18. Bölüm

18. Bölüm: Yıldızlar Kadar

Leddy 🥂✨️
leddyasteria

Merhabaaa!

 

Nasılsınız?

 

Keyifli, gülmeli okumalar balım!

 

Seviliyorsunuz... 💋❤️‍🔥

 

---🥂🪷

 

Bu sıralar ne hissetmem gerektiğini asla kestiremiyordum. Ne yapmamın doğru olduğunu anlamıyordum. Bunun yanı sıra çok ani duygu değişimleri yaşıyordum.

 

Birkaç dakika önce Oflaz ile konuşurken çocuk gibi ağlayacaktım. Şimdi ise gülmemek için zor duruyordum.

 

Töbe haşa, ben bipolar mı olmuştum?

 

"Senin yüzünden üşüdüm de ayrıca," dedi Pera. Artık iyice terasa yaklaşmışlardı. "Bu havada sahilde mi durulur?"

 

"Üşümüyorum, dedin." Son basamağı da çıktılar ve karşımızda dikildiler.

 

"Vina?" Pera bir bana bir de kucağımdaki bebeğe bakıyordu. "Bu kim?"

 

"Oflaz'ın kuzenin çocuğu," diye yanıt verdim ona.

 

"Sare'nin kızı mı? Ne ara büyüdü bu kadar?" Oğuz rahat bir tavırla koltuğa yerleşti. "İsmini ne koymuşlar?"

 

"Nehir." Oflaz da yerine iyice yerleşti.

 

"Ne oldu? Niye tartışıyordunuz?" dedim Pera'ya.

 

"Sizi bulamadım da, o yüzden. Önemli bir şey yok yani."

 

"Arkadaşının yanında her zaman olamazsın," dedi Oflaz tuhaf tuhaf ona bakarak. "Belki özel bir şey konuşuyorduk."

 

"Sen konuşma ya, enişte bozuntusu." Somurtarak kendini koltuğa attı. "Ee Vina. Sende ne var ne yok?"

 

"Pera, sana bir haberim var." Kaşları çatıldı. "Kızmayacaksan söylerim."

 

"Söyle." Kafamı salladım. Zaten kızarsa da bana kızmayacaktı.

 

"Oflaz, Oğuz ve senin sevgili olduğunu herkese söylemiş bulunduğu için, role devam ediyorsunuz." Son kısmı kısık sesle söylemiştim.

 

"Of!" diye cırladı. "Seni liğme liğme etmemem için bir sebep ver, Oflaz!"

 

"Arkadaşının sevgilisiyim." Omuz silktim. Kucağımdaki bebek ile onu kurtaramazdım.

 

"Ne diye söyledin?" Oğuz gayet rahat bir tavırla oturuyordu. Hatta mutlu sayılırdı.

 

"Benim arkadaşlarım biliyordu. Eninde sonunda öğreneceklerdi."

 

"Ayrıldık, derdik," dedi bu sefer.

 

"Yoooo, ben demezdim." Hepimiz Oğuz'a döndük. "Aniden ayrıldığımıza inanmazlar ya. Ondan..."

 

"Vina, sen nasıl sabrediyorsun bu iki zirzopa?" Nehir hareketlenince onu ters çevirdim. Şimdi yüzü yüzüme dönüktü.

 

"Ahlaksız domates." İkimiz de ters ters Oflaz'a baktık. Arkadaşıma laf ettirecek değildim.

 

"Sanırım buradan gidene kadar sabredebilirim," derken bana konuşuyordu. "Vina, Polat seninle konuşmak istiyor." Kaşlarım havalandı.

 

"Bana niye söylememiş ki?" Nehir parmaklarımı küçük elleriyle kavradığında ister istemez gülümsedim.

 

"Ona kızgın olduğunu düşünüyor. Kendisini sorumlu görüyor." Derin bir nefes aldım.

 

"Ha, diyor ki, gel benimle kavga et."

 

"Biraz da kararsız kalmış aslında. Hâlâ ona güvenip güvenmediğini kestiremiyor." Bu adam beni delirtirdi.

 

"Tamam, Pera. Konuşurum ben onunla."

 

"Lan oğlum, ne güzel bir bebek olmuş bu." Nehir'e hayranca baktı Oğuz. "Abisi bebekken kupkuru bir şeydi. Bir de şuna bak."

 

"Atlas duymasın." Gerçekten duymasındı. "Kardeşi ile zaten pek iyi anlaşamıyor gibi."

 

"Nehir küçük olduğundan pek temas kuramıyor. Ama Atlas'ın kocaman bir kalbi vardır."

 

"Belli," dedim Oğuz'a bakıpta. "Çocuk az kalsın benimle evlenme kararı alacaktı."

 

"Ne?" dedi Pera gülerek. "Şu direğin de pabucu dama mı atılacak yani?" Oflaz ona bakıp yüzünü ekşitti.

 

"Benim niye pabucum dama atılıyormuş?"

 

"Mallaştın iyice," dedi Oğuz söylenerek. "Şaka yapıyor kız. Gül diye."

 

"Sensin lan mallaşmış."

 

"Sus be."

 

"Oğuz, kapa çeneni kardeşim." Oğuz gözlerini devirse de sustu.

 

"Ee, siz naptınız?"

 

"Sahile gittik, kahvaltı ediyorduk," diye anlattı Pera. "Sonra ne hikmetse her yerden kuşlar çıktı. İçtiğim çayın içine bile sıçtılar. Az kalsın kafama da geliyordu." Derin bir iç çekti. "Hep Oğuz yüzünden."

 

"Kuşlara ben mi dedim ya oradan uçmalarını?" Omuz silkti kızılım. "Bir şey olmadı bir yerine."

 

"Her yer bok oldu. Iy, iğrençti."

 

"Pera, sen kuşlardan korkuyorsun ha." Sırıttı. "Az kaldı, masanın altına girecektin korkudan."

 

"Korkmuyorum." Yalandı. Deli gibi korkuyordu. "Saçım pislenmesin diye şey ettim."

 

"Kolumun altına saklanıp beni siper ettin," dedi Oğuz böbürlenerek. "Tamam, seni başka şeylerden koruyabilecek kadar güçlü bir adam olabilirim ama uçan bir kuşun boku niye benim ceketime geliyor?"

 

"Ay, egonu sevsinler."

 

"Sevebilirsin, evet," dedi eğlenen bir sesle.

 

"Oğuz, şansını zorlama istersen." Şansını zorlama ihtimali olmadı çünkü içeri müstakbel kayınvalideciğim geldi. Yanında bir adam vardı. Elini tutuyordu.

 

Anladım. O adamın, Derya hanımın yeni kocası olduğunu anladım.

 

Oflaz'ın anlayıp anlamadığını öğrenmek için ona döndüm. Son derece ifadesizdi.

 

İçeri giren adam bize gülümsedi. Gri saçları, siyah gözleri vardı. İlerleyen yaşının ondan alamadığı bir şey karizmasıydı.

 

"Merhaba çocuklar. Tarık ben." Bize doğru geldi, elini sıkması için Oflaz'a uzattı. Fakat Oflaz elini tutmadı. Adam yılmamış gibi elini bana uzattı gülerek. "Sen..." dedi hatırlamak istiyor gibi. Uzattığı elini gevşekçe sıktım, sonra hızlıca çektim.

 

"Alvina Ladin," dedim yüzüne bakarak. Ben de bu adamı tanıyor olabilir miydim? "Siz?"

 

"Hayır, beni tanımıyorsun. Sadece 1 kere rast gelmiştik." Oflaz'ın gergin olduğunu hissediyordum. "Bir mezarlıktı sanırım. Bir sevdiğini mi kaybettin?" Karşımızdaki koltuğa, Derya hanımın dibine oturdu.

 

Pera'nın yumuşak bakışlarını üstümde hissedince ona döndüm, gülümsedim.

 

"Önemli bir şey değil." Kaşları havalandı. Annemin mezarını bulduğumu düşünerek gitmiştim, yanlışmıştım.

 

"O anki yüz ifaden pek bunu demiyordu ama?" Kaşlarım çatıldı. Ortam gitgide geriliyordu.

 

"Yüz ifademi de nereden hatırlıyorsunuz, Tarık bey?"

 

"Silik bir an sadece." Yavaşça Oflaz'a baktı. "Sen nasılsın?"

 

"Nasıl olmamı beklersin?" Tarık bey güldü.

 

"Benim oğlum sayılırsın. İyi olmanı isterim tabii." Oflaz tip tip ona baktı.

 

"Ben senin oğlun olarak sayılamam." Kafasını salladı. "Sen de babam olarak sayılamazsın."

 

"Neden bu öfke?"

 

"Öfke değil, Tarık bey. Ben yalnızca istediğim ve beklediğim şeyleri dile getirdim." Terasa Bade, Doğa, Sare, Tamer ve Atlas girdi. Sare'nin elinde küçük bir jase vardı. İçinde mama ya da çorba olmalıydı. Tabağı ve kaşığı küçük masaya bıraktı.

 

"Gel, annem," diyerek Nehir'e kollarını uzattı. Fakat onun gitme niyeti yok gibiydi. "Kız zilli, gelsene." Kendi isteğiyle gelmeyeceğini anladığında bebeği yavaşça kavrayıp kucağına aldı. Nehir'in küçücük dudakları ağlayacak gibi büküldü, o melül bakışlarını bana yönelttiğinde gülümsedim. Yemeğini yemesi gerekiyordu. Bade sandalyeye oturup kızını dizine aldı, yemeğini yedirmeye başladı.

 

Kucağımda oluşan boşlukla kısa bir an duraksadım. Sonra ise usulca Oflaz'a yanaşıp omzuna yaslandım. Derin bir nefes aldığında omuzları havalandı. Yukarıdan yukarıdan bana baktığında dudakları belli belirsiz kıvrıldı.

 

"Oğuz, bu senenin şanslılarından biri de sensin sanırım," dedi Bade abla gülerek.

 

"Ne?"

 

"Yanındaki afet diyorum, ne güzelmiş." Solumda oturan Pera'nın gözleri kocaman açıldı. Önce bana, sonra Bade ablaya, en son Oğuz'a baktı.

 

"Öyledir," dedi Oğuz bozuntuya vermeden.

 

"Kız saçların boya mı senin?"

 

"Değil." Pera alık alık baksa da soruyu cevaplamıştı. Derin bir nefes alıp yeniden ifadezizlik maskesini kuşandı.

 

"Ne güzelmiş tonu." Bade abla cidden tatlı kadındı.

 

"Teşekkür ederim," dedi Pera. "Çok yaygun bir ton değil, beğenmeyen de çok olur." Oğuz ağzının içinde bir şeyler yuvarladı ama duymadım.

 

Gözlerim yavaşça Oflaz'a ilişti. Gözleri omzundaki başımda, üzerimdeydi.

 

"İyisin," diye fısıldadım. Bu daha çok soru gibiydi.

 

"Sen varsan," diye fısıldadı o da. İstemsizce gülümserken önüme döndüm.

 

"Farklı bir renk, herkese de yakışmaz," diye sohbete katıldı Derya hanım. "Ama sana yakışmış, Pera."

 

"Teşekkür ederim, Derya hanım."

 

"Bence bir ton açığı sana daha iyi gider," diyerek sazan misali söze atıldı Doğa.

 

"Sanmıyorum," dedi Pera net bir sesle.

 

"Ay, niye bu kadar depresifsin?" Kesinlikle bu evde değil de otelde olsaydık, şu an Doğa dayak yiyor olurdu.

 

"Depresif değil," dedim. "Samimi olmadığı insanlarla konuşmak tercihi değil."

 

"Öyle," diye bana destek çıktı. "Pek insan canlısı değilim."

 

"Belli oluyor." Cevap vermek yerine sustuk. Üzerinde olan bakışlarım onun da susmasını sağladı.

 

"Alvina, sen kaç yaşındasın?" Atlas bana eğilerek bakarken sormuştu. Çaprazımda oturuyordu.

 

"25," diye yanıtladım onu.

 

"Oo, benden çok büyüksün." Oflaz eğleniyormuş gibi sırıttı. "Çok var aramızda."

 

"Evet, Atlas. 17-18 yaş var aramızda." Gözleri kocaman açıldı.

 

"Nasıl hesapladın ki?" Dertli dertli kafasını salladı. "Ben kağıda yazıp bile zor hesaplıyorum. Anlamıyorum matematik falan."

 

"Anlarsın ya," dedim gülümseyerek.

 

"Yok. Ben Türkçe anlıyorum sadece." Babasının bakışları ona kaydı.

 

"Oğlum, onu da kolay diye seviyorsun."

 

"Baba, niye zor olan bir şeyi seveyim ben ya?" Haklıydı. "Türkçe biliyorum. Bana yetiyor."

 

"Atlas, yavrucuğum kaç kere daha konuşacağız biz bunu?" Sare cidden yılmıştı.

 

"Atlas," dedi Derya hanım. "Ben çalıştırırım oğlum seni." Kaşlarım havalandı. Bu kadın az önce söylediklerinde ciddiydi. Oğluna yapmadığı anneliği diğer çocuklara pay ediyordu.

 

Yavaşça Oflaz'a baktığımda ifadesizce annesine baktığını gördüm. Derya hanım da ona baktı, yutkundu. Bunu gören Tarık bey elini karısının elinin üstüne yerleştirdi. Oflaz hiçbir mimik yapmadan birbirine kenetlenen ellere baktı. Sadece sustu. Ama çok şey söylemek istedi, biliyordum.

