11. Bölüm

11. Bölüm: Mazinin Yarası

Leddy 🥂✨️
leddyasteria

Seeelammm!

 

Nasılsınız? 🥹

 

Booolll keyifli okumalar! ;)))

 

---🪷🥂

 

Başımın orta yerden çatlayacağını hissederken hâlâ Yekta'ya bakıyordum.

 

Suay da bir sorun olabileceğini anlamış gibi arabaya binmemişti.

 

"Aşağı in," dedim sesimi yükselterek.

 

İtiraz etmedi, arabadan inip kapıyı sertçe çarptı. Sinirle bir nefes aldığında onu ilk defa böyle görüyordum.

 

"Onu nereden tanıyorsun?" Sorgular gibi ona baktım. Her an patlamaya hazır bir bomba gibiydi. Gergince yüzüme bakıyordu.

 

"Sana hesap mı vereceğim?"

 

"Vina," dediğinde elleri yumruk hâlindeydi. "Nereden tanıyorsun?"

 

"Arkadaşım," dedim Kutay'ın arabasına bir bakış atarak. "Sen neden buradasın? Suay'ı nereden tanıyorsun?" Sertçe yutkundu. Mutlu Yekta'dan eser yoktu.

 

"Bilmiyorum," elini saçlarına geçirdi. "Bilmiyorum!" diye bağırdığında irkildim.

 

"Neyi bilmiyorsun?"

 

"Niye gittiğini." Derin bir nefes aldı. "Her neyse. Siktir et. Saçmalıyorum." Eli kapının koluna uzandığında kolunu tuttum.

 

"Yekta. Niye buradasın?"

 

"Şeyden," dedi kaçamak bir cevapla. "Oflaz söyledi."

 

"Yalan söyleme lan." Kaşlarımı çattığımda ben de sinirlenmeye başlamıştım. "Niye buradasın?"

 

"Vina," diye bir ses duyuldu. Suay'a aitti.

 

Sesini duyar duymaz yutkundu Yekta. Kaşları havalandı, birkaç kez gözünü kırpıştırdı.

 

"Sesi... Aynı." Aval aval yüzüne bakmaya devam ettim. "Niye?"

 

"Yürü, Yekta!" dedim sırtını itekleyerek. "Eve bırakacağım seni." Hareket etmediğinde elimi geri çektim, derin bir nefes verip Kutay'ın arabasına yaklaştım. "Kutay!" diye seslendim camı açması adına.

 

"Bir sorun mu var?" Kafamı salladım.

 

"Var." Arabadan inecek olduğunda kaşlarımı kaldırdım. "Sen halledemezsin."

 

"Ne oluyor?" dedi arka koltuğa oturan Suay.

 

"Önemli bir şey değil." Gülümsedim. "Halledeceğim." O da gülümsedi. "Kutay, siz bir yerlerde takılın. Ben konum atacağım."

 

"Alvina."

 

"Kutay," dedim sert bir sesle. "Konum attığımda gelirsiniz." Suay'a el salladım, arkamı döndüm.

 

Döner dönmez gülümsemem solmuştu.

 

Yekta arabanın yanına çökmüş, oturuyordu.

 

"Yekta," dedim elimi omzuna koyup hafifçe sıkarken. "Hadi, kalk." Sarsak adımlarla ayağa kalktı, kolundan çekiştirerek yolcu koltuğuna yönelttim.

 

"Gelmene gerek yok." Sesi bile ruhsuzdu.

 

"Otur." Oturdu, başını geriye yasladı. Şoför koltuğuna oturduğumda Kutay'ın arabası da hareketlenmişti.

 

Yaptığımda bir şey yoktu, hatta iyi bile denk gelmişti çünkü yalnız kalmaları gerekiyordu.

 

"Dökül," dedim anahtarı çevirirken. "Nereden tanışıyorsunuz?"

 

"Yenge," dedi ve kafasını iki yana salladı. "Boş ver."

 

"Yekta!" Hafifçe irkildi. "Anlat."

 

"O nasıl?"

 

Bir geçmişleri mi vardı?

 

"Kötü," dedim açıkça. "Nereden tanıyorsun?"

 

"Niye kötü?" Gözlerimi devirdim.

 

"Nereden tanıyorsun?"

 

"Önemi yok. Uzaktan arkadaşımdı."

 

"Uzaktan?" Alayla güldüm. "Uzaktan arkadaşının sesini duyunca fenalaşır mı insan?"

 

"Bilmem," dedi düşünceyle.

 

"Anlatmazsan anlatma." Tehditkar bir şekilde ona baktım. "Suay'a sorarım."

 

"Anlatmaz," dedi çabucak.

 

"Anlatır," dedim iddiayla. "Her şeyi. En ince ayrıntısına kadar."

 

"Azıcık gururu varsa anlatamaz." Aniden nefrete bürünmüştü.

 

"Ne diyorsun Yekta?" Son günlerde zaten dengem yerinde değildi, bir de insanların tirpleriyle uğraşmak istemiyordum. Evet, Yekta'yı sevmiştim ancak şimdiki tavrına anlam veremiyordum. "Ne demek gururu varsa anlatmaz?"

 

"Öyle işte." Kafasını cama yasladı. Arabanın hızını arttırdığımda bir an kemerini takabileceğini düşünmüş, yanılmıştım.

 

"Yekta," dedim yumuşak bir sesle. "Yaşadıklarınız, özeliniz beni zerre ilgilendirmez." Yüzüne baktım. "Anlıyorsun, değil mi? Öğrenmek istediğim tek şey, neden bu denli yıkıldığın?"

 

"Vina, öğrenmen gerekirse zamanla öğrenirsin." Gülümsedi. Kesinlikle gerçekçi değildi. "Ama şu an değil. İnan, bunu kaldıramam."

 

"Şimdi öğrenmem gerekiyorsa?" Direksiyonu daha sıkı kavradım. "Onun daha fazla yara almasına izin vermeyeceğim, Yekta."

 

"Bir dakika bir dakika," dedi itiraz dolu bir sesle. "Ne yarası?"

 

"Öğrenmen gerekirse öğrenirsin, Yekta," dedim onu taklit ederek. Önümüzdeki arabanın yavaş gittiğini fark ettiğimde elimi kornaya bastırdım, uzun bir süre çekmedim. İçindeki adam ters ters bana baktığında sabır çeker gibi nefes alıp sol şeride geçtim.

 

"O neden yara alıyormuş?"

 

"Yekta!" Sabrımın tüm limitini harcamaya ant içmişti. "Nereden tanıyorsun?"

 

"Sanane!" diye bağırdı. "Her şeye karışmak zorunda mısın?" Kafamı salladım. İçinden bambaşka biri çıkmıştı sanki.

 

"Beynimi siktin!" Derin bir nefes verdim.

 

"Bak, Alvina. Seni ilgilendirmiyor." Kaşları havalandı. "Kurcalama."

 

"İlgilendirir!" diye cırlayan ben oldum.

 

"Seni ilgilendiren şey insanların hayatı mı?" Alayla gülümsedi. "Dönüp kendine bak. Bir adam seni tehdit ediyor, sen adama yardım ediyorsun. İş için bir araya gelseniz de ona zarar veriyorsun." Gözlerini yüzüme dikti. "Ona kattığın güzel bir şey var mı, Vina? Hiç inkar etme. Bakışlarınız bile her şeyi açıklıyor."

 

Her ne kadar sinirle söylese de, sanki bana gerçeği yansıtmıştı.

 

Ne diye kalbimi kırmıştı ki dedikleri?

 

Duygularım saçmaladığını haykırıyordu.

 

Saçmalıyordu, değil mi?

 

O an istediğim tek şey, Yekta'nın söylediklerinin aslının olmamasıydı.

 

"Olayı A noktasından B noktasına çevirme." Her an patlayabilirdim. "Bilmediğin şeyler hakkında da konuşma."

 

"Sen de bilmediğin şeyleri kurcalama, haddin olmayan konuları öğrenmeyi çalışıp sınırı aşma." Gözlerimi devirdim, alayla ona baktım.

