Nasılsınız? (Bölüm öncesi yoklaması🫠)
"Ne yapmalıyım?" diye sordum Pera'ya.
Bilmem der gibi omuz silkti, yatağın kenarına oturdu.
Dudağımın içini stresle ısırırken rehbere girip Oflaz'ın numarasını çaldırdım. Fakat açmadı, çağrı sonlandı.
"Açmıyor," dedim aynı gerginlikle. "Tekrar arasam mı?"
"Ne bileyim ben?" Ona ters ters baktım. "Hiç bakma öyle. Nerede olduğunu bilmiyor musun? Belki işi falan vardır."
Bu ihtimali de göz önünde bulundursam da tekrar aradım. Yine açmamıştı.
"Bu kadın sana nasıl bir elbise diktirecek acaba?"
"Belki Oflaz istemez," diyerek yüzümü astım. "Ya benim hayatım niye böyle!" Ofladığımda güldü, yanağımdan bir makas aldı.
"Konuşursunuz, kararlaştırırsınız. Gerilmene gerek yok."
Dolabımın kenarında duran bavulumu aldım, yatağımın üstüne koyup kapağını açtım.
"Ne kadar kalacağımız meçhul. Ne almam gerektiği meçhul. Nerele gideceğimiz meçhul." Söylene söylene dolabımın kapağını da araladım. "Pantolon alayım 1 tane. 1 tane de eşofman." Elime aldıklarımı bavula sıkıca dürüp koydum. "Kazak mı alsam? Tişörtle üşür müyüm?"
"Vinaaaa," diye hayıflandı Pera. "Balım bir sakin ol ya. Bavulu bırak, küçük bir çanta hazırla." Kaşlarım çatıldı. "Orada mağaza illaki vardır. Bulursun bir şeyler." Gülümsedi. "Tekrar taşımakla falan uğraşma."
"Olur, niye olmasın?" Elimdeki tişörte kararsız bakışlar attım. "Sana bir elbise seçelim, bir de gecelik al. Başka bir şeye ihtiyacın yok." Kafamı salladım.
Küçük bir çanta çıkardım, bavula koyduklarımı geri dolaba teptim.
"Gerizekalı," diye söylendiğinde güldüm. "Onlara ellemem. Düzenle bir zahmet." Bir gün düzeltmezse ikinci gün düzeltiyordu. Düzen seviyordu.
"Şortlu gecelik alacağım," dedim lacivert saten takımı elime alırken. "Bir takım da günlük kıyafet alayım." Sessizce onayladı. Kazak ve pantolon seçtim, çantaya koydum. "Elbise?"
"Seçeneğin çok." Kafamı sallayıp önümdeki abiyelere baktım. Çoğu satendi.
"Yeşil değil, mavi değil, bordo değil." Kendi kendimi onayladım. "Kesinlikle siyah olsun. Dikkat de çekmem."
"Sen bilirsin." Saten, siyah elbiseyi elime alıp beğenerek baktım. Straplez bir elbiseydi. Belimi tamamen sarardı. Derin bir yırtmacının yanında sırtında da derin bir dekolte vardı. Ayağıma kadar uzanacaktı, belimden aşağı hafifçe bollaşıyordu.
"Güzel bir seçim bence," dedi oturduğu yerden bana bakarak. "Ayakkabı seçsene."
"Klasik stiletto giysem?" Kafasını iki yana salladı.
"Bilekten bağlamalı, tek bantlı olan ayakkabın daha güzel olur." Omuz silktim.
"O dediğin gibi en az 20 ayakkabım var." Bıkkınlıkla baktı.
"Pekâlâ," dedim derin bir nefes alıp. Dolabımın en büyük kapağını açtım, uzun uzun baktıktan sonra istediğim ayakkabıyı buldum. Siyahtı, pek bir özelliği yoktu. İnce şeritli, önü açık bir ayakkabıydı.
Makyaj malzemelerim için de küçük bir çanta çıkardım, masama ilerledim.
"Hangi far paletini alacaksın?"
"Hangi renk giyeceğim belli olsa." Önümdeki paletlere baktım. "Şu açık renkli olanı mı alsam?"
"Bence öyle yap." Gözüme takılan paleti aldım, içindeki renkleri inceledim.
"Hemen hemen her renk var. Bunu alacağım." Onu çantaya koyduktan sonra ihtiyacım olan diğer malzemeleri de aldım. "Rakı beyazı bir oje sürsem?" Kafasını sallayıp onayladı. İstediğim ojeyi alıp sandalyeme oturdum, parmaklarıma özene özene sürdüm. "Pera," diyerek ona döndüm.
"He geleceğim!" Sonurttu. "Hangi sıfatla geleceğim ama?"
"Gelinlerinin arkadaşı," diye açıkladım. "Hem sen Dian'ın yanında Oğuz ile sevgiliyim demedin mi?"
"Sus, hatırlatma." Yüzünü buruşturdu. "Yerin dibine giriyorum zaten."
"Utandın mı seeeenn?" dedim alayla.
"Yoo, ne utanacağım." Tek kaşı havalandı. "Ya Oğuz'un sevgilisi varsa? O da düğüne gelecekse?" Kafamı iki yana salladım. "Emin misin?"
"Evet." Küçük çantanın fermuarını kapatıp kıyafetlerimin yanına yerleştirdim. "Suay ne yaptı?"
"O dün gitti hastaneye abisiyle. Cinsiyeti öğrenebildi mi bilmiyorum. Ben evde değildim o sıra." Ayağıma uzun sayılabilecek çizmelerimi giydim, kalktım.
"Geçelim mi içeri? Hem oğlumu da görmüş olurum." Gözlerini kapatıp beni onayladığında odadan çıktık. "Hector," diye seslenerek salona ilerledim. Geldiğimi gören oğlum oturduğu yerden kalktı, hızlıca yanıma gelip bacaklarıma sürtündü. "Bebeğim," dedim içten bir tavırla. Koltuğa güzelce yerleştiğimde yanıma çıktı, kafasını karnıma yaslayıp uzandı. Elimi sevgiyle tüylerinde gezdirdiğim sırada içeri Suay girdi.
"Günaydın." Gayet neşeli gözüküyordu.
"Günaydın," dediğimde bağdaş kurup yanıma oturmakla meşguldü. "Nasılsın?" Pera da yanıbaşıma yerleşti.
"İyiyiz," dedi çoğul eki kullanarak. Eli karnına gittiğinde oraya baktım. İyiden iyiye belli oluyordu ve artık bunu bol pijamaları da gizleyemiyordu. "Ben ve Yağız." Gözlerim açıldığında gülümsedi. "Erkekmiş."
"Ya," dedim onun adına sevinerek. Kafasını salladı. "Teyzesinin kavalyesi geliyor desene." Güldü.
"Bir sorun yok değil mi? Her şey yolunda?" Bahsettiğim bebek ve sağlığıydı.
"Her şey olması gerektiği gibiymiş, şükür ki bir pürüz yok."
"Sağlıklı olsun da," dedi Pera ayağa kalkıp. "Gerisi önemli değildi zaten."
"Orası öyle. Ama annemin seçtiği ismi koymayı çok istiyordum. O yüzden sevindim aslında biraz da..." Gülümsedi Pera. Ardından bana dönüp konuştu.
"Ben de küçük bir çanta hazırlayayım." Bir şey dememe gerek kalmadan odadan çıktı.
"Düğüne gidiyoruz," dedim ona açıklayarak. "Gelmek istersen-," kaşlarını kaldırıp sözümü kesti Suay.
"Çok uykum geliyor bu sıralar. En iyisi evde kalmam." Hafifçe omuz silkti. "Hem bu bana da iyi geliyor."
"Her neyse. Sen nasılsın?" dedi ciddileşerek. "Bir şeyler duydum ama..."
