7. Bölüm

6. Bölüm - Kıvılcım

Layda
laydactn

Herkesin benden bir açıklama beklediğini biliyordum, nereden başlayacağımı kestiremiyordum. En başından mı? Askerdi onlar, görevlerini bağlar mıydı Demir’in bana yaptığı acımasızlıklar? Detay atlayarak anlatsam şüphelenirler miydi?

“Ben ne kadar detaylı anlatmam gerektiğini bilmiyorum. Öğrenmek istediğiniz şeyin ne olduğunu da bilmiyorum. Ben hain değilim, o işlerin hiçbirini yapmadım. Hayatımda silaha dokunmadım bile.” Dedim bana sabitlenmiş bakışları birbirlerine dönü, anlamadığım bir bakışma geçti aralarında.

“Seni kimse bir şey için suçlamıyor, ne anlatmak istersen onu anlatabilirsin. Burada bize yardım etmek için bulunduğunu biliyorum.” Kemal Albay’ın sesi bir tık yumuşamış, güven verir gibi kırpmıştı gözünü başını sallayarak. Bir kere girmiştim bu işe, bırakacak değildim.

“Efsun Demirkan’dım ben bir ay öncesine kadar. Demir’in üç yıllık karısıydım. Onunla tanıştığımda yirmi yaşındaydım, çok farklı bir adamdı. Silah kaçakçılık şebekesinin kurucusu ve yöneticisi olmasından şüphe duymayı bırakın küfür bile edemez nezakete sahipti.” Derken sesimi ifadesiz tutmaya çalışıyordum ama zorlandığım belli oluyordu elbette.

“İki ya da üç ay sürdü bu mutluluk oyunu elbette. Bir gün çalışma odasında birine bağırdığını duydum. Malların patladığını, toplantıyı polislerin bastığını, bilmem kaç milyon dolarlık silahın yakalatıldığının hesabını soruyordu birine. O gün şok olmuştum. Ne demekti milyon dolarlık silah? Ne işi olurdu ki Demir’in silahla? İthalat yapan, farklı ülkelere ihtiyacı olan şeyleri temin eden bir iş insanıydı.” Gözlerimi bir noktaya sabitlemiş, o güne gitmiştim sanki.

“Odadan çıktı, beni gördü. Yüzümde nasıl bir ifade varsa anladığımı çözdü. O gün bambaşka bir Demir ile tanıştım ilkti ama asla son olmadı.” Saçlarıma dolanan parmakların acısını, suratıma çarpan tokadın tenimi yakan o acısını, ettiği hakaretlerin ruhumda bıraktığı kesiklerden sızan kan kokusunu ilk gün gibi hatırlıyordum.

Hafifçe öksürüp boğazımı temizledim. Bakışlarımı kaldıramıyordum yerden, acıyarak bakan gözleri görmekti korkum.

“O günden sonra sevkiyatlar ile ilgili bir şeyi evde konuşmadı, arada bir büyük bir toplantıdan bahsedilirdi Demir farklı ülkelere giderdi. Bazen onunla gitmem için sürüklerdi beni peşinde, otel odasında kalırdım kapıda birkaç koruma ile. Bazen öfkeli bazen mutlu gelirdi.” Yanımda bir hareketlenme hissettim, baktığımda Gümüş yerinden kalkmış, odanın ucunda olan masaya doğru ilerliyordu üniformanın sardığı omuzların ne kadar gergin olduğunu dikkatli bakmazken bile fark edebiliyordum. İnanmamış mıydı bana?

“İki ay önce bir gün erken geldi eve. Dikkat çekmemek için bir planı olduğunu söyledi. Onun hesaplamalarına göre ufak tefek suçlardan içeriye girecekti. Üç aylık bir tatil olarak düşünüyordu bunu, işleri içerden yönetmeye devam edecekti bu sayede gözler üzerinden çekilecekti. Hapishanede olan bir adam dışarıya ne kadar etki edebilirdi ama değil mi? İçeriye girmeden önce hazırlamış o vasiyeti. Avukat bana maddi kaynakların bana kaldığını söylemişti ama sonra öğrendim ki konu bambaşkaymış.” Kapağı açılarak cam bir şişe su kondu önüme. Şişeyi kavrayan parmakların boğumları beyazlamıştı. Şişeden birkaç yudum aldım es verdiğimde. “Neyse içeriye girdikten bir ay sonra sabaha karşı bir saldırıya uğramış. Müebbet cezasına çarptırılmış mahkumlardan birisi kalbinden şişlemiş. Güneş bile doğmamıştı telefon aldığımda. Bu sayede Demir ile tüm bağım sonlanmış oldu.” Dedim.