 

"Oflaz," diye fısıldadım ama tepki vermedi. "Oflaz," dedim yeniden. O hâlâ annesine bakıyordu. Gözlerine, yaş almasına rağmen genç duran yüzüne hayal kırıklığı ile bakıyordu. Elimi yavaşça sırtına yerleştirdim, hafif bir baskı uyguladım ve geri çekmedim.

 

Temasımla bana döndü, aynı durgun bakışlarla gözlerime baktı. "Gidelim mi?" Yanıt vermedi. Bunun yerine elini belime yerleştirdi, beni kendisine daha çok yasladı.

 

"Sorun yok," dedi sakin bir sesle. Bu kez de ben yanıtlamadan elimi omzuna yerleştirdim.

 

"Teyze, yarın ne yapılacak tam olarak?" dedi Sare. Beni de aydınlatmış olacaktı.

 

"Akşam 6 gibi düğün başlayacak. Gece 12 gibi biter, sonra eve geçeriz. Ekstra bir şey yok yani."

 

"Provalar tamamlandı değil mi?" Derya hanım Doğa'ya bakıp gülümsedi.

 

"Tamamlandı canım. Eksik olan bir şey yok." Derin bir nefes aldım.

 

Yarın Oflaz'ın babasının ölüm yıl dönümüydü. Bu detay kalbimi sızlattı.

 

"Ne güzel." Güzel olan neydi? "Çok eğleneceğiz, desene."

 

Bade ve Sare de bu durumdan pek memnun değil gibiylerdi. Bir şeyleri bildiklerinden emindim.

 

"Yarını özellikle mi seçtin?" diye sordu Oflaz. Aşağılamak için değildi bu soru. Amacı cevap alabilmekti. Fakat Derya hanım sustu. Oflaz anladı.

 

Annesi oğlunun canının daha fazla yanması için o günü seçmişti.

 

"Ne var ki yarın?" dedi Tarık bey. Herkes sustu. "Bilmediğim bir olay yok ya?"

 

"Babamın ölüm yıl dönümü." Oflaz bunu dediğinde sesi de yüz ifadesi gibi güçlüydü. Tarık bey gözlerini kaçırdı. Derya hanım ise arsızca bakmayı sürdürdü.

 

"Tekrar başın sağ olsun, Oflaz." Tamer'in içinde bir ard niyet olmadığı belliydi. Oflaz kafasını sallamakla yetindi.

 

Burada konuşacak konu yoktu. Kimseden çıt çıkmıyordu. Öyle ki, iki küçük çocuk bile konuşmuyordu.

 

"Hava serin oldu sanki. İçeri mi geçsek?" dedi Bade. Doğruydu. Teras kapalı olsa da içerisi ılıktı.

 

Herkes bir anda ayaklandığında oturan tek kişiler Oflaz ile bendim. O kalkma girişimde bulunmamıştı. Doğal olarak ben de kalkamamıştım.

 

Herkes terastan çıkınca yerimde doğruldum. Oflaz'ın bakışlarını üzerimde hissederken ayağa kalktım.

 

"Şarap falan var mıdır?" Kafasını salladı. "İster misin?"

 

"İsterim," dediğinde merdivenlere yöneldim.

 

"Geliyorum hemen."

 

"Gel," dedi. "Hemen."

 

Merdivenleri indim, seslerin olduğu tarafa yürüdüm.

 

Az önceki salona geçmişlerdi.

 

"Mutfak ne tarafta?" diye sordum kapının ağzındayken.

 

"İleride, solda," dedi Sare gülümseyerek. Ben de hafif bir tebessümle arkamı döndüm. Döner dönmez dudaklarım düz bir çizgi halini aldı.

 

Dedikleri odaya girdim, kapıyı açıp içeri daldım. Pera ve Oğuz da buradaydı.

 

"Siz ne yapıyorsunuz burada?" dedim sorgulayarak. Ellerinde birer fincan vardı. Karşılıklı sandalyelerde kahve içiyorlardı.

 

"İçerideki sıkıcıları çekemem," dedi Pera fısıldayarak.

 

"Al benden de o kadar," diye onayladı Oğuz. "Hepsi suratsız."

 

"Sare ve Bade hariç." Pera kafasını salladı. "Onlar iyi sanki?"

 

"Evet, onlar bu ailenin güler yüzleri."

 

"Sen napıyorsun Vina?" Dolapların birinde bulduğum şarabı elime aldım. Bir şişe yeterliydi.

 

"Yenge ya, başka varsa bize de versene." Dolabı yeniden açıp bir şişe de Oğuz için çıkarttım. "Sana zahmet kadeh de veriversen." Bardakların yanından 2 kadeh aldım, masanın üstüne bıraktım. "Yenge ya, döküverir misin bir de?" Kaşlarımı çattım.

 

"Oğuz, sabrımı sınama." Şişeyi önüne iteledim. "İyi zıkkımlanmalar."

 

"Sağ ol ya," dedi.

 

Arkamı dönmeden önce gördüğüm şey şişeyi açtığıydı.

 

Mermer, soğuk olduğuna emin olduğum merdivenleri yeniden çıktım. Terasa geçtiğimde duraksadım.

 

Oflaz ayağa kalkmıştı, hafif aralık olan camın yanında sigara içiyordu. Omuzları dimdikti, sırtı sertti.

 

Birkaç dakika öylece bakıp izledim onu. Fakat sonra boğazımı temizledim, küçük adımlarla yanına yaklaştım.

 

"Yalnız kalmak ister misin?" dediğimde bana döndü.

 

"Hayır, Alvina." Camı kapattı, koltuğa yerleşti. Ben de yanına oturdum, elimdeki şarabı ona uzattım. "Sen içmiyor musun?"

 

"Canım istemedi." Kollarımı önümde bağladım. O sessizce şarabını içti. Arada kaçamak bakışlarım üzerine uğruyordu. "İyisin değil mi?"

 

"İyiyim, Alvina." Kafasını salladı. Şaraptan kocaman bir yudum aldı, sertçe yuttu. Dudaklarından uzaklaştırdığı şişeyi bana uzattığında tereddüt etmeden aldım, küçük bir yudum içtim.

 

"Oflaz."

 

"Efendim?" Şişeyi tekrar eline aldı.

 

"Tarık bey nasıl biri sence?"

 

"Bilmem," dedi. "İyi biri gibi ama kötü biri olsa da beni ilgilendirmez."

 

"Annen... Mutlu olacak mı?" Olmasını istemezdim.

 

"Olsun, Alvina. Mutlu olsun." Gözlerini kapatıp kafasını geri yasladı.

 

"Olmasın, Oflaz," dedim bunu dileyerek. "Olamasın." Sessiz kaldı. "Mutlu olmayı hak eden bir insan değil."

 

"Biliyorum."

 

"Biliyorsun ama hiçbir şey söylemiyorsun." Bu da onun kötü yanı olabilirdi. "Yüzleş, hesap sor, Oflaz."

 

"Gereği yok."

 

"Neden?"

 

"Alvina, hesap sormam hiçbir şeyi değiştiremez." Doğruydu.

 

"Evet, değiştiremez." Elindeki şişenin boşaldığını gördüğümde alıp bir köşeye bıraktım. "Ama yine de konuşman iyi olacaktır, Oflaz."

 

"Yıllar boyunca konuştum ben Alvina. Gerek kavga ettim, gerek suçladım, gerek hatayı defalarca kez kendimde gördüm." Gözleri hâlâ kapalıydı. "Ve anladım, konuşmak iyi gelen ya da işe yarayan bir şey değil."

 

"O hâlde neden benden sürekli anlatmamı istiyorsun?" Ben de o gibi başımı koltuğa yaslayıp gözlerimi kapattım.

 

"Konuşmak sana iyi geliyor," dedi sakin bir sesle. "İşe yaramıyor ama iyi geliyor işte." Derin bir nefes aldı. "Hem sana, hem bana."

 

"Beni dinlemek neden sana iyi gelsin, Oflaz? Güzel bir geçmişim ya da güzel anılarım yok."

 

"Bu yüzden en çok küçük Alvina'yı, onun yaşadığı zamanı sevdim." Gülümsediğini hissetsem de gözlerimi açıp bakmadım. "Güldüğü şeyleri, yaşadığı güzel şeyleri."

 

"Ha şu an yaşadığım zamanı sevmiyor musun?" diye sordum eğlenen bir tınıyla.

 

"Doğrusunu söylemem gerekirse, o küçük kız çocuğunun yaşadığı mazi daha güzel, daha sevilesi." Mazi... Bunu unutmaması kalbimi hoplatan bir detaydı.

 

"Şimdi ki Alvina'yı sevilesi bulmuyor musun?" Amacım boş laf etmek falan değildi. Zihnini meşgul etmek istiyordum.

 

"Öyle bir şey dediğimi hatırlamıyorum."

 

"İma ettin sanki," diye söylendim.

 

"Kuru iftira atıyorsun resmen." Gözlerimi açtım, ona baktım. Gözleri zaten benim üstümdeydi. "Alvina."

 

"Hım?"

 

"İyi ki varsın," dediğinde yutkundum. "İyi ki buradasın, iyi ki yanımdasın, Alvina." Gülümsedi. "Teşekkür ederim."

 

"Yaptığım bir şey yok," deyip gülümsedim.

 

"Emin misin?" Yerimde doğruldum, tek bacağımı kalçamın altında toplayarak ona doğru döndüm. Başımı dirseğime yaslayıp doğrudan ona baktığımda derin bir nefes aldı.

 

"Eminim." O sessizce bana bakarken ben yüzünü inceliyordum. Gözlerini, kaşlarını, burnunu, dudaklarını. Derken fark ettiğim şey ile kaşlarım çatıldı.

 

Çenesinin biraz altında, küçük bir iz vardı ve ben bunu yeni görmüştüm. Eskiden kalan bir yara olduğu belliydi.

 

İçimdeki dürtüye engel olamadan elimi yüzüne yaklaştırdım. Nefesini tutmuş gibi duruyordu.

 

Parmağımın ucunu tam yaranın üstüne koydum, hafifçe baskısını arttırdım, canını yakacak bir dokunuş olması imkansızdı.

 

"Ne oldu buraya?"

 

"Küçükken düşmüştüm."

 

"Nereden?"

 

"Bisiklet sürerken düşmüştüm," dedi gözleri gözlerimdeyken. "İz kalmasın diye doktora gittik ama yara derinmiş."

 

"Sakar bir çocuk muydun sen?" diye sorarken elimi çenesinden çektim. Kısa bir an elime baktı sonra kafasını iki yana salladı.

 

"Değildim."

 

"Nasıl düştün ki?" Pür dikkat onu dinliyordum.

 

"Düştüm işte." Israrla yüzüne baktım. "Bisiklet sürmeyi denediğim gün düştüm. Yanımda birisi yoktu, biraz da o yüzden dengemi sağlayamadım." Duraksadım.

 

Ben bisiklet sürmeyi öğrenirken annem ve babam yanımdaydı. Üstelik beni tutamama ihtimallerine karşın kafama kask bile takmışlardı.

 

"Alvina," diye bir ses duydum aşağıdan. Tam da zamanıydı...

 

"Şimdi biliyor musun bisiklet sürmeyi?"

 

"Biliyorum," dedi gülümseyerek.

 

"O zaman bir ara yarışalım yakışıklı," deyip gülümsedim.

 

"Yarışalım," diye mırıldandığında aşağıdan gelen ses yinelendi. Kimden geldiğini de tam çözememiştim.

 

"Alvina!"

 

"Kim bağırıyor ya?" Söylenerek ayağa kalktım.

 

"Bağırıp bağırıp susarlar, kal sen burada." Ters ters ona baktım.

 

"Ben cadı gelin değilim, Oflaz, lütfen yani. Prenses gelin karizmamı çizdiremem." Halbuki çoktan karalanmıştı.

 

"Prenses gelin mi?" Gözlerimi kıstım.

 

"Beğenemedin mi?" Arkamı dönmeden önce bunu sormuş, sonra cevabını beklemeden merdivenleri inmiştim.

 

Evdeki tüm kadınlar büyük salona oturmuşlardı. Dian ve Erçil de gelmişlerdi. İkisi de etrafa çekingen bakışlar atıyorlardı.

 

Pera'nın yanındaki boşluğa oturduğumda Dian ile aramızda bir çiçek vardı. Yeşil, uzun yapraklı ve kocamandı.

 

"Naber Vina?" dedi Dian gülümseyerek.

 

"İyiyim, Dian. Sen nasılsın?" Kıvırcık saçlarını gelişigüzel toplamıştı.

 

"Aynı bende." Eğilip Pera'ya baktı. "Selam, Pera."

 

"Selam," diye yanıt verdi mesafeli bir sesle.

 

"Vina," dedi Erçil. Doğa'nın yanında, karşı çaprazımda oturuyordu.

 

"Efendim?"

 

"Oflazlar nerede?" Gözlerimi kıstım. "Yani, erkeklerin hepsi. Neredeler?"

 

"Terastalar," dedi Bade abla sevecen bir tavırla. "Bir şey mi oldu?"

 

"Ne olacak abla?" Yaşa be Sare!

 

"Sareee," diye uyardı Bade abla. Sare cevap vermedi, somurtarak önüne döndü. Nehir burada değildi.

 

"Sare, Nehir uyudu mu?" Sare yüzündeki somurtkan ifadeyi silip güldü.

