğine mi inanıyorsunuz gerçekten?” diyerek gülmeye çalıştı ama bu kez inkar etmekte zorlanıyordu. Demir, "Lavinia bunu biliyor mu?" diye sordu. Babam, inkar etmeyi bırakmış, yaptığının sonucuyla yüzleşmeyi seçmişti. Cem, "Biliyor, öğrenmiş," dedi. Demir, “Ona rağmen bizi aldı,” diye ekledi. Babamın gözlerinde, belki de en büyük cezayı aldığının belirtilerini gördüm. Kendi yapmadığını, O yapmıştı.
Yeliz, ellerimizi sıkıca tutarak, bir an için gözlerime baktı ve ardından ellerini yavaşça çözerek onlara doğru ilerlemeye başladı. Adımlarının her biri ağır, her biri düşündürerek atıyordu. İçimde bir şeyler sıkıştı, boğazımda bir yumru belirdi. Gözlerim, onun bu halini izlerken birdenbire karardı. Ellerini karnına sarması, bir annenin içsel huzursuzluğunu, belki de çaresizliğini simgeliyordu. Gözlerinde, o kadar çok şey birikmişti ki, onları anlatmaya kelimeler yetmiyordu. Bir an için, belki de benim yüzümden, hissettiği yoğun duygulardan ötürü, annelik duygusunu tamamen içine gömmüştü. O an, bu düşünce içimi sardı, bedenimi yavaşça tüketmeye başladı. Hangi kelimeyle ona dokunabilirim, ya da bu acıyı nasıl paylaşabilirim diye düşünürken, boğazımda düğümlenen o kelimeler bir türlü çıkmadı. Onun acısına, ne kadar yakın olduğumuzu, ne kadar benzer şeyler yaşadığımızı söylemek, işte bunu yapamamıştım. Kendimi susturmak, sesimi boğmak zorunda kaldım.
Acı dolu bakışları, sanki yılların biriktirdiği tüm öfkeyi, kırgınlığı ve hayal kırıklığını yansıtır gibiydi. Sonunda, sesi titrek ama bir o kadar net şekilde, kelimeler dudaklarından döküldü: “İnkarı bırakın... doğru söyleyin, yaptınız mı?”
Onların yüzleri, gözleri, dilinden dökülecek her bir kelimeyi beklerken, yutkunamıyorduk bile. O itiraf, bir kez döküldüğünde, gözümüzdeki her şeyin sonsuza kadar değişeceğini biliyorlardı. O itirafla birlikte, onların bizdeki profili, bir anda paramparça olacak, sonsuza kadar lekelenip, silinemeyecek bir iz bırakacaktı.
Meltem, başını eğip derin bir nefes aldıktan sonra, gözlerini kaçırarak konuştu “Korktuk... Yaptığımız doğru değildi... Kabul ama... peşindekiler, ya onun hayatta olduğunu öğrenip, bizlerin de peşine düşseydi... Ben kendi ailemi ve evlatlarımı düşündüm. Bunun için pişman değilim.”
Sözleri, içimde derin bir sarsıntı yarattı. Zihnimde bir şeyler, sert bir şekilde kırıldı. Bu, benim annemdi, yıllardır hayatımda hep güven duyduğum, sevdiğim, ama o an bu kelimelerle bambaşka bir insana dönüştü. Yeliz, annemin söyledikleriyle birlikte karnına sardığı ellerini daha da sıkmaya başladı, sanki her kelimeyle o acıyı daha da içine hapsediyordu. Onun korkusu, sadece bizim ona karşı çıkmamızın korkusuydu. Bizim gözümüzdeki, bu kadar değerli yeri bir anda böyle bir açıklama ile yerle bir oldu.
Annemin bu sözleriyle, Cem ve Ceylin’le birbirimize bakarak sessizce düşündük. O an, hiçbirimiz ne diyeceğimizi, nasıl tepki vereceğimizi bilemedik. Selim baba susmaya devam etti, kelimeler boğazında düğümlenmiş gibiydi. Yeşim anne, derin bir nefes alarak, boğazı düğümlenmiş bir şekilde konuştu:
"Ne kadar özür dilesem de nafile... Ama korktuğumuz da bir gerçek... Bunu yükünü ömrüm boyunca çekeceğim, kızım," dedi.
Yeşim anne, yaptıklarını savunmamıştı, sadece korktuğu için bu yola başvurmuştu. Acı içinde, pişmanlıkla dolu bir şekilde kabul ediyordu ne yaptığını. İçindeki bu acıyı bir ömür boyu taşıyacak olması, onu daha da kırıyordu. Babam, gözlerini yere indirip derin bir iç çekerek konuştu:
"Özür dilerim, kızım... Bu yaptığımın affı yok. Karımın da kusuruna bakma," diyerek, daha fazla devam edemedi.
Annemin bu çıkışı, babamın boynunu eğmişti. O, yıllarca hayatında yan yana yürüdüğü, ona her zaman destek olan, belki de en değerli arkadaşını sorgulamak zorunda kalmıştı. Gözlerinde hem pişmanlık hem de derin bir hüzün vardı. Bu, ne kadar büyük bir kırılma anıydı.
Yeliz, bu kabulleniş karşısında adeta bozguna uğramıştı. Karnına sardığı kollarını o kadar sıkı bir şekilde kavradı ki, vücudu gerginleşti, donuk bir ifadeyle bana dönerek durdu. O an, bir boşlukta kalmış gibiydi; ne yapacağını, nasıl hissedeceğini bilemiyordu. Yanına gidip, bir kez daha sarmaladım.
Bir anne olarak, yaşamaması ve duymaması gereken şeyleri duymuştu. İnandığı, güvendiği kişiler tarafından hayal kırıklığına uğramıştı. Anlıyordum, çünkü ben de aynı duygular içindeydim. O an, Yeliz’in içinde bulunduğu duygusal boşluğu, kendi içimde de hissediyor, aynı kırılmayı ben de yaşıyordum.
Selim baba, korkuyla "Nasıl öğrenmişler?" diye sordu. Bu soruyu sorması bir yana, gösterdiği tedirginlik bile, içinde başka bir şeylerin olduğunu gösteriyordu. Annemde de benzer bir şey vardı, tam olarak ne olduğunu bilmiyordum ama içimde tuhaf bir his oluşmuştu. Kalbim sıkışıyor gibiydi. "Bilmiyoruz, Serkan sadece bu konuda uyarmaya geldi," dedim.
