20. Bölüm

20. Bölüm: Araf

Leddy 🥂✨️
leddyasteria

Merhaba!

 

Nasılsınızz?

 

Aslında bu bölüm bayram sonrasına kalacaktı ama bir güzellik yapmak istedim (şüpheli).

 

Bayramınız kutlu olsunn şekeeerlleerrrim benimm 🍬💋🫶🏼

 

Öptüm hepinizi! ❤️‍🔥

 

---🪷🥂

 

Zihnimdeki düşüncelerin yoğunluğundan gözlerimin net göremediğini düşünüyordum. Belki de öyle umuyordum. Ama hayır, tam şu anda saçma sapan ağlıyordum.

 

Birkaç saat önce Pera'nın yanında ağlamamın etkisi de olabilirdi. En azından ben böylesini isterdim.

 

Oflaz'ın dudaklarının bahşettiği yoğun duygulardan kendimi mahrum bırakmak suretiyle geri çekildim. Tabii, buna geri çekilmek denirse.

 

Yüzüne bakmadan yatağa yattım, başım başının yanına düştü. Gözlerimi kapatıp derin nefesler aldığımın farkında olmalıydı. Başını yan bir şekilde çevirdiğinde burnu saçlarımın arasına dalmıştı.

 

Ne hissetmem gerektiğini kestiremiyordum. Ne yapmam gerektiğini zaten uzunca bir süredir bilmiyordum.

 

Anlayabildiğim tek şey, Oflaz ile her yakın olduğumuzda kalbimin bana ihanet edip deli gibi attığıydı.

 

"Alvina." Süregelen anlamsız sessizliği bozmuştu. Kendimi kastığımdan mıdır bilinmez, gözlerim dolu olsa da yaşlar akamıyordu. "Gitmezsin değil mi?"

 

"Küçük bir çocuk gibi defalarca soracak mısın?" dedim yapay bir sitemle.

 

"Evet, gitmeyeceğini söyleyene kadar soracağım." Uyuşan dudaklarımı birbirine bastırıp nefesimi düzene koymaya çalıştım. "Sen bu histen uzak kalabilecek misin?"

 

"Denerim," diye mırıldandığımda gözümdeki damla özgürlüğüne kavuştu. "Oflaz, aynı konuyu defalarca açıp tartışmak istemiyorum. En azından şimdi konuşmayalım." Sessiz kaldı. Dikkatimi dağıtan şey parmağımdaki yüzüğün varlığı oldu. "Oflaz."

 

"Alvina?"

 

"Bu yüzük... Neden yapmıştın?" Derin bir nefes verdi.

 

"Anneler gününde yapmıştım." Burnunu saçlarımda hissetmeye devam ediyordum. "Başka hediye alacak imkanım yoktu." Kelimeleri yuvarlayarak konuşsa da anlayabiliyordum. "Sever diye düşünmüştüm. Çocukluk aklı işte."

 

"Vermedin mi?" Birkaç saniye sustu.

 

"Verdim." Şu an yüz ifadesini göremiyordum ve bu en iyisiydi. Acısını duymak bile beterken izlerini görmek dayanılmaz olurdu. "Fakat o beğenmedi. Haksız da sayılmaz, saçma sapan bir şey işte."

 

"Oflaz," deyip elimi omzuna yerleştirdim. Teni hâlâ sıcaktı. "Eğer annen normal biri olsaydı bu yüzüğü parmağından bir kez olsun çıkartamazdı, kıyamazdı." Parmaklarım omzunda gezindü. "O iyi bir anne değil, sen de bunu biliyorsun. Fakat bilmene rağmen hâlâ kendinde suç bulabiliyorsun."

 

"Ben doğmasaydım düzenine devam edecekti, bir gün olsun üzülmeyecekti Alvina. Hayatının orta yerine doğup her şeyi bok eden benim." Sinirle nefesimi verdim.

 

"Seni doğurmayı seçen kişi de o kadındı Oflaz." Nasıl olurdu da kendini suçlardı? "Ayrıca iyi ki doğmuşsun ve beni bulmuşsun."

 

"İyi ki mi bulmuşum seni?" Takıldığı tek şeye gülümsedim. "Keşke olmadım mı yani?"

 

"Ben başka şeyler de söylemiştim," dedim eğlenen bir tınıyla. "Ve evet, iyi ki bulmuşsun beni."

 

"Bana sabah da söylesene bunu." Güldüm.

 

"Hatırlarsın ya." Derin bir iç çekti.

 

"Umarım." Başka bir şey söylemediğimizde saçlarımla ilgilenmeyi sürdürdü. Sanki her telinde başka bir koku varmış gibi kokluyordu. "Alvina."

 

"Hım," diye mırıldandım.

 

"Saçlarımla oynasana." Yine sarhoş değilken istemeyeceği şeylerden biri olabilirdi. Ben bunu yaptığımda kızmıyordu ama kendisi istemiyordu da.

 

"Gel." Sırt üstü uzandığımda yatakta aşağı doğru kaydı. Başını göğsüme yaslayıp yan bir şekilde çevirdi. Ayakları yataktan sarkıyordu. "Ateşin düşmüş biraz." Bir elimi nemli saçlarının arasına daldırdığımda başını daha çok yasladı. Diğer elimi de çıplak sırtına yerleştirdim. "Küçükken saçların daha açık kahveymiş," diye mırıldandım. "Yüz mimiklerin bile daha farklı." Fotoğraftaki küçüklüğü aklıma geldi. Elim saçlarında durmaya devam etti.

 

"Senin saçların da daha dalgalıymış," dedi uykulu bir sesle.

 

"Öyleydi." Elim sırtında gezinirken bir yara izinin üstünde durdu. "Bu nasıl oldu?" Derin bir yaraya benziyordu.

 

"Eğitim gibi bir şeyden bahsetmiş miydim?"

 

"Hayır," dedim hatırlamayarak.

 

"Biliyorsun, örgütlerdeki liderler önce bir eğitimden geçiyor." Sarhoş iken galiba her soruma yanıt alabiliyordum.

 

"Oflaz, Matt'de böyle hiçbir iz yok." Sırtının üstünde birçok çizik vardı. Fakat ne Matt'de ne de başkasında görmüştüm.

 

"Benim eğitimim biraz farklıydı, Alvina."

 

"Anladım," diyebildim. Ona nasıl muamele ettiklerini merak etsem de sustum.

 

"Sen neden durgunsun?" diye sorduğunda duraksadım. "Ben giderken böyle değildin."

 

"Yorgunum sadece." Elimi sırtında bir yere sabitledim. "Uykun gelmedi mi senin koca adam?" İyice yerleşti. Göğsümde yatsa da ağırlığını vermiyordu.

 

"Geldi." Parmaklarım saçındayken gülümsedim.

 

"Neden uyumuyorsun o hâlde?"

 

"Seninle konuşmak uyumaktan daha güzel," dedi net bir sesle.

 

"Saçmalasam bile mi?"

 

"Sesini seviyorum," dediğinde yutkundum. Bu cümle kesinlikle kalbime alarm gönderiyordu. "Alvina."

 

"Efendim?" Sırtındaki sıcaklık gitgide düşüyordu.

 

"Anlatsana bir şeyler." Kısa bir anlığına düşündüm. Ne anlatabilirdim? Aklıma gelen şeyle duraksadım, derin bir nefes aldım.

 

"Anlatmayacağım ama bir şey soracağım."

 

"Sor." İyice mayışmıştı.

 

"Annenle konuştum." Başını kaldırıp bana baktı. Yüzünde tuhaf bir ifade vardı.

 

"Ne konuda?" Gözlerine baktım.

 

"Senden uzak durmamı istedi." Kaşlarını çattığında sinirli olduğu aşikardı. "Sonra tartıştık biraz."

 

"Neden?" Sesinden de öfke akıyordu. Sanki uykusu bile geri gitmişti.

 

"Benden bir şey saklıyor musun Oflaz?" Yüzündeki ifade milim değişmediğinde kafamı iki yana salladım. "Böyle bir şeyler ima etti."

 

"Senden bir şey saklamıyorum, Alvina." Gözleri kısıldı. "Başka ne dedi?"

 

"Hiç," dedim küçük bir gülümseme ile.

 

"Alvina." Israrla yüzüme baktı. "Başka ne dedi?"

 

"Bir gün ayrılacağımızdan," deyip gözlerimi kaçırdım. "Senin günün birinde benden gideceğinden, terk edeceğinden bahsetti." Hayır, diğerlerini söylemeye dilim varmıyordu.

 

"Kendi inanmak istediği şey bu." Onaylayarak kafamı salladım. Tekrar yerini aldı, başını göğsüme yasladı. "Daha önce de söylediğim gibi, Alvina. Senden gitmek gibi bir niyetim yok." Benim inanmak istediğim de buydu.

 

"Pekâlâ, konuyu değiştirelim." Şu an aldığı her nefes derindi. Sanki dinleniyor, soluklanıyordu. "Döndüğümüzde Meyra'ya gideceğim. Sen de gelmek ister misin?" Ona olan sözümü tutmak istiyordum.

 

"İsterim."

 

"Suay'ı ne zaman Yekta'ya söyleyeceğiz?" dedim konudan konuya sekerek. "Söylemek zorunda değiliz ama bir gün öğrenirse..."

 

"Önce arkadaşına söyle, durumu anlat Alvina." Ona bunu açıklamak oldukça zor olacaktı. "Ters bir tepki vermezse Yekta'ya öyle anlatırız."

 

"Oflaz, Suay'ın en çok isteyeceği şeylerden biri Yekta ile konuşmak ve ona yaşadıklarını anlatmak." Açıkça söylemese de biliyordum. Hâlâ Yekta'yı seviyordu o. "Ama Yekta nasıl karşılar? Onunla konuşmak ister mi?"

