
Güzel okumalar🤍
Bölüm sonunda buluşalım🩷🪷
---🥂🪷
Pek çok zaman hayatın durmasını istiyordum. Orada kalsın, ne ileri ne de geri gidebilsin.
Ancak şu an, öyle bir durumdaydım ki: ne zamanın durmasını, ne ilerlemesini, ne de geri dönmesini istiyordum.
Belki de umduğum tek şey, hiçbir şey hissetmemekti. Bitkisel hayattaki bir birey gibi, olayların farkında olmadan yaşamak istiyordum.
Her zamanki gibi, istemekle yetinebiliyordum.
"Nasıl?" dedi babam sinirli sesiyle. Bana değil, amcama kızgındı. "Nasıl bunca zaman saklamış olabilirsin?" Kırgındı. Benim kadar olamazdı.
"Saklamaktan başka bir seçeneğim var mıydı?" Kaşlarımı kaldırdım. "Sana ulaşabiliyor muydum?"
"İstesen ulaşırdın," dediğinde sinirle güldüm. Yanımda oturan Oflaz'ı umursamadan karşımdaki babama döndüm.
"Bir kerede sen isteseydin. Sorsaydın, merak etseydin." Derin bir nefes aldı.
"Sana zarar verebilirdi. Niye öldürmedin?" İçinde olduğumuz araç hareketlendi. Dışarıyı göremediğimden nereye gideceğimizi bilmiyordum.
"Bana zaten zarar verdi, sadece sen yanımda olmadığın için anlamıyorsun." Her cümlem onu yıksa da, buna ihtiyacım vardı. "Öldürmek... Aklımdan bile geçmedi. Çünkü canımı öyle çok yaktı ki, baba. Ben ona ölmenin ödül olacağını düşündüm."
"Anlıyorum, Alvina. Ben seni anlıyorum, kızım."
"Anlamıyorsun," dedim kırgınca. "Denemiyorsun bile." Derin bir mefes aldım. "Anladığın, bildiğin ve yaptığın tek şey kaçmak."
"Neden gittiğimi bilmiyorsun." Kafamı iki yana salladım.
"İnan, artık ilgilenmiyorum. Merak bile etmiyorum." Ediyordum.
"Alvina..."
"Oflaz," dedim ona yönelerek. Boş boş konuşup daha fazla vakit kaybetmenin manası yoktu. "Telefonunu kullanabilir miyim?"
Cebinden 2 telefon çıkardı, birisi benimkiydi. O kargaşada almayı nasıl unutmamıştı? Telefonu elime aldım, kilidini açtım.
Artık Oflaz'ın bu ince düşüncelerine şaşıramıyordum.
Ares'in numarasını tuşlarken başım çatlayacak gibi hissediyordum. Gecenin bir vaktiydi ve hâlâ çok uykum vardı.
Çaldırdım, 2 kere çaldıktan sonra açtı.
"Alo?"
"Ares," dedim sakin olmaya çalışarak. "Duydun mu?"
"Duydum," dedi katran katran endişe dolu sesiyle.
"Polat'a ulaşabilir misin?"
"Başında başka biri yok muydu?" diye sordu gergince.
"Sadece Polat vardı." Babam sinirli bir nefes daha verdi.
"Ulaşınca sana dönerim." Gergin bir nefes verdi. "Çıkan haberler... Lütfen dikkat et, Vina. Yanına gelmek istesem izin vermeyeceksin."
"İstediğim tek şey Polat'ın nerede olduğunu ve ne yaptığını öğrenmek, Ares. Başka bir şey istemiyorum."
"Telefonu açık gözüküyor," dedi arkadan tuş sesleri gelirken. "Yerini bulmamı ister misin?"
"Hayır," dedim net bir sesle. "Bir gelişme olursa haberleşelim."
"Tamamdır," deyip telefonu kapattı.
"Bunu nasıl yaparsın, Alvina?" diye hiddetle sordu babam. "Nasıl dayanabildin? Nasıl yüzüne bakmaya devam ettin? Nasıl hâlâ nefes almasına katlanabildin?"
"Aslında yüzüne ilk baktığımda çok korkuyordum. Sanki o kocaman bir canavardı, ben savunmasız bir çocuk." Omuzları düştü. "Onu bir hücreye hapsettikten sonra çok düşündüm. Baktım hiçbir yere varamıyorum ve ölmesi içimi rahatlatmayacak, bende canını acıtmaya karar verdim." Oflaz'ın dizi bacağıma değince saçma bir şekilde güç aldım, yerimde doğruldum. "Çok... Çok fazla canını acıttım ama o hiçbir zaman pişman olmadı."
"Bana niye bunları anlatmıyorsun?"
"Anlatmak istedim. Günlerce seni aradım." Derin bir nefes aldım. "Çünkü benim sana ihtiyacım vardı. Her ağladığımda bir omuz aradım, yaslacak bir dağ, yükümü paylaşabileceğim bir baba. Ama yoktun, gelmedin." Kafamı iki yana salladım. "Şimdi gelipde bana hesap soramazsın. Senin buna hakkın bile yok." Kollarımı önümde bağladım. "Ama sen yine de boş ver. Üzme tatlı canını."
"Alvina... Ben dayanamazdım kızım."
"Ya ben nasıl dayandım baba?" dedim isyanla. "Nasıl yaşayabildim? Nasıl hayata tutundum? Ben her aynaya baktığımda kendimden nefret ettim, defalarca ölmek istedim, denedim. Fakat her zaman annem geldi aklıma. Seni düşünmedim bile."
"Alvina."
"Annemin yerine sen ölseydin, inan canım daha az yanardı. O her daim bana destek olurdu, severdi. Belki yaralarımı saramazdı ama en azından denerdi. Sarılırdı, severdi saçlarımı. Senin aksine." Yıkılıyordu. Yine de ben kadar yıkılamazdı. "Ve bunu bilmen seni üzen asıl şey. Çok incitici olmalı, kendi çocuğundan bunları duymak." Alay dolu sesime karşın kafasını salladı.
"Bilmediğin şeyler var."
"Bilmediğim şeylerin önemi yok. Bir sebebin de olsa, sen benim için öldün baba. Ben senin mezarına geldim, üstüne toprak attım. Annemin öldüğünü kabul edemeyen ben, seni kendi ellerimle gömdüm. Şimdi gelsen ne olur? Sebebin olsa ne olur?" Derin bir nefes aldı, burnunu çekti.
Elini dizime yerleştirip hafifçe sıktığında bile ağlama isteğim depreşmişti.
"Birazdan uçak gelecek, ona bineceksiniz," dedi yüzüme bakamazken. "Dikkatli olun," derken Oflaz'a döndü. "Sana emanet." Başka bir şey söylemedi, düşük omuzlarıyla duran arabadan indi.
"Kahretsin ya," diye fısıldayarak elimi yüzüme bastırdım, gözlerimi sıkıca kapattım. "Niye her şey berbat ilerliyor?" Ağlama isteğimi indirgemeye çalışırken derin nefesler almayı sürdürüyordum. "Nasıl kaçabilir? Nereye gidebilir?" O anın stresiyle karnımda yoğunlaşan ağrı da gün açığa çıktı.
"Alvina." Elini yüzümdeki elime yerleştirdi, yavaşça aşağı indirip tutmaya devam etti. Doğrudan gözlerime bakarken sakindi. "Sakin ol, her şeyi halledeceğiz." Kafamı iki yana salladım.
"Artık hayatımda halletmem gereken şeylerin olmasını istemiyorum." Niye mızmız bir çocuk gibi ona dert yanıyordum? "Yoruldum, belki de dayanacak gücüm bile kalmadı." Kaşlarını çattı, elimdeki baskısını arttırdı. Canımı acıtmıyordu ancak hissesebiliyordum. "Yaşamak artık istediğim bir şey değil."
"Ama, yaşamalısın." Beni inandırmak ister gibi kafasını salladı. "Her şey yoluna girecek, inan bana." Yutkundum. "Ve, paylaş Alvina. Benimle değilse bir başkasıyla. Belki Pera ile, belki babanla. İçine atma. Bazı şeyleri tek başına halledemezsin." Alayla gülümsedim.
"Bunu sen mi söylüyorsun?"