 

"Haddim ve sınırları kaale almadığımı anlaman gerekirdi." Gülimsedim. "Demem o ki, konuyu öğrenip gönlümce karışırım, yorum yaparım." Bu kadar diretmese ben de üstelemezdim. Ama Suay'ın hayatındaki tüm pürüzleri ortadan kaldırmışken bir yenisine izin vermeyecektim.

 

"Şu an saçmalıyorsun!"

 

"Tamam, Yekta." Arabayı benzin istasyonuna yakın bir yere çektim. "Biraz da Suay'a saçmalayacağım." Elim arabanın kapısına uzandığında sıkıca kolumu kavradı.

 

"Kes şunu! Hiçbir şey söylemeyeceksin!" Sinirliyken yüzündeki mimikler bile o kadar değişiyordu ki.

 

"Buna sen mi karar veriyorsun?" Kafasını salladı.

 

"Aynen, ben karar veriyorum!" Derin bir nefes aldı. "Alvina. Kalbini kırmak istemiyorum." Yüzüme baktı. "Sürüyorsan sür." Arabaya kısa bir bakış attım. "Sürmüyorsan..." Muhtemelen devamında gitmemi söyleyecekti. Bu yüzden ondan önce davrandım, kapıyı açıp arabadan indim. Sertçe kapattıktan sonra seri adımlarla istasyona ilerledim. "Alvina!"

 

Peşimden koştuğunu görmemle arkamı döndüm. "Gelme!"

 

"Ne yapacaksın burada?" dediğinde umursamazca omuz silktim. Sesi hâlâ sertti. "Vina. Seni burada bıraktığımı Oflaz duyarsa..."

 

"Ne yapacağı umrumda bile değil, Yekta." Yürümeye devam ettim. "Arabana bin ve git. Mümkünse çok uzun bir süre de karşıma çıkma." Kafasını iki yana sallarken dudaklarından bir küfür döküldü.

 

Cebimden çıkardığım telefonla taksi çağırdım, istasyonun duvarındaki minik çıkıntıya kalçamı yerleştirdim. Yekta hâlâ buradaydı, hiddetle telefonla konuşuyordu. Onunla daha fazla uğraşmamak adına önüme odaklanıyordum.

 

Hava buz gibiydi. Aralık ayının ortalarındaydık. Üşüdüğümü iliklerime kadar hissediyordum.

 

Taksiden gelen korna sesiyle hafifçe irkilirken gelen araca baktım. Arka koltuğun kapısını açıp yerleştikten sonra orta yaşlardaki adama gideceğim yerin adresini söyledim. Pera ile kaldığımız evdi.

 

"Siz, Alvina Ladin değil misiniz hanım efendi?" Gözlerimi kısıp adama baktım. Tanımıyordum.

 

"Evet." Araba ticari amaçla kullanılmasına rağmen konforluydu.

 

"Anladım." Sesi bir anda durgunlaşmıştı. Sanki yüzüne de korku yerleşmişti.

 

"Neyi anladınız?" Ona doğru yaklaştım. "Ne uydurdunuz, ne kurdunuz kafanızda?" Yutkundu.

 

"Amcanıza işkenceler çektirdiğiniz hakkında söylemler var," derken sesi ikilemde kalmışlığı yansıtıyordu. Yüzünü buruşturdu. "Affedersiniz. Patavatsız bir diyalog oldu."

 

Rahat bir tavırla arkama yaslandım.

 

"Diyelim ki öyle, amcamı saklıyorum falan." Gülümsedim. "Ne yapabilirsin? Onu kurtarmayı mı deneyeceksin mesela? Ya da beni tehdit etmeyi falan?" Tekrar yutkundu. Boğazında dolanmış olan kravatı çekiştirdi, derin bir nefes aldı.

 

"Hayır. Gerçekten çok özür dilerim."

 

"Dikkat et taksici," dedim göz kırpıp. Eğlenmemin zararı olmazdı. "Sorun yüzünden seni de bağlarım." Kesinlikle deli gibi tırsıyordu. Bu beden diline de yansımış olacak ki bir an direksiyon hakimiyetini kaybetti. Hızlıca sağ şeride geçtiğimizde birçok araçtan korna sesi yükseldi. "Hop! Şakaydı!"

 

"Pardon."

 

Hiçbir şey söylemeden sadece boş boş yüzüne baktım. Evin önünde durduğumuzda ücreti ödeyip taksiden indim, acelesiz adımlarla eve ilerledim.

 

Kutay'a eve geldiğime dair kısa bir mesaj attıktan sonra kapıyı çaldım, açılmasını bekledim. Çok geçmeden açıldığında Pera'yı gördüm. Arkasından Hector da geldi.

 

Gülümseyerek içeri girdiğimde aniden duraksadım. Pera'nın yüzünden düşen bin parçaydı. Salonda oturan Polat tüm dikkatimi üstüne çekebilmişti. Heybetli vücuduyla tam karşımda duruyordu. Sorgular gibi Pera'ya baktığımda kaşlarını havalandırdı. O da bilmiyordu.

 

"Polat," dedim gergin bir ses tonuyla. Normalde yanıma gelmezdi, gelecek olsa da haber verirdi. "Bir şey mi oldu?"

 

"Otursana." İyiden iyiye gerildiğimi anlayarak karşısındaki koltuğa oturdum. Hector ve Pera da yanıma geldi. "Ben.. Nasıl söyleyebileceğimi bilmiyorum."

 

"Neyi?" dedim yüreğim adeta ağzımda atarken. "Mezarı mı buldun?" diye sordum tüm umut duygumu barındıran sesimle.

 

"Maalesef," dediğinde yine içimdeki minik kız çocuğu ağlamaya başladı. "Ama..."

 

"Ama?" Hector gerildiğimi hissetmiş olmalı ki, başını karnıma yasladı. Elim tüylerini bulduğunda mırıltılarını işittim. "Söylesene Polat abi!" Aramızdaki yaş farkından dolayı belki de hep abi demeliydim.

 

"Bak, Alvina." Gözlerini kaçırdı. "Biliyorsun, senden hiçbir şey saklamak istemiyorum; saklamam da. Ancak üzülmeni de istemiyorum." Yüzüme baktı. "Sen benim küçük kardeşimsin, kalbini kıran her şeyden seni uzak tutmak istiyorum; çabalıyorum ve sen de farkındasın."

 

"Biliyorum," dedim emince. "Polat abi.. Ne olduğunu söyler misin?"

 

"Hani, hep söylüyordun ya... Keşke bir kardeşim olsa diye." Onaylayarak kafamı salladım. "Bana bakıp imrenirdin, kardeşim ve ablam var diye. Belki bilmediğimi düşünürdün ama bilirdim, Suay'ı da kıskanırdın. Çünkü senin bir kardeşin yoktu." Derin bir nefes aldı. "Aileye inanıyordun sen, Alvina. Her şeye ve herkese rağmen."

 

"Bu konuyu nereye bağlayacaksın?" Başımı koltuğun kenarına yasladım, kısık gözlerle onu dinledim.

 

"Bilmem," dedi açıkca. "Çok düşündüm, Alvina. Çok. Günlerce, haftalarca. Ama bulamıyorum. Nasıl söyleyenileceğimi." Omuz silkti. "Belki de korkuyorum dönüşeceğin kişiden."

 

"30 gün ömrün kaldı da de, tam olsun." Kollarımı rahat bir tavırla önümde bağladım. "Ne yıkabilmiş ki beni, söyleyeceğin yıksın?" Alayla karışık tavrıma gülümsedi.

 

"Sana bir fotoğraf göstereceğim." Telefonunu açacağını düşünsem de ceketinin iç cebini açtı, içinden bir zarf çıkardı. "Alsana." Elimi çekinmeden uzattım, zarfı aldım. Pera içindekini biliyormuş gibi yanıma yaklaşıp elini koluma yerleştirdi. Sorgulayarak ona baktığımda başını saçlarıma gömdü, yarım sarılmış oldu. "Aç, Alvina."

 

Derin bir nefes verip zarfı açtım.

 

İçinden çıkan şeyin beni üzeceğini düşünsem de sanırım yanılmıştım.

 

Birkaç fotoğraf fardı, en üsttekine bakıyordum.

 

Burukça gülümsedim.