 

"İster, Alvina. O Suay'ı unutamadı. Yine de nasıl karşılar, bilmiyorum."

 

"Suay'ı kıracak tek bir kelime söylerse Kutay'ın elinden kurtulamaz. Kardeşinin gözünden düşecek tek bir yaşa tahammülü yok." Bunları konuşmanın ne ona ne de bana faydası vardı. O da bunu biliyor olsa ki konuyu değiştirdi.

 

"Alvina, gitme tamam mı?" Sustum. Bu sorunun cevabını kendime de açıklayamıyordum. Cevap vermediğimde o da sustu. Zaten kelimeleri tam olarak telaffuz edemiyordu. Bazılarını yuvarlıyordu.

 

Elini elimin üstüne koyup derin bir nefes aldı. Gitmemi engellemek için miydi bu yaptığı...

 

Bir süre sonra nefes alışverişi düzene girdi. Uyuduğunu anlayabilmiştim.

 

Ateşini kontrol etmek için elimi şakağına, oradan da alnına koydum. Daha iyiydi. Onun da dediği gibi ilaca gerek kalmadan geçecekti.

 

"İyi geceler Oflaz," diye fısıldadım kulağına doğru. Kucağımda yatan kocaman bir adam vardı, ben onu sıkıca sarmıştım. İşin ilginç yanı da onun da benim de hiç şikayetim yoktu.

 

Benim için de yorucu bir gün olduğundan uykuya dalmam uzun sürmemişti. Fakat uykum ilk defa bu kadar hafifti. Sürekli diken üstündeydim. Belki de saat başı uyanmıştım. Neden olduğunu da bilmiyordum. Uyanmıştım, etrafa bakıp yeniden uyumuştum.

 

Tuhaftı. Diğer her şey gibi.

 

Gece tek uyanan ben değildim. Oflaz da birkaç kere uyanmış, başını kaldırıp orada olup olmadığıma bakmıştı. Tek gözü açık hâldeyken komikti ancak benim gülecek durumum yoktu.

 

Şu an ise uyanmıştım, boş boş bakınıyordum. Dün gece yattığımız pozisyonu bozmamıştık. Hâlâ birbirimize kenetliydik. Nasıl oluyordu da hareket etmeden, deli gibi tepinmeden uyuyordum, onu da bilmiyordum.

 

Öğlen olmuştu. Belki uçağın saati de geçmişti. Ancak Oflaz öyle huzur içinde gözüküyordu ki uyandırmaya içim el vermiyordu.

 

Düşünmekten başımı ağrıttığım sırada kapı çalındı. Oflaz yerinde kıpırdandığında uyanıp uyanmadığına baktım.

 

"Vina, hadi gelin. Çıkacakmışız birazdan." Pera'ydı konuşan.

 

"Geliyoruz," diye seslendim sesimi yükselterek. "Oflaz," dedim daha sakin bir sesle. "Hadi uyan." Parmağımın ucuyla hafifçe omzunu dürttüm. "Oflaaaaz." Başını nihayetinde kaldırabilmişti. Gözlerini yüzümde gezdirdi, hafifçe gülümsedi. "Günaydın."

 

"Günaydın," dedi ayağa kalkarak. Vücudu doğrudan gözlerimin önüne serilmişti. Şöyle bir bakıyordum da, kusur bulmak için çaba sarf etmek lazımdı. Keza bulunamayacağına da kalıbımı basardım.

 

Ben de ayağa kalktım, saçlarımı ve kıyafetimi düzelttim. O sırada Oflaz lavabodan çıktı. Bu kez de ben ilerledim, lavaboya girdim.

 

Aynadaki yüzüme bakarken içimi şaşkınlık kaplıyordu. Neden boş boş sırıtıyordum? Şaka gibiydi, gerçekti. Uzun zaman sonra ilk defa bu denli mutlu uyanmıştım.

 

Elime aldığım suyu yüzüme çarptım, birkaç saniye öylece bekledim.

 

Bana neler oluyordu? Kalp doktoruna falan gözükmeli miydim?

 

Fazla oyalanmadan lavabodan çıktım. Oflaz üstüne tişörtünü giyiyordu. Eşofmanını çıkartmadığından ben de kıyafetimi değiştirmekten vazgeçtim.

 

"Şimdi direkt gidiyoruz değil mi İstanbul'a?" Odanın köşesindeki telefonumu aldım. Burada başka eşyam kalmamıştı.

 

"İsterseniz birkaç gün kalabiliriz."

 

"Gitsek daha iyi olur, Oflaz." Ayağımdaki terliklere baktım. Gece diğer odadan apar topar geldiğimden dolayı değiştirememiştim.

 

"Nasıl istersen." Eline telefonunu alıp kapıya ilerledi. "Sen bekle, ayakkabını getireyim." Bir şey dememe fırsat kalmadan odadan çıktı.

 

Kendi kendime sırıtarak yatağın köşesine oturdum, ayağımdaki terliklere bakmayı sürdürdüm.

 

Çok geçmeden geri döndüğünde elinde ayakkabılarım ve kabanım vardı. Yanıma kadar geldi, ayakkabılarımı ayağımın ucuna bırakıp yanıma oturdu.

 

"Teşekkür ederim," diye mırıldandım ayakkabımı giyerken. İşim bittiğinde dik bir şekilde oturup boş boş etrafa bakındım. "Kıyafetlerimi değiştirmeme gerek var mı?" Tek kaşı havalanırken vücudumu şöyle bi süzdü.

 

"Yok."

 

"Gidelim mi?" Kafasını sallayıp ayağa kalktı. Bu kez çıkmak için beni bekliyordu. Kabanı koluma alıp yürüdüğümü görünce kaşları çatıldı.

 

"Alvina, üşüyeceksin." İtiraz edeceğimi anlamış olsa ki kabanı elimden alıp düzeltti, önce sağ sonra sol kolunu giydirdi. Karşı çıkmak gibi bir zamanım da olmamıştı. Önündeki 2 düğmeyi de bağladığında ofladım.

 

"Otel çok sıcak." Koridorda yürüdüğünde onu takip ediyordum.

 

"Dışarı çıkacağız." Asansöre binmek yerine merdivenleri tercih ettiğinde peşinden gitmeyi sürdürdüm.

 

"Uçakla mı gideceğiz?" Kafasını salladı. Bu iyiydi. O yol diğer türlü bitecek gibi değildi. Otelin kapısındaki koruma başıyla selam verdiğinde selamını aldım.

 

Az ileride duran arabada Pera ve Oğuz vardı. İkisi de arka koltuğa geçmişlerdi. Sanırım ön koltuğu bana bırakmak istemişlerdi.

 

"Günaydın," dedim arabanın kapısını açıp.

 

"Valla yenge, tünaydın bence." Üstünde lacivert bir tişört vardı.

 

"Günaydın," diyen Pera'ya baktığım an sırıttım, arabaya bindim. Güldüğümü görünce kaşlatı çatıldı. Oğuz ile aynı renk giyinmişti ve yüz ifadesine bakılırsa tesadüf olduğu kesindi. Oflaz korumayla bir şeyler konuşuyordu.

 

Konuşmasını sonlandırıp arabaya bindiğinde Oğuz ters ters bana baktı.

 

"Ne?" dedim ben de aynı ters bakışla. "Ne oldu?"

 

"Ön koltuğa binecektim." Oflaz arabayı çalıştırdığında kemerimi taktım. "Resmen yerime kondun."

 

"Çok istiyorsan kendi arabanın ön koltuğuna bin, Oğuz," dedi Oflaz kinayeli bir sesle. Oğuz'a bakıp kapak işareti yaptım, keyifle önüme döndüm.

 

"Aldın mı cevabını?" Kaşları çatıldı.

 

"Oflaz beni daha çok seviyordur bu arada." Sessizlik oldu. Sanırım kimse Oğuz'a inanmamıştı.

 

"Oğuz, yalan söyleyeceksen inandırıcı mı diye bir düşün." Güldü Pera. "Kalma sonra böyle." Bu cümleyi Pera söylemeseydi ne tepki verirdi bilmiyordum ama sadece gülümsedi.

 

"Haklısın, Pera."

 

"Hep haklıyım, Oğuz." Göz kırptı.

 

"Öyledir tabii," dedi Oğuz.

 

"Iyyy, yağcı adam." Tiksinir gibi baktım.

 

"Sensin o." Pera'nın kaşları çatıldı.

 

"Bir şey mi dedin Oğuz?"

 

"Yyoooooo," diye uzattı Oğuz. "Asla."

 

Gözlerim Oflaz'a kaydığında yola baktığını gördüm. Ona baktığımı hissetmiş olsa ki kısa bir anlığına başını bana çevirip göz kırptı. Direksiyonu sola kırdığında bir restorana gidiyorduk.

 

"Kahvaltı," dedi ona sorgulayarak baktığımı gördüğünde. Aracı valeye vermek yerine park alanına ilerledi. Bulduğu boş yere hiç duraksamadan girdiğinde istemsizce sırıttım.

 

Pera ve Oğuz arabadan indiklerinde bizden önde yürüyorlardı. Oflaz benim yanımdaydı ve ona ayak uydurmaya çalışıyordum.

 

"Ne güzel park ettin," dedim yüzüne bakarak. Bir şey demese de hafifçe gülümsedi.

 

Fazla büyük olmayan mekanda boş bir masa bulup yerleşmişlerdi. Yan yana oturmalarının verdiği gerginliği üstlenen Pera idi. Acelesiz adımlarla yanlarına gittiğimizde bir garson menü getiriyordu.

 

"Serpme kahvaltı alalım, patates falan bir şeyler de olsun." Oğuz'un siparişini not alan garson tek tek hepimize baktı. Sıra bana geldiğinde bakışlarının aldığı ifadeyi pek de anlamamıştım. "Çay içeriz değil mi?" Onaylayarak kafamı salladım. "4 de çay."