 

"Uyumadı da, halası gelip aldı. Getirir birazdan." Bu kadın sanırım sadece benimle ve ablasıyla konuşurken gülüyordu.

 

"Görümcen de mi var?" Kafasını salladı.

 

"Görümce, elti... Her telden var kuzum bende." Sırıttı. "Senin de görümcen var sayılır yani."

 

"Kimmiş o?" dedim kaşlarım havalanırken.

 

"Benim tabii ki de yani!" Göz kırptı. "Benden iyi görümce mi bulacakmışsın kız?"

 

"Ben varken sen kim köpeksin be?" Bade abla ile düşmanca bakıştılar. "Büyük olan benim, söz hakkı en çok düşen benim."

 

"Ya abla, sence Alvina varken sana söz düşer mi?" Kafasını iki yana salladı. "Ayrıca en best görümcesi benim yani." İçeri az önce kahveleri getiren kadın girdi. Elinde tuttuğu tepside çay vardı. Bu aile fazlasıyla normal gibiydi.

 

Çayları servis etti, kimse reddetmeden çayını aldı.

 

"He, canım he." Bade abla gülerek Pera'ya baktı. "Pera, sen şimdi Alvina'ya elti mi oluyorsun?" Cidden öyle oluyordu.

 

"Daha güzel işte," diye olumladı Sare. "Elti değil, kardeş gibi olurlar."

 

Çayımdan bir yudum aldım. Kendi kendilerine tartışıyorlardı.

 

"Olurlar tabii."

 

Sessizlik olduğunda teker teker hepsine baktım. Herkes suskundu, dalgındı. En mutlu kişi kesinlikle Derya hanımdı.

 

"Ee, Derya anne. Son gelinlik provası yapıldı mı?" Dian söze atıldı.

 

"Aa Doğa, sen Oflaz'ın kayıp kardeşi falan mısın canım?" Gülmemek için dudağımı sertçe ısırdım. Boşluğuma gelmişti. "Bildiğimiz kadarıyla kardeşi yok ama," dedi yapay bir şokla.

 

"Değilim kardeşi." Dian'ın kaşları havalandı.

 

"Nesi oluyorsun o zaman?" Doğa durdu, durdu, durdu... Haddinden fazla bekledi.

 

"Hiç," dedi en sonunda. "Hiçbir şeyi olmuyorum." Bana baktı, dudağının kenarı kıvrıldı. "Şu an."

 

"Şu an?" dedim sorgulayarak.

 

"Şu an, Alvina. Şimdilik yani." Benden önce Pera söze atıldı. Bu yüzden dilime kadar gelen kelimleri geri teptim.

 

"Doğa, ne hayal ediyorsun şekerim?" Rahat bir tavırla arkasına yaslandı. "Adamın sevgilisi var."

 

"Eeee?"

 

"Ne eee?" dedim. "Doğa, seninle iyi bir başlangıç yapmadık. Aramızdaki sorunu büyütme istersen."

 

"Büyütürsem-"

 

"Kes, Doğa," dedi nihayet Derya hanım. "Konuşma boş boş. Oflaz Alvina'ya aşık." Bana döndü, uzun uzun yüzümü inceledi. "Alvina da Oflaz'a aşık. Senin defterin kapanalı çok oluyor." Doğa yerinde küplere biniyordu.

 

"O defter hiç açılmamıştı, teyze," dedi Sare. "Sadece Doğa'nın kuruntularından ibaretti." Doğa resmen kızarıyordu. "Uzatmaya gerek yok. Gerginlik çıkmadan konuyu kapatın."

 

"Sareeee," diye seslenen ses ile herkes duraksadı. Tamer'di seslenen.

 

"Efendiiiim," diye bağırdı Sare.

 

"Bir bakar mısın?" Bunu söylerken merdivenleri iniyordu. Karısı ayağa kalktı, merdivenlere koşar adım ilerledi. Aralarında fısıldaştıklarından sesleri bize pek gelmiyordu.

 

"Erçil, hiç sesin çıkmıyor?"

 

"Yorgunum, Pera. Ondandır." İkisi de birbirlerine soğukça bakıyordu.

 

"Alvina," dedi Sare kapıdan içeri kafasını uzatarak. "Gelsene, kahve yapalım." Bu kesinlikle reddetmeyeceğim bir şeydi. Gözlerim Pera'ya iliştiğinde o da benimle beraber ayaklandı.

 

3 kişi beraber mutfağa girdik. Sare büyük bir tepsi çıkartıp tezgaha koydu. Büyük kahve makinesinin içine çıkarttığı fincanlar ile su koydum.

 

"Ya bu Doğa ne ayak?"

 

"Of, kendi kendine tencere güvey oluyor o." Dolaptan çıkardığı kahveyi ölçe ölçe makineye koydu. O sırada Pera küçük su bardaklarına maden suyu koyuyordu. 7 kişilerdi.

 

"Aralarında bir şey yok yani?"

 

"Yoookkk," dedi gülerek. "İçerideki sohbet sarmadı ya." Tezgaha yaslandı. Pera'nın doldurduğu bardakları başka bir tepsiye dizdim.

 

"Hep kaos." Kafasını sallayıp onayladı.

 

"Aslında normalde kaos falan severim ben. Ama bu ortam çok gerdi beni."

 

"Alın benden de o kadar," dedi güzel portakal.

 

"Kahveyi de normalde çayı getiren abla yapardı da... Dedim, iki dakika laflayalım."

 

"İyi yapmışsın," diyerek gülümsedim. "Kahveleri nasıl yaptın bu arada?"

 

"Az şekerli." Kahvenin üstünden dumanlar çıkıyordu. "Niye ki?"

 

"Oflaz şekersiz içiyordu da." Omuz silktim. "Neyse. Bu sefer böyle içsin."

 

"Kahveyi kim istedi?" Sare Pera'ya döndü.

 

"Kimse istemedi. Ben içeriden kaçmak için böyle bir çözüm bulabildim."

 

"Sare, kaç yaşındasın?"

 

"27 olacağım." Beklentiyle baktı. "Kaç gösteriyorum?"

 

"24-25 falan," dedi. "Benimle aynı yaştasındır diye düşünmüştüm."

 

"Sen kaç yaşındasın ki?"

 

"25." Sare bana baktığında soracağını anlayıp cevapladı. "O 26."

 

"Daha 25'im." Ters ters bana baktı. "26 olmadım."

 

"Biliyorum," deyip göz kırptı. "Az kaldı ya, ondan dedim."

 

"Aa, ne zaman giriyorsun?"

 

"1 ocakta." Gerçekten az kalmıştı.

 

"Ne güzel. Hem yılbaşı hem doğum günün."

 

"Öyle," dedim gülümseyerek.

 

"Kız, kahve taşıyor!" Cezveyi hızlıca aldı. "Kurtardım," dedi bir kahraman edasıyla. Kurtarmıştı ama birkaç saniye daha bakmasaydı her yer kahve olacaktı.

 

Fincanlara döktü, üstündeki köpüğe baktı. Hepsinde eşit olduğuna karar vermiş olsa ki makineyi elinden bıraktı.

 

"Keşke bize de yapsaydık," diye mırıldandı Pera. Bu kötü bir fikir değildi.

 

"Şunları götürelim de. Yaparız sonra." Fincanların olduğu tepsiyi Sare, bardakların olduğu tepsiyi Pera aldı. Bana bir şey kalmayınca kaşlarımı çattım.

 

"İçeri ben mi gideceğim ya?" Pişkin pişkin sırıttılar. "Gitmesem?"

 

"Gitme kız, gel." Önden yürümeye başladı. "Sevgilileriniz orada sonuçta."

 

"Vina," diyerek fısıldadı yanımdaki Pera. "Bir şey söyleseler patlayacağız biz. Hiçbir şey konuşmadık ve bilmiyoruz."

 

"Benim yanımda olduğun sürece toparlarız." Sare merdivenleri çıkmıştı. "Hadi, gel."

 

Terasa girdiğimiz an birbirine giren erkek parfümleri genzimi yaktı. Baskın olan çok koku vardı. Bunlardan biri Oflaz'ındı ve en dikkatimi çeken oydu.

 

Uraz, Yekta ve Sıraç gelmişti. Sıraç resmi bir takım elbisenin içindeydi. Yekta ise yine rahattı. Uraz'ı incelememiştim.

 

Gözlerim Oflaz'ı aradı, çok geçmeden buldu. Elindeki sigarayı kül tablasına bastırıyordu. Hepsi içmişti, belliydi.

 

Yanında küçük bir boşluk vardı. Kimseye bir şey demeden oraya ilerledim, saçımı düzeltip oturdum. Sıraç ve Oflaz'ın arasındaydım.

 

"Selam," dedim Sıraç'a yandan bir bakış atarak.

 

"Selam," dedi ben gibi.

 

"Alvina?" Yavaşça Oflaz'a döndüm. Elinde tuttuğu fincanla beni izliyordu. Sare eşinin yanına, Pera da mecburen Oğuz'un yanına oturmuştu.

 

"Oflaz?" Bir şey söylemediğinde önüme döndüm. "Naber Yekta?" Yekta koltuğun diğer ucundaydı.

 

"İyi yenge. Senden naber?" Durgundu. Kaşlarım havalandığında bunu anladığımı hissetmiş gibi gülümsedi.

 

"İyi ben de," dedim bozuntuya vermeden.

 

"Artık iki yengem var dimi," dedi sırıtarak.

 

"Siz tanışmış mıydınız?" diye sordu Tamer.

 

"Evet." Yekta iyi değil gibiydi.

 

"Bu kahve şekerli mi?" Oflaz'a bakıp kafamı salladım.

 

"Azıcık şeker var." Birbirimize haddinden fazla yakındık. "Rahatsız etmez diye düşünmüştüm. Sade yapmamı ister misin?"

 

"Yok, içerim böyle." Bir yudum daha aldı. Aynı zamanda da yüzünü ekşitecek gibiydi.

 

"İstersen yapabilirim?"

 

"Sağ ol," diyerek yine reddetti. Izdırap çeker gibi kahve içtiğini görünce güldüm. "Ver, ben içeyim bari." Bunu bekliyormuşcasına fincanını hemen bana verdi.

 

"Kurtarıcı melek falan mısın?" Tek kaşım havalandı.

 

"Şüphen mi var?"

 

Aklıma gelenle Oğuz'a döndüm. O sanırım kahveyi bol şekerli seviyordu. Tam baktığım sırada bir yudum aldı. Tepkisiz kalamayıp yüzünü buruşturdu.

 

"Ne oldu?" diye sordu Pera. "Yandın mı koca adam?"

 

"Ee, şekersiz bu."

 

"Oğlum şekerli ya lan." Sare ikisine de alık alık bakıyordu.

 

"Nesi şekerli? Çok acı bu."

 

"Sare, Oflaz şekerli sevmez, Oğuz şekersiz sevmez." Güldüm. "Ortaları yok."

 

"Eşeğin ayağını içsinler o hâlde," dedi ters ters. "O kadar uğraştık."

 

Pera Oğuz'un tiksinerek baktığı kahveyi izin dahi almadan direkt aldı. Bir yudum içtiğinde tepki vermedi.

 

"Tuzlu kahve nasıl içeceksiniz?" dedi Tamer aniden.

 

"Onu da biz içeriz," dedim gülerek. Kahveden bir yudum aldım. Evet, normalde ben bu kadar bile şeker atmazdım ama ziyan da olmasındı.

 

"Tuzlusunu içerim," dedi Oğuz ciddi ciddi. "Niye içemeyecekmişim?"

 

"Oğuz be, bence içemezsin." Yekta maden suyuna geçmişti.

 

"Sen sus lan. Sanki sen içersin."

 

"İçerim oğlum, niye içmiyim?"

 

"Alvina." Uraz'a baktım. "Nasılsın görüşmeyeli?" Bu adam niye benimle konuşmaya çalışıyordu ki.

 

"İyi," dedi Oflaz benden önce atılıp.

 

"İyiyim, Uraz," dedim Oflaz'ın kolunu hafifçe sıkıp. "Seni sormalı."

 

"Aynısından," dedi gülümseyerek. "Nasıl gidiyor?"

 

"Oflaz ile mi?" Başını salladı. "Güzel, olması gerektiği gibi." Oflaz'ın elini tuttum. Gözlerinin yavaşça üzerime çevrildiğini hissetmiştim. "Sende yok mu birileri?"

 

"Bunu kim napsın," diye söylendi Oflaz. Neyse ki onu sadece ben duymuştum.

 

"Sus, Oflaz."

 

"Yok ya henüz." Efkarlı bir bakış attı etrafa. "Umarım en kısa zamanda."

 

"Hayırlısı," dedim gülümseyerek.

 

"Alvina," dedi Oflaz huysuzca. Ona cevap vermedim. Önemli bir şey söyleyecekse söyleyebilirdi.

 

"Sizin oğlunuz mu var?" diye sordu Uraz Tamer'e.

 

Tamer'in "Bir kızım, bir oğlum var," demesiyle sohbete başladılar.

 

"Ne diyecektin?" dedim fısıldayarak.

 

"Uraz'a bakıp gülümsemesen olur mu, diyecektim." Kaşlarım çatıldı.

 

"Ben ona mı gülümsedim?"

 

"Ben öyle bir şey söylemedim."

 

"Seni rahatsız eden, geren şey ne?" Geri yaslanıp kolunu koltuğun kenarına koydu. Geri çekeceği sırada sırtımı koltuğa yapıştırdım ve başımı omzuna yasladım. "Ne oldu?"

