Uzun bir aradan sonra yeni bölüm gelebildi 🫠
Keyifli okumalar birtanelerim.
Yağan yağmurun bir anda kara dönüşmesi nasıl garipse yaşadıklarım da öyleydi.
Bir günüm bir günümü tutmuyorken yine yeni bir güne başlamıştım.
Gözlerime vuran ışıkla kaşlarım çatıldı. Başım çatlasa yeriydi.
Görüntüm netleştiğinde yatakta uzandığıma emin oldum. Oflaz'ın bir koluna sıkıca sarılmıştım. Diğer kolu tam saçlarımın üstündeydi.
Gece geldikten sonra geceliklerimi giydiğimi hayal mayal hatırlıyordum. Muhtemelen çok konuşmuştum, Oflaz'ı da bezdirmiştim.
Gece delirmiş gibi dans etmiştik, yorgunluktan götümüz çıkacaktı. Pistin de anasını ağlatmış sayılabilirdik. Kaç kadeh bitirdiğim de meçhuldü.
Bu yorgunluktan sonra bir de düğüne gitmek vardı. Öğle olmaya yakındı ve büyük ihtimalle geç kalacaktık.
"Oflaz," diye seslendim elimi kolundan çekerek. "Oflaaaz." İşaret parmağımı alnına düşen saçlarına dokundurdum. Yüzünde hiçbir mimik değişmedi. "Uyuyor musun ya?" Oturur bir pozisyona geçtim. Cevap vermedi. Ben hazırlanana kadar biraz daha uyuyabileceğine karar verip usulca yataktan kalktım. Tişörtü yüzünden üşüme ihtimalini göz önünde bulundurarak örtüyü güzelce örttüm.
Pıtı pıtı adımlarla lavaboya girdim. Saçlarımı yıkamadan kısa bir duş aldım. Ayılmama yardım eden şeylerden biriydi. Dişlerimi fırçalamayı ihmal etmeden yanıma aldığım kıyafetlerimi giydim. Rahat, bol bir pantolon ve kayıkçı yaka bir badi giymiştim. Düğün akşam üstü başlayacağı için elbisemi şimdiden giyemezdim. Yine de orada tekrar makyahla uğraşmak istemiyordum.
Lavabodan çıktım. Makyaj masasının sandalyesine oturduğumda Oflaz uykusuna devam ediyordu. Malzemelerimin olduğu çantayı açtım, gerekli tüm hamleleri uyguladım. Uykumu tam alamadığımdan dolayı göz altımda hafif kızarıklık ve morluklar vardı. İtina ile hepsini kapattım, aynadaki cildime baktım. En azından bir kısmı bitmişti.
Açık tonlarda, simli yansımaları olan bir far seçmiştim. Allığımla da birbirlerine uydurmuştum. Kafama göre seçtiğim her malzemeden yüzüme sürdüm. En son elime aldığım sabitleyiciye de acımadan bol bol sıktım. Aynaya iyice yaklaştığımda yüzümde hiçbir kusura yer kalmadığını anladım. Sürdüğüm ruju küçük çantama attım, sandalyeden kalktım. Parfümümden birkaç fıs sıktığımda hazır sayılırdım. Oflaz'ın yanına geri döndüm.
"Oflaz." Yatağın köşesine oturdum, elimi sırtına yerleştirip yavaşça dürttüm.
"Hı," gibisinden bir ses çıkarttı. Gülümsedim.
"Kalk hadi." Gözleri bu emri bekliyormuş gibi aralandı. Birkaç saniye yüzüme baktı. "Günaydın," dedim anlamsız sessizliği bozarak.
"Günaydın." Yataktan kalktığımda o da doğruldu. Çatık kaşlarıyla etrafına bakındı, öyle bekledi. Kalkıp lavaboya gittiğinde odanın camından dışarı bakıyordum. Dalgalı deniz, esen rüzgarla uçuşan yapraklar.
Bugün Oflaz'ın babasının ölüm yıl dönümüydü. O bugün tam anlamıyla tek başına, yarım bırakılmıştı. Yalnızken tuttuğu yası bile düşünmek istemiyordum.
Lavabodan çıktığını adım seslerinden anladım ama yine de arkamı dönmedim. Üstünü değiştirdiği de çıkan seslerden belliydi. Hareket etmeden esen rüzgarı izledim. Hava düne göre daha kasvetliydi. Bulutlardaki damlalar akmak için savaş veriyordu sanki.
İşi bitmiş olsa ki yanıma geldi. Omzu omzuma değiyordu. O da dışarıyı izlemeye başladıktan sonra derin bir nefes aldım.
"Oflaz, başın sağ olsun," dedim sessizce. Cevap vermedi ancak omzu omzuma daha çok yaslandı. Avcumu sırtına yaslayıp hafifçe sıvazladım. Geniş sırtında kaybolan elim bile kasılmasına yetmişti. "Biliyorum, çok zorlanıyorsun, canın da yanıyor." Bana bakmamakta kararlıydı.
"Sağ ol, Alvina." Kafasını salladı. "Atlatılamayacak bir şey değil."
"Atlatılamayacak bir şey değil, bu doğru ama yara açabilecek bir konu." Ben de kafamı salladım.
"Yaraların üstü de bir zaman sonra kapanıyor, Alvina."
"Bazı yaralar hiç kapanmaz, Oflaz. Hatta durdukça kanlanır, canını yakmaya devam eder." Yüzümü ona çevirdim, gözlerine baktım. Bunu hissetmiş gibi o da bana baktı.
"Merak etme. İyiyim ben." Elimi sırtından çektim, kollarımı önümde kavuşturdum.
"Öyle diyorsan." Arkamı döndüm, tekrar makyaj masasına oturdum ve elime tarağı aldım. "Sen kahvaltı yap istersen, sonra çıkabiliriz." Saçlarımın bu kadar dolaşmasına şaşırmamak lazımdı.
"Sen yedin mi bir şeyler?" Kafamı iki yana salladım. Dolaşan saçlarımı yavaşça taramaya başladım. Çok uzamışlardı. Kesme zamanı gelmişti, geçiyordu. Oflaz yatağın köşesine oturdu, saçlarım ile boğuşmamı izledi. "Krem ya da spreyle daha kolay taranmıyor mu?" Kaşlarım havalandı. Aynaya düşen yansımasına alayla baktım.
"Her konuda da bilgin var," dedim sahte bir sinirle.
"Seninle ilgili bazı konularda bilgim var, evet." Tek kaşı havalandı. "Normalde krem sürmüyor musun saçlarına?"
"Getirmedin mi yanında?" Bir diğer tutama geçtim.
"Sıraç'a söyleseydin alırlardı." Omuz silktim.
"Önemli bir şey değil." Saçlarımı son bir kez arkaya doğru taradım, gevşekçe ördüm. Bugün elime dolanmalarını istemiyordum. "Çıkıyor muyuz?"
"Çıkalım." Askıdaki kabanımı aldım, üstüme geçirdim. O da kendi kabanını giydiğinde kapıdan çıktık. "Oğuz ve Pera ayrı odadalar. Onları da çağıralım, öyle gidelim."
"Alt kattaki, geçen gün kaldığı oda." Bir şey demeden dediği yola gittim. Merdivenlerden inerken tanımadığım insanların bakışları üzerimdeydi. Pera'nın odasının önüne geldim, kapıyı tıklattım. Aradan geçen 3 dakika sonrasında kapı açıldı.
"Pera?" Karşımda görmeyi beklediğim kadın kesinlikle bu değildi. Gözleri kızarmıştı. Normalde alkol onu çarpmazdı. "Kaç kadeh içtin sen ya?"
"7'den sonrası meçhul." Sandalyedeki paltosuna uzandı, üstüne geçirdi. "Sen de pek farklı değilsin."
"Olsun, en azından eğlendik," dedim.
"Eğlendik ve çok cozuttuk." Omuz silktim.
"İkimizin de umrunda olmalı da." Çantasını koluna taktı. "Neyse. Çıkıyor muyuz?"
"Evet." Kapıdan çıkıp asansöre bindik. "Polat ne diyecek acaba?"
"Bana da söylemiyor." Vücudumu incelediğinde kaşları çatıldı. "Saçlarını örmüşsün?"
"Önüme geliyorlar, rahatsız oluyorum." Başa çıkmak zordu. "Sanırım biraz da olsa kesmek istiyorum."
"Haddinden fazla uzunlar," dedi beni onaylayarak. "Ama kesmemekte kararlıydın." Asansörden indik. Oflaz ve Oğuz tam karşımızdaydılar. Onları umursamadan konuşmamızı sürdürdük.
"Çok fazla kesmeyeceğim zaten. Maksimum 4 parmak falan." Önden ilerlemeye başladık.
"Sen bilirsin." Dışarı çıktığımızda bir araba önümüzde durdu. Arka kapılar direkt açıldığında Oflaz'a döndüm. Hafifçe kafasını eğdiğinde -onayladığında- açılan kapıdan içeri girdik. Büyük, geniş bir araçtı. Koltuğa oturduğumda Oflaz doğrudan yanıma geldi, oturdu.
"İğrenç bir insansın be," dedi Pera somurtup karşıma otururken. "Gıcık. Uyuz."
"Katılıyorum ya," diye Pera'yı destekledi Oğuz. Araç da hareketlenmişti.
"Yağcılık yapma lan." Oğuz elini kalbine koydu.
"Kim, ben mi?" Ters ters bakındı. "Asla öyle huylarım yoktur."
"Tabii." Birbirlerini iğneleyerek konuşmayı sanırım fazlasıyla seviyorlardı.
"Yekta nerede?" diye sordum. Aklıma muhteşem sahne performansı geldi. Kocaman adam, nasıl da kıvırtıyordu.
"Uyanamamış." Oğuz'dan gelmişti cevap.
"Ee, biraz da normal." Kafasını salladı.
"Bu arada siz oynamayı biliyor muydunuz, yenge ya." Kaşlarım havalandı. "Çok elit insanlar gibiydiniz, sonra bir anda roman havasına başladınız."
"Şikayetin mi var Oğuz?" dedi Pera sertçe.
"Yok, hayır." Adamın sesi bile değişmişti.
"İyi." Kollarını önünde bağlayıp arkasına yaslandı. Kızıl saçlarını yine serbest bırakmak yerine toplamıştı.
"Oflaz, yarın mı döneceğiz?" diye sordum yana dönüp ona bakarken.
"Evet." Bugün gerçekten durgundu.
"Ne önemi var?" Yüzüne baktım, birkaç saniye bekledim.
"Birkaç işim var, ona göre ayarlayacağım."
"Tamam." Pera ile gözlerimiz kesiştiğinde sorgulayarak baktı. Hafif bir tebessüm ile karşılık verdim. Endişelenmesini gerektiren bir şey yoktu. "Pera, Aydan ile konuştun mu hiç?" Kısa bir an düşündü.
"Konuşmadım. Ama Polat'ın dediğine göre seninle tanışmak istiyor."
"Rusya'da mı kalıyordu?" Kafasını salladı.
"Evet, orada yaşıyormuş. Yakında tanışırsın."
"Polat'ın da geleceği bir buluşmaya hayır demem. Onunla konuşacak çok şeyim var." Aydan ile ikimiz konuşsak ortamın daha gerici olacağına emindim.
"Matt'i unutuyorsun." Kaşlarım havalandı.
"Ne güzel işte," dedi Oflaz ters ters.
"Güzel falan değil," dedim. "O benim arkadaşımdı." Oflaz yüzüme baktı.
"Konuşmamam için bir sebep yok, Oflaz. Matt'i tanırım, bilirim keza severim de."
"Seversin?" Tersinden mi kalkmıştı?
"Severim?" Araba yavaşça durduğunda aramızdaki gerginliğin son bulduğu için sevinmiştim. Kapı açıldığında Pera ve Oğuz birbirlerinden kaçarcasına indiler. "Oflaz," dedim kısık bir sesle. "Çok gerginsin." Derin bir nefes aldı.
