12. Bölüm

12. Bölüm: Sıcak Bir Ev

Leddy 🥂✨️
leddyasteria

Merhabaa!

 

Bol keyifli okumalar.

 

Bölüm sonunda buluşalım. ❤️‍🔥💋

 

---🥂🪷

 

Hayat adil değildi.

 

Hiç olmamıştı.

 

Herkese eşit değildi.

 

Kimisini çok mutlu eder, kimisini çok üzerdi; ayarsızdı. Neyin ne zaman olması gerektiğini de kestiremezdi, belirsizdi.

 

Ve ben bu dengesizliği şu an iliklerime kadar hissediyordum.

 

Nedendir bilinmez, içimde bir yerlerde kelebekler çırpıyordu.

 

Aniden yaptığım bu hamlenin sorumluluğunu nasıl kaldıracaktım, ya da nasıl bir açıklama yapacaktım bilmiyordum.

 

Nefessiz kaldığımı hissedene dek onun dudaklarında kalmıştım. Dokusu, kokusu, verdiği hissiyat... Ben daha önce hiç böyle hissetmemiştim. Evet, çok fazla insan tanımıştım; ancak sanki Oflaz'da farklı şeyler vardı. Beni kendisine çeken şeyler.

 

Büyük bir nefes alma dürtüsüyle geri çekildim. Geri çekilmiştim çekilmesine de... Oflaz yeniden dudaklarıma kapanmıştı. Hatta bu kez tek kolunu belime dolayıp beni alnının hizzasına kaldırmıştı.

 

Hırçın dudaklarına aynı şekilde karşılık verdim.

 

Nefesimin yetmeyeceğini düşündüğümde başımı geri çektim, Oflaz'ın alnına dayadım.

 

"Bu yaptığımız," dediğimde dudağı dudağıma sürtüldü. "Çok yanlış..." Bu kez ben dudağına temas ettim. "Bunu kesmeliyiz."

 

"Kesinlikle." Söyler söylemez bir buse daha kondurdu.

 

"Biz. Biz ayrı dünyalarız." Yeniden öptü. "Birlikte yapamayız." Bu sefer yine ben öptüm.

 

"Alvina." Dudağı dudağımın üzerindeyken konuşması... İsmimi öyle güzel telaffuz ediyordu ki. Duyduğum en güzel melodiydi. "Alvina." Bir öpücük daha.

 

"Hım?"

 

"Bunu yapmakla çok büyük bir hata yaptın." Aniden başımı geri çektiğimde afalladı. Yere inmek adına çabada bulunduğumda karşı bile koyamamıştı.

 

"Affedersin," dedim gözlerimi kaçırarak. "Rahatsız olacağını bilemedim."

 

"Çok büyük bir hata yaptın, çünkü..." Gözlerini dudaklarıma dikti. "Her zaman bu hissi arzulayacağım." Dudağımın kenarındaki küçük gamzeyi öptü. "Bu zehirli his, duygu ya da her neyse... Kalbimi ele geçirmemeli." Yutkundum. "Ben... Ben sana tutulmamalıyım, seni sevmemeliyim Alvina." Derin bir nefes aldı. "Ama..."

 

"Ama?" dedim deli gibi merak ederken.

 

"Aması yok. Ben de bilmiyorum." Duraksadı. "Sanki. Sanki sende beni çeken şeyler var." Gözlerimin en içine odaklandı. "Ölümden korkan bir insanın cehenneme koşması gibi." Başımı salladım.

 

"Biz yapamayız ki Oflaz." Belimdeki elini hafifçe sıkılaştırdı. "Ayrı dünyalar-," itiraz dolu sesiyle lafımı böldü.

 

"Sikerler. Ayrı dünyalarmış," hiddetle söylediği cümleden sonra kısa bir an gökyüzüne baktı. "O kadar umrumda değil ki."

 

"Olmalı," dedim bu kez. "İkimiz de biteriz, yanarız Oflaz." Yutkundum. "Ha, benim bir şikayetim olmaz, hayatım zaten bok gibi. Ama senin bir düzenin var, akışa ayak uydurabiliyorsun."

 

"Düzen de istemiyorum, akışa ayak uydurmak da." Dudaklarıma baktı. "Sadece..."

 

"Oflaz," diye mırıldandım. "Bu yaptığımı unut, olur mu?" Yere inmek için çabaladığımda diğer kolunu da belime doladı.

 

"Hayır." Net sesiyle beraber kalbim ağzımda atıyordu. "Unutmayacağım."

 

"Unut," dedim inatla.

 

"Unutmuyorum."

 

"Unutmalısın."

 

"Aksine, unutmamalıyım." Alnı alnıma dayandığında gözlerimi kapattım. "Ayakta durabilmek için, Alvina. Sırf o yüzden."

 

"Bu... Sana güç mü verecek?" Gözlerimi araladım. "Basit bir öpücük?"

 

"Sence basit bir öpücük mü?" dedi baskın bir sesle.

 

"Asla," dedim bir anlık cevap verme iç güdüsüyle.

 

"Alvina!" İçeriden gelen sesle yüzümü buruşturduğumda ayak sesleri duydum. "Alvina!" Ses Pera'ya aitti ancak 2 kişiden adım sesi geliyordu.

 

"İndirsene beni." Memnun olmadığı belli olurken beni yavaşça indirdi. Kalça hizzama sıvanan elbisenin ucunu aşağı çekiştirdim.

 

"Çıktınız gelemediniz," diye söylenerek içeri girdiler. Ancak her ne gördülerse mal gibi kaldılar.

 

"Oha!" dedi Oğuz.

 

"Gerçekten oha." Ne olduğunu anlayamadığımda usulca Oflaz'a döndüm.

 

Dönmez olaydım...

 

Dudağımdaki ruj dağılmış, onun dudaklarını ele geçirmişti. Açık renkli bir ruj olmasına rağmen belli oluyordu.

 

"Gelmeseydik teyze olacaktın," diye takılarak Pera'ya hafifçe omuz attı.

 

"Abartmayın," dedim yerin dibine girmek için dua ederken.

 

"Ne abartmayalım? Hâlinize bak."

 

Oflaz hâlâ ne olduğunu anlamamıştı. Parmak ucuma yükselip kulağına fısıldadım: "Rujum her yerinde."

 

"Henüz değil," diye fısıldadığında cidden kaskatı kesilmiştim. Yüzüm donakaldığında kafamı iki yana salladım.

 

"Pera," dedim odağı değiştirmek isterken.

 

"Efendim?"

 

"Eve geçelim," diye mırıldanırken ona yaklaştım. "Geç oldu."

 

"Geçelim." Arkasını dönüp aşağı indiğinde Oğuz da onunla indi. Onları takip edeceğim sırada Oflaz hafif bir baskıyla kolumu tuttu.

 

"Efendim?" dedim sorgulayarak.

 

"Geç oldu." Gözlerimi kıstım. "Burada kalabilirsiniz."

 

"Olmaz ki."

 

"Niye olmasın?" diye sorduğunda elimi belime yerleştirdim.

 

"Evde misafirler var."

 

"Misafir?"

 

"Bahsetmiştim. Arkadaşım." Kaşları hafifçe çatıldı.

 

"Hamile olan," dedi düşünceyle. Başımı salladım.