 

"Sana bakıyor," dediğinde mızmız bir çocuk gibiydi.

 

"Ne olmuş bakıyorsa?"

 

"Bakmasın," dedi ters ters. "Ne diye bakıyor?"

 

"Oflaz ya, abartma lütfen." Konuşacağını ve tartışmayı sürdüreceğini bildiğim için kafamı Sıraç'a çevirdim. Ne yeriydi ne sırası, tartışmak istemiyordum. "Ee Sıraç. Sende yok mu birileri?" Birkaç saniye sessiz kaldı. Bu soruyu beklemediği belliydi.

 

"Yok."

 

"Şaşırdım." Yeşil gözlerini gözlerime dikti, tuhaf bir bakış attı.

 

"O niye?" Sesi dümdüzdü.

 

"Ne bileyim, gençsin, yakışıklısın... Sevgilinin olmasını beklerdim." Derin bir nefes aldı.

 

"Yaşadığım hayat buna izin vermeyecek kadar çelişkili ve hareketli, Alvina hanım." Diğer kişiler başka konurlardan atıp tutuyordu.

 

"Ne hanımı ya?" Yüzümü buruşturdum. "Ayrıca bunlar sevmek ya da sevilmek için engel değil." Oflaz beni destekler gibi yaslandığım kolunu azıcık aşağı kaydırıp elini omzuma yerleştirdi. Konuşmuyordu.

 

"Sevmeye ya da sevilmeye engel olabilecek hiçbir şey yoktur, Alvina." Sarıldığım adama baktı. "Ben sevgili olmayı şu zamanda doğru bulmuyorum." Alttan alttan Oflaz'a laf mı atmıştı, bana mı öyle gelmişti. "Birisine bağlanmak... Akıl işi değil."

 

"Diğer türlü de ot gibi yaşamış olursun." Sabaha kadar bu konu hakkında tartışabilirdim. "Hayat biraz da risk almak ve engelleri bozmak değil midir Sıraç?"

 

"Bakış açın farklı, Alvina." Kafamı salladım. "Ama ne kadar konuşsan da ben fikrimden caymayacağım."

 

"Sen bilirsin." Kollarımı önümde birleştirdim. "Ot gibi yaşamak da senin tercihin."

 

"Ot gibi yaşamıyorum."

 

"Bence gayet öyle yapıyorsun." Ne zaman görsem Oflaz'ın yanı sıra geziyordu. Geri kalan tek vakti uyumaya anca yeterdi. "Bir amacın, hedefin, hayalin de mi yok?" Duraksadı.

 

"Vardı."

 

"Yani yok?" Kafasını salladı.

 

"Yok." Bir şey demeden önüme döndüm. Hayat böyle nasıl geçerdi ki?

 

"Ben aşağı ineyim gençler," dedi ayaklanan Tarık bey. Kimse yanıt olarak konuşmadığında terastan çıktı.

 

"Bu adamın 2 oğlu 1 kızı var," dedi Sare. "Şu an neredeler bilmiyorum ama bütün çocukları ayrı tuhaf."

 

"Ne?" Sare Pera'ya döndü.

 

"Değişik ve saçma sapan huyları varmış. Medyadan gördüm bende." Gözlerini kıstı. "Mesela oğlunun araba lastiği koleksiyonu varmış."

 

"Bir insan neden araba lastiği biriktirir?"

 

"Ben de bilmiyorum Tamer. Diyorum ya, tuhaf insanlar."

 

"Babaları da pek normal değil sanki."

 

"Lan bizim yanımızda oturdunuz, bizimle aynı şeyleri konuştunuz. Ne ara tanı koydunuz?" Haklı sayılabilirdi. "Bana sorsan anladığım tek şey isimleri ve yaşları."

 

"Of Oğuz ya. Sen hep az şey anlıyorsun zaten," dedi Yekta.

 

"Yekta, gelmeden yürek mi yedin lan?"

 

"Yoooooo." Boş boş bakarak etrafı inceledi.

 

"Yekta'nın neyi var?" diye sordum Oflaz'a.

 

"Suay ile ilgili bir şey öğrenmiş." Yutkundum.

 

"Ne öğrenmiş?"

 

"Onu bilmiyorum. Ama küçük bir detaydır." Elimi hafifçe sıktı. "Aksi halde buraya gelmezdi."

 

Ortama çığ gibi düşen şarkı sesiyle herkes sustu. Elindeki ses bombasıyla içeri dalan kişi Atlas'tı. Şarkı dinlemesinde bir sıkıntı yoktu ama...

 

"Üçtür, beştir!" diye bağırarak şarkıya eşlik etti. Kimse üstündeki şaşkınlığı atamamıştı. "Kızlar hoştur!" Bana bakıp güldü Atlas. "Dünya boştur, coştur, coştur, coştur!" İlk tepki annesinden geldi.

 

"Atlas," dedi yıkılmışcasına elini kafasına vurarken. "Napıyorsun oğlum ya?"

 

"Hoptek, hoptek oynayalım!" Bir yandan bağırırken bir yandan saçma sapan zıplıyordu. İleri-geri, sağa-sola kendisine özel ritim bulmuştu.

 

"Atlaaaasss." Annesi mutsuzca kafasını iki yana sallayınca büyük bir kahkaha attım. Güldüğümü gören Atlas deli dolu dansına kollarını da kaldırarak devam etti.

 

"Hıığğhığğhıığğğ." Tamer'den yükselen gülme sesiyle Oğuz'un yüzündeki şok arttı.

 

"Hığ hığ mı?" Tamer gülmesine devam ederken Yekta kendisini döverek gülüyordu.

 

Tamer "Hıığhığğğhığğğ," diye güldükçe ben de kahkaha atıyordum. Oflaz ve Sıraç bile gülmüştü. Pera ise gülmekten kırmızı olmuştu.

 

"Lan, yenge. Saçlarınla uyum mu sağlıyorsun?" Oğuz anlamayıp Yekta'ya bakarken Pera yanındaki kırlenti kafasına fırlattı.

 

"Sus Yekta!"

 

"Kolbastıyla uşaklar, hep beraber coşalım!" Saçma sapan bir ritimle alkış yapmaya başladım. Yekta bana hemen uyum sağlarken hâlâ gülüyorduk. "Ay, yoruldum yahu." Elindeki haparlörü koltuğun köşesine bıraktı. "Hiç de kalkıp benimle oynamıyorsunuz." Yanıma geldi, Oflaz'ı kenarı iteleme çalıştı. "Kaysana Oflaz abi ya."

 

"Başka yer mi bulamadın lan?" Atlas omuz silkti. Elini birbirine bitişik bacaklarımızın üstüne koydu. "Atlas. Diğer tarafa otursana."

 

"Banane." Gülümseyerek bana göz kırptı. "Geliyim dimi yanına."

 

"Gel, Atlas." Oflaz'dan kurtulup Sıraç'a doğru kaymamla Atlas yanıma kuruldu. "Nereden geldi bu kolbastı perileri?"

 

"Bilmem ki." Güldü. "Çok oynamak istedim."

 

"Çocuğun vizyonu falan harika. Çok elit," dedi Yekta alayla.

 

"Elit ne ya?"

 

"Boşver oğlum. Gel bakayım babanın yanına." Atlas kaşlarını çattı. "Çekil aralarından."

 

"Baba ya. Alvina benimle oturmak istiyor." Beklentiyle bana baktı. "Öyle değil mi?"

 

"Öyle tabii," deyip elimle saçlarını düzelttim.

 

"Nehir sürekli çekiyor saçımı. Ben düzeltiyorum ama bozuyor." Dertli dertli konuşmuştu.

 

"Ama annecim, sen çok yaklaşıyorsun ona."

 

"Sarılmak istiyorum. Seviyorum. Saçımı çekiyor." Kafasını iki yana salladı. "Uzakta duruyorum. Yanına gitmem için ağlıyor." Annesine dudaklarını büktü. "Ne yapayım ki ben?"

 

"Sen ne güzel bir abisin ya," dedim yanağını hafifçe sıkarak. Dediğim onu güldürdü. "Kardeşin seni büyüyünce çok sevecek. Saçlarını da çekmeyecek."

 

"Sahiden mi?" Küçük bir çocuğa göre fazla akıllıydı. "Beni sevmezse çok üzülürüm."

 

"Niye sevmesin oğlum?" diye soran babasına pas vermedi. Sadece beni dinliyordu.

 

"Sever." Saçlarıma hayranca baktı. Gözlerime, ellerime, burnuma. "Ne oldu yakışıklı?"

 

"Senin kardeşin var mı?" Gözlerim benden bağımsızca Pera'ya çevrildi. Buruk bir tebessüm vardı dudaklarında. Oflaz'a döndüğümde onun ifadesiz bakışlarıyla karşılaştım.

 

"Yok."

 

"Ablan?" Kaşlarımı kaldırdım.

 

"Yok." Onun da kaşları havalandı.

 

"Abin de mi yok?" Kalbime bir yumru oturdu.

 

"O da yok," dedim önüme düşen saçı iteklerken.

 

"Ama canın sıkılmıyor mu?"

 

"Sıkılmıyor. Arkadaşlarım var." Gözlerini kıstı.

 

"Benim de var arkadaşlarım. Tufan, Kiraz, Haydar... Fakat en çok Nehir'i seviyorum ben." Fıdıldayarak bana yaklaştı. "Aramızda kalsın ama ben en çok kardeşimi seviyorum. Annem ve babamdan bile çok. Yıldızlar gibi."

 

"Kardeşin çok şanslı ufaklık." Burnuna bir fiske vurdum. "Senin gibi bir abisi olduğu için."

 

"Senin en sevdiğin arkadaşların kim?"

 

"Ares, Pera, Kutay, Polat..." Suay'ı es geçmiştim. "Bir de şunları seviyorum azıcık." Oğuz ve Yekta'yı gösterdim.

 

"Eyvallah yenge ya," dedi Oğuz.

 

"En çok kimi seviyorsun?"

 

"Pera," dedim hiç düşünmeden. "En çok onu seviyorum." Atlas'ın meraklı bakışları Pera'da durdu.

 

"Tanışabilir miyim?"

 

"Elbette." Pera elini kaldırıp Atlas'ı yanına çağırdı. Çocuk pıtı pıtı yürüyerek yanına yaklaştı. Bu kez de Oğuz ve Pera'yı birbirinden uzaklaştırıp aralarına oturdu.

 

"Çocuğun çiftlere garezi var," dedi Yekta düşünceyle. "Ayırıyor."

 

"Alvina'yı ve Pera'yı sevdi. Ondan." Sare gülümsedi. "Herkesi sevmez normalde."

 

"Saçların ne güzelmiş Pera abla." Arkama yaslanıp onları seyraldım.

 

Abin var mı, diye sorulunca bile kalbim acıyordu. Bir ihtimal dahi canımı yakabiliyordu.

 

"Teşekkür ederim yakışıklı," dedi sevecen bir tavırla.

 

"Kalksak mı?" Oğuz'a tip tip baktı Pera. "Kalkmayalım mı?" diye sordu sessizce.

 

"Buna Oflaz karar verse daha iyi olmaz mı hayatım?" Sondaki kelimeyi öyle vurgulayarak söylemişti ki... Oğuz yutkundu.

 

"Tabii," dedi kekeleyerek.

 

"Kalkalım," diyerek ayaklandı Oflaz.

 

"Yemek yeseydiniz bari?" Sare de ayağa kalktı. "Aç aç mı gideceksiniz?"

 

"Dışarıda yeriz bir şeyler."

 

"Oflaz, kal diye ısrar edemem ama biraz daha otursaydınız."

 

"Geldiğim yeter, Sare. Fazlasına gerek yok." Başka bir şey demeden merdivenlerden indi. Oğuz, Sıraç, Uraz ve Yekta da onu takip etti.

 

"Yarın görüşürüz," dedim Sare'ye gülümseyerek.

 

"Görüşürüz canım." Pera'ya da gülümsedi.

 

"Alvina, yarın kimle dans edersin?" Atlar merakla bakıyordu.

 

"Sevgilisi var ya babacım?"

 

"Ee, varsa ne olmuş?"

 

"İnsanlar sevgilisiyle dans ederler oğlum," dedi Sare bıkkınca.

 

Gülerek önüme döndüm, ben de aşağı indim.

 

"Erçil ve Dian'ı alacak mıyız?" Ofladım.

 

"Şu Erçil'e ısınamadım."

 

"Uyuz bir tip."

 

"Katılıyorum," derken son basamaktaydım. O salona mecburen girecektim. Her şeyden önce çantam oradaydı.

 

İçeriye girdiğim gibi kalakaldım. Bir sürü insan gelmişti. Genci, yaşlısı insanlar oturuyordu. Her kafadan başka bir ses çıkıyorken gözlerim Dian ve Erçil'i aradı.

 

"Dian," diye seslendim en sonunda.

 

"Aaa, bu mu gelinimiz?" Yaşlı bir amcaydı. Ayıp olmasın diye gülümseyip ona baktım.

 

"Evet, dayı."

 

"Kız Derya... Maşallah bu ne güzel bir gelin." Amcanın elini tutan yaşlı teyze konuşmuştu. "Tü tü, 41 kere!"

 

"Teşekkür ederiz," dedi Derya hanım.

 

Ortamda büyük bir ses vardı. Beni fark eden herkes kulaktan kulağa bir şeyler fısıldıyordu.

