10. Bölüm

10. Bölüm: Mazinin Yarası

Leddy 🥂✨️
leddyasteria

Merhaba!

 

Bölümü okuyabilirseniz bana bir mesaj atar mısınız? Yüklendiğinden emin olamıyorum. ;)

 

Seviyorum sizi! 💋:))))

 

---🪷🩷

 

Damarlarıma akan kanın zehir olabileceğini bile düşündüm.

 

İşte oradaydım, 6 yaşındaydım; ağlıyordum.

 

Yine oralardaydım, hayır uzak değildi.

 

9 yaşımdaydım, annemi özleyerek ağlıyordum; babamı özlemiyordum çünkü görebiliyordum.

 

15 yaşına girmiştim, doğum günümdü. Annem yanıma gelmişti, son kez. Öpmüştü, son kez. Sarılmıştı, son kez. Ben gerçek anlamda mutlu olmuştum, son kez...

 

18 yaşına giriyordum, ağlıyordum yine. Gözlerimin kuru olduğu bir an yoktu.

 

Fakat o gün, en çok ağladığım gündü. Annem öldüğünde dahi bu kadar ağlamamıştım.

 

Babam o gün gitmişti. O, en ihtiyacım olduğu zamanda beni terk etmişti.

 

Affedemezdim.

 

Nasıl affedebilirdim?

 

O gece, ağlayarak güç bela evden kaçtığımı biliyor muydu? Defalarca intihar ettiğimi öğrenmiş miydi? Annemin mezarını bulabilmek için her ili gezdiğimi, bir sürü morg gezdiğimi anlatsam anlar mıydı?

 

Oradaydım, elimdeki kanlı ayıcığım.

 

Buradaydım, mazinin yaralarıyla kaplı kalbim.

 

Oflaz'ın belimdeki eli, baskısını arttırdığında usulca ona döndüm. Gözlerim boş boş bakıyordu, algım kapalıydı.

 

"Alvina," diye fısıldadı Oflaz, diğer eliyle kolumu kavrarken.

 

"Ne?" Babam yanıma doğru yaklaştıkça geri adam atmak istedim ancak bu kadar gücü kendimde bulamadım. Yanıma iyice yaklaştığında mavi gözlerini, kahverengi saçlarını gördüm. "Oflaz," dediğimde sesimi ben bile zor duymuştum.

 

"Evet?"

 

"Beni götürür müsün?" Kafasını salladığında babam tam önümde durdu, aramızda 3 adım vardı.

 

"Kızım..." Yutkundu. "Babacım." Gözlerinde yoğun duygular gördüm, hiçbir şey söylemedim. "Alvina'm." Elini saçlarıma uzatmak istediğinde tehditkar bir şekilde kaşlarımı kaldırdım. "Bebeğim..."

 

"Neden buradasın?" dedim titreyen, nefret dolu bir sesle.

 

"Konuşmak," boğazını temizledi. "Konuşmamız gerekiyor."

 

"Oflaz," diye mırıldandım. "Gidebilir miyiz?"

 

"Bizi yalnız bırakır mısın delikanlı?" dedi babam. Oflaz gözlerime baktı, gitmesini istemediğimi belli ederek koluna daha sıkı tutundum.

 

"Hayır," dedi net bir sesle.

 

"Kızım, sadece biraz konuşalım. 5 dakika istiyorum senden." Kafamı iki yana salladım. Ancak konuşması adına her şeyi yapabilirdim. Babamın, ilk aşkımın sesini bile özlemiştim. "Alvina. Lütfen."

 

"Ben de senden 5 dakika istemiştim," baba demek istemiyordum. Bu bile ona bir ödül olurdu.

 

"Alvina-," yerimde doğruldum, Oflaz'dan ayrılıp ona bir adım daha attım.

 

"Ne var ya, ne var?" Yutkundu. "Hayatımın içine sıçtınız, hâlâ bir şeyler istiyorsunuz!"

 

"Babacım... Sadece dinle." Kafamı iki yana salladığımda göz yaşlarım harelerime hücum etti. Akmadılar, orada sabit kaldılar. İçi acıyormuş gibi bir nefes verdi, daha fazla beklemeden kollarını iki yana açıp bana sarılmak için hamlede bulundu.

 

3 büyük adımda geri çıktığımda sırtım Oflaz'ın göğsüne yaslanmıştı. Bacaklarım zangır zangır titriyordu.

 

"Sakın," dedim elimi havaya kaldırarak. "Sakın bir daha bana dokunmayı deneme."

 

"Kızım."

 

"Sen kızını isteyerek öldürdün, kendi ellerinle toprağa verdin." Gözleri vücudumun her yanındaydı, özlediği belliydi.

 

"Bir kere sarılsam," dedi acıyla. Yutkundum. "Sadece bir kere." Kaşlarımı kaldırmakla yetinebildim. "Kızım, gerçekten çok özledim... Sesini, kokunu, gülüşünü, saçlarını." Tepki veremiyordum. Bana doğru büyük bir adım attı, kollarımı hiddetle havaya kaldırdım. Arkamda Oflaz olduğundan geri de gidemiyordum. Ellerini belimde hissediyordum ama kalbim tepki veremeyecek kadar acizdi.

 

"İstemiyorum! Özlemek bir sarılma ile geçer mi sanıyorsun?" Gözlerimde kırgınlık vardı. "Geçmiyor..."

 

"Alvina, numaramı vereyim?" Bir umut sorduğu soruyu da reddettim.

 

"Hayır." Hep güçlü gördüğüm omuzları düştü, yenilgiyle arkasını döndü. Ağır, sarsak adımlarla içeri girdi.

 

"Alvina," dedi Oflaz sakince. Vücudundan ayrıldım, arkamı döndüm. Cevap verme yetimi kaybetmiş gibi ona bakarken elini belime yerleştirdi. "Eve gitmek ister misin?" Kafamı iki yana salladım. Öyle sarsılmıştım ki, belimi tutmasa yere yapışabilirdim. "Pekâlâ." Bir elini bacağımın altına, diğerini belime sabitledi, bedenimi nazikçe havalandırdı.

 

Belki de tepki vermeliydim, ama tam tersini yapıp ona daha da sırnaştım. Çenesi başımın tam üzerindeyken aldığı derin nefesi işittim.

 

"Sırtında yara var," dediğimde hafifçe güldü, merdivenleri inmeye başladı. Başımı boyun girintisine yaklaştırdığımda göğsündeki kaslar gerildi.

 

"Umurumda mı sanıyorsun?" Kalabalık ile dolu piste girdi. "Gülümsemeye çalışabilir misin?"

 

"Hı?" Boynuma eğildi, derin bir nefes soluyup açıkladı. Acıyan kalbime inat tüylerim ürperdi.

 

"Magazinler." Hafifçe gülümsemeye çalıştım, dudaklarımda eğreti duruyordu. Başarısız olacağımı anladığımda yüzümü göğsünde gizledim, usulca kokusunu soludum. "Alvina." Elinin baskısını bariz bir şekilde hissediyordum. Bıçak yarasından geriye kalan birkaç dikiş ve iz vardı. O dikişleri de yarın aldırmak hedefimdeydi.

 

Uykunun bastırmasıyla başımın ağrısının artışı da gerçekleşti.

 

Babama ilk gördüğüm yerde sarılabilme ihtimalimi düşünmüştüm, neyse ki öyle olmamıştı.

 

2 teklifini de reddetmiştim fakat 3. sarılma teklifinde dayanacak gücüm kalmayacağından ağlayarak ona sarılabilirdim.

 

Uzun zaman sonra onu görmek, beni içten içe gerse de kalbimin içindeki aptal çocuk sevinmişti. Bir zamanlarki kahramanını görmek onu o kadar sevindirmişti ki, mutluluktan ağlayabilirdi.