 

Annem, babam ve ben çiftlik evinde, en sevdiğim atın yanında çekilmiştik. 3 yaşında olmalıydım.

 

"Bu yüzden mi geldin, Polat?" Elimi annemin saçlarında gezdirdim. "Ne var ki bunda?"

 

"Ağacın yanına bak." Baktım.

 

9'lu yaşlarında bir erkek çocuğu, elindeki eskimiş tavşanıyla bize bakıyordu. Benim yeni, tütü elbisemin aksine kıyafetleri yırtılmıştı.

 

"Ee?" dedim anlatmaya çalıştığını çözemeyerek.

 

"Yüzünü incele."

 

Koyu kahve saçları, yemyeşil gözleri vardı. Gördüğüm en yeşil gözdü. Benimkinden bile güzellerdi.

 

Şimdi ne yapmamı istediğini söylemesi için Polat'a döndüm.

 

"Diğerlerine de bak."

 

Dediğini yaptım. 2. fotoğrafa geçtim.

 

Annemin kucağındayım, yaş 4. Üstümdeki pembe tulumum, altımda süslü babetlerim. Saçlarım özenle taranmış, renkli kurdeleler ile süslenmiş.

 

Fotoğrafı incelediğimde fark ettiğim detay ile kaşlarımı çattım. İlk fotoğrafdaki çocuk, yine karenin bir köşesindeydi.

 

Bu kez eski bir eşofmanı, mutsuz bir suratı, dağınık saçları vardı.

 

Tanımasam da üzüldüm.

 

Çocukların hepsinin eşit büyümesini istiyordum.

 

3. fotoğrafa geçtim.

 

Elimde kırmızı horoz şekeri, yaş 6. Gülümsüyorum, önümdeki doğum günü pastasına bakıyorum.

 

"İyi ki doğdun annecim." Gülümsedi, Alvina.

 

"Hep ol çiçeğim." Babasına da gülümsedi.

 

"Hadi ama! Mum üfleyecek prenses." Elinden annesinin arkadaşı tutuyor, çekiştiriyor.

 

Gözlerine kapanan ellere karşın kaşları çatılıyor. Sürprizleri seviyor ama korkuyor.

 

3'e kadar sayıyor tüm sevdikleri.

 

0'ı duymak mutlu ediyor minik Alvina'yı.

 

Gözlerini açtığında şen şakrak bir kahkaha atıyor. Pastası tam, hep istediği gibi.

 

Sarı bir uğur böceği. Üstünde de pembe mumlar.

 

Biliyor uğur böceklerinin kırmızı olduğunu. Ama sarıyı seviyor.

 

Annesi biriciğini üzmüyor ve uğur böceği sarı oluyor.

 

Diğer pastaya bakıyor Alvina. Düz, süslemesi olmayan klasik bir pasta.

 

Gülümsüyor babası. Kızının kalbinin merhametine hayran.

 

Pastanın çiftlikdeki çocuklara dağıtılmasını istiyor Alvina. Bunu duyan 13 çocuk sıraya giriyor. Biri hariç.

 

Koşarak yanına gidiyor, gözlerini kocaman açarak yüzüne bakıyor.

 

"Sen gelmiyor musun?" Çimlerde oturan, kaldıkları çiftliğin çalışanlarının çocuğu. Cevap alamadığında başka soruya geçiyor. "Pasta sevmez misin? Ben severim. Sen de sevmek istesene."

 

"Sevmiyorum! Kimseyi, hiçbir şeyi!" Gözünden akan yaşı silip haykırıyor. "Nefret ediyorum! Anladın mı? Pastaları sevmiyorum!"

 

Hızlıca annesi geliyor.

 

"Gel, annecim." Alvina'sını kucaklıyor. "Evine dön!" diye bağırıyor diğer çocuğa. Çocuk hırsla ve üzüntüyle koşarak gidiyor.

 

O gün gördüğüm çocuk, fotoğraftaydı. Ben mum üflüyordum, o da gülümsüyordu. Uzaktan izliyordu.

 

"Kim bu çocuk?" dedim huzursuzca. "Anlatmak istediğin şey ne, Polat abi?"

 

"O çocuk..." Gözlerini kaçırdı. "Senin abin." Alayla bir kahkaha attım.

 

"Ne diyorsun sen?"

 

"Abin."

 

"Sence abim olsa, annemin yanında olmaz mı? Polat, beni bu tarz şeyler için rahatsız etme." Yüzünü buruşturdu.

 

"Doğruyu söylüyorum, Vina. Annenin yazdığı mektuplarda da alttan bir anlam var.. Evet, kabullenmek istemezsin ama..."

 

"Ama?"

 

"Onu bulabilirim." İfadesi düştü. İnanmıyordum.

 

"Hayır," dedim net bir sesle. Kalbimin atmadığını, bedenimin titrediğini düşündüm.

 

"Alvina. Bir çırpıda yırtıp atma." Koluma dokundu. "Pişman olacağın hareketler yapma."

 

"Polat," dedim net bir ifadeyle. "Aile işlerime karışma."

 

"Sen istesen de istemesen de ben senin ailenin ortasındayım, Vina." Kafamı iki yana salladım.

 

"Amcamdan mı bahsediyorsun Polat?" Derin bir nefes aldı. "Bahsetme. O ailemden biri değil."

 

"Alvina. İster inan, ister inanma." Kolundaki saate baktı. "Ama senin bir abin var." Kafamı hiddetle iki yana salladım.

 

"Yok! Abim de yok, kardeşim de!"

 

"Var," dedi itiraz ederek. Sinirle güldüm.

 

"İstemiyorum! Varsa da istemiyorum!"

 

"Alvina," diye seslendi Pera usulca.

 

"Gerçeği inkar edemezsin, Vina." Polat'a düşman bakışlarımı sunarken karnımın ağrısı gün açığa çıktı.

 

Ayağa kalktım, diğerleri de ayaklandı. "Sakın," dedim boğazımı temizleyip. "Yalnız kalmak istiyorum." Aklım almıyordu. Gerçek olabilir miydi?

 

Her açıdan imkansızdı.

 

Bir kere annem ve babam, çocukları severdi. Kendi evlatları olsa uzaktan mu seyrettirirlerdi? Sevip okşamazlar mıydı?

 

"Alvina. O sana çok iyi gelecek. İzin ver, bulayım."

 

"Polat," diye ikaz ettim.

 

"Birbirinize ihtiyacınız olduğuna eminim!" Kafamı iki yana sallayıp kırgınca gülümsedim.

 

"Diyelim ki, o benim abim. Her hâlükârda benden haberi olmuyor mu?" Kafasını salladı. "Hadi ben bilmiyordum, o niye aramadı?" Kaşlarım havalandı. "Unut bunu Polat. Muhtemelen orada çalışanların çocuklarından." İnanmak istediğim buydu. Fakat zihnim ve ipuçları bunu delicesine reddediyordu.

 

"Aramadığını nereden biliyorsun?" Ayağa kalktı. "Alvina. Annenin emaneti mektuplar var." O an yanındaki kutuyu fark ettim. Kaşlarım iyiden iyiye çatılmıştı. "Sadece oku. Ne demek istediğimi anlayacaksın."

 

"Unut bunu, Polat." İnkâr etsem de kutuyu hassas bir cam gibi elime aldım, kalbimin ağrısını en derinlerde hissettim.

 

Arkamı dönüp evden çıkmayı istiyordum. Ancak çıkamazdım. Kutay gelecekti ve onun bu konuyu öğrenmesini istemiyordum.

 

Gergin bir nefes alıp Pera'ya döndüm.

 

"Bu saçmalıktan Kutay'ın haberi olmasın." Cevabını beklemeden elimdeki kutuyla yukarıdaki odama çıktım. İşittiğim adım sesleri Pera'ya aitti. Bozuntuya vermeden eski kutuyu açtım, içindeki 3 zarf ile karşılaştım.

 

"Pera," dedim ne yapacağımı bilemiyormuş gibi. Ağır adımlarla yanıma geldi, elini dizime yerleştirip sıktı. "Ben..."

 

"Bebeğim," dedi sıcak bir sesle. "Şimdi okumak zorunda değilsin." Gülümsedi. "İçindekiler seni korkutuyor. Çünkü gerçeklik payı var."