Ceylin, kararlı bir şekilde, "Başka bir şeyler var. Serkan sadece bize bu anı anlattı, ne öncesi ne de sonrası için bir şey demedi. Kendini savunmadı," dedi. Kardeşim, hislerini bir kez daha açıkladı, hisleri hep doğru çıkardı. Eğer gerçekten başka bir şeyler varsa ve bunu söylemiyorlarsa, bu işin sonu yine bize dokunursa, Allah şahidim olsun, hepsini silerdim.
Annem, sesindeki sertlikle "Saçmalama, daha ne olacak? Hepsi bu kadar," dedi. Başını dik tutmaya çalışıyordu, ama içindeki huzursuzluk onu daha da hırpalıyordu. Yeliz, kafasını göğsümden kaldırıp onlara bakmaya yeltendiğinde hemen engel oldum. Bir elim belini sararken, diğer elimle yüzündeki yaşları silip başına nazikçe bir öpücük kondurdum. O an, burada daha fazla durmak istemiyordum ama hareket edecek gücü kendimde bulamıyordum.
Babama yöneldim, yüzünü sıvazladıktan sonra tekrar konuşmaya başladı:
"Ne olduysa oldu, artık geriye dönüp hatalarımızı telafi edemeyiz ama o adamın Lavinia üzerinde hiçbir hakkı yok," dedi. Yutkundu, derin bir nefes alarak devam etti: "Serkan'la konuşun, Lavinia'dan onu uzak tutsun."
Bu söyledikleri, şaka gibi geliyordu. Selim baba, adeta üstüne basa basa "Demir," dedi ve devam etti: "Kızın babası," diye ekledi. Yeşim anne ve babamın tepkileri ise bana garip geldi. Neden bu kadar sinirlendiklerini tam olarak anlayamıyordum. Babam, gözlerindeki öfkeyi bir an için susturarak, "Benim soyadımı taşıyor," dedi. Sonra, söyleyecek daha çok şeyi vardı ama Yeliz'e baktığında, bir anda susarak, bu kadarla yetindi. O an, söylediklerinin altında ne kadar büyük bir yük taşıdığını fark ettim. Onu asıl kahreden başka bir şeydi.
Meltem, kendini telkin ederek, "Olan oldu, tamam. Anlatırsak anlarlar," dedi. Ancak Cem, bir an bile düşünmeden lafı yapıştırdı:
"Nereye anlarlar, anne? Adamda Lavinia ve Serkan gibi mafya, hem de köklü bir mafya."
Cem'in bu çıkışı, havada bir an için gerilim yarattı. Selim baba, öfkeyle bir küfür savurdu. Bilmiyorlardı. Eğer bilselerdi, yine aynı şekilde davranır mıydılar? Artık emin değildim. O an, onlardan yana hiçbir şeyden emin olamaz hale gelmiştim. Her şey o kadar karmaşık ve belirsizdi ki, söylediklerinin arkasındaki gerçekleri düşünmek bile beni korkutuyordu.
O sırada, Lavinia'nın adamlarından biri içeri girdi. Vücut yapısı oldukça güçlüydü, ama bir aile içi çatışmada yabancı birinin şahit olması beni rahatsız etti. Adam, soğukkanlı bir şekilde konuşmaya başladı:
"Lavinia Hanım, bir DNA testi yaptırdı. Sonuçların çıkmasına birkaç gün var ama ona ulaşıp bu durumu anlattığımda, bunu söylememi rica etti." Başını selamlayarak sözlerini bitirdi ve hızla uzaklaştı. O an, neden böyle bir şeyi söylemesini istediğini merak ettim.
Yeliz, korumanın gitmesine fırsat vermeden, "Dur!" diye bağırdı. Koruma hemen duraklayıp geri dönerek saygıyla durdu ve karımın konuşmasını bekledi. Yeliz, benden biraz uzaklaşıp, "O nerede?" diye sordu. Adam, "Bunu söyleyemem, kusura bakmayın," diyerek yanıtladı. En azından, korumasının nerede olduğunu bilmesi beni biraz rahatlattı, onun iyi olduğunu anlamış olmam içimi biraz daha rahatlatmıştı.
Yeliz, "Ben annesiyim, bana da mı söyleyemezsin?" dedi. Koruma, gözlerini yerden kaldırmadan "Emir bu yönde, üzgünüm ama yarın geliyor efendim," diyerek daha fazla uzatmadan ayrıldı. Bu son cümleyi söylemek zorunda olmamalıydı aslında, ama yine de bir şeyleri açıklamak zorunda kalmıştı.
Yeliz, bana tekrar dönüp kollarımın arasına girdiğinde, kulağına hafifçe fısıldadım: "En azından onu yarın göreceğiz, iyi." Yeliz, başını belli belirsiz sallayarak onayladı, ama gözlerindeki boşluk, düşündüklerinden daha fazlasını anlatıyordu.
Selim baba başta olmak üzere, diğerlerinin yüzü bembeyaz olmuştu. Sertçe yutkunarak sessizleştiler. Bu durumu kendi aralarında tartışacaklardı, ama şimdilik susmayı tercih ettiler. Yeliz, kararlı bir şekilde, "Daha başka bir şeyler var, Cengiz. Bizi tamamen parçalayacak şeyler," diyerek fısıldadı.
Artık burada daha fazla durmamızın bir anlamı yoktu. Yeliz’i de alarak, çocuklarımızın yanına gitmek için adım attık.
YELİZ
Koruma, Lavinia'nın yarın geleceğini söylemişti, ama akşam olmuş ve hala ortada yoktu. Her şeyin hızla gerçekleştiği o günden sonra, evdeki atmosferin nasıl değiştiğini anlatmak zordu. Meltem'e "anne" demek içimden gelmiyordu artık; o da bir anneydi, ama yaptığı şeylerin ardından gösterdiği tepki, ne yazık ki bir anneye yakışmayacak cinstendi. Ben de bir anneydim, ama kızımı koruyamamıştım. Olanlardan haberdar bile olamamıştım. Bu düşünceler, içimi yoğun bir hüzünle dolduruyordu. Olanları görmezden gelmiştim, gözlerimi kapamıştım, kulaklarımda sadece boş bir uğultu kalmıştı. Ama o an, bir şeyler değişmişti.