Üç yıldır çektiğim her şeyi on cümleye sığdırmıştım canımdan can götürmemiş, benliğimi kanata kanata kızıla boyamamış gibi. Aptal olmayan herkes anlardı o evin benim için işkence evine döndüğünü ama detay verecek gücüm ve cesaretim yoktu.

“Bir diğer sorunumuz Vural Demirkan, muhtemelen abisini takıntı boyutuna getirmiş bir hasta. Öldüren, adamın kırkı çıkmadan malına mülküne evine konan bir parazit. Yetkilerin Efsun’da olduğunu hala bilmiyor. Birkaç gün daha hazırlık için vaktimiz olacak, ardından Efsun yetkileri kabul ettiğini bildiren bir haber iletecek o hainlere.” Kemal Albay hızlıca planı özetlerken operasyonun bu kadar olmadığını ben bile tahmin edebilirdim.

“Silahları ele geçirmek yetmez, silahlarla birlikte o adamları da almamız gerek. Çoğunun dokunulmazlığı olduğunu tahmin ediyorum, diplomasiyi riske atamayız ama yanlarına kalmasına da izin verecek değiliz.” Herkes pür dikkat Albay’ı dinliyordu, ben bile. “Operasyon için tahmini süre şimdilik dört hafta. Bu süreyi aşarsak daha saldırgan bir tutum ile karşılaşırız çünkü çok dikkat çeker.”

“Bu süre süre zarfında herhangi bir görüşme yapmadan nasıl idare edecek komutanım? Elbette bir araya gelmek için toplantı talebi iletilecek.” Dedi Gümüş, sesini duyar duymaz ona dönmüştüm. Yüz hatları daha sert, bakışları daha sinirli, vücudu ise her an patlayacak kadar gergin duruyordu.

“Efsun bu toplantı taleplerini güvenlik sebebi ile reddedecek. Ortada koruması gereken hem bir krallık hem bir varis var.” Dedi Albay tereddüt etmeden, toplantı odasının ortasına bomba gibi düşen haber ile yer yarılsın ve içine gireyim istedim.

“Hasiktir! Hamile mi?” Sessizce yanında olan adama doğru fısıldayan bir asker ile utancım katlanarak arttı. Yüzüme ateş basmış gibi hissederken gözlerim doldu. Yersiz bir tepkiydi belki ama tutamamıştım kendimi, kalbim mi kırılmıştı nedensizce?

“Çenenin bağına sokacağım ulan!” Tunga öfkeyle söylendiğinde Kemal Albay’ın varlığını hatırlamış gibi ayağa kalktı. “Özür dilerim komutanım, izniniz olursa toplantıyı burada bitirelim. Tim ile kalan bilgileri ben paylaşırım.” Kemal Albay onay verip odadan çıktığında bir anda elimi yüzüme kapattım ve birkaç kere iç çekerek birkaç damla yaşın akmasına izin verdim.

“Ya, özür dilerim. Yemin ederim refleks olarak oldu, neden ağladın ki sen valla kötü bir şey demedim.” Bir anda yanımda biten askerin göğsünde Eser yazıyordu. “Bebek güzel şeydir, berekettir bir kere değil mi ama komutanım?” Başka biri onu ensesinden tutup kedi yavrusu gibi kaldırdı önümden.

“Sus ulan ayarsız sığır, sence şu an konumuz bereket olabilir mi tükürdüğümün yerinde?” İsimliğinde Kısmet yazıyordu, dosyalarda hepsinin soyadı ve adı vardı ama kafamı toparlayamıyordum ki hatırlamak için. “Çıkın şu odadan. Asteğmen Kaan Ali Eser geceyi bahçedeki iki santim büyüklüğünde taşların hepsini topladıktan sonra yıkayıp temizleyip ardından sayarak geçirecek. Tüm bahçe sabaha kadar bitmemiş olursa bir diğer cezası banyo olacak.” Kaan Ali’nin dil dökerek yalvarmaya başladığını duydum, normal bir zamanda taş yıkayıcı ve sayıcı görevine gülebilirdim ama şu an tüm günün stresi bir anda boşalmış gibiydi.

“Ağlamaya devam edecek misin Bal Göz?” Toplantı odasında olan herkes bir bir çıkmış, bize bırakmıştı koca odayı. Komutan Gümüş’ün elini uzattığını görebildim göz ucuyla. Oturduğum sandalyeyi altından tutarak tek hareketle kendine doğru çevirdi ve çekti.