"Sinirlisin de," dedim bu sefer de.
"Sinirliyim, gerginim." Gözlerime baktı. "Ne yapmam gerektiğini bilmiyorum."
"Bana kalsa yapman gereken tek şey içindeki öfkeyi kusman." Elimi koluna yerleştirdim. "Çünkü o bir gün büyüyecek ve sana zarar verecek. İhtiyacın olan tek şey biraz konuşmak, yüzleşmek."
"Yapabilirsin. Hesap sorup gerçekleri yüzüne çarpabilirsin."
"Bugün değil." Sesli bir nefes verdim.
"Doğru zaman ne zaman gelecek? Öylece durup bekleyecek misin?" Kaşları havalandı.
"Konuşmak istemiyorum, bu bana iyi gelecek bir şey değil."
"İyi," deyip ayağa kalktım. Yüzüne bakmadan arabadan indim, bahçeye girdim. Elimdeki küçük çanta bile bedenime ağır gelmişti sanki. Oflaz'ın arkamdan geldiğini anlayabilmiştim ama yine de dönüp bakmadım. Evin kapısının önünde mecburen durduğumda arkamda bitmişti. Zile basıp açılmasını beklerken Oflaz konuştu.
"Alvina." Devamında ne diyeceğini merak etsem de öğrenemedim, kapı açıldı. Doğa saçlarını dümdüz yapmış, üstüne abartılı bir elbise giymişti. Gören de gelinin o olduğunu sanardı. Gözleri Oflaz'a kaydığında omzuna çarparak eve girdim.
"Selam Oflaz," dedi cıvıl cıvıl bir sesle. Aslında ne de güzeldi, neşe doluydu. Fakat benimle uğraşmayı da sanırım o seçmişti. Oflaz'dan cevap alamadığında yanına yaklaştı. Temas etmeye çalıştığı sırada seri adımlarla salona ilerliyordum. "Nasılsın? Dün gece biraz dağıtmışsın galiba." Dertli bir nefes verdi. "Umarım başın ağrımıyordur." Oflaz yine bir şey söylemedi.
"Alvina." Bileğimden tutup beni durduran elle hafifçe sendeledim. Ona boş bir bakış attığımda bileğimde eli avcuma kaydı, parmaklarımızı birbirine kenetledi. "Sen benden daha gerginsin."
"Senin yüzünden be," dedim yüzüne bakarak. "Sen gerdin beni." Gülümsedi.
"Gelsene sen bi'." Adımlarımızı salondan kendi odasına çevirdi.
"Oflaz?" Çocukluğunda kaldığı odadaydık. Kapıyı kilitlemişti, yüzüme bakıyordu. "Ne oldu?"
"Hiç." Kaşlarım havalandı. Elimdeki çantayı yavaşça yatağın üstüne bıraktım.
"Basbayağı." Anlamayarak ona baktım. Elimi bıraktı, önüme düşen birkaç tel saçı yavaşça kenarı itekledi. "Alvina, amacım seni terslemek değil." Yüzüne bakmayı sürdürdüm. "Kalbini kırıp seni üzmek hiç değil." Kafasını salladı.
"Kalbimi kırdığın falan yok, Oflaz." Eli yanağımda kendine bir yer buldu.
"Umarım, Alvina." Gözlerimi gözlerine sabitlemeye çalıştım.
"Hadi sevgilim ya, bak kayınvalideciğim beni bekliyor. İyi gelin rolümü çizemem." Sesimdeki alay onu gülümsetebilmişti. "Elbisem dikildi mi acaba?"
"Saat kaç ki? Ona göre hazırlansam..."
"2'ye geliyor." Daha zamanım vardı.
"Birazdan hazırlanırım o zaman."
"Öyle yaparsın o zaman," dedi beni tekrarlayarak.
"Ya söylemeyeyim diyordum ama içimde tutamayacağım." Kaşlarım çatıldı. "Şu Doğa ile saç baş dalaşsak ne olur?" Güldü. Ciddi tavrıma, yüzüme bakarak güldü.
"Sen soruma cevap ver önce. Yani böyle sevilen falan birisi mi? Ona dalarsam 6 kişi üstüme koşarlar mı, dayak yer miyim?" Tekrar güldü. Fakat ben oldukça ciddiydim.
"Alvina, sen 3 adamı dövmemiş miydin?" Derin bir nefes verdim. Evet, yaptığım bir şeydi ama yine de tedbir iyiydi.
"Ya işte aynı şey değil." Tek kaşı havalandı. "Dayak yer miyim, yemez miyim?"
"Sence buna izin verir miyim?"
"Vermez misin?" dedim ona doğru bir adım atarken.
"Vermem," dedi oldukça sahici bir sesle.
"Peki, benim onu dövmeme izin verir misin?"
"Bence çok yakında kavga edeceğim de onunla. Sana da önceden haber vermek istedim." Hâlâ buna inanmamış gibi duruyordu.
"Neden kavga ediyormuşsun?" Elimi alnıma atıp ofladım.
"Hak ettiğini düşünmeye başladım." Omuz silktim. "Neyse, boş ver. Sen soruma cevap versene."
"Annem biraz sever, onun dışında seveni pek yoktur."
"Tamam." İçten içe gülsem de ifadesizliğimi korudum. "O zaman tartışabiliriz."
"Nasıl istersen." Göz kırptı. "Daha önce de dediğim gibi, yapacağın herhangi bir şey için bana haber vermene ya da müsade istemene gerek yok." Kafasını salladı. "Sana zarar getirmeyecek her şeyi yapabilirsin."
"Tamam, yapacağım." Yavaşça parmak ucumda yükseldim, boynu ile kulağı arasındaki mesafede kısa bir an soluklandım. "Oflaz, içeri gitmemiz gerekiyor," diye fısıldadığımda geri çekilmek için hamlede bulunmuştum. Fakat buna engel oldu, tek kolunu belime sıkıca sardı. Dudaklarım hafifçe boynuna temas etmişti.
"Alvina." Sesi öylesine dolgundu ki, nefesimin kesileceğini hissettim. "Ateşle oynuyorsun."
"Bunu isteyen sen değil miydin?" derken sesim oldukça boğuktu. Her konuşmamda dudaklarım sıcak tenine değiyordu. Temasımı arttırmak için elimi saçlarına daldırdığımda belimdeki kolu baskısını çoğalttı ve aynı anda ayaklarım yerden havalandı. Birkaç santim yukarıda, onun bedenine yaslı bir şekilde duruyordum.
"Beni böylesine yakan bir şeyi neden istediğimi bilmiyorum, ama evet, bunu isteyen kişi benim." Derin bir nefes aldı. Şu an resmen birbirimize sarılıyorduk, kenetli haldeydik. "Hem kalbim hem aklım devre dışı. İlk defa bunu yaşıyorum, ve kahretsin ki eğer bir gün bu duyguyu hissedemezsem, ne yapacağımı bile bilmiyorum."
"Ben bu aralar hiçbir şey bilmiyorum, Alvina." Duraksadı. "Ne yapmam gerektiğini, ne söylemem gerektiğini... Tüm dengem alt üst olmuş gibi."
"Bu dengeyi bozan ben miyim?" Kafamı geri çektim, yüzüne baktım.
"Bu dengeyi bozan kişi eğer sensen..." Dudaklarıma baktı. "Bil ki hiç şikayetim yok, ben hâlimden memnunum." Dudağımın köşesi usulca kıvrıldı.
"Pekâlâ, sizin dengenizi ve sinirinizi bozan şey nedir bayım?" Beni hâlâ tek koluyla tutuyordu, hiç zorlanmamış gibi durması da ayrı ironiydi.
"Madam, bu konuları konuşup canımızı sıkmak istemem." Bana ayak uydurduğundan gülümsemem genişledi.
"Nasıl uygun görürseniz, bayım." Kaşlarım çatıldı. "Oflaz ya, indirir misin beni?"
"Alvina ya, indiremem seni." Aramızdaki mesafeden yüzüne bakmayı sürdürdüm.
"O niyeymiş?" Derin bir nefes aldı.
"Kokunun bana en güzel ulaşabildiği konumdasın." Kaşlarım havalandı. "O yüzden, seni bırakmam, bırakamam."
"Oflaz," diye mırıldandım. "Ateşle oynama sırası sana mı geçti?"
"Sanırım," dedi düşünceli bir sesle.
"İçeri geçmeliyiz," dedim ciddi bir tavırla.
"Maalesef." Kolu bedenimden ayrıldı, ayaklarım yere değdi. Ona yakın olmanın verdiği sıcaklık yerini boşluğa bırakıyordu.
O önde ben arkada yürürken odadan çıktık. İçimi aniden dürtene engel olmadım, birkaç büyük adımla yanına yetişip elini tuttum. Büyük avcunun içinde küçücük kalan elimi sıkıca kavradı.
"Çok mu kalabalık?" dediğimde kafasını salladı. Salına yaklaştıkça ses artıyordu. Kapının önünde durduğumuzda da ses yüksekti ancak içeri adımımızı attığımız an herkes sustu. Sessizlik yerini fısıltıya bahşetmişti.
Pera ve Oğuz yan yana oturmuş, somurtarak bize bakıyorlardı. İkisi de halinden memnun değildi.
Salonda yaşlı-genç, kadın-erkek her türlü insan vardı. Koltuklar dolmuştu, birkaç kişiye sandalye kalmıştı.
2 kişi aynı anda koltuktan kalktı. 18'li yaşlarda olmalıydılar. Gülümseyerek bana baktı kızlardan biri. "Siz oturun lütfen," dedi sevecen bir sesle.
"Siz otursaydınız, sandalyeye geçerdik biz," desem de Oflaz boş yere ilerliyordu. Oturup beni de yanına çekti. Solumda Oflaz, sağımda tanımadığım bir kadın vardı. Pera'ya yakındım, bu da bir avantajdı. Kızlara mahçup bir tebessüm attığımda gülümsemeyi sürdürdüler.
"Nasılsın yavrum?" diye sordu yanımdaki kadın. Yaşlı sayılabilirdi.
"İyiyim, siz nasılsınız?" Tatlı bir teyzeye benziyordu.
"İyiyim kızım, sağ ol." Gülümedi, gözleri kısıldı. "Oflaz'ın sevgilisi sensin değil mi?" Çok kısa bir an Erçil'e ardından Doğa'ya baktım. Sare bana bakıp gülse de ona bakmadım.
"Evet." Birbirine kenetli ellerimize baktı.
"Maşallah, ne de güzelsiniz. Çok yakışıyorsunuz." Şu an teyzenin yanaklarını öpmek istiyordum. Sırf Doğa'yı kudurttuğu için favori teyze bile olabilirdi.
"Kız ne güzelsin." Kıvırcık, sarışın bir kadındı konuşan. "Telefonda görüyordum ama bu kadar güzel olabileceğini tahmin etmemiştim..." 1 sandalye aldı, yanımıza koyup oturdu. Pera ile mesafem de artmıştı.
"Sizin güzelliğiniz," dedim içten bir gülümseme ile. O da gülümsediğinde kahverengi gözlerinin etrafındaki çizgiler belirginleşti. 40'lı yaşlarda olmalıydı.
"Ay teşekkür ederim." Saçlarını geri itekledi. Dudaklarında pembe bir ruj vardı, tırnaklarında da aynı renkten ojeler... "Gerçi, bizim oğlan da az değildir." Kısa bir an Oflaz'a baktım.
Haklısınız ablacığım, sizin oğlan da yeşil gözleri, kahverenginin en güzelinden saçları, belirgin çenesi ve kavisli burnu ile az değildir.
"Öyle gerçekten," diye mırıldandım iç çekerken. Bunu sadece Oflaz duyabilmiş olmalıydı. Duyduğunu kanıtlamak ister gibi bacağını bacağıma yasladığında yutkundum.