Kararlıyım; bu durumu daha fazla sürdürmeyecektim. Kızımla ve kardeşimle aramı düzeltecektim, her ne olursa olsun. Lavinia benim kızımdı. Oysa sahip çıkıp korumam gereken bir zamanda, onu uzaklaştırmıştım. Verilmesi gereken tepkiyi, bir anne olarak ben değil, çocuklarım vermişti. Ama onları anlıyorum, her şeyin farkındalar. Cengiz ve ben, haklı olarak onların tepkisini almıştık. Bizim de çok şey öğrenmemiz, çok şey anlamamız gerekiyordu. Hislerim, deli gibi uyarılarla doluydu, içimdeki alarmın sesi giderek daha da yükseliyordu. Biliyorum ki, bu sadece bir başlangıçtı. Ucu bize dokunacak, daha ortaya çıkması gereken bir şeyler vardı ve ben, her geçen an bunu daha net hissediyordum.
İkizlerim, odalarına çekilmişti. Lavinia, onlarla konuşmadan bizimle konuşmayacağını açıkça belirtmişlerdi. Her ne kadar bunu anlayışla karşılamaya çalışıyordum. Lavinia’yı her görmediğimde içimdeki huzursuzluk giderek büyüyordu. Bir an, Serkan’ın şahit olduğu o korkunç görüntüyü kendi gözlerimle görmüş olsaydım, ne yapardım, nasıl toparlanırdım, hiç bilemiyorum. Ama kendime gelemeyeceğimi biliyordum.
Bu his, dilimden dökülen kelimelerde bile bir gariplik yaratıyordu. Kendimi suçlu hissetmektense, belki de haberim olmadan geçen o günleri düşündükçe, bir nebze de olsa bir rahatlama hissediyordum. Sanki o günlerin, bir şekilde beni koruyan bir duvar gibi yükseldiğini hissediyordum, ama yine de içinde bir eksiklik vardı.
Ceylin, elinde tuttuğu kahve kupalarından birini bana uzatarak nazikçe "Yenge" dedi. Gülümseyip, kupayı aldım. Ceylin’in bakışlarında, annesinin yaptığına dair duyduğu suçluluk ağır bir yük gibi duruyordu. Oysa o, hiçbir suçu olmayan, sadece ailesinin gölgesinde kalmış bir kızdı. Bunu biliyor, içimdeki acıyı ve kırgınlığı ona yansıtmamaya çalışıyordum. Ceylin, derin bir nefes alarak “Ben annem adına özür dilerim,” dedi. O an, gözlerimizden geçen hüzün birbirimize ait bir yük gibi belirdi. Bir anlık sessizlikten sonra, “Sorun değil,” diyerek, ona yansıyan suçluluğu hafifletmeye çalıştım, ama sesimdeki yorgunluk bunu gizlemeye yetmedi.
Ceylin biraz daha sessiz kaldı ve ardından “Abim nerede?” diye sordu. "Kendini dışarı attı," dedim. Cengiz’in içinde biriken öfke ve karmaşa onu dışarıya doğru itmişti. Bir an sessizliğe bürünüp sonra Ceylin’e yöneldim, “Sen hep onlarla yaşadın, bu olana hiç tanık olmadın mı?” diye sordum. Ceylin, aniden suçlulukla kıvrandı. Evet, tanık olmuştu, ama o sessizliği, içinde biriktirdiği birçok gizemi anlatıyordu. O kadar çok şeyi biliyordu ama hiçbirini söyleyemiyordu. Bizim bilmediğimiz gerçekler vardı, ama susuyordu.
Ceylin, "Bunun adına da özür dilerim" dedi. O an, içimde bir şeyler kırıldı. Ceylin'in gözlerindeki o suçluluk, bir anlamda ailesinin yükünü taşıdığını hissettiriyordu. Ceylin, sesi titrek şekilde, "Hastanede gördüm, tedavisi için gereken parayı gizlice ben sağladım," dedi. İçimde bir şeyler yerinden oynadı. Ne kadar minnettar olduğumu anlatacak kelime bulamıyorum. Öz yeğeni olmamasına rağmen bir şekilde Lavinia'nın yanında olmuştu. En azından gizlice yaşamasına yardımcı olmuştu.
Yutkunarak "Nasıldı?" diye sordum. Ceylin’in gözleri, hafifçe buğulanmıştı. "Kötüydü... çok kötü... sayısız kez kalbinin durup geri döndürüldüğünü öğrendim. Doktorların uyanacağına dair ümidi yoktu. Ama hissediyordum. Nitekim hissettiğim gibi de oldu," dedi.
Hissettiklerim tarif edilemezdi. Sayısız kez kalbi durdu... ve ben bir anne olarak hissetmedim. O kadar çok kez ölüm ona yaklaştı, ama o her seferinde hayatta kalmayı başardı. Ve ben, hiçbirini hissetmedim. Her bir kalp duruşunu, her bir ölüm tehdidini hiç ama hiç hissetmedim. Hissedemediğim, fark edemediğim her şeyin acısını Lavinia taşıyordu. O ne kadar zorlanmıştı, ben bunu fark etmedim.
Ceylin, biraz duraksayarak, gözlerinde derin bir hüzünle bana bakarken, sesinde yumuşak bir tını vardı. "Yenge, sen de kolay şeyler yaşamadın," dedi, sesi hafifçe titreyerek, "O yüzden kendini suçlamayı bırak. Emin ol, bu hikayenin en masumlarısınız." Ceylin’in söylediklerini tam anlamadım belki de, ama gözlerinde taşıdığı o derin acı, bir anlamda bana uzaktı. O daha fazla konuşmadan hızla uzaklaştı, adımlarının sesleri odada yavaşça silindi.
Gözlerim boş bir noktaya sabitlendi. İçimdeki suçluluk, her geçen saniye biraz daha büyüyordu. Benim ihanetimle buralara kadar gelmiştik. Her şeyin başlangıcıydı. Ve ihanetin tohumu da Lavinia idi. Ama en ağır bedeli, en masum olan o ödemişti. Hem de hiç beklemeden, her şeyin en derin yerinden. Tüm bunlarla masumluğunu yitirmişti.