"İyiyim, bir de bunlara kafa yorma." Derin bir nefes aldım. "Gelip geçici şeyler, pek bir önemi yok."
"Önemi olmaz olur mu hiç?" diye itiraz etti. "Sen iyi olduğundan emin misin?"
"Turp gibiyim," dedim endişelenmemesi adına.
"Turp dedin de, canım çekti." Yüz ifadem aniden değişince güldü. "Sadece şakaydı."
Söyleyecek bir şey bulamadığımızda sessizce oturduk. O süre zarfında Oflaz'ı bir kez daha aradım ancak açmadı. Son çare olarak Yekta vardı, onu da aramayı pek istemiyordum. Yanımda Suay varken buna cesaretim yoktu.
"Vina," diye seslendi Pera odasından. "Açmıyor mu hâlâ?"
"Açmıyor," dedim ben de seslenerek. "Bir şey mi oldu acaba?" Pera salona geri döndü. Benimkisine benzer bir elbise giymişti. Kombinlerimiz aynı sayılırdı.
"Yavrum nedir bu panikatak? İşi vardır, arar birazdan," dedi rahat bir tavırla.
"Aha, arıyor!" İkisi aynı anda kıkırdadığında kaşlarımı çattım, ayaklarımı yere vura vura balkona çıktım.
"Alvina?" dedi Oflaz gergin bir sesle. "İyi misin?"
"Sen iyi misin?" Masadaki sigrara paketine ters ters baksam da içimi dürten şeytana engel olamayıp içinden bir dal çıkardım. Zippo çakmakla ucunu alevlendirip derin bir nefes soludum.
"Aramışsın." Gözlerim bulutlara dokundu. Ya yağmur yağacaktı ya kar. "Açamadım. Önemli bir şey mi oldu?" Sesinin durgun gelmesinin sebebi neydi?
"Ne oldu?" dediğinde iyice gerildiğini hissedebilmiştim. "Neredesin?"
"Nerede olduğumu boş ver de." Derin bir nefes aldım. "Bir şey soracağım ben sana. Daha doğrusu anlatacağım."
"Oflaz, annen beni aradı," deyiverdim pat diye. Ve, ölüm sessizliği... Uzun bir süre hiç ses çıkmadı.
"Düğüne gelip gelemeyeceğimi sordu, geleceğim dedim." Sessizdi ama beni dinlediğini biliyordum. "Vücut ölçülerimi istedi."
"Ne?" dedi küfür eder gibi. "O niyeymiş?"
"Terzisi bana elbise dikecekmiş. İşinde çok ünlüdür falan dedi." Sigarayı söndürdüm, gözlerimi tamamen dışarıya çevirdim. "Ben de beden ölçümü tam bilmediğimi, hâli hazırda bir elbisemin olduğunu söyledim."
"Seni tekrar arayıp darlayacaktır." Derin bir nefes verdi. "Hazır mısın sen? Yüz yüze konuşuruz."
"Hazırım," dedim ayaklanarak. "Oflaz."
"Ben Pera'yı da davet ettim ama," içimi suçluluk salgılamıştı. "Sorun olur mu?"
"Aksine, senin için de iyi olur."
"Kızdın mı?.. Yani, sana söylemeden-," cümlemi böldü.
"Bir şey yapmadan önce benden izin ya da onay almana gerek yok, Alvina. İstemişsindir ve yapmışsındır. Bunu ne yadırgarım ne de karşı çıkarım. Bana düşen şey saygı duymak ve yanında olmak." Derin bir iç çektim. "Gelirim ben 10 dakikaya." 1
"Görüşürüz," dediğimde aynı şekilde cevap verdi ve çağrı sonlandı.
Salona dönmek yerine mutfağa geçtim, kendime basit bir sandviç hazırladım, Oflaz'ı bekletmemek adına hızlıca yedim.
"Pera," diyerek salonun kapısında durduğumda bana baktılar. "Çıkalım mı?"
"Olur," dedi ve ayağa kalktı, Suay'a gülümseyip yanıma geldi. Yanımıza alacağımız çantaları hole getirmişti. İkimiz de kendi çantalarımızı aldık, ben de aynı şekilde Suay'a el salladım.
"Görüşürüz," dememle gülümsedi.
Evden çıkmadan önce siyah, kısa bir deri ceket giydim. Dışarı adımımızı atar atmaz Oflaz'ın arabası gelmişti.
Sürücü koltuğunda o oturuyordu, yanında Oğuz vardı. Kısa bir an çantalarımıza baksalar da arabadan inmediler. Zaten mesafe 4 adımdan ibaretti. Çantaları aracın bagajına koyup arka koltuklara yerleştik.
"Selam," diye mırıldandım. Arabanın içi sıcacıktı.
"Selam yenge," dedi Oğuz. "Daha iyisin değil mi?" Hafifçe gülümseyip başımı salladım, o da önüne geri döndü.
"Sen nasılsın Oğuz?" Tekrar arkasına döndüğünde araba artık hareket ediyordu.
"Aynıyım, değişen bir şey yok." Usulca Pera'ya baktı. "Sen nasılsın?"
"İyiyim," dedi ve yerinde kıpırdandı. "Biz nereye gideceğiz?"
"Antalya," diye yanıtladı Oğuz. "Hava orada ılık sayılabilir."
"Erçil, Yekta, Uraz, Dian... Aslında bizimle geliyor sayılmazlar."
"Nasıl yani?" Sohbeti ben ve Oğuz sürdürüyorduk. Pera tam bilmediği için dahil olmuyor olabilirdi. Ancak Oflaz neden hiç konuşmuyordu?
"Onlar yola yarın çıkacaklar. Erken gelmeleri için bir sebep yok."
"Hayır," dedi arkası dönükken. "O kadar yol çekmek mantıklı değil. Kocaeli'den uçağa bineceğiz."
"Anladım." Boş boş etrafıma bakındım. Yolun çok uzun süreceği söylenemezdi.
"Petrole girebilir miyiz?" diyen Oğuz sessizliği bozdu. Oflaz cevap vermedi ancak arabanın sağ sinyalini yaktı, petrolden tarafa geçti. Kocaeli'ye ulaşmamıza çok az kalmıştu.
Araba petrolün önünde durduğunda birkaç çalışan şok içinde baktılar. Araç lükstü, zırhlıydı. Camların filmli olması da rol oynuyordu.
"Ben de ineceğim," dedi Pera. Oğuz'un arkasından indi, küçük adımlarla peşinden gitti.
Başta kararsız kalsam da ben de arabadan indim. Arkadan dolaşarak ön koltuğa geçtim. Kemerimi takıp iyice yerleştiğimde Oflaz değişik değişik bana bakıyordu.
"Ne oldu, araba mı tuttu?" dediğinde yüzümü buruşturdum.
"Hayır. Sevgilimin yanına oturmak istemiş olamaz mıyım?" Kaşları havalandı.
"Sevgilin, ha?" Kafamı salladım. "Alvina, Oğuzları burada bırakıp gitmemi sağlama." Alayla gülümsedim, ona biraz yaklaştım.
"Oğuz'u bırakırsak ne olur bilemem ama Pera'yı bırakırsak, ağzımıza sıçar." Kendi kendimi onaylayıp kafamı salladım.
"Pek bir şey olmaz belki?" Kendi söylediğine o da inanmıyordu bence.
"Sen öyle san." Derin bir nefes aldım. "Oflaz," dedim gözlerine bakarak.
"Alvina." İsmimi şiir okur gibi söylemeyi kes be adam!
"Sen niye bu kadar durgunsun?" Duraksadı. "Bir şey mi oldu?"
"Oldu," dedi onaylayarak. "Ama şu an konuşmanın sırası değil, Alvina." Bu söylediğini destekler gibi benzin istasyonundan çıktılar.