 

"Arkadaşım ve abisi." Rüzgarın çoğalmasıyla hava da serinlemişti. "Aslında abisi de çocukluk arkadaşım."

 

"Kardeşini niye kurtarmamış?" Tek kaşım havalandığında ona baktım. "Yani... İstemeden hamile kaldığını söylemiştin."

 

"Onun elinden gelecek bir şey yoktu." Benim inanmak istediğim de buydu.

 

"Alvina."

 

"Efendim?"

 

"Abin olabileceğini sana kim söyledi?"

 

"Bir tanıdığım," dedim umursamazca. "Oflaz," diye mırıldandım konunun daha uzamamasını isteyerek. "Taksi çağırabilir misin?"

 

"Ben götürürüm," dediğinde sesi netti. "Ama... Ondan önce son kez yaraya bakacaktın?"

 

"Bakarım da. Bir doktor baksa daha iyi olur. Hem dikişlerin alınıp alınmayacağına da karar verir." Kafasını iki yana salladı.

 

"Yaranın kaynadığını söylersen doktor çağıracağım." Bana bu denli güveniyor muydu... "Bakma öyle."

 

"Pekâlâ." Kolumu elinden kurtardım. "Pera'ya haber vereyim." Merdivenlerin başlangıcına gelip seslendim. "Pera!"

 

"Vina?"

 

"15 dakikaya geliyorum." Cevap vermediğinde küçük adımlarla yatak odasına ilerledim. Oflaz yatağın üstüne oturmuş, bekliyordu. Yanında pansuman malzemeleri vardı ama gerek kalacağını düşünmüyordum. "Soyunun beyefendi." Üstündeki tişörtü bir çırpıda çıkarttığında kusursuz vücüdunu gördüm.

 

Yatağa oturdu, dindik durarak beni bekledi.

 

Mankenleri aratmayacak bir fiziğe sahipti. Kusuru yoktu. Ancak kesikler, yara izleri... Öyle fazlaydı ki. Hepsinin hikayesini merak ediyordum, iyi ya da kötü fark etmeksizin.

 

"Niye bu kadar fazlalar?" Yatağın köşesine yerleşip elimi sırtına dokundurdum. Bandajı çıkarmıştı ve yaradan geriye sadece birkaç küçük dikiş kalmıştı. "Bu yaşında bu denli ne yaşadın sen Oflaz?" diye sordum mıhlanmış gibi sırtını izlerken. "Bunu kim, niye yaptı? Nasıl yapabildi?" Yutkundum. "Nasıl kıyabildi?"

 

Haddinden fazla bir sessizlik olduğunda kafamı iki yana salladım, yarasına odaklanmaya çalıştım.

 

"Bu sadece dışa yansıyan kısmı Alvina." Kaşlarım çatıldı. "İçimdekileri, yaşananları göremezsin."

 

"Görebilirim." Elim benden izinsizce sırtındaki izlerde tura çıktığında kaslarının gevşediğini hissediyordum. "Ama... Sen izin verdiğin ve istediğin sürece."

 

"Bir de bunu kafana takmanı istemiyorum." Omzunun üstünden bana baktı. "Hayatında yeterince pürüz var." Dudaklarına ufacık bir tebessüm yerleştirdi. "Düşünme."

 

Onun aksine ben gülümseyememiştim. Dışa yansıtmasa dahi içinin yandığını biliyordum. O ateşlendiği ve beraber uyuduğumuz gece konuştuklarımız, Dian'ın onun hakkında söyledikleri ve ne zaman annesi ile ilgili konuşsak durgunlaşması beynimi tırmalıyordu.

 

"Böyle yaparak kendini harcıyorsun." Biraz daha yaklaşıp dikkatlice sırtına dokundum. "Anlatmak iyileştirir. Evet, belki karşıdaki kişide birkaç yara daha açar." Derin bir nefes aldım. "Ama en azından paylaşmış olursun."

 

"Alvina."

 

"Belki de güvenmiyorsundur, bilmiyorum." Önüne döndü. "Ki güvenmeni de isteyemem."

 

"Alvina."

 

"En azından dene Oflaz, olur mu? Bana değilse bir başkasına anlat. Sabaha kadar konuş; kır, dök, yık... Yine de içine atma. Çünkü bir zaman sonra dayanacak gücü bulamıyorsun." Yutkundum. "Ben hallice bir süre kimseyle konuşmadım, kimseye anlatamadım. Yalnızdım ve etrafımda 4 duvar dışında bir şey yoktu." Sırtındaki tüm kasların seğirdiğini görmemle içim ürpermişti. "Kafayı yemek üzereydim, delirme aşamasındaydım." Hiçbir şey söylemedi. "Ama sen bunları zaten biliyorsun, değil mi?"

 

İznim olmadan ve ruhum duymadan hayatımdaki her şeyi öğrenmişti. Bilmediği birkaç şey kalmıştı, onları da kendime itiraf etmeye bile çekiniyordum.

 

Sessiz kaldığında ayağa kalktım, ellerimi nereye koyacağımı bilemeyerek karşısında dikildim.

 

"Doktora gitmene bile gerek yok," dedim sırtından bahsederek. "İyi geceler, Oflaz."

 

"Ben sizi bırakacağım." Kafamı iki yana salladım.

 

"Lüzmu yok. Ares gelebilir."

 

"Alvina."

 

"Cidden gerek yok, Oflaz." Hafifçe gülümsedim. "Dinlenmeye ihtiyacın var. Yat ve uyu."

 

"Güzel geceler," dedi gözlerime bakarak. Sanki geceye değil, gözlerime diyordu...

 

Gülümsemem genişlediğinde o da gülümsedi, ne yapacağımı bilemeyerek arkamı döndüm. Odadan çıkıp kapısını kapattım.

 

Oyalanmadan aşağı indim, salona girip telefonumu aldım. Ares'e kısa bir mesaj atıp koltuğa oturdum.

 

Pera ve Oğuz'u camdan görebiliyordum. Bahçede bir şeyler konuşuyorlardı. Kısa bir an göz göze geldiğimizde içimi rahatlatmak ister gibi göz kırptı.

 

Adım seslerini duymamla kapıya baktım, Yekta oradaydı. Kısa bir an duraksadı ancak oturmaya karar verdiğinde tam karşıma yerleşti.

 

"Konuşmuyor muyuz?" Ona yandan bir bakış attım.

 

"Bilmiyorum." Elimi incelemeye koyulduğumda yüzüne bakmaktan kaçınıyordum.

 

"Özür dilerim, Vina." Kaşlarım havalandı. "Yani... Kalbini kırdıysam."

 

"Fazla saçmaladın, Yekta."

 

"Farkındayım. Ama bilinçli yaptığım bir şey değil. Bilirsin, bazı insanları üzen ve kıran şeyler vardır. Ve bu konular göz önüne geldikçe insan yaralanır. Ben de bundan korkuyorum, Vina."

 

"Konu hakkında yorum yapamıyorum. İkinizi de dinlemem ve olayı öğrenmem gerekir ancak onun üstüne gitmemem gerekiyor." Aniden yüzüne telaş oturdu.

 

"Niye?"

 

"Tek bir şey soracağım. Eskiden aranızda ne vardı?"

 

"Kız arkadaşımdı," dedi durgun bir sesle.

 

"Ona çok kırgınsın," dedim yüzündeki hüzün göz önündeyken.