 

"Tamamdır, efendim." Garson hızla yanımızdan ayrıldı.

 

"Pera, Suay ile konuşacağım." Bunu bu masada söylemekten çekinmezdim çünkü herkes biliyordu.

 

"Nasıl?" Şaşırmıştı, normaldi. "Kutay ne der?"

 

"Önce Kutay ile konuşurum, onun da haberi olsun." Onaylayarak kafasını salladı.

 

"Olsun da, bebeğine zarar gelmesin?" Derin bir nefes aldım. Çekindiğim şey buydu.

 

"Eğer Yekta da hâlâ onu seviyorsa," Oflaz ve Oğuz'a baktım. "Birbirlerine sahip çıkarlar." Çaylarımız geldiğinde bir yudum aldım. Biraz fazla sıcaktı. "Eğer sevmiyorsa ya da tekrar birlikte olmak istemezse durumu Suay'a anlatamam."

 

"Bilmek onun da hakkı değil mi yenge?"

 

"Asla söylemem diye bir kaidem yok. Sadece şu an zamanı değil." Garsonlar tepsiyle enva-i çeşit yiyecekleri getiriyorlardı. Önümdeki tabağa birkaç dilim peynir aldım, bıçağımla keserek bir parçayı ağzıma attım. Masanın diğer ucunda kalan, bana uzaktaki kuruyemişlere içli bir bakış attım. Badem, kaju, antep fıstığı... Yeme de yanında yattı.

 

"Önce kahvaltını et, Alvina," diyen Oflaz çatalıyla aldığı patatesleri tabağıma koyuyordu. Pera ve Oğuz bir konu hakkında tartışıyorken Oflaz bir dilim ekmeğe reçel sürüyordu. Kendisinin yemesini beklerken ekmeği birden benim ağzıma uzattı. Tuhaf bir yüzle ona baktığımda kaşları havalandı. "Reçel de mi sevmezsin?"

 

"Yoooo, severim," deyip uzattığı ekmekten bir ısırık aldım. "Oflaz, 3 yaşında çocuk muyum ben?"

 

"Sus ve yemeğini ye, Alvina." Bir insan emir verirken sesini nasıl yumuşak tutabilirdi, anlamıyordum. "Salatalık yersin?" Kafamı salladığımda 3 dilim kadar salatalığı tabağıma koydu.

 

"Sen de yesene ya," diye hayıflandığımda ekmeğin kalan kısmını ağzına tıktı. Tiksinmek yerine iştahla yedi.

 

"Ekmek ister misin?" Kafamı iki yana sallayıp çayımdan içtim. "Börek?" Böreğe kısa bir bakış attım. Lezzetli gibiydi. İtiraz etmeyeceğimi anladığında bir dilimi tabağıma bıraktı.

 

"Teşekkür ederim," dediğimde hiçbir şey söylemedi. Niye durgun olduğunu daha sonra mı sormalıydım?

 

"Vina," diye seslenen Pera ile girdiğim trans modundan çıktım. Elindeki kuruyemiş tabağını bana uzatıyordu. Tabaktan birkaç çeşit aldım fakat Oflaz'ı dinleyip yemedim. Oğuz'a baktığımda önündeki tabağı kullanma zahmetinde bile bulunmadığını gördüm. Ağzına doldurduğu yemeği yerken mutlu gözüküyordu. "Bıçak var ya önünde Oğuz," dedi Pera. Oğuz çatala batırdığı böreği umursamazca yemeye devam etti.

 

"Ben böyle seviyorum." Ağzındaki lokmayı yuttu. "Ne öyle kuş kadar yiyorsun?" dediğinde yeniden bir tartışmaya girmişlerdi.

 

Oflaz'a döndüğümde sessizce kahvaltısını ettiğini gördüm. Sanki bugün ayrı bir durgundu.

 

Elimdeki antep fıstığını açamadığımda tırnaklarıma sinirle baktım. Tamam, uzunken güzel olabilirlerdi ama zorluğu da yok değildi.

 

"Oflaz," diyerek koluna dokunduğumda bakışlarını elime çevirdi. "Açsana bunu." Sorgulamadan fıstığı açıp avucuma geri bıraktı. Tekrar önüne döndüğünde teşekkür etmekten vazgeçmiştim, yüzüme bakmıyordu.

 

"Kalkıyor muyuz?" diyen Oğuz'u onaylayıp ayağa kalktım. Pera yanıma geldiğinde çıkışa yürüyorduk. Oflaz ve Oğuz bizden öndelerdi.

 

"Vina, bu hesabı kim ödüyor ya?" Adımlarımız yavaştı. "Yiyip içip ödemeyince kötü hissediyorum."

 

"Pera, bu girişimde bulunamadan korumaları ödüyor hesabı." Derin bir nefes aldı. Kendi kendine dertleniyordu.

 

"Gitme, tamam mı?" dediğinde ağzındaki baklayı çıkarabilmişti.

 

"Ölüme gidecekmişim gibi davranmayın," dedim sitem dolu bir sesle. "Sadece birkaç gün-"

 

"Vina, inan buna cesaretim yok." Kendime bir şey yapmamdan mı korkuyordu? "Biz seni kaybetmek istemiyoruz." Ciddi tavrına karşın gülerek yanağından öptüm.

 

"Merak etme, intihar etmem güzellik." Gülecek gibi olsa da anında ciddileşti. "Ya, tamam. Asmasana yüzünü."

 

"Sen astırıyorsun." Omuz silktim.

 

"Hiç de yok öyle bir şey," dediğimde arabanın yanına gelmiştik. Oflaz ilerideki bir adamla sinirle bir şeyler konuşuyordu. Pera arka kapıyı açarken ben yine ön kapıyı açtım. Bana sırıtarak bakan bir Oğuz değişdi beklediğim.

 

"Siz arka koltuğa yenge," dedi eğlenen bir sesle. "Buraların asıl sahibi benim."

 

"Hadi lan oradan," dedim elimi belime koyarak. "Geç arka koltuğa."

 

"Banane yenge ya."

 

"Oğuz!" İnatla başında bekledim. "İnsene ya."

 

"Yok."

 

"Heh, Oflaz geliyor," diye havalandım. "Eşek gibi geç arkayada, gör."

 

Fakat beklediğim şey olmadı. Oflaz son derce fevri hareketlerle arabaya bindi, kapıyı sertçe kapattı. Birkaç saniye öyle kaldığımda aracı çalıştırdı. Bunu bir uyarı olarak kabul eden zihnimin uyarıları ile arabaya bindim.

 

Lastikler biraz daha hızlı dönebilseydi zeminden kıvılcım çıkabilirdi. Zira öyle bir hızla gidiyorduk ki, önümüzdeki arabalar direkt çekiliyordu.

 

Oflaz bir izmarit çıkartıp ucunu alevlendirdi. Kesinlikle burnundan soluyordu.

 

Oğuz da ne olduğunu bilmiyor olsa ki şaşkınca ona bakıyordu.

 

Arabanın içinde bir o yana bir bu yana çalkalanıyorduk. En sonunda kaçınılmaz son oldu, öndeki kişiyi sollarken kafamı cama tosladım. Tok bir ses yankılandığında yüzümü buruşturdum.

 

"Vina," dedi Pera kafamı kendisine çevirmeye çalışırken. "Nereni çarptın?"

 

"Yenge, buz falan alalım mı?"

 

"Niye kemerini takmıyorsun Alvina?" Sinirle kafasına geçirmek istesem de dik dik bakmakla yetindim.

 

"Sence sorun kemerini takmaması mı," diyerek azarladı Pera.

 

"Kemerini takmalıydı," diyen Oflaz'la derin bir nefes verdim. Neydi bu yersiz takıntı? Bir şey söylemeden başımı Pera'nın omzuna yasladım. Saçıma küçük bir öpücük kondurdu.

 

Ne kadar zaman geçmişti bilmiyordum ama araba durduğunda güneş tepedeydi. Hava soğuktu, bunu indiğimizde daha iyi anlamıştım.

 

Araçtan indikten sonra havaalanına girmiştik. Bekleme alanında dururken Oflaz sinirinden bir parça kaybetmemiş olsa ki etrafa ters ters bakıyordu.

 

"Niye özel uçak ayarlamadın Oğuz?" dedi sert bir sesle.

 

"Unuttum."

 

"Bir şeyi de unutma, Oğuz." Uçağın kalkacağı alana ilerlerken hâlâ söyleniyorlardı.

 

"Ne olacak sanki? Yine aynı saatte gideceğiz."

 

"Lan-"

 

"Uzatmayın," dedim. Beni de germişti. "Hadi." Uçak biletlerine göre Oğuz ve Oflaz'ın yan yana oturması gerekiyordu. Fakat buna engel olup ben yanına oturmuştum. Aksi halde yüksek ihtimalle kavga edeceklerdi. "Bir şey mi oldu?" diye sordum hostesler olası bir durumda ne yapacağımızı anlatırken.

 

"Hayır," dedi net bir sesle.

 

"Çocuk mu kandırıyorsun, Oflaz?" Gözlerini yüzüme çevirdi.

 

"Hiçbir şey olmadı, Alvina." Madem anlatmıyordu, onunla konuşacaknya da boş boş bakışacak değildim. Kollarımı önümde bağlayıp camdan dışarı baktım. Yaklaşık 1.30 saat yolumuz vardı. Boş boş ne yapacaktım? Pera'nın yanına otursaydım en azından konuşurduk, zaman geçerdi.