 

"Dian, biz kalkıyoruz." Dian bunu bekliyormuşcasına aralarında kaldığı teyzelerin yanından kalktı.

 

"Hadisene Erçil." Dian'ın ikazı ile o da ayaklandı.

 

"Alvina, dolaşıp gelirsiniz değil mi kızım?"

 

"Yok, Derya hanım. Otelde yer ayırtmıştık zaten."

 

"Olur mu öyle şey?" Sitem dolu bir sesle kafasını iki yana salladı. "Gelin, burada kalın."

 

"Ev kalabalık yeterince. Biz de sabah erkenden kalkıp geliriz."

 

"Ee, hem çok az durdunuz. Otursanıza." Hayır diye bağırmak istesem de gülümsedim.

 

"Ben ilk defa geldim Antalya'ya. Biraz gezmek istedim." Oturanlara gülümseyerek baktım. "Size de ayıp oldu... Yarın tanışırız artık."

 

"Yok, yavrum. Ne ayıbı." Orta yaşlarda bir ablaydı. "Rahat bırak çocukları Derya. Gezip tozsunlar." Sağ ol abla ya.

 

"Görüşürüz o zaman."

 

"Görüşürüz kızım."

 

Çantamı da alıp yanıma gelen Dian'a minnetle baktım.

 

"Teşekkür ederim." Salondan çıkınca güldü.

 

"Asıl ben teşekkür ederim. Biraz daha orada kalsaydım elden gidiyordum."

 

"Ne?"

 

"Bir teyze beni oğluna almaya karar verdi."

 

"Aşkım, yaşını öğrenince vaz geçti ya." Erçil'e sertçe baktı.

 

"Erçil, en azından beni isteyen var yavrum. O kadar iticisin ki, yüzüne bile bakmadılar."

 

"Ne yapayım? Sen gibi güleyim mi herkese?"

 

"Gülmeyeceksen de tip tip bakma. Hayır yani, herkes gülüyor sen somurtuyorsun. Sorunlu gibi gözüküyorsun." İşler kızışıyordu!

 

"Seni sorunlu gibi göstermeden sus, Dian." Evin kapısını açıp çıktı.

 

"Bu kendini ne sanıyor ya?" diye söylendi.

 

"Sizin aranız iyiydi sanki Dian?"

 

"Bizim aramız hiç iyi olmadı, Pera. Erçil hep bencildi." Bunu söylediği anda ayaklarım sertçe yere mıhlandı. Erçil, Oflaz'ın arabasında ön koltuğa oturmuştu. Erkeklerin hepsi dışarıdaydı, sigara içiyorlardı.

 

Hava buz kesse de bakışlarımın daha soğuk olma ihtimali vardı.

 

Erçil nispet yapar gibi camı açtı, Oflaz'ı beklemeye başladı. Damarlarıma yüklenen sinirle Pera'ya söylendim.

 

"Arabaya binin." Bunu söyledikten hemen sonra ben de arabaya yöneldim. Kaputun önünden dolaşıp şoför koltuğunun kapısını açtım. Pera ve Dian arka koltuğa oturdular. Erçil kısa bir an şaşırsa da gülümsedi. Mecburi bir gülümsemeydi.

 

Kapıyı sertçe kapattım, sensörün ötmemesi için kemerimi taktım, aracı çalıştırıp gaza yüklendim. Oflaz'ın yanından geçerken kendi camımı da indirdim. Arabanın hızı yavaşladığında Oflaz'a bakıyordum.

 

Bir elimle direksiyonu tutarken bir elimi açık camdan ona uzattım. Tek kaşı havalandığında ne yaptığımı sorguluyordu.

 

"Biraz kız kıza dolaşalım dedik," diye mırıldandım gülümseyerek. "Sen Oğuz'un arabası ile geçersin artık, sevgilim." Dağılan saçlarıma bakıp gülümsedi.

 

"Nasıl istersen." Gülümsemem genişlediği an Yekta söze atıldı.

 

"Yengem Pera, Dian, kemerlerinizi takın." Erçil'e söylememesi yüzünden az kalsın gülecektim. "Zira ölebilirsiniz. Şoförünüz biraz deli kullanıyor da."

 

"Seni deli edip koştururum burada Yekta. Haberin olsun." Elimle saçımı düzelttim. "Bir şeyler yedikten sonra geliriz otele."

 

"Yenge ya, içmeye giderdik." Oğuz onay bekler gibi bekledi.

 

"Gideriz, Oğuz. Konum atarsınız siz."

 

"Alvina yenge. Ben desem gelmezdin dimi ya." Yüzümü ekşittim.

 

"Regl döneminde misin Yekta?" Pera sesli bir şekilde güldü. Oğuz da ona eşlik etti.

 

"Konuşma ya."

 

"Yekta kaşınma lan." Oflaz'ın sırıtarak kavgamızı izlediğini görünce arabayı aniden çalıştırıp geri geri çıktım.

 

"Napıyorsun?" dedi Erçil somurtarak.

 

Gitmem gereken yoldan giderken birden arabayı Yekta'nın durduğu yere doğru kırdım. Oflaz bana bakıp başını iki yana sallayınca göz kırptım.

 

"Aaanaa!" Kenarı çekildiğinde arabayı yavaşça sürüyordum. "Öldürecek beni lan."

 

"Pardon, elim kayıverdi!" diye bağırdıktan sonra gaza yüklendim.

 

"Yüz ifadesini gördün mü?" dedi Pera.

 

"Gördüm," deyip güldüm. "Bunu uzun süre atlatamaz."

 

"Alvina, o hâlâ ayakkabı ile kafasının yarıldığından bahsediyordu. Yani, muhtemelen her yerde seni katil falan ilan edecek." Dian'a kısa bir an baktım.

 

"Kafasını mı yardın? Neden?" dedi Erçil. İnanmamış gibiydi.

 

"İstersen Yekta'ya sor. O anlatır sana." Yola çıkmak için arabaların yol vermesini beklesem de nafileydi. Trafik yoğundu. "Ya Allah!" diyerek sola sinyal verdim. Direksiyonu sertçe kırdığım için araç sarsılmıştı. Arkadaki arabanın korna sesini duymazdan gelerek şerite girebilmiştim.

 

"Yekta'nın dediği kadar var sanki?" dedi Dian elini kalbine koyarak.

 

"Sen onun ani hareketler yaptığına bakma Dian. Uzun süredir araba kullanıyor ama hiç kaza yapmadı. Hızlı düşünüp hızlı karar veriyor."

 

"Ben böyle araba kullansam, aynı gün cenazem çıkar," dediği an önümdeki arabayı solladım.

 

"Baban mı öğretti?" Erçil'in sorusuyla duraksadım. Fakat toparlanıp yola baktım. "Bana babam öğretmişti de. Ondan sordum."

 

"İnan, kendisinin öğrenmesi daha büyük bir şey Erçil." Pera benim yerime savunmaya geçmişti. "Kendisi öğrendi, Oflaz ile de daha çok gelişti. Var mı başka sorun?"

 

"Avukatı mısın?"

 

"Öyleyim," dedi net bir sesle. "Şikayetin mi var?"

 

"Var." Kaşlarım havalandı. Bu sohbetin gittiği yer iyi değildi. "Oflaz'ın kimseye bir şey öğreteceğini sanmıyorum."

 

"Niye canım? Sana öğretmediği için mi?"

 

"Bana öğrettiği çok şey vardı, Pera." Güldü Pera. "Sadece öğretirken sıkılıyordu. Demem o ki, bir şeyi öğretmekten zevk almaz."

 

"Sevgilimi ne kadar tanıyormuşsun," dedim alayla. "Ayrıca, en sevdiği şey benimle zaman geçirmek. Keza bu zamanda ne yaptığımızı da pek umursamıyor."

 

"Nasıl bu kadar eminsin?"

 

"Beni seviyor, onu seviyorum. Bu bile emin olmama yeter." Gülümsedim. "Sana bakarken gözleri gülümseyen bir adamın sevgisinden emin olabilirsin." Sahiden öyle miydi?

 

"Bir zamanlar bana da bakardı."

 

"Siz hiçbir zaman olmadınız, Erçil. Bunların hepsi senin kuruntuların." Dian boğazını temizledi. "Her neyse."

 

"Vina," diye seslendi Pera. "Telefonun çalıyor." Çantam arkada olduğu için telefonum da oradaydı.

 

"Kim?"

 

"Ares." Telefonu öne doğru uzattığında gözlerimi yoldan ayırmadan aldım. Çağrıyı yanıtlayıp telefonu bir elimle tutmaya başladım.

 

"Efendim?"

 

"Nasılsın?" dedi durgun bir sesle. Oturup baş başa konuşamayalı uzun zaman olmuştu.

 

"İyiyim," dedim onun aksine aydınlık bir sesle. "Sen nasılsın?"

 

"Bilmem."

 

"Bir şey mi oldu Ares?" Birkaç saniye sessizce bekledi.

 

"Bir şeyin olduğu yok." Gergindi de. "Sadece yoruldum."

 

"Bu konuyu konuşalım." Öndeki arabanın aniden yaptığı fren yüzünden biz de sertçe durduk. "Sikeyim senin ayarını."

 

"Ay!" dedi Erçil panikle.

 

"Vina?"

 

"Kapat, Ares. Arayacağım ben seni." Telefonu kapatıp kucağıma bıraktım. Az önce ani fren yapan arabanın sol tarafına geçtim. Erçil'in camını indirip oturan adama seslendim. "Ne diye duruyorsun yolun ortasında?"

 

"Yanlışlıkla oldu." Pek de öyle olmuşa benzemiyordu. 30'lu yaşlardaki adam camı araladı. "Özür dilerim hanım efendi."

 

"Önünüze bakın," dedim Erçil'in açık olan camını kapatırken.

 

"Hava alıyordum. Neden kapattın?"

 

"Biraz daha hava alsaydın adam da seni alacaktı canım." Dian öne eğilip konuşmuştu. "Erçil, adamın nasıl baktığını görmedin mi?"

 

"Adama bakmadım?" dedi çok rahat bir sesle. Dian'ın gözlerini devirdiğini dikiz aynasından görebilmiştim.

 

"Şarkı açsana hayatım." Pera'nın dediğini ikiletmeden büyük ekrandan şarkı açtım. Ne çıkacağını bilmiyordum. Melodi duyulduğunda şarkıyı tanımıştım.

 

Sezen Aksu - Masum Değiliz

 

Nerede duysam ilk notasından tanıyacağım, aklımdan silinmeyen şarkı. Uzun süredir kulaklarımın aşina olduğu bir şarkıydı.

 

Sesini biraz daha açtım, dudaklarımda memnun bir gülümsemeyle yolu seyrettim.

 

Kısık bir sesle kendi kendime şarkıya eşlik ediyordum.

 

Şarkı 5 dakika sürecekti ama benim düşüncelerim sonsuzluğa uzanacaktı.

 

Oflaz'ı düşünmeden edemiyordum. Küçük, masum bir çocukken yaşadıklarını konduramıyordum.

 

Evet, benim yaşadığım şeyler de pek normal değildi ama en azından birileri tarafından sevildiğimi bilirdim. Annemsiz ve babamsız geçen gecelerde onlara sarıldığımı hayal ederdim. Belki de bu yüzden ayakta kalabiliyordum.

 

Ben birileri tarafından sevilmiş, önemsenmiştim.

 

Oflaz'ın, o küçük çocuğun bunu tatmaması kalbimi burkuyordu.

 

Ben kaldığım daracık odaya sızan ay ışığına bakar, yıldızları izlerdim. Onlara saçma isimler verir, anneme ve babama selam göndermelerini isterdim.

 

Yıldızlar kadar öpmek, sözü bu yüzden bana hep basit gelirdi. Ben yıldızlar kadar özlemiştim. Ben yıldızlar kadar ağlamıştım. Birisinin yıldızlar kadar öpebilmesi büyük bir anlam değildi. Ben yıldızlar kadar ölmek de istemiştim.

 

Oflaz ile kendi yaşadıklarımızı bir teraziye alırsak birçok kişiye göre benim kesem ağır basabilirdi.

 

İşte, bunu düşünenler yanılırdı.

 

Çünkü ben, yıldızlar kadar sevildiğimi de bilirdim. Oflaz'ın da bunu bilmeye ihtiyacı vardı.

 

Öğretebilirdim. Ona sevgiyi, sevilmeyi... Fakat ne kadar başarılı olabilirdim, tartışılırdı.

 

Dudaklarımda derin bir tebessüm belirdi. Bunu kesinlikle ona da anlatmalıydım.

 

Gördüğüm yerde ona sarılmak adına kendime bir söz verdim. Sadece kalbim duydu.

 

"Vina," dedi Pera. "Yemek yiyelim mi?"

 

Geldiğimiz işlek caddedeki sağ şeride baktım. Pizza, hamburger yiyebilmek için güzel yerler vardı.

 

"Pizza mı hamburger mi?"

 

"Pizza," diye fikrini belirtti Dian. "Pizza yiyelim."

 

"Olur," dedim ve arabayı park etmek için yer aramaya başladım. "Nasıl her yer dolmuş ya," diye söylenerek yavaşça ara sokaklara girdim.

 

"Şu solda boşluk var ama araba sığmaz."