 

"Pera." Susması adına konuşmuştum ancak susmadı.

 

"Alvina. Ben senin söylediğin her cümleyi hatırlıyorum." Dudaklarını yaladı. "Anlatmıştın. Birkaç şey duyduğunu ancak hayal olup olmadığını bilmediğini söylemiştin."

 

"Rüyaydı o." Kafasını iki yana salladı.

 

"Değildi. 9 yaşında bir çocuk gerçeği ve rüyayı ayırt edebilir." Yutkundum. "Annen ve amcan konuşurken duymuştun." Yüreğimde kan ağlayan yarayla gelen göz yaşlarımı göndermek adına yere baktım, beyaz halıyı izledim. "Abin var, diyemem. Ama bu yüksek bir ihtimal... Bunu sen de biliyorsun ve bu yüzden korkup büyük tepkiler veriyorsun."

 

"Belki," dedim boğazımı temizleyerek. "Belki abim vardır." Kaşlarımı kaldırdım. "Ama, Pera... Benim haberim olmadığı için ona ulaşamadım."

 

"Ya o haberinin olduğunu düşünüyorsa?"

 

"Ne?" Bir tutam saçı kulağının arkasına yerleştirdi.

 

"Yani, senin de bildiğini düşünüp seni aramaktan vaz geçtiyse?" Bu teori bile beni günlerce uyutmayabilirdi.

 

"İlgilenmiyorum." Umursamazca omuz silktim. "Öyle ya da böyle." Gözlerinin içine baktım. "Bu zamana kadar hayatımda değildi, şimdi katılmasının da gereği yok."

 

"Alvina."

 

"Efendim?"

 

"Sarılayım mı sana?" Aniden gülmemi sağlayıvermişti. Başımı onaylayarak salladığımda sıkıca belime sarıldı. "Ne olursa olsun, kararın olumlu olumsuz- faydalı faydasız... Hiç fark etmez. Her zaman yanındayım. Her koşulda." Saçımdan öptü. "Bunu unutma."

 

"Unutmam." Geri çekildim. "Pera," dedim kutuya bakarak. "Bunları saklar mısın?"

 

"Evet?" dedi sorgulayarak.

 

"Şu an hayatım zaten düzende değil. Bunları okuyup aklımı daha da meşgul etmek istemiyorum." Gülümsemeye çalıştım. "Belki bir gün beraber okuruz?"

 

"Ne zaman istersen," deyip ayağa kalktı, yanağımdan bir makas alıp kutuyu kollarının arasına yerleştirdi. "Ben aşağıdayım. Gelirsin." Kafamı salladım.

 

Bu olaya kafa patlatmak istemiyordum. En azından şimdilik. Aksi taktirde toplanamayacağımı biliyordum ve hayatımın akışı buna müsait değildi.

 

Hemen arkasından ayaklanarak aşağı indim, hâlâ evde olan Polat ile karşılaştım. İndiğimi görünce oturduğu koltuktan kalktı, yanıma adımladı.

 

Beklemeyeceğim bir hamle yapıp bana sarıldığında kısa bir an duraksadım. Eli sırtımı sıvazlarken başıma bir öpücük kondurdu. Sarılışına karşılık verdim.

 

Bu kadar sürerdi sinirim. Kişiden kişiye değişse dahi haksız olduğumda konuyu uzatmamayı tercih ediyordum.

 

Ani parlamalar, ruh hâline bağlı ağır sözler... Sonrasında yumuşayan kalp.

 

"Ne yapıyorsam senin için, Vina." Geri çekildi. Gülümsedi. Gözlerinde beliren umut yeşertisi ne de hoştu. "Aydan ile konuşacağım."

 

"Ben o konuyu tamamen unuttum," dedim kaşlarım havalanırken. "Bol şans." Hayatım öyle karışık olmuştu ki, su içmeyi bile unutabilirdim.

 

"Sana da." Burnumun ucunu sıktırdı, ben tepki bile veremeden evden çıktı.

 

"Alvina," diye seslendi Pera. Mutfağa yaklaştım, ne olduğunu sorgulayarak yüzüne baktım. "Telefonuna mesaj geldi." Elindeki maden suyunu bana uzattığında geri çevirmedim, salondaki telefonumu da elime aldım.

 

Almamla beraber çalmaya da başlamıştı. Arayan Oflaz'dı.

 

"Efendim?" dedim telefonu kulağıma yaslayıp koltuğa otururken.

 

"Ne yapıyorsun?"

 

"Hiçbir şey," diye yanıt verdim açıkça. "Bir şey mi oldu?"

 

"Sevgilimi aramam için bir şey olması mı lazım?" Şok üstüne şok yaşamasam olmaz mıydı?

 

"Ne," gibi bir nida döküldü dudaklarımdan.

 

"Mesajımı görmeyince merak ettim, arayayım dedim." Derin bir nefes aldı. "Akşam yemeğe geliyorsun değil mi?" Yerimde doğruldum. "Dian ve birkaç arkadaşım bizde. Seninle tanışmak istiyorlar." Şimdi anlamıştım değişik tavırlarını.

 

"Noldu canım, bir tarafın mı tutuştu?" Güldüm, kahkaham Pera'yı da salona getitirtti.

 

"Bir tarafımı bilmem de," dediğinde iç çekti. "Kalbim."

 

"Ne kalbin?" diye sordum.

 

"Bilmem. Kalbim işte."

 

"Her neyse," dedim konuyu dağıtmak maksadıyla. "Nerede yiyeceğiz yemeği?"

 

"Birazdan seni almaya geleceğim."

 

"Nasıl bir mekan olacak? Ne giyineyim?" Kısa bir an düşündü.

 

"Benim evimde." Derin bir nefes aldı. "İstediğini giyebilirsin." Duraksadı. "Hava çok soğuk." Bu niyeydi?

 

"Pekâlâ."

 

"Görüşürüz, Alvina."

 

"Görüşelim, Oflaz." Ekledim: "Öptüm."

 

Dilimi eşek arısı soksaydı hiç şikayet etmezdim... Pera ile olan konuşmalarımızda o kadar alışmıştım ki...

 

"Sayılmaz."

 

"Hı?" Keyifle güldü. "Alışkanlık olmuş, yanlışlıkla söylüyorum bazen."

 

"Kimlere?" dedi aniden değişen sesiyle.

 

"Bilmem ki," dedim safa yatarak. "Sağım solum belli olamayabiliyor."

 

"Alvina." Keyfi bir anda kaçmıştı. "Ben göstereceğim sağını, solunu." Derin bir nefes aldı. "Başkasıymış ulan! Ben geniş bir adam değilim!" Yutkundum, söyleyecek bir şey bulamayınca da telefonu yüzüne kapattım.

 

"Aferin, Vina. Ne de güzel rezil oldun." Kaşlarımı çatarak ona baktığımda sustu.

 

Telefonum çok geçmeden yeniden çaldığında yüzümü buruşturdum. Oğuz beni niye arıyordu?

 

"Heh, yenge," dedi açtığımda. "Naber ya?"

 

"Ne oldu Oğuz?"

 

"Şey. Pera yanında mı?" Heyecanlı sesine sakince yanıt verdim.

 

"He, yanımda."

 

"Heee, tamam." Telefonu kapattığında tavrına karşın güldüm, yeniden aradım.

 

"Nolmuş?" dedi Pera. Umursamazca omuz silktiğimde yanıma yerleşti.

 

"Ne oldu yenge?"

 

"Lan salak. Sen aradın ya." Duraksadı.

 

"Evet."

 

"Ee ne evet? Ne diyeceksin?"

 

"Pera'da yemeğe gelsin mi?" İlgisi olduğunu anlamıştım ancak bu denli tanışmak istemesi... Bilmiyordum. "Ama benim çağırdığımı söyleme." Derin bir nefes verdim.

 

"Pera, Oğuz seni de yemeğe çağırıyor." İki tarafta da ölüm sessizliği olduğunda boğazımı temizledim.

 

"Lan! Söyleme dedim iyi ki!"

 

"Ne yemeği ya? Gelmem ben. Ne işim var?" Pera'ya yandan bir bakış attım.