"Onu da gittiğimizde konuşalım." Gerçekten bitkin gibiydi. "Ne karar vermem gerektiğini kestiremiyorum."
"Nasıl istersen," dedim uslu uslu.
Oğuz pişmiş kelle gibi sırıtarak arabaya yanaştı. Elinde iki poşet vardı. Ön kapıyı açtı, bir poşeti elime tutuşturdu. O sırada Pera ile göz göze geldik. Sorgulayarak bana bakıyordu, omuz silktim.
İkisi de arabaya bindiğinde poşetin içindeki bardakları çıkardım. Kahve dolu karton bardaklardan birisini Oflaz'a uzattım, diğerini kendim aldım.
"İçebilecek misin öyle?" dedim araba kullandığı için. Kısa bir an yüzüme baktı. Bunu sessizce onaylamıştı.
"Niye ismimi söylemiyorsun, Oğuz?" Kaşlarını çattı.
"Yenge demek geliyor içimden. Sana mı soracağım?" Pera ters bakışlarını ona yöneltti. "Ne? Arkadaşımın sevgilisi."
"Benim de var," dedi. Bunun kahvesinde bir şey mi vardı?
"Vina," diye mırıldandı Pera öne doğru eğilerek. "Haberleri gördün mü?"
"Hangi haberler?" Uzun bir süredir medyayla ilgilenmiyordum.
"Herkes babanı, Metin'i konuşuyor." Metin, amcamdı. "Ölmediğini, kimin onu sakladığını falan söylüyorlar."
"Bu pek de şaşırabileceğim bir konu değil." Kafasını salladı. "Asıl olay ne Pera?"
"Asıl olay," boğazını temizledi. "Hani şu kuzenin, Onur..." Halamın üvey oğluydu.
"Ne olmuş Onur'a?" En son Meyra'nın ailesiyle uğraştıktan sonra sesi çıkmamıştı. Kimseye bulaşmamıştı.
"Ortalığı karıştırdı." Pera dudağının içini dişledi. Olay gerçekten büyük olmalıydı. "Metin'i onun sakladığını söyledi."
"Dahası var. Birbirinizi sevdiğinizi, sana çok değer verdiğini ve bu yüzden Metin'i öldürmediğini söyledi. Sözde sen ondan rica etmişsin falan..."
"Yok, illa diyor ki gel belamı sik." Gözlerim kısa bir an Oflaz'a kaydı. Elleri direksiyonu öyle sıkı kavramıştı ki... Cümleme devam ettim. "Uzun süredir sesi çıkmıyordu. Bir bokluk yapacağı belliydi."
"Orası öyle de," gözlerime baktı Pera. "Buna inananlar var, Vina. Bu konuda bir açıklama yapman gerekebilir."
"Alvina, açıklama yapmana gerek yok. Gebersin gitsin." Bana yandan bir bakış attı. "Ben gerekli açıklamayı da yaptırırım. Kafan zaten bu aralar çok yoğun." Kaşlarım havalandı.
"Kısa bir açıklama yaparım, konuşurum magazinciler ile." Pera'ya yöneldim. "Ares'in haberi var değil mi?"
"Var. Hatta ufak da olsa bir konuşma bile yaptı. Ancak biliyorsun, başkanın tarafını sadece sen indirgeyebilirsin. Yalnızca sana karşı yenilebiliyorlar."
"Tamam, hallederim ben." Doğruydu. Onların sesini sadece ben bastırabilirdim.
Uzun süreli bir sessizliğin ardından araç durdu. Dağların eteklerinde bir piste gelmiştik. Bunu sorgulamadan arabadan indim, derin bir nefes alıp çam kokusunu içime çektim.
Uçak az ilerideydi, başında ve yan taraflarında bir sürü koruma vardı.
İçlerinden Sıraç'ı seçtiğimde başıyla selam verdi, Emre de onu tekrar etti.
Ayağımın altındaki çimeleri ezerek uçağa ilerledim. Yanımda getirdiğim çantayı Oflaz almıştı. Hemen arkamdan geliyordu.
Uçağın merdivenlerini çıktım, içeri girdim. Hostes olduğunu tahmin ettiğim kadın gülümsedi, eliyle gitmem gereken yolu gösterdi.
Pera da yanıma geldiğinde herkes içerideydi. Yavaşça kapanan kapıdan sonra etrafı inceledim.
Klasik uçaklara nazaran daha lükstü. 6 tane karşılıklı koltuk vardı.
Uçağın kalkacağını anladığımızda koltuklara oturduk, kemerlerimizi bağladık. Pera ve Ares yan yana oturmuşlardı. Arada birbirlerine kaçamak bakışlar atıyorlardı.
Uçak kaltıktan ve gerekli yüksekliğe ulaştıktan sonra sarsılmamaya başladı. Bununla beraber Oflaz ayaklandı, kapalı olan bir kapıyı açıp odaya girdi. Kapıyı üstünden kapattığında Oğuz'a döndüm.
"Onun neyi var?" dedim ayağa kalkarken.
"Bilmem," dedi. "Üstüne gitmesen iyi olur Vina. Biraz yalnız kalmak ona iyi gelecektir."
"Hiç sanmıyorum, Oğuz." Kısa mesafeyi yürüdüm, girdiği odanın kapısını çalma gereği duymadan açtım. Ne yaptığına bakmadan geri örttüm ve kilitledim.
"Alvina?" dedi Oflaz uzandığı yataktan. 1,5 kişilik olan yatak rahat gözüküyordu. Odada bir de küçük buz dolabı vardı. "Bir şey mi oldu?"
"Oflaz." Yatağın köşesine oturdum. "Bana anlatabilirsin, biliyorsun değil mi?" diye sordum omzumun üstünden ona bakarak. "Konu annen mi?"
"Sayılabilir," demesiyle kısa bir an duraksadım. Gerçekten anlatacağını sanmıyordum. "Birkaç yazı paylaşmış, açıklamalar yapmış. Pek önemli bir şey de yok."
"Emin misin Oflaz?" Kafasını salladı. "Normalde bu kadar durgun değilsin."
"Aksine, Alvina." Yerinde doğruldu, sırtını deri başlığa yasladı. "Ben böyleyim. Normalde."
"Benim yanımda öyle değilsin, Oflaz. Ben senin o yüzünü tanıyorum." Derin bir nefes aldım. "Ve şu an canının bir şeylere sıkkın olduğunu da biliyorum." Ayağa kalktım, ona bakarak bir adım geri çıktım. "Sen biraz dinlen istersen." Elim kapının kulbuna uzanacağı sırada sesini duydum.
"Benimle dinlenmek istemez misin?" Ona doğru döndüm. Yatakta kenara kaydı, boş tarafa baktı. Beklentiyle yüzüme baktığında hafifçe gülümsedim, yanına yaklaşıp yatağa uzandım. O da yerinde kaydı, başını yastığa yasladı. "Sana buçuk kısmı kaldı," dedi keyifli bir sesle. "Ben bir kişiliği kapladım." Belki buna normalde gülerdim ancak bu kez fazla tepki vermedim.
Yatakta yan bir pozisyon aldı, gözlerime baktı. Eli yavaşça saçıma uzandığında o gibi yan yattım.
"İyiyim ben," diye mırıldandı. "Kafana bu kadar takma."
"Elimde değil," dedim dürüstçe. "Çok dalgınsın."
"Teşekkür ederim." Eli saçlarımın arasına iyice yerleşti. "Her şey için."
"Oflaz." Gözlerimi kapattım, derin bir nefes aldım. "Orada nasıl davranmam gerekiyor?"
"Kendini kasmana gerek yok. Pot kırsan da sorun olmaz."