 

"Düzgün park etmemişler ki Pera. Tabii girmez araba." Sağ tarafa sinyal verip sokağa girdim. Yüksek bir yokuşa çıkıyordu. "Topuklusu yüksek olan var mı?" Bir cevap gelmediğinde aracı yokuşa sürdüm. Sonunda bulabildiğim yere yanaştım. Oraya bile zar zor girebilmiştim. Her yer tıklım tıklımdı. "Erçil, kapın kaldırıma sürtebilir." Araba benim olsa bir şey demeyebilirdim ama benim değildi.

 

Arabadan indiğimizde kitledim ve umutsuzca yokuşa baktım. Bayağı yüksekti.

 

"Hadi," dedim aşağı doğru bir adım atarak. "Sakın biriniz bile düşmeyin. Domino taşları gibi düşmek istemiyorum." Ilıman havayla uçuşan saçlarımı zaptetmeye çalışırken yokuşla mücehadele ediyordum.

 

"Of, burayı çıkmak da var." Pera yanıma geldi. "Ne bu, yokuş dolu her yer."

 

"Hem yokuş hem kalabalık." Telefonumu çantama koydum. "Yapabilecek bir şeyimiz de yok maalesef."

 

"Keşke otelde yeseydik," dediğinde yolun sonuna yaklaşmıştık.

 

"Bunu şimdi mi söylüyorsun?" dedim gülerek. "Biraz geç oldu sanki?"

 

"Sus ya." O da güldü. "Halimize bak."

 

"Bu arada ben dönüşte bu yokuşu çıkmam." Kaşları havalandı. "Oflazlar buraya gelirler, onlar çıkıp alır."

 

"Şam Şeytanı derken yanılmıyorlar," dedi bana bakarken.

 

"Olsun o kadar." Gülüştüğümüzde nihayet düz yola inmiştik.

 

Gözüme kestirdiğim restauranta yöneldim. Hepsi ördekler gibi beni takip ediyordu.

 

"Ben bir daha Antalya'ya gelmem," dedi Dian. "Her gelişimde yokuşlarından bıkıyorum."

 

"Her şehirde var yokuş." Erçil yine buzlar kraliçesiydi. "Biz burayı seçtiğimiz için öyle oldu."

 

"Bir de bana depresif diyor," diye söylendi Pera.

 

İşlek, kalabalık caddede ses kalabalığı da fazlaydı. Restauranta yaklaştığımızı gören garsonlar gülümseyerek bize baktı.

 

"Hoş geldiniz." İçeri girdik. Sıcak, hoş bir ortamdı. "Bahçede mi oturmak istersiniz, içeriyi mi tercih edersiniz?"

 

"Bahçe," dedim diğerlerine sormadan. "Bahçede yer varsa orada oturalım."

 

"Tabii, buyrun efendim." Garson genç bir kızdı. Üniversiteye geçtiğini sanmıyordum, lise son olabilirdi. "Şu masalar boş," derken eliyle masaları gösterdi. Bahçe denize dönüktü. Açıkcası bir pizzacıda böyle bir manzara beklemiyordum. "Siparişinizi alabilir miyim?"

 

"Bir Akdeniz, bir Sezar," dedi Erçil. "Yanında da patates." Burada daha önce yemek yemiş olmalıydı.

 

"Tabii," diye mırıldandı kız. Kahkülleri gözlerine geliyordu. "İçecek ister miydiniz?"

 

"Beyaz şarap alabiliriz." Kız bana bakıp gülümsedi. Ona aynı şekilde karşılık verdim. Pera'nın uyarı dolu bakışlarımı üzerimde hissedince "1 şişe, 4 kadeh olsun, lütfen," dedim.

 

"Hemen getiriyorum." Garson yanımızdan ayrıldı. Kucağımdaki çantamı masanın üstüne koyup yanımdaki Pera'ya baktım.

 

"Akşam içmek yok o zaman," dedi sert bir sesle. "Oflaz'ın yanında da içmedin mi sen şarap?"

 

"O çok azdı." Yüzünü ekşitti. "Gerçekten ya. Bir yudum falan içtim."

 

"İnandım." Kınar gibi ona baktım. Aslında eğleniyordum da. "Senin elbisen ne zaman olur acaba?" Az önceki kız elindeki şişeyle geri döndü. Açıp kadehlere doldururken gülümsüyordu.

 

"Yarına biter herhalde." Kadehimdeki şaraptan bir yudum aldım.

 

"Ya, bir şey sorabilir miyim?" Karşımda dikilen tatlı kıza baktım. "Siz o musunuz?"

 

"O derken?" diye sordu Pera.

 

"Oflaz Rajova'nın sevgilisi..." Utanır gibi gözlerini kaçırdı. Beni tanımasına şaşırarak bakakaldığımda yutkundu. "Affedersiniz, sizi rahatsız etmek istemezdim."

 

"Evet, benim." Sesim olabildiğince yumuşaktı. "Rahatsız ettiğin falan yok. Tanımana şaşırdım sadece."

 

"Tanımaz mıyım?" dedi büyük bir heyecanla. O sırada başka bir garson elinde tepsilerle geldi. Pizzaları masaya koyarken kıza baktı. Kafasını iki yana sallayıp yanımızdan ayrıldı. "Her yerde görüyorum sizi. Çok da yakışıyorsunuz."

 

"Teşekkür ederiz," dedim gülümseyerek.

 

"Siz kardeşi misiniz?" dedi Pera'ya bakarak.

 

"Öyleyim." Hiç bozguna vermemişti.

 

"Anladım." Gülümsemesi genişledi. "Afiyet olsun." At kuyruğunu sallaya sallaya yanımızdan gitti.

 

Sezar Pizza'dan bir dilim aldım, küçük yudumlarla yemeye başladım. Patatesin yüzüne bile bakmamıştım, sabah yediğim bana yetmişti.

 

"Polat'ı aramadın değil mi?"

 

"Aramadım. Yüz yüze konuşmak daha cazip geldi." Ağzındaki lokmayı yuttu.

 

"Aydan da seninle konuşmak istiyor."

 

"İkisini de aynı yere çağırıp giderim," dedim. "Tek tek konuşacak vaktim yok."

 

"Hayranın çok hayatım, ne yaparsın..." Güldüm.

 

"Öyle gerçekten."

 

"Unutma, Meyra da seni çağırıyordu." Kafamı iki yana salladım.

 

"Yapmam gereken çok şey var." Bir dilim de diğer pizzadan aldım. "Ama bil bakalım, kimin enerjisi yok?"

 

"Acaba kim?" dedi yapay bir sorguyla. "Kahverengi saçlı, yeşil gözlü, güzel bir kadın olabilir mi?"

 

"Heh, kaldır bir taraflarımı ya." Güldü. "Teşekkür ederim bebeğim, senin güzelliğin." Göz kırptı, biten kadehini doldurdu.

 

"Alvina, aynı evde mi kalıyorsunuz?"

 

"Kimle, Erçil?"

 

"Oflaz ile," dedi. Yüzüme bakmıyordu. "Peralar falan işte. Hep beraber misiniz?"

 

"Genelde Oflaz ile kalıyoruz. Pera ve Oğuz ile hep kalmıyoruz." Yalan değildi. Bir şekilde aynı yerde yatıyorduk... "Neden?"

 

"Beraber mi uyuyorsunuz?" Kaşlarım havalandı.

 

"Niye böyle şeyler soruyorsun Erçil? Duymak istediğin ne?" Omuz silkti.

 

"Merak."

 

"Beraber uyuyoruz." Kafasını salladı.

 

"Matt'e ne oldu?" Gözlerimi pizzadan ayırıp ona çevirdim. "Adam çıktığı yolda yalnız kaldı sonuçta."

 

"Çok umursuyorsan sen yanına gidebilirsin, Erçil," dedi Dian ters ters.

 

"Ben niye gidiyor muşum ya?"

 

"Matt'e bir şey olduğu yok. Kaldığı yerden devam ediyor." İstediğini ona vermeyecektim. "Aramızda bir problem de yok, görüşmeye de devam ediyoruz."

 

"Anladım." Birkaç dakika sessizlik oldu. Kadehteki son yudumu da içtim. Masanın üstünde duran ıslak mendillerden bir tanesini açtım, ellerimi sildim.

 

Kimsenin bir şey yemediğine emin olduktan sonra ayağa kalktım, çantamı da alıp kasaya ilerledim. Pera da direkt ayaklanmıştı, hatta beni geçmek için hızlanmıştı. Kartımı çıkartıp kasadaki adama uzattım.

 

"19 numaralı masa," dediğimde Pera yanıma gelmiş, düşmanca bana bakıyordu. Para çekimi onaylandığında adam kartımı bana geri verdi.

 

"Afiyet olsun. Yine bekleriz." Garson kız elinde tepsilerle yanımızdan geçerken gülümsedi.

 

"Kolay gelsin." Adamın yanından uzaklaştığımız sırada Pera koluma girdi. "Konuşma bile," dedim ikazla.

 

"Ben ödeyecektim." Dian ve Erçil de arkamızdaydı.

 

"Alvina, hesabı bölüşebilirdik." Erçil'e bakıp kaşlarımı çattım.

 

"Aynen öyle."

 

"Off, kapayın çenenizi." Sevimlice gülümsedim. "Afiyet olsun."

 

"Sağ ol, geri zekalı." Pera olduğu yerde durdu. "Ee. Oğuz'a haber falan vermedik. Eşek gibi çıkıyor muyuz yani o yokuşu?" Caddeye bir bakış attım. Benim bu yolu çıkmam 15 dakikayı geçerdi.

 

"Arayalım ve bekleyelim bence," dedi Dian. "Benim de bir taraflarım yemedi çıkmayı."

 

"Arayalım." Susup aramalarını beklediğimde hepsi bana baktı. "Niye bana bakıyorsunuz ya?"

 

"Senin sevgilinin dediği oluyor ya aşkım." Dian sırıttı. "Ben arayıp ne diyeceğim?"

 

"Yine kabak benim başıma patladı ya, harika." Telefonumu çıkartıp Oflaz'ı aradım. Adamı gerçekten çok resmi kaydetmiştim. Oflaz Rajova da neyin nesiydi.

 

"Alvina?" dedi hemen açarken.

 

"Bir şey isteyebilirim değil mi?" Gülümsediğini hissettim.

 

"Her zaman."

 

"Yanında birisi ile atacağım konuma gelebilir misin?"

 

"Gelirim," dedi direkt. "Bir şey mi oldu?"

 

"Ya, bir şey olmadı da... Olabilir."

 

"Ne olabilir Alvina? Açık açık söyler misin?" Sesine yavaşça sinen endişeyi gidermek için açıkladım.

 

"Düşebilirim."

 

"Sarhoş musun sen?" Derin bir nefes verdim.

 

"Değilim."

 

"Nereden düşebilirsin?"

 

"Yokuştan."

 

"Yokuştan niye düşüyorsun?" Kendime sinirlendiğim için gülmek istiyordum.

 

"Arabaya yer bulamadığımız için yokuşun en üstüne park ettik."

 

"Ee?"

 

"Ee si, ben o yokuşu çıkarsam tek parça halinde kalamam." Güldü. Manyak herif. "Ne gülüyorsun?"

 

"Hiç aklına gelmedi mi arabayı almak için o yolu çıkman gerekeceği?"

 

"Gelmedi," dedim hayıflanarak. "Acıktığım için sadece onu düşünüyordum." Bir de seni.

 

"Tamam, geliriz." Söylemesine gerek kalmadan ona konum attım.

 

"Bu civarda güzel yerler var gibi. Siz de gelmişken bir şeyler içeriz?"

 

"Olur, Alvina."

 

"Görüşürüz."

 

"Görüşürüz." Telefonu kapattıktan sonra tekrar çantama attım.

 

"Hava soğuk ha," dedi Pera.

 

"Harbiden." Kolunu koluma doladı.

 

"Hemen gelirler mi? Kafeye falan mı girseydik?"

 

"Bilmiyorum Dian. Geliyoruz dedi ama..." Omuz silktim. "Nerelerde olduklarını kestiremiyorum."

 

Yaklaşık 5 dakika boş boş bekledik. Yoldan geçen bir sürü araba vardı ama hiçbirisi bizimkilere ait değildi.

 

En sonunda önümüzde bir araba durdu. Kapıyı açan kişi Sıraç'tı. Arka koltuktan inmişti.

 

"Anahtar sizde mi?" diye bir soru attı ortaya. Çantamdaki anahtarı çıkarttım, durduğum kaldırımdan inip yola, yanına yaklaştım.

 

"Bende." Anahtarı verdiğimde aldı, etrafına baktı.

 

"Ne tarafta?"

 

"Bak, şu yokuşta," deyip parmağımla yokuşu gösterdim. "Yürüyerek çıkma bence. Arabayla bıraksınlar."

 

"Sorun değil. Yürürüm."

 

"Sorun olacak kadar dik bir yol." Tekrar kaldırıma çıktım. "Yine de sen bilirsin." Kafasını sallayıp yürüyerek yola çıkmaya başladı.

 

"Alvina, arabaya binin." Camı aralayan Oflaz konuşmuştu. Şoför koltuğundaydı. Arabanın arkasında büyük, siyah bir araba durduğunda gözlerimi kıstım. İçime doğan endişeyi sonlandıran Emre'yi görmemdi. Oflaz'ın adamlarıydı.

 

Arka kapıyı açtığımda Uraz ile karşılaştım. Oflaz ona tip tip bakınca "Ben ineyim," dedi ve arabadan kaçmak misali atladı. Arabaya hızlıca bindiğim an yüzüme sıcak bir hava çarptı. Isınmanın verdiği mutluluk ile gülümsedim.