 

"Kırgınım. Kızgınım. Ama bunların hiçbir önemi yok."

 

"Yekta... Nasıl bir ilişkiniz vardı, neden ayrıldınız bilmiyorum ama bilmediğin çok şey var." Gözlerimi kapattım. "Hiçbirisini söyleyemem. Sadece bilmeni istiyorum, olaylar bambaşka."

 

"Olaylar başka olsa da bana anlatabilirdi," dediğinde gerilmeye başlamıştı. "Terk etmenin affı, açıklaması yoktur."

 

"Seni terk etmez."

 

"Etti!" diye bağırarak ayağa kalktığında duraksadım. "Hiçbir şey söylemeden gitti. Veda etmedi. Verdiği sözleri tutmadı."

 

"Tutamazdı," dedim fısıldayarak.

 

"Tutabilirdi!" Bu sefer öyle çok bağırmıştı ki, Oflaz aşağı gelmişti. Pera da koşar adımlarla içeri girdi.

 

"Ne oluyor?" Oflaz'ın sinirli sesiyle ortam daha da gerilmişti. "Ne bağırıyorsun?"

 

"Bağırıyorum çünkü canım yanıyor!" Delirmiş gibi bir hâli vardı. "İsmini duymaya tahammülüm yoktu! Şimdi niye geldi! Ben o olmadan 6 yıl geçirdim, alıştım!" Gözünden yaş damladığında hızlıca sildi. "Dayanamıyorum!" Kimseden çıt çıkmazken hepimiz ona bakıyorduk. "Hâlâ çok güzel, değişmemiş." Artık fısıldıyordu. "Mutlu gözüküyor. Belki sevgilisi bile vardır," kafasını iki yana salladı. Bu hoşuna gitmemişti. "Yoktur." Gözlerini kısarak bana baktı. "Yok değil mi?"

 

"Yok," dedim. Yalan değildi. Dışarıdan gelen korna sesiyle gitme vaktimizin geldiğini anladım. Elimi dostane bir tavırla Yekta'nın koluna yerleştirdim, hafifçe sıktım. "6 sene önce her gün erkek arkadaşı olduğunu ve onu çok sevdiğini söylerdi. Abisine anlatmayı isterdi, sonra çekinirdi... Şimdi pişman mıdır bilemem, bunu soramam da. Çünkü hayatı o kadar berbat bir hâlde ki... Yaşamak istemeyeceği kadar kötü. Eğer merak ediyorsan, eski Suay'dan geriye kalan tek şey gözleri." Elimi çektim. Kırgınca bana bakıyordu. Karşımda yıkılmıştı.

 

"Neden?"

 

"Bunu ona sormaya ne dersin?" Kaşlarını çattı.

 

"Buna cesaretim yetmez, Vina." Gülümsemeye çalıştı, başarısız oldu. "Tek bir şeyi merak ediyorum. Neden gitti?"

 

Korna sesi tekrar duyulduğunda kafamı iki yana salladım.

 

"Hayatı hakkında herhangi bir bilgiyi ona sormadan sana söyleyemem. Sadece şunu bil, ne yaptıysa isteyerek değil. Hayat onu çok şeye mecbur kıldı." Geri geri birkaç adım attım. "İyi geceler."

 

"İyi geceler," dedi Oğuz durgunca.

 

"Oflaz, kabanım nerede?" Bir şey söylemeden odadan çıktı, çok geçmeden kabanımla döndü. "Teşekkür ederim," deyip üstümü giydim, telefonumu cebime attım. Biz kapıya ilerlerken Oflaz da geliyordu.

 

"Alvina..." Oflaz kolumu tutıp beni durdurduğunda sorgulayarak ona baktım. Pera'ya kaçamak bir bakış attığında kapıyı açtı, kızıl saçları rüzgara değerken dışarı çıktı. "Hamile olan arkadaşın," dedi fısıldayarak. "Suay mı?" Başımı salladığımda gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. "Bunu bir süre Yekta'ya söyleme. Zamanı geldiğinde kendisi öğrensin." Gözlerine bakıp sessizce onayladım. "Anlaştık?"

 

"Hıhım." Biraz daha bu şekilde durursak olay farklı yerlere çekilecekti. Kolumu çekip kapıyı açtım, arkama bakmadan arabaya ilerledim.

 

"Nerede kaldın?" Ares'in sitem dolu sesine karşın gözlerimi devirmemek için zor durdum.

 

"5 dakika bekledin, abartma." Arabası gürültüyle çalıştığında arka koltukta oturuyordum. "Şimdi, Ares..." Sevimli olmaya çalışarak konuştuğumda yüzünü buruşturdu.

 

"Söyle. Ne isteyeceksin?"

 

"Şimdi sen Kutay'ı bir şeyler içmeye götürsen? Biz de kız kıza konuşsak." Pera da merakla cevabını bekliyordu.

 

"Peki. Sabaha karşı geliriz?"

 

"Olur, olur."

 

Havadan sudan konuştuklarında dünyadan soyutlanmış gibi oturuyordum. Kollarımı önümde bağlamış, küçük bir çocjk gibi yolu seyrediyordum.

 

Ne kadar sürmüştü bilmiyordum ama araba durduğunda geldiğimizi anladım. Aceleci adımlarla indim, eve yol aldım. Zile basmak yerine kapıyı çaldığımda Kutay ile karşılaştım.

 

"Kutay," dedi Ares içeri bile girmeden. "Gel, bir şeyler içelim." Göz kırptı. "Dağıtalım biraz." Israr dolu bakışlarımı ona sunduğumda yenilgiyle nefesini verdi.

 

"Geliyorum." Üstündeki rahat kıyafetlerin aksine şık bir ceket giydiğinde komik gözüküyordu. Ancak kimin umurundaydı? Birbirimize bir şey söylemediğimizde evden çıktılar.

 

"Vina," diye seslendi Suay içeriden.

 

"Biziz." Başımın çatladığını hissederken Pera'ya döndüm. "Ben bir duşa girsem?"

 

"Tamam," dedi hafif bir gülümsemeyle. "Kahve?" Başımı salladığımda kendi odasına yöneldi. Muhtemelen üstünü değiştirecekti.

 

Kendi odama gittiğimde direkt kıyafetlerimi çıkardım. Banyonun suyunu ılık bir dereceye ayarladım, suyun altına girdim.

 

Su başımdan aktıkça rahatladığımı hissediyordum. Sanki zihnimi meşgul eden herbir şey akıp gidiyordu.

 

Çok şey vardı beni meşgul eden, yoran.

 

Çok şey yaşamıştım, dayanamayacağım cinsten ancak bir şekilde dayandığım.

 

Fakat buna dayanabileceğimi sanmıyordum.

 

Elime her zaman kullandığım hindistan cevizi kokulu şampuanı aldım, saçlarımı yıpratmadan uygulamaya başladım.

 

Abimin olabilme ihtimali... Öyle yüksekti ki.

 

Evet, Polat'a büyük tepkiler göstermiştim. Ama o da biliyordu; haklılık payı olduğundandı bu gerginliğim.

 

Abimin olması neyi değiştirirdi, bilmiyordum.

 

Sadece içimi yeşerten bir ihtimal vardı, bunu kalbim sunuyordu.

 

Benden haberinin olmama ihtimali, sevinmemi sağlıyordu.