 

"Oğuz, geliyor." Pera'nın gözleri kocaman açıldığında Oğuz rahatlamış gibi derin bir nefes verdi, çağrıyı sonlandırdı.

 

"Ya gelmiyorum."

 

"Beni yalnız mı bırakacaksın? Oflaz'ın arkadaşları falan gelecek."

 

"Of!" dedi gerçek bir sitemle. "Çocuğunu kreşe götüren anne gibi hissediyorum." Yüzümü buruşturdum, o da aynı tepkiyi verdi.

 

"Hadi kalk." Oflaya puflaya ayağa kalktı, ayaklarını yere vura vura merdivenleri çıktı. Onu taklit ederek bende çıktım, kendi odama geçip kıyafet seçmeye başladım. Kahverengi, dar bir elbiseyi elime geçirip hızlıca giydim. Yuvarlak, derin sayılmayacak bir sırt dekoltesi vardı. Diz kapağımın bir karış üstünde bitiyordu.

 

Saçlarımı ensemden özenli bir şekilde topladım, ucundaki minik bukleleri belirginleştirdim. Göz yormayacak hafif bir makyaj yaparken Hector içeri girdi, sürekli ayağımın altında dolaşarak işimi zorlaştırdı.

 

"Oğlum ya," dediğimde elimdeki parfümü zıplayarak almaya çalışıyordu. "Hey." Alamadığını anladığında üzgün bir mırıltı çıkardı, uslu bir şekilde oturup beni seyraldı. "Bu oyuncak değil." Beni anlıyormuş gibi kafasını eğdi, ardından resmen trip atarak bacağıma sürtünüp odadan çıktı. Arkasından kendi kendime gülerek ayakkabı seçmeye geçtim.

 

Siyah, diz kapağıma kadar uzanan çizmeleri giydiğimde aynanın karşısına geçtim. Şık değildi, spor da değildi.

 

Bulduğum ilk küpeleri ve minimal saati taktım, elbisemin az altında biten paltomu da alıp odadan çıktım.

 

"Vinaa," diye seslendi Pera. "Hadi." Merdivenlerden indiğimi görünce derin bir nefes verdi. "Seninki geldi. Uzun süredir kapıda bekliyor." Camdan aşağı baktım, oradaydı. Ona baktığımı hissetmiş gibi bana baktığında göz göze geldik, hafifçe gülümseyip başımla selam verdim. Aynı şekilde karşılık verdiğinde arkamı döndüm, kapıya ilerledim. "Vina."

 

"Efendim?" Üstündeki kıyafetlere baktım. Klasik bir kumaş pantolon ile kısa bir kazak giymişti. Saçları omuzlarındaydı.

 

"Çok durmayız değil mi?"

 

"Bilmem," dedim doğruyu söyleyerek. Memnuniyetsizce burun kıvırdığında dış kapıya ulaşmıştık.

 

"Ev yemeği için fazla şık değil misin?"

 

"Başka insanlar da olacak." Gözlerine baktım. "Pera, oradakilerin ilişkimizin sahte olduğundan haberi yok."

 

"Heee, o yüzden demek." Bir şey söyleyemeden arabaya varmıştık. Pera bir şey demeden arka koltuğa oturduğunda arabanın kaputuna yaslanan Oflaz'a baktım. Dudaklarındaki hafif tebessümle yüzümü inceledi, ben de gülümsedim.

 

"Çok mu beklettim?"

 

"Yok," dedi. "Yeni geldim zaten."

 

"Yeni?" dedim imayla. "Yarım saat önce yeni mi oluyor?" Bir şey söylemedi. "Beni arasaydın gelirdim."

 

"Acele etmeni istemedim."

 

"Eve çıksaydın." Kaşlarını kaldırdı.

 

"Evde tek değilsin. Müsait olmama ihtimaliniz var." Sırıttım.

 

"Tek olsam geleceksin yani." Yanından geçmeden önce ucu kızarmış burnuna parmak ucuma yükselip dokundum, kısa bir an afalladı. "Burnun düşecek soğuktan," diye sitem ettim yolcu koltuğunun kapısını açarken.

 

"Bir şey olmaz." İzin almadan ısıtıcıyı açtım. "Kemer," dedi ikaz dolu bir sesle. Tekrar söylememesi adına kemerimi taktım. Aynadan Pera'nın ima dolu bakışlarını gördüğümde gözlerimi kaçırdım, alayla güldü. Oflaz hiç garipsemediğinde saçma yolculuğumuza devam ettik.

 

"Kim var evinde?"

 

"Dian, Uraz, Erçil." Kısa bir an düşündü. "Oğuz," dedi. "Bir de Yekta." Yekta'yı duyduğum an geri dönmek istedim, söyledikleri aklıma geliyordu.

 

"Oflaz?"

 

"Söyle."

 

"Suay diye birisini tanıyor muydun?" Yüzüme döndü, ardından yola odaklandı.

 

"Tanıyordum." Sorgulayan sesine karşıt bir soru daha yönelttim.

 

"Yekta ile bağlantısı neydi?" Pera ne yapmaya çalıştığımı anlamak ister gibi baktığında göz kırptım.

 

"Neden ona sormuyorsun?"

 

"Sordum ki," dedim suçlu bir çocuk gibi. "Cevap vermedi."

 

"Zamanı geldiğinde o sana anlatır." Bacak bacak üstüne attım, kısa bir an açıkta kalan mesafeye odaklandı. "Hem, konusu nereden açıldı?" Cevap vermedim, Polat'ın da söylediklerinin verdiği yorgunlukla başımı cama yasladım. "Alvina."

 

"Hım?"

 

"Neyin var?"

 

"Karnım ağrıyor," dedim yalana başvurmak istemeyerek.

 

"Başka?" dedi üstelemek adına.

 

"Yalan söylememi mi istersin, susmanı mı?" Hiçbir cevap vermedi. Kalan sürede ise kimse konuşmamıştı.

 

Araç evin önünde durduğunda indik, ortalarında ben olmak üzere yan yana ilerledik.

 

"Bu konu kapanmadı, Alvina." Fısıldayarak kulağıma eğildiğinde yutkundum. "Konuşacağız."

 

"Konuşalım," diye yuvarladım ağzımın içinde.

 

Kapıyı çaldığımızda hiç beklemedik, direkt açıldı. Oğuz, üstündeki şık gömlek ve pantolonla o kadar eğreti duruyordu ki...

 

"Selam yenge ya." Ona tuhaf bir bakış atıp içeri geçtim.

 

"Selam Oğuz ya."

 

"Naber yenge ya?" Benimle konuşarak ilerlediğinde güldüm.

 

"İyi Oğuz, senden naber ya?" Daha önce gitmediğim bir kapıya yöneldi.

 

"İyi ben de ya."

 

"Vina," dedi Pera küçük adımlarla yanıma gelirken. "Arkadaşız diyeceğiz, değil mi?" Kafamı sallayarak onu onayladım. "Vina. Neyi bekliyoruz?" Ve o an, kapalı kapnın ağzında boş boş durduğumuzu fark ettim. Oğuz kafasını iki yana sallayıp kapıyı açtı, içeri girdi. Pera da hemen arkasından girdi.

 

İçeride büyük bir masa vardı, muhtelemelen yemek odasıydı. Açık servisler, türlü çeşit mezelerle iştah açıcıydı.

 

Gözlerim dolu sandalyelere kaydığında gülümseyerek bakan Dian'ı, yüzünden bin parça düşen sarışın kadını gördüm. Erçil o olmalıydı. Başımla küçük bir selam verdiğimde yalnızca Dian'dan karşılık alabilmiştim.

 

Oflaz eliyle hafifçe elimi dürttüğünde yürüdüm, masadaki boş yerleden birine oturdum. Oflaz bir şey söylemeden yanıma oturdu, yanımda olduğu yetmiyormuş gibi sandalyesini çekerek iyice dibime yanaştı. Pera diğer yanıma oturdu, Oğuz da onun sağına yerleşti.

 

Yekta ve ismini az önce öğrendiğim Uraz da içeri girdiler. Yekta tam karşıma oturduğunda ona düşmanca bir bakış attım, aynı şekilde karşılık verdi. Uraz da Pera'nın tam karşısına oturdu, Oflaz'ın karşısına Dian oturmuştu.