 

"Pera, hadi," dedi Oğuz.

 

"Ne oldu?"

 

"Binsene." Düzeltti. "Biner misin Pera?"

 

"Binerim." Arabaya binip dışarıda kalanlara baktı. Fazla büyük ve geniş bir araç değildi. Bu yüzden hep beraber binmemiz imkansızdı.

 

"Siz Sıraç ile gelirsiniz. Sığmayız diğer türlü." Bu görevi Oğuz üstlenmişti. Pera bunu emir olarak kabul edip kapıyı kapattığında yüksek bir motor sesi yükseldi.

 

Sessiz, saçma ve kısa bir yolun ardından bir barın önünde durduk. Arabaya yer aramamıza yer kalmadan vale gelmişti. Oflaz anahtarı adama verdi, barın kapısına ilerledi. Ben öylece beklediğimde omzunun üzerinden bana baktı, tek kaşı havalandı. Bunu bir istek gibi kabul ederek yanına gittim. Omzu yavaşça omzuma sürtündü.

 

"Kalabalık mı?" diye sordum. Pera ve Oğuz arkamızdan konuşarak geliyorlardı.

 

"Ünlü bir yer. Kalabalıktır." Kapıdaki korumalar ismimizi sorma gereği duymadan kenarı çekildiler. "Olabildiğince yanımdan ayrılma."

 

"Neden?" dediğimde içeri girmiştik. Söylediği şeyi ise anında anlamıştım. Bir sürü masa vardı, içerisi dopdoluydu. Biraz da meyhaneyi anımsatıyordu. Oflaz'ın eli yavaşça elimi kavradı. Parmaklarımız birbirine kenetlenirken kalabalığı yara yara yürüdük. Birkaç kadının bana tuhafça baktığını görmüştüm. Eh, haksız da sayılmazlardı. Üzerimde bir pantolon, kazak ve kaban olduğundan garipsenebilirdim. Herkes şık giyinmişti.

 

Koridordan sola döndüğümüzde başka bir bölümdeydik. Burası daha sakindi, müzik sesi de azdı ve çok kalabalık değildi. Çoğu kişinin masasında mezeler, rakılar vardı, bu da meyhane havasını arttırıyordu.

 

Oflaz'ın adımlarını yönelttiği yere mecburen ben de gidiyordum. En sonunda bir masanın önünde durdu. Sandalyeler sayımızcaydı.

 

Oflaz oturmam için tıpkı bir beyefendi gibi sandalyemi çekti. Yüzümdeki şaşkınlığa bakarken göz kırptı. Sandalyeye oturup etrafı inceledim. Loş bir ışık her yeri donatmıştı. Çok masa yoktu, olanlarda da arkadaş grupları vardı.

 

Pera yanıma oturduğunda ona döndüm. Sağ tarafımda o, sol tarafımda Oflaz vardı. Oğuz da Pera'nın yanına oturunca karşımızdaki sandalyeler boş kaldı.

 

"Ares mesaj attı," dediğinde direkt bana konuşuyordu.

 

"Ne olmuş?"

 

"Suay rahatsızlanmış da biraz, haber vermediği için kızmayalım diye yazmış." Beni duyabilmesi için sesimi yükselttim.

 

"Şimdi nasılmış?" Büyük bir şey olmadığı rahat tavırlarından belliydi. "Sorun yok değil mi?"

 

"İyi, iyiler." Gözlerini masaya indirdi. "Stres yapmış sanırım."

 

"Kutay yanında durmuyor mu?" Omuz silkti.

 

"Bilemiyorum. Doğru düzgün abiliğini yapmıyor."

 

"Onun da yaşadıkları kolay değil ama Suay'ın yanında olması gerekir." Kafamı iki yana salladığımda Dian'lar bara girmişti. "Ben hallederim."

 

"Bir konudan da kendine pay biçme, Vina. İkisinin de aklı var, fikri var. Düşünüp karar verebilirler."

 

"Suay'ı yalnız bırakmasını istemiyorum." Bana ters bir bakış attı.

 

"Biraz kendini düşün, bunu iste. Olur mu çiçeğim?" Hafifçe gülümsedim. Diğerleri de masaya iyice yaklaşmıştı. Erçil somurtarak Oflaz'ın karşısındaki sandalyeye oturdu. Benim karşımda Dian, onun yanında Sıraç, Oğuz'un karşısında Uraz vardı. Yekta'ya saandalye kalmayınca yan masadan bir tane aldı, masanın başına kuruldu. Sıraç'ın yanımızda oturması şaşırabileceğim bir detaydı. Soğuk nevale gibi dolaşan adam bizimle eğlenmeye mi gelmişti?

 

Oflaz karşımızdaki garsona eliyle küçük bir işaret yaptı. Garson masamıza yönelirken gülümsedi.

 

"Votka içer miyiz?" diye sordu Oğuz.

 

"Ben viski içeceğim," dedi Sıraç.

 

"Ben de votka istiyorum." Pera doğrudan Oğuz'a bakarak söylemişti bunu. Oğuz'un kalbinin atışının bile değiştiğini biliyordum.

 

"Sadece bir kişi viski içiyor o zaman?" Kimseden ses çıkmadığında garson konuştu.

 

"8 votka, 1 viski efendim, değil mi?"

 

"Evet." Kafasını salladı ve yanımızdan ayrıldı.

 

Gözüme takılan şeyle duraksadım. Oflaz'ın elinde kazılı olan x harfini unutmuştum! Ne hikayesini sormuştum, ne de dikkat etmiştim. Aklıma dahi gelmemişti. Hatta yaşadıklarım o kadar yoğundu ki, dalgınlıktan elinde böyle bir iz olduğunu bile fark edememiştim.

 

Oflaz'ın dizine koyduğu elini kavradım, hafifçe yüzüme yaklaştırarak izi inceledim.

 

"Ne o, yeni mi gördün?" Sesi iğneleyici değildi. Aksine, eğleniyordu. Parmağımı sanki acıyabilme ihtimali varmış ve ben bundan korkuyormuşum gibi yaranın üzerinde gezdirdim.

 

"Bu nasıl oldu?" Elinde çıktığım tura engel olmadı.

 

"Önemli değil." İnanmayarak ona baktım.

 

"Ne için peki?"

 

"Matt'te de var, fark etmedin mi?" Şaşkınca ona baktım. "Örgütlerin liderlerinde genelde bir harf kazılı olur."

 

"Elinde miydi?"

 

"Bilmiyorum."

 

"Elinde olsa illaki görürdüm, onda böyle bir damga yok."

 

"Bu bir damga değil, Alvina," dediğinde garson elindeki tepsiden kadehleri dağıtıyordu.

 

"Ya ne, Oflaz?" Önüne bırakılan votkadan bir yudum aldı. Masadakiler başka bir konudan konuşuyorlardı.

 

"Sembol gibi düşünebilirsin."

 

"Diğer liderlerin birisinde görmüştüm," dedim hatırlayarak. "Ama dövme ile yazılmıştı. Seninki neden farklı?" Adamın tam ensesinde kocaman bir harf vardı.

 

"Dövmenin üzeri bir türlü kapanıyor, Alvina. Sildirebiliyorsun."

 

"Canın acımıştır," diye mırıldanıp votkamdan bir yudum aldım. "Mikrop bile kaptırmış olabilirsin."

 

"Olmadı bir şey." Elimi elimden çektiğimde hiç duraksamadan avcunu bacağıma yerleştirdi. İlk başta teması çok azdı, muhtemelen rahatsız olabileceğimi düşünüyordu. Gözlerim büyük eline odaklandığında geri çekmek için hamlede bulundu. Kaşlarım anında çatıldığında tip tip ona baktım.

 

"Ne o, utandın mı?" diye sordum o gibi. Gülümsedi, kafasını iki yana salladı.

 

"Utanmadım." Omzumu indirip kaldırdım.

 

"Senden rahatsız olmuyorum, Oflaz. Olacağımı da sanmıyorum." Gözlerine baktım. Bir cevap vermedi, bunun yerine sandalyemin altından tuttu, beni sertçe kendisine doğru çekti. Yüksek bir ses çıktığında masadakiler sessizleşip bize döndü. "Aferin ya," dedim ona söylenerek.

 

"Ne oldu be?" dedi Yekta. "İki dakika yalnız kalmaya gelmiyorsunuz." Yerin dibine girsem yoktu bir şikayetim.

 

"Sahiden," diye katıldı Uraz. Tamam, Yekta'ya bir şey söylemezdim çünkü onu seviyordum ama Uraz'a pek sıcak olduğum söylenemezdi. "Ayakta uyutuyorlar bizi resmen."

 

"Ayakta uyutulacak bir durum yok Uraz. Sevgilisini yanına çekmiş, bunda abest olan nedir?" Pera'ya tekrar minnettar oldum.

 

"Domates bizi mi savundu?" dedi Oflaz kulağıma fısıldayarak.

 

"Bu dediğini duyarsa seni domatese döndürmek için büyü araştırır." Güldü. Hatta bayağı, derince güldü.

 

"Hemen niye gerildin ya? Şaka yapıyoruz," dedi Uraz.

 

"O öyle. Çok depresif." Erçil bunu söyler söylemez Pera derin bir nefes aldı.

 

"Ne yapayım birtanem, senin gibi herkesle samimi mi olayım?" Kaşları havalandı. "Gerçi, senin gibi olmam için yalnızca erkeklerle samimi olmam gerekir."

 

"Sen-"

 

"Uzatma Erçil," dedi Oğuz net bir sesle. Erçil resmen morararak kollarını önünde bağladı.

 

"Erçil sizin neyiniz oluyor?" dedim Oflaz'a.

 

"Arkadaşımızdı." Kaşlarım çatıldı.

 

"Siz çıktınız mı ya?" Onun da kaşları çatıldı.

 

"Hayır, Alvina."

 

"O öyle ima ediyor."

 

"Ben buralarda değildim." Yüzüme baktı. "Nasıl sevgili olabiliriz?"

 

"Bilmem," dedim ve ondan gözlerimi çektim.

 

"O biraz takıntılıdır." Yine ona döndüm. Gözlerindeki yorgun ışıltılar göz kırptı.

 

"Anladım." Dudağının köşesi kıvrıldı.

 

"Neyi anladınız acaba hanım efendi?"

 

"Takıntılı olduğunu." Hafifçe güldüğünde somurttum. "Mesela şu an bizi izliyor." Göz ucuyla o tarafa baktı, ardından yüzünde belirsizlik açığa çıktı.

 

"Cidden bakıyor." Gülümsediğimde dudaklarıma baktı.

 

"Edepsiz adam, önüne dön," diye mırıldandım eğlenen bir tınıyla.

 

"Kimmiş edepsiz?" Kaşlarımla kendisini işaret ettim.

 

"Sensiniz." Tekrar güldü. Dilim dönmediği için öyle söyleyebilmiştim ama o bununla dalga geçmeyi seçmişti.

 

"Sensiniz mi?" Kafamı salladım. Onunla konuşmaya devam etmek isterdim ama önüme döndüm. Daha fazla dikkat çekmek istemiyordum. Bir yandan burnuma çalınan alkol kokusunu algılarken bir yandan da Oflaz'ın kokusunu doya doya soluyordum.

 

"Canım sıkıldı," diye serzenişte bulundu Pera. Garson tekrar geldi, kadehlerimizi doldurdu.

 

"Al benden de o kadar," diyerek ona katıldım.

 

"Yenge ya, sohbetiniz de amma sarıyor ha," dedi Yekta sesini yükselterek. Arkada saçma, hangi dil olduğunu çözemediğim bir şarkı çalıyordu.

 

"Senin de öyle Yekta," dedim ben de bağırarak.

 

"Sağ ol yenge."

 

"Sen de sağ ol Yekta." Masadaki herkes tekrar sustu.

 

"Yengem 2, senle de konuşurken zaman çok hızlı geçiyor. Ne iyi insanlarsınız ya." Pera tip tip baktı.

 

"İsmim var be benim."

 

"Tamam, yengem 2." Pera derin bir nefes aldı.

 

Bir anda ışıklar iyice karanlığa büründü. Saniyelik, belki de saliselik süren bu karanlığın ardından sürekli değişen, rengarenk ışıklar yandı.

 

"Ne oluyor?" İçeri giren 2 dansöz, 3 zenne sorumu cevapladı. Hepsinin üstünde farklı bir renk vardı.

 

"Barda ne işleri var ki bunların?" dedi Dian şaşkınca. "Ne alaka?"

 

Bir mezdeke çalmaya başladığında Uraz dibi düşmüş gibi kıvırtan kadınlara baktı. Bellerini, kalçalarını öyle güzel hareket ettiriyorlardı ki, birkaç dakika öylece kalıp onları izledim.

 

"Sanırım ben de oynayacağım." Pera'nın bu cümlesinden sonra Oğuz şaşkına dönmüştü. "Lan, Vina, zenneye baksana." Gösterdiği adama baktım. Yeşil, tüllü bir kıtafet giymişti. Yanındaki kadınları bile sollayacak şekilde güzel oynuyordu resmen.

 

Gözlerim Oflaz'a kaydığında boş boş masaya baktığını gördüm. Sıraç da aynı haldeydi. Sadece kadehlerine bakıyorlardı.

