15. Bölüm

15. Bölüm: Mazinin Sessizliği

Leddy 🥂✨️
leddyasteria

Merhaba güzellerim!

 

Keyifli okumalar.

 

---🥂🪷

 

Bazen bir tabloya bakardınız. 4 bir yanı kasvet dolu olurdu, her köşe karanlığa boyanırdı.

 

Sadece bir yer, ufacık bir köşe renkli olurdu. Kaygılardan, kötülüklerden arınmış... Huzur dolu ve korkuların olmadığı bir yer.

 

Orada olmak istersiniz. Zamanın orada olmasını, hayata orada devam etmeyi.

 

Tam şu an öyle bir şey yaşıyordum. Tüm sorunlarım sekteye uğrayıp beni rahat bırakmıştı.

 

Örtülerin serili olduğu koltukta, Oflaz ile yan yana oturuyorduk. Karşımızdaki koltuğa gelen yaşlı kadın oturmuştu. Gelişigüzel bir tülbent takmıştı. Altındaki uzun eteği, üstündeki bol hırkası... Klasik, orta yaşlı bir kadındı. Masmavi gözleri vardı ve burnu Karadenizlileri andırıyordu.

 

Az önce Oflaz'a seslenmişti çünkü elinde büyük bir kutu vardı. Bana getirdiğini söylemişti ama sonra açmamı istemişti. Her ne kadar içinde ne olduğunu delicesine merak etsem de dediğini yapmıştım.

 

"Ee kızım," dedi uzun bir aradan sonra konuşarak. "Nasılsın?"

 

"İyiyim. Siz?" Saygıyı elden bırakmamanın iyi olacağını düşünmüştüm. Ancak Esra hanım kaşlarını çattı.

 

"Ne demek siz? Yavrum teyzenim ben senin." Gülümsedi. Tatlı bir kadındı. "Ay pek de güzelsin he." Yüzüme akın akın giden kan, yanaklarıma hücum etti ve kızardım. Yaşlılarla anlaşabilirdim ancak onlardan iltifat almak alıştığım bir şey değildi. "Benden bahsetti mi şu koca eşek?" Oflaz'ın hayatında birçok şeyi bilmiyordum. Kısa bir an ona baktığımda göz göze geldik, kafamı iki yana salladım.

 

"Bahsetmedi teyze," dedim şikayet ederek. Anında yüzü bozuldu.

 

"Kızım bunun akıl biraz kıt. Unuttuysa beni demek." Oflaz'a iğneleyen bakışlarını sundu. "Küçükken de çok değişikti bu."

 

"Teyze," dedi Oflaz uyaran bir sesle. Omuz silkti kadın.

 

"6 yaşındayken tanıştık, annesi işteyken bende kalırdı. Ben diyim 7, sen de 8... Çok çektim bundan. Bi yaramaz, bi haylaz..." Koltukta bağdaş kurdum, kadını pür dikkat dinledim. "Sürekli düşüyordu. Pek de sakardı garibim. Azıcık da salaktı."

 

"Ben de buradayım," diye sitem etti Oflaz. Esra teyze ona dönüp bakmadı bile.

 

"Bu sana hiç anlatmadı değil mi?" Kafamı salladım.

 

"Biz de kalkacaktık teyzem," dedi Oflaz kolumu tutarak. "Hadi, gel, gidelim." Kaşlarımı çattım.

 

"Yooo, kalkmıyorduk. Ben dinlemek istiyorum."

 

"Alvina." Yüzüne bile bakmadım.

 

"Bir gün Bursa'ya gittik, köyde evim vardı benim. İşte Oflaz ile oturuyoruz bahçede, gelene gidene bakıyoruz." Gözlerime bakıp onu dinlediğimden emin oldu. "Dedim buna bir meyve soyayım. Bunu tembihledim, gitme bir yere dedim. Kız iki dakika eve çıkacağım ha. Ne olabilirdi ki?" Yüzünü buruşturdu. "Bahçeye bi döndüm, çocuk yok!" O anı tekrar yaşıyormuş gibi yüzü dehşete düştü.

 

"Kaçmış mı?" diye sordum. 67 sezonluk bir dizinin yeni bölümünü bekler gibi hevesliydim.

 

"Kaçmış tabii. Mahallede düğün varmış. Bizimkide duymuş zilin sesini... Durur mu hiç?" Derin bir nefes aldı. "Ben her yerde çocuk arıyorum, bulamıyorum... Neyse komşuları aradım, burada dediler."

 

"Teyze," dedi Oflaz devam etmesini istemiyor gibi.

 

"Oflaz," dedim a harfini uzataraktan. "Dinleyeceğim."

 

"Bi gittim ki ne göreyim?"

 

"Nolmuş?" Heyecanım aynıydı.

 

"İnsanlar çiftetelli oynuyor, bizim sıpa halay çekiyor. Geçmiş sıranın başına, tepiniyor saçma sapan." Oflaz'ı öyle hayal ettim ve gülme isteğimi bastırmak zorunda kaldım. "Gel deyorum, gelmeyi." Şivesi bir anda kayıverdi kadının. "Ha Oflaz, sünnetçi geliyo lan dedim, öyle bi kaldı."

 

"Gerçek değil bu." Oflaz'ın dediği daha çok gülmemi sağladı.

 

"Koştu, koştu. En sonunda geldi valla bayrın aşarısına." Kadının gözleri açıldı. "Hızını alamadı da yuvarlandi çamurun içine. Kafasını çıkarmaya dursun... Aha dedim olmuş bu Van gölü canavari." Gür bir kahkaha attım. "Bari dedim kasabaya dönelim, köy bize yaramadı. Tuttum bunu yakasından, götürdüm dolmuş durağina." Sinirlendi. "Bendeki de akıl! Bunu gören durur mu hiç beni almaya. Yarım saat bekledik ya." Güldü. "En son traktör geldi de, bunu attım römorka. Ağladi zirladi falan. Valla sus dedim, döveceğdum yoksa." O kadar gülmüştüm ki, karnıma saplaklar girmişti. Hem bu kadın nereliydi?

 

"Senin yüzünden düştüm ben."

 

"Sus sen be!" dedi kadın ayağa kalkıp. "Gelinime kahve yapacağım. Sen bulabilirsen zıkkımın ta köküni iç." Küçük adımlarla yanımızdan ayrıldı.

 

Aniden sinirlenmişti. Bu yüzden kahve konusunda itiraz etme şansım yoktu.

 

"Ay kıyamam," dedim Oflaz'a alayla bakarken. Somurtmaya devam edince yanına sokuldum, alttan alttan yüzüne baktım. "Düştün mü sen?"

 

"Alvina."

 

"He canım?" dedim aynı alayla. Duraksadı.

 

"Koluna bakabilir miyim?" Bu kez ben duraksadım.

 

"Niye?" Cevap vermedi, sağ elimi avcuna alıp bileğimdeki bariz morluğa baktı. Amcamın eseriydi ve o da bunu biliyordu.

 

"Gece yattığında krem sürmüştüm, biraz iyi gelmiş," dedi kendi kendine konuşur gibi. "Birazdan tekrar sürelim, bana hatırlat." Nutkum tutulmuş gibiydi. Beni bu denli düşünmesi...

 

"Önemli bir şey değil." Fazla ciddiye alınacak bir konu yoktu. Basit bir morluk sayılabilirdi.