 

Bedenim sarsıldığında arabaya bindiğimizi anlasam da tepki veremeyecek kadar yorgun hissediyordum.

 

Yolun bu kadar kısa sürmesinin sebebi benim uyumuş olmamdı.

 

Gözlerimi araladığımda karşılaşmayı beklediğim manzara bu değildi.

 

Başım yumuşak sayılmayacak bir göğse yaslıydı, bacaklarım bacaklarının üzerindeydi ve tam anlamıyla kucağında oturuyor, uyuyordum.

 

Birkaç saniye duraksamanın ardından başımı kaldırabildim, gözlerim kısık bir şekilde etrafa baktım.

 

Arabanın içinde, Oflaz'ın kucağındaydım!

 

"Uyanmışsın," dedi gözlerime bakarak. Şaşkın şaşkın yüzünü seyraldım.

 

"Saat kaç?" Yan koltuktaki telefonuna uzandı, eğildiği için burnu boynuma sürtündü. Hâlâ kucağındaydım.

 

"01.30."

 

"Yol bu kadar uzun muydu?" dedim ilgim birbirine değen bacaklarımızdayken.

 

"Yol uzun değildi." Boğazını temizledi. "Senin uyanman zaman aldı."

 

"Oflaz..." dedim nutkum tutulmuş gibi. Arabada, rahat olmayan bir pozisyonda benim uyanmamı beklemişti. Üstelik sırtındaki yaranın acımama imkanı yoktu. "Seslenseydin kalkardım."

 

"Kalkmana gerek yoktu." Hafifçe doğruldu, kapıya uzandı. "İçeri geçelim."

 

"Sırtın acımadı mı?" Kapıyı açtı, belime parmağıyla dokunup kapıyı işaret etti. Gözlerine baktım, yüzünü inceledim. "Çok mu?" Derin bir nefes aldım. Günlerce komada kalıp uyanmamak istiyordum. "Oflaz, çok mu acıdı?"

 

"Alvina." Parmağını kaldırdı, tüy kadar hafif bir dokunuşla yüzüme elledi. İşaret parmağı şakağımdan başlayarak oyalanmadan bir çizgi çizdi, çenemde durdu. Baskısını baş parmağı ile kuvvetlendirdiğinde tüylerim ürperdi.

 

Sanki az önce kalbimin durması adına Tanrı'ya yalvaran ben değilmişim gibi, kalbimin hep böyle atmasını diledim.

 

Biliyorum, saçmaydı ama sadece istedim.

 

"Hım?"

 

"Canımı acıtan tek şey, göğüs kafesimi delma suretiyle kan pompalayan kalbim."

 

Biraz daha konuşursa kalbim hızlı kan pompalamaktan duruverecekti.

 

"Oflaz, inelim mi?" Aralık olan kapıyı biraz daha itekledim, buz gibi hava içeri hücum etti. İster istemez vücuduna sürtünerek arabadan indim, o da indi. Gömleğine kırmızı rujumdan bulaşmıştı, belli oluyordu.

 

Evinin önünde durduğumda korumalar çabucak kapıyı açtılar, içeri girip herhangi bir odaya ilerlemeye karar verdim.

 

"İyi geceler," dedim arkamı dönüp merdivene yönelmeden önce.

 

"Alvina," dediğinde sesinde gizli bir sinir vardı. "Hiçbir şey olmamış gibi yatacak mısın?" Kafamı salladım.

 

"Evet." Kaşlarım havalandı. "Ne yapabilirim?"

 

"Alvina. En azından konuşabilirsin, ağlayabilirsin." Bana doğru yaklaştı. "Konuş benimle, Alvina. Anlat."

 

"Oflaz, uyumam gerekiyor." Gözlerim niye dolmak adına bir savaş başlatmıştı.

 

"Ne zamandan beri gerekeni yapıyorsun?" Alayla dolu bakışları ile yüzümü seyraldı. "Alvina. Sence iyi olanı mı yapıyorsun?"

 

"Oflaz, yas falan mı tutmalıyım?" Ayakkabılarıma baktım. Gözlerim yerdeydi. "Yatacağım. Uyuyacağım. Geçecek."

 

"Geçmeyecek." Sesini yumuşattı. "Geçmez, Alvina..." Yüzüne baktım. "Şarap istersin, değil mi?"

 

"Hayır," dedim net bir sesle. "Bak, Oflaz. Anlatmayı seven, anlaşılmayı bekleyen bir kadın değilim. Sadece uyuyacağım." Kendi evime de gidebilirdim, ancak hem uzaktı hem de Pera türlü çeşit sorular sorardı.

 

"Alvina."

 

"İstemiyorum!" Sesim niye titriyordu... "Beni anlamayı dener misin? Her şeyi sana anlatmak zorunda mıyım?" Yutkundum. "Hayatımdaki hangi rolüne dayanarak konuşacağım? Kim oluyorsun?" Hiçbir şey söylemedi, arkamı dönüp merdivenleri çıktım.

 

İzin alma gereği duymaksınızın Oflaz'ın odasına girdim, elbisemi ve ayakkabılarımı bir çırpıda atarak dolabını açtım. Kalın bir sweatshirt elime gelen ilk parça oldu, üzerime geçirdim.

 

Yorganını açıp yatağa cenin pozisyonunda yatarken niye burada olduğum hakkında bir fikrim yoktu. Başımı yastığa bastırırken gözümden damlayan yaş yanağıma doğru bir yol çizdi.

 

Boğazıma düğümlenen hıçkırık isteğini geri çeviremeyeceğim için elimi ağzıma bastırdım, sessiz ama şiddetli bir şekilde ağladım. Öyle şiddetli ağlıyordum ki, üstüme örttüğüm yorgan bile sarsılmamı gizleyemiyordu.

 

Ağlıyordum, geçmişime.

 

Ağlıyordum, geleceğime.

 

Ağlıyordum, birkaç saat öncesine.

 

Yanağımdan süzülen yaşlar yastığı ve saçlarımı nemlendirmeye yetiyorken durmaksızın akıyorlardı.

 

Kokusunu bile özlemiştim, sesine bile ruhum muhtaçtı.

 

Kaç saat boyunca ağladığımı bilmiyordum, boğazıma büyük bir yumru yerleşmişti.

 

Yüzümden akmaya and içen makyajım cildimi rahatsız ederken titreyen bacaklarımla ayağa kalktım, odadaki lavaboya ilerledim.

 

Yüzüme bakmadan aynanın karşısına geçtim, çeşmeyi soğuk suya ayarlayıp açtım. Bir avuç suyu yüzüme çarpıp makyajdan arındırdıktan sonra aynaya baktım.

 

Yeşil gözlerim kıpkırmızı olmuştu, yanaklarım ve burnum da farksızdı. Dudaklarım ağlamanın etkisiyle şişmişti, kahverengi saçlarım dağılmıştı.

 

Elimi lavabonun soğuk mermerine yaslayıp birkaç dakika yüzüme baktım. Beynim çalışmamak adına çabalıyordu.

 

Lavabodan çıkmaya karar verip kapıyı açtım.

 

Açmamla Oflaz'ı görmem bir oldu. Yatağa yatmıştı, yorganın üstündeydi. Kolunu başının altına yerleştirmişti, sırt üstü uzanıyordu. Cidden yarasını düşünmüyor muydu?

 

"Alvina." Gözlerini bana çevirmedi, suçlu bir çocuk gibi ona kaçamak bakışlar attım.

 

"Efendim?"

 

"Çok mu ağladın?" Cevap vermedim, bana döndü. Yerinden bir hışımla doğrulurken önüme geldi. "Alvina." Sesinde ne sinir vardı, ne de üzüntü. "Gözlerin ne hâle gelmiş..."