 

Sarışın, alımlı kadın ritme ayak uydurarak yanımıza geldi. Uraz'ın ona baktığını görünce ona yöneldi, ayağa kaldırmaya çalıştı. Dünden razıymış gibi ayağa kalkan adam saçma bir ritimle boş alana ilerledi. Diğer dansöz de Yekta'ya yanaştı, elini tutup peşinden sürükledi.

 

Yekta resmen kıvırtıyordu! Omuzlarını sallayarak oynayan koca adama gülerek baktım.

 

"Oha, nasıl oynuyor lan o?" dedi Oğuz şaşkınca. Tam o sırada ona doğru gelen dansözü fark etti. Gözleri kocaman açılırken Pera'ya yalvaran gözlerle baktı. "Kurtar beni."

 

"Banane be," dedi Pera gülerek.

 

"Hadi, yakışıklı," diye mırıldanan kadın elini omzuna attı. "Pistte çok yer var."

 

"Gelmem." Çaresizce çırpındıkça Pera ile kahkaha atıyorduk.

 

"Oğuz, git lan. Ne olacak?" dedi Oflaz gıcık bir tonla.

 

"Oğlum gitmem lan."

 

"Yaaa, gelsene." Ciddi ciddi kadının yüzüne baktı.

 

"Gelmem."

 

"Gel."

 

"Gelmicem ya!" Türkçesi de bir anda kaymıştı. "Başım bağlı benim." Pera'nın elini tutup havaya kaldırdı. "Hiç izin vermiyor."

 

Pera omuz silkti. "Niye öyle diyorsun hayatım?" Oğuz boğuluyor gibi öksürdü.

 

Gelmeyeceğini anlayan dansöz Oflaz'a yöneleceği sırada ayağa kalktım.

 

"Ben de geliyim mi?" diye sorduğumda kadın güldü. İçime aniden oynama isteği doğmuştu.

 

"Gel tabii kız." Oflaz'a pas bile vermeden elimi tuttu, peşinden sürükleyerekten piste götürdü.

 

"Oo yenge." Yekta bana yaklaşıp kollarını salladı. "Oynasana be!" diye bağırdığında şarkı değişti. "O mey gat!" demesiyle kahkaha attım. "Shik, shak, shok!" dedi coşkuyla.

 

Işıklar biraz daha karardığında ben de ritme ayak uydurmaya çalıştım.

 

"Shik!" diyerek Yekta'ya omuz attım.

 

"Shak!" dedi ve benim yaptığımı taklit etti.

 

"Shok!" diye aynı anda bağırdık ve kendi etrafımızda bir tur attık. Oyun oynamayı, dans etmeyi seven bir kişiydim. Üstelik kafam da hafiften çayırkeyf olunca harika gidiyordu.

 

"Shik, shak, shok!" Pera bunu bağırarak yanımıza geldi. Yaptığımız saçma ritme o da ayak uydurdu. Manyak gibi gülüyorduk, deli gibi eğleniyorduk.

 

Pera ile kalçalarımızı birbirine tokuşturduk, omuzlarımızı sallaya sallaya güldük.

 

Zenne eğlendiğimizi görünce yanımızda bitti. Tam şarkının yavaş kısmı gelince yere çöktü, ritimle geri ayağa kalktı.

 

"Onu nasıl yaptın?" dediğimde güldü. Yüzünde ağır bir makyaj vardı.

 

"Senin yapamayacağın şey değil valla. Benden iyi oynuyorsun." Dediğiyle gaza geldim ve darbukaya ayak uydurarak oynadım. İki zenne yanıma gelip çöktü, omuzlarını sallayarak alkış yapıyorlardı. Pera da yanımda yerini aldığında kendi aralarında konuşuyorlardı.

 

"Kızıl da güzel oynuyormuş he." Normalde bir adam bunu Pera'ya dese son cümlesi olurdu. Ama Pera güldü, hatta adama göz kırptı.

 

"Napıyorsunuz lan?" Oflaz buz gibi bir sesle yanımıza geldiğinde küçük çaplı şovumu durdurdum.

 

"Oynuyoruz," dedim en lakayitinden bir tavırla.

 

"Pera ile oynaman herkes açısından daha iyi olur, Alvina." Elimi tutup beni çekmeye çalıştı. Mızmız bir çocuk gibi oyun bozancılık yapıyordu. Elimi ondan çekip oynamama devam ettim.

 

"Shik, shaakkk, shoookkk." Şarkının bildiğim tek kısmı buydu.

 

"Çekilin lan." Zenneler eğlendiğimi gördüklerinden midir bilinmez istiflerini bozmadılar.

 

"Sağdan, soldan," diyerek güldüğümde bir adam ayağa kalktı. Omuzlarını sallayarak bana ritim uydururken Ofkaz küplere binmiş tepiniyordu.

 

"Bana bak." Adama tehditkar bir şekilde yaklaşınca zenne durdu. "Kaybol lan sevgilimin yanından."

 

"Gidiyorum." Hiç bozuntuya vermedi ama tırstığı belliydi. Diğer zenne de oynayarak Pera'nın yanına gitti. Delirme sırası Oğuz'a geçmişti.

 

"Geleceğimiz mekanın içine de," diye söylendi.

 

Dağılan topuzumdan dökülen saçları geri itekledim, minik adımlarla yanına gittim.

"Sen mi alkışlayacaksın beni?" diye sorduğumda kaşları öyle bir çatıldı ki sustum. "Şakaydı."

 

"Alvina, beni delirtmek istiyorsan doğru yoldasın."

 

"Abartmaaaa," dedim gülümseyerek. Pera ve Oğuz birbirlerine dik dik bakmaya başladıklarında yeni bir şarkı açıldı. Muhtemelen Oğuz zenneyi kovalamıştı.

 

"Senin getireceğin mekanı sikeyim Oğuz." O kadar içtendi ki küfürü.

 

"Abi ben ne bileyim be?" Şarkı değişti.

 

"Dün gece bir rüya gördüm!" diye bağırarak Yekta'nın yanına kaçtım. Kendisi bir halka kurmuştu, ortada oynuyordu.

 

"Aha, aha!" dedi gaydaya uyum sağlayarak. Etrafımızdaki halka genişledi.

 

"Düşmanlarım beni çekemiyorlar!" Güldü.

 

"Oho, oho!"

 

"Biri sağdan," dediğimde bana eşlik etti. "Biri soldan."

 

"Onlara iki çift laf yaptım," dedi triplere girerek. "Ranga, ranga!"

 

"İçlerine oturttum, abooo." Oflaz şokla bana bakıyordu.

 

"Siz benim, ayakkabım, makyajım, saçım olamazsınız haydeee!" Yekta ile resmen seke seke roman oynuyorduk. Şaşırdığım şey ise kalçasını en az benim kadar iyi sallayabilmesiydi. Şarkının nakaratı bittiğinde başka bir şarkı açtılar.

 

"Kim açtırıyor bunları?"

 

"Ben," diye atıldı zıplayan Uraz.

 

"Geri zekalı, oynayamıyorsun da." Yekta alayla baktı. "Zıplıyorsun sadece."

 

"Sen sanki oynayabiliyorsun." Yekta değişik bir figür ile etrafında döndü.

 

"Oynuyorum ya lan zırtapoz." Uraz Yekta'yı taklit etmek istedi ancak başarısız oldu. Yaptığı harekete alay dolu bir kahkata attım.

 

"Bayağı aynısını yaptın ya." Bana tip bir bakış fırlattı.

 

"Kolaysa sen yap be."

 

"Yaparım," dedim inatla. Yekta bana göstermek için tekrar aynı şeyi yaptı. Aynı anda hem kıvırtıp hem de dönüyordu. Önemli bir şey izlercesine izledim, aynısını yaptım. "Ne oldu Uraz?"

 

"Bas gaza aşkım bas gaza!" diye şarkı söyleyen kişiyle güldüm. Pera şarkıyı değiştirmişti. Elindeki mikrofonlardan birisini bana uzattı.

 

"Kim tutar seni? Bas gaza." Kendimi Oflaz'ın yanında buluvermiştim. Yanında kıvırtmaya başladığımda yüzündeki silik tebessüm ile bana bakıyordu.

 

"Yollar senin hiç durma," dedi Yekta ile ellerini birbirine çakan Pera.

 

"Ah, hadi uçur beni buradan!"

 

Yekta elimdeki mikrofonu bir çırpıda aldı. "Bir fıstık görsem frene basarım." Sesini beğenmeyen birkaç kişi yüzünü buruştursa da aldırmadı. "Çaktırmadan güzel bi bakarım. Üf güzelmişsin be ciccim. Hadi gel, beraber iki tur atalım." Klipteki adamların hareketlerini taklit ediyordu. Artık barın bu bölümündeki herkes ayaklanmıştı.

 

Şarkıyı bölüşerekten söylemeye devam ettik. Pera ile delirmiş gibi gülmeyeli uzun zaman olmuştu. Bu gerçekten iyi gelmişti.

 

Gece uzun sürmüştü. Ayakta duramaz hale gelene kadar votka içmiştim. Yabancı, anlamadığım şarkılarda bile çılgınca dans etmiştim. Oflaz sürekli dibimdeydi, yanıma sadece Pera ve Yekta'yı yaklaştırıyordu. Başka bir erkek gelme girişiminde bulunduğunda öyle bir bakıyordu ki, adam geri geri kaçıyordu.

 

"Sonn pişmaaanlıkk neye yaraarr?" diye avazımız çıktığınca bağırıyorduk. Müzikler artık efkar tarzına dönmüştü. Bu barda kalan insan sayısı da azdı.

 

"Her şeyin sebebi vaarrrr," dedi Pera elini başına atarak.

 

"Buraya kadaaaarrrrrrr!" Yekta herkesten dertli duruyordu. Kol kola girdiğimizde artık ayakta kalacak halimiz de yoktu.

 

"Ben var ya ben, hep insanlar için çabaladım. Kimse de çıkıp bana iyilik yapmadı," dedi Yekta. Yarım yamalak konuşuyordu. Benim de farkım yoktu.

 

"Ya işte, iylik yap denize at ama insana atma."

 

"Ne?" Pera yüzünü buruşturdu. "Ne biçim söz o be?"

 

"Gayette anlamlı," dedim kafamı sallayarak.

 

"Sırtıma o kazığı da çok yedim," diye serzenişine devam etti Yekta. "Çok canım yandı çok..."

 

"Hayat sana da kıymış be." Bana bakıp kafasını salladı.

 

"Yenge senden 3 tane görüyorum da sorun yok galiba." Gözleri de şaşı gibiydi. Güldüm. "Oflaz'ın gece rüyaları gibi ha. Her yerde sen." Yeniden güldüm.

 

"Ben bir taneyim, üç tane olsam çekilmezdim."

 

"Doğru," dedi Pera.

 

"Oflaz çekerdi valla yenge. Bir enteresan kişiliği var yani çözemiyorum."

 

"Ben buradayım ya lan." Oflaz yanıma 3 büyük adımla geldi. "Hadi Alvina, gidelim artık."

 

"Bak, bak. Beni çağırıyor." Yekta'ya parmağımı salladım.

 

"Sevgilisi ben değilim yenge. Tabii seni çağırır." Yine güldüm. Ota boka gülüyordum.

 

"Pera," dedi Oğuz.

 

"Neeeeeee?"

 

"Yenge bay bay." Elimi kaldırıp Yekta'ya salladım.

 

"Hadi, Alvina." Bir elini bacağımda bir elini belimde hissettim. Arkada kalan Yekta'ya gıcıkça dil çıkarttım. "Çok ayıp." Başımı Oflaz'ın göğsüne yasladım.

 

"Uçmak veya uçmamak. Tüm meselem bu sanırım."

 

"Rahat mısın?"

 

"Öyleyim gayet." Leş gibi alkol kokuyordum. Buz gibi soğuk tenime değince ofladım. "Ne oldu ya?"

 

"Arabaya gidiyoruz."

 

"Senin araban kaç tane?" Güldüğünü işittim.

 

"Saymadım."

 

"Saymayacak kadar çok mu be?" Arabaya bindiğimizi tekrar sıcağa kavuşmamdan anladım.

 

"Evet."

 

"Ben de istiyorum."

 

"Ne istiyorsun?" Gözlerimi açmak istedim ama sanki bir güç engel oldu.

 

"Motor. Benim var ama daha çok alacağım."

 

"Araba almak daha makul sanki?"

 

"Yooooook. Ben motor seviyorum."

 

"Nasıl istersen." Başımı iyice göğsüne bastırdım.

 

Sıcağın etkisiyle iyicene mayışmıştım. Dudaklarım yine de aralandı.

 

"Yıldızlar kadar."

 

"Ne?"

 

"Yıldızlar kadar, Oflaz." Anlamıyordu.

 

"İstediğin motor sayısı mı?"

 

"Seni sevmek istememin sayısı yıldızlar kadar." Sesim artık fısıltıydı. "Ben seni yıldızlar kadar sevmek istiyorum, Oflaz."

 

"Ben seni yıldızlar kadar seviyorum Alvina."

 

---🥂🪷

 

Selaaammm!

 

Uzun, duygu yüklemeli ve eğlenceli bir bölümdü.

 

Sevdiniz mi? 🫠

 

Bu arada, buraya kadar gelen ve bana destek olan hepinize çok teşekkür ederim. Seviyorum sizi. 🫶🏼

 

Sonraki bölümde görüşelim çiçeklerim.

 

Öptüm! 💋❤️‍🔥

 

Instagram: @LeddyAsteria

 

 

Bölüm : 10.01.2025 16:43 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...