“O benim bebeğim, kimsenin varisi değil.” Hıçkırıklarımın arasında yarım yamalak kurduğum cümlenin ardından sıcak elleri ellerimi buldu, yüzümden çekti parmaklarımı. “Sadece senin bebeğin, başka birisi üzerinde hak iddia edemez, senin istemediğin bir konuma sokamaz onu, anlaştık mı?” Yanaklarımda olan ıslaklığı baş parmağı ile sildi, örgümden kaçan birkaç tutam saçı kulağımın arkasına sıkıştırdı. Yere eğik duran yüzümü kaldırabilmek için çenemi kavradı, hafifçe kaldırdı yukarı göz göze geldik.

“Neden ağladığımı bilmiyorum, özür dilerim toplantının ortasında çocuk gibi resmen ağladım. Özür dilemeliyim herkesten, iş için buradaydık ama kimse kalmadı.” Bir eli ile tutuyordu ellerimi. Öyle bir şekilde bakıyordu ki yavaş yavaş dinmişti ağlamalarım.

“Toplantı zaten bitmişti. Kimseden özür dilemene gerek yok, alışık olmadığın bir hayatın içine alındın birkaç gün içinde. Zihninin isyan bayraklarını çekmesi çok normal. Zaman tanı kendine biraz, anlayış göster. Çoğu insanın cesaret edemeyeceği şeyi yapmayı kabul ettin.” Anlıyor muydu teselli mi ediyordu bilmiyorum ama haksız diyemezdim. Haklı olması ve haklı olduğunu bilmem kendimi ne kadar kısıtladığımı hatırlatıyordu bana.

“Teşekkür ederim.” Ayağa kalktı peşinden kalktım. Su içtiğim şişeyi kapağını kapatarak eline aldı ve kapıya doğru benimle birlikte yürüdü. Adımlarını bilerek küçük atıyordu sanki geride bırakmamak için. “Seni odana bırakayım, toplantının diğer detayları için Albay’ın yanına gideceğim. Kartal karargahta Ayça gelecek birkaç saat sonra o zamana kadar istersen dinlen. Bahçede görüşebilirsiniz Ayça ile temiz hava iyi gelir hem.” İki eli yanında, sağlam adımlarla yere basarak ilerlerken onun aksine kollarımı göğsümde birleştirmiş, yavaş ilerlemesine rağmen ona yetişmek için hızlı adımlar atarak yürüyordum.

“Sen... yani siz tüm tim yani hep burada mısınız?” Salladı başını aşağı yukarı. “Görev yoksa bazılarımız burada kalıyor bazılarımız evlerine gidiyor herkesin bir odası veya yatakhanede yatağı vardır ama.” Odanın önüne geldiğimizde kapıya arkamı dönerek ona çevirdim yüzümü. “Odada sıkılırsam bazen dışarı çıkabilir miyim? Herhangi bir yasaklı yere girmem ama yürüyüş gibi bahçede veya buranın içinde gezebilir miyim?” Gülümsedi, kıvrılan dudağının köşesinde ufak bir çukur oluşuyordu.

“Sen burada tutsak değilsin Bal Göz. Güvenliğin için karargah dışında çıkamazsın tek başına o kadar. Aşağı katta kantin var, bir aşağı katta ise yemekhane. Giriş kat koridorunun sonunda olan kapı ise ortak alana açılıyor. Televizyon var, topluca oturacaksak orada oluruz. Sıkılırsan gel, timi bulamazsan bile gördüğün bir askere beni görmek istediğini söylemen yeterli, bana getirir seni.” Dedi, görünüşü ve bakışı ilk anda korkutucu bir sertliğe sahipti ama ses tonu içini ısıtıyordu insanın. Daha kaç kere teşekkür edebilirdim? Kuru teşekkür müydü bu yapılanların karşılığı?

“Teşekkür ederim, bu hiçbir şeyi karşılamıyor ama elimden şimdilik sadece bu kadarı geliyor.” Kapıyı açtım, arka arkaya bir adım atarak aramızda olan mesafeyi açtım. Bekliyordu sanki kapıyı kapatmamı. “Komutan Gümüş...” Son kez selam verir gibi mırıldandıktan sonra kapattım kapıyı. Dağ gibi bedeninin kapı arkasında olan varlığını hissetmek bile güven duygusunu kabartıyordu. Ayakkabılarımı çıkarıp bir köşeye atarken yatağa bıraktım bedenimi, gözlerim yavaş yavaş kapanırken kollarımı karnıma sarmıştım.