 

"Boş ver." Evime gitmek istiyordum. Artık ne mesafe umrumdaydı, ne de uyku.

 

Elini nazikçe dirseğimin altına yerleştirdi, bir adım daha yaklaştı.

 

"Boş veremem." Gözleri kısıldı. "Alvina."

 

"Oflaz, evime gidebilmem için arabanı ödünç alabilir miyim?" Taksi ile uğraşmak istemiyordum.

 

"Bu hâlde araba mı kullanacaksın?" Boş boş yüzüne baktım. "Hayır. Unut bunu."

 

"Oflaz-,".

 

"Alvina. Hiçbir yere gitmiyorsun." Elini kolumdan çekmedi.

 

"Gitmek istiyorum," derken sesimin titremesine engel olamamıştım. "Gitmeliyim." Gözlerim yanıyordu. "Beni anlamaya çalışır mısın? Geçmişini boka çeviren bir adam, yıllar sonra karşına geçiyor." Bir damla yaş süzüldü. "Kokusunu özlüyorsun. Sesini özlüyorsun. Sana gösterdiği sevgiyi özlüyorsun." Yanında ağlamak istemiyordum, yanından geçmeye çalıştım. Fakat bu kez diğer kolumu da tuttu, bir eli belime kaydı. "Sarılmak istiyorum ama sarılamıyorum. Sarılamam."

 

Boğazımdan güçsüz bir hıçkırık çıktı, yenilgiyle karşısında ağlamaya başladım.

 

Gözlerimi görmemesi adına başımı göğsüne bastırdım, göz yaşlarım bu kez göğsünde misafir oldu. Elini başımın tepesine yerleştirdiğinde daha çok ağlamaya başladım.

 

Bundan nefret ediyordum.

 

"Alvina." Geri çekildi, yüzüme baktı. "Nefesini tutma," dedi elini yanağıma koyarken. "Nefes al." Boğazıma bir şey batıyordu. Yutkundum. "Alvina." İsmimi söylemesi o kadat hoşdu ki, bir an iç çekeceğimi düşündüm. Başımı tekrar göğsüne yerleştirdim, erkeksi kokusunu soludum. "Uyumak ister misin?"

 

"Evime gidemez miyim?"

 

"Gitme." İtiraz istemeyen sesi kulağıma çalındı. "Sabah istersen gidersin. Ama şu an değil."

 

"Tamam," dedim yenilgiyle. "Uykum var."

 

"Pekâlâ," dedi konuşmam adına ısrar etmemeyi seçerek. Dirseğimdeki eli parmaklarıma kaydı, elimi yavaşça kavrayıp yatağa adımladı. Ayaklarımızı sağ tarafa yönlendirdi, o köşeye geldiğimizde elimi bıraktı. "Yatabilirsin." Sorgulamadan dediğini yaptım, yorganın altına uzandım. Yatağın diğer tarafına geçti, yan bir pozisyonda uzanıp yüzümü seyraldı. Gözlerimi tavana diktim.

 

"Niye beraber yatıyoruz?"

 

"Başka yatak odası yok." Kaşlarım havalandı.

 

"Nasıl yok?" Sesim, yüzüm, ruh hâlim her zamankine nazaran durgundu. Fakat her zaman çabuk toparlayabilen biri olmuştum. "Kocaman ev."

 

"Evde sadece ben yaşıyorum." Gözlerini kıstı. "Senin evinde de bir tane yatak odası yok mu?"

 

"Ohooo," dedim uzatarak. "Pera her evime kendisi için de bir yatak odası yaptırdı." O gibi yan bir pozisyon aldım. Göz yaşlarım dinmişti.

 

"Seninle mi kalıyor?"

 

"Yok." Gözlerine baktım, ne de güzellerdi... "Yanımda kalmayı sevdiği için."

 

"Onu çok seviyorsun," dedi düşünceyle.

 

"Evet," dedim. "Seviyorum."

 

"Ares?"

 

"Ne Ares?" dedim sorgulayarak.

 

"Onu da seviyor musun?" Kafamı salladım.

 

"Seviyorum," diye onayladım. Duraksadı, konuyu değiştirdi.

 

"Meyra'nın babasından bir haber var mı?"

Hatırlıyor muydu?

 

"Ters bir şey olsa haberim olurdu. Babası dönmüş olmalı." Kısa bir sessizlik oluştu.

 

"Alvina."

 

"Hım?"

 

"Duruşma yarın."

 

"Biliyorum," dedim.

 

"Gidebilecek misin?" Kaşlarım havalandı.

 

"Elbette."

 

"Bacağındaki dikişler ne zaman alınacak?" dedi tekrar konuyu saptırarak.

 

"Yarından sonra." Gözlerinin içinden uyku taşıyordu. "Uyusana."

 

"Sen de uyu." Hareleri kısık bakıyordu. Gözlerim kan çanağı gibiydi, kapattığım an acıyordu. "Gözlerin çok kötü olmuş..."

 

"Çirkin mi?" dedim kaşlarım havalanırken.

 

"Aksine." Kaşları çatıldı. "Kötü gözükmüyor." Gözlerime odaklandı, kafasını iki yana salladı. "Ama canın acıyor olmalı, değil mi?"

 

"Öyle," diye onayladım. "Sabaha bir şey kalmaz."

 

"Öyle diyorsan."

 

Ona sırtımı döndüm, dönmemle beraber sıktığım göz yaşları tekrar gözlerimden döküldü. Nefes alış verişim düzenliydi, ağladığıma dair hiçbir öngörüm yapamayacağını umuyordum.

 

"Alvina," dediğinde duraksadım. "Bana dönebilir misin?" Dönmedim, elimle gözümü silmeye çalıştım. "Alvina, bana dön." Harekete geçmediğimde elini belime yerleştirdi, çekiştirerek kendisine çevirdi. Yüzündeki yoğunluğun artmasını anbean izledim, kalbimi daha çok yaraladı. "Niye saklamaya çalışıyorsun?" Gözlerimi kaçırdım, bir damla yaş daha düştü. Elini yüzüme yasladı, parmağının ucuyla düşen yaşı sildi ancak elini geri çekmedi.

 

"Oflaz." Yutkundum, yanağımdaki büyük eline baktım. Yüzümün yarısını kaplıyordu.

 

"Göz yaşlarını gizleme," dedi rica eder gibi. "Gizleme ki, onları silebileyim." Alık alık suratına baktım.

 

"Oflaz..."

 

"Efendim?" Sustum. "Saçlarına dokunabilir miyim?" Bu gece, beni şok etmek adına ne çok çabalıyordu.

 

"İzin isteme," diye fısıldadım. "En sevdiğim şeylerden biridir." Gözümden damlayan bir yaşı daha nazikçe sildi, yüzüme düşen saçları kenarı itekledi. Biçimli parmakları saçlarımın arasında dolaşırken uykumun geldiğini hissediyordum. "Oflaz," dedim uykulu bir sesle. "Aramıza yastık koyalım diyeceğim ama, 3 dakikada nakavt olması bir olur."

 

"Sorun değil."

 

"Sorun," dedim sinirle karışık bir sitemle. "Sırtında hâlâ açık bir yara var, yanlışlıkla canını acıtırsam?"

 

"Bir şey olmaz," dedi yumuşak bir ifadeyle. Gözümü kapattım, ellerini çekmedi. "İyi uykular."

 

"Sana da."

 

Yağmur yağdığında ortaya çıkan kasvetli havanın, güneşi kapatması gibi bir geceydi.

 

Günün bu saatinde, delisine şarap içerek sarhoş olabilirdim. Oynardım, beynim uyuşurdu.

 

Fakat ben, içmeden de sarhoş olunabileceğini bugün anlamıştım.

 

Gerek yoktu şaraba.

 

Gözler, eller yetebiliyordu.