 

Belki, diyordu içimdeki ses. Belki de haberi yoktur," diye ekliyordu. Belki aramıştır ama bulamamıştır." İşte en çok 1. ihtimali seviyordum ve tüm kalbimle istiyordum.

 

Yine hindistan cevizi aromalı duş jelini aldım, vücudumu ağır ağır köpükledim.

 

Bir yandan da içim şen şakraktı. Sebebi... Kesinlikle Oflaz'ı öpmemdi. Aslında öpücüğümüze değil, bana kızmamasına ve karşılık vermesine seviniyordum.

 

Bu olayı eskiden uzun uzun düşünür, saçma hayaller kurar ve gülümserdim. Ama şimdi zihnimi meşgul eden farklı ihtimaller vardı.

 

Olga'ya sormamda fayda olurdu, o ailemle alakalı şeyleri benden daha iyi bilebiliyordu. Bir abim varsa, onun haberinin olma imkanı da vardı.

 

Suyun altında gereğinden fazla oyalandığımı fark ettiğimde bornozumu giydim.

 

Lavabonun aynasının karşısına geçip yüzüme baktım. Islak saçlarıma, yorgunluktan kızaran yeşil gözlerime, pembe dolgun dudaklarıma.

 

Birazdan bir şeyler yiyeceğimi umursamadan dişlerimi fırçaladım, saçlarıma sürmem gereken tüm yağları ve kremleri sürdüm, cildimi güzelce nemlendirdim. Bu bile harika hissetmemi sağlıyordu.

 

Yüz serumuma geçeceğim sırada karnıma bir ağrı saplandı ve beklediğim son gerçekleşti.

 

Regl olmuştum...

 

Oflaya puflaya odama geçtim, elime geçen ilk külodu alıp tekrar lavaboya girdim. Bakım malzemelerinin olduğu çekmeceden en uzun pedi alıp taktım, ellerimi yıkayıp kuruladıktan sonra yüzüme serumumu sürdüm.

 

Üstümde hâlâ duran bornozla odama döndüm. Rastgele bir eşofman ve bol bir sweatshirt giydim. Ayağıma yün çorapları geçirirken bir yandan da söyleniyordum.

 

Saçlarım sweatshirti ıslatmaya başladığında küçük bir havluyu başıma doladım.

 

Karnıma aniden saplanan ağrılara göğüs gererek karşı gelsem de yürümek daha zordu. Merdivenleri inerken her seferinde derin nefesler alıyordum.

 

Reglin ilk 3 günü kabustan ibaretti.

 

Aşağı indiğimde ikisi de yüzüme baktılar, kaşlarını çattılar. Neye odaklandıklarını anlamadığımda yüzlerine aval aval baktım.

 

"Ne oldu? Yüzünü niye ekşitiyorsun?" Pera'ya dönüp umursamazca omuz silktim.

 

Sehpada 2 fincan kahve, 1 bardak süt vardı. Koltuğa oturduğumda ikisinin tam ortasındaydım. Pera bir fincanı önüme itekledi, direkt elime aldım.

 

"Vuruldum ya," dedim karnıma bakarak.

 

"Ne?" dedi Suay endişeyle. Kaşlarımı kaldırıp ona döndüm, parmağımı havaya kaldırıp iki yana salladım. Gülümsemeye çalıştığımda daha da endişelenmişti.

 

"Regl oldum yani."

 

"Bugün ayın kaçı ki?" diye sordu Pera.

 

"2'si." Gülümseyip belirginleşen karnına baktı Suay. "Tam 4 aylık oldu. Yarın cinsiyetini öğreneceğim." Mutlu gibiydi ama içi buruktu. Anlayabiliyordum.

 

"Beraber gidebiliriz?" Hızlıca kafasını salladı.

 

"Evet, lütfen." Sütünden bir yudum aldı. "Tek başıma öğrenmek istemiyorum. Abim gelemeyeceğini söyledi." Elimi elinin üstüne kapattığımda daha belirgin gülümsedi.

 

"Sence kız mı erkek mi?" dedi Pera. "Annelerin hissettiklerini söylerler."

 

"Bence, erkek. Bilmiyorum niye. Ama içime öyle doğuyor." Eğilip Pera'ya baktı. "Geçen gün rüyamda da görmüştüm. Annem de yanımdaydı, ismini o koyuyordu hatta."

 

"Ne oluyordu adı?"

 

"Yağız." Elini karnına yerleştirdi. "Cinsiyetinin önemi yok ki. Sadece benimle olmasını, sağlıklı olmasını diliyorum." Samimi bir şekilde gülümsedim, işaret parmağımla göbeğine dokundum.

 

"Teyzesi yesin onu!" diye şakıdığımda keyifle güldü.

 

"Ben de teyze oluyorum değil mi?" dedi Pera. Kafamı sallayıp kahvemden bir yudum aldım.

 

"Elbette."

 

"Of," diye sitem etti Suay. Gözünden akan yalı sildiğinde aniden ağlamasını kesinlikle beklemiyordum. "İyi ki varsınız." Bir şey söyleme gereği duymadan bedenine sarıldım. Hamilelik sürecinin yarısında olmasına rağmen bayağı kilo almıştı.

 

"Suay," dedim usulca kenarı çekilirken. "Şu hep bahsettiğin erkek arkadaşın," diye mırıldandığımda yüzü aniden düştü. "Ne oldu?"

 

"Bilmiyorum," dediğinde suçlu hissediyordum. "O adamla evlenmeden önceki gün beraberdik, her şey normaldi; ben dışında. Halit bana evleneceğimizi söyledikten birkaç saat sonra ona gitmiştim. O anlamamıştı ama biz o gün vedalaşmıştık." Bu kısımlardan haberim yoktu. "Durgun olduğumu söyleyip durmuştu, itiraz etmiştim. Ama haklıydı. Ben o gün durgundum, bitkindim. Ölüden farkım yoktu."

 

"Halit," dedi Pera. "Seni ne ile tehdit ediyordu?"

 

"Abim," diye yanıt verdi düşünmeden. "Abimi öldüreceğini söylüyordu. Ki biliyordum, yapardı." Gözünden bir damla yaş aktı. "Evlendiğimiz günün sabahı kaçmayı denedim, temiz bir dayak yedim. Birkaç ay sonra tekrar denedim, sırf kaçamamam için bacağımı kırdı." Sesi titriyordu. "Yine durmadım, kaçmak istedim. Bu kez abimi yaraladı. O günden sonra, bir daha kaçamadım."

 

"Abinin yerinden haberi yoktu değil mi?" Pera bu olayın çoğu detayını bilmiyordu. Bu yüzden sormasını anlayabiliyordum.

 

"Abim isteyerek evlendiğimi, kaçtığımı düşünüyordu." Derin bir nefes aldı. "Birkaç ay önce Halit'in ablası gelmişti. Çevrelerindeki insanların benim kısır olduğum konusunda söylentileri olduğundan bahsetmişti." Eli karnına gitti. "O gün hamile kaldım aslında. Sırf ablası yüzünden." Kısa bir an bekledi, soluklandı. "En son bebeği doğunca benden alacaklarını söylüyorlardı. Ben... Bunu da kaldıramazdım. Halit'in silahıyla onu yaraladım, bir şekilde kaçtım." Derin bir nefes daha aldı. "Gerisini biliyorsunuz." Kaşları havalandı, anlatmaya devam etti. "Bu süre içerisinde en çok sevgilime ulaşmaya çalıştım. Ama o da isteyerek evlendiğime inanmış olmalı ki çağrılarıma yanıt bile vermiyordu. Bir kez olsun açsaydı, şimdiye kadar hayatım düzelirdi."