** 

Hamileydi, ufacık bedeninde taşıdığı bir canla gelmişti buraya. O cana rağmen kabul etmişti yardım etmeyi. Nasıl kıyardı insan ona? Sürekli utanıyor, mahçup oluyor, çekimser yaklaşıyordu, asıl karakterinin bu olmadığı bir helikoptere atlayıp kendini tanımadığı etmediği bir yere gelmesinden anlıyordum ama o piç kurusu ne yaptıysa o kıza, sindirmişti varlığını.

Şiddeti tanırdım, şiddet ile büyümüş her insan şiddeti bilirdi. Gizlemeye çalıştığı her bir anısında belki bedenine belki ruhuna vurulmuş darbeler taşıyordu. O adamın ölmemiş olmasını dilediğim ilk andı. Karşılaşmalıydık, kendisinden fiziksel olarak güçsüz birine vurmanın nasıl bir çaresizlik hissettirdiğini tattırmalıydım ona.

Bebeği ile ilgili sitem ederek kendisine ait olduğunu söylediğinde öfkeli şekilde çattığı kaşları, ağlamanın etkisi ile kısılan sesi, çakmak çakmak olmuş gözleri ile ufak ellerini yumruk yapmıştı.

Vural’ın kendisine göz koyduğundan haberi bile yoktu. Günlerce beraber kalmıştı o evde onunla, herhangi bir girişimde bulunmamıştı demek ki ama bu o pis zihninden geçirdiği şeyler olmadığı anlamına gelmezdi. Operasyonda herkes tutuklanabilirdi ama Vural’ın sonu ölüm olmalıydı.

“Komutanım, Kaan Ali başladı taşları toplamaya.” Serhan yanıma geldiğinde gülmemek için sıkıyordu kendini. O taşları yemesini emretmediğime dua etmeliydi, ağlatmıştı ilk günden kızı. Çenesinin bağını koparıp diline dikmediğim için şanslıydı. “Toplasın, sonra güzelce temizlesin hatta dezenfekte etsin bahçede bir tek taş kalırsa o topladıklarını yediririm ona.” Gülmeye başladı, diğerlerine göre daha ciddi olandı Halil kim bilir Kaan ne durumda ağlıyorsa o bile gülüyordu.

“Güzel kız komutanım, Allah bundan sonra yaşayacaklarını güzelleştirsin inşallah.” Dedi, gerçekten güzeldi. Birilerinin fark etmesi ise bir rahatsızlık hissiyle sinirlerimi hoplatıyordu. Bal rengi gözleri vardı, bakışları bile sıcaktı. Teni solgundu ama yüzüne yayılan pembelik renklendiriyordu güzelliğini. Sürekli gözlerini kısıyor, dudaklarını hafifçe öne doğru uzatarak inceliyordu bir şeyleri. Dişlerini o kadar çok gezdiriyordu ki dudaklarının üzerinde diş izleri vardı hep. Filtrum çizgisi o kadar belirgindi ki üst dudağının ortasında bir kalp şekli veriyordu. Dudakları ince değildi ama alt dudağı daha bir dolgundu. Yüzüne yayılan kızıllığın bir tonu dudaklarına bulaşmıştı sanki.

Dakikalardır düşündüğüm şeyin ne olduğunu fark ettiğim an duraksadı adımlarım, ne yapıyordum lan ben? İki günde tüm ayarlarım bozulmuştu resmen. Kemal Albay’ın odasına ulaştığımda ellerim karıncalanıyordu. Gözyaşlarını silmiş, saçlarına dokunmuş, elini tutmuştum. Sınır falan bırakmazken ortada ona dokunduğumda hissettiğim o deniz hissine vücudum anında alışmış gibi bir sonraki seferi bekliyordu.

“Gel Tunga, iyi mi Efsun?” Dedi koltuğuna oturmuş kollarını masanın üzerine yaslamıştı. Yaşının getirdiği herhangi bir çökme ibaresi yoktu. Eliyle koltuğu işaret etti, oturdum yavaşça. Bakışları üzerimde gezerken ilk kez göz göze gelmek istemiyordum sanki anlardı içimde kopan fırtınayı.

“İyi komutanım, muhtemelen birkaç günün stresi bir duygusal patlama yaşattı. Büyüyerek krize neden olmasındansa böyle şekilde içini boşaltması daha iyi olacaktır diye düşünüyorum. Odasına bıraktım, birkaç saat dinlenecek o sıra Kartal’ın eşi Ayça gelir. Arkadaş olur hem.” Dedim, yüzeysel bilgiler vermeye çalışırken gözlerini kırpmadan bana bakıyordu. O bakışlar Albay’ın değildi, biliyordum. Daha önce iki kere böyle bakmıştı bana, ikisinde de dağ gibi arkamda duran bir baba hissi ile gelmişti.