"Ceyda abla, onlar tanışalı çok olmuyor. Acele etmezler." Doğa'ya oldukça ters bir bakış attım. Tam karşımda oturuyordu.
"Doğa, bizim yerimize sen mi karar veriyorsun buna?" dedim iğneleyici bir sesle. Ardından Ceyda hanıma döndüm, gülümsedim. "Henüz konuşulan bir şey yok." Cümlemi sonlandıran Oflaz'dı.
"Yakında o da olur Ceyda abla." Elimi tuttu. "Benim bir şüphem ya da bekleme arzum yok," dedi ters ters Doğa'ya bakarak. "Tabii, Alvina nasıl düşünür, bilemem."
"O zaman hazır olun Ceyda hanım, yakında nişan tarihimiz size ulaşır." Tavrım alaylı olsa da ortamda ani bir sessizlik oluştu.
"Ne?" Konuşan adamı tanımıyordum. "Nişan mı?"
"Ayyy, ne zaman?" dedi Sare heyecanla. "Kaç güne?"
"Bir sus da kız açıklasın Sare ya." Bade ablaya bakarak güldüm.
"Net bir tarih yok." Oflaz'a baktığımda tek kaşının havalandığını gördüm. "Fakat benim de beklemek gibi bir niyetim yok." Gülümsemem genişledi.
"Bence de beklemeyin, çok yakışıyorsunuz." Bade abla içtenlikle gülümsedi.
"Ayperi, senin görümcen mi boşandı?" Karşıdaki koltukta oturan kadınlar konuşuyordu.
"Heee, boşandılar." Orta yaşlı kadın rahat bir pozisyona geçti.
"Ay kız, neden?" Herkes başka bir konu konuşsa da onları dinlemeyi seçmiştim. "Gül gibi geçinip gidiyorlardı."
"Adam aldatmış görümcemi. Bizimki de durur mu, tüm tanıdıkılara duyurmuş şerefsizi."
"Ya görümcemi ben pek sevmezdim de, yine de iyi bir insandı. Aldatılmayı falan haketmedi yani."
"Öyleydi, tanırdık bizde." Derin bir nefes aldı. "Neyse, hayırlısı." Önüne dönmüştü. Sanırım alması gereken bilgileri alabilmişti.
"Sare, senin kız da büyümüştür." Bana yakın oturan bir kadındı konuşan.
"Büyüdü yenge ya, 8 aylık oldu."
"Ne güzel, abisi ile zaman geçiriyordur." Atlas'ı döverek zaman geçirdiği sanırım doğruydu. "Nasıl, anlaşabiliyorlar mı?"
"Yoooo," dedi Tamer. "Bizim kız sürekli haşlıyor oğlanı. Eli hep saçlarında, yüzünde."
"Atlas uslu çocuktu, bu niye böyle oldu anlamadık," diyerek güldü Sare.
"Olsun yengem, sağlıklı huzurlu olsunlar da... Varsın birbirleriyle dalaşsınlar."
"Öyle gerçekten." Sare bu sülaledeki herkesce seviliyor olabilirdi.
"Bade, seninkiler ne yapıyor?"
"Babalarının yanında tatile gitmişlerdi. Ben de oradaydım ama dönmek zorunda kaldım."
"Kaç yaşlarındaydılar?" dedi başka bir kadın.
"14-11-7." 3 tane çocuğu vardı. "Ortanca kız."
"Maşallah, Allah bağışlasın." Kadına bakıp gülümsedi.
"Amin, sağ olun." Bu sohpeti de hiç sesimi çıkarmadan, bir yanım burukça dinledim. Konuşmamalarını isteyip yanlarından ayrılacak değildim. Ki Oflaz'ı da yalnız bırakmak istemiyordum.
"Şirin, sizin de 2. için zaman geldi sanki." Az önce yenge dedikleri kadındı konuşan. "Alp 8 yaşına girmişti değil mi?" Şirin denilen kadın kafasını salladı.
"Nasip bu işler biraz da." Yanındaki adama baktı. "Yoksa biz de isteriz 4 kişi olmayı."
"Olur olur, gençsiniz daha." Yengeleri ılımlı bir kadına benziyordu.
"Alvina, bir şeyler ye." Oflaz'a döndüm. "Kahvaltı etmedin."
"Hiç canım istemiyor," dedim o gibi kısık bir sesle.
"İstesin, Alvina. Doğru düzgün yemek yemiyorsun." Yediğim bana yetiyordu. Ama bir yandan da haklıydı. Onunla tanışmadan önce, hayatım daha düzenli bir haldeyken daha çok yemek yiyordum. "Pera da kahvaltı etmemiştir, beraber yersiniz."
"Hadi, sen de gel o zaman." Yerimde doğrulup ısrarla ona baktım.
"Yemeyeceğim, Alvina." Bugün gerçekten sabrı yoktu.
"Peki." Pera'ya bakıp ufak bir kaş göz hareketi yapmamla ayağa kalktı. Sorgulayarak bana doğru geldiğinde ben de ayağa kalktım, birlikte çıkışa ilerledik. Aynı şekilde ben yürürken sessizlik olmuştu, sonra konuşma devam etmişti.
"Ne oldu ya?" dedi mutfağa yaklaştığımızda.
"Açım da, ne oldu birden?" Koridordan sürekli tanımadığım insanlar geçiyordu.
"Hiç." Mutfağa geldiğimizde oranın da pek farklı olmadığını gördük. Sandalyeler dolmuştu, kalabalıktı. Çalışan kadın tezgahtaki bulaşıkları makineye dolduruyordu. Bizim geldiğimizi gördüğünde gülümseyerek arkasına döndü.
"Bir şey mi istemiştiniz?" Kadına gülümsedim, Pera'ya sordum.
"Kahve mi içersin, yemek mi yersin?" Kısa bir an duraksasa da yanıt verdi.
"Kahve nerede?" diye sordum bana bakan kadına.
"Ben yapayım efendim." Bana sormadan dolabı açtı, kahveyi çıkardı.
"Gerek yok, siz zahmet etmeyin." Tezgahtaki kahveyi aldım, rastgele iki fincan kapıp hazneye su koydum. Yok denebilecek kadar az şeker ve yeteri kadar Türk kahvesi koyup makineyi çalıştırdım.
"Ama olmadı ki böyle," dedi kadın mahçup bir sesle.
"Olmayan bir şey yok." Pera kollarını önünde bağlamış bana bakıyordu. Kahveler çabucak pişmişti. Fincanlara döküp birisini Pera'ya uzatyım. Sandalyede oturan birkaç kişinin kalkmasıyla bize yer açılmıştı.
"Ne oldu bir anda kalktın?" Sandalyeye oturduğumda o da oturdu. "Tartıştınız mı?"
"Tartışmadık." Etrafta hâlâ insanlar vardı, sesimiz kısıktı.
"Bugün ikiniz de ayrı bir gerginsiniz." Kafamı salladım.
"Beni de geriyor." Kahveden bir yudum aldım. "Babasının ölüm yıl dönümü," dediğimde kaşları havalandı. "O yüzden gergin aslında."
"Normal o zaman." Kafamı salladım. "Kolay bir şey değil sonuçta."
"Annesi ile arası iyi değil mi?" Büyük bir yudum daha dudaklarımla kavuştu.
"Değil," dedim ve derin bir nefes aldım. "Annesi aslında iyi bir insan değil."
"Kocasının ölüm yıl dönümüne düğün koymasından belli." Fincanını masaya bıraktı. "Hayır, kocanı sevmemeni anlarım ama oğlunu da mı hiç düşünmüyorsun?"
"Oğlunu da sevmiyormuş." Yüzüme tuhaf tuhaf baktı. "Dün bana beni sevdiğini söyledi. Hatta biraz atıştık."
"Annem ile eskiden arkadaş mıymış neymiş."
"Neden tartıştınız?" Biten fincanımı masaya bıraktım.
"Oflaz hakkında bir şeyler söyledi, işte oğlunu hiç sevmemiş falan. Elalemin çocuğunu sevip kendi çocuğundan nefret etmiş. Bir kere olsun sarılmamış." Kaşları olabildiğine çatılıyordu.
"Dışarıdan bakınca oğlunu çok seven, tatlı bir anneye benziyor."
"Keşke öyle olsaydı," deyip ayağa kalktım. "Neyse, şimdi içeri geçelim de." Masadaki fincanları alacağımız sırada görevli kadın aldı, gülümsedi.
"Lütfen. Benim işim bu." Bir şey dememize fırsat vermeden fincanları makineye koydu. İşinin o olduğunu biliyordum ama kendi bulaşığımı toplayabileceğimi düşünüyordum.
Salona ilerlerken ikimiz de sessizdik. İçeri yaklaştığımızda gördüğümüz şey ile Pera dudaklarını araladı.
"Haydaa," dediğinde ben de aynı tepkiyi verebilirdim. Oflaz'ın bir yanına Erçil, diğer yanına Doğa oturmuştu. Benim yerimde olan Doğa'ydı. Erçil de Pera'nın yerinde, Oğuz'un yanındaydı. Salonda kalan tek yer iki boş sandalyeydi. Onlar da masanın yanında, köşedeydiler. "Hadi," diyerek beni çekiştirdi, boş sandalyelere ilerledik.
"Şeytan diyor, yapış saçına." Söylene söylene sandalyeyi çektim. "Off!" diye serzenişte bulundum. Neyse ki bağırmamıştım. Sandalye eski olduğundan biraz fazla ağırdı, ben de aniden çekince bileğim acımıştı. Surat asa asa sandalyeye oturdum, Pera'ya bileğimi gösterdim.
"Ne oldu?" Bileğime işaret parmağıyla dokundu. "Ne yaptın geri zekalı?"
"Sandalye çok ağırmış be." Başımı kaldırıp önüme döneceğim sırada üstüme bir gölge düştü. Kaşlarım çatıldığında gölgenin sahibine baktım. O bana değil, Pera'ya bakıyordu.
"Pera, sen Oğuz'un yanına otursana." Pera bu sessiz emiri kabul etti, direkt sandalyesinden ayrıldı. Oflaz yanıma oturduğunda ona bakmadan Pera'ya bakmayı sürdürdüm.
"Erçil, sana zahmet kalk da sevgilimin yanına ben oturayım." Cümlesi bitince Oğuz minnetle ona baktı. Erçil ayağa kalktı, az önce Oflaz'ın kalktığı yere oturdu.
"Niye yanıma gelmedin?" dedi Oflaz. Doğa'nın düşman gözleri üstümdeyken konuştum.
"Sen içeri girmeden önce yanıma oturdu, sırf inat olsun diye." Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım.
"Açıklama yapmana gerek yok Oflaz." Kısa bir an duraksamanın ardından bileğimi nazikçe tuttu, kendi dizine aldı. Tüy gibi hafif dokunuşlarla acıttığım yeri incelerken sessizce onu izledim. "Kırık mı, çıkık mı?" dedim alayla.
"Kopmuş ya," dedi oyunumu sürdürerek. Gülümsedim.
"Tüh, ben incinmiştir sanmıştım." Kafasını iki yana salladı.
"Niye dikkat etmiyorsun?" Omuz silktim.
"Etseydin canını acıtmazdın." Elimin üstüne avcunu kapattığında avcum bacağına yaslıydı ve bu beni rahatsız etmiyordu.
"Bazen etsem de canımı acıtıyorum." Yalan değildi. Yanlış seçimler, kararlar...
"Canını acıtmaman için yanından ayrılmamam gerekiyor." Güldüm. Bir bakıma doğruydu.
"Şikayetin varsa bir başka yancı bulabilirim?" Anında ciddi bir ifadeye büründü.
"Yok." Son derece net gibiydi.
"Sen yedin mi?" Başımı salladım.
"Ne içtin?" Suçlu bir çocuk gibi yüzüne baktım.