 

Dudaklarım aralandı, ardından geri kapandı. Yekta'yı söylememeliydim ama durumu iyi değildi.

 

Destek olmak ister gibi elimi elinin üzerine yerleştirdim, hafifçe sıktım.

 

"Her şey geride kaldı," dedim buna inanmasını isteyerek. "Artık kötü bir şey olmayacak."

 

"Biliyorum," dedi umutla. "Bebeğimle mutlu olacağım."

 

"Elbette," dememle yüzümü buruşturmam bir oldu. Karnıma giren saplaklar öyle büyüktü ki...

 

"Ne oldu?" Pera'nın endişeli bakışları altında ayağa kalktım.

 

"Ağrı kesici içip geliyorum." Sessizce kafasını salladığında mutfağa girdim, ilaçlara ayrılan dolaptan bir ağrı kesici aldım. Su yardımıyla içtim, derin bir nefes aldım.

 

Suay hevesle konuştukça ben de mutlu oluyordum. Ancak bir yanım hep buruktu... Öyle kalacağının da farkındaydım, bu kapanacak bir yara değildi.

 

Aynı hevesle bebeğimi bekliyordum. Kapalı bir hücredeydim ve yiyebileceğim besinler kısıtlıydı. Bu yüzden bebeğin sağlıklı olmayacağını düşünüyordum.

 

Aldığım nefesin ciğerimi yaktığını hissettiğimde kafamı iki yana salladım.

 

Ben anılardan sıyrılmak istedikçe onlar peşimden geliyordu.

 

Yine hücrede oturduğum bir gündü, odaya sızan cılız ışığı seyrediyordum.

 

Sonra birden kapı açılıyordu. Amcamın görevlendirdiği bir adam, bebeğin cinsiyetini öğreneceğimi söylüyordu.

 

Çağırdıkları doktor ile yapay bir hastane bile kurmuşlardı. Sedyeye uzanıyordum, içim kıpır kıpırdı.

 

Uzun uzun karnıma bakıp rahmimi inceliyorlardı. Kalp atışlarını bile duymuştum.

 

Kızım olacağını söylemişti doktor. O an öyle sevinmiştim ki... Hücreden kaçabileceğimi bile düşünüyordum.

 

Sonra o geliyordu. Yine içmiş, sarhoş bir hâlde. Bütün korumaları başına topluyordu, beni ise karşısına otutturuyordu.

 

Ne olacağını anlayamadığım esnada saçımdan sürükleyerek beni yere atıyordu. Dakikalarca, hatta belki de saatlerce karnıma tekmeler, yumruklar atıyordu. En son hıncını alamamış olacak ki, eline geçen meyve bıçağını karnıma saplıyordu.

 

O gün bebeğim benden gidiyordu. İçerideki 100'ü aşkın canavarı varken biri bile bana yardım etmiyordu. Hepsi yüzündeki siyah maskeyle beni izliyordu.

 

En son ben yerde baygınken birisi kucağına alıyordu, bir şeyler mırıldanarak beni bir yatağa bırakıyordu.

 

Hiçbir şeyi idrak edemiyordum.

 

Her şeyin rüya olmasını o kadar çok istiyordum ki.

 

Uyandığımda yine aynı doktor başımda, kolumda büyük bir serum, bileklerim yatağa zincirli.

 

Biliyordum, bebeğim ölmüştü. Ama sanki kabullenmek istemiyordum. Ölmediğine inanmak öyle güzel hissettiriyordu ki.

 

Derin bir nefes aldım, sıkıca kapattığım gözlerimi araladım. O günü tekrar yaşıyormuş gibi kendimi sıkmıştım, elimi sertçe karnıma bastırmıştım.

 

Hayatımın genel zamanında ağlayan bir insandım. Fakat o gün, öyle çok ağlamıştım ki... Bir an susamayacağımı, hıçkırıklarım yüzünden nefessiz kalıp öleceğimi düşünmüştüm. Çok ağlamıştım.

 

Bir süre sonra, yaralarım iyileşmeye başladığında babam gelmişti. Oradan beni bir şekilde çıkarmış, güvenli bir eve yerleştirmişti.

 

O gün bile içimde bir umut vardı. Her şeyi geride bırakıp babamla yeni bir hayata başlamak istiyordum.

 

Ancak o beni kurtardığı gün gitmişti.

 

Bir not bile yazmamıştı.

 

Üstelik o gün ona çok ihtiyacım vardı. Belki nefes alıyordum ama ölmüştüm ben.

 

Hiç kimsem yoktu, gidebileceğim bir kapı bile.

 

Hâlâ babamı bulmak istiyordum, dışarı çıkmıştım. Gideceği arabanın sesini duyduğumda belki beni fark eder diye peşinden koşmuştum.

 

Ne de aptaldım.

 

Dikişlerimi patlatmıştım.

 

O günden sonra Pera ve Ares hayatıma girmişti. Ve her şey yavaş yavaş düzelmeye başlıyordu.

 

Şimdi ise bugündeydim.

 

Bir yanımın buruk olduğu ve olacağı doğruydu ancak hayatı sevmeye alışıyordum.

 

"Vina," diye bir sesleniş duyduğumda yerimden sıçradım. "İyi misin?" Pera endişeyle bana bakıyordu. Hafifçe kafamı salladım. "Biliyorum... Bebek konusu her açıldığında kötü oluyorsun." Derin bir nefes aldı. "Suay ile hiç görüşme diyemem ama bu kadar sık görüşmek seni kötü etkiliyor."

 

"Önemi yok, Pera. Gördüğüm her bebekten kaçacak değilim ya." Umursamazca omuz silktim, ayağa kalktım.

 

"Boş ver, havalarına girdin yine. Kendine bunu yapma." Kendime yaptığım iyilikti. Böyle olmazsam yaşayamazdım. "Suay yatmaya gitti," dedi saçını düzeltip. "Gel, biraz konuşalım."

 

Şu an bana en iyi gelecek kişi Pera olabilirdi. Anlatacağım şeyleri ikileme düşmeden söyleyeceğim bir kişiydi.

 

"Şarap?" Kafasını salladı, dolabı açıp iki büyük şişe kaptı.

 

"Çatı katına çıkalım," dedi. En sevdiği yerlerdendi. "Kar yağıyor dışarıda."

 

"Çıkalım," dedim durgunca.

 

Salonun ışıklarını kapattım, ses çıkarmamaya özen göstererek merdivenleri çıktım. Pera hemen arkamdaydı.

 

En yukarı çıktığımda kapıyı araladım, ve içim aniden huzur doldu.

 

Çatı katından ziyade minik bir kulübe gibiydi. Tavanının ve duvarlarının büyük kısmı camdandı, tüm şehir gözüküyordu.

 

Her şey beyaz renkteydi ve yağan kara uyum gösteriyordu.

 

Elim loş led ışıklara uzandığında tuşa bastım, etraf daha sıcak bir atmosfere ulaştı. Yandaki yapay şömine ısıyı arttırırken büyük, yumuşak minderlerden birine oturdum.