 

"Elini bi taraflarına sokmazsam-," derin bir nefes aldı. Bileğime uzun uzun baktı, dudakları aralandı. Bir şey söyleyeceği sırada Esra teyze içeri girdi, Oflaz'ın cümlesi başlamadan bitti.

 

Elindeki tepsiye göz attım. Gerçekten 2 tane kahve yapmıştı. Bana güldü, çiçekli fincandaki kahveyi elime tutuşturdu. Bol köpüklüydü ve tadının kötü olmadığı kokusundan belliydi.

 

"Ee kızım, siz nasıl tanıştınız?" Kahveden büyük bir yudum aldım. "Bizimki pek sosyal değildir." Kısa bir an duraksadım. Bunu anlayan Oflaz söze atıldı.

 

"İş ile alakalı mevzular," dedi kısa kesmek isteyerek.

 

"Ne kadar oldu?"

 

"6 ay," dedim Oflaz'dan önce. "6 ay olacak." Oflaz'ın bana baktığını hissedince usulca ona döndüm. Gözlerini benden çekmek yerine daha da odaklandı.

 

"Daha yeni yani." Kafamı salladım. "İyi yavrum, iyi. Mutlu olun da."

 

"Siz neler yapıyorsunuz?" Konunun değişmesini istiyordum.

 

"Bir şey yaptığım yok. Birkaç hayvanım var, onlarla uğraşıyorum." Gülümsedi, yüzündeki kırışıklıklar daha da arttı. "Küçük bir bahçem var. Oraya bir şeyler ekip biçiyordum da, kış gelince o da kaldı öyle." Eliyle pencereyi gösterdi, bir evi işaret etti. "Şu yeşilli ev benim. Biraz küçük ama benim işimi görüyor." Gülümsemesi genişledi. "Arada torunlarımla çocuklarım geliyor. Giderlerken biraz üzülüyorum ama olsun."

 

"Ne güzel," diye mırıldandım. Bir zamanlar annemin hayalleri de bu yöndeydi. Benim çocuklarımı görmek, onlara iyi bir anneanne olmak isterdi. Fakat şimdi her şey imkansızdı.

 

"Güzel olmasına güzel de... Bu hayatta yarım kaldım ben. Hayat arkadaşım gitti." Derib bir iç çekti. "İnan kızım, hiçbir şey yerini doldurmuyor. 3 çocuğum var. Ha, Allah biliyor; hepsini çok severim. Ama yine de insan özlüyor." Burukça gülümsedi. "Siz birbirinize sahip çıkın. Ölümün ne zaman geleceği meçhul, ona göre yaşayın."

 

"Başınız sağolsun," dedim ılımlı bir tonla. Gözlerini kapattı, açtığında küçük gözleri dolmuştu. Yine de neşesi yerindeydi.

 

"5 tane torunum var. Hepsi dünya tatlısı. Bir görsen, nasıl seversin." Hayranlıkla anlattıkları kalbimde yeni yaralara yol açıyordu. "6. torun da Oflaz'dan gelir belki." Sırıttı. "Şöyle kızım gibi saçları, oğlum gibi gözleri olan bir kız çocuğu fena mı olur?" Yutkunamadım. "Oflaz da çok ister. Küçüklüğünden beri."

 

Peki canım niye bu kadar acımıştı?

 

Anne olamama ihtimalimden çok Oflaz'ın baba olabilme ihtimali beni dumura uğratmıştı. Başka bir kadından çocuğu olabilirdi, mutlu bir ailesi de olabilirdi.

 

Olmasın, diye haykırdı aciz kalbim. Benden başkasına gözü değmesin.

 

Bunu istemek, dilemek bile haksızlıktı. Onun en doğal hakkıydı baba olmak.

 

Benimle olursa bu tadı tadamazdı, hayali gerçekleşemezdi. Bu benim için dayanılamaz bir acı olurdu.

 

Bir kızının ya da bir oğlunun olması, onlarla oynaması, beraber eğlenmeleri... Oflaz'ı öyle hayal etmek bile güzelken benim canım yanıyordu. Normal değildi.

 

Belimde tüy gibi bir dokunuş hissettiğimde irkildim, gözlerimi araladım. Karşımdaki kadının yüzünde endişe vardı.

 

"Yanlış bir şey mi söyledim?" Suçlu hissetmesini istemezdim. Bu yüzden gülümsemeye çalıştım, kafamı iki yana salladım. "Ne oldu yavrum?"

 

"Başım döndü de öyle bir," dedim titremeye meyilli bir sesle. "Ben kalkayım, birkaç eşyam var onları toplayacağım. Sonra eve geçeceğiz," diyerek ayağa kalktım.

 

"Tamam kızım. Buralara yolunuz düşerse uğrayın bana da mutlaka."

 

"Tabii, uğrarız." Kelime dudaklarımdan çıktığı an yatak odasına yöneldim, kapıyı arkamdan kapatıp yatağın ucuna oturdum.

 

Bencil olmak istemiyordum. Bir kişinin geleceğini elinden almak, onu çıkmaza sokmak... Bunlar kötüydü. Ben kötü bir insan olmak istemiyordum.

 

Kapı gürültüyle açıldı. Oflaz bir hışımla içeri girerken doğrudan bana bakıyordu. Yüzüne bile bakamıyordum, yeri seyrediyordum.

 

"Alvina." Cevap veremedim. "Bana bak." Yanıma iyice yaklaştı, yere diz çöküp oturdu. Bir eli dizime yerleşirken diğer eli çenemi buldu. "Alvina..." Yüzümü yüzüne doğru hizzalladığı an kaşları havalandı.

 

"Oflaz," dedim güçsüz bir sesle. "Benden uzak dur."

 

"Ne?"

 

"Varlığım sana zarar. Varlığın bana acı." Kafamı salladım. "Bana yaklaşma, mesafeli davran."

 

"Alvina, ne diyorsun sen?" Çenemdeki eli baskısını arttırdı.

 

"Ne yapıyoruz biz?" Kaşları çatıldı. "Birbirimize iki yabancıyken niye bu kadar yakın davranıyoruz?"

 

"Ne oldu?" Alttan alttan bana baktı.

 

"Sana bağlanmama izin vermemelisin," dedim yalvarır gibi. "Sana alışmama, sana yakın olmama... Beni kendinden uzak tutmalısın, Oflaz."

 

"Alvina, mantıklı düşünemiyorsun." Kafamı iki yana salladım.

 

"Aksine. Mantıklı düşünüyorum." En başta yapmam gereken konuşmaydı, ben çok ertelemiştim. "Bir gün davamız bitecek, görüşmek zorunda olmayacağız. Birbirimize bağlanmamızın ne anlamı var?"

 

Benimle olursan hayallerinden vazgeçmen gerekir, diyemedim. Baba olamazsın, bir yanın hep yarım kalır, diyemedim.

 

Ben söyleyemedim, evet ama o anladı.

 

"Alvina," dedi yumuşak bir sesle. Çenemdeki eli yanağıma yerleşti. Avcunu yüzüme bastırdı, doğrudan gözlerime baktı. "Anladığım şeyi düşünüyorsan," yutkundum. "Siktir." Kafasını sağına çevirip büyük bir nefes aldı, ardıdan yüzünü tekrar bana çevirdi. "Düşünme."