“Tunga, söylemek istediğin bir şey var mı?” Vardı, ufacık kadın geldi sistemime girdi dakika bir gol bir sınır bildiğim her şeyi ihlal etti, neden olduğunu bilmediğim bir şekilde sarıp sarmalamak istiyorum diyemezdim. “Operasyonun onun için riskli olduğunu düşünüyorum komutanım. Herkesi ele geçirsek bile içerden birilerine ulaşıp onu öldürtebilirler dışarda. Hem kendisi hem bebeği için çok riskli.” Güldü, geriye doğru yaslandı ve başını aşağı yukarı sallarken sürdürdü gülmeyi.

“Liseden beri tanıyorum seni. Ergenliğinden şu yaşına kadar her anına şahit oldum. Öfkeni kılıç haline getirip kuşandığın zamanı gördüm. Kavgaya girmekten bir an bile kaçmadığını gördüm. Her göreve gönüllü gittiğini gördüm. Vatan meselesini her şeyin üstünde tuttuğunu gördüm, o anların hiçbirinde gözlerin şu şekilde bakmadı.” Arkasında olan duvarda asılı olan büyük Atatürk portresine çevirdim gözlerimi.

“O bir sivil komutanım, sivilin dahil olduğu operasyonların başarı oranı çok düşüktür. İzin verin Kalkan şafak ile göreve çıksın, bir hafta içinde listelerde adı olan herkesi ölü ya da diri yakalar size getiririz. Dört hafta çok uzun hem hamilelik durumu işleri karmaşıklaştırıyor. Güvende hissetmeli. Diken üzerinde olmamalı.” Bende ne gördüğünü bilmiyordum ama onu bakışlarıma yansıtacak kadar kontrolü yitirmek sinirlerimi bozmuştu.

“Birkaç online görüşme yapacak, onun yerine mesajlaşmalar ve görüşmeler diğer askerler tarafından yapılacak ya imza ya da red oyu kullanacağı bir aylık bir süre sadece. Bu karargâhta onlarca asker var, kendini güvende hissetmesi için en doğru yerdeyiz Visam.” Dedi, eğleniyordu benimle. Surat ifadesinden bile anlayabiliyordum onu.

“Haklısınız komutanım.” Yanında olacaktım, her görüşmede her kararda her olayda sabah akşam gerekirse her anında yanında olacaktım. Bu cehennemden onu sağ salim çıkaracak ve bebeği ile birlikte normal bir yaşama kavuşmasını sağlayacaktım.

Selam verip ayrıldım odadan. İstanbul’da olan evi kapattırmak için birkaç telefon görüşmesi yaparken adımlarım bahçeye yönlendirdi beni. Ağaçların altında olan banka oturmuş bedenini fark etmem birkaç saniye sürdü sadece. Ayça vardı karşısında, yüzünde olan sıcacık gülümseme ile birbirlerine bakıyordu iki kadın. Daha rahat daha tasasız duruyordu.

“Doğan, buraya bak.” Koridorun ucunda gördüğüm askere seslendiğimde hızlıca koştu yanıma. “Emredin komutanım.” Üniformanın cebinde olan anahtarı çıkardım ve ona uzattım. Kendi odamın anahtarıydı. Bir bana bir anahtara baktı, elini uzatıp aldığında şoka girmiş gibiydi.

“Odama gidiyorsun, hiçbir şeye bak Doğan altını çiziyorum hiçbir şeye dokunmadan dolabın içinde olan gri hırkayı alıyor ve o bankta oturan kadına götürüyorsun. Benim yolladığımı söylemeyeceksin, hiçbir şey söyleme hatta. Yaklaşmak için izin iste, hırkayı ona ver ve uzaklaş.” Anahtara tekrar baktı. “Odanıza gireceğim, doğru mu anladım komutanım?” Dedi şaşkınlığı atamazken üzerinden.

“Lan git! Tepemi attırma benim, gir diyorsam gir. Hadi acele et biraz, esiyor hava.” Doğan koştu, beş dakika sonra bahçede göründü elinde hırka ile birlikte. Banka doğru yaklaşırken adımlarını yavaşlattı. Elinde olan hırkayı uzattı, Ayça’nın yüzünde olan gülümsemenin büyüdüğünü gördüm, bakışlarını camların olduğu tarafa yönlendirdi. Beni görür görmez gülümsemesi büyürken birkaç kelime söyledi ona. Hırkayı aldı, dikkatlice üzerine giydi, saçlarını hırkanın içinden çıkardı, yakalarını düzeltti. O hırka bana elbet dönecekti, üzerinde onun kokusu ile.

Bölüm : 01.09.2024 12:41 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...