 

"Selam," dedi Uraz elini bana uzatarak. Elini sevecen bir tavırla sıktım. Simsiyah gözleri, siyah saçları vardı. "Uraz ben."

 

"Vina," dedim ve elimi çektim. "Sen de Erçil olmalısın," diyerek sarışına döndüm. Kafasını salladı. Hiçbir şey söylemiyordu.

 

"Siz?" diyerek Pera'ya konuştu Uraz. "Yengemin arkadaşı mısınız?"

 

"Evet," dedi sıcak sayılmayacak bir tonla. "Pera, ben."

 

"Memnun oldum." Çapkınca göz kırptığında Oğuz sertçe boğazını temizledi.

 

"Ee nasılsın Vina?" Usulca Dian'a döndüm.

 

"İyiyim, sen nasılsın Dian?" Oflaz yüzüme uzun uzun baktı, ardından önümdeki büyük tabağı aldı. Ben ne yapacağını anlamamışken o kendi kafasına göre tabağımı dolduruyordu.

 

"İyiyim, hayat devam ediyor." Saçını geriye itekledi. "Bacağındaki dikişleri aldırdın, değil mi?"

 

"Evet."

 

"Bir doktor kontrol etti değil mi? Enfeksiyon gibisinden bir şey olmasın."

 

"Elbette," dedim Pera'ya kaçamak bir bakış atarak. O ile halletmiştik, doktora gitmeme de gerek kalmamıştı.

 

Oflaz önüme dopdolu tabağı koyduğunda kaşlarımı çattım.

 

"Bebeğim ben bu kadar şeyi nasıl yiyeceğim?" Yüz ifadesi bir anda donuklaştığında dudaklarıma odaklandı. Kullandığım kelimeye şaşırmıştı. Daha fazla ona bakmamaya karar verdiğimde tabağımdaki etten bir parça aldım.

 

"Ben göstereceğim sana bebeği," derken fısıldamıştı.

 

Şans eseri Yekta ile göz göze geldiğimizde ikimiz de teması sürdürdük. Oflaz'ın eli belime uyarıyla dokunduğunda irkildim ancak belli etmeden Yekta'ya baktım.

 

"Ne oldu ya?" dedi Pera. Sesi kısık değildi, diğerlerinin duymasını önemsemiyordu. "Ne bakıyorsunuz yan donvay gibi birbirinize?" Bir an kendimi tutamayıp güldüğümde etrafta sessizlik oluştu. Yüzümü ekşitip yemeğime odaklandım, cidden acıkmıştım.

 

"Ee Vina. Var mı kardeşin falan?" Kaşlarım havalanırken Erçil'e döndüm. "Yanlış anlama. Merak ettiğimden." Hâlbuki tüm medya bilirdi, Ladin soyadını sürdürebilecek tek kişi olduğumu.

 

"Yok," dedim rahat bir tavırla.

 

"Anladım," dedi yüzümü incelerken.

 

Oflaz'ın eli belimde oyalanıyorken yemeğe odaklanmak oldukça zordu. İçimin titrediğini hissediyordum ve sanki parmaklarının baskısı sürekli artıyordu.

 

"Siz," dedi Uraz bariz bir merakla. "Nereden tanışıyorsunuz?" Çok kısa bir an duraksadım, ardından sözü devraldım.

 

"Oflaz hiç bahsetmedi mi?" Ona kaçamak bir bakış attığımda kaşları havalandı.

 

"Yooo, pek konuşmaz böyle şeyleri."

 

"Doğru," dedim pot kırmamayı umarak. "Benim çok sevdiğim bir bar var." Herkes bir anda beni dinlemeye başlamıştı. Rahat bir tavırla bir parça et aldım, usulca çiğnedim. Etin çoğu hâlini seviyordum. "Çok kuytu köşede, gelse gelse 7 kişi geliyordur." Olga'nın barıydı.

 

"Nerede bu bar?" diye sordu Dian.

 

"Rusya'da." Yanıt Oflaz'dan geldiğinde onayalayarak başımı salladım.

 

"Ee, sonra ne oldu?"

 

"Çok geç bir saatte gitmiştim, şans eseri Oflaz da oradaydı." Buraya kadar yalan yoktu. Bir parça da patates aldım.

 

"Hmm?" gibi bir mırıltı çıkarı Uraz. Devam etmemi bekliyorlardı.

 

"Barın sahibi benimle konuşuyordu, ama o kadar uzun süre konuştuk ki... 4 şişe şarabı bitirmiştik." Yardım dilenir gibi Oflaz'a baktığımda keyifle gülümsedi. Masanın altından çizmemle ayakkabısına bastırdığımda, belimdeki eli baskısını arttırdı. Parmağı oyuntuda gezinirken yutkundum. "Oflaz garson çağırdı," dedim bir anda. "Garson ya da bir personel yoktu, dediğim gibi çok geleni gideni yoktur; bilinmez."

 

"Şu barı merak ettim, adresini verebilir misin bana?" Erçil'e kısa bir an baktım, başımı salladım.

 

"Sonra Alvina bir anda ayağa kalktı," dedi Oflaz sözü devralarak. Yandan bakışlarla onu dinlerken tabağımdakileri yemeye devam ediyordum. "Tuttu kolumdan içkilerin olduğu dolaba yaklaştırdı."

 

"Lafımın bölünmesinden hoşlanmıyorum," dedim hafif bir gülümsemeyle. "Yavaştan sarhoş da olmaya başlıyorum, kafa bi' milyon." Masadakilerin gözlerine baktım. "Orada öyle bir tanıştık, sonra birkaç yerde daha karşılaştık."

 

"Film sahnesi gibi," diye mırıldandı Dian. Samimi bir şekilde ona gülümsedim.

 

"Pera?" dedi Uraz. Konuşmayı çok mu seviyordu?

 

"Efendim?" Sorgular bakışları üzerindeydi.

 

"Sen neler yapıyorsun?"

 

"Normal bir şekilde yaşıyorum. Yaptığım olağan üstü hiçbir şey yok." Kısa yanıtı gülme isteğimi uyandırmıştı. Normalde o kadar çok konuşurdu ki.

 

"Ne iş yapıyorsun?" İlgi dolu sözleriyle Oğuz iyiden iyiye ona kilitlenmişti.

 

"Hemşireydim."

 

"Şimdi değil misin?" Bu soru Erçil'den gelmişti.

 

"Değilim," dediğinde bana yalvaran bakışlarla bakıyordu. Tanımadıklarıya konuşmak ona göre işkenceydi.

 

"Erkek arkadaşın var mı?" Aniden sorduğu soruyla büyük bir sessizlik oluşmuştu. Ona ters ters baktığımda Oğuz'un da aynı şekilde baktığını gördüm.

 

"Seni ilgilendirir mi?" dedi tek kaşını kaldırarak. Oğuz gülümsedi, gözleri kısıldı. Hatta bir an kahkaha atacağını düşündüm.

 

"Ah, sadece tanışmak istemiştim."

 

"Mümkünse isteme." Erçil tuhaf tuhaf bakmaya başladığında Pera omuz silkti. "Yanlış anlama ama pek insan sevmem."

 

"İyi anlaşabiliriz," dedi gülümseyerek.

 

"Sanmıyorum."

 

"Hadi ama, en büyük aşklar tartışmayla başlar," dedi Erçil patavatsızca.

 

"Var," diye bir yalan attı Pera. "Var sevgilim. Evet, evet. Çok seviyorum."

 

"Var mı?" diye sordu Oğuz şaşkınca.

 

"Kimmiş o şanslı adam?" Aniden sesini yükseltti ve Oğuz'un elini tutup havaya kaldırdı.

 

"Oğuz." Masadaki atmosfer anında değişirken kısa bir an Yekta ile göz göze geldik. İkimizde kahkaha atmamak için zor duruyorduk ancak tartışmamız aklıma gelince somurttum. "Sevgilim, Oğuz."

 

"Anladım," dedi Uraz durgunca. Muhtemelen çok samimi değillerdi.