Cengiz, her anımda, her zor zamanımda yanımdaydı. Elimi hiç bırakmadı, her adımımda arkamda durdu. Ama şimdi, geriye dönüp baktığımda, onun bu kadar güçlü ve sabırlı olmasının kıymetini anlamak daha da zorlaşıyor. Benim ona yaşattığımın aynısını bana yaşatsaydı, ben bu kadarını yapabilir miydim? Hiç sanmıyordum. Cengiz gibi birinin kalbini, o kadar saf ve sevgi dolu bir kalbi hak etmiyordum. Onun bana verdiği saygı, güven, sevgi o kadar büyüktü ki, ben bunun karşılığını veremedim. Ne kocama sadık kalabilmiştim, ne de kızıma gerçek bir anne olabilmiştim. Ailemin, çocuklarımın, gözlerindeki güveni kaybetmiş, o güveni yerle bir etmiştim. Tüm bu karmaşa, bu acı dolu yolculuk, benimle başladı. Ve şimdi, her şeyin sorumluluğunu hissediyorum. Belki de bitmesi gereken şey bendim.
“Hop lan, ne yapıyorsun, bırak onu!” diye bir ses duydum. O ses... Gelmişti. Bir an için dünyamı başıma yıkacak kadar netti. Sol bileğime, ne zaman aldığımı hatırlamadığım bıçağı bastırmıştım. Bu durumu fark ettiğimde, ne yapmak üzere olduğumu anlayamamıştım. Bunu neden yaptım? Ne zaman elime aldım? Hiçbiri hafızamda yoktu.
Lavinia hızla yanıma gelip, bıçağı aldı ve yüzüme bakmaya başladı. Ne yapacağımı bilemedim, beynim donmuştu. Gerçekten bunu yapmaya mı kalkışmıştım? Lavinia, yavaşça, ürkütmeden önümde diz çöküp, ellerini yüzümde hissettim. Yavaşça suratımı elleri arasına aldı, bir şekilde beni yeniden toplamak istiyordu. “Yeliz, kendine gel,” dedi, sesinde bir panik vardı, ama ne demek istediğini biliyordum. Hala ne yaptığımı algılayamıyordum. O an, tamamen hareket kabiliyetimi kaybetmiş, sadece şokun etkisiyle boş bir şekilde bakakalmıştım.
Sağ yanağımda keskin bir sızı hissettim ve bununla birlikte oturduğum koltuktan yere savrulmam bir oldu. Beni şoktan çıkarmak için vurmuştu. Kafamı kaldırıp ona baktığımda, tepemde dikilmiş elini uzatıyordu. Bir de buna şahit olmuştu. Yutkunarak elini tuttum ve ayağa kalktım. Zaten yüzüne bakacak cesaretim yoktu. Şimdi bir de bu, hatalarımın ardı arkası kesilmiyordu.
“Bana bak,” dedi, ama gözlerim yine ona kaymadı. Sağ yanağıma dokundu, soğuk ellerinin ilk dokunuşuyla bir huzur geldi, ama aynı anda ürperdim. Eli, vurduğu yanağımı bulup, nazikçe dokunduğunda. Sıkıntılı bir nefes aldı ve derin bir üzüntüyle “Özür dilerim” dedi. Ceylin ve Lavinia, aslında özür dilemesi gereken kişiler değillerdi ama içtenlikle özür dileyen tek kişilerdi.
Birkaç dakika önce ona ulaşmak için yanıp tutuşurken, şimdi karşımda duruyor, ama gözlerimi kaldırıp bakamıyordum. Cesaretimi toplamak için içimde bir çaba vardı ama nafile. Artık ona eskisi gibi olamayacağımı kendime söylesem de, sözlerim boğazımda düğümlenmişti. Ne kadar güçsüzdüm. Kendi başıma bir hiçtim.
Lavinia, sanki içimden geçen her şeyi anlamış gibi, başını biraz eğerek, “Böyle yapma, güçlü olmak zorundasın. Kendin için değil, seni sevenler için... Yeliz... Bu olanlar aramızda kalacak, ama sen bir daha bunu yapmayacaksın, söz ver bana,” dedi. Sesindeki derinlik ve davranışı, bana sanki karşımda Cengiz’i hissettirdi. Bir an, bir şeylerin içimde kaynamaya başladığını, ama yine de onlara dokunamadığımı hissettim. Elim istemsizce kalbine gitti. Her bir atışı avucumda hissetmek, içimi bir rahatlama dalgasıyla sersemletti. Ama hala ona bakamıyordum. Kalbinde olan elimi tutarak, nazikçe, “Hadi, odana gidelim, biraz uyu, dinlen,” dedi. Şokun etkisiyle donmuş haldeydim, ama beni hangi tarafa yönlendirirse, o tarafa gitmek zorunda kalıyordum. İlk olarak bir koridordan geçtik, sonra merdivenleri çıkıp, bir başka koridordan daha geçtik ve sonunda Cengiz’le odamızda durduk. Kapıyı açıp beni içeri yönlendirdi.
Yatağımın başına kadar getirdiğinde, beni bırakıp üzerindeki örtüyü kaldırarak beni nazikçe oturttu. Ayağımdaki ayakkabıları çıkardı ve beni, kendisinin fark etmediği bir şekilde rahatlatan bir yumuşaklıkla yatırdı. Gitmesini istemiyordum. Yalnız kalmak istemiyordum. Lavinia, benden bir şeyler hissetmişti. Başımın üzerine bir öpücük kondurdu ve başımın ucuna oturdu. Bunu yaparken, biraz tereddütlüydü. Nedenini anlamadım. “Üzerim biraz kirli,” diye açıklama yaptı ama sorun değildi. O beklerken, ben de yorgunlukla bedenimi ve zihnimi teslim ederek, gözlerimi kapattım.
CENGİZ
Tüm bu olanlardan sonra evde daha fazla kalamamıştım. İçimde bir boğulma hissiyle kendimi dışarı attım, ama yine de yalnız kalamıyordum. Lavinia’nın korumaları, adım attığım her yere benimle geliyordu, adeta gölgelerim gibiydiler. Ev, doğayla iç içe bir yerdeydi ve ben de bu huzuru, bu sakinliği arıyordum. Belki biraz doğayla baş başa kalabilsem, içimdeki karmaşayı bir nebze olsun yatıştırabilirdim. Ama her adımımı takip eden korumalar, bunun gerçekleşmesine engel oluyordu.
Akşamın karanlığı, etrafı sararken orman ürkütücü bir şekilde sessizleşmişti. Ağaçlar, karanlıkta gölgelerini uzun uzun savuruyor, bu gölgeler bana sanki bir şeylerden saklanıyormuşum hissi veriyordu. Görüş açım, karanlıkla birlikte daralmıştı; ne kadar ilerlemeye çalışsam da, önümü görmek neredeyse imkansız hale geliyordu. Bütün her şey bir bulanıklık içindeydi, tıpkı öğrendiklerim gibi… Onları düşündükçe, her şeyin ne kadar karmaşık hale geldiğini hissediyordum.