 

"Nasıl gidiyor?" dedi Pera uzun bir sessizliğin ardından. Şişeyi bana uzattı, direkt açıp bir yudum içtim. "Oflaz ile."

 

"Güzel," dedim. Birkaç saat önce yaptığım şey aklıma geldikçe yanaklarım yanıyordu. "Ben bir şey yaptım," deyiverdim aniden. Onun karşısına geçtiğimde her şeyi anlatmak geliyordu içimden. "Kocaman bir halt yedim."

 

"Ne yaptın?" Tek kaşı havalandı, dik bir pozisyona geçti.

 

"Gittim Oflaz'ı öptüm!" Gözlerimi kapatıp birkaç saniye bekledim, ardından yavaşça aralayıp yüz ifadesine baktım. Hafifçe kıkırdadığında beklediğim tepkiyi alamamıştım.

 

"Tabii ya," diye mırıldandı. "Başka türlü neden Oflaz'ın her yeri ruj olsun ki?" Yüzümü buruşturduğumda tekrar güldü.

 

"Gülmesene."

 

"Çiçeğim ya, sen aşık olmuşsun!" Ellerini birbirine çarpıp şakıdığında kaşlarımı öyle bir çattım ki, neredeyse önümü göremeyecektim.

 

"Olmadım."

 

"Yooo, olmuşsun." Yanağımdan bir makas aldı. "Utanıyor musun cidden!"

 

Ona karşı ilgimin olduğu barizdi. Ancak bu bilinçli yaptığım bir şey değildi. Adı aşk mıydı, bilmiyordum fakat beni iyileştirdiğini bile hissediyordum. Sanki onun ismini duyunca dahi içimde kelebekler uçuşuyordu.

 

"Pera," dedim derin bir nefes alarak. "Hadi diyelim aşık oldum, ya o bana değilse?"

 

"Birtaneeem, sana olan bakışlarını görmüyor musun?" Duraksadım. "O da sana karşı boş değil." Şaraptan bir yudum aldım, o da tekrarladı. "Öptüğünde ne tepki verdi?"

 

"Ben geri çekildim," diye anlattım elimde olmadan gülümseyerek. "Sonra o beni öptü."

 

"Ee, düğün ne zaman?" dedi pişkince sırıtarak.

 

"Öyle bir şey olmayacak Pera." Gözlerini umursamazca devirdi. "Hem ben onu tanımıyorum, o beni tanımıyor."

 

"Aranızdaki ilişkiyi tam olarak bilemem elbette," kafasını salladı. "Ama," derin bir nefes verdi. "Sana karşı boş değil. Aşk, desem de kanıtlayamam. Ama büyük bir değer verdiği besbelli."

 

"Bilmiyorum, Pera."

 

"Neyi?" dedi.

 

"Ailesini bile bilmiyorum. Doğum gününü, neyi sevdiğini, neler yaptığını..."

 

"Öğrenebilirsiniz. Birbirinizden ayrı kalarak sadece kendinizi tüketiyorsunuz." Kafamı iki yana salladım.

 

"Öyle değil işte. Biz birbirimizi tanısak da olamayız, imkansız bile değiliz."

 

"Olaya kötü bir açıdan bakıyorsun çünkü korkuyorsun." Şişeyi kafama diktim, büyük bir yudum aldım. "Onu kaybetmekten korkuyorsun, üzmekten ve üzülmekten çekiniyorsun." Elini dizime koydu. "Ama hayata da bir kere geliyorsun. Bırak, akış seni nereye götürüyorsa oraya yerleş. Orada mutlu ol. Sen karşı gelip çırpındıkça bir girdap oluşacak, seni içine çekecek ve eninde sonunda boğulacaksın." Gülümsedi. "Bunu kendine yapma."

 

"Ver gazı!" dedim gülerek. O da güldü, şişesini şişeme çarptı.

 

"Size," dedi büyük bir gururla.

 

"İmkansız ve olamayacak bize," dedim o gibi. Umutsuzca bana baktığında gözlerimi kaçırdım.

 

"Gitsen ya yanına." Gözlerim kocaman açıldı.

 

"Bu saatte mi?"

 

"Ne olacak?" Bileğindeki minik saate baktı. "Saat 2'ye geliyor. Birkaç saate güneş doğacak zaten!"

 

"Gidip ne yapacağım?"

 

"Onu tanırsın işte." Gerçekten ciddiydi. "Hadi, kalk!"

 

"Ama, Pera..."

 

"Ne ama?"

 

"Niye geldiğimi sorarsa ne diyeceğim?" Kaşlarını kaldırdı.

 

"Ne bileyim ya! Onu da sen düşün."

 

"Eminsin?"

 

"Hiç olmadığım kadar." Ayağa kalktı, yanağıma küçük bir öpücük kondurdu. "Sana bol şans, ben uyumaya gidiyorum."

 

Derince bir nefes alıp ciğerlerimi doldurduktan sonra ceketimi giydim, arabanın ve evin anahtarı dışında bir şey alamadan dışarı çıktım.

 

Kar yağdığından mıdır bilinmez, havanın soğukluğu kırılmıştı.

 

Bot giymediğim için kayan ayaklarımla dikkatle yürürken aniden yere çivilenmiş gibi kalakaldım.

 

"Hassiktir ya." Oflaz karşımdaki kaldırıma oturmuştu, elinde bir sigara, kıstığı gözleriyle bana bakıyordu. Saçları sırılsıklam olmuş, alnına yapışmıştı. Sarsak adımlarla yanına ilerledim, elimi belime yerleştirip çocuk gibi onu azarladım. "Ne işin var burada be adam! Hasta olmak mı istiyorsun?" Gözleri kopkırmızı olmuştu.

 

"Telefonlarımı açsaydın, gelmezdim." Bir anda değişen yüz ifademle beraber yanına oturdum. Bacağı bacağıma değerken suçluca boğazımı temizledim.

 

"Sessizdeydi de telefon," dedim utana sıkıla. Bir de adamı azarlamıştım... "Önemli bir şey mi söyleyecektin?"

 

"Bilmiyorum." Kaşlarım benden bağımsız çatıldığında sigarasından derin bir nefes daha çekti.

 

"Nasıl bilmiyorsun?"

 

"Hiçbir şeyi bilmiyorum, Alvina. Niye böyle bir adam olduğumu, nasıl böyle şeylere katlanabildiğimi bilmiyorum." Sessiz kaldım. Ne söyleyebilirdim ki? "Bir şey sorabilir miyim?" dedi sakince. Usulca kafamı salladım. "İnsan kendi doğurduğundan nefret edebilir mi?" Derin bir nefes verdiğinde nefesine karışan alkolü kokladım. Çok fazla içmişti. Kaç şişe olduğunu tahmin edemiyordum.

 

"Etmez," dedim düşünmeden. "Doğurmayı da büyütmeyi de o seçer. Nasıl nefret etsin?"

 

"Kendisi seçmediyse edebilir mi?"

 

"Etmemeli," diye yanıt verdim bu sefer.

 

"Ama ediyor," dediğinde kaskatı kesildim. İlk defa bana bu kadar şeffaftı. Belki de bu yüzden onu güçsüz görmek tuhaftı. "Onu da bilmiyorum." Her zaman dimdik duran omuzları şimdi çökmüştü. Yükü ona ağır geliyordu ve paylaşmak zorundaydı.