"Aynı şey değil." Kaşlarımı kaldırdım.
"Gayet aynı şey." Arabanın kapısının çalınmasıyla ayağa kalktım, kapıyı açıp aşağı indim. Büyük bir alana gelmiştik. Bir uçağın rahatlıkla sığabileceği genişlikteydi.
"Alvina hanım, uçak ile gitmenin güvenli olmadığına karar verildi." Konuşan bir korumaydı. Oflaz da araçtan indi, hemen yanımda durdu. "Daha yüksek kesimlerde küçük bir köy var. Daha çok ufak bir mahalle gibi, yalnızca birkaç hane mevcut. Adı bilinen ve duyulan bir köy değil. En yakın markete bile 2 saat mesafesi var. İçerideki herkesi tanıyoruz. Zarar verecek kimse yok." Adama resmen cümleleri ezberletmişlerdi. Belki de inkar etmemden çekiniyorlardı. "Kalacağınız evin içinde tüm ihtiyaç duyacağınız malzemeler var, efendim. Eğer izin verirseniz, size eşlik edeceğim." Başımı salladım.
"İsmin ne?" Sakince cevap verdi.
"Barın, efendim." Cevap vereceğim esnada gürültülü bir lastik sesi duyuldu. 50'yi aşkın koruma aynı anda silahına davrandığında arabanın kapısı açıldı. İnenleri görmemle derin bir nefes aldım.
"Silahları indirebilirsiniz." İsminin Barın olduğunu bildiğim adam ufak bir işaret yaptı, hepsi silahını kaldırdı. Emre ve Sıraç seri adımlarla buraya geliyorlardı. Sorgulayarak Oflaz'a baktığımda yüzüme bile dönmemişti.
Yanımıza geldiklerinde yüzlerindeki ciddiyeti gördüm. Gerçekten sinirlilerdi.
"Hadi, Barın," deyip tekrar arabaya yöneldim.
"Emre, sen öne bin," dedi Oflaz arabaya binmeden. Sıraç ve Barın arkaya bindiler, karşılıklı koltuklara yan yana oturdular. Ben de Oflaz'ın yanına oturdum, kimsenin uyarmasını beklemeden kemerimi taktım.
15 dakika kadar bir yolculuk yaptık, kimse konuşmuyordu ve ben sadece düşünüyordum.
"Barın, babamın nerede olduğunu biliyor musun?" dedim.
"Bilmiyorum, Alvina hanım. Ancak dilerseniz arayabilirim." Kafamı iki yana salladım.
"Lüzmu yok. Ayrıca, efendim, demene de gerek yok."
"Peki," dedi sessizce.
Polat'ın iki farklı numarasını da arıyordum ama ulaşamıyordum. Aklıma sevdiği kız geldiğinde tekrar Ares'i aradım.
"Vina?" Soluk soluğa kalmıştı.
"Bir şey isteyebilir miyim?" Sessiz kaldı. "Aydan... Aydan Kılıç ismini araştırıp numaraya ulaşabilir misin?" Yine sessiz kaldı ve arkadan klavye sesleri geldi.
"Atıyorum sana." Bu sefer ben sustum. "Bu arada Pera, oğlunu da almış." Biliyordum. Bana mesaj atmıştı.
"Ares," dedim derin bir nefes alarak. "Dikkatli ol lütfen. Her şeyden önce kendini düşün ve zarar görmeni engelle. Senden ilk önce bunu istiyorum."
"Numarayı attım," dedi. "Ben dikkat ediyorum, umarım sen de edersin." Kapatmadan önce duraksadı. "Gittiğin yer güvenli mi? Bana konum atabilir misin?"
"Güvenliymiş," diye mırıldandım. "Küçük bir köy. Konum konusunda söz veremeyeceğim."
Attığı numarayı düşünmeden tuşladım, biraz beklemenin ardından açıldı. İnce, telaşlı sese sahip bir kadın açmıştı.
"Polat? Sen misin?" Elimi şakaklarıma bastırdım, sabır dilenir gibi nefes aldım.
"Aydan? Polat'a ne zamandır ulaşamıyorsun?" Birkaç düşme sesi geldi, eşyalara ait olmalıydı.
"Sen kimsin? Onu nereden tanıyorsun?" Sesi yükselmişti.
"Soruma cevap ver, lütfen." Burnunu çekti. Ağlıyor muydu o?
"2 gün önce buluştuk," dedi titreyen sesiyle. "O zamandır haber alamıyorum."
"Hay sıçayım ya," diye sızlandım. Her şey ne de kötüye gidiyordu. "Tamam, Aydan." Kapatacağım sırada tekrar konuştu.
"Sen kimsin?"
"Polat'ın bir arkadaşıyım," dedim.
"Ona ulaşabilirsen bana da haber verebilir misin?" Ne ara bu kadar bağlanmışlardı birbirlerine? Aşk tuhaf bir şeydi.
"Tabii," diye mırıldandım, çağrıyı sonlandırdım. "Daha çok yolumuz var mı?" diyerek Barın'a döndüm. Kafasını salladı.
"4 saat daha yolumuz var."
İçim içimi yiyordu. O kadar yıpranmıştım ki.
Amcamın kaçtığında yapabileceği ve yaptırabileceği şeyler kısıtlıydı. Açıkcası ben bu kadarına bile cesaret etmesine şaşırıyordum. Bu hamle, hem beklediğim hem de asla ummadığım bir hamleydi.
Başkanın çoğu adamını peşime takmış olması ise bana gerçekten sinirli olduğunu gösteriyordu.
Olabileceklerden korkmuyordum. Kaldıramayacağım şeyler olacağını düşünmüyordum.
Ölmek de çekindiğim bir şey değildi. Ancak kendime verdiğim sözler için yaşamak, en azından denemek zorundaydım.
Sıkı sıkıya kapattığım gözleri açmam ile bir çift hareyle karşılaşmam bir oldu.
"Sakin olmayı dene," derken elini elimin üstüne kapattı. Baş parmağı elimin üstünü okşarken tekrar gözlerimi kapattım. Kafamı usulca omzuna yasladım. Sol elini arkamdan dolandırıp belime sardığında kısmen sarılıyorduk. "Her şey yoluna girecek. Biliyorsun değil mi?"
"Sanırım."
"Bunu da atlatacaksın." Saçlarımın üstüne hafif bir öpücük kondurdu. "Gözlerini açma ve biraz dinlenmeye çalış. Yorgun bir zihin ile sağlıklı düşünemezsin." Yutkundum.
"Yoruldum," dedim yalın bir hayıflanma ile.
"Farkındayım," dedi sıcak bir tonla. "Bu yüzden biraz olsun bedenen dinlenmeni istiyorum. Uyumayı dene."
Dediğini yapmaya çalıştığımda ilk önce başarısız olacağımı düşündüm. Fakat yanılmıştım. Belimdeki eli dairesel hareketlerle olduğu yerde oyalanıyordu ve bu beni mayıştırmıştı.
Uyku beni içine hapsetmeden önce hissettiğim şey başıma tekrar konan öpücüktü
Geçen 4 saat yarım yamalak uyuyabilmiştim. Arabanın girdiği araziler o kadar yamuk ve taşlıydı ki sürekli başım sarsılıyordu.
Araba nihayet durduğunda gözlerimi açtım, kısa bir an kendime gelmeyi bekledim.
"İyi misin?" diye bir ses duydum Oflaz'dan.
"Evet," dedim sakince.
Arabanın kapısı açıldı ve geldiğimiz yere baktım.
Güneş yeni doğuyordu, hava soğuktan halliceydi.
Bir arazide, 15'e yakın ev mevcuttu. Hepsinin önünde küçük bahçeler, minik ahırlar vardı.
İnekler, koyunlar çitlerle dolu bahçelerdeyken etraf huzur deposuydu. Öyle ki, havası bile tertemizdi.
Başka zaman olsa burada olmaktan çok keyif alabilirdim.
Saçlarımı dağıtan rüzgarla beraber içim titremişti.
"Kalacağımız ev nerede?" diye sordum Barın'a. O sırada Oflaz'ın korumaları da araçtan indiler.