 

"Oflaz," diye mırıldandım yüzümdeki elinin üzerine parmaklarımı dolarken. "Bak... Bir gün pişman olduğunda..." Lafımı kesti, cümlemi tamamlamama izin vermedi.

 

"Öyle bir şey olmayacak."

 

"Olacak," dedim inat ederek. "Bir gün herhangi bir yerde babası ile oynayan çocukları göreceksin. İçin acıyacak." Yüzüne yerleşen karışık ifadeye karşın ifadesiz kaldım. "Bunu yaşaman için bir sebebin yok. Kendi canını yakman için bir sebebin yok."

 

"Bir gün," dedi yatağa oturup yanıma yaklaşırken. Kolunu omzuma attı, bedenlerimiz birbirine yapıştı. "Gözlerine bakacağım ve dilimde keşkeler değil, iyi kiler olacak." Başımın üstüne bir öpücük kondurdu. "Kendini suçlama, üzme ve kalbinin canını daha fazla yakma. Düşünme, Alvina."

 

"Oflaz." Bana baktığını hissetsem de gözlerimi zeminden ayırmadım. "Bu doğru değil."

 

"Doğru olan ne?"

 

"Bilmiyorum," dedim fısıldayarak. Sustu.

 

İkimiz de konuşmadık, sadece sustuk. Birbirimize sarılırken, sessizce bekledik. Nefes sesi kulaklarımı doldurdu, kalp ritmi içimi ısıttı.

 

Kaç saat geçmişti, ne kadar olmuştu tahmin bile edemiyordum.

 

"Alvina." Oflaz uzun süren sessizliği bozdu. "Çıkalım mı yola?" Başımı yasladığım omzundan kaldırdım. Aniden hareket ettiğim için gelen baş dönmesinin geçmesini bekledim.

 

"Çıkalım," dedim onu onaylayarak. Burada kalmanın anlamı yoktu. "Babamla konuşmak istiyorum." Anlayışla başını salladı.

 

"Nasıl istersen."

 

Kalkıp montlarımızı giymiştik. Evi girdiğimiz gibi bırakıp bahçeye çıkmıştık.

 

Dışarının buz gibi soğuğu içimi titretirken paltomun önünü iyice bağladım. Arabaya binip yolcu koltuğuna kuruldum, kollarımı önümde birleltirdim. Oflaz biner binmez klimayı açtı, yüzüme üfleyen sıcak hava biraz olsun üşümemi azaltmıştı.

 

"Alvina." Kafamı yasladığım camdan kaldırıp ona baktım. Onun gözleri yoldaydı.

 

"Efendim?"

 

"Baban," dedi ve yüzüme döndü. Sorusunu sormadan önce ifademi merak ediyordu. "Amcanın öldüğüne nasıl ikna oldu?"

 

"Sadece 3 kişi bunu biliyordu," dedim sakince.

 

"Baban öğrenmek istese," deyip derin bir nefes aldı. "Öğrenebilirdi."

 

"İstemedi," diye mırıldandım. "Oflaz, o gittikten sonra ben dışında hiçbir şeyi merak etmedi. Peşime bir sürü adam takmıştı, benim hakkımda bilgiler de alabiliyordu. Amcamın yaşadığını öğrenebilirdi ama bunu merak bile etmedi."

 

"Belki de biliyordu?" Bu ihtimal aklıma çok geliyordu. Yine de konduramıyordum.

 

"İmkansız değil, biliyor olması çok muhtemel." O kadar ileri gidebileceğini sanmıyordum. "Ben bilmediğine inanmak istiyorum." Derin bir nefes aldım. "Çok kırgınım, Oflaz. Bir de biliyor olmasını kaldıramam." Yalan değildi. "Bilse dayanamazdı bence. Öldürmek isterdi. Yaşamasına tahammül edemezdi." Direksiyonu sıkıca kavrayan parmaklarına baktım. "Değil mi?"

 

"Alvina." Gözlerime çok kısa bir an baktı ve o an, kalbimin atış ritmi bile değişti. Başka bir şey söylemedi, yolu seyraldı.

 

"Abimin yerini sadece amcam mı biliyordur?" Yaklaşık 10 dakika sonra konuşmuştum.

 

"Fikrim yok," dedi usulca.

 

"Videolarda gördüğüm birisi var. Diğer çocuklar benimle oynuyor ama o hep uzaktan bakıyor. İsmi bile belli değil." Yutkundum. "Kimsesiz gibi. Bazı sahnelerde anneme bakıyor, gülümsüyor. Bana sadece nefretle bakıyor."

 

"Alvina, eğer abin o ise; senden nefret etmesi imkansız."

 

"Nasıl bu kadar emin olabilirsin? Öz abimse benden nefret etmesi de olası."

 

"Emin değilim, sadece tahmin." Kafasını salladı. "Öz abin ise, senden asla nefret etmez. Çünkü bazen insanlar tutunacak tek bir dal isterler. O tutanağını sevmese de başka çaresi yoktur, nefret edemez."

 

"O zaman diyorsun ki, nefret etmez ama sevmez de." Kaşları havalandı.

 

"Öyle bir şey söylemedim."

 

"Belki ölmüştür." Olmasını istediğim tek şeydi. Böylece omuzlarıma yeni bir yük binmezdi.

 

"Belki," dedi onaylayarak.

 

"Çok yolumuz var mı?"

 

"Birkaç saat sürer." Bir şey söylemeden telefonumu aldım, babamın numarasına mesaj attım. Geçmiş ile yüzleşmenin zamanı değildi, sadece amcama ne yaptığını merak ediyordum. Buluşup buluşamayacağımızı sormuştum, direkt konum atmıştı.

 

Yolu izlemek dışında yaptığım bir şey yokken telefonum çaldı. Arayan kişi Matt'di.

 

"Nasılsın?" diye sordu çağrıyı yanıtladığım an. Bunu garipsemedim çünkü beni severdi. Rusça konuşuyordu, en iyi olduğu dil oydu. En sevdiği, en kolayına giden...

 

"İyiyim," dedim yorgun bir sesle. "Sen nasılsın?"

 

"Değilsin." Benim sorumu es geçmişti. Derin bir nefes verdi. "Konuşalım mı biraz? Neredesin?"

 

"Babam ile konuşacağım." Duraksadığını hissettim. "Sonra Pera'ya geçeceğim."

 

"Biraz dinlenmelisin," dedi anlayışla. "Kendine yüklenme."

 

"Deniyorum," diye mırıldandım. "Matt."

 

"Efendim?"

 

"Bir şey isteyebilir miyim?" Oflaz çok kısa bir an bana baktı ama ben ona bakmadım.

 

"İsteyebilirsin."

 

"Bir abim olabilir, Matt." Büyük bir sessizlik oluştu. Nefesini tuttuğunu biliyordum. "Onu bulmak istiyorum. Yoksa bile olmadığını bilmek..."

 

"Bu nereden çıktı?" Cevap vermedim. "Bak, Vina. Ne yaparsan yap hep seni destekledim, sen de bunun farkındasın. Ama bu işin sonunda zarar göreceksen ben yokum."

 

"Olmayacak hiçbir şey." Kendimden emindim. "Ulaşamayacağım bilgiler yok." Cümleye devam edeceğim sırada konuşmaya başladı.

 

"Araştırıp bulduğum verileri sana söylerim. Daha fazla yorulmanın manası yok." Görmeyeceğini bilsem de gülümsedim.