 

Telefonuma bakmaya karar verdiğimde uçak havalanmıştı. Sosyal medyada öylesine gezinirken karşıma Matt'in bir fotoğrafı çıktı. Yalnız değildi, yanında başka bir kadın da vardı. Açıklama kısmına hiçbir şey yazmamıştı. Yeni temsilcisi olabilirdi, belki de kız arkadaşıydı. Beğenip beğenmemek arasında kalsam da beğenmedim. Yanlış anlaşılmaları düzeltmeye vaktim de takâtim de yoktu.

 

Ares'e akşam buluşmak istediğime dair bir mesaj attım, iletildiğinde beklemeye başladım. Okuduğunu bilsem de bir süre cevap yazmadı.

 

Mesajıma geri döndüğünde onayladığını, bir adres gönderdiğini gördüm. Başka bir cevap yazmadan telefonumu kapattım, amaçsızca etrafıma bakındım.

 

Ön koltukta oturan Pera'ya bakmak için yerimde doğrulsam da göremedim. Saçma bir şekilde ona bakmaya çalışırken uçaktaki bir çocuk ile göz göze geldim. Küçük bir kız çocuğuydu. Yaptığım şeyi gördüğünde halime kıs kıs güldü. Gözlerimi kısarak ona baktığımda gülüşü genişledi. İster istemez ben de gülümsedim, göz kırptım.

 

Yanındaki kadını -tahminimce annesiydi- dürttü, parmağıyla beni gösterdi. Kulağına bir şeyler fısıldadıktan sonra kadın da gülümsedi. Başımla küçük bir selam verip önüme döndüm.

 

Döner dönmez sırıtışım silinmişti. Oflaz'ın canı bu denli sıkkınken, ki sebebini de bilmiyordum, benim gülmem haksızlık gibi gelmişti.

 

"Çok mu kötü bir şey oldu?" dedim kendimi tutamadığımda. Yavaşça bana döndü, telefonunun ekranını kapattı.

 

"Kafana takma, önemli bir şey yok." Kaşlarım çatıldı.

 

"Oflaz." Kafasını iki yana salladı. Onu taklit edip koltuğa yaslandım, gözlerimi kapattım. Uyuyabilme umuduyla bunu yapmıştım fakat başarılı da olamamıştım.

 

Uçak indiğinde kimsenin sesi çıkmıyordu. Sessizce havaalanından çıkıyorduk.

 

"Vina, Polat bizi almaya gelecekmiş." Haberim vardı. Hem nasıl olduğumu merak ediyordu hem Aydan ile tanıştıracaktı.

 

"Bir yere mi gideceksiniz? Biz bırakırdık," dedi Oğuz.

 

"Kendimiz gidebiliriz Oğuz." Pera ile kısa bir an bakıştılar.

 

"Alvina." Oflaz'a baktım. Muhtemelen bizi gideceğimiz yere bırakmak adına ısrar edecekti. Ondan önce ben davrandım ve reddettim.

 

"Gerek yok." Polat'ın arabasını gören Pera elini sallayarak o yöne gidiyordu. Polat da onu gördüğünde arabayı durdurup kenarı çekti. Onları bekletmemek adına hızlı adımlarla ilerledim. Oflaz'ın dibinden geçtiğimde derin bir nefes aldığını işittim, kısa bir an ona baktım. Kaşları hafiften çatıktı, yüzünü kavise boyayan ifadesi yine yerindeydi.

 

Pera elindeki çantayı bagaja koyup arka koltuğa bindiğinde adımlarımı hızlandırdım, kapıyı kapatmadan arabaya bindim.

 

Ön koltukta son derece mutlu olan Polat, yanında da güzel, nahif bir kadın vardı.

 

Hiç halim yoktu, bu Oflaz'ın sinirli olmasından mı kaynaklıydı bilmiyordum ama çaktırmadan, bir şey olmamış gibi davranmalıydım. "Selam," diyerek gülümsedim kadına. Araba çalıştığında kadın gülümseyerek arkasını döndü.

 

"Selam." Siyah saçlı, esmer güzeli bir kadındı. "Ben sana teşekkür etmek istiyorum." Kaşlarım havalandı. "Polat'ın yanına gitmen, bana da haber vermen..." Derin bir nefes aldı. "Çok teşekkür ederim, gerçekten."

 

"Ben yapmam gerekeni yaptım, Aydan. Teşekkürlük bir durum yok." Mahçupça bakmayı sürdürdü. "Polat?" diye mırıldandım imayla, sırıtırken.

 

"Ne oldu?"

 

"Ben de onu soruyorum, ne oldu?" İkisi de kızarırken Pera da sırıttı.

 

"Çıkıyoruz biz," dedi Aydan hızlıca.

 

"Nereye hayatım?" diyen Polat ile büyük bir kahkaha attım. Bazenleri beyni az çalışıyordu.

 

"Deli." Sevgilisinin söylediği hakarete rağmen yüzünde hayranlık vardı.

 

"Deli falan ama seni seviyor bayağı," dedi Pera. "Polat'ı uzun süredir tanıyorum, ilk defa bu denli mutlu görüyorum."

 

"Al benden de o kadar. Gözlerinin içi gülüyor resmen." Aydan gözlerini kaçırdı.

 

"Ben de onu seviyorum." Gitgide kızarıyordu. Polat derin bir nefes aldı.

 

"Niye ben burada değilmişim gibi konuşuyorsunuz acaba?"

 

"Önüne dön Polat, iş verenin olarak söylüyorum." Alaylı sesimle yüzünü buruşturdu.

 

"Emredersiniz." Kendi kendine gözlerini devirdi.

 

"Nasıl teklif etti? Anlatsana, Aydan." Pera'nın meraklı bakışları yüzlerindeydi.

 

"Şey, aslında..." Polat söylememesini ister gibi bakmasını umursamadı. "Ben teklif ettim."

 

"Off Aydan. Alvina kırk yıl dalga geçecek şimdi."

 

"Aaayyy, benim utangaç abime de bakın." Bu kelimeyi kullandıktan sonra aklıma gelenle duraksasam da bozuntuya vermedim. "Aydan, sen açılmasaydın asla söylemezdi bu arada."

 

"Ben de öyle düşünüyorum." Güldü. "Önce benim itiraf etmeme rağmen birkaç gün hiç karşıma çıkmadı, yüzüme bakmadı."

 

"İlişkide özele girer bunlar." Polat'ın kafasına bir tane geçirmek istesem de yapmadım.

 

"Bir dur Polat ya," diye isyan etti.

 

"Tamam da, her şeyi mi anlatacaksın şu Şam Şeytanı ile yanındaki kırmızıya?" Bu kez daha fazla duramadan kafasına vurdum. "Ah! Ne vuruyorsun be?"

 

"Abaaarrtt," dedim uzatarak. "Mermi atmadım kafana."

 

"Utanma, çekinme. At onu da." Ciddi bir tavırla ona baktığımda gözlerini kaçırdı.

 

"Atabilirim." Buna tek gülen Aydan olmuştu. "Polat, sağa dönsene."

 

"Bir şeyler içeriz?" Aydan kafasını sallayıp onayladı. "Yorgun değilseniz."

 

"Başka bir zaman," diye reddettim. "İnan, yorgunluktan ziyade başım çatlıyor."

 

"Peki." Evin olduğu araya girdik.

 

"Kusura bakma Aydan, başka bir zaman otururuz olur mu?" Gülümsedi.

 

"Sen kusura bakma. Ben bir an önce tanışmak istediğim için geldim, uygun bir zaman değildi." Ben de gülümsedim. "Görüşürüz o zaman?" dedi sıcak bir sesle.

 

"Görüşürüz," deyip Polat'a döndüm. "Matt bir şeyler bulduğundan falan bahsetti, önemli bir detay olabilir." Kaşları çatıldı. "Aradığımda ulaşabilirsem sevinirim."

 

"Haber ver bana." Cevap vermek yerine arabadan inip elimi salladım. Evin kapısına geldiğimizde kapıyı çaldık, kısa bir süre sonra açıldı.

 

Elindeki sandviçi kemirerek kapıya çıkan Suay bizi gördüğünde kocaman gülümsedi. Dolu yanakları şimdi daha tombikti.

 

"Hoş geldiniz," deyip kapının ağzından çekildi.

 

"Hoş bulduk," dedi Pera. "Naber?"

 

"Bildiğiniz gibi." Hep beraber salona ilerledik. "Siz nasılsınız?"

 

"Aynı," dedim. "Değişen bir şey yok."

 

"Aç mısınız? Yemek yapmıştım." Kafamı iki yana salladım.

 

"Ben yemeyeceğim." Pera da beni onaylayan bir ses çıkardığında koltuğa oturmuştuk.

 

"Bebek nasıl?" dedi Pera Suay'ın belirginleşmeye başlayan karnına bakarken.

 

"Sağlıklı, olması gerektiği gibiymiş her şey."

 

"Suay, ben sana bir şey söyleyeceğim," deyiverdim ani bir gazla.

 

"Söyle." Pera anlamış olsa ki bana durgunca baktı. Derin bir nefes aldım, dudaklarımı araladım. Öğrenmek onun da hakkıydı.

 

"Eski sevgilin vardı ya," derken dahi içimde endişe vardı. Stres yüzünden ona bir şey olmasını istemezdim.

 

"Evet?"

 

"Yekta," dedim ve onay bekleyerek yüzüne baktım. Beni onayladığında yeniden konuştum. "Oflaz'ın yakın bir arkadaşı"

 

Sessizlik. Ortama hakim olan tek şey buydu.

 

"Ne?" dedi en sonunda. "Nasıl?"

 

"Hani geçenlerde bir yere gidiyorduk, sonra ben arabadan inip gelemeyeceğimi söylemiştim." Tepki vermedi. "O gün Yekta arka araçtaydı." Derin bir nefes aldığında gözünden bir damla yaş süzüldü.

 

"Alvina..." Geçen dakikaların ardından konuşabiliyordu. "Bunu bana neden söylüyorsun?" Ne söyleyeceğimi bilemediğimde Pera'ya baktım. "O... İyi mi?"

