
Merhaba birtanem!
Nasılsınız hepiniz? 🥹
En keyiflisinden okumalar diliyorum size.
Bölüm sonu buluşalım. 🫠
Öptüüümmm! 💋🫀
---🪷🩷
Çoğu insanın kaybetmekten korktuğu, sakındığı şeyler vardır. Gözünden ayırmak istemediği, kendinden çok sevdiği bir şeyler.
Bu insanların arasına pek çok zaman ben de katılırdım. Değer verdiğim şeyleri kaybetmekten, elimden gitmesinden çekinirdim.
Fakat bu kez durum bambaşkaydı.
Ben, bana ait olmayan bir şeyi kaybetmekten ilk kez korkuyordum.
Sıraç'ı. Abimi.
Evet, kabul edemiyordum. Ki muhtemelen uzunca bir süre de yadırgayacaktım.
Hatta yüksek ihtimalle, annemin yazdıklarını okumasam yüzüne bile bakamayabilirdim.
Ona verilmemiş çocukluk beni derinden yaralamaya yetiyordu.
Yaşadıklarını dinlemek, ona destek olmak çok isterdim ancak buna gücüm yeter miydi, bilmiyordum.
Evden nasıl çıktığımı da anlamamıştım. Oflaz'ın yüzüne bakmamakta kararlı olan ben şimdi onun arabasındaydım.
Evden çıkmadan önce gideceğimiz yerin yakın olduğunu söylemişti. Hector'u da yanıma almak istesem de yapamazdım, ciddi anlamda kendimi bile taşıyamayacak haldeydim.
Rodion'un kapısını çalıp hiçbir şey demeden evimin anahtarını vermiştim. O da sorgulamadan almıştı. Hector'un yemini söylediğimde de neden verdiğimi anlamıştı.
Dışarıda yağan kara bakarken de gözümden akan yaşları dindiremiyordum.
Bilmiyordum.
Şu an gittiğim için belki de pişman olurdum. Ancak pişman olacaksam da bir kere annemin istediğini yerine getirmek, saçlarını sevmek istemiştim.
Bana göre bu bir vasiyetti ve ben bunu yerine getirecektim.
Aramızda abi-kardeş ilişkisine dair bir samimiyet olacağını düşünemiyordum. Sonuçta arada bir sürü yıl vardı.
Elimdeki kutuyu sıkarak tutmayı sürdürürken araç bir evin önünde durdu. Tek katlı, küçük bir evdi.
Oflaz arabayı durduğunda geldiğimizi anlayıp kapımı açtım, aşağı indim.
Yüzüme çarpan sert rüzgar ard arda hapşırmama sebep olmuştu. Araba sıcacıktı ancak dışarısı tam zıttıydı.
Oflaz büyük adımlarla yanıma geldi, yürümeye başladığında ona ayak uydurdum.
"Kutuyu açmamı neden istemedin?" Bakışları üstümdeydi ancak ben bakmıyordum. "Çok kıymetli planınız mı bozuluyordu?" diye sorduğumda da bir şey söylemedi.
Evin kapısına geldiğimizde kapıyı çalıp bir süre açılmasını bekledik.
Açıldığında karşımda Oğuz vardı. Şaşkın bakışları ikimizin üzerinde gezerken içeri girdim. Üstümdeki kabanı önümdeki koltuğa rastgele bıraktım.
"Üst katta, soldaki oda." Evet, girecektim ama ne diyecektim ki? Merdivenleri çıkarken Oğuz anlayamadığım bir şeyler söylüyordu.
Odanın önüne geldiğimde derin bir nefes aldım.
Sahiden, ben ne diyecektim?
Özür mü dilemeliydim? Direkt lafa girip elimdeki kutuyu ona da mı göstermeliydim?
Bilmiyordum.
Elim kapının kulbuna uzanırken de titredi, kapıyı açarken de titredi.
Kolay kolay titremeyen ellerim öyle çok titredi ki, bir an kapıyı geri kapatamayacağımı sandım.
Zira tam karşımda Sıraç vardı.
Üşüyordum.
Hayır, açık olan cam beni bu denli üşütmeye yetmezdi.
Beni üşüten aramızdaki mesafeydi.
Oturduğu koltuktan kalkarken yüzü endişe içindeydi, doğrudan bana bakıyordu. Üstünde sadece bir eşofman vardı. Üşümez miydi?
Etraf öyle dağınıktı ki iğne düşse bulunamayabilirdi.
Gözlerim gözlerine odaklandığında yaşlar da aniden belirmişti.
Dudakları aralandı ancak hiçbir şey söylemedi. Belki de söylemedi.
Gözümden akan yaşı hızlıca sildim. Görmesini istemezdim.
Ama başarısız olmuştum.
"Bir şey mi oldu?" Derin bir nefes aldım.
"Biraz konuşabilir miyiz?" Kısık çıkan sesimle kaşları çatıldı. Kafasını salladığında yatağının ayak ucuna oturdum. O ise pencereyi kapattı. Hâlâ delicesine soğuktu. "Ben... İzin istemeden girdim ama-" Lafımı kesti.
"Alvina. İzin istemene gerek yok." Yanıma oturdu. Aramızda ufak bir mesafe vardı.
Elimdeki kutuyu yere bıraktığımda yüzüme bakıyordu.
"Sıraç," diye mırıldandığımda bana bakmayı sürdürdü. Ne diyeceğimi bilemediğimden bir süre sessiz kaldım. O da yadırgamadı. "Özür dilerim," dedim pat diye.
"Alvina, sen özür dilenecek hiçbir şey yapmadın." O da bana ayak uydurup kısık sesle konuşuyordu. "Asıl ben özür dilerim."
"Sen de özür dilenecek bir şey yapmadın." Kafasını önüne eğdi, dinlemeye devam etti.
"Üşüyor musun? Oda soğuk biraz..." Gözlerimi bir noktada sabitledim. "Hırka ister misin?"
"İsterim." Yataktan kalkıp sandalyesinin üstünden siyah bir hırka aldı. Sağına soluna baktıktan sonra göz ucuyla bana baktı. Olup olmayacağını mı tartıyordu?
Yanıma geldiğinde hırkayı aramızdaki mesafeye bıraktı, yerine oturdu. Alıp giydiğimde bana fazlasıyla büyük olduğunı anladım. Kolları elimden aşağıya doğru indiğinde geri sıvadım.
Sessizlik. Kocaman bir boşluktu.
Artık titreyen sadece ellerim değildi. Benim dizlerim bile titremeye başlamıştı.
"Sen çok küçüktün, hatırlamazsın ama," diyerek söze başladığında tüm odağım ondaydı ama yüzüne bakamıyordum. "Biz çocukluğumuzda yan yanaydık. İlk başlarda çok kıskanırdım, yalan yok. Ancak büyüdükçe içimdeki kıskançlık yerini saf bir sevgiye bıraktı." Derin bir nefes aldı.
O konuştukça benim içim acıyordu.
"Çocuklar kendi aralarında konuşurlarken duyardım, hepsinin apayrı bir hayali vardı. Pilot olacakmış, zengin olacakmış, ünlü olacakmış... Benim tek bir hayalim vardı. Hep içimde kalan, kalbimde gün ağardıkça büyüyen bir hayal. En çok sana sarılmak isterdim." Saçlarıma bakıyordu. "Annemin beni sevmediğini bilirdim ama kabullenemezdim. Kızını seviyorsa beni de sever diye düşünürdüm." Yüzüme baktığında ben de ona baktım. "Sevemedi. Haklıydı da."
"Değildi," diye mırıldandım ama duymadı bile.
"Doğduğu günden itibaren herkese uğursuz gelen bir bebek... Kulağa korkunç geliyor, değil mi?" Kafamı iki yana salladım. "Annesi, babası, kardeşleri... Hepsi benim yüzümden ölmüş, biliyor muydun?" Derin bir nefes aldı.
"Kimse senin yüzünden ölmedi, bunu annem de biliyor." Yine dinlemedi bile.
"Alvina, ben senden affetmeni isteyemem zira bu büyük bir bencillik olur." Bu kez ben derin bir nefes aldım. "Senin de hayatını boka çeviririm diye korkardım." Alayla güldü. "Sanırım şu an tam da korktuğum yerdeyim."
"Annem eskiden bir mektup yazmış, içinde senden de bahsediyor." Duraksadı. "Okumak ister misin?"
"Hayır." Bu beni şaşırtmıştı.
"Beni sana, seni bana emanet etmiş." Şaşırma sırası ondaydı. "Eğer sen beni bulmasaydın benim seni bulmamı, yanında olmamı istemiş."
"Neden?"
"Senin suçsuz olduğunun o da farkında." Önüme düşen saçları geri itekledim. "Bak, ben sana kızgın ya da öfkeli değilim; nefret de etmiyorum." Tamamen bana döndü. "Sadece kırgınım." Ben de ona döndüm. "Ben sanırım en çok sana kırgınım, Sıraç."
"Özür dilerim, Alvina."
"Hep bir kardeşim olsun isterdim. Bu konuyu her açtığımda da geçiştirirlerdi. Ama öyle çok isterdim ki... Elini tutup hiç bırakmayacağım, koşulsuz seveceğim birisinin olmasını hep çok isterdim. Küçük bir çocuktum bunu isterken. Ancak büyüdüğümde dahi hep bu bende bir keşke olarak kalmıştı."
"Gelemezdim yanına."
"Ağladığımda yanımda birisi olsun ister, dilerdim. En çaresiz hissettiğim anda, babam da çekip gittiğinde öyle yalnızdım ki... Defalarca intihar etmek istedim, denedim de. Başaramadım. Şimdi geri dönme şansım olsa, hiç tereddüte düşmeden başıma dayayacağım namluyu ateşlerdim; yaşadığım onca şeyi unutmamın imkansız olduğunu bilirdim."
"İntihar mı ettin?"
"Bilmiyor muydun?" Kaşları havalandı. Elim karnıma indi, asla unutamayacağım o izin üzerine bastırdım. "O benden gittiğinde... Tüm hayallerimi de peşinden sürüklemişti. En istediğim şey olabilirdi." Yutkundum. "Beni bu da yaralamıştı ama asıl kopma noktam o gece yanımda kimsenin olmamasıydı." Yüzüne kırgınca baktım. "Madem vardın, neden o gün gelmedin yanıma? Nasıl durabildiniz uzaktan bakarak? Ben o gece defalarca öldüm. Çaresizlikten ne yapacağımı, nereye gideceğimi bilemez halde; gecenin bilmem kaçında sokaklardaydım ben."
"Alvina."
"Hadi o zaman yoktunuz, sonra niye karşıma çıkıp tüm düzenimin içine sıçtınız? Hangi yüzle bana bakabildiniz? Hiç mi içiniz acımadı ya?" Ona öylesine kırgındım ki...
"Gelemezdim, Alvina."
"Biliyor musun, ben gelirdim. Eğer bir abim olduğunu bilseydim ayağına taş değdiği an her şeyimi bırakırdım, sırf yanına gitmek için; sırf yaralarını sarmak için."
"Ben sen kadar cesur bir insan değilim."
"Ben cesur bir insan değilim, Sıraç. Sen de korkak değilsin." Gözümden akan yaşı sertçe sildim. "Ben sevdiklerimi kaybetmekten delicesine korkarken sen sevmenin ne olduğunu bilmiyordun."
"Alvina, gelemedim. Yine olsa yine gelemezdim." Elini koluma koyduğunda tüylerim ürpermişti. "Senin o hâlini göremezdim, görürsem toparlanamazdım."
"Bu hâlimi gördüğünde ne fark edecek?" Sustu. "Sana ihtiyacım varken neden gelmedin?!" diye bağırdığımda boğazım acımıştı. "Öleceğim sandım! Ölmekten deli gibi korkarken kendimi bir anda ölümü dilerken buldum ben!" Gözünden akan yaşı silme gereksinimi bile duymamıştı. "Beni o adamın pis ellerinden neden çekip almadın? Neden denemedin?"
Hıçkırıklarım bastıracamayacım bir dereceye geldiğinde nefes almam da zorlaşmıştı.
Bir şey söylemeden bana iyice yaklaştı, avcunu başımın arkasına koyup beni sıkıca göğsüne bastırdı. Ağlamam daha da şiddetlense de içim huzura kavuşmuştu.
Benim göz yaşlarım onun göğsünü, onun göz yaşların benim saçlarımı ıslatıyordu.
Eli sırtımı sıvazlarken ben derince iç çekiyordum.
Aklıma annemin isteği geldiğinde titreyen elim saçlarına uzandı. Sırtımdaki eli kısa bir an duraksasa da sonra baskısını arttırdı, kolları belime dolandı.
"Özür dilerim. Özür dilerim," dedi. Defalarca kez tekrarladı bunu. "Çok denedim, yanına gelmeyi deli gibi istedim. Gelemedim."
"En çok senin gelmene ihtiyacım vardı, Sıraç." Elim saçlarına dolaştıkça onun da göz yaşları çoğaldı.
Bi o kadar yabancı hissettiren bu his aynı zamanda da bir o kadar da yakındı.
"Biliyorum," dedi başını yavaşça geri çekip saçımı öperken. "Ben sadece sana uzaktan bakabildim, uzaktan izleyebildim." Tekrar sıkıca sarıldı. "Baban bu kadarına müsade etti, Alvina. Sadece seni uzaktan görmeme izin verdi."
"Babam mı?"
"Baban annenin sözünden dışarı hiç çıkmazdı. O öldüğünde de her şey eskisi gibi devam etsin, biz tanışmayalım istedi."
"Sen de onu dinledin mi?" Başımı göğsüne yaslayıp ellerimi önümde kavuşturdum. O hâlâ bana sarılıyordu.
"Alvina, baban sandığın gibi bir adam değil. Yapmak istediğini bir şekilde yaptırır, bunu en iyi sen bilirsin."
"Yaptırır." Gözlerim parmaklarımdaydı, gözleri saçlarımdaydı. "Ve sanırım bu yaptırdığı şeyler benim aleyhime olmak zorunda." Sessiz kaldı. "Sıraç, sen çok geç kaldın."
"Biliyorum," dedi derin bir nefes alırken.
"Annem her zaman saçlarınla oynamak istermiş, mektubunda onu da yazmış." Yine sustu. "Senden özür diliyor ama özür dilemenin bir şeye fayda etmeyeceğini o da biliyor."
"Aslında onu tutan hiçbir şey yokmuş." Başım çıplak göğsüne yaslıydı ve mayışıyordum.
"Yokmuş." Eğer gerçekten isteseydi severdi, oğluna sarılırdı.
"Bizim birbirimizi bulacağımızdan nasıl bu kadar eminmiş?"
"Senin küçükken beni çok sevdiğini düşünüyormuş çünkü," diye mırıldandım.
"Doğru düşünmüş, Alvina. Ben en çok seni severdim." Duymazlıktan geldim.
"Yazmış ki, ben bir dilim daha pasta yiyebileyim diye sen kendi hakkını yemezmişsin." Başımı geri çektim. "Bu canımı yaktı, evet." Yüzüne baktım. "Beni sevmeseydin, nefret etseydin daha az kırılırdım, daha az üzülürdüm."
"Seni sevmem benim tek yaşama sebebimdi. Büyüdüğümde seni yanıma alacağımı, kocaman güçlü bir adam olacağımı sanıyordum."
"Sadece ikincisi gerçekleşti, Sıraç." Burukça gülümsedi.
"Birincisini yeğlerdim, sen yanımda olsan yeterdi." Ben de burukça gülümsedim.
"Bu saatten sonra yanında kalsam da hiçbir şeyi atlatamayız, sadece birbirimizi yaralarız biliyorsun değil mi?"
"En azından deneyemez miyiz?" Derin bir nefes aldım. "Alvina, inan hiçbir şey daha kötü olamaz."
"Sıraç, ben... Çekiniyorum, korkuyorum."
"Alvina."
"Bu zamana kadar sana dair bir düşüncem, fikrim bile yoktu. Aniden hayatıma girdin, alışamam; ayak uyduramam." Saçım önüme düşünce geri itekledim. "Ben bu hayatta bir kişi için daha endişelenmek istemiyorum Sıraç. Bir kişiyi daha kaybetme ihtimalimin olmasını, bir kişinin daha hayatını boka çevirme imkanımın olmasını istemiyorum."
"Ben zaten senden hemen alışmanı isteyemem, Alvina." Elini yavaşça kolumun üstüne koydu. "Bırak, yanında olayım; izin ver, hayatının her anında seni koruyup kollayayım." Gözlerine diktim gözlerimi. Aynı renkteydiler.
"Beni korumana, kollamana ihtiyacım yok Sıraç." Gülümsemeye çalıştı.
"O zaman bir abi gibi sevsem seni?"
Şimdi ben sana ne diyeyim be adam?
O da çekiniyordu. Görebiliyordum.
"Sıraç..."
"Evet, her sana baktığımda canım acıyacak. Evet, her ağladığında içim gidecek. Evet, her kabusunda kahrolacağım." Kafasını salladı. "Alvina, ben tüm olacakları, yaşayacaklarımızı göze alarak senin karşına çıkmak istedim."
"Başaramayız." Gözlerim kolumdaki eline kaydı. "Başarabilir miyiz?"
"İstersen."
Bir cevap veremedim.
İster miydim?
İstemezsem canım çok mu acırdı?
Konuşamadım ama kendime engel de olamadım, bacaklarımı kendime çekip usulca yatağa kıvrıldım, başımı dizine yasladım.
Birkaç saniye nefes bile almadı.
Ondan farkım yoktu.
Bir yandan göz yaşlarımı da tutamıyordum, durmaksızın akıyorlardı.
Bir yandan da içim saçma bir huzurla doluyordu. Sebebini kendime de itiraf edemezdim.
Uzun bir süre öyle uzandım, uzun bir süre sustu.
Elini saçlarımın ucundaki hafif buklelerde hissettim önce. Sonra yavaşça diplerine yerleşti, saçlarımı sevmeye başladı.
"Kız kardeşimin saçlarını sevebilmek de büyük bir hayal olabilirmiş," diye kendi kendine konuştuğunda dudaklarımda belirsiz bir tebessüm belirdi. "Küçükken de hep uzundu saçların. Bakmaya kıyamazdım."
"Annemin en sevdikleriydi." Duraksadım. Bunu söylememem daha iyi olurdu.
"Sana en yakışanlardı."
"Kesmek, biraz da küt kullanmak istesem de izin vermezdi." Yerinde bir şeydi. Bana kısa saç yakışmazdı.