 

"Çok teşekkür ederim," dedim.

 

"Ben de öyle," dedi gülerek.

 

"Haberleşiriz o zaman?"

 

"Aynen," diye mırıldanıp veda etmeden telefonu kapattı.

 

"Alvina," dedi Oflaz. Aniden gerilmiş miydi o? "Ona öyle bilgiler vermen ne kadar mantıklı? Senin hakkında bilgiler öğrenmesi?"

 

"Matt'e güveniyorum, Oflaz." İçimde ona karşı bir şüphe yoktu. "Uzun süredir tanışıyoruz ve bana hiç yanlışı olmadı."

 

"Bu olmayacağı anlamına mı gelir?"

 

"Bence öyle. Bir şey yapacak olsa bu zamana kadar yapardı." Kafasını iki yana salladı.

 

"İnsanlara çok güveniyorsun."

 

"Tanıdığım insanlara güveniyorum," diyerek düzelttim.

 

Şimdi ne yapacaktım? Hayatıma olduğu gibi devam edebilecek miydim? Aniden örgüt değiştirmem, amcamın yaşadığının açığa çıkması, babamın gelmesi, abimin olma ihtimali... Bunların hepsi kafamı fazlasıyla yoracak şeylerdi.

 

Bir yandan Suay aklımdaydı. Apar topar evden çıktığım için endişelenmiş ve korkmuş olmalıydı. Bebeğinin cinsiyetini öğrendiğini de az çok tahmin edebiliyordum. Ben yanında gidemediğim için Kutayla gitmiş olabilirdi. Tek başına gitmek istemiyordu.

 

Hayatımın olmayan düzeni de iyice bitmişti. Bu olaylardan önce en azından bir rutinim vardı. Şimdi onu da kaybetmiştim.

 

Gözlerim Oflaz'a dokundu. Düşünceliydi, benden pek bir farkı yoktu. Onun aklını çelen şeylerin annesi olduğunun farkındaydım. Annesinin evlenip düğün yapması, Oflaz'ı da oraya gitmeye zorlaması... Onun da çok yara aldığının bilincindeydim. Babasına ihanet ettiğini düşünebilirdi, güçsüz olduğunu düşünebilirdi ve ben bunlara engel olamazdım. Yapabileceğim tek şey o düğüne gidip her an Oflaz'ın yanında olmamdı.

 

Yol ne ara bitmişti, biz ne ara binalarla dolu sıkışık şehire inmiştik, hava ne de çabuk kararmıştı. Sadece düşünüp yolu izlediğim birkaç boş saatin ardından bir petrol ofisinde durmuştuk. Fırsattan istifade etmek isteyerek Oflaz'a döndüm.

 

"Ben burada ineyim, babam beni aldırır." Tek kaşı hafifçe havalandı.

 

"Ben götürürüm."

 

"Yorgunsun," dedim gözlerine baktığımda gördüğüm şeyi söyleyerek. Belki de günlerdir uyumuyordu. "Biraz eve gidip dinlenmen senin açından iyi olacaktır."

 

"Seni babanın yanına götürdükten sonra dinlenirim." Daha fazla inatlaşmanın zaman kaybı olacağına karar verip adresi Oflaz'a verdim. Araba tekrar hareket haline geçti.

 

Fazla uzun bir yol gitmeden tek katlı bir evin yanında durduk. Ev küçüktü ama büyük bir bahçesi vardı.

 

"Almaya gelmemi ister misin?" Kafamı iki yana salladım. Bir şekilde geri dönebilirdim.

 

"Gereği yok." Arabanın kapısını açtım, ona bakıp hafifçe gülümsedim. "Görüşürüz."

 

Sadece kafasını salladı. Bana tedirgin bakışlar attığını anladığımda endişelerinin dinmesi adına gülümsememi genişlettim. Kısa bir an dudaklarıma baktı.

 

Arabanın kapısını kapattığımda gitmesini beklemiştim ancak ben evin kapısına yaklaşana kadar bekledi.

 

Zile basıp açılmasını bekledim. Kapı açıldığı an arabanın sesi de sokağı çınlatmıştı.

 

Beni kapıda karşılayan babam bana kaçamak bakışlar atıyordu. Üzerindeki eşofman ve tişörtle rahat gibiydi.

 

"Kızım." Montumu çıkartıp girişteki portmantoya astım. Her yerde kahverengi eşyalar, mobilyalar vardı. Oturma odasına çıktığını tahmin ettiğim kordiorda ilerledim ve yanılmadım. İçerideki koltuklardan birine rahatça oturup babama baktım.

 

"Biraz konuşmak istiyorum."

 

"Nasılsın?" Konuya böyle başlamasına pek şaşırmamıştım.

 

"Daha iyiyim," dedim dürüstçe.

 

"Alvina, bana neden söylemedin?" Yanıma oturdu, yüzüme baktı. "Bunları bana neden söylemedin kızım?"

 

"Bilmiyor muydun?"

 

"Bilmiyordum," dedi yalın bir sesle. "Yeni öğrendim."

 

"Sana söyleme gibi bir imkanım yoktu ki baba." Yutkundu. "Aniden yok oldun, ne sesine ulaşabildim ne de yüzünü görebildim. Denemedim mi sanıyorsun? Defalarca sana anlatmak için seni aradım." Bu kez ben yutkundum. "Ben tutunmak için tek bir dal arıyordum. Sırrımı biriyle paylaşmak, omzumdaki yükü biraz olsun azaltmak."

 

"Özür dilerim."

 

"Dileme çünkü bir işe yaramayacak. 2 kelime geçmişi telafi edemeyecek." Derin bir nefes aldım. "Her neyse, onu ne yapacaksın? Nerede şu an?"

 

"Kaçamayacağı bir yerde. Henüz ne yapacağıma karar vermedim." Bana geri vermesini istemezdim. Bu sorumluluğu bir daha almak istemiyordum.

 

"Fundaydı sanırım," dedim yanındaki kadını kast ederek. "O kimdi? Ona ne olacak?"

 

"Senin arkadaşın ilgileneceğini söyledi." Gözleri kısıldı. "Pera. Ona güveniyor musun?"

 

"Güveniyorum."

 

"Nasıl tanıştınız?" Buruk bir şekilde gülümsedim.

 

"Bilmek istemezsin." Gözlerini kaçırdı, kısaca etrafa bakıp ayağa kalktı.

 

"Karnın aç mı?"

 

"Aç," diye mırıldandım.

 

"Çorba ve mantı var." Kaşlarım havalandı. "Ben yapmadım." Muhtemelen birinden yardım almıştı. "Yer misin? Dışarıdan mı bir şeyler söyleyelim?"

 

"Biraz mantı yiyebilirim." Kafasını salladı.

 

"Çorba da ye. İçin ısınsın." Bozuntuya vermedim.

 

Çok geçmeden mutfaktan döndü, elinde bir tepsi vardı. Tepsiyi koltuğun bir kenarına koyup önüme bir sehpa çekti, sonra onun üstüne bıraktı. Tabakları resmen tıka basa doldurmuştu.

 

"Bu gece kalır mısın burada?" Ezogelin çorbasından bir kaşık aldım, yavaşça yuttum. "Biraz konuşalım, dertleşelim?"

 

"Bilmiyorum," dedim. "Yarın işlerim var." Yalan değildi. Küçük de olsa bir bavul hazırlamam, Pera ile konuşmam, Suay'a uğramam gerekiyordu.