 

"İyi," diyerek yanıtladım.

 

"İyi falan değil," dedi Pera. "O seni hâlâ seviyor Suay."

 

"Sevse ne olacak ki Pera?" Yüzündeki buruk tebessüme kısa bir an odaklanabildim.

 

"Suay, tekrar birlikte olun diyemem ama bir konuşsanız?"

 

"Alvina, ben defalarca onunla konuşmaya çalıştım zaten." İtirazla dudaklarımı araladım.

 

"Ama Suay, o senin isteyerek gittiğini düşünüyordu. Sen ona hiçbir şey söylemeden gittiğinde terk edildiğini düşündü," dedim ılımlı bir tonla. "Yanlış anlama, Yekta'yı savunduğum falan da yok."

 

"Konuşsam ne diyeceğim, Alvina?" Gözlerini kapattı. "Özür dilerim, sen tam yokluğuma alışmışken çıktım geldim, falan mı?"

 

"Yokluğuna alıştığını düşünmüyorum." Gözünden bir damla yaş aktığında elimi koluna yerleştirdim.

 

"O alışmadıysa da ben alıştım. O olmadan nefes almayı, tek başıma yaşayabilmeyi öğrendim." Gözünden bir yaş daha aktı. "Hayatında başka biri olabilir ki benim isteğim de bu yönde. Mutlu olmasını, hayallerini gerçekleştirmesini her şeyden çok isterim Alvina."

 

"Anladığım kadarıyla hayalleri sendin, Suay." Usulca Pera'ya döndü.

 

"Bendim, Pera. Ama öncedendi." Derin bir nefes aldı. "Şimdi istemeyebilir, en doğal hakkıdır da." Kaşlarım çatıldı. "Ve eğer ben onunla konuşursam, kendime kurduğum bu yapmacık düzen de yerle yeksan olur. İşte o zaman benim kâh ruhen kâh bedenen ölümüm gerçekleşir."

 

"İstemiyorsan-" lafımı direkt böldü.

 

"İnan, sevmediğimden değil. Sadece korkuyorum, Alvina." Bence asıl korktuğu şey Yekta'nın onu kabul etmemesiydi. "Üstelik yüzüne bakacak güce de sahip değilim, hazır hiç değilim." Gözlerini açıp yüzüme baktı. "Lütfen ona benim hakkımda hiçbir şey söyleme, bırak, beninle ilgili ne düşünüyorsa ona inanmayı sürdürsün. Aksi hâli bana da ona da zarar."

 

"Oflaz senin hamile olduğunu biliyor," dediğimde yüzünü buruşturdu. Gözlerine uğrayan endişe yerli yerindeydi.

 

"Söylemez, değil mi?"

 

"Söylememesini istedim, Suay," diye mırıldandım.

 

"O ne dedi?"

 

"Söylemez, merak etme." Rahatlamış bir nefes alacaktı ki konuştum. "En azından bir süreliğine."

 

"Alvina, söylememesi için gerekirse ben de konuşurum ama... Onun öğrenmesini istemiyorum."

 

"Suay, inan en büyük hakkın bu fakat Oflaz böyle bir şeyi arkadaşından ne kadar saklayabilir bilmiyorum." Kafamı salladım. "Onun yerine kendimi koyduğumda ulaştığım tek bir sonuç var. Ne pahasına olursa olsun arkadaşımın gerçekleri öğrenmesi adına çabalardım." Derin bir nefes aldım. "Bu yüzden, bence ssnden öğrenmeli."

 

"Katılıyorum. İşler iyice çıkmaza girmeden öğrensin, her şeyi doğrusuyla bilsin." Pera'nın cümleleriydi. "Ki ben sizin bir geleceğiniz olabileceğine de inanıyorum."

 

"Bizim için yazılan tek bir gelecek vardı. O da biz yaşayamadan mahvoldu, Pera." Suay ayağa kalktı. "Ben bir lavaboya gideceğim." Küçük adımlarla lavaboya gittiğinde derin bir nefes aldım. Suay'a kıyamıyordum.

 

"Söylemekle kötü mü yaptım?" diye sorduğumda Pera'nın kaşları çatıldı.

 

"Hayır, aksine senden öğrenmesi daha iyi oldu." Ona cevap vereceğim esnada salondaki büyük camdan bir ses geldi. Merakla o yöne baktığımızda camı açmamız için tırmalayan Hector'u gördük. Muhtemelen oynamak için arka bahçeye çıkmıştı. Arkasında da Ares vardı, saçı başı birbirine karışmıştı.

 

Camı açmak için ayağa kalktığımda Hector daha da hareketlendi, heyecanla bekledi. Yandan sürgülü camı açarak içeri girmelerini bekledim.

 

Patilerini omzuma yerleştirip ayağa kalktığında hemen hemen aynı boydaydık. Ares kapıyı kapatırken Hector'un tüylerini okşadım.

 

"Bebeğim," dediğimde yüzümü yaladı. Başının üstüne sert bir öpücük kondurduğumda bana daha çok sırnaşacağını düşünsem de yanılmıştım.

 

Küskün bir tavırla ilerledi, koltukta genelde oturduğum yere uzandı. Küçük bir yer kalmıştı oturmam için.

 

Koltuğa ilerlerken "Hoş geldin, Ares," dedim yüzüne bakarak. "İyi misin sen?" Mutsuz gözüküyordu. Şüpheyle sorduğum soruya kafasını sallayıp gülümsedi.

 

"Hector yordu beni biraz ama iyiyim." Sormak istediğimin bu olmadığını biliyordu ama ben de bozuntuya vermedim.

 

"Oğlum?" Elimi çenesinin atltındaki tüylere yerleştirdim. "Küstün mü sen bana?" diye sorduğumda hareket etmeden bekliyordu.

 

"Seni görmediğinde çok agresif oluyor," dedi Ares dalgınca. "Sanırım en çok seni seviyor."

 

"Ee, ne sandın?" dedim saçma bir gururla. "Hector! Gel buraya," dediğimde ikiletmeden başını dizime yerleştirdi. "Çok mu özledin?" Gözlerini yüzümden çekmiyordu. Onun sevgisi en masumuydu.

 

"Lan, beni de görmediğin oluyor Hector. Ama bir kere olsun bana şöyle sırnaşmadın." Pera'ya güldüm.

 

"Bana aşık," diye mırıldandım tekrar başından öperken.

 

"Düğün nasıl geçti?" Ares'in sorusuyla kısa bir an düşündüm. Sahi, nasıl geçmişti?

 

"Sıkıcı," dedim doğru kelimeyi bulunca. "Saçma sapan insanlar vardı."

 

"Anladım," dediğinde kaşlarım çatıldı.

 

"Ne oldu Ares?" Somurtkan yüz ifademe karşın sesim sıcaktı. "Canını sıkan bir şey var ve sen bunu inkar ediyorsun. Niye?" Kısa bir an bana sonra Pera'ya baktı.

 

"Canımı sıkan şey maalesef ki sadece beni yaralamayacak, Vina." O da ne demekti? Biz sorgulayarak ona bakıyorken o yüzümüze bakmıyordu.

 

"Ares? Lafı gevelemeden söyle," dedi Pera.

 

"Ben duşa gireceğim," diyerek ayaklandı. "Akşam konuşuruz."

 

"Ne oluyor yine ya?" diye hayıflanan arkadaşıma baktım. "Herkeste bir şifreler."

 

"İnan ben de anlayamıyorum." Suay hâlâ gelmemişti ama irdelemek istemiyordum. Muhtemelen uzanmıştı. Çalan telefonum sessizliği bozdu. Pera yanındaki çantadan telefonumu bulup bana uzattı. "Teşekkür ederim," dedim arayan isme bakmadan önce.

 

Babam arıyordu.

 

Çok uzun süredir o tarafından çalmayan telefonum aniden sürekli çalmaya başlamıştı. Alışamıyordum.

 

"Efendim," diye mırıldandım açtığımda. Derin bir nefes aldı.

 

"Nasılsın?" Benimle konuştuğunda neşeli olan sesi yerli yerindeydi.

 

"İyiyim," dedim. Baba diyemedim. "Sen. Sen nasılsın?"

 

"İyiysen iyiyim kızım." Beni neden aramıştı? "Akşam müsaitsen-"

 

"Değilim," diye yanıt verdim hızlıca. "Arkadaşlarımla çıkacağım." Ne diye açıklama yapıyordum? "Bir şey mi oldu?" İçimdeki dürtüye engel olamadan sormuştum.

 

"Sadece seni görmek istedim." Derin bir nefes daha aldı. "Yarın için bir şey söyleyebilir misin?"

 

"Yarın bir işim yok." Sanırım ben kalbimi dinleyecektim. "Akşam üstü gelebilirsem gelirim."

 

"Çok sevinirim," dediğinde gülümsediğini hissettim. "Görüşürüz Alvina'm." İçim huzurla dolsa da sesime yansıtmadım.

 

"Görüşürüz." Telefonu kapatıp Hector ile ilgilenmeye devam ettim.

 

"Güzelim," dedi Pera. "Bir şey sorayım mı?"

 

"Sor."

 

"Baban... Neden gitmiş? Gittiyse de neden sana ulaşmamış?" Tüylerinin hepsini parmağımla aynı yöne tararken Pera'yı da yanıtladım.

 

"Gitmek zorundaymış." Kaşları havalandı. "Amcam ile ilgili, ortada tehdit var." Sessizce dinliyordu. "Gittikten sonra da bana ulaşmamış ama her anımı izlemiş, attığım her adımdan haberi varmış ve önümdeki tüm engelleri kaldırıyormuş."

 

"Aslında seni koruyormuş." Başımı salladım.