"Sevgililer gibi mi davranacağız?" Gözlerine baktım. "Gerçi şu an da öyle davranıyoruz ama..."
"Öyle davranacağız." Tek kaşı havalandı. "Mahsuru mu var?"
"Yooo," dedim uzatarak. "Benim için bir mahsuru yok."
"Senin için var mı?" Kaşları havalandı.
"Belki kız arkadaşın vardır?" Bana ters ters baktı. "Ne? Seni doğru düzgün tanımıyorum bile."
"Senden başka bir kız arkadaşım yok, Alvina." Kısa bir an afallasam da toparladım. "Olsaydı sana bu denli yakın davranır mıydım?"
"Bilemiyorum." Sanırım biraz onunla uğraşabilirdim. "Benim olsaydı erkek arkadaşım," kaşları çatıldı. "Ben sana yine de yakın davranırdım. Sonuçta rol icabı."
"Var mı?" Olmadığını bilmesine rağmen sesine bulaşan şüphe gülmemi sağlayacak cinstendi. "Alvina. Var mı?"
"Yoktur be," dedi kendi kendine konuşur gibi. "Var mı ki?"
"Yok." Kaşları normal haline geri döndü. Dudakları düz bir çizgi şeklini aldı. "Saçların ne güzel," dedim konuyu fişek hızıyla değiştirerek.
"Öyle," diye mırıldandım iç çekerek. "İnsan dokunmaya kıyamaz."
"Sen kıyabilirsin." Güldüm. "Sana özel bir tevazü gösterebilirim."
"Uzakta kalıyorsun," dedim arsız gibi. Sırt üstü uzandığımda bir an bile beklemedi, başını göğsüme yasladı. Ayaklarının yataktan aşağı sarkmasını umursamamıştı. Üstümde yatıyor sayılabilirdi ancak -rahatsız olmamdan çekinir gibi- ağırlığını bedenime vermemişti.
"Alvina," dedi. Ellerim saçlarına ulaştı, hafif darbelerle okşadım kahverengi telleri. "Nasıl bu kadar güçlü olabiliyorsun? Nasıl böyle durabiliyorsun?" Sanki anında mayışmıştı.
"Ben de bilmiyorum." Elim saçlarında gezmeye devam etti. Yakınlığımız kalp atış ritmimi hızlandırmaya yetiyordu ve onun da bunu duyması yanaklarımı yakıyordu. "Öyle olması gerekiyor."
"Bazen başaramıyorum," dediğinde kalbindeki çaresizliği hissettim. "Kaldıramayacak raddeye geliyorum."
"Hepsi geçiyor, Oflaz. Dediğin gibi, bazen bir şey oluyor, çok kötü olduğunu ve bundan kötüsü olmayacağını düşünüyorsun. Ancak daha kötüsü karşına çıkıyor, önceki haline şükretmek durumunda kalıyorsun." Sessizce beni dinliyordu. "Hayatın döngüsü de böyle aslında."
"Sana her baktığımda güçlü bir kadın görüyorum," dediğinde gülümsedim. "İçindeki minik kız çocuğunun da farkındayım." Gülümsemem genişledi.
"O her zaman bir yerlerde beni izliyor bence." Bunu ciddi manada düşünüp inanıyordum. "Ben güldüğümde gülüyor, ağladığımda ağlıyor gibi hissediyorum."
"Bunu nadiren dışarı da yansıtıyorsun."
"Doğrudur," dedim. "Nadiren de olsa duygularıma sahip çıkamıyorum."
"Serbest bırakmayı denesen?" Duraksadım. "Duygularını ve hayatını dilediğin gibi yaşasan."
"İçinde bulunduğum duruma bakarsak bu pek de olası değil."
"Benim yanımdayken olası, Alvina." Söyleyecek bir şey bulamadığımda sessiz kaldım.
"Antalya'da tanışacağım çok kişi var mı?" Düşündü.
"Var ama hiçbirisi önemli değil. Yani aklında tutman da gerekmez, fazla konuşman da." Bu güzel bir haberdi. "Yabancı hissetmemen adına yanında durmaya çalışırım."
"Beni düşünme lütfen," diye çıkıştım. "Oflaz..."
"Senin için ne kadar zor olduğunu biliyorum." Bir elimi sırtına sarıp sıvazladım. "Canın yanacak ve bunu da biliyorum."
"Kaldıramayacağım bir şey değil."
"Yine de her zaman yanında olacağımı bilmeni istiyorum." Burnuma şampuanının kokusu çalındıkça karnım bir şeyler oluyordu.
"Teşekkür ederim, Alvina. Gerçekten çok sağ ol."
"Bir daha teşekkür edersen gelmekten vaz geçeceğim," dedim ciddi ciddi.
"Sustum." Aklına bir şey takılmış olsa ki konuşmayı sürdürdü. "Sana benim hakkımda birkaç şey soracaklardır."
"En sevdiğim rengi, yemeği. Ya da nasıl tanıştığımızı." Derin bir nefes aldı. "Evlenip evlenmeyeceğimizi. Senin aileni, yaşadıklarını... Aklına ne kadar saçma şey geliyorsa, Alvina."
"Benlik bir sorun yok, Oflaz. Birkaç soruyu cevaplayabilirim diye düşünüyorum."
"Dian'a anlattığım tanışma hikayesini anlatayım mı?" İçime şüphe düştü. "Ay edepsiz gelin olmayayım bir de." Güldü. Gerçekten içten gülmüştü. "Neden güldün? Öyle bir gelin miyim ben?"
"Estağfurullah. Çok edeplisin." Kinayeli sesine karşın yüzümü buruşturdum.
"Uykum geldi." Gayet normaldi. Günlerdir doğru düzgün dinlenemiyordu.
"1 saat kaldı uçağın inmesine." 1 saat 20 dakika uçacaktık. Bu yüzden az kaldığına şaşırmamak gerekirdi.
"Olsun," diye mırıldandım. "Uyumak istiyorsan-," cümlemi böldü.
"Daha sonra," dediğinde daha çok kendisini ikna etmeye çalışıyor gibiydi. "Daha sonra saçlarımla tekrar oynarsın ve o zaman uzun bir süre uyuyabilirim. Değil mi?"
"Elbette," dedim gülümseyerek. "İstediğin kadar uyuyabilirsin." Bir eli yavaşça belime kaydığında afalladım. Ani bir harekette bulunup üstümden kalktı, beni de yan çevirdi. Burnu sertçe burnuma sürtündüğünde onun verdiği nefesi ben aldım.
"Alvina," dedi ismimi sayıklar gibi. "İsminin anlamı ne?"
"Farklı anlamları var. Ama en çok bilinen ve söylenen anlamı büyülü varlık." O gibi fısıldayarak konuşmuştum.
"Çok güzelsin," diye bir cümle kurdu. Aldığım nefesin kesildiğini, dilimin kuruduğunu hissettim.
Çok uzun bir süre sadece gözlerine baktım. Güzel, büyüleyici harelere...
"Oflaz," dedim derin bir nefes alabildiğimde. "Teşekkür ederim."
"Ne için?" Tek kaşım havalandı.
"İltifatın için." Beni taklit etti, tek kaşı havalandı.
"Gerçekleri söylemek iltifattan mı sayılıyor?" Yüzümü buruşturduğumda güldü. Kahkası kulaklarımın unutmak istemeyeceği cinsten hoştu.
"Ettim," dedi yenilgiyle. "Çok sıradandı."
"Öyleydi." Kafasını sallayarak beni onayladı. "Sen dinlenmek için mi bu odaya girdin?"
"Eee, ben geldim bıdı bıdı konuştum durmadan." Kafasını hafifçe kaldırıp yüzüme baktı. "Dinlenmekten ziyade kafan şişti."