"Yiyecek hiçbir şey bulamadın mı?"
"Bulmayı denemedim ki." Önüme döndüm. "İnsanlar bize bakıyormuş." Bacağını hafifçe sıktım. Yani, en azından denedim...
"Ne, sinek mi kondu?" Kaşlarım havalandığında elimi ondan çekmek istedim. Fakat parmaklarını parmaklarıma kenetleyerek buna engel oldu.
"Oflaz be." Sinirle önüme döndüm. "Canım sıkıldı."
"Çat çat çatlattım!" Can sıkıntıma iyi gelecek şeyi görünce güldüm. Atlas yine kendi kendine şarkı söylerek oynuyordu. Salona girdiğinde herkes bir anda ona döndü. "Pat pat patlattım!"
"Harika bir çocuk ya." Oflaz başını iki yana salladı.
"Atlas," diyen Tamer'in sesiyle çocuk aniden durdu. Kalabalığı yeni fark etmiş olmalıydı.
"Eyvah ya." İnsanlara tiksinir gibi baktı. "Rezil rüsva oldum." Güldüğümde bana öyle bir baktı ki, hain ilan edeceğini sandım. Ancak siniri kısa sürdü, gülümseyerek yanıma geldi. Oflaz'ın yüzüne bile bakmadan doğrudan karşımda dikildi. "Ben geldim Alvina."
"Görebiliyor," diye mırıldandı Oflaz. Atlas ters ters ona baktı.
"Hoş geldin Atlas," dedim elimle dağılan saçını düzeltirken. "Hep dağılmışlar."
"Nehir işte, ne beklersin." Dertli dertli yakardı. "
"Öyle diyorsun sonra seviyorsun." Oflaz'a bakınca tüm sevecenliği gidiyordu.
"Kardeşim o benim, severim." Omuz silkti. "Alvina, seni de severim." Gözlerim kocaman açıldı. Söylediğini duyanlar kendi aralarında taklit çıkarıp gülüyorlardı. "Ama Oflaz'dan çok severim ben. Çok hem de."
"Kendine göre birini bul lan." Gözlerini devirdi Atlas.
"Banane ya. Ben çok beğendim onu." Oflaz aldığı nefesi sertçe verdiğinde elini sıktım. "Hem sen ondan büyüksün."
"Alvina da senden büyük." Birazdan tekme tokat dalaşsalar şaşırmazdım. Atlas tekrar gözlerini devirdi.
"Atlas, gel buraya." Tamer'in ikazı karşısında sessizce o tarafa ilerledi. Annesi ve babasını ayırdı, annesine sarılmak misaliyle oturdu. Babasına düşmanca bakarken annesine sevgiyle yaklaşıyordu.
"Başladık yine," dedi Tamer bıkkın bir sesle.
"Çocuğun çiftlere bir takıntısı var." Bade abla teşhisi koymuştu. Çocukları burada değil gibiydi. "Ayıramazsa huzursuz oluyor." Sare güldü.
"Beni bilmeyen de inanır yani." Bade abla bacak bacak üstüne attı. "Ben çiftleri destekleyen bir insanım," derken doğrudan bizdeydi odağı. Ona baktığımda öpücük attı, gülümsedi.
"Bilmez miyim," dedi Tamer dertli dertli. "Sare ile sevgili olduğumuzu öğrendiğinde bir beni dövmediğin kalmıştı."
"Onu da yapardım da, hanım efendiliğim müsade etmedi." İki kardeş aynı anda güldüler. Tamer'in çilesi cidden büyüktü.
"Siz kimdiniz?" Az önce konuşan yengeleri, başka bir koltuktaki adama laf atıyordu. "Tanışmıyoruz sanırım."
"Tarık'ın kardeşiyim." Yengeleri kafasını salladı.
"Üvey kardeşiz biz hanım efendi." Kadın kısa bir an duraksasa da önüne dönebildi.
"Yengen niye bu kadar meraklı?" Oflaz da fısıldayarak konuştu.
"Ben de bilmiyorum. Seni sorguya çekmediği için şanslısın." Tam o esnada kadının bakışları bana döndü, dudakları aralandı. Heyecandan gidebilirdim şu an.
"Hay ben senin şom ağzına Oflaz." O hâlinden memnun gibiydi.
"İyiyim, siz nasılsınız?" Gülümsedi, gözleri kısıldı.
"İyiyim canım." Ceyda abla ile ne kadar çok benziyordu. Annesi olabilir miydi? "Seviyor musun bizim oğlanı?"
"Sevmez miyim," derken buldum kendimi. Pera'nın sırıtan gözleri de üstümdeydi.
"Kızım ne yalan söyleyeyim, ben Oflaz'dan hiç sevgili yapmasını falan beklemezdim." Göz ucuyla Oflaz'a baktım. O mıhlanmış gibi bana bakıyordu, gözlerinde parıltılar vardı. "Yapsa da senin gibi bir kadın beklemezdim." Doğa bir anda gururla oturdu. O gibi birini mi beklerlerdi?
"Bilmiyorum, biraz daha yapmacık, itici bir tip beklerdim." Oflaz ters ters baktı yengesine. "Ama sen bunların tam tersisin, doğalsın, gözlerinin içi gülüyor Oflaz'a bakınca."
"Anne, maşallah de." Tahminim doğruydu. Ceyda ablanın annesiydi.
"Maşallah tabii." Gülümsedi. "Oflaz'ı çok sık görmezdim, belki tam da tanımam." Kenetli ellerimize minnetle baktı. "Fakat ben onu ilk defa bu kadar mutlu görüyorum, sana en değerli şeymişsin gibi bakıyor kızım." Gülümsemesi genişledi. "Ayrılmanızı isteyen çok olacaktır, size ihanet edenler, kem gözle bakanlar... Hiç birine kulak asmayın. Size engel olabilecek hiçbir şey yok, bunu unutmayın." Gözlerimin içine baktı. "Birbirinizi bırakmayın yavrum, sımsıkı tutunun." Herkes sessizce onu dinliyordu. "İkinizin de eksikleri, hataları olur ama sevgi her şeyden üstündür, her şeyi aşar..." Yenge hanım, biraz daha konuşursanız ağlarım.
"Haklısınız," dedim aklımdaki sorulara rağmen.
"Siz de sevgili misiniz canım?" Sıra Pera'ya gelmişti.
"Oflaz, ben hazırlanayım," diye mırıldanıp kalktım, küçük adımlarla salondan çıktım. Kimsenin yüzüne bakmamıştım.
Sahiden, sevgi her şeyi aşabilir miydi? Tüm engelleri yok edip tüm cefalara katlanabilir miydi?
Bir yanım hayır diye haykırdı. Sevginin bir şeye yaradığı yoktu, sadece kötü bir zaaftı.
Bir yanım evet diye çığlık attı. Sevgi en büyük nimetti, en kutsal duyguydu, her şeyi iyileştirirdi.
2. seçeneğe inanmak, onu yaşamak istiyordum. Diğeri ağırdı, o seçeneğe inanıp hayata geçirmek berbattı.
Hangi odaya gideceğimi bilmediğimden her kapıya bakıyordum. Açık olan bir kapı ya da bir çalışan görsem soracaktım ama kimse yoktu.
Arkamı dönüp dalgınca yürürken birine çarptım. Kokunun sahibini tanımak zor değildi.
"Ben," dedim yüzüne bakmayarak. Adamda nasıl göğüs varsa artık, bir gün kafamı yaracaktı. "Nerede hazırlanacağım ya?"
"Alvina." Meraklı gözlerle ona baktım. Kafasını iki yana salladı, arkasını döndü. "Yanlış yöne gidiyorsun." Yürümeye başladığında mecburen onu takip ediyordum. Büyük, gösterişli evin altın varaklarla kaplı merdiveninden çıkıp üst kata ulaşmıştık. "Şu oda," derken parmağıyla işaret ettiği odaya ilerledim.
İçeri girdiğim an burnuma taze çiçek kokuları çalındı. Bembeyaz bir oda, ferah bir ışıkla aydınlanıyordu. Evdeki yoğun kasvete inat bir atmosferdi.
Elbiseyi dolabın kapağına asmışlardı. Koyu, güzel bir yeşildi. Haki tonları diyebilirdim.
Üstümdeki kıyafetleri çıkartıp bir köşeye bıraktım. Eve tekrar dönersek giyebilirdim, buradan direkt İstanbul'a geçebilirdik.
Parmak ucumda yükselip elbiseyi aldım, hızlıca giydim. Fazla zamanım yoktu. Yerde duran ayakkabı kutusunu da açtım. Dalgınlıktan bunu bile unutmuştum. Eğer ayakkabı ayarlanmamış olsaydı bir de onunla uğraşacaktım. İnce bantlı sade bir ayakkabıydı.
Makyaj masasının üstünde birçok saç aleti vardı. Yaptığım örgüyü bozdum, saçlarımı taradım. Maşa yardımıyla doğal dalgalar yaptığım saçımı bir araya getirip itinayla topladım. Birkaç tutam yüzüme, boynuma dökülüyordu. 40 dakikanın sonunda işim bitebilmişti.
Makyajım olduğu gibi duruyordu, sadece rujumu tazeleyecektim. O da Oflaz'ın odasındaydı.
Odadan çıkmadan son bir defa aynanın önüne geçtim. Elbiseyi oldukça beğenmiştim, kendime de yakıştırmıştım. Sırtım neredeyse full açıktı, derin bir dekolte vardı. Aynı dekoltenin daha kapalısı göğüslerimin üstündeydi. Köprücük kemiklerim açıktaydı, onlara da hafif aydınlatıcı sürmüştüm. Sol bacağımı açıkta bırakacak derin bir yırtmacı vardı. Kapalı olan yanları azdı.
Bir eksik olmadığına emin olduktan sonra çıktım, merdivenleri indim. Herkes bir koşuşturma işine girişmişti. Düğün saati yaklaşmıştı.
Oflaz'ın odasının önüne geldiğimde derin bir nefes aldım, içeride olma ihtimaline karşın kapıyı tıklattım. Bir ses gelmediğinde yavaşça kapıyı açtım. O buradaydı, yatağın köşesine oturmuştu. Elinde küçük bir kutu tutuyordu. Dalgındı. Geldiğimi bile fark etmemişti.
"Oflaz," diye seslendim kapıyı henüz kapatmamışken. "Gelebilir miyim?"
"Gel." Üstünde beyaz bir gömlek vardı, altında kumaş pantolon. Ceketini fırlatmak misaliyle atmıştı.
Yanına gidip yatağına oturana kadar bana bakmamıştı. Gözleri yavaşça gözlerime tırmandı, bedenimi süzdü, yeniden yüzüme baktı. Sertçe yutkunduğunda aynı tepkiyi ben de vermiştim. Üstündekiler ona cidden yakışmıştı.
"Bir şey mi oldu?" Kafasını iki yana salladı. Elindeki kutuyu açtı, içinde ne olduğunu göremiyordum.
"Efendim?" Kutudan küçük bir yüzük çıkardı. Yataktaki elimi aldı, parmaklarımı aralayıp yüzüğü avcuma bıraktı. "Oflaz?"
"Sende kalabilir mi?" Sorgular bakışlarım üzerine takıldı.
"Kalabilir?" Telden yapılmış bir yüzüktü. Ucunda minik bir boncuk vardı. "Ne ki bu?"
"Küçükken ben yapmıştım, Alvina. Annem içindi." Derin bir nefes aldım.
"Takmadı." Önce yüzüğe sonra Oflaz'a baktım. Daha fazla eşeleyip konuyu açmamak adına yüzüğü yavaşça parmağıma taktım. Gözleri yavaşça aşağı kaydı, sol elimin yüzük parmağına baktı. "Alvina, takman için söylememiştim. Saklaman yeterli." 1
"Eğer seni rahatsız etmeyecekse takmak istiyorum, Oflaz." Yüzüme öyle bir baktı ki, rahatsız olmadığını anladım. Şüphe ve kuşkudan ziyade minnet vardı sanki.