 

Bir kelime, birkaç cümle.

 

Kalbimin en derinlerindeki solan çiçeklere su döküyordu, canlandırmak adına büyük bir çaba sarf ediyordu.

 

Uykumun tamamen bittiğini hissettiğimde gözlerimi araladım, etrafa baktım.

 

Oflaz yanımdaydı, başım göğsüne yaslıydı. Saçlarım vücudunun her yanına dağılmıştu, yüzünü en yoğun oldukları yere yaslamış, soluklanıyordu.

 

Üstümüze örtülen yorganın yarısı yerdeydi, sadece çıplak bacaklarım örtülüydü.

 

Odasındaki büyük camı kaplayan perde siyahtı, muhtemelen güneşi engelliyordu. Net bir şekilde duyduğum yağmur ve gök gürültüsü sesi içimdeki kasveti arttırıyordu.

 

Ayağa kalkmaya yeltendim, diğer sefere nazaran başarılı oldum. Olabildiğince az hareket ederek yataktan indim, fakat çok da başarılı olamamış olmalıyım ki, Oflaz gözlerini araladı.

 

"Günaydın," dedim. Üstüme giydiğim kıyafetini düzelttim, saçlarımı önümden kaldırdım.

 

"Günaydın," dediğinde sesinden uyku akıyordu. Buna rağmen ayağa kalktı, yatakta oturur bir pozisyon aldı.

 

"Kahve ister misin?" Gün içinde gelebilecek uykumu yalnızca bu engelleyebilirdi.

 

"Kahvaltı edeceğiz." Umursamaz bir şekilde omuz silktim. "Alvina, açlıktan öleceksin."

 

"Ölmem," dedim odasından çıkmak üzere kapıya yanaşırken. Telefonumu komidinin üzerinden aldım, Pera'yı aradım.

 

"Alüüü," diyerek açtı telefonu.

 

"Naber?" Madem kahvaltı edecektik... Dolaptan yumurta ve birkaç peynir çıkardım.

 

"İyi bebeğim, senden?"

 

"İyii," dedim telefonu kulağımın altına yaslayarak. Yumurtaları kırdım, çırpmak için çekmeceden aldığım derin kaba döktüm. "Dün gece ne oldu?"

 

"Ay hiç sorma! Oğuz mudur nedir, adama dalarken elini yarmış! Hayır, kaç kişinin başına gelir ki bu?" Hayıflanarak bir yerlere koşuyordu. "Sen ne yaptın?"

 

"Babam ile karşılaştım," sesim sakindi. Aniden bağırdı.

 

"Ne?!"

 

"Evet.. Karşıma çıktı, sarılmak ve konuşmak istedi." Açtığım dolaptan kesme tahtasını çıkardım, tezgaha bıraktım. Peynirleri küp küp doğradım, çırptığım yumurtalara ekledim.

 

"Ee? Sarıldın mı?"

 

"Hayır," diye yanıt verdim durgunca. "2 kere sarılmak istedi, reddettim." Yutkundum. "3. teklifini kabul ederdim, fakat bu gereksinimi duymadı."

 

"Sadece dinle, Vina," dedi anlayışla. "Konuş, dinlesin. Konuşsun, dinle. Birbirinizi anlamayı deneyin." Uzun uğraşlar sonucu tavayı buldum, bir miktar yağ döküp ısınmasını bekledim.

 

"Denemekten de sıkıldım, Pera." Yumurtayı tavaya döküp iki servis tabağı çıkardım. Çorba yaparken de etrafa kısa bir bakış atmıştım, eşyaları bulmam zor olmuyordu. "Bunu sonra konuşuruz uzun uzun." Buzdolabının sebze bölümünden salatalık ve domates çıkardım. Kabuklarını soyma gereği duymadan rastgele doğradım, çıkardığım tabaklara eşit bir şekilde paylaştırdım.

 

"Oflaz da yanında mıydı?"

 

"Evet," dedim. "Yanımdaydı. Sonra onun evine geçtik."

 

"Sonra?"

 

"Yattık."

 

"Ne?" dedi cırlayarak. "Oha, Vina! Ne yatması!"

 

"Uyuduk," diye sitem ettim. "Eve geldik, ağladım zırladım falan. Sonra uyuduk."

 

"Ay, korktum bir an. Kalbime iniyordu."

 

"Sakin ol hayatım." 5'er zeytini ve 2'şer dilim peyniri de tabaklara ekledim.

 

"Ne yapıyorsun? Arkadan tabak sesleri geliyor?" dedi merakla.

 

"Kahvaltı hazırlıyorum."

 

"Sen ve kahvaltı? Ateşin var mı, Vina?"

 

"Ha, yok." Kahve fincanına kafein koydum, suyun ısınmasını beklerken omleti tek hamlede çevirdim. "Kahve içiyorum aynı zamanda."

 

"İyi bari." Duraksadı. "Sonra konuşalım mı?"

 

"Olur."

 

"Bana mutlaka duruşma ile ilgili haber ver!" Cevap vermedim. "Öptüm!"

 

"Ben de," dedim sakince. Çağrıyı sonlandırdı.

 

Isınan suyu dikkatlice fincana döktüm, masaya koydum. Omletin de piştiğine kanaat getirdiğimde ikiye bölüp tabaklarımıza yerleştirdim. Çatalları ve bıçakları da masaya bıraktım.

 

"Oflaz," diye seslenerek içeri girecektim ki duraksadım.

 

Oflaz zaten buradaydı.

 

Kollarını önünde kavuşturmuş, omzunu kapının kenarına yaslamış beni izliyordu. Hafif bir gülümseme vardı biçimli dudaklarında.

 

"Kahvaltıyı ben de hazırlayabilirdim," derken masaya yaklaşıyordu. Bir sandalyeyi çekti, masanın üstündeki ekmeklikten bir dilim aldı.

 

"Zehirlenmezsin, merak etme," dedim lakayit bir tavırla.

 

"Umarım," dedi ciddi ciddi. Kaşlarım çatılırken sandalyeye oturdum, bir dilim ekmek de benim tabağıma koydu. "Şaka yapıyorum."

 

"Aman ne komik."

 

"Komik olduğunu iddia etmedim, Alvina." Yüzümü buruşturduktan sonra bir dilim salatalık aldım, yavaşça çiğnedim. "Basında bir fotoğrafımız var." Omletten büyük bir parça aldı, telefonunu bana uzattı. Gösterdiği resme baktım.

 

Dün akşama aitti, kucağındaydım. Başım göğsüne yaslıydı, onun burnu saçlarıma karışıyordu.

 

Altına gelen yorumlara bakmaya karar verdim, içimde saf merak vardı.

 

-Kaptı tabii taş gibi kızı, kucağında taşısın bir zahmet.

 

Komiklerdi.

 

-Zeus gibi bir adam, insan kaslarına kıyamaz... Yazık. Cidden bazı kadınlar, erkeklerin değerini bilemiyor.

 

İster istemez kaşlarımı çattım. Bu yorumu bir kadının yazması da ayrı ironiydi.

 

-Yakışıyorlar.

 

Dışarıdan gören bir kişinin rahatlıkla söyleyebileceği bir şeydi, yakışmak.

 

-Bu savaşın ortasında sevebilmek büyük cesaret. Umarım ayrılmazlar.

 

Diğer yorumlara bakacakken Oflaz'ın hamlesiyle duraksadım. Tabağımdan bir parça omlet koparıp çatalıma batırmıştı, bana doğru uzatıyordu. Şaşkınca ağzımı açtım, çiğnedim. Ben daha bunun şokunu atlatamamışken bir dilim de domatesi ağzıma tıkdı. Ardından hiçbir şey yapmamış gibi kendi yemeğini yemeye koyuldu.