 

"Kal, kızım," dediğinde sesi yalvarır gibiydi. "Yüzüme nefretle bakmana katlanamıyorum." Bir kaşık daha çorba aldım.

 

"Yüzüne nefretle bakmıyorum." Gözlerim önümdeki yemekteydi. Çorba bitince mantıdan bir lokma aldım. Üstüne yoğurt da dökmüştü. "Sadece kırgınım baba. Ve bu geçecek, konuştukça hafifleyecek bir şey değil."

 

"Beni bir kere dinlesen anlayacaksın babacım." Derin bir iç çekti. "Hayatın beni mecbur bıraktıklarını, kendi yanlışlarımı, çektiğim cefaları öğrenmen gerekiyor."

 

"Öğret," dedim kafamı sallayarak. "Dinliyorum. Ne yaptın, neden gittin, nereye gittin?" Gözlerinin içine baktım. Umut kırıntıları vardı. "En merak ettiğim de neden geri geldiğin."

 

"Kalacak mısın?"

 

"Kalacağım." Hafifçe gülümsedi. Önümdeki yemek bittiğinde kalkmaya yeltendim ancak babam engel oldu. Tepsiyi kendisi alıp mutfağa götürdü, elinde iki şişe şarap ile geri döndü. Kadeh getirme gereği bile duymamıştı. Bir şişeyi bana uzattığında şaşkındım. İçmeme izin mi verecekti?

 

"Seviyorsun." Şişeyi aldım, küçük bir yudum içtim.

 

"Dinliyorum." Tekrar karşıma oturdu, boğazını temizleyip biraz bekledi.

 

"Amcan anneni öldürdükten sonra," derin bir nefes aldı. "Uzun bir süre kendime gelemedim. Ama senin için yaşamak zorundaydım."

 

"Daha eskilerden anlatamaz mısın? Annemle nasıl tanıştığınızı, amcamın size neden düşman olduğunu." Gözlerim kısıldı. "Evet, bunları az çok biliyorum ama yine de anlatmanı istiyorum."

 

"Annenle bir kafede tanıştık, o öylece tek başına oturuyordu. Oturduğu masa 2 kişilikti. İçeri girdim, bakındım. Boş bir yer bulamayınca da annenin yanına oturmak için izin istedim. Başta ürkek olsa da izin verdi, yanına oturdum ve uzun bir süre birbirimizi izledik." Gülümsüyordu. "Aslında o gün ikimizde birbirimize ait olduğumuzu anlamıştık. Kader bize oyununu oynadı, ben her gün o kafeye gittim, annen her gün beni orada bekledi. Her gün konuştuk, kaynaştık." Gülümsemesi derinleşti. "İstemeye bile gittik. Babannen, deden ve ben. Bir görsen, yerimde duramıyorum."

 

"Videolarda gözüküyor," diye mırıldandım. "Heyecanın."

 

"Her şey tıkırında işliyordu. Biz nikah işlerine başlamıştık, çevredeki herkes bize destek çıkıyordu. Amcan yurt dışından gelmişti nikah için. Beni tebrik etmesini beklemiştim, Alvina. O ise sadece anneni izlemişti. Füsun güzel bir kadındı. Saçları, utanınca kızaran yanakları, minicik burnu... Amcan aslında o gün yapmıştı planını. Sırf bana inadından aşık oldu, sırf bana inadından ona sahip olmak istedi." Tuttuğum nefesimi verdim. "Bir şekilde ona engel oldum, engel oldukça güçlenip sinirlendi." Gözleri bana kaydı. "Annenin sana hamile kaldığını öğrendiğimde o da yanımdaydı." Gözlerini yumdu. "Seni bekledik, annenle sana güzel bir hayat kurduk. İsmini annen seçti."

 

"Sen Laren olmasını istiyordun," dedim aklıma gelenle. "Annem Alvina koymak istemişti." Kafasını salladı.

 

"Dünyaya geldiğin gün en mutlu kişilerdik. İnsan hiç gözünden sakınır mı birisini? Sakınıyorduk, kızım. Büyüyordun ama yine de bizim için küçücük bir bebektin. İlk kelimen anneydi, bozulmuş gibi olsam da annenin sevincini görünce ben daha çok mutlu olmuştum. Sen de hatırlıyorsundur belki, her zaman seninle vakit geçirirdik, oyunlar oynardık."

 

"Saçlarımı hep çok severdiniz." Gülümsedim. "Annem öyle çok severdi ki, asla kesmemi istemezdi." Şimdi biraz da o yüzden saçlarım uzundu.

 

"Amcan tüm bu olanlara karşı sessizdi. En azından ben öyle düşünüyordum... Yurt dışına gitmem gerekmişti. Üç ay gibi bir süreydi, sen 2. sınıfa gidiyordun. Sizi de yanımda götürmek istemiştim fakat düzeninin bozulmasını istemedik." Keşke düzenim bozulsaydı. "O zaman zehirlemiş zaten anneni. İlk başlarda seni annenden ayırmamış, o yüzden çok şeyin farkında değildim." Şaraptan bir yudum aldı. "Sonrasını sen de biliyorsun kızım." Anlatmasını istememem için yalvarıyordu sanki. Ağzından çıkan her kelime onun duygularıydı.

 

"Biliyorum."

 

Amcam olacak şerefsiz, bir zaman sonra beni annemden ayırmıştı. Bir odada annem, bir odada ben kalıyordum. Gündüzleri annemin ağlama sesleri geliyordu kulaklarıma, ismimi sayıklıyordu. Geceleri ise anlamadığım kelimeleri sayıklayarak bağırıyordu. Uyuşturucuyu gece veriyordu.

 

Bu süreç çok uzun sürmüştü. Ben okuluma gidip geliyordum ancak hiçbir şey algılayamıyordum. Bunu o da anlamıştı. O yüzden bir özel öğretmen tutuyordu, her gün o öğretmen ile çalışıyordum. Liseyi okulda okuyabilmiştim; her şeyi daha iyi idrak ettiğim zamanlardı.

 

Babam tüm bunlar olurken hastanedeydi. Kasten öldürme sayılabilecek bir kaza geçirip ağır yaralanıp komaya girmişti. Olanlardan haberi yoktu.

 

Annemin öldüğü gün benim için kıyametten beterdi. Onun kansız bedenini görmek... Kesinlikle kaldıramayacağım cinstendi. Saatlerce başında durup ağlamıştım. Öldüğünü kabullenemiyordum.

 

Ertesi gün amcam gelmişti, bana saçma sapan şeyler söyleyip siyah bir elbise giydirmişti. Annemin intihar ile öldüğüne herkese inandırmıştı. Bana bile. Öyle düşününce annemden de uzaklaşmış gibiydim. Fakat sonradan anlamıştım cinayet olduğunu.

 

Sonrası zaten kabustu. Yaşadıklarım, bana yaşattıkları...

 

"Beni o hâlde nasıl bıraktın?" dedim titreyen sesimle. "Ben sana muhtaçtım, baba. Tutunmak için bir el arıyordum. Güçsüzdüm, yıpranmıştım. Yaşamak istemiyordum."

 

"Alvina'm."