"Teşekkür ederim." Yüzüğü taktığım elimi yatağın üstündeki elinin üstüne koydum, hafifçe sıktım.
"Teşekkür edecek bir şey yapmadım." Elimi çektim, yan tarafımda olan çantamı alıp içinden rujumu çıkarttım. Ayna olmadığı için tek elimle sürüp tek elimle de telefonumu tutuyordum. Sonucu beğendiğimde gülümseyip ayaklandım. "Gitmemiz gerekmiyor mu?" Köşeye attığı ceketini aldım, düzeltip ona uzattım. Son derece isteksizce ceketini giydi.
Ayağa kalkıp yanıma geldiğinde giydiğim topuklunun mesafeyi kısaltamadığını anladım. Yamuk yakasına, kırışmış gömleğine umutsuzca baktım.
"Düzeltmemi ister misin?" Cevap vermedi ama istekle baktı. Ona biraz daha yaklaşıp yakasını düzelttim. Ellerim boynuna, ensesine temas ettiğinden midir bilinmez, kalbim bir değişik oluyordu. "Yakışmış," diye mırıldandım ellerimi boynundan çekebildiğimde. 1
"Sana da," dedi dudaklarında çarpık bir gülümsemeyle. Aynı gülümseme ile karşılık verdim.
Artık gitmemiz gerekiyordu. İçerideki ses daha da yükselmişti. Saat muhtemelen 18.00'ya geliyordu. Düğüne de az kalmıştı.
Sağ eli ile sol elimi kavradı, yüzük olan parmağımı yavaşça okşamış bulundu. Hafif bir tebessüm ile ona bakmayı sürdürürken odadan çıktık.
"Gece boyunca yanında olacağım," diye fısıldadım kulağına doğru.
"Biliyorum," dedi sakince. Salona geçeceğimizi düşünürken o direkt dış kapıya yöneldi. Ne olduğunu anlayamadığımda "Düğün yerine gidelim," diyerek açıklama yaptı. Annesini görmeye ne cesareti ne de tahammülü vardı.
"Aa, nereye?" Bade ablanın şaşkın bakışları bizdeydi. "Hep beraber çıkardık."
"Siz gelirsiniz arkadan," dedi Oflaz net bir şekilde.
"Tamam o zaman." Onu arkamızda bırakıp yürüdüğümüzde seslendi. "Nazar boncuğu mu taksanız ne?" Omzumun üstünden ona dönüp göz kırptım, güldü.
"Kuzenlerini sevdim sanırım," dedim Oflaz'a dönerken.
"Onlar da seni sevdi." Her şey bir rol, Alvina. Fazla kaptırma.
Arabaya yaklaştı, sürücü koltuğuna bindi. Ben de kaputun önünden dolaşıp yolcu koltuğuna oturdum.
"Kemerin," diyerek rutin uyarmasını da gerçekleştirmiş oldu. Dediğini ikiletmedim.
"Sen de tak o zaman." Yandan bir bakış atsa da kemerini taktı, ısıtıcıyı açıp gaza yüklendi.
"Torpidoda ağrı kesici olacaktı, verebilir misin?" Küçük bölmeyi açtım, tekli tableti ona uzattım. "Sağ ol." Suya gerek duymadan tekte içmişti.
"Başın mı ağrıyor?" Kafasını salladı. "Karnın aç, o hap fayda etmez ki." Yanıt alamadığımda önüme döndüm. Hiç kullanmadığı kadar hızlıydı. Önüne çıkan çoğu aracı solluyordu ve her şerit değiştirdiğimizde yüksek korna sesleri duyuluyordu.
"Annem seninle uğraşmak için elinden geleni yapacaktır, Alvina." Omuz silktim.
"Uğraşsın. Ben de onunla uğraşırım." Derin bir nefes aldı.
"Patavatsızca konuşup canını sıkmasına izin verme."
"Bence kendin yapman gereken şeyleri bana söylüyorsun." Sesim azarlamaya da müsaitti. "Benim canımı yakabilecek tek bir şey var, onu da söyleyeceğini sanmam." Direksiyonu tutuşu sıkılaşırken hızı da artmıştı. "Oflaz, benlik hiçbir sorun yok." Bir cevap verme gereksiniminde bulunmadı.
Araba yabancı olduğum yollarda son sürat ilerlerken boş boş bakınıyordum. Herkesin kendince bir telaşesi vardı. Kimisi işe yetişiyordu, bazı çocuklar okula gitmişti, birkaç amca gülerek sohbet ediyordu.
Büyük, gösterişli bir otelin önünde durduk. İndiğimizde görevli adam gelip anahtarı aldı. Oflaz yürümeye başladığında ona yetişmeye çalıştım. Bunu anladığında yavaşladı, yanına gittiğimde elini ciddi bir tavırla belime attı.
"Buz gibi olmuş tenin," dedi küçük çocuklara ayar çeker gibi. Bu pek de anormal değildi.
"Soğuk ya." Oflaz yolu ezbere biliyormuş gibi asansöre ilerlemişti. "Senin elin de buz gibi," diye mırıldandım ona bakarak. Asansöre bindiğimizde birkaç kişi daha binmişti. Biz sanırım en üst kata çıkacaktık.
"Soğuk ya," diyerek beni taklit etti. Aslında soğuk ile alakası yoktu. Asansör en üst kata geldiğinde indik, boş koridorda ilerledik. Eli hâlâ belimdeydi. Keman sesinin yükseldiği bir salona girmiştik. Her yer altın varaktı. Kadının zaafı olabilirdi. İnsanlar kalabalıktı, masalar doluyordu.
"Niye sandalye yok ki?" Kendi kendime serzenişte bulunuyordum. "Tüm gece ayakta beklemek nasıl bir fantazi?" Küçük, yuvarlak masaların üstünde çiçekler vardı.
"Saçma sapan." Yine mi bana katılıyordu? Boşta kalan bir masaya ilerledik, başında amaçsızca dikildik. İnsanlar gelmeye devam ediyordu. Pistte büyük bir orkestra vardı, hepsi takım elbiseli insanlardı.
İçki servis etmeye başlayan garsonlardan biri direkt bizim masaya geliyordu. Oflaz'a ve bana bakıp gülümsedi, hafifçe başımızı salladığımızda tepsideki kokteyllerden 2 kadeh bıraktı. Küçük bir yudum alıp tadına baktım. Vişneliydi.
En ilgisiz bakışlarımla insanları izlerken içeri bizimkiler girdi. Pera etrafına bakınarak bizi aramaya başladığında elimi kaldırdım, görmesi için salladım. Beni fark ettiğinde sırıttı, uzakta olmasına rağmen şöyle bir süzdü. Dian ve Erçil onun yanındaydı. Yekta, Oğuz ve Uraz arkadaydı.
"Selam Vinaaa," diye neşeyle şakıdı Pera. Üstünde siyah, dümdüz bir elbise vardı.
"Selam," dedim o kadar olmasa da neşeyle.
"Iyy, sana da selam enişte." Cümleyi kurduktan sonra ikisi de aynı anda göz devirdi. Kendi kendime güldüğümde tip tip bana baktılar.
"Arkadaşın bana kötü muammelede bulunuyor, sen gülüyorsun." Oflaz'ın şikayeti ile Pera keyiflendi.
"Yalnız Pera, nasıl da aldım arkadaşını." Belimdeki baskısını arttırıp beni iyice kendisine yasladı. "Evleniyim de gör." Duy bunları Erçil! Kendi kendine morarıyordu yavrucak.
"Vina, sen beni bırakmazsın bence." Oğuz da keyifle onları izliyordu. Göz ucuyla Yekta'ya baktım. Yine durgundu, dün geceden eser yoktu.
"Tabii ki bırakmam hayatım," dedim ona göz kırparak.
"Ne?" dedi Oflaz eğilip yüzüme bakarken. "Bir daha söyle bakayım." Sevimlice gülümsedim.
"Biliyorum, söylersin." Dikkatle yüzüme baktı.
"Aile olmasa sizi bölmek falan istemem ama," dedi Dian. "Kalabalık ortamdayız sanki." O da eğleniyordu. Başımı ve bedenimi biraz Oflaz'dan ayırdım. Çok uzaklaşma şansım yoktu çünkü beni tutuyordu.
Mekanın ışıkları aniden kapandığında derin bir sessizlik oluştu. Sonra bir keman melodisi duyuldu. Cılız bir ışık çiçeklerle süslü kapıya yöneltildi. Gelin ve damat geliyordu.
Ortamda yüksek bir alkış sesi yükseldiğinde alkışlamak yerine az önce uzaklaştığım Oflaz'a yanaştım. Başımı yavaşça omzuna yasladığımda çenesini başımın üstüne yerleştirdi.
Işığın aydınlattığı yolda piste kadar geldiler, melodi değişti. Daha yavaş, slow bir müzikti çalınan. Farklı bir melodiydi, daha önce duymamıştım. Derya hanıma kenetlenen eşi huzurla dans ediyordu. Derya'nın da pek farkı yoktu. Birbirlerine aşk ile bakıyorlar, ağırca dans ediyorlardı.
Gözlerim Oflaz'a kaydığında kenetlenmiş gibi o yöne baktığını gördüm. Diyecek ya da söyleyecek bir şey de bulamıyordum.
Dansları bitene kadar Oflaz annesini, ben onu izledim. Yüzünde hiçbir mimik oluşmuyordu ama sanki gözlerinde bir ışık gitgide sönüyordu.
Keman çalan kişiler bir anda kenarı çekildiler, ışıklar açıldı. Garsonlar tekrar gezmeye başlayıp atıştırmalık dağıtıyordu.
Derya ve Tarık birbirlerine gülümseyerek bakıyorken el ele tutuşup gelen misafirleri gezmeye başladılar.
Bize en uzak olan masadalardı. Gülerek insanlarla konuşuyor, sohbet ediyorlardı. Boş ellerindeki kadehlerden arada içiyor, etrafa bakıyorlardı. Orkestradan keman sesleri yükseliyordu.
Oflaz'ın kokusu alkolden daha çok sarhoş ediyordu. Yakınlığımızdan mıdır bilinmez iyice mayışmıştım.
Başım hâlâ omzundaydı, onun da çenesi benim şakaklarıma yaslanmıştı. Gözlerim anlamsız bir şekilde masadaki mezelere takılmıştı. Sanki yüzüne bakmaktan, göreceğim şeylerden çekiniyordum.
"Oo kuzen," diyen bir erkek sesi duymamla gözlerimi masadan kaldırdım, karşımdaki yabancı adama baktım. "Sen buralara uğrar mıydın ya?" Muhtemelen 30'lu yaşlardaydı. Bize doğru büyük adımlarla geldi, Oflaz'a elini uzattı. Oflaz yüzündeki küçük gülümseme ile kuzeninin elini sıktı.
"Uğrayacak sebep mi var lan?" Kuzeni güldü. Birbirlerine benziyorlardı.
"Gelmek isteyen sebep bulabiliyor vesselam," dedi alaylı bir tavırla. Bana baktığında kaşları çatıldı, yüzünü şaşkınlık bürüdü. "Aaa."
"Yengem." Elini bana da uzattığında yerimden doğruldum, tokalaştık. "Lan Oflaz hiç tanıştırmıyorsun." Bu kuzeninin hiç konusu da açılmamıştı. "Alındım, darıldım, gücendim."
"Çınar." Kuzeni ters ters ona baksa da bana bakınca gülümsedi.
"Yenge bunda ne buldun ya?" Oflaz'ı değişik değişik süzdü. "Şuna baksana bir."
"Ben de çözemiyorum da," diye söylenen Pera ile, Oflaz kolunu sıkıca belime doladı.
"Ne kusuru varmış benim sevgilimin?" diye çıkıştım.