 

"Gel," dedim ayağa kalkıp büyük elini tutarak. "Eve gidelim hadi, üşüteceksin."

 

"Üşümem," dedi ciddi bir tavırla. "Bazen sokaklar bile daha sıcak gelir. Evi sıcak yapan kişi ailendir, seni sevenlerdir." Duraksadı, ağzının içinde bir şeyler geveledi: "Benim evim hep soğuktu."

 

Bir şey söyleme derdine düşmeden tekrar elini çekiştirdim. "Hadi." Daha fazla itiraz etmedi, ayağa kalktı. Uzun boyunu görebiliyordum. Ama arkasındaki küçük çocuğu da fark ediyordum.

 

Dikkatli adımlarla eve ilerlerken hâlâ elini tutuyordum. Anahtarı yuvasına yerleştirip açtım, içeri girdik.

 

"Hâline bak, Oflaz," dedim sitemle. "Sırılsıklam olmuşsun." Gözlerimle ceketini işaret ettiğimde çıkardı, askıya astı. Yere damlalar düştükçe ritmik sesler çıkıyordu. Elini bıraktım, küçük adımlarla odama girdim. Oflaz kapıda beklediğinde derin bir iç çekip kolunu tuttum, içeri çektim. "Oğuz'u arayıp seni almasını söyleyeyim mi?"

 

"Alvina," dedi durgunca. "Bir şey isteyebilir miyim?"

 

"İsteyebilirsin."

 

"Anlatsam, dinler misin?" Burukça gülümsedim, başımı salladım.

 

"Üstünü çıkar," dedim yumuşak bir sesle. Eşofmanı fazla ıslak değildi ancak tişörtü ıslaktı. Dediğimi yaptı, tişörtünü çıkartıp odanın içinde bir kenara fırlattı. Vücudunun güzelliği ve yara izleri tekrar gözümün önündeydi. Ben de montumu çıkartıp bir kenara koydum, elimi belime yerleştirip Oflaz'a baktım.

 

Gözleri kapanmamaya direnirken aval aval bana baktı.

 

"Niye bu kadar içtin?" Omuz silkti.

 

"Unutmak için." İlk defa bu kadar şeffaftı.

 

"Neyi?" Dudaklarını araladığında bakışlarımı ondan ayırmadan yatağa oturdum. Altımdaki pikeyi kenarı çekip sırtımı başlığa yasladım, bacaklarımı uzattım. "Otursana," dediğimde yatağa yaklaştı, ummayacağım bir hamlede bulundu.

 

Başını bacağıma yerleştirip cenin pozisyonu aldı, kısa bir an sessizce bekledi. Kollarımı nereye koyacağıma karar veremediğimde iki yanıma düştüler. Oflaz derin nefesler alırken tuhaf bir şekilde huzurlu hissetmiştim.

 

"Ne kadar içtin?"

 

"Çok," dedi düşünmeden.

 

"Oflaz," diye mırıldandım. "Anlat lütfen."

 

"Annen seni sever miydi?" dediğinde duraksadım.

 

"Severdi?" Bu kez o duraksadı.

 

"Benimki sevmezdi," dedi durgunca. Bir şey söyleyemediğimde o da sustu. Fakat anlatmasını, rahatlamasını istiyordum. Destek olmak için elimi koluna yerleştirdim, hafifçe sıktım. "Bir insan çocuğunu nasıl sevmez ki? Bir kerecik olsa sarılmaz mı? Kokusunu merak etmez mi?" Yine sustu, bu kez elimi kolunun üzerinde bir tura çıkardım. Parmaklarım bilinçsizce sıcacık tenini okşarken derin bir nefes daha aldı.

 

"Annen yaşıyor mu?"

 

"Yaşıyor." Yutkundu. "Bugün yanına gittim."

 

"Tartıştınız mı?" dedim ilgiyle.

 

"Tartıştık."

 

"Neden?" diye sordum bu kez.

 

"Babamın ölüm yıl dönümü yaklaşıyor." Sesi o kadar sakin ve durgundu ki. "Annem o güne düğün koymuş."

 

"Oflaz," diyebildim sadece.

 

"Sikeyim ki o düğüne katılmak zorundayım." Kelimeleri ağzında yuvarlıyordu, hatta yarım söylediği doğruydu. "Örgüt hakkında bilgilere sahip. Başkana vermeyeceğinin hiçbir garantisi yok." Sebebini sormama gerek kalmadan açıklamıştı. "Bilerek yaptı, Alvina. Ve ben buna katlanamıyorum. Babama verdiğim değeri biliyor ve sırf canımı acıtmak için bunları yapıyor." Sessizce onu dinliyordum çünkü yorum yapma yetimi kaybetmiş gibiydim.

 

"Baban ne zaman vefat etti?" Yutkundu.

 

"3 yıl oluyor."

 

"Aranız nasıldı?" Amacım yarasını deşmek değildi. Onu tanımak, biraz olsun yükünü hafifletmek istiyordum.

 

"Annemin aksine bana iyi davranırdı. Aslında hiçbir zaman baba-oğul ilişkisine sahip değildik." Kollarındaki kasların gerildiğini görüyordum. "Okuldaki çocuklar annesiyle etkinliklere katılıyorlardı. Ancak benim annem benden öylesine nefret ediyordu ki, her etkinliğe babam ile katılıyordum. Benim annem, saçlarımı bile sevmezdi."

 

Saçlar... Ben bu konuya biraz daha duygusal açıdan bakıyordum. Gerçekten saçlar, anıları saklıyordu. Benim en değer verdiğim ve sevdiğim şeylerdendi. Üstelik annem de çok severdi, asla kesmemi isteyemez; dayanamazdı.

 

Oflaz'ın saçlarını kimse sevmemiş miydi?

 

İnsana sevilmediğini hissettiren çok şey olabilirdi.

 

Yetişkin bir birey için bu daha zihinsel olaylara tabi iken, çocuklar için bambaşkaydı.

 

Bir çocuk pamuk şeker yemediği için de üzülebilirdi, oyuncağı kırıldığı için de üzülebilirdi. Aslında en ufak bir olaya bile kırılabilirlerdi.

 

Oflaz'ı niye bu kadar kırmışlardı?

 

Büyüyünce geçer, derlerdi.

 

O'nun yaraları geçmeyi bırak, kabuk bile bağlamamıştı.

 

Parmak uçlarım saçlarının arasına karıştığında gözlerim dolmamak için çaba sarf ediyordu.

 

"Biliyor musun, Oflaz? Ben saçların büyülü olduğunu düşünürdüm. Gördüğüm herkesin saçıyla ilgili farklı bir hikaye kurardım. Mesela, sarı saçlar benim için güneşten birer parçaydı. Ya da kahverengi saçlar, toprağın en güzel yeriydi. Siyah saçları pek sevmezdim, çok sert gelirdi. En çok beyaz saçları severdim. Onlara kar yağdığını, yaşanmışlıkları ve mutluluğu temsil ettiğini düşünürdüm." Bir elim hâlâ saçındayen diğer elimi usulca yanağına kaydırdım. "Ama, senin saçların... Hikaye kuramayacağım cinsten güzel ve özeller. Bilmiyorum niye fakat, sanki bir kere öpsem; dudağıma temas etse saçların..."

 

"Bir kere öpsen, belki biter içimdeki ukdeler?" dediğinde gülümsedim. Gerçek bir tebessümdü. Belki de ayık kafayla bunları asla söylemezdi.