Çocuklarım, onunla konuşana kadar yüzüme bakmayacaklarını söylemişti. Onların bakışları, acıyı ve kırgınlığı biriktiriyor gibiydi. O an her şeyin gidişatı, artık Lavinia’ya bağlıydı. Onun, bizi suçladığını sanmıyordum ama yine de onun, yaşananlardan sonra normal bir psikolojiye sahip olamayacağını biliyordum. Bizi ve Serkan’ı kurşunlaması, bunun en açık örneğiydi.
Yeliz’i bu kadar uzun süre yalnız bırakmam, doğru değildi. Tüm bu olanlardan sonra, bu evde kalmamız da doğru değildi. Özellikle ben ve ailem için. Ama başka gidecek yerimiz yoktu, başka bir çıkış yolu aramaksa zor bir görev halini alıyordu. O yüzden hızla eve doğru yöneldim.
Bu kadar üst üste gelen olayların ardında, birinin parmağı olduğunu hissediyordum. Bu kadar şeyin tesadüf olamayacağına emindim. Özellikle DNA testi ve babamların verdiği o garip tepkiler, başka bir şeylerin sinyalini veriyordu. Birisi, bizi bir şekilde birbirimize düşürmeye çalışıyordu, ama bunu yaparken de gerçeği kullanıyordu, tıpkı bir satranç oyunu gibi. Bizlerin ne yapacağını, nasıl tepkiler vereceğimizi bilen biriydi. Biri, bu kadar karmaşanın içinden çıkarak, bizi adım adım köşeye sıkıştırıyordu. Ama kimdi bu kişi? Lavinia ya da Serkan değildi. Bu, içimde güçlü bir his olarak yankılanıyordu. Onlardan eminim, arkasında bambaşka bir el vardı.
Eve geldiğimde, ortamda derin bir sessizlik hakimdi. Lavinia'nın hala gelmemiş olduğunu düşündüm. Yeliz'in salonda oturup beni bekleyeceğini tahmin etmiştim ama, salonda kimseyi görmememle bu düşüncem silindi. Hemen, sessizce adımlarımı odaya yönlendirdim. Ancak içeri adım attığımda, kesinlikle beklemediğim bir manzarayla karşılaştım. Lavinia, Yeliz'in başucunda yatakta oturuyor, karımın elini tutarak boşluğu izliyordu.
Lavinia'nın bakışları, beni fark etmedi mi? Yoksa derin düşüncelerinden çıkıp bana bakmak bile istemedi mi, anlamadım. Ama onu görmem kalbimi hızlandırmıştı, ta ki üstünün başının toz, toprak bir halde olduğunu görmemle bu değişti. Üstüne boynun kızarık el izini görmemle kalbim beynimde atmaya başladı sanki. Biri kesinlikle onu boğazlamıştı. Bir an için, o sıkan eli yerinden sökme arzusuyla dolmuştum. O an, bu kadar yoğun bir öfke duygusuna sahip olmak bana oldukça yabancıydı.
Hızla yanına ilerlerken, "Kim yaptı sana bunu?" diye sordum. Beni en başından fark etmişti. Ancak gözlerini benden kaçırarak önce Yeliz’e baktı, ardından elini tutan ellerini bırakıp yataktan kalktı. Beni görmüyormuş gibi davranıyordu.
Lavinia, soğukkanlı bir şekilde "Onu yalnız bırakma, pek iyi değil," dedi ve yanımdan geçmeye çalıştı. Dişlerimi sıkarak, içimdeki gerginliği bastırmaya çalıştım, “Bu halin ne?” diye sordum. Ama o, yine de bana dönüp bakmıyordu. Bir şeyler olmuştu. Bana bakmaktan çekinmeyen kişi artık tam tersini davranıyordu.
Lavinia'nın bakışları uzaklaşırken, soğuk bir şekilde "Öğrensen ne yapacaksın?" dedi. İçimdeki bir şey yerinden oynadı, sanki her şey bir anda ağırlaştı. "Seni ilgilendiren bir durum değil," dedi ve bu kelimeler, içimi adeta bir buz tabakası gibi kapladı. O an, bütün duygularım darmadağın oldu. "Söylemeyeceğimi demiştim, ama bilmen gerek, geldiğimde intihara yeltenmek üzereydi. Bu süreçte yalnız bırakmasan iyi edersin," diyerek, gözlerindeki soğuklukla odadan çıktı.
Beni geride bırakıp gittiğinde, bir an için dünya başıma yıkıldı. Yeliz’e inanamaz şekilde bakıyordum. Durumun bu kadar ciddi olduğunu daha yeni kavramıştım. Lavinia’nın soğukluğu, ilk kalbimi buz kesmişken, şimdi karımın bu yeltenişini öğrenmemle daha da buz kesip param parça olmuştum adeta.
Ne yapacağımı bilemez halde, uyuyan karıma bakıyordum. Yeliz’in sessizce uyuyan yüzü, içimi acıyla dolduruyordu. O an, her şeyin boşluğunda, gözlerim onun üzerinde gezindi. Bir anlığına, yaşadığı bu travmalardan sonra yanındayken daha dikkatli olmam gerektiğini fark ettim. Lavinia gelmeseydi, karşılaşacağım manzaranın düşüncesi bile ürpertiyordu.
“Düşündüm de, biraz konuşsak iyi olacak,” dedi. Yerimden sıçradım. Geri geldiğini fark etmemiştim bile. Bir eliyle kapının kulpunu tutuyor, başını kapı kenarına yaslayarak bana bakıyordu.
Yeliz’i bir kez daha yalnız bırakmak, içimde derin bir huzursuzluk yaratıyordu. Lavinia, sesini yumuşatarak, “Endişelenme, uyuyor. Şu anda uykusunda kendine bir şey yapamaz. Ayrıca, kapının yanında konuşacağız, tabi kabul edersen,” dedi.
Lavinia'nın bakışları, beni bir şekilde o an için sakinleştirmeye çalışıyor gibiydi. Bir an için tereddüt ettim, ama sonunda başımı sallayarak kabul ettim ve kapının dışına çıktık. Kapıyı açık bırakmıştım, her ihtimale karşı. Lavinia’nın, gözleri bir an için uzaklara dalmıştı. İçinde düşündüğü bir şey vardı, ama ne olduğunu tam olarak çözemedim. Belki de yeni bir gelişme ya da kötü bir haber vardı ve bunu nasıl söyleyeceğini kafasında tartıyordu.