"Seni gözünden sakınırdı." Öyleydi.
"Sen böyle anlattıkça ben kendimi suçlu hissediyorum. Sanki senin hakkını da bana vermişler, benim yüzümden düzen bozulmuş gibi geliyor."
"Bu ailedeki tek suçsuz insan sensin, Alvina. Senin yüzünden hiçbir kötü şey olmadı. Aksine herkese yaşaması için bir umut, ışık oldun." Derin bir nefes aldım.
"Bir şey sorabilir miyim?"
"Sorabilirsin."
"Eğer Polat ve Ares bana söylemeseydi ya da ben öğrenmeseydim, bana açıklamayı; benimle konuşmayı düşünüyor muydun?" Kısa bir an sessiz kaldı.
"Onlar öğrenip sana söylemeseydi daha güvende, daha mutlu olacaktın Alvina." Duraksadım.
"Söylemez miydin?"
"Söylemezdim," dedi dürüstçe. Kaşlarım çatıldığında başımı dizinden kaldırdım, yüzüne baktım. O bana bakmıyordu.
"Oflaz'ın beni kandırmaya devam etmesini, benim de bir aptal gibi ona kanmamı izler miydin öylece?" Yine yüzüme bakmadı.
"Alvina, kimsenin seni kandırdığı yok."
"Sıraç, ya aptal rolü yapıyorsun ya da gerçekten aptalsın."
"Hayır, Alvina. Sadece sen bazı şeyleri kabul edemiyorsun." Şimdi de sinirden ağlayacaktım.
"Ben defalarca ona dert yandım, yaşadığım şeyleri anlattım, omzunda ağlayıp dizlerinde uzandım." Bu kez yüzüme bakabilmişti. "Planında benim duygularımla oynamak da mı vardı? Bana bir arkadaş gibi de yaklaşabilirdi. Reddedebilirdi, uzaklaşabilirdi. Neden bunları yapmasını istemedin?"
"Omzunda ağlayıp dizlerinde mi uzandın?" Kafamı salladım. "Lan Oflaz," dedi sinirli olduğu belli olurken. "Alvina, o sadece sana karşı iyi davranmalıydı. Benim ondan istediğim bu değildi."
"Senin isteğin neydi ki? Beni bir oyuncak gibi oradan oraya sürükleyerek gözünün önünde mi tutmak istiyordun? Ya da güvende olduğumu görerek vicdanını mı rahatlatacaktın?"
"Alvina, ben sadece-"
"Sen sadece salakça bir plan kurmuşsun." Çok fazla konuştuğumdan olsa ki boğazımın acısı artmıştı. "Beni de o planda bir piyon gibi kullanmışsın." Ben konuştukça sanki pişman oluyordu. "Hepsi bu."
"Ne desen haklısın."
"Ee zaten." Sanırım bunu içimden söylemem gerekiyordu. Daha ciddi bir yanıt bekliyor olsa ki yüzüme şaşkınca bakıyordu. Sinirle güldüğümde ise iyice şaşırmıştı. "Kafayı sıyıracağım, az kaldı."
Kızıyordum, azarlıyordum ama bir yandan da içim el vermiyordu.
Bu günlük bu kadar yeter miydi?
Bazı şeyleri sindirmem için zamana ihtiyacım vardı.
"Yanakların neden kızardı senin?" Ciddi bir tavır takındım.
"Sinirlendim ya, ondandır." Kaşları havalandı. Aslında gitgide artan ateşimdendi.
"Sinirlenince yanakların mı kızarıyor?" Yemiş miydi?
"Ne sandın?" Çatık kaşlarla yüzüme bakmaya devam ederken aniden yüzünü buruşturdu.
"Griptin sen, ateşin var değil mi?" Kocaman elini alnıma koyduğunda görüş alanım kapanmıştı. Ateşimin olup olmadığını mimiklerinden çözmek istesem de göremiyordum.
"Bana taksi falan çağırır mısın?" Elini çektiğinde tuhafça bana bakıyordu. Aslında hâlâ yüzüme bakarken çekiniyordu.
"Ne taksisi? Ateşin var."
"Tamam, arabanla bırak o zaman." Kaşları çatıldı.
"Alvina. Şu üstündeki hırkayı çıkar." Tip tip baksam da hırkayı çıkarttım. "Ateş düşürücü bir şeyler bulacağım. Uzan ve bekle."
"Sıraç, benim gitmem gerekiyor. Bekleyemem."
"En azından ateşin düşene kadar bekle." Beklerdim beklemesine de Oflaz ile aynı çatı altında olmak zorunda mıydı?
Odadan çıkıp kapıyı da çektiğinde etrafıma bakındım.
Gerçekten ateşim olup olmadığını ölçmek için elimi alnıma koyduğumda haklı olduğunu anladım.
Ne yapıyorduk biz şu an?
Abi-kardeş rolleri falan mı kesiyorduk?
Ne yapacağımı bilmeyerek onu beklemeye devam ettim. Üşümenin ve ateşin de verdiği etkiyle göz kapaklarım kapanmak için çabalıyordu.
Karanlık bir odaya geçip sadece düşünmek istiyordum.
Ne yapacağımı tartmak, kime nasıl davranacağım karar vermek istiyordum.
Odanın kapısı açıldı, Sıraç elinde bir hapla ve su ile yanıma geldi. Bu kez kapıyı kapatmamıştı.
Yatağa, yanı başıma oturup hapı ve suyu bana uzattı. Yüzümü ekşiterek baksam da içtim.
"Teşekkür ederim," dedim belli belirsiz bir sesle.
"Rica ederim." Bardağı elimden aldı, komodinin üzerine bıraktı. "Hastaneye mi gitseydik? Bayağı ateşin var senin."
"Geçer." Kollarımı önümde bağladım. "Evime gidip dinlenmeliyim."
"Burada da dinlenebilirsin, Alvina."
"Merak etme Sıraç. Basit bir ateş yüzünden ölmem." Tam yerinde gelen hapşırığa sövmemek için sabır çektim.
"Sen hasta olduğun zamanlarda hep daha inatçı olurdun." Onu dinlemiyor gibi umursamaz davrandım. Halbuki kulağım ondaydı. "Ne ilaç içerdin ne de doktora gitmeyi kabul ederdin." Doğruydu. "Yatardın ve dışarıyı seyrederdin, öylece beklerdin."
"Ben sana bu kadar tanıdıkken senin bana bu kadar yabancı olman adil mi?" Yutkundum. "Evet, iyileşene kadar zırıldanırdım, çekilmeyecek dereceye bile gelirdim."
"Beni tanıman için birkaç şey bilmen yeterli. Dümdüz herifin tekiyim." Kaşlarım havalandı.
"Dümdüz heriften kastın ne?" Birkaç saniye sessiz kaldı.
"Dışarıda da görebileceğin, herkes gibi bir adam işte. Sıradan."
"Yaşadıkların bile sıradan değilken sen öylesine bir herif olamazsın, Sıraç." Gözlerim kapanıyordu. "Normal adamlar ya da insanlar bizim yaşadıklarımızı yaşamıyorlar, onlar için bunu düşünmek bile korkutucu."
"Neyi merak ediyorsun?"
"Amcam... Onu tanıyor musun?" Çenesi kadıldığında cevabı anlamıştım.
"Sen o piçe hâlâ amca mı diyorsun?" Gözlerimi kaçırdığımda derin bir nefes aldı. "Tanıyorum, Alvina. Her an ümüğünü sıkmak isteyecek kadar yakından tanıyorum."
"Hâlâ yaşıyor mu o?" Bir yanım umursamadığını haykırsa da öte yandan korkuyordum.
"Yaşıyor." Kalbim tekler gibi oldu.
"Ne demek yaşıyor?"
"Alvina, baban onu öldürmemiş." Başıma giren ağrıyla yüzümü ekşittim.
"Bu adam ne yapmaya çalışıyor? Hayatımın geri kalanını da mı mahvetmek istiyor?" diye kendi kendime sızlanırken konuşmaya başladı.
"Öyle bir şey olmayacak." Yüzümü ona çevirdim. "Ben öldüreceğim, süründüreceğim."
"Lütfen," dedim elimi koluna koyarak. "Bunu sadece ben yapabilirim."
"Hayır, Alvina."
"Ne hayır? Hepinizi öldürebilecek zekaya da güce de sahip bir şerefsiz." Kaşları havalandı. "Ben tek bir kişiyi bile kaybetmek istemiyorum. Bu işi ben çözmeliyim."
"Senin çözeceğin hiçbir iş yok, bunu biz halledeceğiz."
"Size zarar verecek." Yüzüm acıyla doluydu.
Psikopat birinin ne yapacağı belli olmazdı.
"Hiçbir bok yapamaz."
"Onu tanımıyorsunuz," dediğimde sesimi titrememesi için zorluyordum. "Benim ona yaptıklarımdan bile başkalarını sorumlu tutuyor. Herkese kin besliyor." Derin bir nefes aldım. "Ben hariç."
"Ne yapmamızı öneriyorsun Alvina? Gidip seni önüne mi atalım? Seni yanına gönderip öldürmeni mi bekleyelim?" Sesi yumuşaktı ama sinirlenmeye başlıyordu. "Yeterince yaralandın, yeterince canın yandı. Artık ben buna müsade etmeyeceğim."
"Sevdiğim bir kişiyi daha kaybetmeyeceğim, Sıraç."
"Anlamıyorsun. Seni öyle çok yaralamış ve yıpratmış ki aynı şeyleri yaşayacağını düşünüyorsun." Gözümden süzülen yalı yavaşça sildi. "Ben kimseye bir şey olmasına izin vermeyeceğim."
"Senin izin verip vermemeni umursamaz."
"Alvina," deyip kolundaki elimi sıktı. "Bana güveniyor musun?"
"Nasıl güveneyim?" dedim sitemle. "Seni tanımıyorum bile."
"Tanıyacaksın. Tanıdıkça da güveneceksin."
"Babamı bir şeyle tehdit ediyor olmalı."
"Babanı ne ile tehdit edebilir?" Sorgulayarak baktı. "Sana zarar veremeyeceğini, buna müsade etmeyeceğimizi biliyor."
"Bilmiyorum. Bilmiyorum, kafam allak bullak oldu; düşünemiyorum." Eli yavaşça elimi okşadı.
"Uyumak ister misin biraz?" Gözlerim önce yatağına, sonra ona kaydı. Bu reddedebileceğim bir şey değildi. Aksi halde düşüncelerin içinde boğulacaktım. Evet, bu eninde sonunda yaşanacaktı ama ben şu an bunun olmasına hazır değildim.
"İsterim." Ayağa kalktı, yatağın üzerindeki yorganı açtı.
"Yastık kılıfını değiştireyim," derken muhtemelen dolaba gidecekti.
"Gerek yok," deyip yatağa uzandığımda geri döndü. Soğuk olduğundan aniden gelen ürperti ile yorganı üstüme örttüm. Kaşları anında çatıldığında yatağın boş tarafına oturdu, ayaklarını uzattı. Sırtını başlığa yasladıktan sonra üstümdeki yorganı tutup açtı. "Hey," diyerek tekrar çekmek istediğimde de izin vermedi.
"Havale mi geçirmek istiyorsun?" Tip tip baktığımda aynı bakışla karşılık verdi.
"Üşüyorum?"
"Çünkü ateşin var?"
"E o zaman üstümü örteyim?" Kafasını salladı.
"Cidden inatçısın."
"Versene şu yorganı ya." Kaşlarını çattı.
"Sus ve uyu." Gözlerini kapatıp başını da yatağa yasladığında kısa bir an ona baktım.
"Sen de mi uyuyacaksın?"
"Evet," dedi net bir sesle.
"Ya, gerçekten havale geçirir miyim?"
"Geçirmezsin herhalde." Boş boş tavana baktım.
"Havale geçirirsem ölür müyüm?"
"Bir ihtimal." Ateşim kaçtı? 39 mu?
"Hayvanların da ateşi çıkar mı?"
"Ne bileyim ben?" Sabrını sınamak için iyi bir zamandı. "Neden sordun?"
"Çevremde çok öküz var da, ondan." Üşüyorum, diye bağıracaktım. Az kalmıştı.
"Hiç üstüme alınmıyorum."
"Üstüne alın demedim zaten." Kollarımı göğsümün altında doladım. "Küçükken beni buzağıya bindirmişlerdi."
"Buzağı mı?"
"Hee, buzağı. Gerçi biraz fazla büyüktü." Aklıma geldikçe korkuyordum. "At bulamamışları da. Ben de tüm gün ağlamıştım ineğe bindim diye."
"Nasıl görmem böyle bir anı?"
"Hiç lunaparka gittin mi?"
"Hayır," dediğinde kaşlarım çatıldı.
"O zaman gondola da mı binmedin?"
"Lunaparka girmediğime göre?"
"Polat abim binip kusmuştu da." Gözleri aralandığında yüzüme baktı. "O da hiç gitmemiş, ben götürmüştüm zorla; her şeye de bindirmiştim."
"Polat abin mi?" Kafamı salladım.
"Seni de götüreyim mi?" Sarhoş gibi olmuştum. Ateş bende fena kafa yapıyordu.
"Götür." Gözlerini tekrar kapattı.
"Benimle oynamaya niye gelmezdin küçükken?"
"Annem istemezdi," dediğinde yüreğim burkulmuştu.
"Oflaz ile nasıl tanıştınız?"
"Çocukluk arkadaşımdı. Aslında sen de birkaç kez görmüş olmalısın. Hatırlamıyor musun?"
"Yok," dedim. "O beni hatırlıyor mu?"
"Hatırlıyor."
"Yani beni eskiden beri tanıyor, öyle mi?"
"Öyle," dedi net bir cevapla. "Seni çok önceden tanıdı."
"Peki, neden direkt karşıma çıkıp söylemek yerine hayatımı bu kadar dolandırdın?" Karışık çok şey olmuştu. "Her şey başka olabilirdi, biliyorsun değil mi? Eğer Matt ile devam etseydim hayatım çok daha başka bir seviyede olacaktı."
"O herif sana aşık, Alvina." Şaşırmadım. Bazı şeylerin farkındaydım.
"En azından beni üzmeyip mutlu olacağım şeyleri yapıyor, yüzümü güldürebilmek için çabalıyordu."
"Alvina, bana ne kadar yakın olursan o kadar iyiydi."
"Senin isteklerin yüzünden de tüm düzenim bozuldu. Bunu da biliyorsun değil mi?" Sessiz kaldı. "Niye düzgünce konuşmayı tercih etmedin?"
"İlk planım buydu," dedi gözleri hâlâ kapalıyken. "Denedim de aslında. Yanına gelmek, yüzüne bakıp konuşmak çok istedim."
"Keşke gelseydin," diye mırıldandım. "Bambaşka olurdu her şey, aramızdaki durum bile değişebilirdi."
"Hiç mi affedemeyeceksin beni?"
"Kolay olmayacak." Derin bir nefes aldı.
"Affedebilir misin yani?"
"Sıraç, hiçbir zaman normal bir ilişkimiz olabileceğini düşünmüyorum ama en azından denerim. Hiçbir şey olmamış gibi davranıp davranamayacağım belli değil, sana alışabileceğim belli değil."
"Olsun," dedi buruk bir gülümseme ile. "Deneyeceksin ya, o da yeter bana."
"Annemin mezarını buldum." Gözleri açıldı, yüzünde şok belirdi.
"Bulabildin mi?"
"Bulabildim." Gülümsedim. "İstersen bir gün seni ona götürebilirim."
"Alvina. Yapar mısın bunu?" Kafamı salladım.
"Bir gün beraber yanına gideceğiz, Sıraç. Söz." Gülümsedi, eğilip saçlarıma minicik bir öpücük kondurdu. İçim erir gibi olduğunda geri çekildi.
"Teşekkür ederim, gerçekten çok teşekkür ederim Alvina."
"Ben teşekkür edilecek bir şey yapmıyorum, onun yanına gidebilmek senin de hakkın."
"Ben, beni istemezsin; bulsan da yanına götürmek istemezsin diye düşünüyordum. O beni sevmezdi, sen de umursamazsın diye sanıyordum."
"O senin de annen, görmek de en büyük hakkın Sıraç. Benlik bir durum yok."
"Baban?"
"Ne babam?"
"Ya o istemezse? Karısıydı sonuçta." Kaşlarım çatıldı.
"Ondan izin alacağımı mı sanıyorsun?" Gözlerini yeniden kapatmıştı. "Karısının değerini önceden bilmeliydi. Çekip giderken arkasında bıraktığı enkazı görmeliydi." Konuşmadı.
Çok uzun süren bir sessizlik olduğunda tavana bakmaya devam ettim. Uyuyup uymadığını bilmek istiyordum ama ellemekten de çekiniyordum.
"Bir ton açık olabilirmiş," diye kendi kendime konuştuğumda yatağın kenarında bir hareketlilik oldu. Yorganın altına girme gereksinimi duymadan uzanmıştı.
"Ne?" dedi dalgınca. Uyumamıştı.
"Tavanın boyası." Gözlerini açmadı.
"Boyatırız beğenmediysen." Can sıkıntısı ile etrafıma bakınmaya devam ettim.
"Perden de ışığı geçiriyor. Nasıl uyuyorsun sen?"
"Bu evde kalmıyorum genelde." Ben azarlar gibi sorsam da o kadar sakindi ki.
"Boyun kaç senin?"
"1.98."
"Oha, deve misin?" Güldü.
Evet.
Güldü.
"Sen cüce mi oluyorsun bu durumda?"
"Aynen," dedim yüzümü ekşiterek. Aslında normal insanlarla kıyaslarsak aşırı kısa değildim. "Ayakların da çok büyüktür."
"1.98 adamın 36 numara ayağı olamayacağından, evet."
"Saçlarında boya var mı?"
"Yok," dedi sabırla.
"Gözlerin lens mi?"
"Değil."
"Dövmen var mı?"
"Var," dedi. "Sırtımda, fark etmedin mi?"
"Yüzündeki birçok detayı bile yeni öğreniyorum." Sırtına hiç dikkatli bakmamıştım.
"Bak," deyip hafifçe yan döndüğünde sırtındaki dövmeyi gördüm.
Küçük de değildi aslında. Hiç dikkat etmemiştim.
Anka kuşu. Dövmesini inceledikçe anka kuşunun bitmişliğini, çaresizliğini fark ettim.