 

"Ama Pera, ben beni korumasını değil; yanımda olmasını isterdim." Derin bir nefes aldım. "İsteyerek gitmemiş yani."

 

"Vina, biraz daha sıcak davranmayı denesen?" Yutkundum. "Tamam, yanında durması gerekiyordu ancak sonuçta iyiliğini istiyormuş."

 

"Bilmiyorum, Pera. Bir yandan içimdeki kız çocuğu seviniyor, ona sarılmak istiyor. Diğer yandan da nefret edip asla affedemeyeceğinden bahsediyor." Yüzümü buruşturdum. "Sanırım bipolar falanım ben ya." Güldü.

 

"Yok, o kadar cozutmadın." Kötü kötü baktığımda yeniden güldü. "Böyle hissetmen de normal ki birtanem." Gülümsedim. Yine bir şekilde beni haklı çıkartabilmişti.

 

"Ben üstümü falan değiştireceğim," dedim ayaklanarak. "Sonra bir şeyler atıştırırız."

 

"Olur," dedi telefonunu eline alırken.

 

Koridorda ilerlerken arkamdan Hector da geliyordu.

 

Suay'ın odasının yanından geçerken adımlarımı yavaşlatıp aralık kapıdan içeri baktım. Sorun yoktu. Yatakta uzanmış boş boş tavana bakıyordu. Onu izlediğimi bile fark etmediğinde kendi odama girdim.

 

"Sen de mi geleceksin oğlum?" Hector benden önce odama girdiğinde ben de girip kapıyı kapattım. "Biliyor musun, Hector... Benim bir abim varmış." Yatağa uzanıp sessizce beni dinlerken ben dolaba ilerledim. "Tanımıyoruz henüz." Elime aldığım kotu ve badiyi yatağa bıraktım. "Ama tanımaktan da korkuyorum." Cevap veremese de beni anlıyormuş gibi dinliyordu.

 

Kıyafetlerimi çıkartıp herbirini başka bir köşeye attım. Açık renk pantolonu giymeden önce siyah badiyi giymiştim. Tek detayı bileklerindeki -parmaklarımı geçirmem için olan- deliklerdi. Makyaj masasının sandalyesine oturdum.

 

Ares'in gideceğimizi söylediği mekan kalabalık sayılabilirdi. Tanıdıkların çıkma ihtimaline karşın, cildim soluk gözükmesin diye hafif bir makyaj yaptım. Saçlarımı söylenerek tarayıp dağınık bir şekilde topladım.

 

Nereye bakarsam aklıma Oflaz geliyordu. Neye bu denli sinirlendiğini merak ediyordum.

 

"Hector, belki Rusya'ya döneriz, biliyor musun?" Kulakları yavaşça dikildi. "Sen ve ben. Sadece ikimiz." Bu fikir hoşuna gitmiş gibi kafasını patilerine sürttü. "Biraz kafa dinleriz bebeğim, ne dersin?" diye sordum gold rengi küpelerimi takarken. Ojelerin olduğu çekmeceyi açıp bir tane seçtim. Rakı beyazı renginde, açık bir tondu.

 

Çoraplarımı ve ev terliklerimi giyip odadan salona geçtim. Pera burada değildi, mutfaktan takırtı sesleri geliyordu.

 

Elindeki tabakları masaya koyuyordu. Tenceredeki yemeğin ısındığını yayılan kokudan anlamıştım.

 

Ona yardım etmek için buz dolabından içecek çıkartacağım sırada "Sen bırak," dedi. "Ben hallederim. Ares'i ve Suay'ı çağırsana." Elimi kulptan çekip yeniden mutfaktan çıktım.

 

Suay'ın odasının önüne geldim, aralık kapıyı tamamen açtım. "Suay," diye seslendim. "Hadi, gel. Yemek yiyeceğiz." Boğazını temizledi.

 

"Ben aç değilim, Vina. Size afiyet olsun." Yanına yaklaşıp elini tuttum, hafifçe sıktım.

 

"Lütfen Suay." Gözlerini araladı. "Yağız için," dedim karnındakini işaret ederek. "Aç kalmaman lazım." Derin bir nefes aldı, tuttuğum elinden destek alarak yatakta doğruldu.

 

"Kalbim ağzımda atıyor... Onun hakkında bir şey öğrenmek dahi beni bu hale getirdiyse görsem ne olur, bilmiyorum."

 

"Biraz düşün Suay. Görüşmek istersen bana söyle." Kafasını salladı. "Eğer istersen senden önce ben konuşurum, olanları anlatırım."

 

"Düşünmek istiyorum, Vina," dedi hafif bir gülümseme ile.

 

Odadan beraber çıksak da yollarımız ayrıldı. Ben Ares'in odasına gidiyordum. Kapıyı çalıp içerideki sesi beklediğimde birkaç saniye ardından ses geldi.

 

"Gel."

 

"Ares," diyerek içeri girdim. "Hadi, gel. Yemek yiyeceğiz." Canı fazlasıyla sıkkın gibiydi.

 

"Geliyorum," dedi elindeki telefona bakarak. Telefon çaldığında odadan çıktım. "Ne söylersen söyle, planımdan dönmeyeceğim," diyordu karşıdaki kişiye. "Asıl senin yaptığın şerefsizlik." Sakin gibi konuşsa da sinirliydi. Daha fazla dinlememeye karar verip mutfağa geçtim.

 

"Vina, hadi otur." İşaret ettiği sandalyeye oturduğumda önüme bir tabak yemek koydu. "Pilavın üstüne koydum ama yersin değil mi böyle?" dedi Pera. Pilavın üstüne nohut dökmüştü.

 

"Yerim," dedim gülümseyerek yüzüne bakarken. Suay önüme bir bardak ayran iteklerken Ares de yerine oturdu. Onun da önünde nohutlu pilavı vardı. "Sağol," diye mırıldandım Suay'a.

 

"Hazırsanız yemekten sonra direkt çıkalım," dedi Ares.

 

"Ben daha hazırlanmadım," diyen Pera iştahla yemeğini yiyordu.

 

"Çıkacağımız saate anca denk gelir."

 

"Suay, sen de gelsene." Suay bana döndü. "Hava alırsın."

 

"Abim ile çıkacağım, Vina," dedi gülümseyerek. "Biraz dolaşalım diye konuşmuştuk."

 

"Peki." Tabağı silip süpürdüğümde "Eline sağlık, çok güzel olmuş her şey." Tebessümü büyüdü.

 

"Afiyet olsun." Herkes yemeğini yedikten sonra ayağa kalktık.

 

"Siz geçin, hazırlanın." Kollarımı sıvadım. "Ben toparlarım burayı." Tabakları elime aldım. "Ee, hadisenize." Suay ve Pera çıktığında Ares kalmıştı. "Kimle konuşuyordun?"

 

"Telefonlarımı mı dinliyorsun seni cadı?" Kaşlarımı çattım.

 

"Ne münasebet." Tabakları sudan geçirmeye başladım. "Yanından geçerken duydum da, bir şey mi oldu?"

 

"Sorun yok," dedi sadece. "Önemli bir şey değil."

 

"Ares." Ellerimi yıkayıp havluyla kuruladım.

 

"Vina?" Yanındaki sandalyeyi çekip oturdum.

 

"Rusya'da olan ev hâlâ bizim, değil mi?" Kaşları havalandı. Satacağını falan düşünmüyordum ama yine de sormak istemiştim.

 

"Evet."

 

"Güzel." Merakla bakmayı sürdürdü. "Belki birkaç günlüğüne giderim," dedim açıklayarak.

 

"Bir şey mi oldu?" Kafamı iki yana salladım.

 

"Biraz dinlenmek istiyorum, olan tek şey bu." Hafifçe gülümsedi.

 

"Gitmek istiyorsan gidebilirsin, Vina." Her kararımda beni destekleyebiliyordu. "Hayatındaki çok şey aniden değişti, illaki yoruluyorsundur." Belki fiziksel açıdan değildi ama mental açıdan bitkindim. "İsteyeceğim tek şey telefonunu kapatmaman."

 

"Bakarız," dedim gülümserken.

 

"Vina, Ares!" diye seslenen Pera ile ayağa kalktık. "Hadi." Koridora geçtiğimizde elindeki ceketi kucağıma fırlattı.

 

"Yavaş be." Yapay sitemime karşın kaşları çatıldı.

 

"Sus be." Evden çıktık. "Hasta olunca da biz uğraşıyoruz."

 

"Vina, cidden hiç çekilmiyorsun o zamanlar." İkisine de ters ters baktım.

 

"Abartmayın." Pera ve Ares anlaşmış gibi hızlıca ön koltuklara yerleştiler.

 

"Hadi, gel," dedi arabayı çalıştıran Ares.

 

Arka kapıyı açıp bindim, oflaya puflaya arkama yaslandım.

 

"Bana gareziniz ne ya sizin?" Onlarla uğraşmayı da tartışmayı da seviyordum.

 

"Asıl senin bize garezin ne ya?" diyen Pera'ya şaşkınca baktım.

 

"O ne demek?"

 

"Şu demek," arkasını döndü. "Oflaz ile zaman geçirmekten bizimle konuşmuyorsun." Kaşlarım havalandı. "Hiç bakma öyle. Normalde ne güzel her gün görüşüyorduk."

 

"Pera, yalnız siz yine her gün görüşüyorsunuz," dedi Ares. "Hep bir aradasınız."

 

"Sen sussana bi ya." Atarlı atarlı saçını düzeltti. "Hanım efendi ile konuşmak istiyorum, yemek falan yiyoruz. Sonra bir telefon geliyor. Hop! Bir bakmışız Vina yok."

 

"O derece mi?"

 

"Öyle Ares." Bir ona bir buna bakmaktan şaşı olacaktım. "Geçen gün film falan izleriz diye düşünüyordum, yine gitti."