 

"Her gün yüzüme, bedenimde ellediği her yere iğrenerek baktım ben. Kendimden iğrendim. Her şeyin suçlusunun ben olduğumu düşündüm." Gözümden akan yaş yavaşça süzüldü. "Çünkü çekip gitmenin bende başka bir açıklaması yoktu. Beni sevmediğine öyle çok inanıyordum ki..."

 

"Seni herkesten çok seviyorum, kızım. Her şeyden ötesin benim için."

 

"Bunu neden ben göremiyorum!" diye bağırdım. "Hissedemiyorum. Benim bakıcımmış gibi davranmayı bırak! Korunmaya değil sevgi görmeye ihtiyacım var!" Onun da gözlerinden yaşlar akıyordu.

 

"Gitmezsem seni öldürecekti," dedi ağlayarak.

 

"Ölseydim bu kadar acıtmazdı baba." Yutkundu.

 

"Yapamazdım kızım. Kafana dayalı olan silahın mermisini ben yerleştiremezdim." Kafasını iki yana salladı. "Hep uzaktan seyrettim seni. Her anını."

 

"Her anımı," dedim güçsüzce. "Her anımı mı izledin?"

 

"Zorundaydım," dedi dürüstçe.

 

"Nasıl dayanabildin?" Her zerrem şok içindeydi. "Çığlıklarıma, feryatlarıma nasıl dayanabildin?"

 

"Dayanamadım." Alayla güldüm.

 

"Dayanmışsın." Kafamı salladım. "Bebeğimi kaybettim, o zaman da orada mıydın?" Sustu. "Şimdi de gelmiş benden özür mü diliyorsun?"

 

"Alvina. Gelemezdim. Her yerden izleniyordun, evin her yanında kameralar vardı."

 

"Karnımdan yaralıyken sokak sokak gezdim ben! Yardım bile etmedin. Cebimde beş kuruş yoktu. Taksi çevirip hastaneye bile gidemezdim. Cadde cadde eczane aradım ben."

 

"Arkandaydım. Seni izliyordum. Ama gelemezdim."

 

"Şimdi niye geldin?" dedim çaresizce. "Ben senin yokluğuna alışmıştım. Niye hayatımı alabora etmeye çalışıyorsun?"

 

"Kızım," diye fısıldayıp yanıma yaklaştı. Kollarını sırtıma yerleştirip beni sertçe göğsüne bastırdı. "Çiçeğim. Özür dilerim babacığım. Korkak olduğum için. Engel olamadığım için." Kollarının arasında amansızca hıçkırıyordum. Tek yaptığım ağlamaktı. Başım omzuna yaslıydı, göz yaşlarım sel gibiydi.

 

"Neden geldin?"

 

"Artık hayatın açısından bir tehdit kalmadı," dedi net bir sesle.

 

"Geri gidecek misin?" Elini saçlarımın arasına yerleştirdi, küçük bir tura çıkardı.

 

"Gitmeyeceğim. Ben seninle kalmak istiyorum Alvina. Biliyorum, affetmeni isteyemem çünkü bu çok zor." Derin bir nefes aldı.

 

"Değil," dedim başımı omzundan kaldırıp yüzüne bakarak. "İmkansıza yakın bir ihtimal. Kal, diyemem ama gitmeni hiç istemem baba. Belki yüzüne eskisi gibi bakamam ancak yine de senden ayrı kalamam." Gülümsedim.

 

"Teşekkür ederim."

 

"Etme çünkü bunun sözünü veremem." Yutkundu. "Geçmişin ağırlığı teraziyi o tarafa çekerse, bileğimdeki zincir beni karanlığa sürükler. İşte o zaman, yüzüne bile bakmam." Kafamı salladım. "Gelecekteki duygular ağır basarsa her an yanında olmak isterim."

 

"Kızım..."

 

"Şu an bunları tartmak istemiyorum." Dursadı. "Sanırım bu gece hiçbir şey olmamış gibi yapabiliriz." Yüzüme gerçek bir minnetle bakıyordu.

 

Koltuğun köşesine yerleşip sırtını yasladı, bacağına küçük bir yastık koydu. Elini yavaşça yastığa vurdu.

 

"Gel." İnkar etmedim, usulca dizinin üstüne başımı yerleştirdim. "Hayat diğer anlamda nasıl gidiyor? Neler yapıyorsun?"

 

"Yorucu." Koltuğa iyice kuruldum. "Özellikle son haftalar hayatımda çok değişti. Örgüt değiştirme, amcam, Meyra ve ailesi..."

 

"Sahi, Matt ile konuşuyor musun?"

 

"Bugün konuştum," dedim. Ayrıntıya gerek yoktu.

 

"Meyra'nın ailesi nasıl? O küçük kız seni çok seviyor." Bunu bilmesine şaşırmamalıydım.

 

"İyilerdi." Önüme düşen bir tutam saçı kenarı itekledim. "Meyra ile aramda sağlam bir bağ var." Sessiz kaldı.

 

"Oflaz," dediğinde sesi huysuzdu. "Onunla aran nasıl?" Kısa bir an düşündüm.

 

"Güzel," dedim doğruyu söyleyerek. "Beni düşünüyor, önemsiyor."

 

"Ve seviyor," diye mırıldandı.

 

"Bilmiyorum."

 

"Alvina, sana başka bakıyor." Derin bir iç çekti. "Daha sıcak, daha ılımlı..."

 

"Aramızdaki tek şey lider-sözcü ilişkisi. Ötesi yok." Bunu Oflaz'ın yüzüne karşı da söyleyebilir miydim, sanmıyordum.

 

"Emin misin?" Değildim.

 

"Evet," dedim. İçimdekileri dışarı yansıtmak aptallık gibi geliyordu. Oflaz'ın beni sevdiğinden de emin değildim. Ki sevse dahi, bu durumu ben engellemek istiyordum. Onun bir hayali vardı, imkansız kılmaya gerek yoktu.

 

Bir başkasıyla daha mutlu olabilecekken beni seçmesini istemek bencillik gibiydi.

 

"Sen yurt dışında ne yaptın?" diye sordum konunun değişmesi için. "6 yıl boyunca boş boş oturmamışsındır."

 

"Duymuşsundur, başkanın 6 tane evi yakılmıştı. Bankalar patlamıştı. Başkanın yakınlarından ölenler vardı..." Elini omzuma koydu. "Genel olarak baştakilerle uğraştım. Ancak en önemlisi sendin. Her zaman seni izlemeye, nasıl olduğunu öğrenmeye çalıştım."

 

"Onun farkındaydım."

 

"Farkındaydın ve bazen buna engel oluyordun." Sessizce onayladım.

 

"Komple engel olmadığım için sevinmen gerekmez mi?" Eğer canım isteseydi bunu da yapabilirdim.

 

"Yarın kahvaltı yapar mıyız beraber?"

 

"Kahvaltıya kalmadan gitmem gerekiyor," dedim. Yapmam gereken şeyler vardı.

 

"İşin mi var?"

 

"Evet." Konuyu dallandırıp budaklandırmak istemiyordum. Kısa cevaplar yeterliydi.

 

"Uykun var mı?"

 

"Evet," dedim yine. "Evinde fazladan yatak var mı?" Güldü.

 

"Böyle rahatsan yatabilirsin."

 

"Ben rahatım ama sen?"