 

Eğilip Oğuz'a baktığımda hipnoz olmuş gibi Pera'ya baktığını gördüm. Öyle komikti ki...

 

Tabağımdaki kalan yemekleri bitiremeyeceğimi ve masada faha fazla kalırsam güleceğimi varsayarak ayağa kalktım, tabağımı elime aldım.

 

Mutfağa ulaştığımda tabağı tezgaha bıraktım, elimi ağzıma bastırıp kendi kendime güldüm.

 

"Gülüşünü duymama izin versen, ha?" Yerimde sıçradığımda elini yanağıma yerleştirdi. "Korkuttum mu, bebeğim?" Nutkum tutulmuş gibi gözlerine odaklanıp kafamı salladım.

 

"İçeri geçelim." Başımı salladım. "Bizi beklerler."

 

"Siktir et," dedi umursamazca. Kaşlarım havalandığında kafamı iki yana salladım.

 

"Çekilsene," elimi sırtına yerleştirip hafif bir baskı uyguladım.

 

"Ah!" diye feryat ettiğinde duraksadım.

 

"Ne oldu?" Yüzünü buruşturdu. "Ne oldu?" diye yineledim.

 

"Yara var ya sırtımda." Aynı şekilde ben de yüzümü buruşturdum.

 

"Kapandı ya o yara." Omuz silkti.

 

"Kapanmadı ki." Kaşlarımı çattım. "Bir pansuman daha istiyorum."

 

"Hmm?" dedim dudaklarına odaklanarak.

 

"Hıhım."

 

"Oflaz! Salona geçiyoruz." İçeriden gelen sesle gözlerim kocaman açıldı. Bu kez elimle karnından iteklediğimde hafifçe kenarı çekildi. Bu benim uyguladığım kuvvet ile değil, kendi isteğiyle olmuştu.

 

"Bak. Demiştim sana."

 

"Kasmasana kendini." Kolunu omzuma atıp beni kendisine çektiğinde başım göğsüne tosladı.

 

"Bu da neyin nesi?"

 

"Sevgilim değil misin?"

 

"Öyle miyim?" dedim yürümeye başlarken.

 

"Öyle olmalısın." Kendinden emin sesiyle konuşmuştu.

 

Onun 1 adımı benim 2 adımıma tekabül ettiği için resmen tempoyla yürüyordum.

 

"Ay. Düşeceğim ha şimdi!" Duraksadı.

 

"Giyersen topukluyu, düşersin."

 

"Ne yani, tutmaz mısın?" Şu an hareket etmiyorduk.

 

"Alvina-," lafını kestim.

 

"Hayır, tutmayacaksan haberim olsun da; tutacak bir adam aramaya başlayım." Kaskatı kesildiğinde zaferle gülümsedim.

 

"Tutarım." Bu kez daha hızlı yürümeye başladı. "Sikerler. Başkasını bulacakmış." Kendi kendine konuşurken kıkırdadım. Sinirlenmesi ne de hoştu.

 

Salona girdiğimde bakışlar üzerimize yöneldi, ben de hepsine dik dik baktım.

 

Oğuz hâlâ şok olmuş gibi arada Pera'ya bakıyordu. O ise utançtan yerin dibine girecekmiş gibi bana bakıyordu.

 

Karşılıklı büyük koltuklarda oturuyorlardı. Pera'nın yanına yerleştiğimde Oflaz da benim yanıma oturdu.

 

"Senin sahte sevgililiğe dönmez umarım," diye fısıldadı bana doğru. Kafamı rahat bir tavırla iki yana salladım.

 

"Rahat ol."

 

Bunu ona söylememe rağmen kendim rahat olamayacaktım. Oflaz elini omzuma atıp saçlarımla uğraştığında absürt durmamak adına başımı koluna yasladım.

 

"Sohbetinize de doyum olmuyor," diye hayıflandı Erçil. Kimse kaâle almadığında somurttu.

 

"Paltomu nereye asabilirim?" Fısıldayarak Oflaz'a söylediğimden sonra ayağa kalktı. Beklentiyle yüzüme baktığında yavaşça paltomu çıkardım, kollarına bıraktım. Evin içi fazla sıcak değildi, bu yüzden bunalmamıştım.

 

"Hanımcı işte," dedi Yekta ilk defa konuşarak. Oflaz ters bir bakış attığında bana döndü. "Ne yaptın adama?"

 

"Büyü," dedim gözlerimi açıp gülümseyerek. "Biraz da tehdit," göz kırptım. "Şantaj falan."

 

"Aşktandır ya o," dedi Uraz. "Baksanıza gözlerine. Birbirlerine değdiklerinde yıldız gibi parlıyorlar." Hafif bir tebessümle ona baktığımda genişçe gülümsedi.

 

"Al benden de o kadar," diye devam ettirdi Dian. "Uzun süredir ilk defa bu denli mutlu."

 

Oflaz yeniden içeri geldiğinde sessizlik oluştu, tekrar aynı yerine oturdu. Bacağı bacağıma dokunduğunda elini tuttum, parmaklarıyla oyalandım. Bacağının bile gerildiğini hissetmem kalbimi hoplatıyordu.

 

"Ee nişan ne zaman?" Gözlerim kocaman açıldığında Yekta'ya döndüm. Demek devam edecekti?

 

"Yakında," dedi Oflaz sözü devralarak.

 

Kısa bir an Pera ile bakıştık, gülmemek için zor duruyordu. Ciddi ortamlara gelemezdi.

 

"Kimden isteyeceğiz seni?" diye sordu Elçin. Duraksadım.

 

"İsteme mi?" dedi Pera iğrenir bir tonla. "Ne istemesi?"

 

"Kız isteniyor ya, tuzlu kahve falan..."

 

"Biliyorum, Elçin. Sadece gereği ne?" Haksız değildi. "Birbirlerini seviyorlarsa ve istiyorlarsa başkasının onayına niye ihtiyaç duysunlar?"

 

"Ha bir de zeki," diye düşünceyle mırıldandı Oğuz. Pera ters bir bakış attığında ciddiyete büründü.

 

"Gerçi isteyebileceğimiz bir annesi yok, vefat etmişti değil mi?" Kalbime saplanan hançerlere inat gülümsedim, başımı salladım. "Baban da mı öldü?" Alayla gülümsedi. "Ee abin ya da kardeşin de yok."

 

Şu an ölsem şikayetim olmazdı. En büyük zaafım ailemken oradan vurulmak, can acıtan bir şeydi.

 

"Erçil." Oflaz'ın bıçak gibi sesi ortama çığ gibi düşerken elindeki baskımı arttırdım. "Haddini aşma."

 

"Babam yaşıyor, Erçil. Annem vefat etti." Kaşlarımı kaldırdım. "Abim de yok, evet. Ama bu seni neden ilgilendirsin?"

 

"Alvina," diye fısıldadı Oflaz boynuma eğilerek.

 

"Önemi yok," dedim başı hâlâ boynumdayken.

 

Geri çekildiği kısa anda dudakları hafifçe boynuma temas etmişti. İçimi titreten dokusuyla yutkunma arzumu zorla bastırdım.

 

"Ay bi saniye!" dedi Dian coşkuyla. Seke seke odadan çıktı. Ortamdaki en büyük kişilerden biriydi ancak enerjisi benimle kapışabilirdi. Aynı coşkuyla içeri geldiğinde elinde bir gitar vardı. Tekli koltuklardan birine oturup bağdaş kurdu, gitarı bacaklarına yerleştirdi. "Sesi güzel olan var mı?"

 

Pera'nın bacağımı dürtmesiyle kafamı iki yana salladım.

 

"Hadi ama." Ellerini çırptı. "Sesinin harika olduğunu biliyorsun?"

 

"Cidden mi?" dedi Dian. Başını salladı Pera.

 

"Duyduğum en güzel ses." Elini koluma yerleştirdi. "Fazla şarkı söylemez. Yani işine gelirse nadiren."

 

"Pera," dedim ikaz dolu bir sesle.

 

"Hadi."

 

"Yenge ya." Hafifçe eğilip Oğuz'a baktım. "Söyle hadi."

 

"Pekâlâ," diye mırıldandım yerimde doğrularak. "Hangi şarkı?" Dian omuz silktiğinde diğerlerine döndüm. "Öneri? İstek?"