 

Başka bir zaman cesaret edemeyeceğimi bildiğimden midir bilinmez eğildim, saçlarına uzun bir öpücük kondurdum. Titrek bir nefes aldı, bedeni aniden gevşedi.

 

"Ben senin yanında oturan ve gülümseyen güzel erkek çocuğunu gördüm, Oflaz. Artık istemesen bile seveceğim saçlarını." Güldü. Sesi yorgundu ancak gülmesi bile beni mutlu etmişti.

 

"Teşekkür ederim," dedi uyku akan sesiyle. "Gerçekten."

 

"Rica ederim," dedim ona takılarak. "Gerçekten." Elim saçlarında tura çıkarken hâlinden memnun gibiydi.

 

"Alvina."

 

"Efendim, Oflaz?" Karnıma giren küçük saplaklar gelecek büyük ağrının habercisiydi. En kısa sürede uyusam ve dalsam iyi olurdu.

 

"Bana niye iyi davranıyorsun?" Duraksadım.

 

"Bana kötü davranmadığın için, Oflaz." Başımı salladım. "Zaten beni biraz olsun tanıdıysan, insanlardan durup dururken nefret etmeyeceğimi anlarsın."

 

"Ama seni tehdit ettim?" İyice mayışan sesi beni de bayıyordu. Uykum geliyordu.

 

"Tehdit ettin, evet." Saçlarından burnuma çalınan koku... Ezber bozacak nitelikteydi ve kusursuzdu. "Fakat bana bir zararın dokunmadı. Beni yıpratmadığın ve ciddi anlamda zararlar vermediğin sürece sana kötü davranamam, Oflaz."

 

"Asla," dediğinde kendinden emindi. "Sana asla zarar vermem."

 

"Biliyorum," diye fısıldadım. "Oflaz, ben de bir şey sorabilir miyim?"

 

"Sor."

 

"Sırtındaki yaralar... Kim yaptı?" Haddinden fazla sessiz kaldı, sonra boğazını temizledi.

 

"Şimdi uyusak ve bunu sonra konuşsak?" Yorgun olduğunun farkındaydım, üstelemedim.

 

"Nasıl istersen." Bir süre onu izledim, sadece saçlarını. Düzene giren nefes alışverişinden uykuya dalmak üzere olduğu anlaşılıyordu. "Oflaz," diye fısıldadım yerimden doğrulmaya çalışırken. Hareketlenmediğinde elimi yanağına yerleştirip hafif bir baskı uyguladım, irkildi. "Gel, yastığa yat," diye fısıldamayı sürdürdüm. Uykusunun dağılmasını istemiyordum.

 

Yerinde doğrulduğunda gözlerini açamıyordu bile. Ne kadar içtiğini tahmin etmek bile istemiyordum.

 

Gözlerini kırparak bana baktığında gülümsedim, karşısına dikildim. Kendi kendine sırıttı, ardından yutkundu.

 

Yatakta geri geri çıkıp uzandı, direkt gözlerini kapatıp uykuya döndü.

 

Yatağın boş kısmına da ben uzandım, bir müddet onu izledim. Loş ışığın yüzüne bıraktığı küçük gölgelere baktım. O kadar yakışıklı bir adamdı ki...

 

"İyi geceler," diye mırıldandım gözlerimi kapatarak.

 

"Evet, sıcacık bir ev," diye fısıldadığını duydum. Belki de bu beynimin bir oyunuydu.

 

Saat gecenin kaçıydı, bilmiyordum ama duyduğum telefon sesi uykumu bölmüştü.

 

Gözlerimi araladım, ne olduğunu idrak etmeye çalışarak etrafa bakındım. Telefonum çalıyor olmalıydı. Ama gecenin kör vaktinde kim arayacaktı?

 

Oflaz'a baktığımda onun da uyanmış olduğunu gördüm.

 

Zil sesi kulağımı sağır edecek cinsten yüksekti.

 

Panik yapmamaya çalışsam da başarısız oldum. Telefonun sesi bitmişti ancak şimdi de kapı çalıyordu.

 

"Ne oluyor?" diye söylenerek ayağa kalktığımda Oflaz önüme geçti, salona gideceğimi anlamış gibi önden önden ilerledi.

 

Kapıya ilerlemeye devam ederken bunların bir rüya olmasını umuyordum.

 

Kapının yanına geldiğimizde parmak ucumda yükselip deliğe baktım. Pekâlâ düşmanım olsa kapıdan girmezdi. Ares olabilir miydi?

 

Gördüğüm kişiyle şoka uğradığımda donup kalmıştım. Oflaz elini belime yerleştirip beni kenara çekti, arkasına sakladı.

 

Kilidi çevirdiğinde çıkan tok ses yankılandı. O sırada içeriden Pera ve Suay da geldi.

 

Oflaz kulbu da çevirdiğinde içeri tanıdığım bir sima girdi.

 

Babam niye buradaydı?

 

"Kızım," dediğinde sesinden panik akıyordu. "Derhal. Derhal aşağı in ve arabaya bin."

 

"Niye?" dedim, boş boş yüzüne baktım.

 

"Soru sorma, Alvina!" diye bağırdığında yerimde irkildim. Ne oluyordu gerçekten?

 

Kolumu tutmak için hamlede bulunduğunda Oflaz daha da önüme geçti, bedenim tamamen saklanmış oldu.

 

"Sen de gel. Yolda anlatacağım." Oflaz bir şey dememi bekleyerek bana baktığında hafifçe kafamı salladım. "Suay, sizi de bir araba alacak. Binin ve itiraz etmeden götürdüğü yere gidin."

 

Ayağıma geçen ilk ayakkabıyı giydiğimde hızlıydım. Gerçekten önemli bir şey olmuş olmalıydı.

 

Evden çıktığımızda hem Oflaz'ın hem de babamın elinde silah vardı.

 

"Ne oluyor?" Sinirle bağırdığımda babam da aynı şekilde karşılık verdi. Normalde hiçbir koşulda bana bağırmazdı. Olay cidden mühimdi.

 

"Amcanın yaşadığını bana niye söylemiyorsun?" Duraksadığımda Oflaz sırtıma dokundu, büyük zırhlı bir araca binmemi sağladı. "Her şeyi kendin halledemezsin!" Oturduğum koltuğun kemerini sıkıca bağladı. "Başkanla iş birliği yapmış. Bir sürü asker seni arıyor şu an!"

 

"Ama," diye fısıldadığımda hiddetle lafımı kesti.

 

"Aması yok, Alvina! İşin ucunda canın var."

 

Rüya değildi.

 

Ancak amcam nasıl kaçabilirdi?

 

İki seçenek vardı.

 

Ya Polat'ı öldürmüştü, ya da Polat ona yardım ederek intihar etmeyi seçmişti.

 

İyi şeyler olmuyordu ve ben bu durumdan bıkmıştım.

 

---🥂🪷

 

Selaaam!

 

Nasılsınız?

 

Aslında bölümü daha çoook uzun yazmayı düşünüyordum ama olayın bölünmesini istemedim.

 

Umarım okurken keyif almışsınızdır🫠

 

Seviyorum sizi!

 

Öptüm! 💋

 

Instagram: @LeddyAsteria

 

 

Bölüm : 01.01.2025 20:02 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...