"Yenge horluyor bu." Oflaz derin bir nefes verdi.
"Bak, Vina. Senin yanında horlayan birisi ile uyuyamazsın." Pera da Çınar'ın safındaydı.
"Horlamıyor be," dedim ciddi bir sesle.
"Yenge, bunun değişik huyları var ama şimdi anlatırsam beni evire çevire pataklar. Ağzım yüzüm yamulmasın yani."
"İlk kez doğru bir karar verdin Çınar."
"Yuh, Pera!" diye şaşkınca söylendi Çınar.
"Salak, yeni mi fark ettin?" Bu Çınar'ı ben niye hiç duymamıştım? "Kocaman adam olmuşsun," dediğinde neden tanımadığımı anlamıştım.
"Ne zaman arasam meşgulsün be." Pera'ya uaklaşıp dostane bir tavırla sarıldı. "Öldüğünü falan sanmaya başlamıştım."
"Ben numaramı değiştirdim ya."
"Hiç haberim yok," dedi Çınar.
"10 yılı geçti görüşmeyeli, ne ara haberin olacaktı?"
"Çok oldu ya." Gözleri Oğuz'a kaydı. Oğuz şu an tam olarak kırmızı gören boğa gibiydi. "Erkek arkadaşın mı?"
Kısa bir duraksamanın ardından "Evet," dedi Pera.
"Demek bulmak istediğine kavuştun."
"Öyle." Tek kaşı havalandı. "Ee, sende yok mu birileri?"
"Nereden olacak, sap sap takılıyorum."
"Alvina," diyen Oflaz ile odak yönümü değiştirdim.
"Horluyor muyum ben?" Kaşlarım çatıldı.
"Horlamıyorsun galiba," dedim emin olamasam da. "Yani ben hiç duymadım."
"Horlasam duyardın?" Kafamı salladım.
"Duyardım." Masadaki boş kadehler oldukça fazlaydı. Bir garson resmen sadece bize çalışıyordu.
"Sizin Ares ne oldu?" Konu ilgimi çekince tekrar oraya döndüm.
"Selam söyle ona. Uzun süredir görüşmedik."
"Söylerim," dedi Pera. "Seni gördüğüme şaşırır muhtemelen." Oğuz bir Pera'ya bir Çınar'a bakıyordu.
"Bir ara buluşalım." Masaya yaklaşan Derya'yı görünce "Geliyor cenabet suratlı," diye söylendi. Bunu çok kişi duymamıştı. "Oflaz, akşam bir şeyler içelim." Kafasını salladı Oflaz. Çınar kaçmak misaliyle masamızdan ayrıldı.
Yekta ve Oğuz kitlenmiş gibi Derya'ya bakıyordu. O ise yanındaki kocasının elini tutmuş, arsızca yanımıza geliyordu.
"Merhaba gençler." 32 diş sırıtması da ayrı bir olaydı. Balık model gelinliğinin yakasını düzeltti. "Nasıl gidiyor, eğleniyor musunuz?" Oflaz'a bakmıyordu bile.
"Çook," dedi Yekta yapay bir tebessüm ile. "Harika zaman geçiriyoruz Derya hanım. Sayenizde."
"Ne güzel Yekta." Gülümsedi, bana döndü. "Elbisen çok yakışmış, göz alıcı olmuşsun." Soğukça gülümsedim.
"Oğuz, kadehini yeniletmelerini söylememi ister misin?" Oğuz kafasını iki yana salladı.
"İyiyim. Siz nasılsınız?" Tarık bey hepimize tek tek bakıyordu.
"İyiyim ben de, teşekkür ederim geldiğiniz için."
"Ne demek," dedi Erçil gülümseyerek.
"Derya, diğer davetliler bekliyor." Harikasınız Tarık bey. Karınızı alın ve uzaklaşın. Gülümseyerek yanımızdan ayrıldılar.
Çekinerek de olsa Oflaz'a baktım. Elinde bir kadeh vardı, dibini görmesi yakındı. Ve evet, dediğim gibi her an daha fazla yara alıyordu. Az önce annesi gelmişti, hemen hemen herkesle konuşup Oflaz'a bakmamıştı bile.
1 saat kadar boş boş ayakta beklemiştik. Arada yabancı insanlar bizi tebrik etmek için gelip gidiyordu.
"Oflaz," dedim kolunu tutarak. "Çok içtin." Kadehler masada yığınlaydı. Bana kısa bir bakış atıp elindeki kadehi de dikledi. Yanımıza gelen garsondan bir tane daha alacağı sırada elimi kaldırıp elini tuttum, garsona gülümsedim. "Almayalım." Garson da gülümseyip yanımızdan ayrıldı.
"Alvina." Tuttuğum elini bırakmak yerine sıkmaya devam ettim.
"Gerçekten fazla içtin Oflaz. Komaya girmek zehirlenmek mi istiyorsun?" Durgun bakışları yüzümde dolaştı.
"Umurumda değil, Alvina." Elini bu kez bıraktım.
"Benim umurumda Oflaz." Kollarımı önümde doladım. "Böyle sadece kendine zarar verirsin." Pera kısık gözlerle bize bakıyordu. Sorun olmadığını belli etmek için gülümdedim. Oflaz'ın bakışlarının üstümde olduğunu hissetsem de bakmadım.
"Oflaz," diyerek yanımıza gelen Çınar da sarhoş gibiydi. "Çıkalım mı?" Yanıt vermeden kafasını salladı.
Cebinden çıkarttığı araba anahtarını bana uzattı. "Sıraç ile de geçebilirsiniz." Gözlerim Yekta'ya kaydı. O da ayakta duramayacak hale geliyordu. Tek ayık olan Oğuz gibiydi.
Oflaz Çınar ile yanımdan geçtiğinde arkalarından bakıyordum.
"Endişelenme, ben de yanlarında olacağım," dedi Oğuz güven veren bir sesle. "Siz de otele geçersiniz yenge ya." Kafamı salladım. Yapacak başka şey vardı sanki.
"Yengelerim, biz geç gelebiliriz, sevgililerinizi beklemenize gerek yok." Güle güle Oğuz'un peşine takıldı.
"Pera, geçelim mi?" Bunu bekliyormuş gibi çantasını aldı. "Dian, aynı otelde miyiz?"
"Gelin, sizi de bırakırız." Gülümsedi.
"Biz taksi ile de geçeriz." Erçil'e tip tip baktı. "Hem sen de yorgunsun."
"Pekâlâ." Derya'ya veda etme gereği duymadan Pera ile çıkışa yöneldik.
"1 saatte 10 yıl yaşlanım," diye söylendi. "Böyle düğün mü olur?"
"Al benden de o kadar. İnsanların tebrikleri ile uğraştım durdum."
"Şanın her yere duyruldu," dedi gülerek.
"Öyle oldu gerçekten." Merdivenlerden inecekken duyduğumuz sesle duraksadık.
"Alvina." Bu ses Derya'dandı. "Birkaç dakika konuşabilir miyiz?"
"Yorgunum Derya hanım, daha sonra konuşsak?"
"Lütfen, sadece 5 dakika." Onaylayarak başımı salladığımda odalardan birisinin kapısını açtı.
"Pera," diyerek açıklama yapacağımı anladığında gülümsedi.
"Sen geç. Dinle karın ağrısını." Merdivenlere yanaştı. "Ben çıkışta beklerim seni." Stres ile dolu bir nefes verip arkamı döndüm, Derya'nın girdiği odaya girdim.
Klasik, düz bir otel odasıydı. Gözleri kapıyı işaret ettiğinde kapattım.
"Alvina, biraz yakınıma gelebilir misin?" Dediğini yaptım, birkaç adım yanına geldim. "Seni severim, bunu daha önce de söylemiştim."
Elini omzuma yerleştirdi, hafifçe sıkarken "Üzülmeni de istemem," dedi.
"Ne demek istiyorsanız açık açık söyler misiniz?" Derin bir nefes aldı.
"Bana nefretle bakma Alvina." Tek kaşım havalandı. "Annen bunu istemezdi."
"Size nefretle bakmamam için bir sebep bulun lütfen."
"Alvina, ben sandığın gibi kötü bir kadın değilim, oğlum da sandığın gibi iyi bir adam değil." Gözlerimi devirmemek için kendimi sıktım.
"Oğlunuzu nasıl biri olduğunu bilemeyecek kadar tanımıyorsunuz, Derya hanım. Kendi öz oğlunuzun canını yakmak için çaba sarf ediyorsunuz. Sizce iyi bir kadın, iyi bir anne misiniz?"
"Tamam, benim yanlışlarım var. Ama hiçbiri sana karşı değil Alvina."
"Ne fark eder? Sevdiğim adamın canı yandığında ben de yaralanmayacak mıyım?" Gözlerini belertip bana bakıyordu. Kolunu da omzumdan çekmemişti.
"Sevdiğin adamı tanımıyorsun ki aptal!" diye bağırmasını kesinlikle beklemiyordum. "Neleri sevdiğini, neleri sevmediğini bilmiyorsun. Bildiklerini, senden izinsiz öğrendiklerini tahmin bile edemiyorsun."
"Size ne bundan?" Onun aksine ben sakindim.
"Alvina, kendi hayatını mahvedeceksin!"
"Benim hayatım yeterince boktan zaten Derya hanım. İnanın, değişecek bir şey yok." Yüzündeki öfke gitgide büyüyordu.
"Sen öyle san Alvina." Tip tip baktım.
"Derya hanım, söyleyeceğiniz başka bir şey yoksa ben gitmek istiyorum." Kafasını salladı.
"Oflaz'ın senden sakladığı çok şey var Alvina." Elini çekti. "İnan, hepsini tek tek açıklardım ama bir anne olarak oğlumu seven tek kişinin onu terk etmesini istemem."
"Siz hâlâ anne olduğunuzu mu düşünüyorsunuz gerçekten? Doğurmak ile anne olunmuyor Derya hanım."
"Ben sana bir soru sorayım Alvina. Oflaz'ın en büyük hayalini biliyor musun sen?" Sessizce ona baktım.
"Benim bilmememden çok sizin bilmeniz şaşırtıcı sanırım." Güldü.
"Oğlumun en büyük hayali baba olmaktı, Alvina. Henüz 6 yaşındayken bile bunu istiyordu. Kendine ait bir bebeğinin olması, onunla güzel anılar biriktirmesi..." Yüzündeki tebessüm alaya kuşandı. "Sen bunu karşılayabilecek misin güzellik?"
"Ah Derya hanım, gerçekten yazık size." Yere çöküp ağlamamak için kendimi cidden zorluyordum.
"Günü geldiğinde ve Oflaz seni terk ettiğinde sana yazık olacak, Alvina. O gün ne demek istediğimi de, neden oğluma iyi davranmadığımı da anlayacaksın." Kafamı iki yana salladım. 1
"İnan, o gün hiç gelmeyecek ve ben seni anlamayacağım." Ellerim titremeye başladığında sertçe bacağıma bastırdım.
"Annen bu dediklerini duysa sana sadece hayal kırıklığı ile bakardı, Alvina." Gülümsedim.
"Annem bunları duysa benimle gurur duyardı. Sen annemi bunu bilemeyecek kadar tanımıyorsun." Bir şey daha söyleyeceği sırada parmağımı havaya kaldırdım, bir adım geri çıktım. "Oğlun kalbin kırılmasın diye burada sana kötü hiçbir şey söylemedi. Keza ben de bir saygısızlık yapmadım." Kafamı salladım. "Lütfen haddini aşma ve hayatına kaldığın yerden, oğluna ya da bana bulaşmadan devam et."
"Hiç sanmıyorum," dedi iddia ile.
"Ben de." Arkamı döndüm, dimdik durarak kapıdan çıktım. Merdivenleri inerken hiç olmadığı kadar zorlanmıştım.