Yeniden dirilişi, ölümsüzlüğü, küllerinden doğmayı temsil eden kuş normalde hep daha görkemli çizilir, o şekilde dövmeye dökülürdü.
Sıraç'ın dövmesindeki kuşun kanatları görkemliydi, büyük ve oldukça sertti. Aslında kasvetliydi de.
Sol kanadı kanıyordu, birkaç damlası süzülüyordu.
Güçlü gibi görünse de yüzü acı çekiyordu.
Sıraç'a benziyordu.
Geri yaslandığında dudaklarımı araladım.
"Anlamı var mı?"
"Var," dediğinde merak da etmiştim.
"Ne ki? Özel değilse anlatır mısın?" Kafasını salladı.
"Seni çok uzun bir süre bulamamıştım. Belki de bulmaya, görmeye cesaretim yoktu." Derin bir nefes verdi. "O uzun sürenin ardından, seni yeniden gördüğümde eski enerjinin tamamen gittiğini, eski sen olmadığını anlamıştım. Bir gün sahile gitmiştin, hatırlar mısın bilmiyorum ama ben malesef hatırlıyorum. Canın çıkana kadar ağlamış, beni kırk yerimden bıçaklamıştın."
"Onu kaybedeli çok az olmuştu. Yokluğuna alışamıyordum," dediğimde karnımdaydı gözlerim.
"Yanına gelmek, sana sarılmak çok istedim ancak o kadar sa cesaretli değilmişim; sonradan kabullenebildim. O gün senden bana kalacak, silinmeyecek bir şey olmasını istedim. Ölsem de yanımda olacak, bana seni hatırlatacak bir parça."
"Anka kuşu," diye mırıldandım.
"Evet," diye onayladı. "Küçük Sıraç'ın da, büyük Sıraç'ın da sol yanı olduğun için kuşun sol kanadı yaralı, her daim kanayacak; üstünün kabuk bağlaması imkansız olan bir yaraya sahip."
Duyduklarımı idrak edip kabullenmek için biraz bekledim.
"Sen benim her daim hem en mutlu hem de en kırgın yanımdın Alvina. Gülümseyen yeri de senindi, ağlayan da." Ağlatacaktı bu adam beni. "Evet, birbirimize çok geç kaldık ama en azından şu an birlikteyiz, yan yanayız. Bunu, seninle bir abi olarak konuşmayı öyle çok isterdim ki..."
"Biraz daha konuşursan sabaha kadar ağlayacağım," dediğimde ciddiydim.
"Aç mısın bu arada?" Alakasız bir konuydu, sohbeti değiştirmek için sormuştu.
"Canım hiçbir şey istemiyor." Yüzüme baktı onaylamayarak.
"Açsın o hâlde?"
"Değilim."
"Çorba içmek ister misin? Sıcak sıcak iyi gelir." Kaşlarımı kaldırdım.
"2 saate uyandırır mısın beni?" deyip gözlerimi kapattım.
"Uyandıramam."
"O niye?"
"Uykunu aldığında kendin uyanırsın." Gözlerimi yeniden açtım.
"Bir yere mi gideceksin? O yüzden mi uyandırmazsın?"
"Gitmeyeceğim." Elini yavaşça alnıma koydu. "Senin ateşin hiç düşmemiş."
"Düşer birazdan." Gözümü kapatmak isteyen güce engel olamayacaktım.
"Alvina, doktora gidelim." Omuz silktiğimde sabır çeker gibi bir nefes verdi.
"Ya birazdan düşer, hep öyle oluyor zaten."
"Emin misin?"
"Evet, kendimi öldürmek için havaleden daha etkili yöntemler olduğunu biliyorum." Sanırım bu onu sinirlendirmişti.
"Uyu, Alvina."
Dediğini de yaptım. İç çeke çeke, her şeyi gereğinden fazla düşünerek uykuya daldım.
Muhteşem bir üşüme uyanmama sebep olduğunda gözlerimi güçlükle araladım. O cam açıkken gelmemeliydim.
Sıraç'ın yatağındaydım, o da yanımdaydı.
Eli yastığın üzerine dağılan saçlarımın üzerindeydi.
Öyle dalmıştı ki saçlarıma, ona baktığımı fark etmemişti.
Biraz bekledim. Yüzünü inceledim.
Birbirimize oldukça benziyorduk aslında.
Güçlü olduğunu haykıran vücuduna bakındım. Kas yığınıydı, her yeri özenle şekillenmişti.
"Sıraç," diye fısıldadığıma sesim çatallı çıkmıştı. Gözleri dalgınca bana döndü. "Ateşim çok mu hâlâ?" Elini alnımın üstüne koyduğunda yine görüş alanımı da kapatmıştı.
"Bir duş mu alsan?" Elimi tutup kalkmam için destek verdiğinde istediğini yaptım. "Ya da hastaneye gidelim, Alvina."
"Duş alabilir miyim?" Kafasını salladı.
"Alabilirsin." Ayağa kalktı, aynı şekilde benim de kalkmam için elimi tuttu. Kalktığımda aniden başım döner gibi olunca koluna tutundum. "İyi misin?"
"İyiyim." Derin bir nefes alıp birkaç saniye bekledim.
"Banyodaki dolabın içinde havlu var," derken banyoya adımlıyorduk. Odasındaki ebeveyn banyosuydu. "Üstündekiler çok kalın. Ben odaya ince kıyafet bırakırım, onları giyersin."
"Tamam." Banyoya girip kapıyı kapattığımda içimde bir boşluk hissi olmuştu, tuttuğu elimi bırakmıştı.
Kıyafetlerimi çıkartıp iç çamaşırlarımı ayırdım. Onları tekrar giymekten başka şansım yoktu.
Dediği dolaptan havlu alıp askıya astım, duşakabinin içine girip suyu açtım. Bana kalırsa sıcacık suda duş alırdım ama öyle de ayılamazdım.
Soğuğa daha yakın ılıklıkta olarak ayarladığım suyun altına girdiğimde ani bir titreme de gelmişti.
Raftaki duş jeli gözüme çarptığında aldım, kapağını açıp kokusuna baktım. Yoğun bir tarçın kokusu vardı.
Bir miktar elime alıp vücudumu yıkarken aklımda türlü çeşit düşünce dönüyordu.
Konuştuğum, şu an eşyalarını kullandığım, az önce yatağında yattığım kişi öz abimdi.
Bunu uzun süre yadırgayacaktım.
Suyun altında gevşemek yerine daha çok üşüdüğümde suyu kapatıp çıktım, dediği dolaptan bir havlu aldım. İç çamaşırlarımı da alıp odaya döndüğümde kimse yoktu. Kapı da kapalıydı.
Muhtemelen rahat etmem için çıkmıştı.
Vücudumu kurulayıp çamaşırlarımı giydim, havluyu saçıma doladım.
Yatağın üstünde beyaz bir tişört, siyah bir şort vardı.
Mecburen onu dinleyecektim. Haklıydı.
Üstüme giydiğim tişörtün uzunluğuyla dalga geçecekken ondan da beter olan şortu giydim.
Şort demeye de bin şahitti.
Çok değil biraz daha zorlasam bileğime erişecekti.
Tişörtü şortun içine koyduğumda da varil gibi bir cisim olmuştum. Basık, kısa boylu, kafada da havlu.
Neyse ki çoraplar bana aitti.
Tişörtün açık yakalarını düzeltmeye çalışırken saçımdaki suyu çeken havluyu kuruması için banyodaki askıya geri astım.
Kapı çaldığında "Gelebilirsin," diye seslendim.
"Alvina," diyerek içeri giren Sıraç bana bakarken kaşlarını çattı. "Sana niye bu kadar büyük oldu ya?" Şortun belinde lastik olmasaydı tak diye düşerdi.
"Niye acaba?" Dalga geçilesi bir haldeydim.
"Çok yakışmış," dediğinde yüzümü ekşittim.
"Sağ ol. Şahtım, şahbaz oldum." Gülümseyip bir kez daha baktı.
"Gel, çorba yaptım sana." Kaşlarım havalandı.
"Sen?"
"Ben," dedi onaylayarak. "Domates çorbası. Sever misin?" Severdim ama canım istemiyordu. "Bir hastaya ne çorbası yapılır bilmiyorum, aklıma bu geldi sadece."
"Severim," dedim kalbim unufak olurken.
"Hadi, gel." Aşağıda olan kişiler aklıma gelince inmek istemesem de onu da kırmak istemiyordum. Ayağıma getirmesini istemem de sanki bencillik olurdu.
"Tahmini olarak ne zaman evime dönebilirim?" Merdivenleri inerken sorumu cevapladı.
"Ateşin düştüğünde." Nemli saçlarıma baktı. "Saçlarını kurutmaman seni daha da hasta yapmayacak mı?"
"Çok ıslak değil, bir şey olmaz." Bunu onaylamadığından konuşmamıştı. Aşağı indiğimizde direkt salondaydık, mutfak yan tarafta olmalıydı.
Koltukta oturan 2 adamın da bakışları usulca bana döndü. Aynı anda kaşları çatıldığında Sıraç da tepkilerini taklit etti.
"Ne bakıyorsunuz lan?" Tip tip bakıştılar.
"Geçmiş olsun," dedi Oğuz gribi kast ederek.
"Size de," dediğimde Yekta'dan bahsediyordum.
"Sağ ol." Oflaz'a bakmıyordum, bakmak istemiyordum. "Bir şey sorayım mı?"
"Ne?"
"Pera nasıl?" diye sordu pat diye. "Haddime değil biliyorum ama gerçekten merak ettim, son gördüğümde pek de iyi değildi." Niyetinin kötü olmadığının ve Pera'ya olan ilgisinin farkındaydım.
"İyi," diyebildim şok ile. Devamında ne diyeceğimi de bulamamıştım.
Sıraç hareketlenip mutfağa ilerlediğinde komut vermesini beklemeden ben de peşinden ilerledim.
Beyaz, ferah bir mutfaktı. Fazla büyük değildi.
Sandalyeye oturduğumda da aniden bir ürperti gelmişti. Ben hâlâ üşüyordum.
Sıraç çorbayı kaseye koyarken, üstüne tişört giydiğini yeni görmüştüm.
Kaseyi ve kaşığı masaya bırakıp ekmeği de önüme koydu.
Yanımdaki sandalyeyi çekip oturduğunda odağı yüzümdeydi.
Çorbadan bir kaşık alacağım sırada yavaşça elimi tutup durdurdu.
"Sıcak. Yakacaksın kendini." Kısa bir an yüzüne bakıp kaşıktaki çorbaya üfledim. Soğuduğuna karar verdiğimde içmiştim. Haklıydı, beklememe rağmen sıcaktı.
Farklı hissediyordum.
Çorbadan ağzımın yanma ihtimalini düşünüyordu ancak eskiden canım öylesine, ölesine yanarken yoktu.
Şu an düşünmemeliydim.
Çorbayı yavaş yavaş içtiğim sıra boyunca beni izledi. Tadı da güzeldi ama boğazım acıdığı için içmek de zordu.
Bittiğinde elimi sürmediğim ekmeğe baktı. Bir şey diyeceğini sandıysam da demedi.
"Eline sağlık," deyip tabağı makineye koymak için ayağa kalktığımda benden önce davranmıştı. Tabağı evyeye bırakıp eliyle sırtıma hafif bir baskı uyguladı.
"Geç, dinlen. Ben de geleceğim hemen." Dediğini yapmak istemeyen yanıma meydan okuyan kalbim başarılı olmuştu.
Odada oturup ne yapacağımı bilmediğim için kabanımın cebindeki telefonumu almak istiyordum. O da maalesef ki salondaki koltuğun üzerindeydi.
Salona geçtiğimde gördüğüm daha da depresifleştim.
Benim kabanım niye Oflaz'ın yanındaydı?
Az önce burada olan Oğuz nereye kaybolmuştu?
Yüzüne bakmadan koltuğa yanaştım, telefonumu aldım. Arkamı dönüp çıkabileceğimi sansam da yanılmıştım.
"Alvina," deyip ayaklanmıştı. "İyi misin?"
"Muhteşemim," dedim derin bir nefes alarak. Sesimdeki alayı anlamış olmalıydı.
"Biraz konuşalım mı?" Gözlerimi yüzüne çevirdim, kaşlarım havalandı.
"Konuşmayalım. Mümkünse bir daha da denk düşmeyelim."
Böyle konuştuğuma da bakmamalıydı.
Boynuna atılmam için beni fişfikleyen bir yanım da kahretsin ki vardı.
"Dinlemeyecek misin?"
"Neyi dinleyeceğim? Nasıl kandırdığını, rol yaptığını falan mı?" Yüzünde hiç mimik yoktu, ifadesizdi.
"Alvina, sandığın gibi değil." Bir şey söylemedim.
"Ne sandığım gibi değil?"
"Sen hâlâ ne konuşuyorsun?" diye bir hışımla salona giren Sıraç'a döndük. "Alvina, yukarı çıkar mısın?" Kafamı iki yana salladım. Derin bir nefes aldı. "Oflaz. Alvina'dan uzak dur."
"Sıraç sen ne diyorsun?" Birbirlerine öyle ters bakıyorlardı ki. "Ne yapmaya çalışıyorsun?"
"Alvina'nın daha fazla üzülmesini engellemeye çalışıyorum," dedi net bir tavırla. "Sen ne bok yiyorsun?"
"Ne oluyor amına koyayım?" Ne biçim bir gündü.
"Sana sormak lazım." İmdat, diye bağrınacaktım, az kalmıştı. "Lan sen benim kardeşime niye yavşıyorsun?"
"Sıraç," dediğinde o da son derece sinirliydi. "Ne dediysen onu yaptım."
"Ben sana kardeşime arkadaş gibi davran dedim, aranızda hep mesafe olacak dedim." Kısa bir an bana baktı, yeniden Oflaz'a döndü. "Lan sen ne diye kıza yakın davranıp ümit veriyorsun?" Benim sormak isteyip de dile getiremediğim şeylerdi aslında bunlar. "Niye kandırıp duygularını alt üst ediyorsun?"
"Ben kardeşini kandırmadım, Sıraç."
"Ne yaptın Oflaz? Acıyıp da saçını mı okşadın?" Her cümlelerinde beni daha da yerin altına sokuyorlardı, farkında değillet miydi?
"Ne anladıysan o Sıraç." Birbirlerinin yüzlerine baktılar. "Bilmen gereken tek şey ben onun kötülüğünü de üzülmesini de istemedim, istemem."
"İsteyecektin," dediğinde duraksadım. "Ben sana ona karşı bir şey hissetmeyeceksin dediğimde beni dinleyecektin."
"Her şey senin yazıp kurguladığın düzende gitmiyor, biliyorsun değil mi?"
"Bu düzenle değil senin şerefinle de alakalı, biliyorsun değil mi Oflaz? Masum bir kızı kandırmak mıydı benim düzenimde kurgulanan?" Gitgide kızışıyorlardı.
"Keşke senin şerefinle alakalı da olsaydı. Kim bilir, belki de o zaman karşısına çıkıp söylerdin kardeşine." Derin bir nefes aldım. "Bana bunları söyleyerek kendi içinde yükünü hafifletmek istiyorsun, Sıraç. Masum olmadığının sen de farkındasın."
"Oflaz, ikisi asla aynı mevzular değil." Kafasını salladı. "Ben sana kardeşimi emanet-" Lafını böldü.
"Sen bana kardeşini emanet etmedin." Ona baktığımı anladığında kısa bir bakış attı. "Sen benden Alvina'yı yanımda tutmamı istedin, yanında olmamı istedin." Birbirlerine bu kadar soğuk bakabilmeleri normal miydi? "Annenin senden istediği her şeyi benden bekledin."
"Senden beklediğim tek şey aranızda bir iş arkadaşlığı olmasıydı."
"Senin yanlışın da bu zaten Sıraç. Sen korumayı sadece fiziksel olarak algılıyorsun. Annen senden kardeşini kollamanı değil ona destek olup sevmeni, yanında olduğunu hissettirmeni istedi." Kafasını salladı. "Sen de bunların hiçbirisini yapmadın."
"Oflaz, bilmiyormuş gibi konuşma."
"Sıraç, senin ertelediğin ve umursamadığın her şey bir gün Alvina'yı en derin çıkmaza sürükleyecek, biliyorsun değil mi?"
"Bırak onu da ben düşüneyim." Kaşlarım havalandı.
"Yaşayacağım şeylere hâlâ siz mi karar veriyorsunuz?" diye sorduğumda ikisi de duraksayıp yüzüme baktı. "Niye hâlâ arkamdan bir şeyler çeviriyorsunuz?"
"Alvina, öyle değil-" Sıraç'ın lafını böldüm.
"Öyle, Sıraç. İki abi-kardeş rollemesi yaşadık diye ben seni tanımıyorum." İkisine de baktım. "Ben ikinizi de tanımıyorum, ikinize de güvenemiyorum." İkisi de mahçup gibiydi. Ya da ben öyle anlamak istiyordum. "Benim hakkımda kararlar vermeyi bırakın, izin verin de hayatıma ben yön vereyim."
"Alvina," diyen Oflaz'ı da umursamadım.
"Bilmiyorum, kafanızda ne kurdunuz; ne gibi planlar yaptınız. Ancak ben artık hiçbirine uymayacağım." Konuştukça boğazım acıyordu. Hem hasta olduğumdandı hem de saçma bir tepki vermemek için kendimi sıkıyordum.
"Ben sadece senin iyiliğini istedim," dedi Sıraç yüzüme bakarak. Ben de ona baktım.
"Bir kere de iyiliğimi değil de mutluluğumu isteseydin."
"Yaşayamazdın, öldürürlerdi seni." Omuz silktim.
"Bunları yaşamaktansa ölmeyi yeğlerdim, yeğlerim." Gözlerini kapattı, birkaç saniye öyle durdu.
"Hâlâ mı?"
"Hâlâ derken? Ne değişti hayatımda?"
"Seni seven arkadaşların, çevren var." Yutkundu. "Ben varım, Alvina." Dün 1, bugün 2'ydi.
"Siz karşıma çıkmadan önce hayatımda gerçek anlamda bir düzen vardı, bazı şeylere alışmıştım; ayak uydurmayı deniyordum." Utanmasam gidip hepsini babama şikayet edecektim. "Yani işin özü hayatımı mahvettiniz, mahvetmeye de devam etmeyin."
"Bir gün beni anlayacaksın, Alvina."