"Senin konuşmandan mı şişecekmiş kafam?" Gözlerimi yumup onayladığımda kaşları çatıldı. "Yok öyle bir şey."
"Hıhım," dedi. "Alvina, senin sesin kafamı şişirmekten çok bana huzur veriyor." Bugün itiraf günü müydü bu adamın?
"Sürekli konuşursam görürsün," dedim gülerek.
"Şikayetçi olan mı var? Konuş." Gülümsemem dudaklarımda asılı kaldı. "Baban ile nasıl geçti?" Sahiden konuyu uzatmaya çalışıyordu.
"Ben hesap sordum, o da sessizce dinledi. Niye gittiğini de sordum, hep kaçamak cevaplar... Orada kalmamı istedi." Derin bir nefes verdim. "Beni dizlerinde uyuttu. Uzun bir zaman sonra deliksiz ve rahat bir uyku geçirdim."
"O konuyu fazla konuşmadık," dedim açıkça.
"Matt'den geldi mi bir haber?"
"Gelmedi henüz." Bir ihtimal daha vardı. "Ya da belki bana ulaşamamıştır."
"Bulma konusunda kararlısın yani?"
"En azından ne yaptığını, nerede ve nasıl olduğunu bilmek istiyorum."
Ortama çığ gibi düşen sessizlik süresinde sadece birbirimizi inceledik. Gözlerimizi, dudaklarımızı, ellerimizi...
Odanın kapısı çalınana kadar zamanın durduğunu düşünmüştüm. Uçağın inmesine dakikalar kalmış olsa ki, Pera bizi koltuklarımıza oturmamız için çağırıyordu.
Küçük odadan çıktığımda bana imalı bakışlarını sunsa da ona pek bakmadım. Kemerimi takıp istifimi bozmadan kollarımı önümde kavuşturdum.
"Düğün hangi gün?" dedi Pera ortaya soru atarak.
"Yarından sonra," diye yanıtladı Oğuz.
Uçak sorunsuz bir şekilde indikten sonra arabaya geçmiştik. Hep beraber bir arabayla otele gitmiştik. Bir şeyleri sorgulama payım pek yoktu. Ne soru sormuştum ne de açıklama beklemiştim. Camdan dışarıyı seyredip etrafa bakma tenezzülünde dahi bulunmamıştım.
Antalya hâlâ çok soğuk sayılamayacağından üstümdeki paltoyu çıkartmıştım. Elimde taşıdığım tek şey telefonum ve ceketimdi. Küçük çantamı taşıyan Oflaz'dı.
Bir otelin önündeydik, birkaç metrelik yürüme mesafesini tamamlıyorduk. Pera da benimle aynı durumdaydı. Oğuz bir şekilde onun da çantasını almıştı.
"Hoş geldiniz," dedi bizi kapıda karşılayan bir adam. Büyük, gösterişli bir oteldeydik. "Odalar 7. katta. 34 ve 35 numaralı odalar sizlere ait." Gülümseyip asansörü gösterdi. "Dilerseniz çantalarınızı çıkartabiliriz?" Oflaz sadece kafasını iki yana salladı. "Keyifli zamanlar diliyorum efendim," diyerek gülücükler saçtı orta yaşlı adam.
"Sağ olun," diye yanıt veren Oğuz oldu.
Oflaz önden koşmak suretiyle yürümeye başladığında arkadaşı da ona yetişti. Benimki de yanıma gelip belime sarıldı.
"Pera?" Saçlarından yayılan tarçın kokusu içimdeki kasveti azaltıyordu.
"Biz senle mi kalacağız?" Cidden ben kiminle kalacaktım?
"Bilmem. Öyle olur herhalde." Kısa bir an yüzüme baktı.
"Enişteyle mi kalmak istiyorsun?" Gözlerimi devirmemek için kendimi zorlarken asansöre iyice yaklaştık.
"Benlik sorun yok ama sen rahatsız olursun," dedim. Yalan da değildi. Fazla insan sevmemesinin yanında birileriyle uyumaktan hoşlanmazdı. Üstelik cinsi erkekse nefret bile edebilirdi.
"Çok iyi olur," dediğinde asansöre bindik. Oflaz 7 tuşuna bastı, kapı yavaşça kapandı. Kısa bir süre sonra durdu ve indik.
Bu kez Oflaz'a yetişmek için çabalayan ben oldum. Uzun koridorda kayan ayaklarıma meydan okuyarak at gibi koşuyordum resmen.
"Beklesene be adam," diye kendi kendime söylendim. Sanki ben debelendikçe o daha çok hızlanıyordu.
"Oflaz bir yavaş yürü ya." Adımları yavaşladı ancak hâlâ hızlıydı. "Bir şey soracağım."
"Kim kiminle yatacak?" Omzunun üstünden bana baktı, sağ tarafa döndü.
"Sen benimlesin. Arkadaşlarımızın ne yapacağı ile ilgilenmiyorum." Sesi itiraz istemese de dudaklarımı araladım.
"Ben Pera ile kalacağım." Kaşları çatıldı. "Hem siz niye 4 oda tutmadınız?"
"Paran mı yetmedi lan mafya bozuntusu," dedim alayla. Yüzünü buruşturduğunda güldüm.
"Yalnız," diyerek önümüze geçti Pera. Ters ters yürürken bize bakıp konuştu. "Vina benimle daha çok yakışıyor. Biz daha güzel bir çiftiz."
"Destekliyorum," dedikten sonra öpücük attım.
"Biz 2 metrelik adamlar olarak nasıl sığacağız yatağa?" Oğuz'un isyanına karşı güldüm.
"Sığarsınız," dedi Pera somurtarak.
"Adam belki sevgilisiyle kalmak istiyor, Pera? Olamaz mı yani." Pera'nın kaşları çatıldı.
"Ama onlar gerçekten sevgililer mi Oğuz?" Kısa bir an herkes duraksadı.
"Of," dedim yenilgiyle. "Şu an hiç kimsenin yatacağını düşünmüyorum. Bu yüzden pek manidar kavganızı geceye saklayın." Oğuz kafasını salladı.
Odalardan birisine giren erkekler çantaları koydular, koridora döndüler.
Geldiğimiz yolu dönerken kesinlikle mantıklı hareketler yapmıyorduk. Sadece bir kişi de çıkıp eşyaları koyabilirdi.
"Nereye gidiyoruz?" diye mırıldanarak Oflaz'ın yanına yanaştım.
"Annemin yanına gitmek zorundayız, Alvina." Bunu istemediği belliydi.
"Sen ne düşünüyorsun?" dediğinde asansöre yönelecektim. Pera ve Oğuz bindikten sonra ben de biniyordum ki Oflaz elimi tutup merdivenlere yöneldi. Peralar asansörde kaldığında biz aşağı iniyorduk.
"Bu da neydi?" dedim afallayarak. Bir şey söylemedi. "Benim düşündüğüm bir konu değil bu. Senin gereken cevabı vereceğini sanıyorum."
"Aklına bir şeyi koyduysa yapmak için elinden geleni yapar." Kafamı salladım.
"Dediğim gibi, benlik bir sorun ya da mazuriyet yok. Nasıl istersen onu yaparım." Merdivenleri inerken elimi bırakmıyordu.
"Patavatsızca konuşursa canını sıkma." Yüzüme baktı. "Ağzının payını verebileceğinden bir şüphem yok. Ancak annem kolay bir kadın değil."
"Seni ne ile tehdit ediyor, Oflaz?" Aldığı nefesi bile tuttuğunu hissettim. Elimi tutan eli sıkılaştı.
"Devletin eline geçmemesi gereken sayısız dosyam var onda. Bir çoğunu kurtardım ancak 3 dosya var ki, onlar benim hayatta kalmamı sağlıyor."