 

-Fotoğrafta o kadar güzel kareler var ki. Vina'nın hafif gülümsemesi, derin nefesler alması. Oflaz'ın ise eteği açılmaması için elbisenin kenarını tutması...

 

Yorumlardan çıkıp fotoğrafa tıkladım, bacaklarımın olduğu kısmı büyüttüm. Detayı görmem ile yutkunmam bir oldu.

 

3 parmağı ile elbisenin ucunu tutuyordu, eli bacağıma yaslıydı. Gerçekten kusursuz, aşık bir çift gibiydik. Gözlerimizdeki yoğun, sahte duygu öyle gerçekti ki, bir an kendimi bile kandırabileceğimi düşündüm.

 

En azından elindeki kanlar, loş ışıktan dolayı net değildi.

 

"Oflaz," dedim telefonu ona uzatarak. "Çok göz önündeyiz."

 

"İsteğim bu."

 

"Ama benim isteğim değil." Bir yudum kahve içtim. Göz önünde olmak beni rahatsız etmezdi ancak sakin hayatı olanlara da hep imrenirdim. "Diken üstünde yaşamak bana göre değil."

 

"Göz önünde değilsen de, diken üstündesin Alvina. Değişen bir şey yok." Sessiz kaldım. Haklıydı.

 

"Ne zaman gidiyoruz?"

 

"2 saate çıkabiliriz." Tabağındaki her şeyi yediğinde bana döndü. "Eline sağlık." Sadece hafifçe gülümsedim. "Önce ben hazırlanayım, sonra sana geçeriz, olur mu?" Kafamı salladığımda ayağa kalktı, birkaç bulaşığı eline aldı. Masada kalanları da ben alıp tezgaha koydum, onu izledim. Sudan geçirdiği tabakları nakineye koydu, bardakları da yerleştirdi.

 

Elini havluda kuruladıktan sonra mutfaktan çıktı, muhtemelen odasına gitti.

 

Bir sandalye çekip oturdum, parmaklarımla ritim tuttum. Babamın gelmesi zaten derin bir yarayı deşerken, aklıma Suay da geldikçe delirecek gibi oluyordum.

 

Elimi saçlarıma geçirerek derin birkaç nefes aldım, aklımı toplamam lazımdı.

 

Babamdan çok Suay'ı düşünüyordum aslında. Söz konusu bir bebekti, bir anneydi. Olabildiğince ilgimi ona yöneltmem gerekiyordu, bu süreçte yalnız kalmamalıydı.

 

Ancak ben, bu sıralar beynimi kullanamıyordum.

 

Bundan da nefret ediyordum.

 

"Alvina," diye bir ses işittiğimde sandalyeden kalktım, sesin sahibine baktım. Oflaz, rahat bir eşofman takımı giymişti, saçları dağınıktı. Üstüne bir ceket geçirmişti, rastgele seçtiğine emindim. "Çıkabiliriz."

 

Gözlerimi zoraki olarak ondan ayırıp kapıya ilerledim. Üstümde yalnızca uzun bir sweatshirt, altımda topuklular...

 

Oflaz'ın tüm evlerinden rezilce ayrılıyordum.

 

Dış kapıyı açar açmaz önümdeki arabayla karşılaştım. Kapıdan 2 adım atsam direkt binebilirdim.

 

Bunu üşümemem için yaptığını haykırıyordu bir yanım. Kalbim.

 

Hızlıca inkâr ediyordu bir yanım. Beynim.

 

Büyük, zırhlı aracın kapısı mekanik bir şekilde açıldığında hızlıca bindim, arakadaki koltuklardan birine oturdum. Arabanın içi oldukça genişti, iki tarafında da koltuklar vardı. Sıcacıktı, konforlu ve rahattı.

 

Oflaz hemen yanımdaki koltuğa oturduğunda hareket etmemizi bekledim. Fakat arabaya birisi daha bindi.

 

Sıraç.

 

"Selam," dedi bana göz kırparak. Onun da üstünde bir eşofman takımı vardı.

 

"Selam," dedim hiçbir mimiğim devreye girmezken.

 

Araba çalıştığında başımı cama yasladım.

 

"Alvina," dedi Sıraç mesafeli bir tonla. "Durgunsun?"

 

Bunu Oflaz dese artık şaşırmazdım ancak Sıraç'tan beklemezdim.

 

Mesela Oflaz'ın sorgular bakışlarını üstümde hissederken bir sebep aramıyordum.

 

"Öyleyim." Gözlerine baktığımda yutkundu. Yine anlamlandıramadım.

 

"Var mı bir sebebi?" Kaşlarım çatıldığında boğazını temizledi. "Yani halledebileceğimiz..."

 

"Yok." Elimi dizime yerleştirdim. "Halledebilmemiz için ya benim ölmem gerekir, ya da tüm pürüzlerin ortadan kaybolması."

 

Oflaz'ın kaşları iyiden iyiye çatıldığında kafasını iki yana salladı.

 

"Çok karamsar konuşuyorsun." Gözlerimi kapattım. "Hayat bu. Akışın hangi yöne olacağı belli olmaz." Kaşlarım havalandı. "Demem o ki, küçük olaylara üzülmene değmez; gereği yok."

 

"Küçük olaylar?" dedim alayla. "İnan, Sıraç. Olaylar büyük olmasa bu hâlde olmazdım."

 

Büyük bir sessizlik oldu, kimseden ses çıkmadı.

 

Araba evin önünde durduğunda hızlıca indim, Oflaz'ları davet etme nezaketinde bulunmadan eve adımladım. Hava öyle soğuktu ki, 15 dakika durmam hasta olmam için yeterliydi. Üstelik regl olmama az kalmıştı, krampların tetiklenmesi çok olasıydı.

 

"Pera!" diye seslendim kapıyı alacaklı gibi çalarken.

 

"Heeee?" Kapı gürültüyle açıldığında Pera ile karşılaştım. Başında bir havlu sarılıydı, duş almış olmalıydı. "Vina..." Bedenimi içeri çekiştirerek sıkıca sarıldığında derin bir nefes aldım. "Her şey üst üste geliyor."

 

"Töbe haşa ama ben bu rutine alışmış olabilir miyim?" Sitemle karışık sesimle geri çekildi, gülmeye çalıştı. "Sıkma canını," dedim gülümseyerek. "İyiyim ben."

 

Değildim. O da biliyordu.

 

Ancak biraz olsun rahatlamasını istiyordum.

 

"Vina," diye bir sesleniş duydum içeriden. Ares'e aitti.

 

"Geliyorum." Konuşmamız gerekiyordu. Daha fazla küs kalmak istemiyordum.

 

Yatak odasına yol almadan hemen önce kendi odama girip rahat bir pantolon, rahat bir tişört giydim. Süslenmem ya da resmi giyinmem Oflaz'ın spor tarzının yanında sırıtırdı.

 

Saçlarımı serbest bıraktım. Yüzüme renk gelmesi adına hafif bir makyaj yaptım.

 

Odadan bir hırka aldım, rastgele bir ayakkabı seçtim.

 

Ares'in odasına yol aldığımda içim içimi yiyordu. Bu olay her yaşandığında vücudum aynı reaksiyonu gösteriyordu.

 

Odasının kapısını çalma gereği duymadan içeri girdim. Yatağının üstüne oturmuş, yere bakıyordu. Odası salona göre biraz daha serindi. Sıcaktan hoşlanmazdı.

 

"Ares?"

 

Gözleri bana değdiğinde yutkundu, eliyle yatağın kenarına hafifçe vurdu.

 

"Otursana." Teklifini kırmayıp yatağın kenarına, onun hemen yanına oturdum. "Özür dilerim." Sessiz kaldım. "Biliyorum, kalbini kırdım. Ama sen de benim damarıma bastın, Vina."