"Umarım anlamam, Sıraç." Dediklerim onu kırıyor olabilirdi ama şu an bunu umursayamayacaktım. Sustu, bir şey demedi. "Benim ihtiyacım olan şey korunmak, kollanmak değildi; siz hep yanlış kararlar verdiniz."
Konuştukça boğazım daha da acıyor gibiydi. Aynı zamanda da üşümeye devam ediyordum.
"Biliyorum," dedi kabullenerek.
Ben burada daha fazla kalmak istemiyordum.
Bazı şeyleri hazmetmem, yalnız kalmam gerekiyordu.
"Ben evime gideceğim," dediğimde kaşları çatıldı.
"Ateşin var." Gülecektim, az kalmıştı. Sinirdendi hem de.
"3 yaşında olmadığım için başımın çaresine bakabiliyorum."
"Alvina, tek başına seni oraya yollayamam." Omuz silktim.
"Burada da tek başıma sayılırım, kimseyi tanımıyorum; herkes bana birer yabancı." Utanmasam Pera'yı arayıp çağırırdım. Ama kabul ediyordum, bu ayıp olurdu. "Evimde dinlenmek istiyorum, beni götürebilir misin?"
"Şu an yapabileceğin bir şey değil bu." Kaşlarım havalandı. Burada kalmamın bana iyi gelmeyeceğini o da biliyor olmalıydı.
"Peki," derken elime aldığım kabana sinirle baktı. Daha doğrusu baktılar. İkisi de birbirine sinirliydi, bana patlamasınlardı. Kabanı giyip telefonumu da alacağım sırada kolumu tutup durmamı sağladı. "Ne?"
Elini alnıma koyduğunda da kaşları yine çatılmıştı.
"Alvina, ateşinin hâlâ düşmemesi normal değil."
"Birazdan düşer," derken artık benim de sabrım sınanıyordu. Sahiden ateşim niye düşmemişti? Bir adım geri çekildiğimde alnımdaki eli serbest kaldı. Arkamı dönüp ilerlerken kapıya ulaşmıştım. İkisi de bana baksa da ben pek umursamamıştım.
Sıraç bir kez daha seslenene kadar ona dönmemiştim.
"Alvina," dedi ben kapının önündeyken. "En azından seni götürmeme izin ver." Kısa bir an yüzüne baktım, başımı salladım.
"Peki." Dışarı beraber çıktıktan sonra bahçedeki arabalardan birinin ışıkları yandı. Ona binecektik.
Arabanın yolcu koltuğuna oturduğumda o da yerleşti. İlk yaptığı ısıtıcıyı açmak olmuştu.
"Numaram sende var değil mi?" Evin yolunu tarif etmemiştim. Ki muhtemelen o zaten bunu da biliyordu.
"Var," dedim. Neden sorduğunu bilmesem de sorgulayamayacak kadar zihnim yorgundu.
"Alvina, özür dilerim." Kaşlarım çatıldı. Yine de sormadım. "Oflaz adına da, kendi salaklığım adına da."
Aslında bir yanım Sıraç'ın salak ya da bencil değil, sadece sevmeyi ve değer vermeyi bilmeyen bir adam olduğunu haykırıyordu.
"Sıraç, senden nefret etmiyorum." Sesim kısıktı. "Sadece her şey üst üste geldiğinden doğru tepkiler bile veremiyorum. Biraz hazmedeyim, kabullenip alışayım." Evin önünde durmuştuk. "Sonra tekrar konuşuruz, tamam mı?"
Yüzüne baktığımda gözlerindeki ufak umudu gördüm. Bu beni 40 yerimden bıçaklamıştı.
"Tamam, Alvina." Burukça gülümsedi. "Belki de bir gün normal konulardan konuşur, sohbet ederiz."
Elim kapının koluna uzandı, açtım ve indim.
"Umarım," demiştim mırıldanır gibi. Duymuş muydu bilmiyordum ama yüzündeki umut daha belirgin hâle gelmişti.
Kimsesi yoktu.
Kimsem yoktu.
Belki de bir gün biz birbirimize yurt, yoldaş olacaktık.
O gün çok şey kaybedecek, bir şey kazanacaktım.
Kazandığım tek şey, kaybettiğim onca şeyin yerini en doğru biçimde kaplayacaktı; emindim.
Apartmanın kapısını açıp evime çıktım.
Saçma kıyafetimi umursamadan Rodion'un kapısını çaldım. Çok geçmeden açtığında sorgulayarak yüzüme baktı.
"Alvina?" Konuşacak, bir şeyleri açıklayacak gücüm de takatim de şu an yoktu.
"Anahtarımı verir misin?" Kafasını sallayıp içeri girdi, anahtarı getirip bana uzattı. "Teşekkür ederim."
"Sen iyi misin?" Bunu ben de bilmiyordum.
"Kötü mü gözüküyorum?" deyip espriye vurmaya çalışsam da gülmemişti.
"Berbat. Aşırı yorgun gözüküyorsun." Doğruydu, yorgundum.
"Yorgunum."
"Belli oluyor," dedi kinayeli bir tonla. "Aç mısın? Bir şeyler hazırlayabilirim istersen."
"Aç değilim, sağ ol," dedim reddederek. "Görüşürüz." Bu cümleleri söylemek bile beni zorluyordu.
Sanırım çok fena grip olmuştum.
"Görüşürüz. Gripsin sanırım, kötü olursan ara; hastaneye gidelim." Gülümsedim, kafamı salladım. Başka bir şey söylemeden evime girdim, kapıyı kapatıp kilitledim.
Direkt odama girip yorganın içine uzandım, bacaklarımı kendime çekip ısınmaya çalıştım. Ev soğuk değildi ama sıcak da değildi.
Saçlarım nemliydi, taranmamıştı. Muhtemelen oldukça dolaşıklardı.
Keşke en büyük sorunum bu olabilseydi.
Ortalıkta olmayan Hector da geldiğimi anlamış olsa ki kuyruğunu sallayaraktan yanıma geldi, yatağa çıkıp dibime uzandı. Başını karnıma yasladığında patileri vücudumu sarmıştı. Biraz daha sıcak hissettiriyordu bu.
"Oğlum benim." Kafasına küçük bir öpücük kondurduğumda kuyruğunu salladığını gördüm. "Güzelim, birtanem." Ben onunla konuştukça bana daha çok sırnaşıyordu.
Boş boş yatmak, saatlerce sadece tavanı izlemek ben de isterdim.
Düşünceler peşimi bıraksaydı aslında bu mümkün de olacaktı.
Ama ne çareydi?
Ben bireysel yaşama, tek olmaya, verdiğim kararların yalnızca beni etkilemesine oldukça alışmıştım.
Evet, arkadaşlarım da benim ailemdi; hayata tutunduğum en kuvvetli dal da onlardı. Gözümü kırpmadan hepsine canımı da, kalbimi de verirdim.
Ancak şimdi durum hepsinden farklıydı.
Kendi kanımdan, kendi canımdan birinin var olması...
Garipti.
Ben sanırım çok uzun bir süre buna alışacamayacaktım.
Yaşadıkları, ona reva görünenler aklıma geldikçe onu bağrıma basmak, bir daha yanından ayrılmamak geliyordu içimden.
Ne zaman ki kendi yaşadıklarım da aklıma bir çığ gibi düşüyordu, işte o zaman bencil biri oluyordum.
Sanki her acıyı ben yaşamışım gibi de davranabiliyordum.
Tamam, başta kendim olmak üzere, çoğu kişiye göre en ağır şeyleri ben yaşamıştım. Ama onların yaşadıkları da pek kolay değildi.
Sıraç'a karşı hangi duyguyu beslemem gerektiğini bilmiyordum. Birçok duygu vardı aslında. Ben hangisinin daha ağır basacağını ölçemiyordum.
Oflaz'a karşı kırgındım. Sadece buydu. Aslında hiçbir şey hissetmemeyi yeğlerdim. Zira böyle yine en çok ben yıpranıyordum.
Uykum olmamasına rağmen gözlerim yanıyordu, gripten olmalıydı.
Tüm gün uyumamışım gibi yine uyuyakalmıştım. Uykulu değil, yorgundum.
Gözlerimi açtığımda saçlarım her yere yayılmış, dolaşmışlardı. Karşımdaki aynadaki aksimle bakıştığımda kafamı iki yana salladım. Korkunçtum.
Dudaklarım, gözlerim şişti. Yanaklarım da kıpkırmızıydı. Saçlarımdan bahsetmiyordum bile.
"Bu ne be?" Sesimi duyan Hector bana baktığında o bile ürkmüştü.
Bu sıfadımdan çok yüzüme vuran güneş ışığından da olabilirdi.
Her türlü ışıktan nefret ettiğim kanısına varmıştım, evet; tam da şu an.
"Of!" Yorganı aniden üstümden atmıştım.
Neye efeleniyordum ki?
Buz gibi olan ev içimi titretmişti. Elimi alnıma koyduğumda ateşin biraz dindiğini görmek rahatlatmıştı.
Üstümdeki kıyafetler Sıraç'a aitti. Onları yıkayıp geri verirdim.
Kıyafetlerimden en kalın pijama takımını seçtim, onun eşlikçisi olan köpekli panduflarımı da giydim.
Saç açıcı spreyleri önüme dizip makyaj masasının pufuna oturdum, tarağı da elime alıp kelimenin tam manasıyla cebelleşmeye başladım.
İşim bittiğinde mutfağa geçip dolabı açtım, uzun uzun bakındım. Ne yemek istediğimi de bilmiyordum.
Sağlıklı onca şeyin arasında gözüme adeta parlayan çikolatayı alıp ekmeğe sürmüş, bir güzel yemiştim. Ne de sağlıklıydı ama.
Sonrasında ağrı kesici bir hap içip salona geçtim, şarjı dolu olan telefonumu da elime alıp uzandım. Battaniyeyi de kollarım açık kalacak şekilde örttüğümde rahattım.
Yekta'nın ne yaptığını deli gibi merak ettiğimden dolayı aramıştım, açmamıştı. Ben de üstlemek istemiyordum. Yalnız kalmaya ihtiyacı olabilirdi.
Ben boş boş video izlerken kaç saat geçmişti?
1? 2? 3?
Bilmiyordum. En az 3 saatti.
Sosyal medyada hiç takılmadığım kadar takılmış, normalde asla umursamayacağım insanların hesaplarında gezinmiştim.
Bir ara belgesel izlemiş, cuma mesajları ile bile denk düşmüştüm.
Gözlerim artık kapatmam gerektiğini haykırdığında onları dinledim.
Ellerime baktığımda ojelerim soyulmaya başlayacağını fark ettim. Kafamı dağıtmak için her şeyi yapabileceğimden odamdan aseton ve rakı beyazı bir oje aldım, büyük bir itina ile manikürümü tazeleyip ojelendim.
Beğeni ile baktığım sırada karnımdan gurultular yükseliyordu.
Mutfakta kendi kendime bir çorba uydurup yapmış, onu da içmiştim.
Bu benim için kısa süreli bir rutin olmuştu.
Bir günüm diğer günümün aynısıydı.
Yaklaşık 9 gün geçmişti. 9 gün boyunca sadece Pera ile konuşmuştum. Başka kimse ile iletişim kurmamıştım.
Kargoların bile kapıma bırakılmasını istediğimden kuryelerle de iletişimi kesmiştim.
Bu 9 günde hem ağlamış, hem de gülmüştüm. Salakça şeyler yaptığım gibi iş alanımda düzgün kararlar da vermiştim.
Spor yapmayı bırak, sağlıklı bile beslenmemiş; deli gibi yemek yemiştim.
Kaç kilo almıştım.
1? 2?
Bakmamıştım.
Umrumda da değildi.
Balkondaydım, elimde tuttuğum fincanın üzerinden saçılan dumanı amaç gütmeden izliyordum. Salağa mı yatıyordum, anlamamıştım.
Birkaç kez babam aramıştı, sadece birinde açmıştım.
Sıraç ise 3 kere aramıştı. Onu hiç açmamıştım. Fakat birçok kez nasıl olduğuma dair mesajlar attığında kısa bir yanıtla o konuyu da kapatmıştım.
İşin özü depresyondaydım.
Rodion düne kadar Türkiye'ye döndüğümü düşünüyordu. Fakat dün yaptığım son derece gürültülü temizlikten sonra fikri değişmiş olmalıydı.
İyice ev hanımı rollerine girmiştim.
Üstümdeki eşofmana tiksinir gibi baktım. Neredeydi eteklerim? Neredeydi pantolonlarım?
Evde durmak benlik değildi.
Ocağa yemek bile koymuştum. Tavuk sote yapıyordum. En azından sağlıklıydı. Yanındaki kremalı makarnayı saymadığımızda.
Neyse, en azından biraz toparlayıp kendime gelmiştim. Çok şükür gribim de gitmişti.
Hâlâ Rusya'da, buz gibi soğuğun tam ortasındaydım. Biraz da bu yüzden dışarı çıkmıyordum.
Üstüme giydiğim pijama takımı çok manidardı.
Pera, Ares'i bir peri kıyafetinin içinde shoplayıp bunu tişörtlere baskılatmıştı. Başında tacı, elinde sihirli değneği varken oldukça komikti. Yanındaki 2 peri de bizdik, ikimizin de güzel çıktığı fotoğrafları seçmişti.
Ares görseydi önce kızar, sonra gülerdi.
Ben sanırım onları çok özlemiştim.
Suay bir kere bile aramamış, mesaj atmamıştı. Ben de aynısını yapmıştım. Fakat iyi olup olmadığını ya Kutay'a ya da Pera'ya soruyordum.
Yemeğin kokusu iyice yayıldığında fincandaki son yudumu da içip mutfağa girdim. Ocağın altını kapatıp içeri geçtiğimde koltuğa oturacaktım.
Oturamamıştım.
Zil çalmıştı.
İyi de, kim, bu saatte niye gelirdi? Saat geç değildi ancak erken de değildi.
Ofuldana pufuldana kapıyı açmak için yürüdüm. Kapıyı açtığımda ise şaşkınlıktan çığlık atabilirdim.
Ben sanırım hayatımın "İyi Dostlar Biriktirdim, Hepsi Ailem Oldu" bölümündeydim.
Karşımda ailem vardı.
Pera, Ares, Kutay, Suay, Polat, Aydan, Helen.
Gözlerim dolduğunda dudağım da büzülmüştü. Suay elindeki kamera ile fotoğraf çekerken gülümsemeye çalışarak Pera'nın elindeki pastaya baktım.
Günlerden 31 aralıktı.
24 olmuştum. Daha doğrusu olacaktım.
Hep bir ağızdan şarkı söylemeye başladılar: İyi ki doğdun Alvina! Hepsinin yüzünde bir gülümseme vardı.
Pastadaki maytap sönmek üzere olduğunda Pera içeri girdi, gülerek yüzüme baktı.
"Üflemeyecek misin?" Pastanın şekli ise o an dikkatimi çekti.
Uğur böcekli bir pastaydı bu.
Küçüklüğümdeki gibi.
Gözümden akan yaşı hızla silip yeniden gülümsedim, derin bir nefes alıp gözlerimi kapattım.
Dileğim basitti: Hayatımdaki kimsenin benden gitmemesi.
Mumu üflediğimde beraberce alkışladılar, sonra hepsi teker teker içeri girdiler.
Ben hâlâ olayın şokunu atlatamamışken Pera elindeki pastayı Ares'in eline tutuşturdu.
"Alvina'm," diye mırıldanıp yanıma gelmesiyle sımsıkı sarılmamız bir olmuştu.
O benim arkadaşım değildi. Canımdı. Canımın canıydı.
Aradan çok zaman geçmemişti ama ben kız kardeşimi oldukça özlemiştim.
"Biraz daha ayrılmazsak salya sümük ağlayacağım." Kulağına fısıldadığım şeyle omuz silkti.
"Sıradakilerle de sarıl, sonra ben tekrar sarılacağım." Bu dediği beni güldürdüğünde birbirimizden ayrılmıştık.
Suay paytak adımlarla yanıma geldi, onunla da sarıldık. Çok sıkı olmamamızın sebebi aramızdaki minik Yağız'dı.
"Hoş geldin," dedim geri çekildiğinde.
"Hoş bulduk," dedi gülümseyerek. "Lavaboyu kullanabilir miyim?" Kafamı sallayıp lavabonun yerini gösterdim.
Kutay da kardeşinin hemen ardından sarılmıştı. "Doğum günün kutlu olsun kız zilli," dediğinde güldüm.
"Teşekkür ederim, ne de hoş bir hitap bu böyle." O da güldüğünde geri çekildi.
Sırası gelen sarılıyordu. Bu da ayrı ironikti.
Kutay koridorun neresine gideceğini bilemeyince Pera salonun yerini gösterdi.
Sıradaki Helen'di. Aramızda ciddi bir soğukluk vardı ama zahmet edip gelmişti, geri çevirmeyecek kadar şey de yaşamıştık.
"Doğum günün kutlu olsun." En kısa temas onunla sürmüştü. Geri çekilmişti hemen. Kaçıyordu sanki.
"Teşekkür ederim," dedim bu tavrına anlam veremezken.
Aydan aynı çekingenliği ile bakarken Polat elini omzuna koyup hafifçe öne iteledi.
"Hoş geldin Aydan." Onunla da kısa bir sarılma merasimi gerçekleştirmiştik.
"Hoş buldum, yeni yaşın kutlu olsun."
"Sağ ol," dedim samimi bir şekilde.
Polat ile sarıldığımda kemiklerimi kırabileceğini düşündüm.
"Bu kadar özletmek zorunda mısın manyak delisi?"
"Polat, o kadar ağlayasım geldi ki bence sus." Kafasına bir tane patlattığımda Aydan güldü. "Manyak delisiymiş. Sen nesin acaba?"
"Harrrika ve muhtişim bir insanım ben." Dalga geçeceğim sırada Ares konuştu.
"Muhabbetinizi bölmek istemem ama sermoninin sonuna düştüğüm için yarım saattir ayakta bekliyorum." Haklı bulduğum isyan ile Polat'ı da manitasını da salona gönderdim.
"Ay incilerin mi döküldü?" Elindeki pastayı Pera'ya verdiğinde pijamamı yeni fark etmişti.
"Vina bu ne?" Pera da yeni görmüş olsa ki büyük bir kahkaha attı. "Niye periyim lan ben yine?"