"İleride," diyerek parmağını kaldırdı. Fazla büyük olmayan, diğer evlerin yanında sırıtmayan yeri işaret etti. "Burada yaşayan herkes babanızı tanır, sever." Sarsak adımlarla bozuk yolda yürüyordum. "Ama korkarlar da. Babanızın güçlü bir adam olduğunu bilirler. Aradaki saygıyı asla çiğnemezler." Eve yaklaşıyorduk. "Bananız için sizin ne kadar değerli olduğunuzu da biliyorlar. Bu yüzden size hiçbir yanlışları olmaz." Evin önünde durunca cebinden bir anahtar çıkardı.
Müstakil, tek katlı küçük bir yerdi. Kulübeyi andırsa da ondan büyük olduğu kesindi.
"İçeride soba var, yan tarafındaki kutuda da yakacak odun." Anahtarı bana doğru uzattı. "Ben kapıda bekliyor olacağım." Güven vermek ister gibi gülümsediğinde kaşlarımı çattım.
"İçeride bekleyebilirsin." Gök yüzüne baktım. "Kar ya da yağmur yağabilir, hava da soğuk. Üşümenin lüzmu yok."
"Ama-," dediğinde sabırla bir nefes aldım.
"İçeride kal, Barın."
Anahtarla kapıyı açtığım gibi yüzüme dışarıdakinden daha soğuk bir hava çarptı. Eski köy evleri gibi olsa da bu kadar soğuk olabileceğini tahmin edemiyordum.
Güneşin eve bıraktığı loş ışık sayesinde önümü görebilirken içeri ilerledim. Ayakkabılarımı çıkarmayı es geçmiştim. Yerdeki eski motiflerle süslü halıda gezinirken oturma odası olduğunu tahmin ettiğim odaya girdim.
Geniş, en az 10 yıl öncenin modasına dayanan koltuk takımı her şeye rağmen rahat gözüküyordu. Büyük sayılamayacak bir televizyon vardı. Çoğu kanalın çekmediğine emindin. Dağın başında saylırdık.
Barın'ın bahsettiği sobayı gördüm. Evdeki minimal eşyalara zıt bir şekilde büyüktü. Evi süsleyen kahverengi perdelere de kısa bir bakış atıp arkamı döndüm. Yatmak, biraz olsun dinlenmek istiyordum. Yolda gelince iyice kafam allak bullak olmuştu.
Evi tura çıkar gibi tek tek kapıları açtım. İlk önce bir lavabo ile karşılaştım. Diğer kapıyı açtığımda bir yatak odası gördüm. Yatağın üstünde eski yorganlardan, yastıklardan vardı.
"Çocukluğumuzdaki evlere benziyor," diye bir ses duymamla irkildim. Omuzlarımı silkerek arkamı döndüm, Sıraç'a baktım.
"Anneanne evine benziyor," diye mırıldandım. Odaya bir adım daha attığımda burada bir soba daha olduğunu fark ettim. İçeridekine göre daha büyüktü. "Gerçi ben pek hatırlamam," dedim burukça gülümseyerek. "Hatırladığım çoğu şey silik bir anıya benziyor."
"Normal," dedi. "Çok küçüktün."
"Ne?" Aniden duraksadı.
"Aramızdaki yaş farkını kıyaslayınca... O dönem küçük olduğunu tahmin etmek zor değil." Kafasını salladı.
"Haklısın," dedim onaylama isteğiyle. "Kafam öyle karışık ki, bunu bile zor algılıyorum."
"Kafana takma, düşünme diyemem. Ama her şeyin hallolacağına eminim, Alvina." Hafifçe gülümsedi. "Her şey yoluna girecektir."
"Umarım," diye mırıldandım bunu gerçekten isterken.
"İnan," diyerek yanıma geldi, elini koluma koyup hafifçe sıvazladı. "Bunun da üstesinden geleceksin." Gülümsemesi genişledi. "İyi geceler." Göz kırptı, arkasını dönüp benim cevabımı beklemeden çıktı.
Derin bir nefes aldım, odadan çıktım. Lavabonun olduğu kapıyı tekrar açtım ve içeri girdim. Küçük bir dolap vardı ve içinde ped olmasını diliyordum. Dolabı açtığımda karşılaştığım hijyenik ürünler beni şaşırtmıştı. Sanki uzun süreler burada kalacakmışım gibi ihtiyacım olabilecek her türlü şey vardı.
Rahatlamış bir şekilde tuttuğum nefesimi bıraktım. Civarda başka yakın market olacağını sanmıyordum.
Çeşmenin karşısına geçip aynadaki aksime baktım. Kahve saçlarım dağılmıştı, gözlerim kızarmıştı ve rengim solmuştu. Bir avuç soğuk suyu yorgun yüzüme çarptım, temizliğinden şüphe duymadığım havluya kuruladım.
Lavabodan çıktım, eski zeminde çıkan sesler eşliğinde kalacağım odaya döndüm. Evin güzel bir havası olmasına rağmen içimdeki kasvet her şeyi batırıyordu.
Kapıyı kapattım, ayakkabılarımı çıkartıp yatağa yaklaştım. Başım ciddi anlamda zonkluyordu.
Yorganın altına girmemle içime bir ürperme gelmişti. Ev cidden soğuktu. Cenin pozisyonu alıp yatmaya devam ettim.
Ben şimdi ne yapacaktım?
Amcam her şeyi başkana anlatmış olmalıydı.
Beni zaten sevmeyen halk, temelli nefret edecekti, -bunu umursamıyordum- belki de çoğu ortama giremeyecektim.
Hayatımın her zaman risk altında olduğunu biliyordum ama şimdiki başkaydı.
Şunun da farkındaydım, beni haksız bulan bir kesim de olacaktı. Çünkü biliyordum, amcam bir şekilde kendisini haklı çıkartırdı.
O, öldü olarak biliniyordu. İnsanlar onun mezarına gidip dualar ediyordu.
Üstelik bana ve anneme yaptıkları belgelerle açıklanmış, ispatlanmıştı. Ama insanların gözleri kördü.
Bana yaptığı onca şeye rağmen insanlar onu çok severdi. Hatta cenazesinde o kadar çok kişi vardı ki, insanlardan bir kere daha nefret etmiştim.
Bana neden ağlamadığımı soran kadınlar bile vardı. Bunu fark eden diğer kişiler bana iğrenerek bakmış, çirkin itemlerde bulunmuşlardı.
Ben o gün, olmayan gücümle insanlara konuyu anlatmaya çalışmıştım. O kadar çok bağırmıştım ki beni duysunlar diye... Fakat birisi bile düzgünce dinlememişti.
Beyinleri yıkanmıştı.
Sadece tek bir kadın bana inanmıştı. Sarılmıştı, sarmalamıştı. İnsanların kin dolu bakışları altında beni kendi evine götürmüştü. Sabaha kadar beni dinlemişti, orta yaşlarda bir kadındı. Kızını kaybetmişti, 5 kedisi dışında kimsesi yoktu. Benimle çok uzun zaman ilgilenmişti. Hastanede yattığımda dahi başımdan ayrılmadan bana çorbalar getirmişti.
Bu yakınlığını her ne kadar sevsem de yadırgayıp araştırmıştım.
Ve, öğrenmiştim. O kadın benim öz teyzemdi.
Biraz olsun toparlanmıştım, kendi evimde kalmak istiyordum.
Eve girmiştim, benim için değişen bir şey yoktu. Klasik rutinime devam edecektim.
En azından öyle düşünüyordum.
Kapıyı açınca gördüğüm şey şok olmamı sağlamıştı.
Amcam ölmemişti. İlk önce hayal gördüğümü sanmıştım, değildi.
Elleri, ayakları bağlı bir şekilde sandalyedeydi. Ağzı, yüzü mosmordu. Üzerindeki kıyafetler yıpranmaktan yırtılmıştı. Dehşete düştüğümü söylesem, yeriydi.
Yanına korkak adımlarla yaklaştığımda boynunda bir kart olduğunu gördüm. Bir şeyler yazıyordu. Bir kalemin arkasına iple bağlanmıştı. Kalemin ucu amcamın tenine saplanmıştı, büyük bir kısmı içerideydi.
"Yaşadıklarını telafi edemez ama biraz olsun içini soğutur," yazıyordu kağıtta.
İlk önce onu öldürmeyi düşünmüştüm. Ama sonra bunun ödül olacağını anlamıştım.