 

"Hiçbir şey dememiştim, Ares." Kafasını salladı.

 

"Onu da biliyorum..." Gülümsedi. "Ciddi olmadığımı biliyorsun değil mi?" Yine konuşmadım. "Bak, Vina... O gün ciddi değildim. Sen de biliyorsun, seni ne denli sevdiğimi."

 

"Sen de biliyorsun, hayatınızı benim boka çevirdiğimi," dedim o gibi. Kaşları çatıldı.

 

"Yok öyle bir şey. Ben sevgimi gösteremezdim. Gülümseyemezdim. Üzülemezdim." Yutkundu. "Pera'ya kattıklarını söylemiyorum bile."

 

"Vurulmazdın. Yaralanmazdın. Hayallerinden vaz geçmezdin, Ares. Değil mi?" Sesim kırgındı. Kalbimin de farkı yoktu. Her tartıştığımızda bana bir hataymışım, pürüzmüşüm gibi davranamazdı.

 

"Vina." Derin bir nefes aldı. "Gerçekten iyi ki hayatımıza girmişsin." Yandan bir bakış attım. "İster inan, ister inanma... Yerin bizde çok ayrı." Ona bakmadığımda kolumu kavradı, yavaşça tuttu. "Bak... Pera benim kız kardeşimdi. Beraber büyüdük. Her anında yanındaydım, hep onunlaydım. Ve biz kan bağı olmadan da kardeş olunduğunu anladık." Gülümsedi. "Sen benim ikinci kardeşimsin, Vina. Her daim öyleydin. 6 yıl... 6 yıl boyunca bir an olsun yalnız kalmanı, üzülmeni istemedim."

 

"Ares... Her zaman söylediğim gibi, siz benim olmayan kardeşimsiniz. Ancak cidden suçlu hissetmemi sağlıyorsun." Gözlerine baktım. "Evet, kolay şeyler yaşamadın ve bazen sinirine hakim olamıyorsun. Ama öfkeni de en çok kardeşlerine vuruyorsun." Derin bir nefes aldım. "Yapma, Ares. Daha fazla kırmak da, kırılmak da istemiyorum."

 

"Haklısın," dediğinde sesi yalındı. Onu suçlu da hissettirmek istemiyordum.

 

Daha fazla durmadan boynuna atıldığımda elini sırtıma yerleştirdi, sıvazladı.

 

"Özlemişim," dedim neşeyle.

 

"Alındım. Gücendim. Darıldım." Pera'nın sesini duymamla Ares'e daha çok sarıldım. "Ayıp lan!"

 

"Yooo," dediğimde kafama bir tane geçirdi. Geri çekilip kaşlarımı çattığımda bu kez o bana sarıldı.

 

"Oooyyy! Güzellliiiiimm!" Kıkırdadığımda o da güldü. Kızıl saçlarını parmaklarımla severken usulca geri çekildim. "Seninki aşağıda. Adam arabadan inmiş, bekliyor." Kaşlarım havalandı. "Ya içeri çağır, ya da yanına git. Maazallah hasta olur falan. Sen uğraşırsın." Göz kırptı. "Zaten sana hasta olmuş adam, daha ne uğraştırıyorsun?"

 

"Peraa!" Gülümsedi. "Gidiyorum ya ben." Kapıya yöneldiğimde ikisi de peşimden gelmemişti. Bir hışım arkama döndüm. "İnsan bi durdurur, haysiyetsizler!"

 

"Hadi canım, hadi." Kapıdan çıktım. "Dikkat et!" diye bağırdı Ares.

 

"Etmiyorum."

 

Güldüklerini işitmemle içim ısınmıştı. Fakat kapıyı açtığımda karşılaştığım soğuk öyle kötüydü ki, kalbimin bile donabileceğini düşünmüştüm.

 

Donar mıydı kalp?

 

Oflaz'ı gördüğümde yanına ilerledim. Arabanın kaputuna yaslanmıştı. Soğuk öyle keskindi ki, yanaklarına hafif bir kızarıklığı bahşetmişti.

 

"Hadi," dedim ve kolunu tuttum. Bir çocuğu azarlar gibi arabanın içine çekiştirdim. "Hasta olacaksın." Derin bir iç çektiğinde aynı şekilde oturduk. Sıraç da arabadaydı.

 

"Kapalı giyinmişsin," dedi Oflaz sorgular gibi. Kafamı salladım.

 

"Etek giyecektim ama fazla şık olup senin yanında absürt kalmak istemedim." Kaşları havalandı.

 

"Yanımda asbsürt kalmazsın."

 

"Kalırdım," dedim inatlaşarak.

 

"Elbette kalırdın," dedi aniden fikrinden cayarak. "Ne gerek var eteğe falan? Hiç uyumlu bir çift olmazdık?"

 

"Diyorsun?" dedim alayla. Kafasını salladı.

 

"Diyorum." Gözlerimi kaçırıp Sıraç'a döndüm.

 

"Sıraç." Yine sohbeti değiştirecektim. Umrumda değildi. "Kalp donar mı?" Duraksadı.

 

"Nasıl yani?"

 

"Duygularından yoksun kalır mı?" Tanımadığım birisine bu tarz sorular sormam yanlış olabilirdi. Fakat yine de bir yanıt bekledim.

 

"Sanmıyorum," derin bir nefes aldı. "Atmaktan vaz geçtiği gün, sevmekten de vaz geçer."

 

"Nefret peki?" dedim yeşil gözlerine bakarak. "O da bir duygu... Atmaktan vaz geçince nefreti de bırakır mı?" Kısa bir an düşündü.

 

"Sevgi olmayan yerde nefret barınmaz." Kaşlarım çatıldı. Oflaz pür dikkat bizi dinliyordu. Sırtındaki yarayı umursamıyor olsa gerek, tüm ağırlığını verip yaslanmıştı.

 

"Ee? Anlatsana." Yol uzun sürebilirdi ve başlarını ağrıtmak en güzel eğlenceydi.

 

"Neyi?" dedi masum bir tavırla.

 

"Hayatını. Kendini." Vücudunu süzdüm.

 

"Anlatacak bir detaya sahip değilim." Kahverengi saçlarına odaklandım.

 

"O nasıl oluyor?" Gözlerini gözlerime dikti.

 

"Yani, hayatımda güzel şeyler ya da detaylar yok." Kısık bir sesle ekledi: "Şimdilik."

 

Anlamasam da sorgulamadım. Hevesim de kursağımda kalmıştı.

 

"Sıraç, abi diyeyim mi sana?" Yutkundu. "Aramızda bayağı fark var. Bey diye hitap etmeyi de sevmiyorum." Usulca Oflaz'a döndüm. Tüm dikkati Sıraç'ın üstündeyken ona baktığımı hissetmiş gibi bana döndü.

 

"Deme, Vina." Sesi aniden soğumuştu. Neydi sebebi? Oflaz'ın da gerildiğini hissedebiliyordum.

 

"Tamam." Başımı cama yasladım, akan yolu seyrettim.

 

"Oflaz?"

 

"Efendim?" dedi bana bakarak.

 

"Toplantıdan sonra işimiz yok değil mi?" Kafasını iki yana salladı. "Güzel," deyip tekrar camı seyraldım. Bacağımdaki dikişleri aldıracaktım.

 

"Aslında var," deyiverdi. Neden fikri değişmişti? "Pansuman yapacaktın. Önemli bir şey sonuçta." Çapkınca göz kırptı.

 

"Yaparım," dedim omuzlarımı silkerken. "Ama önce bir işim var."

 

Araba durduğunda ayaklandım. Soğuk da olsa hava almak istiyordum.

 

Arabanın kapısını açan korumaya hafifçe gülümsedim. İlk inen ben olmuştum.