Kapıya çıktığımda Pera yanıma geldi, kolumu tuttu. "Noldu?" diye sorarken içeri atakta bulunmak adına öne atılmıştı.
"Otele geçelim Pera." Derin bir nefes alıp kafasını salladı.
"Gel." Bana kuşkulu bakışlar atmayı sürdürürken arabaya ilerliyorduk. Arabayı kullanabilecek durumda olmadığımdan çantamı Pera'ya uzatıp arabanın arkasından dolandım, yolcu koltuğuna yerleştim. "Anlat."
"Kadın bir anda bana düşman oldu ya." Gaza yüklendiğinde sırtım koltuğa yaslandı. "Yok, Oflaz benden bir şeyler saklıyormuş, ben onu tanımıyormuşum falan."
"Bir de?" Yüzüme ısrarla bakmayı sürdürdü.
"Oğlunun en büyük hayali baba olmakmış, Pera." Derin bir nefes verdim. "Benim bu hayali gerçekleştiremeyeceğimden, onun günün sonunda beni terk edeceğinden bahsetti," derken gözlerim elbisenin gizlediği karnımdaydı.
"Sıçtırmasın ağzına." Birkaç saniye sessizlik oldu. "Öyle bir şey olmayacağını, Oflaz'ın senden gitmeyeceğini biliyorsun değil mi?"
"Mevzu onun benden gitmesi değil ki. Benimle olacağı bir gelecekte mutsuz, bir yanının eksik olacak olması."
"Vina, mantıklı düşün lütfen. Oflaz'ı silah zoruyla tutmuyorsun, kendi isteği ile sende kalıyor." Yutkundum. "Ayrıca anne olman imkansız değil."
"En mantıklı olanı benim ondan ayrılmam, Pera." Kaşları sertçe çatıldı. "Sanırım bir süre Rusya'ya döneceğim." Başımı pencereye çevirip hafifçe araladım.
"Oraya dönersen geri gelmezsin, Vina." Doğruydu. Burada kaçtıklarımla tekrar yüzleşmemek adına gelmeyedebilirdim. "Anlıyorum, her şey üst üste geldi ve kafanı dinlemek istiyorsun. Ama..."
"Pera, burada kaldığım sürece herkesin hayatı daha da çıkmaza sürükleniyor. En azından birkaç aylığına gitmem en iyisi." Bana yandan bir bakış attı.
"Suay ne olacak? Beni, Ares'i ve Yekta'yı arkanda bırakıp gidebilecek misin?" Aldığım nefes ciğerimi yakıyormuş gibi hissettim. "Sen Oflaz'ı bırakabilecek misin?" Son söylediği uzun süre düşünmeme sebep oldu. Benim için Oflaz neydi? Onu bırakmaktan geçtim, bırakma düşüncesi bile nasıl canımı yakabilirdi?
"Ben ne yapmam gerektiğini de anlayamıyorum." Arkamızdan korumaların olduğu bir araba geliyordu. "Sanki her şey yanlış, tek bir doğru yok."
"Yapman gereken tek şey kendini yormaman." Gözleri yolda olsa da odağı bendeydi. "Doğru düzgün yemek bile yemiyorsun. Tamam, bu önceden de böyleydi. Fakat özellikle son zamanlarda kendine hiç değer vermiyorsun." Küçük bir çocuğun annesini dinlemesi gibi dinliyordum onu. "Yaptığın şeyleri yapmamaya başladın Vina. Senin bir hayatın, rutinin vardı. Matt'in yanındayken gittiğin toplantılar, duruşmaların vardı."
"Her şeyden kaçıyormuşum gibi," diye mırıldandığımda kafasını salladı.
"Her şeyden, Vina. Benden bile." Virajı döndü. Otele yaklaşıyorduk. "Hector'ü de görmüyorsun, yanına gitmiyorsun."
"Yekta'nın evindeydi." Gülümsedi. "Gece sürekli kapılara bakıyor, seninle yaptığı gibi uyumak istiyor. Özledin sanırım." İster istemez gülümsedim. "Vina, parmağındaki yüzük mü?"
"Ne yüzüğü?" Otelin önünde durduğumuzda vale anahtarı aldı.
"Oflaz verdi, çok küçükken yapmış," diye açıklama yaparken içeri yürüyorduk.
"Anladım." Asansöre bindik, çıkacağımız katı tuşladık. "Oturur muyuz biraz?"
"Olur," dedim kafamı sallayarak. Asansör Pera'nın odasının olduğu katın önünde durunca inip yürümeye başladık. Ayakkabılarım bile ağır geliyordu.
"Bir şeyler yiyelim mi?" Odaya girip kapıyı kapattık. Direkt yatağın köşesine oturup ayaklabılarımı çıkarttım.
"Dışarıdan söyleriz," derken paltosunu çıkarttı. "Ne yiyoruz?"
"Pizza olur mu?" Yanıt olarak başımı salladım. Bu saatte başka bir şey yiyebileceğimi sanmıyordum. Pera sipariş için telefonla konuşurken saçımdaki tokayı çıkarttım.
"Ne zaman gelirmiş? Duşa girecektim."
"Sen gir, yarım saati geçermiş." Kirlendiğimden ziyade gevşemek için girmek istiyordum. Günün yorgunluğunu atmam için şarttı.
Çantamdan eşofman takımı ve iç çamaşırımı alarak banyoya girdim. Üstümdeki tüm kıyafetleri fırlatmak misaliyle çıkarttım. Oflaz'ın verdiği yüzüğü dolabın üstüne bıtaktım. Tamamen çıplak kaldığımda yanımdaki makyaj temizleme jelini yüzüme sürdüm, güzelce ovaladım.
Su ne sıcaktı ne soğuk. Belki ılıktan biraz sıcak.
Saçımdan akan giden sanki su değil; kandı, çamurdu. Ben o batağa girmiştim, her yere yanımda götürmek üzere kiri yanıma almıştım. Sanki her yerim lekeydi, kanlar tenime kazınmıştı.
Kalbimin duyduklarından dolayı ağladığını hissediyordum. Kalp hiç ağlar mıydı?
Yaşadıklarım, bana layık görülenler hiçbir zaman iyi değildi, zorunda kaldığım ve mecbur olduklarım berbat ötesiydi.
Bana biçilen hayatta mutluluğa, sevilmeye yer yoktu. Belki de bu yüzden günden güne hayattan ve yaşamdan nefret ediyordum.
Yaşadıklarıma nasıl dayanabildiğimi ben de bilemiyordum. Hiçbir şey olmamış gibi dimdik durmayı nasıl becerdiğimi bilemiyordum.
Gözlerim karnımdaki bıçak izine takıldı. Daha büyük, derin yaralarım da olmuştu ama en acıtanı buydu. Çünkü acı bu sefer hem fiziksel hem de ruhsaldı.
Canım öyle çok acımıştı ki ben bazı şeyleri yaradan sayamamaya başlamıştım.
Evet, bir insanın annesinin mezarını dahi bulamaması çok kötüydü. Evet, bir insanın bebeğini kaybetmesi çok kötüydü. Evet, bir insanın amcası tarafından hayatının mahvolması çok kötüydü. En kötü olan ise bunların ve daha nicesinin tek bir kişinin başına gelmesiydi.
Şöyle bir bakınca yaşamak için düzgün bir sebep bulamıyordum. Kendim için yaşadığımı da söyleyemezdim. Belki de annemin yaşayamadığı hayatı yaşamayı kendime borç olarak görmüştüm. Belki de sadece ölmekten korkuyordum.
Henüz küçük bir çocukken elimden alınan oyuncakların yokluğunda karanlıktaydım. Etrafımda hiçbir ışık yoktu. O zamanlar dahi hevesim yoktu yaşamaya dair.
Şimdi ise nadiren de olsa kalbim pır pır atıyordu. Karnımda varlığını unuttuğum kelebekler kanat çırpmak için ant içmiş gibiydi. Bu hisse kesinlikle yabancıydım. Ki belki de öyle kalmam gerekiyordu.
Suyu kapatıp banyodaki havluya sarındım, duştan çıktım. Hızlıca kurulanıp üstümü giydim. Bol bir eşofman, rastgele bir badi giymiştim. Kıyafet seçme derdime yönelemeyecektim. Yüzüğü de yeniden parmağıma taktım.
"Vinaaa!" diye seslenen Pera ile banyonun kapısını açtım. Pizzalar gelmişti, Pera masayı hazırlamıştı.
Saçıma sardığım havluyla yatağa oturdum, çantadan çıkan rastgele çorapları giydim. Odada giymemiz için olan terlikleri de ayağıma geçirip masaya ilerledim. Sandalyeye olabildiğince saçma bir şekilde tüneyip Pera'ya baktım.
"Nasılsın?" Bu soruyu sormamı beklemiyor olsa ki kısa bir an duraksadı. Pizza paketini açıp ilk dilimi bana uzattı. Gülümseyerek pizzayı aldım. Canım istemeye istemeye küçük bir lokma ısırdım.
"Ben iyiyim, Vina. Sen de öyle olmalısın." Yüzüme baksa da ben ona bakmadım.
"Olacağım," dedim buna inanmak isteyerek. "Olmalıyım, Pera. En azından sözlerimi tutabilene kadar."
"Matt bir mezar bulmuş," dediği anda ağzımdaki lokmayı yutamayacağımı düşündüm. "Ama hiçbir şey net değil. Araştıracağını söyledi."
"Sanırım boşuna heveslenmemem gerekiyor," diye mırıldandım.
"Öyle." Bir ısırık daha aldım. Normalde severek yiyeceğim bir şey şimdi boğazımı yakıyordu. "Vina, aslında Rusya'ya gitme fikri pek kötü değil." Gülümsedim tekrar. "Evet, arkada kalan insanlar olacak ama sana iyi gelmeyen bir yerde kalmamızın bir manası yok."
"Ares ne düşünür acaba?" Omuz silkti.
"Ares bu aralar hiçbir şey düşünemiyor." Kaşlarım havalandı. "Çok yorgun, bıkkın. Her şeyden nefret ediyor, tahammülü yok gibi davranıyor."
"Bilmiyorum. Sorgulamaya çalıştığımda kaçıyor." Bu ondan beklenecek bir şey değildi. "Sen de döndüğümüzde konuşmayı denesene. Belki sana anlatır."
"Şimdi arasam yüzüme kapatır." Başını salladı. "Yarın dönüyoruz sanırım. Gece konuşurum o ile."
"İyi olur." Dilimimin bittiğini gördüğünde bir tane daha uzattı. İtiraz etmek için konuşacağım sırada kaşları çatıldı. "Ye bunu, Vina. Bayılıp kalacaksın açlıktan."
"İnan canım istemiyor." Israr edince mecburen dilimi aldım.
"Nerede benim obur Vina'm? Nerede her yemekten 2. tabağı isteyen küçük canavarım?" Güldüğünde ben de gülmek istedim. Fakat bir kere içimden gelmiyordu. Gülümseyebildim.
"Bir tabağı zor yiyorum artık," diye hayıflandım. "Gerçekten değiştim galiba."
"Ben bu değişimi sevmedim, onaylamadım; haberin olsun." Ağzımdaki lokmayı çiğnedim. "Kar oynamaya gidelim mi?" Ani sorusuyla yüzüne alık alık baktım.
"Kartepe olur. Uludağ olur." Hevesle baktı. "Gidelim mi? He? Gidelim dimi?"
"Vina, ne bu halsizlik bebeğim? Niye bir anda modun düştü?"
"Pera," dediğimde konuşmaya devam etti.
"Hayır, sen iyi değilsin." Ayağa kalktı. "Aklını dağıtmak için saçma sapan konular açıyorum, düzgünce ilgilenmiyorsun bile."