Lavinia, derin bir nefes alıp, gözlerini bana çevirdi. Sesindeki ciddi ton, her şeyin farkında olduğumu anlatıyordu. "Konuya bodoslama dalsam, kaldırabilir misin?" dedi. Kesinlikle kötü haberdi.
Bir an boşluğa bakarak, "Daha ne kadar kötü haber öğrenebilirim bilmiyorum," dedim. Gerçekten de, artık ne kadar daha kötü olabileceğini düşünemiyordum. Her şey bir çıkmazdı. Lavinia, sakin bir şekilde, "Aslında sizin açınızdan kötü bir haber değil, ama Yeliz’in bu durumunda bir süre ona söylemesek iyi olur," Kafam karışmıştı. "Hem iyi hem kötü mü?" diye sordum. Kafasını hayır anlamında salladı. "Nereden baksan iyi haber," dedi, ama sesindeki belirsizlik bir şekilde içimi daha da karıştırıyordu.
İyi bir haberse, neden Yeliz'den saklanması gerektiğini anlamıyordum. Lavinia'nın yüzü, bir anlığına daha da ciddileşti. "Özgür Volkan’ın yanından geliyorum," dedi ve bu sözler havada asılı kaldı. Sanki bir bomba patlamıştı. İçimde bir şeyler kesildi. Öfkeyle, "O mu bu hale getirdi seni?" Lavinia, gözlerini tavana çevirip, "Ulan ikinizin de verdiği tepkiler aynı mı olur?" diye söylendi.
Sinirli bir şekilde, "Vırvır edip durma, o mu getirdi bu hale?" dedim. Lavinia, sabırla bir "Ya sabır" çekerek, "Hayır, öncesinde eski bir arkadaşla biraz şakalaştık. Ayrıca konumuzla ne alakası var? Şurada ciddi bir şey söylemeye çalışıyorum," Sitemle söyleniyordu.
"Ne biçim şakalaşma bu, ulan boynunda puştun elinin izi çıkmış," diye üstüne gidiyordum. Her kimse, onu görürsem parçalayacaktım. Lavinia, sabırsızlıkla, "Yav, bir dur hele ya! Şurada bir şey diyeceğim, hemen konuyu oraya getiriyorsun," dedi.
Tepem atmış bir şekilde "Getiririm ben, neyse söyle ne diyeceksen," dedim. Lavinia, gözlerini kapatarak, derin bir nefes aldı ve "Onun beni öğrendiğini biliyorsun zaten, buraları geçiyorum. O da bir DNA testi yaptırmış, sonuç uyumlu. Bununla birlikte öğrendiğiniz olayları öğrenmesiyle sinirini tahmin edersin," dedi.
O an aldığım nefes kesildi. Kanıtlanmıştı, onun kızı olduğu kanıtlı bir şekilde ortadaydı. Korkuyla Lavinia’nın söyleyeceklerinin devamını bekledim.
Lavinia, gözlerinin derinliğinde bir kararlılıkla, "Bir anlaşma yaptık onunla. Bu anlaşmaya bağlı kalırsanız, size ben yaşadığım müddetçe hiçbir şey yapmayacak," dedi.
Endişeyle, "Allah rızası için kendini tehlikeye atacak bir şey yapmadığını söyle?" dedim. O an içimden, ne olursa olsun, kendisini tehlikeye atmış olmasını istemediğimi geçirdim. Sözlerinin devamının, canımı daha da sıkacağına dair içimde güçlü bir his vardı.
Lavinia sabırla bana bakarak "Sence böyle bir şey mümkün mü? Ben atsam, o attırır mı?" dedi. Sözleri, havada asılı kaldı, doğruydu, sonuçta, o Lavinia’nın babasıydı. Benden önce müdahale ederdi, her zaman daha güçlüydü. Bu gerçek, içimde bir ağırlık bıraktı, ve onu düşündükçe boğulacak gibi oldum. Başımı sallayarak, Lavinia'nın devam etmesini bekledim.
Lavinia, derin bir nefes aldıktan sonra, "Anlaşma şöyle, ben tamamen onun üstüne geçeceğim, yani onun soyadını taşıyacağım, ve rahmetli karısının üzerine, onun çocuğuymuş gibi kayıtlara geçilecek. Yani kabul edersem, sizlere bir şey yapmayacağını söyledi," dedi.
İçimdeki korku büyüyordu, her şeyin daha da kötüye gitmesini istemiyordum. "Hayır, etmedim," demesini bekledim. Lavinia'nın cevabı geldi. "Ettim," dedi. O an, o tek kelime içimdeki boşluğu büyüttü.
Lavinia, soğukkanlı bir şekilde devam etti, "Nereden baksan çok makul ve kazan-kazan anlaşmasıydı. Böylece hem siz bu tehlikeden kurtulacaksınız hem de ben, sizin üstünüzde hiç var olmamış gibi gözükeceğim. Bu yükten kurtulacaksınız."
Ne diyordu bu? Ne yükü? Ne var olmaması? İçimden bir yerlerde bir şey kırılmaya başlamıştı. Kendini olmaması gereken bir yük olarak mı görüyordu? Bunca zaman ona böyle mi hissettirdik? Bu yüzden mi hemen kabul etti bu teklifi? İçimdeki tüm sorular, bir araya gelip zihnimi sarmaya başladı. Aldığım nefeslerde boğulmaya başlamıştım. Kelimelerim tükenmişti.
Kapının aralığından uyuyan Yeliz’e bakarken, içimdeki kararsızlık ve endişe büyüdü. Ona bunu nasıl açıklardım? İkizlerime nasıl anlatırdım? Ne söylesem, onu bu karardan vazgeçirmem mümkün olurdu? Zaten kararı vermişti, bizden de buna uymamızı bekliyordu. Ama içimde, buna karşı çıkan bir ses vardı. Bunu istemiyordum. İç sesim, her şeyin yanlış olduğunu haykırıyordu.
"Sen zaten kararını vermişsin, ne diyeyim?"
Kırgın bir şekilde söylendiğimde içimdeki öfkeyi zor bastırıyordum. Odaya girmek için hamle yaptım ama Lavinia aniden sertçe kolumdan tuttu. Parmakları bileğime sıkıca geçtiğinde gözlerine baktım.