 

Diğerleri de indiğinde Oflaz'ın yanına yaklaştım. İzin istemeden elini sıkıca kavradığımda bana biraz daha yaklaştı. Kollarımız birbirine değiyordu.

 

Binaya ilerlerken hemen arkamızdan Sıraç da geliyordu. İster istemez güvende hissetmiştim.

 

Kapıdaki korumalar hiçbir şekilde arama yapmadığında çevik adımlarla toplantı odasına ilerliyorduk.

 

Çenelerimiz dimdikti, kendimizden emindik.

 

Çünkü suçlu biz değildik.

 

Hoş, suçlu da olsam haklı bir sebebi olurdu ya...

 

"Aynı şekilde," dedim fısıldayarak. "Bana bırak." Kafasını salladığında damdan düşer gibi kapıyı açtım, gözlerimi kısarak içeri girdim. 3 ayrı masa vardı. Birisinde başkanın seçtiği 'adaletçiler', diğerinde Robert ve Levent, bir diğerinde de biz vardık.

 

Kimsenin yanında bir koruma yoktu. Silahları olmadığına da emindim.

 

"Selaaam," diye şakıdım Robert'a el sallayarak. Yüzünü buruşturdu. "Meymenetsiz," diyerek kendi kendime söylendim. Oflaz'ın kısık sesli gülüşünü işittiğimde masanın altından bacağını sıktım, elimin üstüne elini yerleştirdi. Bu şekilde avcum, onun bacağına hapsolmuştu.

 

"Davalı ya da davacı yok." Başkanın tarafından bir kadın konuşmuştu. Diğeri erkekti. "Fakat suçlu-suçsuz var." Sözü erkek devraldı.

 

"Kameraların önünde de görüldüğü üzere Oflaz bey hiçbir hamlede bulunmuyor." Robert'a döndü. "Ancak siz, bir sebep gütmeksizin ateş ediyorsunuz."

 

"O öyle değil," dedi Levent saçma bir savunmayla.

 

"Sen sus ya." Kaşlarını çatarak mefretle bana döndü.

 

"Bakın, aynı bu şekilde insanları sinirlendiriyorlar.." Aniden sesini yükseltti. "Ben ne dedim de susmamı söylüyorsun be kadın?!"

 

"Kargalar düştü pis adam." Oflaz tekrar güldü. Eğlenen tek kişiler bizdik. "Ayrıca, sinirlensen de bir insanı vurma hakkına sahip değilsin."

 

"Alvina hanım haklılar," dedi kadın. Hoş haklı olmasam dahi beni haklı göstermenin bir yolunu bulurlardı. "Kimsenin yaşama hakkını elinden alamazsınız."

 

"Denilen o ki," dedi adam. "Robert bey ve Levent bey. Tüm suç sizin."

 

"Yok ya," dedi Robert.

 

"Robert!" dedim sevinçle. "Sürprizimi sevdin mi?" Poyraz'ın yaydığı fotoğraflarla tüm basın çalkalanıyordu.

 

"Seni var ya!" Bir hışım ayağa kalktığında 3 koruma direkt önüme geçti. Başkanın tarafındaydılar.

 

"Daha fazla saygısızlık yapmayın Robert bey," diye bir ikazda bulundu adam. "12 yıl hapis ve 8.000.000 dolar para cezası."

 

"Yuh! Bu nasıl ceza?" Keyifle güldüm.

 

"Robert gelip borç da istersin sen." Korumaları elimle itekleyip bir adım öne geçtim. Tüm kameraların hedefindeydim. "Daha önce yapmadığın şey değil ya."

 

"Kendini en güçlü kişi falan mı sanıyorsun?" Kafamı salladım. "Sanma." Göz kırptı. "Herkesin bir zaafı, korkusu vardır. Bunu bize sen söylemiştin." Gözlerimi kıstım. "Demem o ki, kozlar eşit sayılır."

 

"O ne demek?" dedim rahat bir tavırla.

 

"Amcan, desem yeterli olacaktır." Kaşlarım istemsizce havalandı.

 

"Ne ima ediyorsun, Robert?" Alayla güldü.

 

"Hadi ama! Amcanın yaşadığını bilmediğini söyleme!"

 

Bunu nereden öğrenmişti?

 

Nefes almayı unuttuğumu hissetsem dahi dışa vurmadım.

 

"Sustun, Vina Ladin. Hem belki de senin yanındadır?" Ne dediğinin farkında mıydı bu adam?! Başıma birçok mafyayı sarabilirdi!

 

O an Oflaz'a baktım. Sadece Robert'a bakıyordu. Çehresi sertti. Öyle ki, uzaktan bakanların çekineceği cinstendi.

 

"Oohooo," dedim iç çekerek. "Keşke ölmemiş olsaydı." Kameralara bakıp gülümsedim. "Malum. Çok severdim kendisini," dudaklarımı büzdüm. "Yengeciğim... Tekrar başın sağ olsun." Yeniden gülümsedim. "Sevgiler."

 

Yengemin de canı cehennemeydi. Amcamı kışkırtan baş etkenlerden biri oydu.

 

Annem ve babam hakkında sürekli kötü bir şey söylerdi. Onları hep alçak görürdü.

 

Fakat artık benden o kadar korkuyordu ki, verdiğim selamı alsa da almasa da saatlerce düşünürdü.

 

Bu durumdan zevk almadığımı söyleyemezdim.

 

"Gidelim mi?" dedi Oflaz. Kafamı salladım, usulca ayağa kalktım. Robert hâlâ oturuyorken ona bakıp gülümsedim.

 

Gözlerim Levent'i bulduğunda yüzümü buruşturdum, aynı tepkiyi o da verdi. Ancak Oflaz'ın bakışlarını üstünde hissettiğinde aniden kafasını başka yöne çevirdi.

 

"Korktu," diye fısıldadım.

 

"Korksun." Elini tuttum, kapıya ilerledik. Robert, devletin gönderdiği adamlarla derin bir sohbet içerisindeydi.

 

"Şu Leyna... Her gün yeni tehdite uyanıyorum!" dediğinde sevimlice gülümsedim.

 

Leyna ismini yaşatmamı en az benden beklerlerdi. Bana o kadar zıt bir kişilikti ki,biraz zorlasam ben bile şaşırabilirdim.

 

Aslında her iki kişi de bendim gakat rolümü güzel oynardım.

 

"Duydun mu?" dedim yerime gelen neşemle.

 

"Duydum," dedi Oflaz. "Senden daha çok korkuyor." Sesinin desibeli çok kısıktı. Dibinde olsam dahi zor duymuştum.

 

"Korksun." Sesimdeki gurur barizdi. "İşime gelir."

 

"Alvina." Kapıya yaklaşmıştık. "Gideceğin yere bırakabilirim?"

 

"Teşekkür ederim." Minnettar hissediyordum. Daha birkaç gün öncesine kadar onu öldürmek istiyordum, ancak şu an... "Ama kendim gideceğim."

 

"Emin misin?" Kafamı salladım.

 

"Eminim. Sen de dinlen biraz." Duraksadım. "Yani, işin yoksa."

 

"Dinlenirim." Yüzündeki alaylı sırıtış... "Görüşürüz."

 

"Görüşelim," dedim ve göz kırptım.

 

"Mutlaka." O da göz kırptı ve arabasına bindi. Fakat araç harekete geçmedi, öylece bekledi.

 

Telefonumu çıkarıp Kutay'ı çaldırdım, çok geçmeden açtı.

 

"Kutay, konum atıyorum." Konuşmasına fırsat vermeden mesaj attım. "Çabuk gel."

 

"Tamam," dedi. Sesi yorgundu ve günlerdir uyumadığını haykırıyordu. "5 dakikaya geliyorum."

 

Çağrıyı sonlandırdım, kollarımı önümde bağlayıp beklemeye başladım.