Önce bir hücrede kalıyordu. Yemeği kuru ekmek, birkaç yudum su. Elleri kolları zincirli, hak ettiği esir hayatını yaşıyor.
Her gün yanına uğruyordum. Evet, deli gibi korkuyordum. Fakat bildiğim bir şey vardı: Ateşten korkarsam onu yakamazdım.
Ben onun canının delicesine yanmasını istiyordum.
Her gün ayrı bir aletle yanına gidiyordum. Bir gün tornavida, diğer gün matkap, bir sonraki pense... O acıyla haykırdıkça içime soğuk sular serpiliyordu.
Bu süreç içerisinde Polat her zaman başındaydı.
Ben onun yanından çıkınca bayılma raddesine gelirdim, haykırarak ağlardım. Polat işini gücünü bırakır, bana yardım etmek için yanıma gelirdi. Bu olayları net bir şekilde bilen kişilerden biri Polat, diğeri Pera idi.
Şimdi nasıl kaçtığını aklım almıyordu.
Aslında korkuyordu benden. Elimde onu öldürmekle kalmayıp yakacak kozlar vardı.
Birisi ona öyle arka çıkmış, öyle güven vermiş olmalıydı ki kaçma cesaretinde bulunmuştu.
Kapının çalınma sesiyle yerimde sıçrarken kalbim hızla atıyordu.
"Alvina," dediğini işittim Oflaz'ın. "Gelebilir miyim?"
Sesimin tiz çıkmaması adına boğazımı temizledim ve seslendim: "Gelebilirsin."
Kapıyı koluyla açtı, elinde odunlarla içeri geldi. Çevik adımlarla sobaya ilerledi, odunları içine doldurup bir kibritle tutuşturdu, kapağını kapattı.
"İyi misin?" diyerek yatağa yaklaştı, baş ucuma yanaşıp yere -halının üstüne- oturdu. Doğrudan gözlerime baktığında göreceğinden çekinip gözlerimi kapattım. "Alvina." Elini usulca saçıma yerleştirdi, yüzüme düşen tutamları nazikçe kenara itekledi. "Bakar mısın?" Derin bir nefes aldım, gözlerimi araladım.
"Hım?"
"Niye kendini yıpratıyorsun?" Kafamı iki yana salladım.
"Suçlu benim çünkü," dedim sitemle. "Her şeyin suçlusu benim. Yeterli önlemi almayan, önüme çıkan herkese güvenen, çevresine zarar veren benim." Kaşları çatıldı. "Onu öldürmeliydim." Sesimden nefret akıyordu. "Bir gün böyle bir şey olacağı belliydi." Derin bir nefes aldım. "İnsanların canını boşuna tehlikeye atıyorum."
"Yanlışlar yapabilirsin, Alvina. Hata yapma ihtimalin de var, şaşırma ihtimalin de. Sen de bir insansın ve duyguların var." Başını yastığa yasladığında saçlarım yüzüne değiyordu. "Kendini suçlama. Senin bir hatan yok."
"Anlamıyorsun, Oflaz." Nefes aldığımda burnuma çalınan kokusu... "Kaçmaması için düzgün bir korumam bile yoktu." Sessiz kaldı. "Kaçması için davetiye vermişim resmen," deyip sinirle güldüm.
"Mantıklı düşünemiyorsun."
"Aksine," dedim. "Olması gerektiği gibi düşünüyorum." Derin bir sessizlik olduğunda yerdeki halıya baktım. İncecikti, Oflaz biraz daha kalırsa üşütebilirdi. Oda ısınmaya başlamıştı. "Kalksana," diye mırıldandığımda kafasını iki yana salladı.
"İyiyim ben böyle."
"Gel, Oflaz," dedim bu kez emir vererek. "Gel ve yanıma yat. Uyumak istiyorum." Yorganı kenarı itekleyip yanıma uzandı, gözlerimin içine baktı.
"Ben yanında olmadan uyuyamıyor musun?" dedi alayla. Yan bir şekilde döndüm, yüzüne odaklandım.
"Yoksa sen uyuyabiliyor musun?" diye sordum muzip bir tavırla. Kaşlarını kaldırdı. "Ha, yani... Rahatsız oluyorsan falan, haberim olsun."
"Olamaz," dediğinde hafifçe gülümsedim.
Bir şey söyleme zahmetinde bulunmadan gözlerimi kapattım, uyumayı denedim. Henüz saat çok erkendi, uyumasam yapabileceğim bir şey olmazdı.
Üstümdeki saçma rahatlıktan beynim de yararlanırken uykuya dalmıştım.
Garip bir şekilde uzun zamandır geçirmediğim kadar rahat bir uyku geçirmiştim.
Gözlerimin artık açılması gerektiğini haykıran zihnim en sonunda başarılı oldu, uyandım.
Güneş ışığı odaya geliyordu ancak parlak değildi. Hava bozuktu.
Bakışlarım Oflaz'a kaydığında yan bir şekilde yatmış, beni izlediğini gördüm.
"Sen niye uyumadın?" diye sorduğumda cevap vermedi. Ona bakmayı sürdürdüğümde yatakta doğruldu, oturur bir pozisyona geçip bana sırtını döndü. "Oflaz?"
"Uykum yoktu, Alvina." Kaşlarım çatıldı. Soğuk mu yapıyordu?
"Sen iyi misin?" dedim sorgulayarak. Nedendi bu tavrı?
"Yorgunum, Alvina." Dudaklarımı araladığımda omzunun üstünden bana baktı. "Sakın kendini suçlama. Seninle bir alakası yok," dedi ve göz kırptı. "Hadi, gel." Ayağa kalktı, yatak tuhaf bir gıcırtı çıkardı. "Kahvaltı etmen gerekiyor." Midem bunu bekliyormuş gibi guruldadığında burnuma taze ekmek kokusu gelmişti.
"Dinlen, Oflaz," dedim ben de ayağa kalkarak. Bir şey söylemedi, odadan çıkıp kapıyı aralık bıraktı. Bende peşinden küçük adımlarla ilerledim, onu takip ettim.
"Hayır," dedi içeride oturan biri hiddetle. Arkası dönüktü ancak sesinden babam olduğunu anlamıştım. "Böyle bir şey olmayacak." Kafasını iki yana salladı. "Şu an sadece saçmalıyorsun!" diye bağırdığında hafifçe irkildim. Konuştuğu kişi her kimse onu kızdırmayı başarmıştı. "Tek görevin benim dediğimi yapmak!" Hâlâ içeri girdiğimi anlamamıştı. "Söyle onlara da, bir daha bunu başaramayacaklar." Kimden bahsediyordu?
Mutfağın olduğu yere yöneldiğimde mecburen onun önünden geçmiştim. Ayağa kalkmak için hamlede bulundu, sonra vaz geçti.
"Pera'lar nerede?" Yüzüne bile bakmamış, soğuk bir sesle konuşmuştum.
"Güvendeler," dedi sakince. "Sen de öylesin."
"Sanmıyorum," deyip arkamı döndüm. "Dışarıda birçok adam beni arıyorken nasıl güvende olabilirim?" Oflaz mutfağa geçmişti ancak bizi dinlediğine emindim.
"Bana güvenmiyor musun?" dediğinde başımı salladım.
"Uzun bir süredir. Bunu anlamamış mıydın?" Konuşmasına fırsat vermeden masaya ilerledim, sandalyelerden birine oturdum.
"Çay?" dedi Oflaz. Kafamı onaylamak için salladığımda sobanın üstündeki çaydanlığa uzandı. "Güvendesin," diye fısıldadı bana doğru eğilerek. "Ben yanında olduğum her an, güvendesin." Derin bir nefes aldım, ona yanıt vermeden kahvaltılıklardan atıştırdım. Sofrafaki her şey organik olmalıydı, tatlarından besbelliydi.
"Haber var mı?" Ağzımdaki lokmayı yuttum. "Amcamdan."
"Şu şerefsize amca deme, Alvina." Sesinden akan şey saf nefretti. Alık alık suratına baktığımda kafasını iki yana salladı. "Haberler aynı, her köşede seni arıyorlar."
Telefonum çaldığında gözlerimi masadan ayırdım, karnımın tokluğunu da hissettiğimde kalkıp çalan telefonumun yanına gittim.