"Sus. Çok güzel olmuşsun." Elbisesi de pembeydi. "Açmış seni bu renk." Kaşları çatılsa da beni ensemden yakalayıp kendisine çekti.
"Aptal, niye sadece Pera'yı arıyorsun sen?" Pera okların ona dönceğini anladığında elindeki pasta ile mutfağa ilerliyordu.
"Sen bazen açmıyorsun."
"Hadi oradan," derken başıma minik bir öpücük kondurdu. "Her aradığında açtım."
"Ama hep seninle de konuştum."
"Çok sağ ol ya, zahmet olmuş." Geri çekilip sinirlice yüzüme baktı. "Bir daha ayrı kalmak falan yok. Ben gelemiyorum böyle şeylere."
"Bakarız." Gözlerini devirdi.
"Neyse." Tip tip baktı. "İyi ki varsın lan."
"Sağ ol lan." Gülümsediğimde o da gülümsedi. "Hadi, geç içeri."
Pera'nın hâlâ mutfakta olduğunu bildiğim için önce oraya girdim.
"Toparlamışsın," dedi sırıtarak bana bakarken. Öylesine bir süzdü. "Yakışmış."
"Toparlamayacak gibi değildim, ağzım boş durmadı."
"İyi iyi, yüzüne gözüne renk gelmiş." Kaşlarım çatıldı.
"Ne yani, önceden yok muydu?"
"Yaannni," dedi uzata uzata. "Vina."
"Hım?"
"İyi ki varsın."
"Sen de." Tekrar sarıldığımızda bu daha kısa sürmüştü. "Aç mısınız?" deyip aramızdaki tüm dramı yok ettiğimde güldü. Geri çekilip gözündeki yaşı sildi.
"Açız." Yüzümü ekşittim.
"Ne yiyeceğiz?" Dudaklarını büzdü.
"Bilmem. Sorayım mı?" Kafamı salladım.
"İyi olur." O salona geçip ne yiyeceklerini sorarken benim gözlerim pastaya dalmıştı.
Düşünmek istemedikçe aklıma Sıraç, onun varlığı geliyordu.
"Hamburger söylemiş Ares." Mantıklı olan buydu. Zira onlar da ben de açtık ve bu kadar kısa zamanda yapabileceğimiz kısıtlıydı.
"Ben Sıraç ile konuştum," deyiverdim pat diye. Gözleri kocaman açıldığında dudakları da aralandı.
"Ne?"
"9 gün falan oluyor." Kaşları havalandı.
"Yeni mi söylüyorsun?"
"Kendime bile itiraf edemiyorum hâlen."
"Detaylı dinleyeceğim," deyip burnuma bir fiske vurdu, beraber salona geçtik.
Oda küçük olduğundan herkes dipdibe oturmuştu.
"Burası bayağı soğuk," dedi Kutay. "Ben bu ayda hiç gelmemiştim."
"Ne yalan söyleyeyim, ben de dondum." Aydan'dı bunu söyleyen.
"Bırakın şimdi havayı, nereden çıktınız siz?" Gülümsedi Polat.
"Kardeşimizin doğum günü, kutlamayacak mıydık?"
"E yani," diye destekledi Kutay.
"Rahatsız mı edildiniz hanımefendi?" dedi Pera alaylı bir sesle.
"Hiç sorma, keyfimi bozdunuz." Ona ayak uydurduğumda güldü. "Şaka bir yana, iyi ki geldiniz."
"Kaç oldun şimdi bücür?" Dil çıkartsam çok mu ayıp olurdu?
"24." Tek kaşı havalandı Polat'ın.
"Oldun mu o kadar?"
"E oldum tabii." İnanmaz gibi bir hali vardı.
"Daha dün 19 olmuştun yeni."
"Ohooo, sen o zamanda mı kaldın?" dedi Pera.
"4 yıl geçmiş. Çok da bir şey yok." Kaşlarım çatıldı. Ne 4'ü?
"Aşkım?" dedi Aydan.
"Efendim?"
"Sen nasıl doktor oldun be?" Ciddi ciddi sorduğu soruyla yüksek sesle güldüm. Diğerleri de eşlikçimdi.
"Nasıl bir soru o? Ve siz niye gülüyorsunuz lan?"
"24'den 19'u çıkartıp 4 buldun ya hayatım."
"14 bulmadığına şükretmeli." Bu cümleyi Suay'dan beklemezdim. O da sesli söylediğini yeni fark etmiş olsa ki yüzü kızardı.
Kutay ve Ares gür bir sesle güldüler. Polat ise malak gibi kalmıştı.
"Ben bir daha sizinle bir yere gitmeyeceğim." Sinirleniyordu. "Ulan her defasında beni sevgilime rezil ediyorsunuz."
"Olsun aşkım, ben seni öyle seviyorum."
"Sağ ol ya," dedi yüzünü ekşiterek.
Kapı çalınca hamburger geldiğini anladım.
Hep bir ağızdan "Polat, kapı," -senkronize olmuş gibi- dediğimizde otomatikmen kalktı.
Koridorun ortasında ise kapıyı açmaya gittiğini yeni anlamıştı.
"Hepinizin yemeğini ben yiyeceğim." Bunu yapmayacağını, hiçbirimize kıyamayacağını o da biliyordu.
Elindeki büyük poşetlerle geri döndüğünde herkes kendi paketini almıştı.
"Yarın güzel bir partiye gidiyoruz," dedi Pera bana bakarken. "Hem doğum günün için hem de yılbaşı için."
"Gidelim," dedim aksini istemeyerek. Kafamı dağıtmak kötü bir düşünce değildi.
"Neler yaptın bakalım?" Kutay sormuştu. O ile konuşsak da her şeyden bahsetmemiştim.
"Hiçbir şey. Birkaç kez dışarı çıktım, bara gittim, asla ilgimi çekmeyen yerlerde gezdim." Hamburgerden bir ısırık aldım.
"Pek de bir şey olmamış yani?" Kafamı salladığımda Pera ile göz göze geldik. Sıraç konusunu açmak istemiyordum. "İyi geldi mi yalnız kalmak?"
"Kısmen." Net bir yanıtım yoktu bu soru için. "Bazen çok sıkıldım ama, evet, iyi geldi."
"Bu kadar kalabalık gelmemizi beklemezdin değil mi?" dedi Suay.
"Suay, ne yalan söyleyeyim sadece Pera ve Ares'i beklerdim." Helen'in kaşları havalandı. Umursamadım. "Polat da gelirdi gibi... Sizin gelmenizi beklemezdim." Gülümsedim. "Ancak iyi ki geldiniz. Varlığınız bana iyi hissettiriyor."
"Kocaman bir aile olduk," dedi yanımda oturan Ares. "Ve bizi birbirimize bağlayan şey hep sendin." Hamburgerden bir yudum daha alıp içeceğimden de içtim.
"Bizim varlığımız sana iyi hissettiriyorsa senin varlığın bizi iyileştiriyor, çiçeğim benim," diyen Pera içtenlikle gülümsedi.
"Hamburgerimi yedikten sonra ağlatsaydınız bari ya," derken gözlerimi tavana diktim. Ağlamayacaktım.
"Hiç romantik değilsin," demesiyle güldüm. "İki duygusallık edelim dedik be."
"Ya tamam, teşekkür ederim ikinize de." Düzelttim. "Hepinize. Teker teker teşekkür ederim."
"Asıl teşekkürü biz sana borçluyuz." Polat'a döndüm. "Hepimizi toparladığın ve yaralarımızı sardığın için." Ben Sıraç'ı Polat'a da hemen anlatmalıydım. Zira en büyük destekçilerimdendi.
"Polat, ben seninle bir şey konuşmalıyım." Kaşları çatıldı. "Kötü bir şey değil, endişelenme." Yemeğini bitirmişti, çöplerini poşetin içine attı. Ayaklanacağı sırada "Önemli değil, sonra da anlatırım. Otur şimdi," dedim.
"Gizlimiz saklımız mı var?" diyen Helen'e döndü herkes. "Niye ayrı olarak görüşüyorsunuz ki?"
"Bu seni niye ilgilendirsin ki?" Pera'ydı bunu söyleyen. Aklına geleni pat diye söylüyordu.
"Arkadaşım ya hani? Ayrıca sen neden her şeye karışıyorsun?" İkisi asla anlaşamayacaktı.
"Polat ile konuşmam gereken bir konu olduğu için o ile konuşacağım, Helen." Yüzüne baktım. "Neden rahatsız oldun?"
"Ya basit bir soru soruyorum, hemen atlayıp tersliyor. Sanane mesela? Sana mı sordum ben?" Derin bir nefes aldı Pera.
"Helen, Pera seni tersleyecek bir şey söylemedi."
"Sen öyle anlamak istiyorsun, Vina." Kaşlarım havalandı. "Beni sevmeyebilir ama böyle saygısız ve patavatsızca da davranamaz." Bu kız niye böyle yapıyordu?
"Sen ne anlatıyorsun ya?" Pera gitgide sinirleniyordu, haklıydı da.
"Düzgün konuşman konusunda seni daha önce de uyarmıştık, Helen." Kutay'ı umursamadı bile.
"Gerçi babası ayyaş, kızında ne terbiye ararsın?" Herkes sustu. Tek bir çıt çıkmadı.
Pera ayağa kalkıp kimsenin yüzüne bakmadan odadan çıktığında ben de ayaklandım.
"Helen, çık git evimden!"
"Benim yerime onu bu tercih ediyorsun?" Güldüm.
"Sen kendini niye Pera ile kıyaslıyorsun ki? Kimsin sen Helen? Neden bu kinin?"
"Ben sadece senin doğum gününde yanında olmak istedim." Kafamı salladım.
"Yanımda olmak isteseydin ve gerçekten beni umursasaydın kardeşim dediğim kadını da kırmazdın."
"O bana istediğini diyebiliyor ama!"
"Hak ediyorsan demek," dedi Ares tip tip bakarken.
"Helen, odaya geri geldiğimde seni evimde görmek istemiyorum."
Salondan çıkıp koridora ışıpı yansıyan odama ilerledim. Oradaydı Pera. Hector'un da yanındaydı.
"Pera," diye mırıldandım yanına giderken. "Ben o adına özür dilerim." Kapıyı da kapatmıştım.
"Neden özür diliyorsun, Vina? Doğru değil mi söylediği?"
"Doğru ya da değil, Pera. Bunları sana söyleyecek son insan bile olamaz Helen."
"İyi, temiz aile kızı. Belli de ediyor." İyi miydi bu kız?
"Pera," dedim gerilirken. "Ne diyorsun sen?"
"Babamla tartıştık gelmeden, o yüzden de gerginim biraz. Kıza da ayıp ettim." Kafamı iki yana salladım.
"Helen'de son zamanlarda bir şeyler var, ayıp falan ettiğin yok." Önüne düşen saçı geri çektim. "Babanla neden tartıştın?"
"Kıçı sıkışmış, aramış da yalvarıyor. Paçalarından borç akıyor ama umursamadan hâlâ kumar, hâlâ alkol." Derin bir nefes aldı. "Uyuşturucu kullandığını da düşünüyorum. Ayık bir insanın söyleyemeyeceği cinsten saçmalamasının başka bir açıklaması olamaz."
"Seni aramasını engelleyebiliriz, biliyorsun değil mi?"
"Annemin mezarının yerini biliyor. Yakar, yıkar. Sağı solu belli olmaz, Vina." Gözleri ellerindeydi. "Ödeyeceğim ben borcunu."
"Sen borcunu ödedikçe aynı şeyi yapacak, Pera."
"Biliyorum." Gözünden bir damla yaş aktı. Cidden iyi değildi. "Biliyorum ama elimden bir şey gelmiyor."
"Polat'ın ya da Ares'in o piçi öldürmesi tek bir kelimene bakar, bunu da biliyor musun?"
"Biliyorum. Vina, ben ailemden kalan tek kişiyi de kaybetmek istemiyorum. Sanki ölürse annem üzülürmüş, bana kızarmış gibi geliyor."
Benim güzel Pera'm.
"Pera, senin ailen o adam değil ki; biziz." Gülümsedim, saçlarını sevdim. "Annen kendini böyle yıprattığını görseydi seni terlikle döverdi, değil mi?"
"Döverdi," dedi ve o da gülümdedi. "Keşke yaşasaydı ve görseydi. Terlikle dövülmeye bile razıyım." Onu özlemişti.
"Keşke yaşatabilseydik, Pera." Kafasını salladı.
"Her neyse, halledeceğim ben." Derin bir nefes aldı. "İçeri geçelim mi? Ayıp olmasın."
"Beraber halledeceğiz, güzelim." Aniden boynuma atıldığında güldüm. "Oğuz da seni çok özlemiş zaten." Kollarının kaskatı kesildiğini hissettiğimde gülüşüm de artmıştı.
"Ney?" dedi alık alık.
"Nasıl olduğunu falan sordu bana."
"Bana kafayı taktı sanırım." Yüzünü ekşitti. "Hayırsızın arkadaşı da aynı boktur. Benden uzak olsun da kime yakın olduğuyla ilgilenmem."
"Hıhım, inandım canım." Kafama bir tane geçirdi. "Salak. Kafama niye vuruyorsun?" Omuz silktiğinde ayağa kalktım.
"Çok konuşma be," dedi yapay bir sitemle. "Yürü içeri." Kalçama da bir tane yapıştıracakken son anda kurtulmuştum.
"Peraaa," dedim uzata uzata.
Salona girdiğimde Helen'i yerli yerinde görmeyi beklemiyordum. Çatık kaşlarıyla insanlara bakıyordu.
Pera'ya tipik bir bakış attığı anda arkadaşımın yanına geçtim, koltuktaki boş yere sıkışarak oturduk. Benim yanımda büyük bir boşluk vardı ama biz yapışık oturmayı tercih etmiştik.
Ortamdaki gerici havayı kırmak adına konuşmak zorundaydım.
"Sohbetinize de doyum olmuyor," dedim hepsine bakarak. "Siz ne yaptınız ben yokken?"
"Başımda bıraktığın işlerinle ilgilendim, ne yapacağım?" dedi Polat. "Maaşıma zam isteyeyim de gör sen."
"İstediğin zam olsun abi," deyip göz kırptım.
"Evlilik yolunda giden bir adamım ben. Birikimim olmalı elbette." Gözlerim şaşkınlıkla açıldı. "Ya, beklemiyordun değil mi?"
Aydan'ın elindeki tektaşı havaya kaldırıp güldüğünde ağzımızdan şok nidaları dökülüyordu.
"Hayırlı olsun," dedi Kutay içtenlikle.
"Ay evleniyor musunuz?" Kafasını sallayıp onayladı dediğimi. "Hayırlı olsun."
"Sağ olun," diyen Polat son derece gururluydu. "Düğün bile yapacağım, davullu zurnalı oynamalı falan." Hevesini kırmamak adına ona ayak uydurdum.
"Aydan, tebrik ederim." Gülümsedi. "Bir manyağı evinde istediğinden emin misin?" Bunu kısık sesle sormuştum.
"Çaktırma, emin değilim," dedi güle güle. "İlle de evleneceğiz diyor, ne desem bilemiyorum yani."
"Kaç kız, kaç," dedim aynı kısık sesle. "Dağ ayısı evde beslenir mi hiç?"
"Vina, alırım seni ayağımın altına he!" Yüzümü buruşturdum.
"Denesene!"
"Kaşınma be." Omuzlarımı indirip kaldırdım. Sabrını sınayacaktım.
"Aydan, yol yakınken dön aşkım sen."
"Ya benim sevgilime niye aşkım diyorsun sen?" Aydan gülerek izliyordu.
"Sanane, derim." Sinirli gibi dursa da değildi, biliyordum.
"Hem niye bana sataşıyorsun sen hep? Ares'e de bulaşsana." Ares'in kaşları çatıldı.
"Sence benimle uğraşmıyor mu?"
"Napıyor oğlum? Uslu uslu oturuyor. Sana gelince sarılıp bize gelince pataklıyor." Ares gözleriyle pijamamı gösterdi.
"Görmedin mi lan? Kaç yaşında, kaç boyunda adamım beni peri yapmış. Daha ne yapsın?" Sessizlik oldu.
"Bir de pembe tütü elbise." Suay bunu da dışarıdan söylemişti. Pot üstüne potdu.
Sessizliği bozan Polat'ın gür kahkahası oldu. Ardından Ares dışındaki herkes ona eşlik etti.
"Suay, sen de mi?"
"Ya pardon, öyle şey yapabildim yanlışlıkla." Yeniden güldüğümüzde yine kızarmıştı.
"Öyle olsun," derken tiksinerek bakıyordu pijamaya.
"Vina, o ile aranız nasıl? Aradı mı hiç?" Kutay'ın ima ettiği kişi Oflaz'dı.
"Aradı mı bilmiyorum." Aramışsa da açmadığım için pek bir şey fark etmiyordu. "Yüzyüze konuştuk birkaç kez."
"Ne zaman?" diyen Ares, Pera ile birlik olup beni dövebilirdi.
"9 ya da 10 gün kadar önce."
"Yeni mi söylüyorsun?" Aslında haklılardı. Pera ile bakıştığımızda kaşları çatıldı. "Sen biliyor muydun?"
"Az önce öğrendim," dedi Pera bana bakarak.
"Ya her neyse," dedim konuyu değiştirmeye çalışarak. "Partinin konsepti falan var mı?"
"Kostüm partisi gibi bir şeye benziyor galiba," diyen Aydan'a döndüm.
"Yani, öyle de denebilir. Biraz ortaya karışık bir şey." Anlaşılan Pera ve Aydan'dı ayarlayan.
"E benim giyecek kostümüm falan yok ki." Umursamazca omuz silkti Pera.
"Hayatım, akşama kadar 50 tane kostüm seçeriz. Ben de getirmedim kıyafet falan."
"Evet, başkası 50 tane kostüm seçebilir," dedi Ares kinaye ile. "Siz bir tane seçebilirseniz şükretmeli."
"Abartma," dedik bir ağızdan. "Sen ne giyeceksin ki?" diye devam ettirdim cümleyi.
"Bilmiyorum." Pera bana bakıp göz kırptı, lafa atıldı.
"Ben sana çok uygun bir karakter buldum."
"Neymiş?" Sorman hataydı Ares.
"Peri kızı!" Bana elini uzattığında çaktım, beraber güldük.
"Sen ne olacaksın? Çirkin cadı mı?"
"Senin peri olman, Pera'nın çirkin bir cadı olmasından daha olası bu arada." Suay bu gece ağzını açıp gözünü yumuyordu.