"Başkan beni niye öldürmüyor sanıyorsun?" Merdivenlerin sonuna yaklaşmıştık. "Onu susturan belgelere sahibim. Tek dez avantaj, aynı dosyadan annemde de olması. Ama bana uyarlanmış olarak..."
"Senin açıkların ile ilgili mi?"
"Açıklarımdan ziyade geçmişim ve hatalarım." Kafasını iki yana salladı. "Her neyse. Şimdi bunları konuşmanın zamanı değil."
Pera'yı sırıtarak gördüğümde bir an tekrar yukarı çıkmak istedim. Gözlerimi kocaman açarak ona baktığımda gülüşü genişledi. İma dolu bakışları üstümde gezinirken ona ters ters baktım.
"Oflaz, yemek mi yesek?" dedi Oğuz. Bunu kesinlikle reddedemezdim. "Acıkmama ihtimaliniz yoktur." Doğruydu.
Tüm görevliler bizi gördüklerinde gülümsüyorlardı. Samimi olduklarını söylemek güç olsa da ben de onlara gülümsedim.
Kapıya çıktığımızda önümüze siyah, büyük bir cip çekildi. İçinden inen kişi anahtarı Oflaz'a uzattı, otele girdi. Yüksek ihtimal valeydi.
Ön koltuğu es geçip arkaya oturdum. Arabaya çıkmak için tırmanmam gerekmişti. Bu yüzden derin bir nefes aldım.
Pera da yanıma kuruldu ve araba çalıştı. Antalya'nın daha önce de gezdiğim caddelerinde ilerliyorduk. Bizim aracımız hızlı gitse de diğer arabalar yavaş gitmeyi tercih ediyordu. Oflaz'ın da bugün olmayan sabrı taşmış gibi hepsine korna çalıyordu. Kimini sollayarak geçiyor kimine küfürler saydırıyordu.
En sonunda ölmeden bir kafenin önünde durduk. Kaş'ta sahile sıfır bir mekandı. Denizden esen hafif rüzgarla hava serin sayılabilirdi. Akşama yakın saatlerde olmamıza rağmen insanlar her yerdeydi. Gece olmasını beklemeden sahile akın etmişlerdi.
Kafenin teras katına çıkıp boş bir masaya ilerledik. Oturduğum sandalyenin yanına Oflaz oturdu. Pera ve Oğuz da mecburen yan yana oturdular.
Yanımıza gelen garson menüyü önümüze koydu, gülümseyerek başımızda bekledi.
Ne yiyeceğimi seçemeyerek kağıda baktım. Birçok çeşit vardı, seçmek kolay değildi.
"Önerdiğin bir şey var mı?" dedim Oflaz'a.
"Genelde Oğuz geliyordu buraya. Ona sormak lazım." Herkes ona döndü. "Ne yiyoruz Oğuz?"
"Öncelikle ben her koşulda her şeyi yerim, bilirsin." Menüye kararsızca baktı. "Ama eğer bir şey seçeceksem, Antalya Piyaz'ı yiyelim."
"Meze tarzında bir yemek değil mi o?" Kafasını sallafı. Bildiğim kadarıyla fasulye, tahin, yumurta, yoğurt gibisinden şeylerin oluşturduğu bir yemekti.
"Buradaki bazı kişiler ana yemek olarak da tercih eder. Ancak genel olarak meze diye yenilir," dedi garson. Gençti. Maksimum 18 yaşlarında bir erkekti. "Yanında kebap ya da köfte önerebiliriz."
"Tamam o zaman, 2 porsiyon piyaz, 4 porsiyon Girit Kebap'ı alalım." Garson elindeki tabletten siparişleri girdi.
"Ben su istiyorum," dedim. Canım başka bir şey çekmemişti. Bu yemeklere sanırım şarap pek gitmezdi.
"1 şişe şarap alalım. Kırmızı olsun," dedi Oğuz benim aksimi düşünerek. Garson masadan ayrıldı.
"Noldu yenge? Alkole ara mı verdin?"
"Bu soruyu bana mı soruyorsun?" dedim alayla. "Sadece yemekleri şarap ile pek bağdaştıramadım."
"Dedi ve şişenin yarısını bitirdi." Güldü Pera. "Sen ne zaman şaraba karşı koyabildin?"
"Zaafım var diyorum kızım, anlasana," diye bir bağımlı gibi konuştum. "Hem öyle çok içtiğim falan da yok. Adım çıkmış 9'a inmez 8'e yani."
"Gerçekten, Alvina. Çok fazla içiyorsun." Kaşları çatıldı. "Zararlı olduğunun farkındasın değil mi?"
"Sen de içiyorsun?" 2 garson ellerindeki tepsilerle yemekleri getirdiler. Masanın üstündeki ellerimi çekip dizimin üstüne koydum.
"Dediğimi yap, yaptığımı yapma." Ona umutsuzca baktım.
"70 yaşında dedeler gibi öğüt verip durma lütfen."
"Öyle mi yapıyorum?" dedi tek kaşını kaldırarak.
"Yapmıyor musun?" Dudakları aralandığında Oğuz ondan önce davrandı.
"Ne güzel bir hava. Kuşlar uçuyor. Şu gemiye bakın, limana ne güzel yaklaşmış." Tiksinir gibi ona bakınca güldü. "Yemekler geldi. Soğutmadan başlayın."
Pera yanındaki garsondan şarabı aldı, 3 kadehe de koydu. Sıra bana gelince duraksadı.
"Azıcık," dedim kadehimi uzatarak. Az koyduğunda kadehi ona uzatmaya devam ettim. "Azdan birazcık fazla." Kafasını iki yana sallayıp yarısını doldurdu.
Etraftaki insanların tuhaf bakışları üzerimizdeydi. Kimisi yargılayarak kimisi kınayarak bakıyordu.
Çevrede güvenlik yokmuş gibi dursa da her türlü önlemin alındığından emindim.
Havanın serinlemeye başlamasıyla rüzgar da şiddetlenmişti.
"Üşüyor musun?" dedi Oflaz kulağıma doğru eğilerek. Ağzımdaki lokmayı yuttum, başımı hafifçe kenarı çekerek yüzlerimizi birbirimize hizzaladım.
"Üşümüyorum." Kaşları havalandığında ben de aynı tepkiyi verdim.
"Burnun bile kızarmış. Niye yalan söylüyorsun?" Ona ters bir bakış attım.
Çatalımdaki eti usulca çiğnediğim sırada Oflaz ayağa kalktı, üzerindeki fazla da kalın sayılmayacak paltoyu çıkarttı. Arkama geçip omuzlarıma yerleştirdi.
"Teşekkür ederim de," diye mırıldandım yerine oturduğunda. "Şal isteyebilirdik görevlilerden. Sen üşürsen böyle?"
"Ben üşümem," dedi net bir sesle.
Bana göre ben de üşümüyordum ta ki üstümde sıcak bir palto olana kadar. O an üşüdüğümü anlamıştım.
Pera ve Oğuz kendi aralarında atışarak yemeklerini yiyorlardı. İkisinin üzerinde de kendi paltoları vardı. Kesinlikle mantıklı olanı onlar yapmıştı.
"Oflaz," dedim elimdeki kadehle oyalanırken. Doymuş sayılırdım, daha fazla yemek istemiyordum. "Yarın ne yapacağız?"
"Annemin yanına gideriz," dediğinde sesinden dahi bunu istemediği anlaşılıyordu. "En azından sen ve ben. Orada olmamız gerekir."
"Öğleden sonra gideriz bir ara." Sadece kafamı salladım.
Kendi tabağımdakilerin yarısını bitirip doymuştum. Pera da benimle aynıydı. Ancak Oflaz ve Oğuz bizden gerekli izinleri alıp tabakta kalanları da yemişlerdi.