"Efendim, Ares?" dedim babamın yanındaki koltuğa oturarak.
"Polat'a ulaşamıyorum. Telefon sinyali bir yerden sonra kayboluyor." Sinir dolu bir nefes aldım. "Sana ihanet etme ihtimali var mı?" Sıraç, Emre ve Barın içeri girdiler, boş koltuklara oturdular. Oflaz da gelip yanımdaki boşluğa oturdu. Hepsinin meraklı gözleri üzerimdeydi. "Gidebileceği bir yer var mı? Ya da o piçin götüreceği bir yer?"
"Sevgilisiyle konuştum."
"O da mı bilmiyor?"
"Uzun süredir haber alamamış," dedim. "Gidebileceği tek bir yer var." Derin bir mefes verdim. "Sadece benim girebileceğim."
"Unut o zaman," dedi net bir sesle. "Gitmen güvenli değil."
"Hiçbir şey olmaz." Odadaki atmosfer daha da gerilmişti. "Oraya senin ya da bir başkasının girmesi mümkün değil."
"Ne dersem diyeyim beni dinlemeyeceksin değil mi?"
"Evet," dedim inatla.
"Ne yapıyorsan yap, Vina." Telefonu yüzüme kapattı. Geriliyordu, endişeleniyordu. Ben sakin kaldıkça daha çok çıldırıyordu.
"Hiçbir yere gitmiyorsun," dedi babam ben bir şey söyleyemeden. "Güvenli değil."
"Eğer oradaysa, benden başka kimseyi içeri almaz; olayı öğrenemem."
"Öğrenme o zaman," diye tepkisini gösterdi bu kez.
"Öğrenmem gerekiyor." Derin bir nefes aldım, göğüs kafesim şişti. "Evine yakın bir park var. Orada bekler misin?" deyip Oflaz'a döndüm.
"Seninle gelmediğim sürece gitmen söz konusu bile olamaz, Alvina." Oflayarak gözlerimi devirdim. "Her kararına saygı duyarım; sonunda zarar görmeyeceksen."
"3 yaşında bir çocuk değilim. İstediğimi yapabilirim." İnatla omuz silktim. "Bırakın, işin sonunda zarar görecek kişi de ben olayım. Olayları başınıza saran benim, en azından çözmeye çalışayım."
"Bunu isteyen mi var?" dediğinde sinirlenmeye başladığının farkındaydım.
"Ben," dedim işleri iyice inada bindirerek. "Ben istiyorum."
"Alvina," deyip derince bir nefes aldı. "İnat etme. Gitme şansın olmadığını biliyorsun."
"Eğer gitmek istersem -ki istiyorum- bir şekilde gideceğimi biliyorsun," dedim onu taaklit ederek. "Yapacağım hamleleri size anlatırım, böylece endişe etmezsiniz. Size haber vermeden bu işe kalkınacağıma, sizin de yardımınızı almayı yeğlerim."
"Kızım," dedi, elini havaya kaldırıp yüzüme yaklaştırdı. Sarılmak, dokunmak istese de cesareti yoktu. Yüzümün yanındaki bir tutam saça dokunabildi, kaşlarımı kaldırdığımda temasını sonlandırdı. "Sana yardım etmeme izin ver. O evi yok etmemi söyle, yaparım. İçerideki hiçbir şey de senden önemli değil, Alvina." Yüzüne bakma girişiminde bulunmadım, odadaki herkesle ufak göz temasları kurdum.
"İçerideki kişinin masum olma ihtimali varken evi havaya uçuramam," dedim ciddi bir tavırla. "Polat'ı dinlemeden ona zarar veremem."
"Bir kişi için kendini harcama."
"Bir kişi dediğin adam, beni defalarca kurtaran adam." Yandan bir bakış attım. "Abim o benim," dediğimde odada çıt yoktu. "Kendisi itiraf edene kadar onun suçlu olduğuna inanamam." Derin bir nefes aldım. "Her neyse... Gideceğim yer buraya 2 saatlik mesafede. Hiç koruma istemiyorum." Oflaz'ın bakışlarını üstümde hissettiğimde ona döndüm, göz göze geldik.
"Ne zaman çıkıyoruz?" dediğinde saate baktım. Öğle saatlerini geçmişti.
"Şimdi çıkabiliriz," dedim, ayağa kalktım. Benim kalkmamla herkes ayaklandı.
"Alvina, ben de gelmek istiyorum kızım. En azından buna izin ver." Kaşlarımı çattım.
"Sen gelirsen benim dikkatim dağılır," diye mırıldandım. Endişelenmem gereken insanların yanımda olması, beni geriyordu. "Ne kadar az kişi gidersek, o kadar iyi." Gözlerimi kıstım. "Hatta senin bile gelmene gerek yok," dedim Oflaz'a ithafen.
"Gerekliliğe göre karar vermiyorum, Alvina," deyip yanıma geldi. "Üstüne bir şeyler giyip gel, hava soğuk," diyerek fısıldadığında başımı salladım. "Arabada silah var, ekstra hiçbir şey alma."
Oflaz evden çıktı, ben de montumun olduğu dolaba yöneldim. Yanıma sadece telefonumu aldım, kapıya ilerledim.
"Alvina," dediğini duydum Sıraç'ın. Duraksadın, arkamı döndüm.
"Dikkat et, olur mu?" Anlam veremeyerek yüzüne baktığımda gülümsemeye çalıştı.
"Ederim." Son bir kez yüzlerine baktım. Hepsinde saf korku vardı. Özellikle babamda.
Elim kapının kulbuna uzandı, açtım ve buz gibi soğukla karşılaştım. Oflaz siyah bir arabaya binmişti. Yanına gittim, kapıyı açıp yolcu koltuğuna oturdum. Klimayı açmış olsa gerek, içerisi sıcacıktı.
"Bende seninle gireceğim, baştan söyleyeyim." Parmağımı kaldırıp iki yana salladım. "İnkar etme, Alvina. Yol yakın ve hâlâ dönebiliriz." Sinirle iç geçirdiğimde bana kısa bir bakış attı. Kollarımı önümde bağladım, söylemek için döneceğimiz yeri bekledim. "Kemer," dedi otoriter bir sesle. Gözlerimi devirmemek için zor dirensemde kemerimi taktım, tekrar aynı pozisyona geçtim.
"Sen niye geleceksin ki?"
"Kurtların içine bembeyaz bir kuzu atmamı bekleme benden." Son derece ciddiydi.
"O beyaz kuzu, kurtları tüm sürünün başınsa sarmak istemiyor." Bu durumda kuzu ben oluyordum. "Sadece içeri girip bakmak istiyorum," dedim ılımlı bir tonla.
Fakat beni kale bile almadı. Yol ayrımının önünde durdu, sorgulayan gözlerle bana baktı.
"Sağa," diye mırıldandım. Peşimden gelmesine gerek yoktu. "İleriden tekrar sağa."
"Asma yüzünü," dediğinde omuz silktim. "Alvina." Cevap vermedim. "Alvina." İsmimi böyle güzel söylemesine gerek var mıydı? Yine cevap vermedim.
"Sola döneceğiz şimdi." Anladığını belli etmek için başını salladı.
Geri kalan yol boyunca ikimiz de konuşmamıştık. Bi ara kar yağmıştı, fakat uzun sürmeyip durmuştu. Yaptığım tek şey dışarıyı izlemek, düşünmekti.
"Ev az ileride," dedim yerimde doğrularak. Telefonumdaki saate baktım. 15.00'e geliyordu. Yetişmiştim. "Soldaki ev." Araba yakın bir yerde durdu, kısacık bir an birbirimize bakındık. "Burada bekle, Oflaz. Sadece bakacağım ve geleceğim."
"Alvina-," devam edeceği sırada tekrar dudaklarımı araladım.
"Bakacağım ve geleceğim. Evin kapısını görebiliyorsun, herhangi bir sorun olsa anlarsın." Yüzünde hiçbir mimik değişmedi. "13 dakika içerisinde gelmezsem, sen de içeri gelebilirsin."
"Alvina, aklından geçen her neyse buna izin vermeyeceğim." Ciddiyetle yüzüme baktı. "Ne planlar yapıyorsun, ne düşünüyorsun bilmiyorum. Ancak bu işin sonunda zarar gören kişinin sen olacağını biliyorum."