"Katılıyorum," dedim Suay'a.
Ares tipik şekilde üçümüze bakarken Polat yeniden gülmeye başladı. Ona eşlik etmekte gecikmediğimde gülmeyen iki kişi kalmıştı.
Ares'ti birincisi. Şu an ortamın dalga konusu o olduğu için gülmemesi normaldi.
Helen'di ikincisi. Neden gülmediğini de çözemiyordum.
Göz göze geldiğimizde uzun bir süre bakıştık, sonra kafasını başka bir yöne çevirdi.
"Sen ne olacaksın, Polat abi?" Aydan ondan önce cevap verdi.
"Noel Baba olacak," dediğinde Polat'ın gözleri açıldı.
"Aydan! Hani Batman olacaktım ben?" Aydan gülümsediğinde ise o da aniden gülümsedi. Çok aşıktı çok.
"Sus, uyumlu bir çift olmalıyız."
"Olur," dediğinde dibi düşecekti.
"Ne zaman pasta yiyeceğiz ki?" Saate baktım. 23.50'ye geliyordu. Suay bugün fazlasıyla açık sözlüydü.
"Getirelim." Ayağa kalktığımda Pera da ayaklandı. Aydan ve Suay da hareketlenirken Helen olduğu yere daha çok sindi. "Suay, sen oturuyorsun." Pek de ısrar etmemişti. Karnı artık bayağı büyümüşken rahat hareket edemiyordu.
"Senin bir köpeğin vardı?" dedi Aydan etrafına bakınırken.
"Odamda, içeri gelmedi." Niye gelmediğini de anlamamıştım. "Kaç kişiyiz?" dediğimde Aydan içeri geçti. Muhtemelen sayacaktı.
"8," dediğinde sayımızca tabak ve çatal çıkarttım. Pera pastayı keserken Aydan da tabaklara koyuyordu.
"Uğur böcekli, ha?" Kafasını salladı.
"Sen seversin."
"Severim." Severdim. Küçüklüğümden beri.
Tabakları dağıttıktan sonra mutfakta bir tabak kalmıştı.
Tam o esnada zil çaldı. Herkes yerine oturduğunda ayakta ben vardım.
Hem kapıya bakıp hem de pastamı alacaktım.
"Kim gelir ki bu saatte?" diye düşünürken kapıyı açtım.
Açmamla donakaldım.
Bunu asla beklemezdim.
Evet, arkadaşlarımda da şaşırmıştım ama bu bir başkaydı.
Ailemden biriydi.
Aldığım nefesin kalbime battığını hissettiğimde gözlerim suçlu yüzünde, elindeki pastada gezindi.
Pasta uğur böcekliydi...
Üstünde de minik bir mum vardı.
Sıraç çekingen gözlerle baktığında yutkundum.
"Alvina," diyebildi sadece. "Ben..." Gözlerim de acımaya başladığında yapacağım şeyi fazla da düşünmedim.
Elindeki pastayı nazikçe aldım, dilek tutmayı umursamadan mumu üfledim, portmantonun açıktaki rafına bıraktım.
Kollarımı alacağım tepkiyi düşünmeden direkt boynuna doladım. Gözümden akan birkaç damla yaş omzuna düştüğünde başını saçlarımın içine gömdü.
"İyi ki varsın, Alvina," dedi kısık bir sesle. Dudaklarım bile titriyordu. Ağlamamak için kendimi sıkmak zordu.
Geri çekildikten sonra hızlıca gözlerimi sildim. Kızaran burnum da zerre umrumda değildi.
"Gelmiyor musun?" dediğimde içeriden Pera'nın sesi yükselmişti.
"Vina, kim o?"
"Arkadaşların var, ben sizi rahatsız etmeyeyim." Arkadaşlarımın yanında rahat hissetmeyebilirdi, normaldi. Yine de ısrar edecektim.
"Pasta yemeyecek miyiz?" dediğimde sesimin incelmesine dahi engel olamıyordum.
"Alvina-"
"Geç, buz gibi oldu içerisi." Kolundan tutup içeri aldığımda afallamıştı. Ayakkabılarını çıkartmıştı. Terlik vermeli miydim?
Niye saçmalıyordum?
"Sen salona geç, ben sana da pasta getireceğim." Aresler'in aldığı pastanın küçük versiyonuydu getirdiği pasta. Dediğimi ikiletmeden içeri geçtiğinde ortamdaki gürültü bıçak kesmiş gibi sonlanmıştı.
Pastayı keserken ellerimin titremesine ne gerek vardı?
Tabağa koyduğum dilimi alıp salona girerken nefesimi kontrol edemiyordum.
Kimse konuşmuyordu, kimse birbirine bakmıyordu.
Sessizliğin yanı sıra dışarıdan hafif bir müzik sesi de geliyordu.
Rusya'nın her yerinde yılbaşı temalı süsler 1 haftadan fazladandır vardı ama ben bunun bile tadını çıkaramamıştım.
Havai fişekler atılıyor olmalıydı. Bakıp izlemek istesem de ne kalkacak güç ne de heves vardı.
Sıraç'ın iki yanı da boştu. Pera yerinden iyice kayıp Ares'in tarafına geçmişti.
Ares başta olmak üzere herkes nereye oturacağımı merak ederken ben beklemeyecekleri bir şey yaptım.
Sıraç'ın yanına oturdum.
Boş bir yer daha vardı ama içimdeki dürtüye de engel olamıyordum.
Odadaki kimse onu sevmiyordu. Helen ve Aydan dışındaki herkes nefrete bürünmüştü, az önceki neşeli insanlar yoktu. Bir de Polat'ın gözündeki şey sanki nefret değildi. Tamam, soğuktu ama diğerlerinden de farklıydı.
Elimdeki tabağı ona doğru uzattığımda yüzüme baktı, kısa bir an bakıştık.
Yemek istemezse de anlardım. Onu zorlayacak bir şey yapmanın manası yoktu.
Elimdeki pastayı alırken omuzları kısacık bir an düşmüştü. Sanırım sadece ben fark etmiştim. Zira birbirimize değiyorduk.
Gerginliğin etkisi ile titreyen bacağımı fark etmiş olsa ki bacağını bacağıma yasladı. Titreme geçmemişti ancak azalmıştı. Yandan bir bakış atsam da başka tepki vermedim.
Kendi pastamı sehpaya bırakmıştım. Tabağımı alıp bir çatal aldığımda arkadaşlarım da sanki bu anı bekliyorlardı. Herkes birer yudum pasta aldığında kendimi önemli bir kurulun başkanı gibi hissetmiştim.
Bu benzetmem beni güldürdüğünde hepsi bir anda şaşkınca bana baktı. Sinirlerime de hakim olamıyordum.
Ciddi bir görevde falan hissediyor olmalılardı. Zira pastalarını öyle ciddi yiyorlardı ki.
Pastamı yerken eski tadı alamayacağımdan emindim. Aldığım her lokmanın boğazıma dizilmesi bunun nişanesiydi.
Suay birkaç kez esneyince gözlerim ona kaydı. Uykusunun gelmesi normaldi.
"Suay, uykun geldiyse benim odamda yatabilirsin." Zaten bunu bekliyor gibiydi. Kafasını sallayıp ayaklandı. İçinde bir can büyütüyordu, kolay değildi.
"İyi geceler," dediğinde aynısını ben de ona söylemiştim. Hector'dan çekinmezdi ya da korkmazdı. Bu yüzden odamda yatması sıkıntı değildi. Ki evde başka bir oda da yoktu.
Gözlerim Sıraç'a kaydığında onun da bana baktığını gördüm. Pastasına elini bile sürmemişti.
Kaşlarım çatıldığında nedenini anlayan tek kişi oydu.
"Yesene." Mırıltı gibiydi sesim. Sadece o duymuş olmalıydı.
"Alvina-" Cümlesini engelleyen Ares olmuştu.
"Vina, ne zaman söylemeyi düşünüyordun?" Sinirliydi, kırgın gibiydi de.
"Söyleyecektim."
"Hiç sanmıyorum." Pera susması adına kolunu tutsa da umursamadı. "Biz senin için bir şeyleri kolaylaştırmaya çalıştıkça sen engel oluyorsun."
"Ares ben şu an bu konuyu konuşmak istemiyorum." Yüzüne baktım. "Bırak, kısa bir süre de olsa hiçbir şey düşünmeyeyim." İsteğimi kabul etmeyeceğini düşünsem de yanılmıştım.
Derin bir nefes alıp mutfağa oradan da muhtemelen balkona geçti. Üşütecekti.
"Vina," diyen bu kez Polat olmuştu. Ares'in aksine sinirli de değildi. "Sevindim," dedi. "Senin adına çok sevindim." Gülümsemeyi denesem de oldukça zordu. "Sıraç." Ona hitap etmesini ben de beklemiyordum. "Ne düşünüyorsun, ne hissediyorsun bilemem. Bildiğim tek şey kardeşimi bir kez daha üzersen veya üzerse tetiği hiç düşünmeden alnınıza dayayacağım." Aydan'la kısa bir an bakıştığımızda gülümsedi. O için sorun yoktu.
"Onu bir daha üzersem inan bunu sana bırakmam." Gözlerim ona değse de bana bakmadı.
"Umarım," dedi ciddi bir sesle. Sonra bana döndü. "Vina, biz bir otel ayarlamıştık."
"Ya saçmalamayın," dediysem de boşaydı. Ayaklanmışlardı bile.
"Yarın yoğun bir gün olacak anlaşılan," dedi Aydan partiyi kast ederek. "Sen de dinlen, biz de dinlenelim."
"Ama-"
"Bir kere de ısrar etmeden kabul etsen olmaz değil mi?" dediğinde Sıraç bana bakmıştı.
"Lügatıma ters." Gülümsedi.
"Anladık onu." Polat sevgilisinin elini tuttu, bana bakarken gülümsemesi yedli yerindeydi. "Görüşürüz."
"Görüşürüz." Kutay tam olarak her şeyi bilmiyor olabilirdi. O yüzden son derece meraklıydı.
"Benziyorsunuz," diyen Pera'nın sesi düşünceliydi. Gözlerine baktım. Benimki ile aynı renkteydi. "Kişilik olarak benzememenizin aksine sima olarak birbirinizi andırıyorsunuz."
"Abisi değil mi?" Helen'e döndüm. "Normal sanki benzemesi."
"Anormal olduğunu iddia etmedim, Helen." Pera'nın sabrı da bir yere kadardı. "Her neyse." Sıraç'a döndü. "Vina benim için sadece bir arkadaş değil. Bazen ablam, bazen kız kardeşim; kimi zaman ciddi bir kadın, kimi zaman hepimizin neşe kaynağı." Bana baktığında yüzünde olan tebessüm Sıraç'a bakarken nefrete dönüyordu. "Unutma, Sıraç. Vina senin bir piyonun ya da kuklan değil, her dediğini yapamaz." Kafasını salladı. "Ve yine unutma. Onun da duyguları var."
"Şüphen olmasın, Pera," derken bana bakıyordu. "Alvina'yı üzmeyeceğim."
"Başka bir şansın olduğunu düşünmüyorum," diyerek salona gelen Ares olmuştu. "Zira onu her daim yalnız bırakarak yeterince üzmüş olmalısın." Haklı olsa da konuşmasın istedim.
"Ares," dedi Pera uyarmak ister gibi. Fakat o umursamak bir yana, duymadı bile.
"Gerçekten merak ediyorum. Kardeşin can çekişirken, ölmek için her yolu denerken neredeydin? Biz o gece karşılaşmasaydık-" Derin bir nefes aldı. Cümleyi tamamlamayacaktı. "Sen nasıl bir abisin? Sen nasıl bir adamsın, Sıraç?" Sıraç hiçbir tepki vermedi.
"Siz o gece karşılaşmasaydınız," bana bakıp tekrar onlara döndü. "Alvina'yı alıp babasına götürecektim, emirler bu yöndeydi." Halbuki babam ikimizin de babasıydı. Kabul etmiyordu. Belki de hiç edemezdi.
"Siktirme emirini," dedi ters bir tavırla. "Tanımadığın insanlara nasıl güvendin lan?"
"Hep bir adım arkasındaydım." Pera dudaklarını araladı.
"Keşke abisi olarak arkasında değil, yanında olsaydın." Bunların hepsini ben de söylemiştim ancak zamanı da geri alamazdık. "Umarım bundan sonra kardeşinin yanında olursun ve başkasına ihtiyacının kalmamasını sağlarsın."
"Sıraç," diyen Ares bu kez sakindi. "Yaşadıkları kolay değil. Sen de az çok biliyorsun." Uzun bir süre bakıştılar. "Buna göre davran, daha fazla incitme."
Kutay hiç konuşmamıştı. Merak ederek yüzüne baktığımda sadece gülümsedi. Beklemediğim bir şekilde Sıraç'a da gülümsedi. Ona ılımlı yaklaşan tek kişi Kutay olabilirdi.
"Sıraç, sanırım burada seni en iyi anlayan kişi ben olabilirim." Arkasına yaslandı. "Benim de bir kız kardeşim var, Alvina ile aynı yaşta." Helen hâlâ buradaydı, olduğu köşeye sinmiş dinliyordu. "Kız kardeşim dediğime de bakma, ondan öğrendiğim şeyleri hesaba kattığımızda kardeş yerine her şey oluyor bana." Suay duysa ağlardı, abisinin bunları sesli dile getiremeyeceğinden emindim. "Gözünden de sakınsan, kendinden de çok sevsen günün birinde hayatın çamuru ona da sıçrıyor."
Kafamı çevirip Sıraç'a baktım. O bana bakmıyordu. Gözleri Kutay'a sabitlenmişti.
"Sizin durumunuzla bizimki kıyaslanamaz farkındayım ama bazen de insanın elinden bir şey gelmiyor. Canından can giderken sessizce köşeden izleyebilmek yapabildiğin tek şey oluyor." Derin bir nefes aldı. "Kardeşimden uzun bir süre ayrı kaldım, o günler cehennemden farksızdı. Senin için de pek farkı olduğunu düşünmüyorum."
"Doğrusun, Kutay. Bir günün diğerinin aynısı olur, sadece o mutluyken mutlu olur, gülümserken gülersin." Sıraç konuşmasa olmaz mıydı? "Ondan ayrı geçirdiğin her gün adına kendinden defalarca kez nefret edersin."
"Şüphesiz. Hepsini sen de yaşamışsın, en acı şekilde." Kafasını salladı. "Ama sonunda kardeşin yanında, sarılabileceğin kadar yakınında." Gülümsedi. "Onun, senin gölgene değil şefkatine ve sevgine ihtiyacı var. Keza sen de onun merhametine muhtaçsın." Haklıydı. "Birbirinize sahip çıkın ve hep yan yana olun. Zira hayatın size daha ne kadar şans ve zaman tanıyacağı muamma."
Son söylediği cümle zihnimde yankılandı.
"... ve zaman tanıyacağı muamma."
Yutkundum.
Sahiden, hayat benim ona doymam için gerekli zamanı bana tanıyacak mıydı?
"Eyvallah," dedi Sıraç başını sallayarak. Pera'ya ve Ares'e de sırayla baktı. "Endişelenmeyin. Bir daha üzülmesine izin vermeyeceğim."
"Umarım," dedi Pera ciddi bir sesle.
"Oflaz mevzusu?" Ares'e döndü bakışlar.
"O konuyu Alvina ile konuştuk." Kısa bir an bakıştık. Gözlerim Ares'e kaydığında kaşları havalandı.
"Sıraç'ın istediği tek şey birer arkadaş olmamızmış, Ares," dediğimde Sıraç kafasını salladı. "Sınırı aşan da planı bozan da biraz o aslında."
"Aranızda bir şey yok mu yani?" Helen ilk defa konuşmuştu. Konuşmasa da olurdu.
"Yok?" dedim sorgulayarak. Derin bir nefes aldı.
"En doğru kararı vermişsin," derken sesi öylesine tuhaftı ki kaşlarımın çatılmasına engel olamamıştım.
"Helen."
"Efendim?"
"Keyfin nasıl oldu da bir anda yerine geldi?" Bunu tek fark eden ben değildim.
"Ay ne alaka?" Saçını düzeltti.
"Helen." Pera'ya döndü bu kez. "Aklımdan bir şey geçiyor ama o kadar karaktersiz olabileceğini düşünmek istemiyorum."
"Tatlım, sen sadece abartmayı seviyorsun." Gülümsedi. "Ortada bir şey yok."
"Olamaz." Yine bana baktı. "Sakın, Helen." Gözlerini devirdiğinde de içimdeki düşüncelerden neredeyse emindim.
Bu kız Oflaz'a mı aşıktı?
Umuyordum ki değildi.
"Of, Vina." Kollarını önünde bağladı. "Ben bu saatten sonra aranızda bir şey olabileceğini sanmıyorum."
"Helen," diyen bu sefer şaşırtıcı şekilde Sıraç olmuştu. "Bu kadar kendinden emin konuştuğuna göre Oflaz'ı hiç tanımamışsın." Bu da ne demekti?
"Anlamadım," dedi. Ben de anlamamıştım.
"Oflaz, Alvina'ya baktığı gibi kimseye bakmadı." Gözleri bana kaydı, tekrar ona döndü.
"Siz olaya anlamak istediğiniz yönden bakıyorsunuz." Yolacaktım ben bu kızı. "Oflaz Alvina'yı sevse şu an yanında olmaz mıydı? Kızın doğum günü sonuçta."
"Yanında olamazdı çünkü ben belasını si-" Durdu. Küfürünü tamamlamadı.
"Korkak bir adam değil. İstese gelirdi." Sıraç elindeki tabağı sehpaya bıraktı. Hiç yememişti.
"Gelmediğini nereden çıkarttın?" Ne?
Gelmiş miydi?
"Göremediğime göre?"
"Sen kabullenmek istemezsin ama bu pastayı bile Oflaz seçti." Yutkundum. "O getirecekti, ben müsade etmedim."
Unutmamıştı.
"Bir pasta aldı diye Alvina'ya mı aşık yani? Ne saçmalıyorsun?"
"Aşk mı?" Sıraç'ın kaşları havalandı. "Oflaz'ın Alvina'ya beslediği duygu mu aşk?" Hiçbir şey söyleyemiyordum. "Şerefsiz it," dediğini sadece ben duymuştum. "Burnunu da kıracağım lan."
"Ne?" dedi Helen.