 

Oflaz'ın arabası hareket etmezken önümde duruyordu.

 

Cam açıldığında kaşlarımı çattım, merakla Oflaz'a baktım.

 

"Arabada beklesen?"

 

"Gerek yok."

 

"Üşüyorsun." Omuzlarımı indirip kaldırdım.

 

"Üşümüyorum." Üşüyordum. Bunu kızaran burnum, yanaklarım da destekliyordu.

 

"Üşüyorsun."

 

"Yok," dediğimde gözlerim gelen arabaya takıldı. Kutay'a aitti. "Gidiyorum ben."

 

"Dikkat et." Sadece kafamı salladım.

 

Arabaya yaklaşıp yolcu koltuğuna yerleştim, Kutay'ın yüzüne bilerek bakmıyordum.

 

Oflaz'ın arabası da harekete geçti.

 

"Alvina," dedi buruk bir sesle. "Yüzüme bakmayacak mısın?" Gözlerimi kısarak yüzüne baktım. Saçları dağılmıştu, sakalları uzamaya başlamıştı. Göz altları morarmıştı, bu uyumadığını ele veriyordu.

 

"Bakayım." Vücudunu süzdüm. Kilo da vermişti. "Bunu niye kendine yapıyorsun!" İsyan dolu sesimle arabanın güçlü motor sesi birbirine karıştı.

 

"Alvina. Yaptığım bir şey yok."

 

"Onu diyorum ya." Sinirle soludum. "Suay ile konuştun mu?"

 

"Evet." Şaşırmıştım. "Ama... Sadece dinledi. Konuşmadı benimle." Derin bir nefea aldı. "Tek kelime etmedi, defalarca özür diledim."

 

"Kutay," dedim. "Yaşadıkları kötü. Yaşayacakları daha boktan." Elini sinirle cama vurdu. "Ve sen bunları yaşarken yanında olduğunu hissettirmedin."

 

"Sus, Alvina. Sus." Gerçekleri de duyması gerekiyordu.

 

"Susmayacağım." Yutkundu. "Kardeşinin senden başka kimi var Kutay? Abisinden başka kime güvenebilir? İnanabilir? Sırtını yaslayabilir?" Gözleri doluveriyordu. "Evet, ben gittim ve konuştum. Ancak yine de sana ihtiyacı var."

 

"Biliyorum."

 

"Biliyorsan ona göre davran!" Kafasını salladı. "Kızı daha fazla üzme."

 

"Deniyorum. Deniyorum ama başaramıyorum." Dilimi damağıma vurdum.

 

"İsteyerek denemiyorsun. Çünkü göreceğin enkazdan deli gibi korkuyorsun." Tekrar yutkundu. "Yapma."

 

"Beni affedebilir mi?" Bir umut sorduğu soruya cevap verdim.

 

"Beni biliyorsun." Derin bir nefea aldım. "Her şeyi tek başıma hallettim." Ters bir bakış attı. "Bakma öyle. Evet, sen vardın. Ama... Ne bileyim, insan ailesinden birisini arıyor."

 

"Biz birbirimize aile de olduk, Alvina," dedi ciddiyetle.

 

"Olduk," dedim. "Ama yine de isterdim, bir abim olsun. Ya da ablam, kardeşim. Hiç fark etmez." Burukça gülümsedim. "İşte o zaman gerçekten güçlü olurdum. Çünkü emin olabilirdim. Kardeşim beni her şeye rağmen affedebilirdi." İç çektim. "Yok. Hiç olmadı. Ve ben hep yarım hissettim."

 

"Alvina."

 

"Kutay. Suay'ın bir abisi var. Güvenebileceği bir dağı var." Gözlerimi kırptım. "Ve onu bundan mahrum bırakıyorsun. Yapma, Kutay. Birbirinize ihtiyacınız var." Yüzümü ona çevirdim. "Toparlan ve kendine gel. Bebeği aldırmak istemiyor." Derin bir nefes aldım. "Bu durumda da kardeşine sahip çıkacaksın. Gerekirse bebeğe babalık yapacaksın, Kutay."

 

"Yaparım," dedi hiç düşünmeden. "Babası da olurum, dayısı da olurum, abisi de." Gülümsedi burukça.

 

"Bunu Suay ile de konuş. Yalnız hissediyor ve benim konuşmamla hallolacak bir şey değil." Kafasını salladı onaylayarak.

 

"Haklısın."

 

"Kardeşini bugün ben alıyorum."

 

"Konuşursun değil mi?"

 

"Konuşurum," dedim. "Dinlerse."

 

Evin önünde durduk, direkt inip kapıyı çaldım. Çok geçmeden Helen geldi, kapıyı açtı.

 

"Hoş geldin," dedi gülümseyerek. Kutay arabada kalmıştı.

 

"Nasılsın?" Gülümsemesi genişledi.

 

"İyiyim. Sen nasılsın?"

 

"Aynı," dedim kaçamak bir cevap vererek. "Suay nerede?"

 

"Odada."

 

"Suaaayyy," diye seslenerek odasının kapısını tıkladım.

 

"Gelebilirsin." Kapıyı açtım, gülümseyerek içeri girdim.

 

Yatağın üstünde oturuyordu, rahat bir eşofman takımı giymişti. Gözlerim ister istemez belli olan karnına kaydığında konuştu.

 

"Üç buçuk aylık." Elini karnına yerleştirdi. "Büyüyor." Acelesiz adımlarla yanına gittim, yatağa oturdum. "Bugün çok midem bulandı." Yüzünü buruşturdu. "Anormal bir şey yoktur değil mi?"

 

"Hayır," dedim elini tutarak. "Normal."

 

"Anladım." Ayağa kalktı. "Çıkalım mı?" Dokunsam ağlayacak gibiydi. Başımı salladım.

 

"Çıkalım." Kapının kenarına koyduğu küçük bavulunu aldım, önden önden ilerledim. Hemen arkamdaydı. "Helen," diye seslendim. "En yakın zamanda geliyorum."

 

"Bekliyorum," diye seslendi mutfaktan.

 

Suay ile vedalaşmış olmalılar ki birbirlerine bir şey söylemediler.

 

Kapıyı açtık, arabaya yaklaştık.

 

"Abimin değil mi?" Kafamı salladım.

 

"Abinin." Yutkundu. Kutay arabadan ağırca çıkıp bavulu elimden aldı. O kısa sürede Suay ile bakışmıştı.

 

Tam o sırada fark ettiğim detay kaşlarımı çatmama sebep oldu.

 

Ağacın altında bir araba vardı, içindeki kişi de tanıdıktı.

 

Ağaca çevik adımlarla yaklaştım.

 

Adam hâlâ Suay'a bakıyordu.

 

İki parmağımla camı tıkladım, hafifçe irkildi.

 

Aval aval yüzüme baktığında camı açması adına bir hareket yaptım. Çabucak açtı.

 

"Sen napıyorsun burada?"

 

Yekta, buradaydı.

 

Benim için gelmediği de barizdi.

 

Suç üstü yakalanmış gibi yüzünü buruşturduğunda kaşlarım iyice çatıldı.

 

Ya ortalık karışacaktı...

 

Ya da Yekta mantıklı bir açıklama yapacaktı.

 

Muhtemelen 1. seçenek gerçekleşecekti.

 

---🪷🩷

 

Seeelaammm!

 

Bir çok aksilik ve ertelenmenin ortasında yazılan bir bölüm oldu🥹

 

Bu arada açıp açamayacağınuzı da bilmiyorum. Malum, engel geldi🥹

 

En olmadı diğer platformlara geçeriz:)

 

Sizi seviyorum!

 

Kocaman öptüm! 💋;)))

 

Instagram: @LeddyAsteria

 

 

 

 

Bölüm : 01.01.2025 20:00 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...