"Öyle bir şey olmayacak," dedim gülümsemeye çalışırken.
"Planın ne?" Aval aval yüzüne baktım. "Alvina," dedi son harfi uzatarak. "Seni tanıyorum."
"Senin dahil olabileceğin bir plan değil."
"Dahil olmak isteyen kim?" Kaşları havalandı. "İstediğim, senin yanında durup saçma bir karar vermeni engellemek."
"Of!" diye diye arabadan indim. Onu ikna edebilseydim planlarım farklıydı. Ama onun zekasını çok hafife almıştım...
Eve iyice yaklaştım, kapının yanındaki şifreyi tuşladım. Kapı büyük bir gürültüyle açıldığında Oflaz önüme geçti, olası bir tehlikeden korumak ister gibi siper oldu.
İçeri ilk adımızı attık ve ters bir şeyler olduğunu anladım.
Polat burada değildi.
Gideceği başka bir yer yoktu. Bu da iki seçeneğe de büyük ihtimaller ekliyordu.
"Polat," diye seslendim yine de bir umutla. "Abi," dedim bu kez. Artık çaresizdim. Sevdiğim bir insanı daha kaybetmenin eşiğinde cebelleşiyordum.
Ev zaten büyük değildi. Oturma odasını inceledim, hiçbir anormallik göremedim. İşte bu daha tuhaftı.
Merdivenlere yöneldiğimizle Oflaz bu kez yanımdaydı. Hem aşağı, hem yukarı küçük bakışlar atıyordu.
"Yok ki burada," dedim odasına girmeden önce. Elim kulba uzandığında Oflaz bana daha çok yanaştı, elini belime yerleştirerek beni kenarı çekti.
"Her şeye en önden atlama," derken küçük bir çocuğu azarlıyor gibiydi.
Kulbu çevirdi, kapı gıcırtıyla açıldı.
İçeride gördüğüm şeyle duraksadım.
Pekâlâ, bu beklediğim bir şey değildi.
Boş, geniş duvara yansıyan bir görüntü vardı. Bir cihaz onu yansıtıyordu. Polat'ı.
Elleri bağlı, sandalyede oturuyordu. Ağzında olan bant rahatsız edici gözüküyordu. Dalgın gözleri yeri izliyordu, çok sakindi. Her nefes alıp verdiğinde inip kalkan geniş omuzlarını bağlamak için pek çok ip kullanmışlardı.
Sertçe yutkundum.
Arkadan mekanik bir ses duyuldu, Polat yavaşça kafasını kaldırdı. Gözlerini kısarak sesi dinlemeye başladı.
"Ne oldu Polat?" dedi robotu andıran ses. "Çok güvendiğin, bir dediğini iki etmediğin Alvina da nerelerde?" Hiçbir tepki vermedi. "Biliyor musun, sana da acıyorum ben." Kaşları çatıldı. "Ee, hayatını tehlikeye at; günlerini, yıllarını harca. Ama seni kurtarmaya bile çalışmasınlar." Kamera yüzüne yaklaştı. Ne korku vardı, ne de öfke. Sadece endişeydi. O da kendisi için değildi, bunu anlamak zor olmamalıydı. "Bakalım... Alvina sana ne kadar değer veriyor." Yutkunduğunda boğazı hareketlendi. "Alvina," diye seslendiğinde o kişinin amcam olduğuna emin oldum.
"Piç herif," diye öfkeyle konuştu Oflaz.
"Sendeki o dosya, kızım." Bu kez ben yutkundum. "Getir ve bana ver. Tek başına." Polat kafasını iki yana salladı. "Ya da, getirme. Polat ağabeyin... Ah o zavallı adam. Çok geçmeden ölmüş olacaktır." Mekanik ses değişti, kendi sesi açığa çıktı. Polat nefretle dolan gözlerini sıkıca kapattı. "Tercih senin, benim küçük kızım. Aptalca bir intikam yüzünden arkadaşının ölmesini istemezsin." Kameranın açısı tamamen Polat'a odaklandı. Ensesine çarpan kırmızı bir lazer vardı, silaha aitti.
Aldığım nefes kalbimi deşerken azap içinde kalan ruhumla Polat'ın yüzüne baktım. O da hissetmiş gibi kameranın merceğine baktı, kafasını hiddetle iki yana salladı.
Çünkü biliyordu. Ne olursa olsun, o dosyayı oraya götürürdüm.
Önce ses, sonra görüntü gitti.
Derin nefesler alarak sakinleşmeye çalışırken gözlerim odanın içinde geziyordu. Her şey normaldi aslında.
Oflaz'a döndüğümde yoğunlaşan bakışlarını üzerimde hissettim. Gözlerindeki kızgınlık öyle büyüktü ki; ateş görse ısısından, sıcağından utanırdı.
"Aklından bile geçirme," dedi. Kafamı iki yana salladım. Başka bir çarem yoktu. Belki de hiç olmamıştı. 2 büyük adımda yanıma geldi, tam önümde durup hafifçe üstüme eğildi. "Alvina. Öyle bir şey olmayacak."
"Olacak," dedim geri çekilirken. "Ve hepiniz bunu çok iyi biliyorsunuz." Bir şey demesine fırsat vermeden arkamı döndüm, yatak odasından çıktım. Buraya taksi çağırmanın tehlikeli olacağını bildiğimden Oflaz'ın arabasına yanaştım, yolcu koltuğuna bindim. Normalde sürücü koltuğuna oturmak daha cazip olurdu, hatta bu yüzden tartışmaya bile girebilirdim. Fakat şu an araba kullanmam yalnızca zarardan ibaret olurdu.
Polat'ı o hâlde görünce aklıma gelenlerden birisi de Aydan'dı. Ben ona ne diyecektim?
Oflaz da arabaya bindi, tek kelime etmeden anahtarı çevirip aracı çalıştırdı.
"Niye her olayla önce kendinden vaz geçiyorsun?" Sesinde bariz bir merak, sinir vardı.
"Sen ne yapardın?" Gözlerini yola odakladı. "Oğuz'u, Yekta'yı, ya da..." dedim ve ekledim: "Beni. Beni hayal et." Duraksadı. "O durumda ben olsaydım dosyayı getirmez miydin?"
"O durumda sen olamazsın," sesi öyle netti ki...
"Mesela, Oflaz. Götürür müsün, götürmez misin?"
"O kadar imkansız ki, meselası bile yok Alvina." Buna tüm kalbiyle inandığını biliyordum. "Ama eğer, bir başkası olsaydı..." Kısa bir an düşündü. "O dosyayı götürürdüm."
"O zaman ben de götürebilirim." Kafasını iki yana salladı.
"Aynı şey değil."
"Aynı şey," dedim. Bu günlerde onunla çok inatlaşıyordum. O da bunun farkında olmalıydı.
"Alvina." Usulca ona baktım. "Mantıklı düşünemiyorsun."
"Mantıklı düşünmek istemiyorum," diye mırıldandım. "Benim evime gidebilir miyiz? Oraya dönmek istemiyorum." Bir yanıt vermedi fakat köye giden yola değil, merkeze giden yola döndü. "Teşekkür ederim," dedim gerçek bir minnetle. Sadece kafasını salladı.
Çok uzun sürmemesi gereken yol, trafik ile beraber artmıştı. Öylece elim kolum bağlı oturuyordum.
Telefonuma gelen çağrı daldığım için irkilmemi sağladı. Oflaz yandan bir bakış attığında umyrsamazca omuz silktim.
Gizli numara arıyordu. Daha fazla beklememek adına çağrıyı yanıtladım, kulağıma yaklaştırdım.
"Efendim?"
"Alvina," dedi amcam. Yüzümü buruşturdum. "Nasıl buldun teklifimi? Öğrenmiş miyim bir şeyler?"
"Ne demezsin," dedim saf nefretle.
"Neyse," deyip boğazını temizledi. "Dosyayı getireceğini biliyorum." Güldü. "Önceden konum atayım." Keyifli sesine daha fazla katlanacamayacağımı düşündüğümden çağrıyı sonlandırdım. Telefonuma sms olarak konum atmıştı.