"Yarın bu konuyu diğerleriyle konuşacağım. Yeliz’i ve ikizleri kahvaltıya indirme," dedi.
Sözleri keskin bir emir gibiydi. Öfkeyle harlanan gri gözlerinde kararlılığı görebiliyordum. İçimde bir şeylerin kıpırdadığını hissettim. Saniyelik bir göz temasıydı ama fazla ben gibi hissettirmişti. Buna bir anlam veremedim, belki de... çok fazla düşünmemeye çalıştım.
"Anneni ve bizleri çok düşünüyor olsaydın, bu kararı vermezdin. Şimdi burada ailesini çok düşünen biri gibi rol yapma," dedim, sesimdeki alaycı öfkeyi saklamadan.
O sert duruşu, anlık olarak titredi ama kendini hemen toparladı. Daha da öfkelendiğini hissedebiliyordum ama bir yandan da kendini sakin tutmaya çalışıyordu.
"Bunu kabul etmeseydim de kan mı dökülseydi? Sizler için daha fazla yıpranmayın diye kabul ettim," dedi.
İçimde biriken öfke daha da alevlendi.
"Ha, bunu yapınca biz hiç yıpranmadık, değil mi? Çok teşekkür ederiz ya!"
Lavinia derin bir nefes aldı, gözlerini kısıp bana baktı.
"Ya neden anlamak istemiyorsun? Birinin gerçek anlamda zarar görmesindense, bu şekilde sonlanması daha iyi," dedi.
Burnumdan soluyarak içini delip geçercesine baktım.
"İyi mi? Bizi parçalıyorsun! Sen olmayınca şu saatten sonra daha mı iyi olacağız? Annenin halini gördün! Daha mı iyi olacak? Kardeşlerin böyle bir şeyi kabullenecek mi sanıyorsun?"
Kolumu tutan elini sertçe çektim. Lavinia’nın vücudu titreşti ama hemen kendini toparladı.
"Daha düne kadar hayatınızda bile yoktum. Varlığımı bile umursamıyordunuz. Şimdi gelip bir şeyler öğrendiniz diye böyle davranamazsınız," dedi.
"Ne demek davranamayız? Dünden beri çok şey değişti, küçük hanım! Sen bu ailenin en küçük üyesisin ve bu değişmeyecek! Savaş mı çıkacak? Çıksın! Kan mı dökülecek? Dökülsün! Biri zarar mı görecek? Görsün! Ama bu aile, bunları şu saatten sonra hep beraber atlatacak! Son sözümdür! Ben bunu kabul etmiyorum!"
Yeter artık! Ne benim, ne ailemin adına başkalarının karar alıp uygulamasına izin vermeyecektim. Hislerimin peşinden gidecektim.
Tam odaya girip kapıyı kapatacakken birden aklıma gelen şeyle duraksadım. Geri dönüp kapının eşiğinden sertçe baktım.
"Bir de yarın o puştun kim olduğunu söyleyeceksin," dedim.
Onu da unutmamıştım.
Lavinia bu çıkışımı hiç beklemediği için dumura uğramış bir halde kaldı. Öfkesi daha da büyüyordu, eminim, ama ben umursamadan kapıyı kapattım. Çıldırmıştım artık.
Kapıyı kapattığım anda yanımdaki duvar şiddetle sallandı. Yumruk atmıştı! Kapıyı hafif aralayarak başımı uzattım.
"Elin acıyacak manyak, vurma duvara," deyip geri kapattım.
O ise arkada deliye dönüyordu. Birkaç dakika da olsa her şeyi unutup istemsizce gülümsedim.
Bu iş böyle bitmeyecekti. Ben onu vermek için üstüme almadım. Benim çocuğum, benim çocuğum olarak kalacaktı. İçimde büyüyen umutla karımın yanına gidip kulağına fısıldadım:
"Her şey geçecek."
Bunu hep birlikte atlatacaktık, ister kabul etsin ister etmesin.
PARS
Öğrendiklerimden sonra ne yapmam gerektiğini kestiremiyordum. Kardeşimin başına gelenler ve sonrası bir insanlık suçuydu. Zaten sonrasında ikizimle kendimizi kaybetmiştik. Eğer vaktinde bizi durdurmasalardı, gerçekten katil olabilirdik. Sakinleştikten sonra annemlerle konuştuğumuzda, Lavinia’yı görüp onunla konuşana kadar, onların yüzünü görmek içimizden gelmemişti. Her ne kadar onlar da bu durumdan habersiz olsa da, onlar da suçluydu. Lavinia’yı daha küçükken uzaklaştırmasalardı, belki de bunlar hiç yaşanmayacaktı.
Babamı anlamaya çalışıyordum. Gururunu bir kenara bırakıp fedakarlık etmişti ama içinden olmayan bir çocuğa babalık yapmayı bir türlü kabullenememişti. Annem ise, her şeye rağmen ona annelik yapmalıydı. En çok ona kızıyordum. Lavinia, onun da kızıydı, hata da olsa, annelik yapmayı seçmek zorundaydı.
Lavinia bunları öğrendiğinde kim bilir neler hissetmişti. Babası kim olduğu belli olmayan tek gecelik bir hatanın sonucu, annesi var ama yok gibi, kardeşleri de ebeveynlerinin davranışlarını sergileyip ona kayıtsız. Baba desen, babası değil. Yüreği nasıl dayandı? O kadar yalnızlıkla nasıl mücadele etti?
Ve o hastanede, gözlerini açtığında, kimsesiz olduğunu söylediklerinde... Öncesinde yaşadığı o dehşetten sonra bir de bu darbe... O nasıl kaldırdı bunu? Gerçekten, o kadar derin bir acıyı bir insan nasıl kaldırabilir? Benim ruhum bile daralırken, o nasıl bir gücü bulup hayata tutundu?
İkizim yanımdaydı. Onun gelmesini bekliyorduk. İçimizde büyük bir hüzün ve öfke vardı. Arada birbirimize bakıp, gözlerimizdeki aynı karanlık düşünceleri paylaşıyorduk. Derin bir sessizlik içinde, olanları sorgulamak için bir an duruyor, ardından tekrar karışık düşünceler içinde kayboluyorduk. Kendimize kızıyorduk. Biz de büyümüştük, zaman geçtikçe olgunlaşmıştık, ama yine de bir bağ kurmamıştık onunla. O düşünce içimizi daha da sıkıştırıyordu.