 

"Pera," dedim sitemle. "Gitmem gerekiyor ki, gidiyorum."

 

"Yavrum, sorun gitmen değil zaten. Sorun geri gelmemen." Ciddi değildi, bunu biliyordum.

 

"Pardon da, senin yaptığın çok farklı bir şey değil," diye söylendim alayla.

 

"Oğuz ile misiniz?" dedi Ares gözleri yoldayken.

 

"Hayır ya." Pera oflayarak camı açtı. "Değiliz."

 

"Şüphelendirici," dedim sırıtarak. Sonra sustum. Çünkü arkasını dönüp öyle bir bakmıştı ki, dayak yememin an meselesi olduğunu haykırıyordu.

 

"Sen de kapa çeneni." Kendi kendime triplenip sustum ama sanırım pek umrunda olmadı.

 

Araba büyük bir eğlence mekanının yanında durmuştu. Burayı biliyordum, daha önce de defalarca gelmiştik. 5 katlı, içinde her türlü şeyin olduğu bir binaydı.

 

Her kat birbirinden çok farklıydı. Bir katta rakı-balık sofralı kurulmuşken diğer bir katta viskiler ve şaraplar ile bar ortamı kurulmuştu.

 

Giriş kapısına geldiğimizde kapıdaki korumalar bana bakıp hafifçe gülümsediler. Ardından kapıdan çekilip içeri geçmemize izin verdiler.

 

"Hoş geldiniz, Alvina hanım." Gülümseyerek karşılık verip içeri girdim.

 

"4. kata çıkalım," diyen Ares ile merdivenleri çıkmaktan vazgeçtim. 4 kat yürümektense asansörü yeğlerdim.

 

Asansöre binen tek kişiler biz değildik. 3 kişi daha vardı, hepsi boş boş yüzüme bakıyordu. Kesinlikle zil zurna sarhoştular.

 

"Bu kat çok kalabalık oluyor," dedi Pera hayıflanarak.

 

Haksız da sayılmazdı.

 

Bu katta daha şarap, tekila, viski tüketenler vardı. En çok meşrubat çeşidi burada olduğundan daha kalabalıktı.

 

Ares önümüzden ilerlemeye başlayınca biz de onu takip ettik. Boş olan tek masaya oturduğumuz an garson masaya geldi. Elinde birçok alkolün olduğu tepsi vardı.

 

"Viski," dedim beni duyması için sesimi yükselterek. Arkada çalan şarkı yabancı bir dildeydi. Sesi fazla yüksek olmasa da duyuluyordu.

 

Pera ve Ares de benim aldığım kadehten aldıklarında sırıttım.

 

"Ne oldu? Niye benim aldığımı seçtiniz?" Tip tip baktılar.

 

"Güzel olmayan bir şeyi içmiyorsun çünkü." Kafamı salladım. "İşi riske atmaya gerek yoktu yaaannni," dedi kızıl saçlarını düzeltirken.

 

"Ares?"

 

"Vina?" dedi o da benim gibi sorgulayarak.

 

"Ne oldu ya?" Kadehim elimde, hafifçe havadaydı. Bardağını bardağıma tokuşturup içinde kalan alkolü de içti. Ben dr bitirdiğimde Pera garsona el edip bir şişe istedi.

 

"İnkar etmeyeceğim. Bir şey oldu." Kaşlarım çatıldı. Ne diye anlatmıyordu o zaman?

 

"Ne oldu?" Sustu. "Ares. Anlatır mısın?"

 

"Beni az çok tanıyorsun, Vina. Bir problemi çözmeden önce size anlatmam." Göz kırptı. "Bundan da emin olmadan önce senin de canını sıkmam doğru değil."

 

"Ares, Vina'yı üzecek ne olabilir ki şu an?" Pera'yı onaylayıp başımı salladım.

 

"Anlatacağım. Daha sonra." Bu kez de Pera ile kadehini tokuşturdu.

 

"Biz tanışalı 6 yıl oluyor, değil mi?" diyen Pera'ya şaşkınca baksam da onaylayarak kafamı salladım. "Aslında ne kadar küçükmüşüz." Öyleydi. Biz 18 yaşındaydık, Ares 22 yaşındaydı.

 

"Hiçbir şey bilmiyorduk hayata dair," dedim katılarak. "Yaşıyorduk ama hepimizin eksikleri vardı."

 

"Düştüğümüzde elimizden tutacak kimsemiz yoktu ki, Vina." Gülümsedi. "Biz birbirimize destek olduk."

 

"Yaralarımızı sardık beraber." Kafasını salladı.

 

"Senin bize geldiğin gün... Sanırım asla unutamayacağım bir hâldeydin, Vina." Masanın üstündeki elimi tuttu. "Sana göre sen bizim hayatımızı zorlaştırdın, daha kötü bir duruma getirdin." Sustum. Doğruydu. "Ama öyle değil işte." Gülümsemesi genişledi. "Bize yaşamayı da, gülümseyebilmeyi de, sevmeyi de sen öğrettin."

 

"Tüm bunlar olmamış olsa bile sen bize hiçbir kötülük yapmadın, Vina." Ares'e döndüm.

 

"Hayatımızda eksik olan şey sendin ve onu tamamladın." İkisine de dolu gözlerle baktım. "İyi ki, Vina. İyi ki doğdun benim güzel çiçeğim." Gözümden damlayan yaşa tezat gülümsedim.

 

"Her şeyinle," dedi Ares. "İyi ki varsın, güzel kardeşim." Gözümden akan yaşı görmelerinden çekinir gibi silip ayağa kalktım. Önce Pera'ya sarıldım.

 

"Teşekkür ederim," diye mırıldandım yanağını öperken. Geri çekildikten sonra ayakta bekleyen Ares'e sarıldım. Başımın üstünde öpücüğünü hissettiğimde gülümsedim. "Ben buraya gelirken ağlamam diye düşünüyordum ya," dedim sandalyeme geri otururken. "Eşekler."

 

Ares'in elini cebine attığını gördüğümde kaşlarım çatıldı. Elindeki minik kutuyu masaya bırakıp önüme doğru itekledi.

 

Açmam için ısrarla bana baktıklarında kutuyu açtım.

 

Açmamla hazırda bekleyen göz yaşları harelerime hücum etti.

 

Zarif, ince kolyeyi elime alırken olabildiğince dikkatliydim. Ucunda yeşil, minimal bir taş vardı. Benim göz rengimle aynıydı.

 

Ve, evet.

 

Yıllardır aradığım, bir türlü bulamadığım annemin kolyesiydi.

 

Ondan kalan her şeye sahip olmak istesem de bazen başaramıyordum.

 

"Bu..." Sesimin içine karışan minnet göz önündeydi. "Nasıl?"

 

"Aslında doğum gününde verecektik," diyen Pera ayağa kalktı. Elini uzattığında kolyeyi ona verip kalan saçlarımı çektim. "Fakat daha fazla dayanamadık, Vina."

 

"Nereden buldunuz?"

 

"Annenin mezarının yanında," diyen Ares ile gözlerim kocaman açıldı. "Buldum, Vina."

 

Çok uzun süre sessiz kaldığımdandır ki Pera ürkekçe omzuma dokundu.

 

Çığlık ata ata, sevinçten ağlamak istiyordum. Kalbim göğüs kafesimi delmek ister gibi çarpıyordu.

 

Küçük bir çocuğun içimde bir yerlerde bana göz kırptığını gördüğümde derin bir nefes aldım.

 

"Nerede," dediğimde sesimin fısıltıdan farkı yoktu. Ki arkada çalan şarkı da duyulmasını zorlaştırıyordu.

 

"Muğla'da."

 

Ne hissetmem gerektiğini de bilmiyordum. Buruk sevincin açtırdığı çiçekler birer birer yeşeriyordu.

 

Bir insanın en büyük hayali sevdiği bir insanın mezarını bulmak olabilir miydi?

 

Benim öyleydi. En büyük hedefim, isteğim, amacım...

 

Nihayet öyle ya da böyle gerçekleşmişti.

 

"Vina," dedi Pera dolu gözlerle. O an anladım. O da yeni öğrenmişti. Sıkıca boynuma sarıldığında birkaç saniye bekledim. İdrak etmekte zorlanıyordum. Kollarım bedenine sarıldığında güldüm.

 

"Sonunda," dedim göz yaşlarımın arasından. Bir yandan gülüyor öte yandan ağlıyordum. "Ares," diyerek geri çekildim, sıkı sıkı ona sarıldım. "Teşekkür ederim. Çok teşekkür ederim." Eli saçlarımda gezinirken bir süre öyle kaldık.

 

"Tamam, ağlama." Beni kendinden uzaklaştırıp göz yaşlarımı sildi. "Ben seni götüreceğim, tamam mı?" Kafamı salladım.

 

Pera garsona el yapıp yanına çağırdı, kulağına bir şeyler söyledi. Az sonra elinde şarapla dönmüştü.

 

"Nasıl buldun?" Sesim bile değişikti, titriyordu.

 

"Zaten araştırıyordum." Önündeki kadehi kafasına dikti. "Matt birkaç şey söyledi. Bende de az çok bir tahmin oluştu." Pera da en az benim kadar sevinmişti. "Yine de emin olmadan sana söylemek istemedim. Önce ben gittim, gördüm, ziyaret ettim." Gülümsediğimde gözümden bir damla yaş daha aktı. "Mezarında çiçekler dikiliydi, Vina."

 

"Ne?" dedi Pera benden önce.

 

"Bilmiyorum. Sadece birçok çeşit çiçek dikiliydi. Her yerdeydiler." Kaşlarım çatıldı. Bu da ne demekti? "Sen kafanı yorma. Bulacağım ben." Hiçbir şey söylemedim.