"Gitmeni istemiyorum." Yavaşça ona döndüm. Bu sırada evin önüne gelmiştik, kapıdaki korumalar etten duvar örerek arabayı çevrelemişlerdi. "Zarar göreceksin ve bu hiç güvenli değil."
"Ama gerekli." Hafifçe gülümsedim, elimi büyük elinin üstüne kapattım. "Hiçbir şey olmayacak." Kafasını iki yana salladı. "Leyna'dan korkuyor. Zaaflarını biliyorum." Gülümsemem genişledi. "Bir kere başardım, Oflaz. İnan, ikinci denemem beni zorlamaz." Elini canını acıtmayacak şekilde sıktım. "Hem bu kez tek başıma olmayacağım." Bir nebze olsun rahatlamasını istiyordum. "Siz varsınız." Duraksadım. "Sen varsın. Değil mi?"
Gözlerime baktı. O kadar yoğun, anlamlı bir bakıştı ki...
O an dünya dursa şikayetim olmazdı.
Beni sarhoş eden gözlere daha fazla bakmadım, kemerimi açıp arabasından indim.
Kapının şifresini tuşlayıp açtım, aralık bırakarak içeri girdim.
Kendi odama geçip yatağa oturdum, boş boş yere bakındım.
Oflaz izin istemeden yatağa, hemen yanıma oturdu. Bacağım bacağına değdiğinde hafifçe irkildim.
Eşofmanımın cebindeki telefonumu aldım, Ares'e dosyayı getirmesini söylemek için aradım.
"Alo?"
"Ares, dosyayı getirir misin?" Oflaz çatık kaşlarıyla beni seyralırken Ares'e açıklama yaptım. "Amcam ile ilgili olan."
"O niye?" Sesi meraktan öte şüphe doluydu. Derin bir nefes aldım.
"Sadece getir lütfen."
"Ne işler karıştırıyorsun?" Cevap vermedim. "Pera'yı da alıp gelirim," dedi uzun bir beklemenin ardından. Telefonu kapattığında biraz olsun rahatlamıştım. Dosyayı getirecek olması bile benim için gelişmeydi.
"Gidecek misin?" Usulca Oflaz'a döndüm.
"Gideceğim." Kaşları daha da çatıldı.
"Güvenli değil," dediğinde omuz silktim.
"Doğru, güvenli değil; gerekli." Ona biraz daha yaklaştığımda dip dipeydik, omzum omzuna temas ediyordu. "Dediğim gibi... Daha önce başardım, şimdi de başarabilirim."
"Başaramayacağını söylemiyorum," dedi ciddi bir tavırla. "Sadece çok yıpranacaksın."
"Yapabileceğim bir şey yok."
"Ben de seninle geleceğim," deyiverdi aniden.
"Gereği yok."
"Var." Derin bir nefes verdi. "O adamın sesini duyduğunda bile yüz ifaden değişiyor, geriliyorsun." Başımı kaldırıp ona baktım. "Hayır. Korku demiyorum."
"Oflaz," diye mırıldandım. "Gerçekten lüzmu yok. Gideceğim, dosyayı verip geleceğim."
"Alvina." Devam edeceğini düşünsem de sadece yüzüme baktı.
Kapının mekanik açılma sesi duyulduğunda ayağa kalktı, yüzüme bir kere daha bakmadan odadan çıktı.
Salona geçmeden önce lavaboya girdim, kendime gelmek için yüzüme soğuk su çarptım. Saçımdan önüme gelen tutamlara sinirlenmeyi ihmal edemeden söylendim, elimle geriye doğru itekledim.
Üstümdekileri değiştirmek cazip bir seçenek olmadığında küçük adımlarla oturma odasına girdim.
Sadece Pera ve Ares'i bekliyordum, ancak Oğuz, Sıraç ve Yekta da gelmişti. Zihnimde Suay belirecekken kafamı iki yana salladım, şu an sırası değildi.
"Ne yapacaksın dosyayı?" diye sordu Ares direkt. Oflaz'ın yanında küçük bir boşluk kalmıştı, adımlarımı oraya yöneltip yerleştim. Yine çok yakındık.
"Amcama götüreceğim." Pera gözlerini kocaman açarak bana baktı.
"Rüyanda!" diye söylendiğinde Ares onu onayladı.
"Götürmeyeceksin."
"Götüreceğim" dedim inatla.
"Vina," dedi Pera sinirle. "Neden? Neden böyle bir şey istiyorsun?" Gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. "Bulmamızı istesen bir şekilde buluruz, ölür ve tek bir izi kalmaz."
"Olmaz." Kaşları iyice çatıldı. "Polat onun elinde."
"Tamam, onu bir şekilde kurtarırız," dedi Yekta.
"Zeki biri. Buna izin vermez."
"Ne var şu dosyada?" diye sordu Oğuz. Gözlerim orta sehpadaki dosyaya kaydı, epey eskiydi.
"Önemli bir şey değil," diye yanıt verdim. "Zaten onun istediği dosya değil."
"İşte bu yüzden, gitmiyorsun." Pera kendisini destekleyerek kafasını salladı.
"İstediği ne o zaman?" Sakince Oğuz'a döndüm.
"Benim," diye mırıldandım. "İstediği şey özgürce beni görmek, ayağına gitmemi istemek."
"Sana zarar verecek," dedi Sıraç ilk defa konuşarak. Kafamı iki yana salladım.
"En büyük zaafıyım." Gözlerine baktım. "Fiziksel anlamda bana zarar vermesine izin vermeyecek yaşa ulaştım. Ona karşı gelebilirim."
Oflaz'ın bacağındaki tüm kaslar gerildiğinde ellerine baktım. Sıkı yumruklar olmuştu, parmak boğumları beyazlamıştı. Omzumu hafifçe omzuna sürttüğümde bana baktı, gözlerini kapatıp derin bir nefes almayı denedi.
"Yani, büyütecek bir şey yok. Sadece dosyayı vereceğim, geri geleceğim. Tüm olay bu."
"Ben Alvina ile gideceğim," dedi Oflaz tüm dikkati üstüne çekerek.
"Gelmeyecek."
"Geleceğim," dedi üsteleyerek. Kaşlarımı çattım, kafamı ona çevirdim.
"Hayır." Gözlerini yüzümde gezdirdi, başını salladı. "Gerçekten gelmene gerek yok."
"Oflaz değilse bile," dedi Ares. "Başka birisi seninle gelecek, Alvina."
"Niye anlamaya çalışmıyorsunuz?" dedim sitemle. "Sadece benim gitmemi istiyor. Sizin içeri girmeniz imkansız."
"O hâlde senin gitmen de imkansız." Kaşlarımı çatarak Kutay'a baktım. "Bizi anlamaya çalış. Sana zarar gelmesinden çekiniyoruz."
"Öyle bir şey olmayacak." Alayla yüzünü buruşturdu Ares.
"Nereden biliyorsun?" Ortamdaki gerginlik artıyordu. "Onun sana zarar vermeyeceği ne malum?"
"Onu tanıyorum." Ares her ne desem de ikna olmayacaktı.
"Öyle san." Kaşlarım havalandı. "İnsanlar değişir. Seni daha önce öldürmediyse, şimdi de öldürmeyeceği anlamına gelmez." Kutay ona katılarak kafasını salladı. "Ayrıca dosyayı online görüşerek de verebilirsin. Yine onun dediğine varıyor, sen ona itaat ediyorsun."
"Niye anlamamakta bu kadar ısrarcısın? Onun yanına gitmemi, beni görmeyi istiyor."
"İşte bu yüzden gitmemelisin." Sinirlendikçe başım ağrımaya, karnıma saplaklar girmeye başlamıştı.
"Ne dersen de, gideceğimi biliyorsun." Kafamı salladım ve ayağa kalktım. "İçeriye yerleştirebileceğim 3 adam var, her kata bir tane. Beni ve Polat'ı da sayarsak 5 kişi oluyor, ki yeteri kadar." Derin bir nefes aldım. "Yakın ama güvenli bir yere arabamı koyacağım, çıkınca binmek için." Hepsine teker teker bakarken Pera'yı es geçmiştim. O bunu asla kabul etmeyecekti. "Hiç birinizin gelmesine ihtiyacım yok, bu benim kendi sorunum ve halledebilirim."