"Helen, Oflaz'ın Alvina'ya nasıl baktığını görmemek için kör olman falan lazım," dedi Kutay.
"Gözlerini de oyacağım." Sıraç son derece ciddiydi.
"Helen, kendine bunu yakıştırıyorsan şansını dene. Benim için sıkıntı yok." Hepsi anlam veremeyerek baktı söylediğime. "Ama şunu da unutma, reddedilirsen tek başına kalacaksın."
"Alvina."
"Seni severim, Helen. Sen de bilirsin. Unutamayacağım şeyler de yaşadık, güzeliyle kötüsüyle." Yutkundum. "Fakat sen böyle yaparak her şeyi silip atıyorsun."
"Elimde olan bir şey değil."
"Benim de yapacak bir şeyim yok o hâlde, Helen." Yüzüne baktım. Pişman da değildi. "Bir süre görüşmeyelim lütfen."
Diğer söyledikleri her şey beynimi uyuşturmuştu. Kutay ve Sıraç'ın söyledikleri net bir iddiayı savunuyordu: Oflaz'ın bana aşık olması.
Sanmıyordum.
İnsan aşık olduğu kişiye değer verirdi.
Belki de korkuyordum.
Onu affedememekten.
"Sağ ol, Helen. Gecemizin içine sıçtın." Ares'e minnet dolu bir bakış attım. Haklıydı.
"Cidden, içimi daralttın resmen." Pera'ya da aynı bakışlarımı ilettim.
Yine duygularımın tercümanları olmuşlardı.
"Ben gidiyorum."
"Bilmediğin bir ülke, saat de gecenin bilmem kaçı. Nereye gidiyorsun Helen?" Kaşları havalandı.
"Bulurum bir yer."
"Bulamazsın," dedim içimdeki dürtüye engel olamadan.
"Gidebileceğim bir otelin numarasını verir misin o zaman?" Yapabileceği şeyler de sınırsızdı halbuki.
"Bu saatte boş yer bulamazsın." Ofladı. "Arkadaşımın küçük bir apartı var, söylerim orayı açar sana." Olga'nın bir dairesiydi. Yarım saat falan uzaktaydı. Ona kısa bir mesaj attığımda direkt onaylayıp kabul etmişti. "Sana konum atıyorum. Alvina'dan geldim dersen yardımcı olur." Kafasını salladı. "5 dakikaya taksi de gelir." Yüzü düştükçe düştü.
Böyle olmasını ben de istemezdim.
Belki farkında değildi ama her şeyi yavaşça o bitirmişti.
"Her şey için teşekkür ederim."
"Veda mı ediyorsun?" dedim şaşkınca.
"Yapamam, Alvina. Daha fazla dayanamayacağım." Bir şey dememizi beklemeden evden çıktı. Arkasından bakma gereksinimi de duymamıştım.
"Ne ara aşık olmuş bu kadar?" dedi Pera şaşkınca. "Kaç yıllık arkadaşını sildi resmen."
"Beklemezdim," diyen Kutay'a katılıyordum.
Ares ayağa kalktığında, Pera "Nereye?" diye sordu.
"Sigara içeceğim." Pera da ayaklandı. Kutay da onlara eşlik ettiğinde 3'ü beraber balkona çıktılar.
Sıraç ile tek kalmıştık.
Az önceki konudan konuşmak istemiyordum. Pastayı Oflaz'ın alması, yanıma gelmeyi düşünmesi... Bilmiyordum, ilginçti.
"Yakın arkadaşın mıydı?" Ufak bir açıklamayı hak ediyordu.
"Yıllar süren bir arkadaşlığımız vardı ama son zamanlarda soğuklaştı, hepimizden uzaklaşmaya başladı. Aramızda bir soğukluk olduğunu biliyordum ancak böyle bir şey beklemezdim."
"Karaktersizce bir seçim oldu." Doğruydu. Bir şey söylemedim. Bu konunun daha fazla uzamasını istemiyordum.
Sehpadan elime aldığım tabağa bakmadı bile. Bir çatal alıp ağzına yaklaştırdığımda kaşları havalandı.
"Sıraç," diye mırıldandım.
"Alvina, ben-"
"Bir şeyleri aşmaya pastadan mı başlasak?" Pastayı yine ona uzattığımda bu kez reddetmedi. Benim için belki de kolaydı ancak o için oldukça zordu.
Pastayı yerken gözleri ellerindeydi. Bir şeyler düşündüğü aşikardı. Sorsam, ne tepki alırdım. Bunu bilemeyecek kadar yabancıydım aslında ona.
"Sıraç?" Bir çatal daha uzattığımda yine geri çevirmemişti.
"Efendim?" Yüzüme bakmamayı sürdürdü.
"Ne düşünüyorsun?" Yüzünün yandan profilini inceledim o sırada.
"Bir hayalimin daha sayende gerçekleştiğini." Gülümsetti bu söylediği. "Bu pastadan hiç yiyebileceğimi düşünmezdim." Yüzüme baktı, dudağının bir kenarı usulca kıvrıldı. "Senin ellerinden yeme imkanımı göz önünde bulundurunca da delirdiğimi düşünürdüm muhtemelen."
Ne diyebilirdim ki?
"Keşke," dedim ve birkaç saniye duraksadım. "Keşke kader bizi ayıramasaydı, Sıraç." Kafasını salladı.
"Bizi ayıran şey kaderin yanı sıra çevremizdeki insanlar, Alvina." Elimdeki çatalı aldı, pastadan bir parça aldı. Kendisinin yemesini beklerken çatalı bana doğru uzattı.
Kendisi küçükken doyasıya yiyememişti. Şimdi ise önündeydi. Ama o yine aynısını yapmayı tercih etmişti.
Benimle paylaşıyordu.
Belki de birçok şeyi benimle paylaşmıştı, ben anlamamıştım; bilmiyordum.
"Sen de gelmek ister misin?" diye sorduğumda anlamamıştı.
"Nereye?"
"Parti gibi bir şeye gidecekmişiz yarın. Yılbaşı ve doğum günüm için."
"Arkadaşlarının bunu hoş karşılayacağını zannetmiyorum, Alvina." Kafamı iki yana salladım.
"Aksine." Sıraç'dan nefret dahi etseler biliyordum ki içten içe onu anlıyorlardı. "Mutlu olurlar, benim adıma."
"Ama-"
"Gelmek istemiyorsan bir şey diyemem. Ben sadece teklif ediyorum, gelip gelmemek sana kalmış."
"Nerede olduğunu biliyor musun?"
"Bilmem. Çok uzakta değildir herhalde."
"Haber verirsin o zaman bana." Kafamı salladım.
"Bu arada," dediğimde bana döndü. "Geldiğin için teşekkür ederim."
"Gelmeyecektim," dediğinde kaşlarım çatıldı. "Kızma, Alvina. Yüzsüz bir adam gibi karşına çıkıp parti yapacak değildim."
"Neden geldin o zaman?" Sesime karışan tribe de engel olamamıştım.
"Gelmem gerektiğine karar verdim."
"Hayret, doğru bir karar verebilmişsin." Bu söylediğim onu güldürdü.
"Bozuk saat misali." Bu kez de ben güldüm.
"Geldiğin için sana kızacak ya da seni istemeyecek değildim ama gelmeseydin uzun bir süre bunun lafını yapardım." Gülümsedim. Bana bakıyordu. "Muhtemelen de kırılırdım."
"İyi ki gelmişim o zaman." Kafamı salladım.
"İyi ki gelmişsin." Aklıma gelen şeyle duraksadım, ciddileştim. "Yekta nasıl?"
"Geçen gün aradım, konuştuk biraz. İyi olduğunu sanmam. Kendisini suçlayıp duruyor." Derin bir nefes aldım.
"Suay hakkında ne düşünüyor?"
"Hiçbir fikrim yok. Bu konuları açmama fırsat vermeden telefonu kapattı." 9 günü geçmişti. Bir karar vermiş olmalıydı.
"Benimle konuşur." Emindim bundan. "İkisi de birbirini sevse de ne yapacaklarını kestiremiyorum."
"Kolay değil." Değildi. "Verecekleri karar da sadece 2 kişiyi etkilemeyecek." Bir de küçük Yağız vardı.
"Çevrende başbaşka kimler var?" Konuşma açtığım konu bambaşkaydı. "Genelde kimlerle konuşursun mesela?"
"Sen varsın," dediğinde yutkundum. "2-3 arkadaşım var, hepsi bu." Sosyal biri olmadığı anlaşılıyordu. "Öyle çok kalabalık bir çevrem yok."
"Aranız nasıl?" Bahsettiğim kişiyi anlamıştı. En son 9 gün önce görmüştüm, onda da tartışıyorlardı.
"Bir de bunu kafana takıp düşünme, Alvina." Israrla söylemesi için baktım. "Aramız iyi değil, eskisi gibi olacağını da sanmıyorum."
"İyi de neden?"
"Nasıl, neden?" Kaşlarım çatıldı.
"İstediğin şeyi yapmış sonuçta." Kafasını iki yana salladı.
"Ben, ondan senin kalbini kırmasını istemedim Alvina. Sadece arkadaş gibi davranmasını istedim." O konu açılınca geriliyordu. "O kendi istediğini yaptı, benim değil."
Durup dururken niye benimle uğraşmak istesindi ki?
"O da beni önceden tanıyordu, değil mi?" Duyacağım yanıtı zaten biliyordum.
"Küçüklüğünü hatırlar mı, bilmem ama tanıyordu." Bunlar beni kanser edecekti.
"Peki bana niye her şeyi basitçe anlatmadınız? O gün gelip bana olanı biteni anlatsaydınız eğer ben zaten kabul ederdim. Evet, sinirlenirdim ve evet, kırılırdım. Ancak inkar etmezdim."
"Baban önüme bir engel koymaktan hiç yorulmadı, Alvina." Niye bunu yapıyordu? "Ne zaman sana yaklaşsam beni büyük bir itina ile geri çekerdi. Yanına gelmek, sana sarılmak isterdim ve hep istemekle yetinirdim; sayısız tehdit savururdu."
"Sıraç," dedim. "Neden? Neden sana bu kadar kötü davranıyor?"
"Baban karısına fazla bağlıydı, fazla aşıktı. Zira onlarınki artık sağlıklı bir ilişki değildi çünkü birbirlerinin söylediklerini hemen kabul eder, hiç sorgulamazlardı."
"Bu yanlarını bana hiç göstermediler."
"Çünkü annen seni severdi, Alvina." Gülümsedi. "Görürdüm, gülüşünü saatlerce izlerdi. Baban da aynıydı, bir dediğini ikiletmezdi, saçının teline kıyamazdı." Kafasını salladı, gülüşü soldu. "Belki de haklılar, Alvina. Benim gibi bir adamı çevrende görmek istememiş olabilirler."
"Saçmalıyorsun." Yüzüne baktığımda sinirimi fark etmiş olsa ki tek kaşı havalandı. "Benden en büyük hakkımı çalmışlar, sen diyorsun ki haklılar."
"Alvina."
"Haklı falan değiller. Boktan bir şeye inanıp yıllarca savunmuşlar. Sonuç belli, ikimizin de hayatını sikip atmışlar." Kaşları bu kez çatıldı.
"Düzgün konuş." Ne yani? Küfüre mi kızmıştı?
"Tek sorun ettiğim küfür mü?"
"Hayır."
"E o zaman?" Tip bir bakış attı.
"Ayıp. Abinim ben senin." Cümlesi kalbimi ağzıma getirmişti. Yüzümü ekşittim.
"Başka ne yasakların var?" Konuyu değiştirmişti aslında. Konuşmak istemiyordu.
"Hiçbir yasağım yok." Duraksayıp ciddileşti. "Sen niye o kadar çok alkol tüketiyorsun?"
"Kafa dağıtmak için?"
"Kafa dağıtmak için yapabileceğin dünyanın şeyi var. O kadar içmen sağlıklı değil, Alvina."
"3 öğün brokoli de tüketeyim mi, ne dersin?" Bu kez o yüzünü ekşitti.
"İğrençleşme."
"Ne? Brokoli sevmiyor musun?" Tiksiniyordu sanki.
"Sevmiyorum."
"Brokoli sevilmez mi be?" Kafasını salladı.
"Ben sevmem."
"O zaman ben senin hayatına müdehale edeceğim." Bu hoşuna gitmemişti. "Her akşam brokoli yapıp seni çağıracağım."
"Kasaptan birkaç kilo et alıp gelirim." Gözlerimi devirdim.
"Yemek anlayışın sadece et mi?" Peralar'ın sigara molası bitmiş olsa ki salona geldiler, eski yerlerine oturdular. Muhabbeti kesmeden devam ettirdiğimizde bizi dinliyorlardı.
"Evet."
"İğrenç. Sürekli et mi yenir?" Bir şey diyecekken önce davrandım. "Gerçi bu cüsse ot yiyerek oluşmaz." Vücudunu süzdüğümde dudağının köşesi kıvrıldı.
"E yani. Brokoli ile mi olacağını sanıyorsun?"
"Sanmıyorum." Brokolinin adı geçince bile hepsi yüzünü buruşturuyordu. Pera hariç. İkimiz de severdik.
"Alvina da her öğünde ot olsa geri çevirmez," dedi Kutay tiksinir gibi.
"Abart," dedim şaşkınca. "O kadar da değil."
"He aynen."
"Dün ne yedin?" dedi Ares. Kısa bir an düşündüm.
"Ispanak."
"Iyyy," diyen Kutay'a tersçe baktım.
"Bok ye." Sıraç'ın kaşları çatıldığında ona döndüm. "Ne?"
"Alvina, ne biçim konuşma o."
"Of, Sıraç! 3 yaşında çocukmuşum gibi her küfürümde azar mı yiyeceğim?"
"Evet?" dedi çok normal gibi. Gözlerimi devirdim.
"Alvina, bu Aydan'ı tanıyor musun sen?" Kutay niye böyle bir şey sormuştu ki?
"Polat'ın tanıttığı kadarıyla. Bir sorun mu var?"
"Sorun yok ama bir anda içimize girdi, nasıl biridir bilmiyoruz bile." Ne yapacaktım, Polat'ın sevgilisini mi araştıracaktım?
"Polat güvendiyse zarar gelmez, Kutay." Kaşları havalandı.
"O kadar güveniyorsun yani?"
"Sen bir şey mi ima etmeye çalışıyorsun?" Kafasını iki yana salladı. "Kutay, Polat ile olan ilişkimizi biliyorsun; ben onun kardeşiyimdir ki o da benim abimdir." Son kelimem ile Sıraç yüzünü bana döndürmüştü. "Gözüm kapalı güvenirim."
"Niye durup dururken kızı sorguya çektiniz yine?" diyen Pera alnından öpülmelikti. "Ayrıca ben de hayatımda Polat kadar doğrucu bir insan görmedim."
"Bozacının şahidi şıracı," dedi Kutay gülerek. "Tamam, bir şey demedim."
"Yakın mısınız Polat ile?" Sıraç'ın merak etmesi de normaldi.
"Yakınız; ne zaman düşsem kalkmam için elini uzatır, hayatımı kolaylaştırmak için her pürüzü ortadan kaldırır." Gülümsedim. "Bazen küçük bir kardeş gibi bazen de güçlü bir abi gibi oluyor, belki de bu yüzden bu kadar bağlıyız birbirimize." Sıraç'ın yüzünde beliren ifadeyi anlamıyordum.
"Abi gibi mi?.." diye yuvarladığını duydum ağzının içinde. Bunu söylemesem daha iyi olurdu, kötü hissetmişti galiba.
"Pera, yarın gideceğimiz parti için bilet ya da rezarvasyon tarzında bir şey isterler mi?"
"İstemiyorlardı sanırım. Noldu ki?"
"Sıraç da gelecek." Kafasını salladı Pera. Hiçbiri ters bir tepki vermemişti ama yüzleri memnun da değildi.
"Ben bir bakarım, yer ayırtmak gerekirse ayarlarım."
"Benim gelebileceğim kesin değil." Bu odada sadece bana hitap ediyor, bana konuşuyordu.
"Neden?" Derin bir nefes aldı. "Gel, Sıraç. En azından bir günlüğüne normal insanlar gibi eğlenelim."
"Ama-"
"Bahane duymak istemiyorum." Gözlerine baktım. "Gelmek istemiyorsan direkt söyle, beni de yorma."
"Gelmemi niye bu kadar çok istiyorsun?"
"Gelme lan," dedim ciddiyetle. "Gelme de sabaha kadar içeyim."
"Arkadaşların varken o kadar cozutabileceğini sanmıyorum."
"Arkadaşlarımın benden farkının olduğunu mu sanıyorsun? Hepimizi farklı bir köşeden toplarsın." Göz kırptım. "Bulabilirsen." Pera ile bakıştığımızda Ares'in sinirleri tepesine çıkıyordu.
"Mümkünse ikiniz aynı anda sarhoş olmayın. Ben sizi çekemem." Omuz silktim.
"Abartma be," dedi Pera duygularıma tercüman olarak.
"Ne abartma? En son dansçılar yarışıyordunuz, zor indirdim sizi pistten." Sıraç şokla bakarken umursamadım.
"Oynayamıyordu, öyle dansçı mı olur?"
"Değil mi? Ben daha güzel oynarım." Göz kırptı Pera.
"Ona ne şüphe." Güldüğümde o da güldü.
"Hadi tamam, bunda kız oynayamıyordu falan. Peki arabamı alıp niye dağın başına kaçtınız? Ben sabaha kadar sizi aradım lan."
"Hatırlatma. Kaçırıldıklarını düşündüm," dedi Kutay.
"Ya oturup konuşmuştuk sadece. Ayrıca size mesaj da atmıştım." Atmıştım ama telefon çekmediği için gitmemişti.
"Vina kolay kolay sarhoş olmazsın ama olduğunda da fena dağıtıyorsun." Doğru olması can sıkıcıydı. "Yine de yarın sana kızabileceğimi düşünmüyorum, sanırım istediğin kadar cozutabileceksin." Keyifle gülümsedim. İstediğim buydu.
"Papatya çayını yanında getir o zaman, Ares." Cümlem bittiğinde o da gülümsedi. İhtiyacı olabilirdi.
"Polat'ın daha etkili çayları falan vardır, papatya kesmiyor artık." Polat'ın yoksa da Aydan'a sorardı.
"Tamam, tamam; o kadar da kudurmayacağım."
"Emin misin?" dedi Pera.