"Kalk, biraz uyu o zaman. Ben seni bu hâlde görmeyi sevmiyorum." Elini koluma koydu, hafifçe sıktı. "Hadi, dinlen biraz." Ben de ayaklandığımda karşısında birkaç saniye sessizce bekledim, sonra daha fazla dayanamayıp kollarımı boynuna sardım. Bunu bekliyormuş gibi bana sarıldı. "Birtanem..."
"Her şey üst üste geliyor," derken gözümden akan yaşlara hakim olamıyordum. "Amcamın çıkması, babamın anlattıkları, varlığı kesin olmayan abim... Ben artık kaldıramıyorum." Sırtımı sıvazlarken sessizdi. "Yaşamaya dair en ufak isteğim kalmadı Pera."
"Bunlar çok ağır, ben bunları hak etmiyorum." Kimeydi sitemim?
"Biliyorum." İçli içli ağlamama devam ederken sessizce beni dinliyordu. Kapı çalındığında irkildim, geri çekildim. Elimle gözlerimi silerken Pera kapıya gidiyordu. "Oğuz?" dedi kapıyı açtığında.
"Yengem burada mı?" Pera arkadını dönüp bana baktığında kapıya ilerledim. "Heh, yenge." Yüzüme baktığında kaşları çatıldı. "Noluyor be?" Bir yanıt vermediğimizde derin bir nefes verdi. "Alvina, Oflaz..." Yüzüme endişe yerleştiğinde gülümsedi. "Seni çağırdı, odanın kartı sendeymiş sanırım." Kafamı salladım, odaya girip çantamı aldım.
"Pera," diye açıklama yapacağım sırada Pera göz kırptı. Anlamasam da büyük adımlarla koridorda ilerledim.
Alt kata inerken ayağımda yumuşak terlikler vardı, defalarca kez kaymışlardı.
Odanın olduğu araya girdiğimde kapının önünde bekleyen Oflaz'ı gördüm. Bana sırtı dönüktü, önüne bakıyordu. Adımlarım hızını kaybetmezken yanına ilerliyordum. Çantadan çıkarttığım kartı kilide yerleştirirken ona yakındım, alkol kokusu genzimi yakıyordu. Kapı ufak bir gürültüyle açıldı, kenarı çekildim.
Oflaz içeri girdiğinde kapıyı kapatmasını beklediğimden yüzüme beklentiyle baktığında afalladım. Kapının ağzında durmuş, fazla alkoldan kızaran gözlerini bana dikmişti.
Sessiz isteğini konuşmadan yerine getirdim. İçeri ilk adımımı attığım anda kapıyı örttü.
Odanın ortasında öylece dikilip birkaç saniye ona baktım. Onu ilk defa böyle görüyordum. Sanki omuzları bile düşmüştü.
"Oflaz?" Kaşları çatık duruyordu. Muhtemelen başı da ağrıyordu. Üstündeki ceket artık yoktu, gömleğin de pek gideri kalmamıştı. Elini ensesine atıp bekledi, sonra çantasından aldığı kıyafetler ile banyoya yöneldi.
Beni neden buraya çağırmıştı? Yalnız mı hissediyordu, gitsem kırılır mıydı?
Kafamı iki yana sallayıp makyaj masadına oturdum. Sabah bıraktığım tarağı tekrar elime aldım. Saçlarıma sarılı havluyu bir kenara koyup yavaşça saçlarımı taradım. O sırada banyodan su sesleri gelmeye başladı.
Bu kez pek dolaşmadıklarından işim uzun sürmemişti. Omzumdan aşağı doğru yol alan saçlarımı düzelttim, beklemeye devam ettim.
10 dakika kadar bir sürenin ardından Oflaz duştan çıktı. Üstünde bir sweatshirt altında eşofmanı vardı. Yüzü yorgunluğunu dışa vurabiliyordu.
"Kahve ister misin?" diye mırıldandığımda kafasını iki yana salladı. Yatağın üstündeki örtüyü çekti, kendini atmak suretiyle uzandı. "Başın mı ağrıyor?" Yattığı yerde yana doğru kayıp kısık gözleriyle bana baktı. Yanında olmamı mı istiyordu?
Yatağa yaklaştım fakat uzanmadım. Sırtımı başlığa yaslayıp rahat bir şekilde bağdaş kurdum. Sessizce birbirimizi izlerken sessizliği böldüm.
"Duş almana rağmen alkol kokusu üstünden çıkmamış," dedim çatık kaşlarımla. "Ne kadar içtin sen? Komaya mı girmek istiyorsun?"
"Bilmem," dedi değişik bir sesle.
"Bilmem," diye söyledi yeniden.
"Aç mısın, bir şeyler ister misin?" Gözlerine bakmak bile istemiyordum çünkü kıpkırmızı olmuşlardı.
"İstemiyorum." Saçlarıma baktı, inceledi. "Kesmesene."
"Saçlarını," dedi açıklayarak. Şaşkınca bakındım. "Uçlarından bile kesme, Alvina." Odağı yüzüme kaydı. "Sana yakışıyor."
"Diyorsun," dedim gülümseyerek. Kaşları biraz daha çatıldı.
"Yoooo," diye yanıtladım. "Ben üşümüyorum." Üstündeki örtüyü biraz daha çekiştirdi. "Ateşin mi var?"
"Yoktur." Buna pek inanmıyordum. Zira kızaran gözleri de ortadaydı.
Elimi uzatıp tersini alnına yerleştirdim. Anında kaşlarım çatıldı. Ateşi vardı, düşük bir seviyede olduğunu da sanmıyordum.
"Kalk, Oflaz." Sorgulayarak baksa da yerinde doğruldu. "Çıkart üstünü."
"Hadi!" diyerek çıkıştım. "Havale mi geçirmek istiyorsun?" Daha fazla sorgulamadan soyundu. Göğüs kasları ve omuzları ortaya serildiğinde oraya bakmamak için çaba sarf ediyordum. Eşofmanını çıkartmasını söylemediğim için ne yapması gerektiğini söylememi bekliyordu.
"Üşüyorum." Omuz silktim, üstüne örttüğü battaniyeyi aldım. "Alvina."
"İlaç aldıralım," diyerek ayaklanacağım sırada elini bileğime attı.
"Gerek yok." En tip bakışımı attım.
"Yanıyorsun, nasıl gerek yok?"
"Önemli değil," deyip uzandı. Elini bileğimden çekmemişti.
"Oflaz, bu gece sabrımı mı sınıyorsun?" Kaşları havalandı.
"İlk defa ateşim çıkmıyor, Alvina. Birazdan geçer." Bir şey söylemeden oturmaya devam ettim. Battaniyeyi tekrar üstüne aldığını gördüğüm an ellerimi kollarına koydum.
"Of!" diye sitem ettiğimde hızlıca elindekini bıraktı. "Madem ilaç içmiyorsun, don o zaman! Örtü falan yok sana." Yatakta aşağı doğru kayıp yan bir şekilde uzandım. Yüzü yüzüme hizzalıydı.
"Çok mu üşüdün?" diye sordum içimdeki dürtüye engel olamayarak. Kafasını salladığında amaçsızca tavana baktım. Sonra yavaşça ona yaklaştım, kolumu karnı ile göğüsü arasında bir yere yerleştirdim. Omzuna gelen parmaklarım hafif bir baskı uyguluyordu. "Işığı kapat ve uyu hadi." Yutkundu, derin bir nefes aldı. Yatağın yanındaki tuşa uzanmak için doğrulduğunda kolumu vücudundan çektim.
"Soğuk mu oldu?" diye söylendi. Derin bir nefes verip tekrar aynı şekilde yattım. Dolaylı yoldan sarılıyordum. "Gitmeyeceksin değil mi?" Karanlığa rağmen gözlerini seçebilmiştim. İçinde istek, umut vardı.
"Gitmeyeceğim," dedim. "Hasta olmuşsun, seni bırakıp nasıl gideyim?" Yarım ağız gülümsedi. Yüzüne bu kadar yakın olmasam seçemeyeceğim dudaklarına uzunca baktım.
"Gitme." Hâli de yoktu. Aslında konuşmak, onu dinlemek istiyordum ama sanırım ne yeri ne zamanıydı. "Alvina."
"Sonra da gitmeyeceksin değil mi?" Duraksadım.
"Bunun sözünü veremem, Oflaz."
"Gitmeni istemiyorum," dedi ciddi bir sesle. "Nereye olursa olsun, Alvina."
"Bazen," diye mırıldandım. "İstemediğimiz şeyleri kabullenmek ve alışmak zorunda kalabiliyoruz, Oflaz." Elimin altındaki kaslarının gerildiğini hissettim.
"Buradan gitmek istiyorum." Nefes almayı dahi bırakmıştı sanki. "En azından bir süreliğine."
"Niye, Alvina?" Göğsündeki ateş giderek artıyordu. Duyduklarının etkisi de olabilirdi.
"Her şey üst üste geliyor, biraz uzaklaşmam lazım."
"Benden mi?" Sarhoş olduğunda jetonu sanırım 8 köşeydi.
"Belki senden, belki kendimden Oflaz." Derin bir nefes aldı.
"Ben uzun bir zaman sonra ilk kez seninle güldüm, Alvina. Yaşadığımı, hayatta olduğumu hissettim." Yutkundum. "İlk defa bir kadına bu kadar bağlandım, minnet duydum." Sesi de kısılmıştı. "Senden ayrı kalmaya tahammülüm yok." Kesinlikle nefesimi kesmeyi hedeflemişti.
"Dönmemekten ya da vedadan bahsetmiyorum, Oflaz. Sadece bir süreliğine..."
"Ya bir gün sen gidersen?" diye sordum aniden. "Benden uzak bir yerlerde olmak istersen?" Bunların dilime ulaşabilmesi şaşırtıcıydı. 4
"İstemem." Nasıl böylesine emindi, anlamıyordum.
"Günün birinde bu fikrin değişirse?"
"Değişmez." Netti. "3 yaşında bir çocuk değilim, Alvina. Ne istediğimi biliyorum."
"Sanmıyorum," dedim hafifçe doğrulup yüzüne bakarak.
"İma etmek istediğim tek şey bizden olmayacağı." Elimi elektrik çarpmış gibi üstünden çektim. "Biz zıt kutuplardayız, Oflaz. İkimizin hayatı da birbirinden berbat." Alttan alttan baktım yüzüne. "Sen beraber olacağımız bir gelecek hayal edebiliyor musun?"
"Zıt kutuplar birbirine aittir, Alvina. Aralarında çekim vardır." O da doğruldu. "Gelecek konusuna gelirsek, ben hayal etmiyorum." Gözleri dudaklarıma kaydı. "İnanıyorum, biliyorum. Ben sensiz olacak bir yaşam istemiyorum. Hayır, buna ihtiyacım yok." Mal gibi kalmıştım. Sadece bakabiliyordum. "İhtiyacım olan tek şey sensin ve beni bundan esirgeyemezsin."
"Oflaz-" Cümlemi bölen şeyin kesinlikle başka bir şey olmasını istemezdim. Zira kalbim hiç atmadığı kadar istekli, hızlı atıyordu.
Dudakları dudaklarımla buluştuğunda gözümden bir damla yaş süzüldü. 1
Bir yandan onu öperken bir yandan da ağladım.
Kâh gerçekleştiremeyeceklerimize, imkansızlarımıza.
Kâh mutluluğuma, heyecanımıza.
Bu her açıdan vedaydı. 1
Ya burada kalıp hayatımın kayışını izleyecektim ya da gidip ruhuma azap çekitirecektim.
Hangi türde canım daha az yanardı?
Çünkü eğer gidersem, arkada kalacak bir Oflaz vardı. O küçük erkek çocuğu sıkıca elimi tutumuştu ve gitmememi diliyordu. 2
Uzun ama durağan bir bölümdü, beğendiniz mi? 🥹2
Hepinizi çoook seviyorum ballarım.2
Öptüm! 💋❤️🔥1
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
981 Okunma |
76 Oy |
0 Takip |
20 Bölümlü Kitap |