Parla, gözlerini hafifçe kısarak derin bir nefes aldı ve başını çevirip bana baktı. "Bundan sonra ne olacak sence?" dedi, sesi hafifçe titriyordu.
Bunu nasıl cevaplayacağımı bilemedim. İçimdeki karışık duygular, ne yapmam gerektiğine dair hiçbir şey hissettirmiyordu. "Bilmiyorum, nasıl davranıp nasıl hareket etmemiz gerektiğini..." diye başladım, ama kelimeler takılıp kaldı.
Parla, omuzlarını hafifçe silkip bir an için kafasını sallayarak, “ Yok yani...” dedi.
Kafamı iki yana salladım, bir şey söylemeden önce düşünmek için birkaç saniye bekledim. Sessizlik her ikimizi de tekrar sararken, bir süre öylece kalakaldık.
Sonra, Parla birden, düşüncelerinin peşinden giderek, "Bu işte bir yanlışlık yok mu sence? Lavinia, bizlerden daha babamıza benziyor, göz renkleri bile aynı. Bu işin tuhaflığını gözler önüne seriyor," dedi, sesi biraz da garipti, sanki sözleri bir çeşit kabullenememezlik ve şaşkınlık arasında sıkışmıştı.
"Bilmem," dedim, sessizce ve derin bir iç çekerek. "Belki de Allah, babamın bu fedakarlığına karşı onları benzer yaratarak bizlere bir şans verdi. Ama biz o şansı elimizin tersiyle ittiğimiz için, şimdi böyle cezalandırılıyoruz."
Parla gözlerini dehşetle açtı, sanki söylediklerim onu bir anda başka bir dünyaya çekmişti. "Yani Lavinia, bize Allah tarafından gönderilen bir lütuftu ama biz bunu hak etmeyince, bu lütuf bir cezaya mı dönüştü diyorsun?" dedi, sesi bir tık daha kısıklaşmıştı.
Bir süre sessiz kaldım. Sonra, içimdeki hüzünle, birdenbire gülmeye başladım. "Bu durumda Lavinia, o zaman tarihte Allah tarafından gönderilen ikinci tanrının cezası oluyor, dişi Cengizhan ha?" dedim, sesimde biraz alaycılık vardı.
Parla şaşkın bir şekilde gözlerini bana dikti. Gerçekten doğruydu, benzetme tam anlamıyla harika bir şekilde uyuyordu. Cengizhan, hiçbir şeyi yokken imparatorluk kurmuştu, Lavinia'nın da durumu çok benziyordu; tek fark ölü sayılarıydı. Ama eğer mafyaydı, bu o zaman onun da katil olduğu anlamına gelmez miydi?
Kafama dank eden bir başka gerçek, beni bir kez daha sarsmıştı. Lavinia iyileştikten sonra, ona bunu yapanların peşine düşüp onları öldürmüştü. Ve bu yolda mafya olması, aslında kaçınılmaz bir sondu.
Bu gerçekle, Parla’yla birbirimize baktık, içimizde bir titreme hissi yükseldi. Yutkunmakta bile zorlanıyorduk. Parla, sessizliği bozan ilk kişi oldu ve “Lavinia’nın gerçek babasının da köklü bir mafya olduğunu duydum, bu durumda kan çekmiş diyebiliriz,” dedi. Hiç bilmeden, hayat onu bu noktaya, babasının izinden gitmeye sürüklemişti. Belki de farkında olmadan, defalarca onunla karşılaşmıştı.
Kafamı sallayarak bu düşünceden uzaklaştım. O adamın neye benzediğini bilmiyordum, hiç görmemiştim. Ama Parla haklıydı. Babamla Lavinia arasındaki benzerlik inanılmaz derecedeydi. Başka biri bunları söyleseydi, “Yürü git lan,” derdim. “Görünüşe bak, her şey ortada,” diye düşünürdüm. Ama o an, gerçekten başka bir şey vardı; o benzerlik, göz ardı edilemeyecek kadar belirgindi.
Tekrar sessizliğe gömülmüştük ki, birden koridordan sesler gelmeye başladı. Lavinia ve babamın sesleriydi, tartışıyorlardı. Parla ile birbirimize bakıp, heyecanla kapıya doğru ilerledik ama duyduklarımızla yerimizde çakıldık. Lavinia'nın sesi, net bir şekilde duyuluyordu; o adamın DNA testi yaptırdığını ve sonuçların uyumlu olduğunu söylüyordu. Bir an için zaman durmuş gibi hissettim. Gözlerimiz birbirine kenetlendi. Parla'nın gözlerinde aynı korku ve şaşkınlık vardı. O an, inanmak istemediğimiz gerçeğin, kanıtlı bir şekilde gözlerimizin önüne serildiğini fark etmemizle kemiklerimize kadar titredik.
Sonrasında Lavinia, anlaşma yaptığını ve bizlerde hiç var olmamış gibi o adamın üstüne geçmeyi kabul ettiğini söyledi. O kelimeler, içimizde bir çöküş yarattı. Yıkıldık, ama içimizde bir his vardı; belki de her şey müstehaktı, belki de cezamızın bitmesine daha vardı. Ama babamın buna şiddetle karşı çıkması ve onu bırakmamayı seçmesi, içimizdeki karanlıkta bir ışık yakmıştı. O an, gözlerimiz dolarak, derin bir nefes aldık. Babamın bu kararı, Lavinia’nın bir kez daha tüm yükü omuzlarına alıp kendini feda etmesine izin vermeyeceğini gösteriyordu. Ve biz de ona izin vermeyecektik.
Tüm bunlar, onu yalnız bıraktığımız için başımıza gelmişti ve şimdi Allah, bize bir şans daha vererek birlik olmamızı sağlamıştı. Bu iflasla birlikte tekrar bir aradaydık. Bu gerçeklerle, bu kez birbirimize kenetlenip, dışarıda kalacak kimse olmayacaktı. Her şeyi birlikte atlatacak ve mutlu olacaktık. Aynı hataya bir daha düşmeyecektik.
Parla ile birbirimize sarıldık. İçimizden, böyle bir babamız olduğu için şükrettik. O an, her şeyin doğru olduğunu hissettim; tüm acılara rağmen, bir araya gelip birbirimize tutunarak güçlü olabileceğimizi...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.93k Okunma |
1.68k Oy |
0 Takip |
15 Bölümlü Kitap |