 

"Teşekkür ederim," dedim sahici bir minnetle. Ne kadar teşekkür etsem az gelirmiş gibi hissediyordum. Gülümsedi, kadehimi bana uzattı. İçine doldurduğu şaraptan bir yudum alırken arkama yaslandım. "Bağırarak ağlamak istiyorum," dedim söylediğime tezat gülerken.

 

"Ağlaman için bulmadım, cadı." Yavaşça omzumu sıktı.

 

"Babana söyleyecek misin?" diyen Pera'ya döndüm. En az benim kadar onun da öğrenmeye hakkı vardı.

 

"Söyleyeceğim," dedim kararlılıkla. Şarabın kalanını da içip tekrar doldurdum.

 

İlk defa bu kadar sevinmiş olabilirdim.

 

Özlemiştim. Çok özlemiştim.

 

Son günlerde rüyamda da görmediğim için farklı bir burukluk da vardı içimde.

 

Anneme gidip her şeyi anlatmak istiyordum. Yaşadıklarımı, yaşayacaklarımı... Cevap veremeyeceğini bilsem de o maneviyatın bana güzel hissettireceğine öyle emindim ki, bir an önce gitmek istiyordum.

 

"Ben de geleyim mi?" dedi Pera gülümseyerek. Hevesle kafamı salladım.

 

"O nasıl soru?" Biten kadehimi yeniden doldurdum. "Tabii ki gelebilirsin."

 

O kadar farklı bir durumdaydım ki, ne yapmam gerektiğini bile bilmiyordum.

 

"Vina, yavaş," dedi Ares kadehi yeniden doldurduğumu gördüğünde. "Yeter." Dediğini ikiletmeden yapıp şişeyi bıraktım.

 

"Ares, Pera... Asıl siz iyi ki varsınız." Ayağa kalktığımda bana döndüler. "Ben babama da söylemek istiyorum." Ares'e baktım. "Arabanı alabilir miyim?"

 

"Alabilirsin." Anahtarını bana uzattı. "Dikkat et."

 

"Ederim."

 

"Biz bıraksaydık seni," dedi Pera. "Dikkatin dağılmasın?"

 

"Dağılmaz," dedim gülümseyerek. "Gece geleceğimi sanmıyorum. Ares, arabanı evin önüne bıraktırırım." Eve dönerken binebilecekleri başka bir araba gelmesi mümkündü. Benim bekleyecek zamanım yoktu.

 

"Sende kalsın, Vina. Benim işim yok."

 

"Peki." Arkamı dönüp yürümeye başladığımda birçok kişinin bakışlarını üzerimde hissetsem de tepki vermedim.

 

Arabaya ilerleyip bindim. Önüme gelen saçları kenarı itekleyerek gaza yüklendim. Yüreğimdeki ateşin bedenimi yakacağını düşündüğümden camı araladım, esen soğuk havaya alıştım.

 

Babamın vereceği tepkiyi tahmin dahi edemiyordum. Karısıydı, en değerlisiydi. O da uzun süredir arıyordu. Kim bilir nasıl sevinecekti?

 

Ne ara ezberlediğimi bilmediğim yol bittiğinde arabayı bahçenin yanına park edip indim.

 

Kapıda bekleyen Barın beni gördüğünde gülümsedi.

 

"Hoş geldiniz," dedi ben içeri ilerlerken. "Babanıza haber vermemi ister misiniz?"

 

"Evde, değil mi?"

 

"Evde."

 

"Haber vermene gerek yok." Gülümsemeye devam ederken evin anahtarını bana uzattı. "Teşekkür ederim, Barın."

 

"Rica ederim, Alvina hanım." Ben eve girerken yeniden ciddi bir ifadeye bürünmüştü.

 

İçimdeki coşkuyu zar zor bastırarak evin odalarını gezinmeye başladım. Ses çıkartmadan dolaşıyordum çünkü babama sürpriz olsun istiyordum.

 

Girmediğim son odaya yaklaştığımda konuşma sesleri duyup duraksadım. Misafirleri mi vardı?

 

İçeri dalmayı düşünüyordum ki duyduğum şey buna engel oldu.

 

"Siz ne yaptığınızı sanıyorsunuz?" diye bağıran babamın siniri göz önündeydi. "Nasıl yaparsınız?"

 

"Çağatay abi, bilmediğin şeyler var." Konuşan Oflaz'dı. Kaşlarım iyice çatıldı.

 

"Bilmediğim şeyleri de, sizin yapacağınız işi de sikerim, Oflaz! Anlıyor musun?" Ne oluyordu?

 

"Sen anlamıyorsun."

 

"Yaptığınız haltın nesini anlayacağım lan?" İkisi de sinirliydi. Bu denli ne olmuş olabilirdi?

 

"Söylememen gerekiyor Çağatay abi. İyiliğini düşünmüyor musun?" Alaylı bir gülüş geldi.

 

"Siz mi düşünüyorsunuz iyiliğini?"

 

"Onun kötülüğü için hiçbir şey yapmadık," dedi Oflaz.

 

"Ya bir siktirin gidin." İlk defa bu kadar küfür ettiğini duyuyordum. Kapıya daha çok yanaştım. "Sizin kızıma bunu yapma hakkınız yok!" Konu daha da meraklandırıcı bir durum alıyordu.

 

"İyiliği için-" Bu konuşanı seçememiştim.

 

"Kapa çeneni," dedi babam kısık bir sesle. "Ne diye hayatına giriyorsunuz? Ne kadar zorlandığının farkında değil misiniz siz?"

 

"Farkındayız ama-"

 

"Değilsiniz lan, değilsiniz!" Duvara yaslandım. "Özellikle sen Oflaz. Hiçbir bokun farkında değilsin."

 

"Çağatay abi." Sesinde çaresizlik vardı.

 

"Kızımın sana bakarken gözlerinin içi gülüyor. Sen bunu nasıl kullanabilirsin?" Aldığım nefes boğazımı tırmalıyordu. "Annesinin mezarını bile senin bulabileceğini düşünüyor. Ondan sakladıklarından haberi olmadığı için. Değil mi?" Cidden, ne oluyordu? Babam niye böyle şeyler söylüyordu.

 

"Bakın, gerçekten hiçbir şey bilmiyorsunuz."

 

"Ondan abisini niye sakladın, Oflaz? En başından beri biliyordun lan sen!" Ne?

 

"Söylememeliydim."

 

"Söylemek zorundaydın! Kızımın gözlerinin içine baka baka nasıl yalan söylüyorsan abisini de söyleyecektin!" Yanımdaki duvar olmasa kesinlikle yere yığılırdım. Duyduğum her sesle, kelimeyle başım çatlayacak gibi oluyordum.

 

"Söylememesini ben istedim." Ben bu sesi niye seçemiyordum?

 

"Biriniz sözde sevgilisi, biriniz sözde abisi. Adamlığınız bu mu lan sizin?" Gözlerimi kapattım. "İkinizi de gömerim lan buraya!" Abim bu odadaydı. İçeri bakma cesaretim de gücüm de yoktu. Yine de derin bir nefes alıp kapıya yaklaşmayı denedim. "Bana bakın, ikinizi de bir daha kızımın yanında görmeyeceğim!" Kapıyı güçsüzce iteklediğimde oluşan sessizlik ölüm gibiydi.

 

Bana dönen bakışların hepsine endişe ve suçluluk yerleşti.

 

Babam, Oflaz ve...

 

Sıraç.

 

Gözümün önünde canlanan fotoğraf tüm ayrıntıları ile zihnimdeydi.

 

O küçük çocuk, gözlerimle aynı olan gözleri, tanıdık ses ve bakışlar.

 

Ne kadar da aptaldım.

 

Kırgın bakışlarım Oflaz'a döndü. Yüzünü çevreleyen pişmanlığa öylece baktım.

 

Biliyordu, bana söylememişti.

 

İnkar etmesini, gelip beni tutmasını bekledim ama ikisini de yapmadı.

 

Sıraç'a baktım bu sefer. Bir bana bir babama bakıyordu. Aramızda su dokuyan gözlerine nefretle baktım. Bilmeme ihtimali yoktu.

 

Şimdi bazı taşlar daha çok yerine oturuyordu. Oflaz'ın beni seçmesi, yanında kalmamın gerektiğini söylemesi, çevremde sürekli olan insanlar...

 

Belki de her şey bir oyundu. Ben de o oyunun en büyük piyonuydum.

 

Şimdi ne olurdu, başka neler yaşardım bilmiyordum. Bildiğim tek şey bu odadaki kimseye eskisi gibi davranmayacağımdı.

 

Artık kırılamayacağını düşündüğüm kalbimin yeni aldığı darbeye dayanamayacağını anlayan bedenim ayakta durmakta zorlanıyordu.

 

Bana bakıp bir şeyler söylediklerini duyuyordum ancak gözlerimi de dikkatimi de Sıraç'tan ayıramıyordum.

 

Arafta kalan ruhumun hangi yönde olacağını da kestiremiyordum.

 

Tam o esnada dikkatimi bile alabora edebilecek bir şey oldu.

 

Saçımın yanından hızlıca geçen kurşun irkilmeme neden olurken daha fazla dayanamadım ve beni kendine çeken karanlığa engel olamadım.

 

Bedenim yere düşmekten son anda kurtuldu ama kimin tuttuğuna bile bakamamıştım.

 

Duyduğum son ses duvara çarpan kurşunun sesi oldu.

 

---🪷🥂

 

Seeelaaam!

 

Nasılsınız?

 

İtiraf edin, bölüm sonunu böyle beklemediniz djdmckxmjf.

 

Çekinerek soruyorum, bölümü sevdiniz mi? 🥹

 

Sizi seviyorum!

 

Öptüm! 💋

 

Instagram: @LeddyAsteria

Tiktok: @LeddyAsteria

 

 

Bölüm : 12.04.2025 00:37 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...