Arkamı döndüm, kimsenin bir şey demesine fırsat vermeden tekrar odama girdim. Arkamdan işittiğim adım sesleri muhtemelen Pera ile Helen'e aitti, bu yüzden kapıyı açık bıraktım.
"Gelebilir miyiz?" dedi Helen.
"İzin istemeyeceğim," diye çıkıştı Pera. İçeri girdi, Helen'i de kolundan tutup içeri aldı. Fazla anlaşamıyor gibi dursalar da içten içe birbirlerini sevdiklerini biliyordum. Kapıyı kapatıp kilitlediler, büyük adımlarla gelip yatağa oturdular.
"Betin benzin solmuş." Usulca Helen'e döndüm.
"Yorgunum biraz," diye geçiştirdim.
"Acaba niye yorgunsun?" Çocuğunu azarlar gibi konuşması hoşuma gidiyordu. "Bana niye hiçbir şeyi anlatmıyorsun?" Suçlulukla ona baktım. "Anlanaya çalışıyorum. Biliyorum, hayatın çok hareketli ve sen buna ayak uydurmaya çalılırken bazı şeyleri es geçebiliyorsun." Beni benden iyi tanıyordu. "En önemlisi de kendini umursamıyorsun."
"Pera..." diyebildim sadece.
"Vina, sen aptal bir kadın değilsin. Normal şartlarda, o piçi doğduğuna pişman ederdin; ettin de, ben buna şahit de oldum." Gözlerime baktı. "Şimdi neden bu boşvermişlik? Niye ona itaat ediyorsun?"
"Bilmiyorum." Aklıma hiçbir şey gelmiyordu.
"Biliyorsun," dedi üsteleyerek. "Yorgunsun, bu yaşına kadar çok şey gördün, yaşamaman gereken nice olay yaşadın. Ama bir şekilde toparlandın." Derin bir nefes aldı. "Yine kendini dağıtmanı istemiyorum, Vina. Oraya gitme."
"Başka çarem yok, Pera." Helen söze atıldı.
"Buluruz. Bir çare buluruz." Kafasını salladı. "İllaki mantıklı bir plan kurulur."
"Lütfen," dedi Pera. "Sabaha kadar düşün ve saçma bir hareket yapma."
"Peki," dedim cevap vermek için. Biraz uyusam iyi olacaktı.
"İyi geceler," dedi Helen. Karşılık beklemeden gülümsedi, odadan çıktı.
"Güzel geceler, çiçeğim." Yanıma yaklaştı, başımın tepesine bir öpücük kondurdu. "Kararın ne olursa olsun, saygı duyacağımı bil." Yüzümdeki gerçek minnetle ona baktım, o da odadan çıktı.
Kaçmıştım, yüzleşmiştim, yaşamıştım; gün gelecekti ve ölecektim.
İşin tuhaf yanı ise, ölümü her zaman arzulayan benim, şimdi delicesine korkmasıydı.
Ne olmuştu da bu kadar değişmiştim?
Eskiden olsa, siyah ve beyazı aynı bile görebilirdim. Biri masumiyeti, diğeri kasveti temsil ederdi.
Artık içimde her iki renk de vardı. O renk artık gri olmuştu: Karamsar, korkak, ürkek; daha sevgi dolu, pozitif.
Belki de beni yoran buydu.
Beni, zıt duygular; eş olmayan kutuplar yıpratıyordu.
Yatakta döne döne uyuyamadığımda derin bir nefes verdim, ayağa kalkıp sessizce odamdan çıktım.
Gece 2'ye yaklaşmıştı, her yer zifiri karanlıktı.
Tüm odaların ışığı kapalıydı, herkes uyumuştu.
Ayakkabı dolabından elime geçen ilk botu aldım. Dışarıda kar yağıyordu.
Parmak ucumda ilerleyerek askıdaki paltoyu aldım, üzerime geçirip kapıyı sessizce açtım. Uyanacaklarını sanmıyordum ancak yine de bir ihtimal vardı.
Dışarıdaki buz gibi soğuk tenime temas eder etmez içim ürpermişti. Ellerimi paltonun cebine yerleştirdim, ısınması için bir müddet bekledim.
Hızlı, kendimden emin adımlarla ilerledim. Sık sık arkama bakarak birinin gelip gelmediğini kontrol ederken -neyse ki kimse yoktu- defalarca düşme tehlikesi yaşamıştım.
Yerler beyaza bürünmeye başlıyordu. Sakin, usul usul yağan kar öyle güzel di ki... Eski bir masal sahnesini andırıyordu.
Sokağın köşesinden döndüm, daha kuytu olan bir araya girdim.
"Hey!" diye bir ses duymamla durdum, adımlarımı o tarafa yönelttim. "Buradayım." Kaldırımda, bir arabanın arkasında oturan kişiyi gördüm, elimi havaya kaldırıp onu tanıdığımı anlamasını bekledim. "Gel," dedi fazla yüksek olmayan bir sesle.
Arabaya iyice yaklaştım. Elimde tuttuğum anahtarla çalıştırıp oturan kişiye döndüm.
"Dikkat et," deyip elindeki dosyayı bana uzattı. "Arkandan geleceğim. Ama yine de çevrene bakalak ol." Hafifçe kafamı sallayıp minnet ile gülümsedim.
"Teşekkür ederim," dedim saf bir sevgiyle.
"Umarım kendine zarar vermezsin ve ben de sana teşekkür edebilirim." Güldüm. "Hiç gülme. Başına bir şey gelirse benim kellem uçar!" Endişesinin bu olmadığına emindim. O sadece bana bir şey olmasından korkuyordu.
Yabancı değildi. Pera'ydı.
Gece ona mesaj yazmış, tüm planı anlatmıştım. Mantıklı bulduğunda kabul etmiş, destek olmak istemişti.
İlk başta karşı çıksa da en sağlıklısının bu olduğunu biliyordu.
Kızıl saçlarına baktığımda gülümsemem genişledi. Hafifçe omuz silkti, arkasını dönüp yavaşça uzaklaştı.
Benimle gelecekti. Bunu kabul etmeme şansım yoktu.
İlk başlarda ona da söylememeyi düşünmüştüm. Ancak birisinin yardımına ihtiyacım vardı.
Arabaya bindim, kemerimi takıp hoş melodili bir müzik açtım. Parmaklarımla rirtime ayak uydururken aracın tekerlekleri durmaksızın son sürat ilerledi.
Tarihler 8 Aralık'ı gösterdi.
O gece, iki yakın arkadaş, tüm korkularına göğüs gererek bir kez daha imkansızı denediler.
O gece, iki arkadaşın saçlarına kar taneleri düştü.
Bu kar taneleri ya büyük bir taca dönüşecekti. Onlar her yürüdüğünde etrafa ışık saçacak bir mücevher gibi olacaktı.
Ah, bir de ikinci ihtimal vardı... Kalbinde kötülük tohumu yeşermeyen kimsenin istemeyeceği cinstendi.
Saçlarına düşen minik kar taneleri, iki kızın da vücudunu kaplayıp kefene dönüşebilirdi. Dünyadan göçüp giden 2 aptal olurlardı.
İkisi de aynı anda iç çektiler.
Evdekileri kandırmış gibi bile hissetmiyordum. Bana her daim güvenebilirlerdi. Ancak bazı mevzular inanmamalarını gerektirirdi. Tam şu an, bunu yaşıyorduk.
"Hadi, kardeşim," dedim. "Başaralım bunu."
Hayır, bu bir dilek değildi; olacak olan hiç değildi.
Sadece bir ihtimaldi.
---🥂🪷
Heelllüüü!
Nasılsınız?
Bölümü yayımlamaya çalıştıkça uygulama beni atıyor. Bu 8. denemem, umarım başarılı olur🥹
Bölümü nasıl buldunuz çiçeklerim?
Eleştiri ve önerileriniz beni çok mutlu ediyor🥹 Hatta bölüm yayımladığım gün birkaç saati sizin yorumlarınıza okumaya ayırıyorum🥹🫠
Hepinizi çok seviyorum.
Lotuslar size şans getirsin! 🪷🩷
Öptüm! 💋
Instagram; @LeddyAsteria
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.45k Okunma |
109 Oy |
0 Takip |
22 Bölümlü Kitap |