 

"Uyuyabileceğimi sanmıyorum. Kal böyle." Gülümsedim. Hafifçe doğruldu ve arkasındaki ince battaniyeyi aldı. Üzerime yamuk yumuk örttüğünde düzelttim. "İyi geceler kızım." Kollarımı önümde birleştirip kendimi koltuğa yasladım, derin nefesler alarak uykuya dalmayı denedim.

 

Bu pek de zor olmamıştı. Uzun zaman sonra o kadar güvende, o kadar rahat hissetmiştim. Ben babamı ciddi manada özlemiştim. Ben uyurken bir şarkı mırıldandığını hayal mayal hatırlıyordum.

 

Gece rüya bile görmeden deliksiz uyumuştum. Şimdi ise yüzüme vuran güneşle uyanmış, ayılmak için bekliyordum. Başımı kaldırıp etrafta saat aradım fakat sonuç hüsrandı.

 

"Günaydın," dedi babam. Aniden söylediği için irkilmiştim. Hiç uyumamış mıydı?

 

"Günaydın." Ona yanıt vermiştim ancak dün geceki kadar samimi değildim. "Uyumadın mı?"

 

"Uyumadım." Üstümdeki battaniyeyi kenarı itekleyip yerimde doğruldum.

 

"Benim gitmem lazım." Anlayışla kafasını salladı. Gözleri azıcık kızarmıştı. Ama yüzü dinçti, yorgun değildi.

 

"Ben bırakayım?" Kısa bir an düşünsem de beni götürmesinin bir problem yaratmayacağını düşünerek kafamı salladım.

 

Ayağa kalkıp çıkış kapısına ilerledim. Peşimden geldiğini biliyordum ama bakmıyordum.

 

"Yarın bir şeyler konuşabilir miyiz?" Beyaz arabasının kilidini açtı, yolcu koltuğuna oturdum. "Abin hakkında."

 

"Yarın olmaz," dedim. Düğüne gitmemiz gerekiyordu, Oflaz'ı yalnız bırakamazdım. "İlerideki yokuştan sola döneceğiz."

 

"Biliyorum." Buna da şaşırmamıştım.

 

"Abim hakkında ne konuşacağız?" Eve iyice yaklaşmıştık. Bana yandan bir bakış attı.

 

"Kısa bir konu değil. Ayaküstü konuşamayız." Araba son caddeye girdi, evin önünde durdu. Gözlerimi ciddi bir tavırla babama çevirdim.

 

"Baba, eğer bir şeyler biliyorsan ve söylemiyorsan," arabanın kapısını açtım, inip babama baktım. "Beni ciddi anlamda kaybedersin. İyi ya da kötü. Öğrenmek istiyorum." Hiçbir şey söylemedi.

 

"Görüşürüz." Bu kez ben cevap vermedim ve arabanın kapısını yumuşak olmayan bir tavırla kapattım.

 

Hava yine soğuktu. Üstümdeki paltoyu nerede bıraktığımı bile hatırlamıyordum. İçim titreyerekten evin bahçesine girdim, kapıyı çalmak yerine şifreyi girdim.

 

Kapı gürültülü sayılmayacak bir şekilde açıldı, ben de olabildiğince sessizce içeri girdim. Hâlâ uyuyor olma ihtimalleri vardı.

 

Küçük adımlarla odama yürürken aniden karşıma Pera çıktı. Yerimden sıçradığımda az kalsın kahkaha atacaktı.

 

"Sus," dedim kısık bir sesle. "Gülersen ben de gülerim, Pera. Sessiz ol." Önümde kızarmaya başladı. Üstündeki saçma sapan geceliği görünce az kalsın ben de gülüyordum. "Bu ne Pera?" Kocaman gözleri olan, yeşil kıvırcık saçlı bir kediydi. Kedinin elinde Ares'in resmi vardı.

 

"Gülmesene!" Elimi ağzıma kapattım. "Ares yaptırmış, çok güzel diye tutturunca giymek zorunda kaldım." Tek kaşı havalandı. "Aynısından senin de var."

 

"Giymem ki." Yüzünü ekşitti.

 

"Vina." Sesi aniden ciddileşmişti. "Konuşmak istiyor musun?"

 

"Duş alacağım. Sonra konuşuruz." Kafasını salladı.

 

Odama doğru yol aldığımda peşimden geldiğini fark ettim. Ses olmasın diye bir şey demeden odama girdim, kapıyı kapattım.

 

"Sen niye geldin?" Kaşlarını sertçe çattı.

 

"Niye gelmeyecek mişim?"

 

"Duş alacağım ya hani?" Pişkin pişkin güldü.

 

"Banane." Oflayarak yüzüne baktığımda tepki vermedi. "Salonda rahat konuşamayız. Beklerim ben seni burada."

 

İnkar etmeden iç çamaşırlarımın olduğu çekmeceyi açtım. Rastgele bir takımı alıp banyoya girdim. Üstümdekileri sepete tepmek suretiyle attım, sıcak suyu açıp altına girdim.

 

Bedenim anında gevşerken elimi çabuk tutup saçlarımı yıkadım, vücudumu güzelce temizledim. Saç kremlerimi de hızlıca sürdüm, duşakabinden çıkıp vücudumu havluyla kuruladım. İç çmaşırlarımı giyip banyodan çıktım.

 

Pera'nın gözleri büyüdü, bedenimi süzdü.

 

"Heyt yavrum be!" diye şakıdığında güldüm. "Bu ne boy pos? Bu ne endam fizik?"

 

"Peraaa," dedim uyaran bir tonla. Fakat işe yaramadı, gözlerini üstümden çekmedi. Ondan hiçbir şekilde rahatsız olmaz, utanmazdım.

 

Dolabımdan rastgele bir elbise aldım. Rengi açık kahverengiydi, dizimin birkaç karış üstünde bitiyordu. Dar sayılabilirdi, sırtında hafif bir dekoltesi vardı. Ayağıma da kısa bir çorap giydim.

 

"Vina," dedi Pera sakin bir sesle. "Gelsene." Elindeki tarağı bana göstererek salladı. Yatağa oturduğumda yerinde doğruldu, arkama geçti. "Nasılsın?"

 

"İyiyim," diye mırıldandım. Saçıma tarağı değdirmeden önce eliyle açtı, sonra narin darbelerle taramaya başladı. "Sen nasılsın?"

 

"Beni boş ver şimdi." Derin bir nefes aldı. "Sen o adamla ne yaptın? Sonrasında ne oldu? Dün neredeydin? Her şeyi ayrıntısıyla anlat, Vina."

 

"Sadece konuştuk. Ekstra olarak abim olduğu hakkında şeyler söyledi."

 

"O konu. İnanıyor musun?"

 

"İnanıyorum," dedim durgunca. "Matt'den yardım istedim. Onun eli her yere uzanıyor."

 

"Ona güvenmekle doğru mu yapıyorsun?" Saçlarıma besleyici bir sprey sıktı, onu yaydırmaya çalıştı.

 

"Sanırım."

 

"Sonra ne oldu? Oflaz seni nereye götürdü?" Parmaklarımla oynamaya koyuldum.

 

"Bir eve gittik. Küçükken gittiği bir yermiş."

 

"Sinirli gibiydi. Sana bir şey demedi değil mi?"

 

"Konuştuk," dedim. "Biraz azarladı."

 

"Senin için endişelenmişti." Bunu düşünmek bile kalbimi alabora ediyordu...

 

"Olabilir."

 

"Dün neredeydin?" Konudan konuya atlıyorduk.