 

"Şey var ya!" dedi Uraz coşkuyla. Neşeli bir şarkı beklesem de o hüzünü seçmişti. "Sena Şener- Bak Bana."

 

"Enerjik bir şeyler olsa?" dedi Yekta itiraz ederek.

 

"Ne mesela?" Dian'a döndü.

 

"Sertab Erener- Olsun?"

 

"Dinime laf eden de müslüman olsa," diye söylendi Uraz.

 

"Sezen Aksu- Unuttun mu beni?" Pera'ya bakıp yutkundum. "Bunu söyle güzelim." Yanıma yaklaşıp eğildi. "Bu şarkı sana iyi geliyor." Onu sadece ben duyuyordum. "Kendini iyi hissediyorsan ve ağlamayacaksan, söyle..."

 

"Çalabilir misin Dian?" dedim boğazımı temizleyerek. Hevesle başını salladı.

 

Çalmaya başladığında dudaklarımı araladım.

 

Unuttun mu beni?

Her şeyimi

Sildin mi bütün

İzlerimi

 

Hiç düşmedim mi aklına?

Hiç çalmadı mı o şarkı?

O sahil, o ev, o ada

O kırlangıç da mı küs bana?

 

Hiç düşmedim mi aklına?

Hiç çalmadı mı o şarkı?

O sahil, o ev, o ada

O kırlangıç da mı küs bana?

 

Elim kalbimdeydi, elim Oflaz'daydı.

 

Ben acı çekiyordum, geçmişim boğuluyordu.

 

Canım nasıl bu kadar yanabilirdi?

 

Sanırdım ki aşklar ancak

Filmlerde böyle

 

Ben hâlâ dolaşıyorum avare

Hani görsen, enikonu divane

Ne yaptıysam olmadı, ne çare

Unutamadım gitti

 

Ben hâlâ dolaşıyorum avare

Hani görsen, enikonu divane

Ne yaptıysam olmadı, ne çare

Unutamadım gitti

 

Şarkı dudaklarımdan öyle durgun, yorgun dökülüyordu ki...

 

Ey aşk, neredesin şimdi?

Sen de mi terk ettin beni?

Ne hata ettiysem affet

Büyüklük sende kalsın, e mi?

 

Sen de olmazsan eğer

Batar artık bu gemi

 

Ben hâlâ dolaşıyorum avare

Hani görsen, enikonu divane

Ne yaptıysam olmadı, ne çare

Unutamadım gitti

 

Derin bir nefes aldım, derin bir 'ah' çekmiştim.

 

Tüm geçmişimle yüzleşiyordum.

 

6 yaşındaki kız bana gülümsüyordu, oradaydı; el sallıyordu.

 

Ben hâlâ dolaşıyorum avare

Hani görsen, enikonu divane

Ne yaptıysam olmadı, ne çare

Unutamadım gitti

 

Unuttun mu beni?

Her şeyimi

Sildin mi bütün

İzlerimi

 

Kapattığım gözlerimi aralamam ile büyük bir alkış sesi yükseldi. Gözümden damlayan yaşı sildim, titrek bir nefes aldım.

 

Ayağa kalkmak için hamlede bulunduğumda Oflaz'ın dizimdeki elini gördüm.

 

O an anladım, zangır zangır titrediklerini.

 

Bacaklarım bedenimi taşıyamayacak gibi hissettirse de hızlı adımlarla evin balkonuna yöneldim.

 

Pera peşimden gelmiyordu, tek kalmaya ihtiyacım olduğunu biliyordu.

 

Buğulu gözlerimle etrafa bakarken balkonun mermerine kalçamı yasladım. Hıçkıra hıçkıra ağlayacağımı hissettiğimde elimi ağzıma kapattım, derin nefesler aldım.

 

Bugün öğrendiklerim ağırdı, fazlasıyla. Kalbim artık işlevini yerine getirmek istemiyordu.

 

Balkonun kapısı usulca açıldığında elinde battaniyeyle gelen Oflaz'ı gördüm.

 

Hiçbir şey söylemedi, yanıma yaklaştı. Elindeki örtüyü omuzlarıma yerleştirdi, bedenimi güzelce sarmaladı.

 

Hemen yanımda durdu, omzu omzuma değince başımı yasladım. Sustu. Bana eşlik etti.

 

Çok uzun süre öylece bekledik. Ben sessiz göz yaşlarımı döktüm, o da sessizliğime eşlik etti.

 

"Babam bu şarkıyı anneme söylerdi," dedim içime dolan anlatma isteğiyle. "Çok severlerdi. Onların şarkısıydı." Burnumu çektim. "Yanımda bu şarkıyla dans ederlerdi biliyor musun? Sarılırlardı."

 

"Ne güzel," dedi bariz bir hayranlıkla. "En azından birbirlerini seviyorlarmış."

 

"Bugün bir şey öğrendim."

 

"Nedir o?" Gözlerimi yumdum.

 

"Abin var, dediler. İnanmadım. Nasıl inanayım?" dedim sesim titreye titreye.

 

"Alvina."

 

"Olsa bilirdim. Değil mi?" Sessiz kaldı. "Bir şey söyle... Kafayı yemek üzereyim."

 

"Alvina." Sinirle güldüm.

 

"Ben bilmiyordum. Evet, bir ihtimaldi ama kesin değildi." Başımı salladım. "O biliyordu."

 

"Belki bilmiyordur?"

 

"Biliyordu," dedim inatla. "Kahretsin! İstemiyorum. Abi de istemiyorum! Babamı da istemiyorum!" Kollarını sıkıca bedenime doladığında sarsılıyordum.

 

Her şeyi içime atıyordum, bir gün patlayacağım belliydi.

 

"Annemi istiyorum!" diye bağırdım. "Lütfen... Sadece annemi istiyorum," dedim güçsüzce. "Mezarı bile yok ki. Bulamıyorum ben."

 

"Bak bana," dedi yüzümü avcunun içine hapsederek. "Söz veriyorum. Söz veriyorum, beraber bulacağız." Başını salladı. "Ama ağlama." Yutkundum. "Kalbim acıyor," diye fısıldadı. "Sen ağlayınca."

 

"Acımasın," dedim gözümden akan yaşı silerken. "Bir de ona üzülemem." Güldü, kaşlarımı çattım. "Ciddiyim ben." Derin bir nefes aldım. "Kalbin acımasın, canın yanmasın, Oflaz. Sen bunu hak etmiyorsun."

 

"Alvina..."

 

"Üzülme. Üzülürsen anlat." Başını salladı.

 

"Artık anlatacağım." Gözlerim dudaklarında takıldı.

 

"Anlat," dedim.

 

Bu yapacağıma belki kızardı, sinirlenirdi. Canımı yakan ihtimal ise istememesiydi.

 

Ama umursamadım. Hiçbir şeyi, kimseyi.

 

Sadece kalbimi.

 

Sadece kalbini.

 

Parmak ucuma yükseldim, gözlerimi kapatıp dudaklarına yaklaştım.

 

Dudaklarım kadifeyi anımsatan tenine temas ettiği an kalbim ısındı.

 

Bir eli belime, diğeri sırtıma yerleştiğinde parmaklarımı yüzünde gezdirdim.

 

Kalbime tohumlar ekildi, hepsi birer birer filizlendi.

 

Uçlarına çiçekler yerleşti, kelebekler dans ettiler.

 

Her hücrem mutluluk ve huzuru salgıladı.

 

Gülümsedim.

 

O da gülümsedi.

 

Aralık ayının 2. günü, saat gece 01.30 suları... Biz birbirimizin gülüşünü öpmüştük. Kalplerimiz bir olmuştu.

 

---🪷🥂

 

Uzun süredir yayımlammayı bekleyen bölüm ile geldimm🥹

 

Umarım okuyabilirsiniz.

 

Açılıp açılmadığını da bana yazarsanız sevinirim.

 

Hepinize kocaman sarılıyorum! 🫶🏼

 

Öptüm! 💋

 

Instagram: @LeddyAsteria

 

Tiktok: @LeddyAsteria

 

 

 

Bölüm : 01.01.2025 20:01 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...