"Doymadın bence." Oflaz'ın bugün inatçı olası tutmuştu.
"Doydum gayet," dedim 4 kere aynı şeyi söylemenin verdiği bıkkınlıkla.
"Hesabı alabilir miyiz?" diye seslenen Oğuz oldu.
Garson hesabı getirdiğinde Oflaz önce davranıp ödedi. Tam ayağa kalkıp merdivenlerden inecektik ki yüksek bir ses duydum.
"Aa!" diye bağıran bir kadın bize doğru geliyordu. Sarı, kısa saçları omuzlarındaydı. "Oflaz?" Samimi bir şekilde hızlıca Oflaz'ın boynuna atıldı. "Nerelerdesin sen ya," dedi sitem dolu bir sesle. Oflaz onun coşkulu sarılışına karşılık olarak sadece kolunu sırtına sardı. Teninin tenine temas ettiği dahi şüpheliydi. "Nasıl özlemişim." Geri çekildiğinde pür dikkat Oflaz'a bakıyordu.
"Derya hanımın akrabalarından," diye açıklama yaptı Oğuz kısık bir sesle. "Oflaz'a takıntılı sayılabilir. Az kalsın nişanlanıyorlardı da." Kaşlarım biraz daha çatıldığında derin bir nefes aldım.
Elimi kadına doğru uzattığımda tek kaşı havalandı. Şaşırmasını kısa sürede toparlayıp elimi hafifçe sıktı.
"Alvina Ladin?" dedi tiksinir gibi vücudumu süzerken. "Sen miydin o dillere destan bir güzelliğe dahip olan kadın..." Bu da nereden çıkmıştı. "Dünya genelinde tanınan bir isme sahipsin."
"Doğrudur," dedim. "Sen peki?"
"Doğa." Yerinde kımıldanıp Oflaz'a yaklaştı. "Biraz yalnız kalabilir miyiz canım seninle? Çok konu birikti konuşacak." Bana döndüğünde yüzündeki sevecen ifade soldu. "Senin için bir mahsuru yoksa tabii?"
"Sevgilisi olan bir adam ile baş başa zaman geçirmenin senin için mahsuru yoksa..." Umursamazca göz devirdi Pera. "Vina için de sorun yoktur, Doğa."
"Sana bir şey söylemedim?" dedi ukala bir tavırla. "Oflaz, sen ne dersin?" Pera kendi kendine söylenip merdivenlere adımladı. Biraz daha burada durursa tatsızlık çıkması çok olasıydı. Oğuz da pıtı pıtı adımlarla Pera'nın peşinden gitti.
"Yorgunum, Doğa." Gülümsedi sarışın.
"E tamam işteee, ben yorgunluğunu alırım." Gözlerim kısıldığında ikisi de bana döndü. Normal koşullarda aramın hiçbir kadınla bozulmasını istemezdim ama şu an gerçekten tahammülüm yoktu. 1
"Benim sevgilimin yorgunluğunu mu alacaksın tatlım?" Onaylayarak kafasını salladı. "Hangi sıfatla?"
"Ah, sen beni tanımıyorsun... Oflaz ile hukukumuz çok eskiye dayanır." Küçümseyerek ona baktım, Oflaz'a yaklaşıp başımı omzuna yasladım.
"Senin de dediğin gibi, eski." Gülümsedim. "Her neyse, ben biraz dinleneceğim." Gözlerimi kaldırıp Oflaz'a odaklandım. "Siz de hasret giderirsiniz." Daha fazla sabrım falan kalmamıştı. Hele son yaşadıklarımdan sonra hiçbir şey ile uğraşmak içimden gelmiyordu.
"Biz nereye geçelim Oflaz?" dedi Doğa arkamı döndüğümde.
"Ben otele gidiyorum, Doğa. Ama sen gelmiyorsun." Arkamı dönüp yüz ifadesine bakmak istesem de yapmadım.
"Sevgilimin yanına gidiyorum, Doğa. Benim yorgunluğumu alabilecek tek kişi o." Kendi kendime sırıtarak 1. basamağı indim. Tam o sıralarda Oflaz yanıma geldi, büyük elinin içinde kaybolan elimi sarmaladı. 1
"Ne o? Kısa mı sürdü sohbetiniz?" Kinayeli sesime karşın kısık bir sesle güldü.
"Onunla konuşacak hiçbir şeyim yok." Mekanın içinde olduğumuz için bir sürü kişi bize odaklanmıştı. "Oğuz'un da dediği gibi, takıntılı biri."
"Sen Oğuz'u nasıl duydun?" dedim sorgulayarak. Ben bile zor duymuştum. Bir yanıt alamadığımda kendi kendime sızlandım. "Adama bak. Yaşlı dedeler gibi işine geleni duyuyor sadece."
"Alvina," dedi Oflaz. O an beni duyup algıladını fark ettim. "Seni duyuyorum."
"Ne güzel, bunamamışsın demek ki." Kaşları çatıldı.
"Otuz oldun sayılır," dedim alayla. "Ne genci?"
"Otuz yaşlı olmuyor," diye çıkıştı bana. "Ayrıca bir daha bana yaşlı dersen..."
"Ne yaparsın?" diye sordum arabaya birkaç adım kaldığında. Gözleri usulca dudaklarıma kaydığında yutkundum. "Oflaz," diyebildim alçak bir sesle. "Ateşle oynama."
"Söz veremem." Ona ümitsiz bir vakaya bakıyormuş gibi bakıp arabaya bindim. Arka koltukta iyice yayıldığımda Pera sitem etti.
"Ya Vina, bir rahat dur lütfen." Ona ters ters baktım.
"Ne yapmışım, sanki yapmışım bir şey." Kısık sesle güldüğünde ona eşlik ettim. Bu repliği hatırlıyordu demek.
"Gece de kımıldanıp durmazsın umarım." Araba yüksek bir sesle çalıştı.
"Ben ve hareket etmeden uyumak?" Tek kaşım havalandı. "Yavrum, benden imkansızı isteme."
"Yalnız bebeğim, çok dönersen berjer seni bekler." Omuz silktim.
"Senin suyun mu çıkmış hayatım?"
"Aynen, güzelim. Bel fıtığım tutar falan."
"Oflaz, ben bu sözleri bunlardan ilk defa duyuyorum he," dedi Oğuz fısıldayarak. Duymadığımızı sanıyorlarsa yanılıyorlardı.
"Al benden de o kadar," diye ona katıldı Oflaz.
"Ne oldu bebeğim, kıskandın mı?" Yerimde doğruldum, hafifçe öne eğilip Oflaz'a baktım. Gözlerini yoldan ayırmadan bekledi.
"Alvina." Küçük ikazından sonra geri yaslandım, boş boş etrafa bakındım. Gece olmuştu.
"Doğa kimdi?" Meraklı soruma karşın isteksizce bir cevap verdi.
"Annem sözde bizi yakıştırıyordu, o da kendi kendine hayal kuruyordu." Tek kaşım havalandı, Oğuz'a baktım.
"Alvina, ben buralarda değildim. Nasıl nişan olsun?" Kollarımı önümde bağlayıp dikiz aynasına baktım. Oflaz da kısa bir an baktı ve bu durumdan eğlendiğini anladım. O hakkında bir şeyler merak etmemden hoşlanıyordu.
"Oğuz öyle söyledi," dedim suçu üstüme alınmayarak.
"Oğuz'a vur desem öldürür. Pek takılma." Oğuz sinirle bir nefes verdi.
"Göm beni, göm." Pera ile gülümseyerek tatlı atışmalarını seyrettik.
Otele dönmemiz pek de uzun sürmemişti. Arabadan inip tekrar odalarımıza çıktık.
"Biz direkt çantaların olduğu odaya girelim," dedim Pera'ya. Biz ikimiz önden yürüyorduk.