 

"Babamlaydık."

 

"Ne?" diye bir nida fırladı dudaklarından. "Orada mı kaldın?"

 

"Evet," dedim onaylayarak. "Konuşmak istedi."

 

"Ee?"

 

"Konuştuk. Niye gittiğini falan sordum, tek bir cevap alabildim. Tehdit edildiğini, mecbur kaldığını söyledi. Farklı hiçbir şey yok yani."

 

"İyisin değil mi?" Saçlarımı taraması bitince yanıma kaydı, oturdu. "Yani, ne diyebileceğimi de bilmiyorum ama..."

 

"İyiyim," dedim gülümseyerek. "Sen nasılsın birtanem?"

 

"Bildiğin gibi," dedi. "Birkaç gün önce halam aradı, babam deliriyormuş falan fistan."

 

"Hâlâ senden bir şeyler bekliyorlar." Kafasını salladı. "Sen ne cevap verdin?"

 

"Biraz daha içerse delirmez, dedim." Burukça gülümsedi. "Bilmiyorum, Vina. Nasıl oluyor, bilmiyorum." Gözlerime baktı. "O benden nefret ederken ben nasıl onu sevebiliyorum?" Söyleyecek şey bulamadığımda yavaşça ona sarıldım. "Anneme de ihanet etmiş gibi hissediyorum. Ne yapacağım ben?"

 

"Senin hiçbir suçun yok ki güzelim." Omzuna silik bir öpücük kondurdum. "Babanı sevmen de bir hata ya da suç değil."

 

"Değil, değil mi?" Onu onaylayan birkaç mırıltı çıkardım. "Her neyse ya. Sulu gözlülük yapmayalım."

 

"Siz Oğuz ile ne ayak?" diye sormamla geri çekildi, aniden duraksadı.

 

"Ne?"

 

"Oğuz ile diyorum." Sırıttım.

 

"Ee?"

 

"Güzelim bir değişik bakıyorsunuz işte!" Kaşları havalandı.

 

"Saçmalama." Ona yandan bir bakış attım.

 

"Saçmalamıyorum." Kafasını iki yana salladı. "Ya Pera!"

 

"Vina, aramızda hiçbir şey yok." Alayla ona baktığımda yüzünü buruşturdu. "Bakma öyle."

 

"Gerizekalı, ben anlamaz mıyım?"

 

"Öncelikle ben gerizekalı falan değilim. Sonralıkla da aramızda bir şey olduğu yok."

 

"Olsun canım, ne olacak." Omuz silkti.

 

"Onu bunu boş ver. Sen düğüne gideceksin ve bavulun hazır değil."

 

"Götümün tutuşmasını bekliyorum." Güldü. "Anca öyle kalkışacağım işe."

 

"Tam senlik hareketler."

 

"Sen de gelsene lan." Yüzüme tuhaf tuhaf baktı. "Ya hadi! Tek bırakma beni."

 

"Benim ne işim var?"

 

"Peraaaa," dedim uzatarak. "Lütfen ya."

 

"Vina."

 

"Gel gel," diye ısrar ettim. "Canım sıkılmasın oralarda."

 

"Sen bulursun uğraşacak birisini." Kafasını salladı kendisini onaylayarak. "Yekta geliyordur. Ona bulaş dur."

 

"Hayır," dedim kaşlarımı çatarak. "Ben seni istiyorum."

 

"Bu diyaloğun sonu iyiye bağlanmayacak." Güldüm. "Hem Oflaz'a sordun mu da beni davet ediyorsun? Onaylayacak mı?"

 

"Onaylar." O kadar emindim ki bundan.

 

Tatlı atışmalarımızı kesen ses telefonun çalma melodisi oldu.

 

"Şarjda." Telefonumu bulmaya çalıştığım için yerini söylemişti. "Kapanmak üzereydi."

 

"Teşekkür ederim."

 

Yabancı numaraya uzun uzun baktım, ikilemde kalsam da açıp haporlöre verdim.

 

"Merhaba canım," dedi bir kadın sesi. Kesinlikle tanıdık değildi. "Nasılsın?"

 

"Önce kim olduğunuzu söylemeniz daha etik olabilir."

 

"Ah, pardon." Samimi olmayacak bir şekilde güldü. "Kayınvalidenim ben senin." Ayaklarım yere mıhlanmış gibi hissettim. "Oflaz'ın annesiyim."

 

"Siz," diyebildim geçen sürenin ardından. Bunu beklemiyordum. Pera ayağa kalkıp yanıma geldi, çatık kaşlarıyla konuşmamızı dinledi. "Neden aramıştınız?"

 

"Seninle tanışmak için Alvinacığım." Kesinlikle iticiydi. "Fotoğraflarını gördüm. Çok da güzel bir kızsın." Niye bunları söylüyordu?

 

"Sizin isminiz?" Nasıl davranmam gerektiğini bile bilmiyordum.

 

"Derya ben," dedi. "Memnun oldum."

 

"Ben de," dedim durgunca.

 

"Bu niye aramış?" dedi Pera benim duyabileceğim şekilde.

 

"Hiçbir fikrim yok." Yine sadece biz duymuştuk.

 

"Düğünüme geleceksin değil mi?" Numaramı nereden bulduğunu merak etmeye zamanım yoktu.

 

"Geleceğim." Ne olursa olsun Oflaz'ı yalnız bırakmak istemiyordum.

 

"Sonunda tanışacağız desene." Benimle tanışmak mı istiyordu? "Uzun zamandır bunu istiyorum."

 

"Anlıyorum," diye saçmaladım.

 

"Şey diyeceğim şekerim. Benim özel bir terzim var, tasarımcı." Ben bu bilgiyle ne yapacaktım? "Beden ölçülerini verebilirsen sana bir elbise tasarlatmak isterim. Yanlış anlama, elbette senin zevkine güveniyorum ancak farklı bir şeyler olmasını da isterim."

 

"Tam olarak bilmiyorum Derya hanım." Aslında ezbere biliyordum. "Hem bunun gereği yok. Ben elbisemi seçmiştim zaten."

 

"Tamam, canım. Hiç sorun değil. Öğrenince bana ulaşırsan sevinirim." Sanırım sadece işine geleni algılamıştı.

 

Oflaz'a söylemeden böyle bir halt yemek istemiyordum.

 

"Pekâlâ," dedim.

 

"İyi günler."

 

"Size de," diye mırıldandım mesafeli bir sesle.

 

Bir günüm olaysız geçemiyordu.

 

Bugünün bombası, pek sevgili kayınvalidem ile tanışmamdı.

 

Yarın neler olacağını kim bilebilirdi?

 

Oflayarak Pera'ya döndüm.

 

Şimdi ne yapmam gerekiyordu?

 

---🥂🪷

 

Selamm!

 

Nasılsınız?

 

Bölümün bir tık geciktiğinin farkındayım ama geç olsun güç olmasın hdmdusndhd

 

Bölümü sevdiniz mi?

 

Hepinize çok teşekkür ederim, gerek okuduğunuz gerek destek verdiğiniz için.

 

Seviyorum sizi!

 

Kendinize iyi bakın birtanelerim.

 

Öptüm! 💋

 

Instagram: @LeddyAsteria

 

Bir sonraki bölümde buluşalım💁‍♀️🩷

 

 

Bölüm : 01.01.2025 22:35 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...