Oğuz ve Pera birbirinden ayrı odalara girdiler. Oğuz kapıyı kapatsa da Pera kapatmamıştı. Kapıya uzanıp sessizce kapattım.
"Oflaz," diye fısıldadım. Saat geç olmuştu.
"Alvina." Yanımızdaki duvara yaslanmış, kollarını önünde bağlamış bana bakıyordu. "Bir şey mi oldu?" Kafamı iki yana salladım.
"İyi geceler demek istedim," dedim gülümseyerek.
"İyi geceler, Alvina." Dudağının kenarı kıvrıldığında kısa bir iç çektim.
Arkamı döndüğümde saçlarım yavaşça onun göğsüne değdi. Fakat dönüp bakmadım, odanın kapısını açıp içeri girdim.
Pera üzerine yanında getirdiği gecelikleri giymişti. Bunlar bir önceki pijamalarına göre daha normaldi.
"Beni niye ayırdın sevdiceğimden?" diyerek içeri adımladım. "Ne güzel beraber uyuyacaktık." Dehşet içinde bana baktı. "Hayallerimizi dağıttın be Pera." Bakışlarına daha fazla dayanamayıp güldüm. Kaşları çatıldığında elini beline koyup ayağa kalktı.
"Dalga mı geçiyorsun?" Odanın sıcaklığından yararlanıp şortlu bir takım giymişti.
"Çok mu belli oluyor," dedim onu kâle almayarak.
"Enteresan kişilerle takıla takıla şartelin atmış yavrum senin." Güldü. "Hoş öncesinde de pek normal değildin de... Neyse."
"Peraaa," diyerek çantama ilerledim. "Oğuz ile yatmak istemiyorsan kes sesini." Yüzünü ekşitip yatağın başında dikildi, pikeyi açıp uzandı.
"Vina, senin öyle bir şey yapmayı götün yemez." Kaşlarım havalandığında iddia ile gülümsedim. "Yani, biraz yer."
"Bebeğim, yan odaya gittiğim an ikisi de şükür duası ederler rahat uyuyacakları için." Güldüm. "Ayağını denk al!"
"Çok fenasın." Omuz silkip lavabo olduğunu düşündüğüm kapıyı açtım. Elimdeki gecelikleri banyodaki dolabın üstüne koyup üzerimdekileri çıkarttım. Bunları yaparken kapı da kapalıydı.
Saten, şortlu takımı giyip aynanın karşısında durdum. Yorgunluktan hafifçe kızaran yeşil gözlerim, özgür kalmak için haykıran kahverengi saçlarım, az önce içtiğim şarabın etkisiyle kızaran dudaklarım ve yanaklarım... Kendime beğeni dolu bakışlarımı sunmaktan kaçınmadan banyodan çıktım.
"Vina, sadece fena değilsin." Bedenimi süzdü. "Fenasalsın da." Gülerek ona bakınca o da gülümsedi. "Yat ve uyu hadi." Dediğini dinledim, yataktaki boşluğa yatıp üstümü örttüm. Yanımdaki gece lambasını söndürüp sırtımı iyice yatağa bastırdım.
"Efendim?" dedi bir tutam uyku bulaşan sesiyle.
"Sence Oflaz beni seviyor mudur?" Ani soruma karşın duraksadı.
"Seviyordur değil, seviyor Vina." Derin bir nefes verdi. "Sen o adamın sana nasıl baktığını bilmiyor musun? Üstüne titriyor."
"İyi de, bu kadar kısa sürede nasıl bu kadar bağlanabildi?" Sorgular sesim onu da çıkmaza sokmuştu.
Uzun bir süre ikimiz de konuşmadık. Pera'nın nefes alışverişi düzenli bir hal aldığında uyuduğunu anladım. Fakat benim gözlerime uyku girmiyordu.
Elim telefona uzandığı anda bir bildirim düştü ekrana.
Cevap yazmasam da okuduğumu anlamıştı.
Sessiz hareketler etmeye çalışarak yataktan kalktım. Bir suçlu gibi parmak uçlarımda yürürken yavaşça odadan çıktım. Ayağımdaki beyaz terliklerin çıkardığı ses bile minimumdu. Şükür ki Pera'ya kalanmamıştım.
Rahatlamış bir nefes aldığımda koridorun ışığı aniden yandı. Karşımdaki süliet Oflaz'a aitti.
"Alvina." Üstündeki eşofmana ve beyaz tişörte rağmen karizmatikti.
"Oflaz?" Üzerimdekilere kısa bir bakış atıp başını iki yana salladı. Mecburen fısıldıyorduk.
"Gel," diyerek avcumu avcunun içine hapsetti. Asansöre ilerlerken son derece sessizdi.
Bir yanıt alamadığımda asansör ile başka bir kata çıkıyorduk. Saat gecenin bilmem kaçı olduğundan bizden başka kimse yoktu.
İndiğimizde küçük adımlarla bir odaya ilerledik. Ben ne olduğunu anlayamadan Oflaz kapıyı açtı, beni de içeri çekip kapıyı kilitledi. Odanın ışıkları mekanik bir sesle açıldı.
"Oflaz?" Alttan alttan ona baktım. "Ne olduğunu söyleyecek misin?" Kafasını salladı.
"İnsanın sevgilisini görmesi için bir şey mi olması lazım?" Ben de kafamı salladım.
"Eğer sevgilisi sahteyse, evet." Gözlerine bakmak için parmak ucuma yükselmeye çalıştığımda bunu gülümseyerek karşıladı. Tek kolunu belime sararak bedenimi havalandırdığında anında rotam şaşmıştı. Yeni hedefim gözleri değil dudaklarıydı.
"Dudakların, Oflaz," diye mırıldandım sakince. "Lanet olsun, niye bu kadar güzeller?" Güldü. İnci gibi dişleri, varla yok arası gamzesi açığa çıktı. İçimdeki dürtüye engel olamayıp gamzesinin üstüne ufacık bir buse kondurdum.
"Ateş ile oynama, Alvina," dedi kesik bir nefes vererek. "Ben seni sadece uyumak için çağırdım." Kaşlarım alayla havalandı.
"Eminsin yani?" Yutkundu. "Amacın sadece uyumak... Öyle mi?" Dudaklarımı büzdüm. "Eğer öyleyse indir beni aşağı." Kafasını tekrar iki yana salladı.
"Alvina," dedi kısık bir tonla. "Şu an ne yeri ne sırası ama... Çok güzelsin."
Dudaklarımda hafif bir tebessüm belirince bir an bile beklemedi, dudaklarımın üzerine kapandı. Büyük bir istekle ona karşılık verdiğimde diğer elini de belime yerleştirdi. Benim ellerim ise onun ensesindeki saçlara ulaştı.
Dudaklarını yavaşça kenarı çektiğinde derin bir nefes alan kişi ben oldum.
"Sen, cehennem ateşisin, Alvina." Kafamı salladım o gibi. "Sana her dokunduğumda tüm hücrelerim yanıyor." Yutkundum. "Ama... Şikayetin var mı diye sorsan, tek bir yanıt verebilirim." Sessizce onu dinledim. "Sana deli gibi ihtiyacım var, Alvina. Hiç olmadığı kadar." 1
Nasılsınız? (Bölüm sonrası yoklaması🫠)
Bu son sahne o kadar doğaçlama gelişti ki 💁♀️
Bu arada bölümü nasıl buldunuz🥹1
Hepinizi çok çok seviyorum ve buraya kadar geldiğiniz için teşekkür ediyorum🫠
Ha bir de, bıkmayacağım tek şey sizin değerli yorumlarınızı okumak🥹🫶🏼
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
981 Okunma |
76 Oy |
0 Takip |
20 Bölümlü Kitap |