"Yooooo," dedim gülerek. "Lafın gelişi öyle şey ettim."
"Kutay." Pera sinsice sırıttı. "Ben bir şey duydum."
"Ne duydun?" Ben de merak etmiştim.
"Bir manita durumu söz konusuymuş sanırım." Şokla kaşlarım havalandı.
"Nereden çıkarttın onu?" Yalan söylediğini belli etmese iyiydi.
"Kuşlar söyledi," dedi Pera. "Hiç boşuna inkar etme."
"Oo, Kutay," dediğimde bana döndü. "Evlendikten sonra mı söyleyecektin?"
"Ortada kesin bir şey yok, emin olmadan size söylemek istemedim." Utanıyor muydu ya?
"Nasıl istersen." Sesimdeki tribi anlamış olsa ki savunmaya geçti.
"Ama Alvina." Ciddi olduğumu düşünmesine karşın güldüm. Gülmemle rahatlamış bir nefes aldı. "Gerçekten kızdınız sandım," dediğinde yeniden güldüm.
"Niye kızalım, senin özel hayatın sonuçta." Kızı merak etsem de sorup onu zor durumda bırakmak istemedim. Bir cevap vermediğinde sözü Pera devralmıştı.
"Uyumayacak mıyız?" Saate baktım. Gece 1'i geçiyordu. "Sabah geç kalkmamalıyız, bir sürü işimiz var." Haksız da değildi. Madem bir şeye kalkınmışlardı, devamını da getirmeliydik.
"Bu evde başka oda yoktu değil mi?" Ares'in sorusunu başımı sallayarak cevaplamış oldum. "Siz 3 kişi yatağa sığabilecek misiniz?" Pera ile bakıştık.
"Sığarız." 2 kişilik standart yataklardan daha büyüktü. Zorlanmayacağımızı düşünüyordum. "Ares, portmantonun en üstündeki rafta battaniye vardı, alır mısın onu?" İkiletmeden ayağa kalktı, dediğimi yaptı. Yastık yoktu, kırlent ile idare edeceklerdi artık.
"Biz de mi oda ayarlasaydık," diyen Kutay'a döndüm.
"Bir gece koltukta yatabilirsiniz herhalde." Kaşları havalandı.
"Kutay. Horluyor musun lan sen?" Ares'in sorusu ile kaşları bu kez çatılmıştı.
"Erkek adam horlar lan."
"Sakın," dediğinde oldukça netti. "Sessizce uyu."
"Napayım be? Bant mı takayım ağzıma?"
"Ne yapacağınla ilgilenmiyorum. Ses çıkarmanı engelle, yeter."
Gözlerim Sıraç'a kaydı. Ellerine bakıyordu. Onun da kalmasını istemek gibi bir lüksümün olmadığını biliyordum.
O da biliyor olsa ki ayağa kalktı. Ben de onunla ayaklandığımda konuştukları sohbeti de böldüler. Beraber kapıya ilerledikten sonra bana döndü.
"İyi uykular, Alvina." Gülümsedim belli belirsiz.
"İyi uykular, Sıraç. Yarın görüşürüz." Gülümsemedi, belki de yapamadı. Kapıyı açıp ayakkabılarını giyerken onu izliyordum, farkındaydı.
"Bir şey olursa ara." Tek kaşım havalandı.
"Ne gibi bir şey?"
"Herhangi bir şey, Alvina." Kafamı salladım. Ne demek istediğini anlamamıştım.
"Ararım." Merdivenlere doğru yürüyeceği sırada ona seslenip engel oldum. "Sıraç."
"Efendim?" Kısık sesle konuşuyorduk, çoğu kişi uyumuş olmalıydı.
"Yarın benim seçtiğim bir kıyafeti giyer misin? Parti için."
"Beni peri yapmayacağının garantisini verebilecek misin?" Gülümsedim.
"Senin cüssene uygun peri kıyafeti bulmam imkansız. Boşuna endişelenme yani."
"Tamam, sendeyim o zaman."
"Anlaştık." O da hafifçe gülümsedi ve arkasını dönüp merdivenleri indi.
İçeri geri döndüğümde hepsi merakla bana bakıyordu. Pera Ares'in dizlerine kafasını koymuştu, Kutay başını koltuğa yaslamıştı. Aslında hepsi uyku modundaydı.
"Yarın konuşsak olmaz mı? Yorgunluğunuz yüzünüze yansımış." Kafasını salladı Ares.
"Tek bir soru."
"Sor?"
"Aranız nasıl?" Bunu sormasını beklemiyordum.
"Bilmiyorum." Yanına oturdum. "Sanırım kötü değil."
"Seni sevdiği aşikar," dedi Pera uykulu sesiyle. "Gözlerinden belli."
"Emin olduğum tek şey beni seviyor olması." Ben de başımı Ares'in omzuna yasladım. "Çok yabancı ama bir o kadar da içimden, kalbimden biri gibi."
"Böyle hissetmen çok normal." Ares ile konuşuyorduk.
"Normal olduğunun farkında olsam da içimde bir yerler yanıyor, engel olamıyorum. Sanki ona her baktığımda o küçük çocuğu görüyorum, kalbim bile acıyor."
"O da aynı şeyleri düşünüyor." Kafamı salladım.
"Bu da beni daha çok üzüyor. Benden nefret etmemesi, küçükken bile kıs kanmayıp yanımda olmak istemesi."
"Buradaki tek suçluyu biliyorsun," dedi Pera.
"Maalesef biliyorum. Ama nasıl desem... Konduramıyorum. Yapmamıştır gibi geliyor, aklım el vermiyor inanmama."
"Aslında suç sadece annende değil." Bunun da farkındaydım. "Baban istese ikna edebilirdi. Ya da ne bileyim, gizliden de olsa sevebilirdi."
"Ona nefretle bakıyor," dedim. Karşı karşıya geldiklerinde öyle yoğun bir nefret oluyordu ki yüzünde, ben bile çekiniyordum. "Yanıma gelmesine de o izin vermemiş. Sıraç hep bir adım önümde olmuş, ne arkama ne de yanıma geçememiş. Babam bizim yollarımızı ayıran en önemli etken."
"Çağatay amca," derken babamdan bahsediyordu Pera. "Bana dahi o kadar iyi davranıyor, o kadar sıcak yaklaşıyor ki ben bile eksik olan baba figürünü yanındayken aramıyorum. Bu adam niye kendi oğluna bu kadar kötü olup kızının hayatını umursamıyor?"
"Bilmiyorum." Delirmeme ramak falan kalacaktı. "Türkiye'ye döndüğüm an onunla konuşacağım. Mantıklı bir sebep aramıyorum ama yine de dinlemek istiyorum."
"Doğru olan o. Olayla onun açısından da bakmalısın," dedi Kutay.
"Ya onu bunu boşverin, hep beni mi konuşacağız?" Konuşmasak iyi olurdu, konuştukça yoruluyordu zihnim.
"En hareketli hayata sen sahipsin, bizde pek bir gelişme yok."
"Yeme bizi, Ares. Sıra sizde, siz de dökün biraz taşlarınızı." Herkes sustu. "Of!" dediğimde Kutay güldü.
"Ne anlatabilirim, diye düşünüyorum." Yüzümü ekşittim.
"İşler, güçler; hayat nasıl gidiyor?" Yine sustular. "Ben yine bir şey diyeceğim o zaman."
"Söyle."
"Yekta ile konuştum." Sesim bu noktada kısıktı. Kutay yerinde doğrulup birkaç saniye sessiz kaldı.
"Ne yaptın?"
"Suay istedi, ben de konuştum." Derin bir nefes aldı.
"Alvina, Suay ne istediğini şu an bilmiyor. Hayatı da böyle bir şeyi kaldırabilecek kadar yorucu."
"Aksine. Eğer Yekta yanında olursa hayat Suay için daha katlanabilir, daha güzel bir hâl alacak."
"Öyle bir şey olmayacak." Kaşlarım çatıldı.
"Neden olmuyor?"
"Ben kardeşimi tanıyorum-" Cümlesini yarıda kestim.
"Sen kardeşini tanımıyorsun, Kutay."
"Alvina. Bundan ona bahsetme."
"Yekta durmayacak," dedim. "Hâlâ Suay'a aşık, onu seviyor. İsmini söylerken bile sesi değişiyor, gözleri parlıyor."
"Bu bir şeyi değiştirmeyecek."
"Her şeyi değiştirecek," diye direttim. "Sen de bu süreçte kardeşinin yanında olacak, elini hep tutacaksın."
"Onun daha fazla üzülmesine tahammülüm yok."
"Endişelenme, Yekta'nın da böyle bir niyeti yok." Derin bir nefes aldım. "Eğer Suay istemezse bu konuyu bir daha açmam ama en azından bazı şeyleri bilmeye ihtiyacı var."
"Alvina."
"Kutay, inan; kötü bir şey olmayacak." Endişesini de anlıyordum oysa. Ayağa kalktım, Pera da beni tekrarladı. "İyi geceler."
"İyi geceler," dedi Ares gülümseyerek.
"İlk kalkan kahvaltıyı hazırlasın," diyen Pera ile ben de güldüm.
"Senin geceliklerinden giyebilir miyim?" Odama giderken de sessizdik. Suay uyuyordu. Gücenmiş gibi baktım Pera'ya.
"Sormamışsın sayıyorum." Yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmiyordu, bir kıyafetimi giydi diye de kızacak değildim. Dediğimle beraber dolabımı açıp eline gelen ilk pijama takımımı aldı. Üstünde minik çiçekler vardı.
"Toka da verir misin?" Kızıl saçlarını toplamadan yatmazdı. Makyaj masasının çekmecesinden çıkarttığım tokayı ona verdiğimde rastgele topladı saçlarını. "Sen yanımızda değilken hayat ekstra bir negatif oluyor." Sesimiz fısıltıydı.
Pera ortaya yattığında diğer köşeye de ben geçtim. Diklemesine değil, enlemesine yatmamıza rağmen rahattık ve sığabilmiştik.
"Aynısından," dedim sırt üstü yatarken. "İçim daralıyor gibi oluyordu."
"Tam olarak şu an öyle hissediyorum!" Sessizce yakarıyordu. "Ben ortada yatmayı sevmem ki."
"Ama Pera, benim uyurken ne yapacağım belli olmuyor." Somurttu. "Kıza tekme falan atabilirim, sonra da vicdan azabından giderim herhalde."
"Beni dövmen falan sıkıntı değil yani?"
"Ya hayır, onu mu demek istedim?" Gülümsedi. "Çok yorgun gözüküyorsun."
"Öyleyim." Yüzünden de anlaşılıyordu. "Yorgun, bitik ve halsiz."
"Keşke elimden bir şey gelebilse," dedim önüne düşen bir tutam saçla oynarken.
"Bir de bunu dert edinme kendine, senin derdin sana yeter." Kaşlarım havalandı.
"Kardeş olmamızın ne anlamı var o zaman, Çilek Hanım?" Çilek Kız animasyonundaki başrole benziyordu.
"Biz kardeş olmayı bile bilmiyoruz, Vina." Kafasını salladı. "Birbirimize ne yapıyoruz bilmiyorum ama bana çok iyi geliyor, sizin yanınızdayken gülümsemek en sevdiğim şey oluyor."
"Kardeş olmayı da öğreneceğiz, Pera. Birbirimizin yaralarını sarmalayıp hep yanyana olacağız."
"Umarım," dedi Pera. "Umarım hep yanyana oluruz. Aksi hâlde hayatta kalmanın gerçek manada bir sebebi olmaz." Yanağıma sulu bir öpücük kondurduğunda gülümsedim, aynısını ona yaptım. "İyi geceler, Vina."
"İyi geceler birtanem."
Gecelerin bu kadar kısa sürmesi ne de saçmaydı.
Zira ben uykumu hâlâ alamamıştım.
Tepemde öten Ares'i umursamadan uyumaya devam ettiysem de bir yere kadardı.
Susmuyordu!
"Kalkın." Bilmem kaçıncı kez diyordu bunu.
Sabrımın tükendiğini hissettiğimde gözlerimi aralamaya çalıştım. Pera ile sıkı sıkıya sarılmıştık, başımı göğsüne yaslamış uslu uslu uyuyordum.
"Kapa çeneni." Şu an huzuru hissediyordum. Kız kardeşimi özlemiştim.
"Kalkın."
"Sus." Kesinlikle daha fazla uyumalıydım.
"Kalkın," dedi yeniden. Tekrar konuşacağım sırada Pera benden önce davrandı.
"Ses tellerini alıp bir tarafına sabitlemeden önce kapa o çeneni!" Beni bile yerimden sıçratmıştı.
Ares bunu fazla ciddiye almış olsa ki bu kez konuşmak yerine beni dürtmeye başladı. Koluma parmağıyla dokunurken sabır dileniyordum.
"Hay ben senin," deyip kolumdaki elini itmeye çalıştım. "Gitsene lan. Sıçtın uykumun içine!"
"Kahvaltı ediyoruz be! Kalkın!"
"Ares," dedim dişlerimi sıka sıka. "Kaybol."
"Alvinaaa," diye seslenen güzel ses Suay'ındı. Pamuk gibiydi. "Hadi güzelim, kahvaltı edeceğiz." Az önce sayıp söven ben değilmişim gibi gözlerimi açtım, Suay'a gülümsedim.
"Tamam, geliyoruz." Yerimde doğrulup ayılmaya çalıştığımda Ares şaşkındı.
"Nasıl be?"
"Ares, bir süre gözüme gözükme," diyen Pera da ayaklanmıştı. "Gerizekalı."
"Kalksaydınız."
"Ares, sabah sabah beynimi ütüledin." Keyifle güldüğünde yüzümü ekşittim. Kalktığımda önüme düşen saçlar yüzünden korkunç gözüküyor olmalıydım. "Saçımı düzelt." Bugünlük sabrını sınasam ne olurdu? Dediğimi sorgulamadan yaptı, düzeltebildiği kadarıyla halletti. "Panuflarımı da getir." Kapının önündeki pandufları getirip önümde bıraktı.
"Giydireyim mi bir de?" Gözlerimi devirip panduflarımı giydiğimde ne olduğunu anlamamış halde bana bakıyordu.
"Ares."
"Ne?"
"Öncelikle, ne denmez, efendim denir." Pek de umursamadı. "Sonralıkla yarın sabah seni uyandırırken uygulayacağım tarifeyi sen düşün." Yanından geçerken parmak ucuma çıkıp ensesine bir şaplak attım, anın şokuyla kaldığında hızlı adımlarla salonda ilerledim.
"Vina!" diyerek peşimden geldikçe adımlarım hızlandı. Bir yandan da gülüyordum.
"Sen onu hak ettin!" Mutfağa masa kuruyordu Kutay. Tek çalışan oydu. Suay ballı sütünü içiyordu.
"Ensemde elinin izi çıkmış." Bu beni keyiflendirirdi.
"İyi olmuş sana," diyen Pera'ydı. Yine haklıydı.
"Hep senin yüzünden lan Kutay!" derken yolunu kesen Hector'a baktı. "Sen de mi oğlum?" Hector geçmesine izin vermeyince rahatça koltuğa oturdum.
"Ben naptım lan?" Elindeki tavayla Ares'e baktı tip tip.
"Sen demedin mi kızları kaldır diye?" Pek de tınlamadı Kutay.
"Napayım, düzgünce kaldırsaydın." İçim tek başına kahvaltı hazırlamasına el vermeyince tezgahtaki peynirlerin başına geçtim.
"Lan düzgünce seslendim zaten!"
"E yine ben napayım?" Ares tipik bakışlarını korudu.
"Hector, Ares'e tezgaha kadar eşlik ediver bebeğim." Dediğimi ikiletmeden Ares'in yanından ilerledi. Elimdeki bir dilim peyniri verdiğimde iştahla yedi. "Ares, şu dolapta kuruyemişler var, onlardan tabaklara koysana."
"Aman, ne de misafirperversin," dese de değimi yaptı.
Kapı çaldığında açmaya giden Pera olmuştu. Gelen Polat ve Aydan'dı. Ellerindeki poşeti mutfağa getirdiklerinde kahvaltılık bir şeyler aldıklarını anladım.
"Günaydın," dediklerinde aynı şeyi ben de onlara söyledim. Herkes birbiriyle selamlaştığında masadaki her detayı beraber hazırlamıştık.
Saçma bir düzeni vardı bu masanın. Sandalyeler yetmediği için balkondakilerden de getirmiştik mesela.
Bardağa çayları doldurup yerime kurulduğumda keyfim yerindeydi.
Sıraç aklıma gelene kadar. Belki de o hiçbir zaman böyle bir masaya oturamamıştı.
Düşünmemeye çalışıp sohbetlerini dinledim.
"Sonra işte çocuğu zorla şerle ikna ettik, dolgusunu yaptık." Polat konuşuyordu. Olayın başını duymadığım için anlamamıştım ama yine de gülümsedim sohbetlerine.
"Bence en komiği gelen yaşlı amcaydı," dedi Aydan gülerek. "Sürekli Polat'ın bir yerlerine elliyordu."
"Tamam, adamcağız korkmuştu ama yine de ellemesi etik değildi."
"Sen de hiçbir şey demedin." Sesinde hayret vardı.
"Ne diyebilirdim ki?" Omuz silkti Aydan.
"Ares, bana şekeri uzatsana." Kutay'a gıcıklığını yine gösterdi Ares.
"Çay şekerle içilmez." Kaşları çatıldı Kutay'ın.
"Tamam, sen içmezsin o zaman." Birbirlerini günün sonunda dövmemelerinin garantisi bende yoktu. "Versene lan!"
"Kaba insan." Vermedi.
"Verir misin, Aresciğim?"
"Cıvıtma." Ayağa kalktı Kutay. Masanın etrafında dolandı, şekeri alıp yerine geçti. "Niye zahmet ettin Kutay? Ben verirdim şekeri."
"Göt herif," diye söylendi.
"Düzgün konuş abi." Suay belli etmese de keyif alıyordu didişmelerinden.
"Suay, göt dedim sadece."
"Ya abi, deme diyorum. Yemek yiyoruz."
"Ama göt küfür mü?" Gözlerini devirdi kardeşi.
"Çarpıl da görelim," diyerek sohbete katıldı Pera.
"Cidden. Ağzı yüzü bir yana kayacak şimdi." Ares ciddileşti.
"Endişelenme, Kutay. Değişen pek de bir şey olmaz." Ares ve Polat birbirlerine bakarak güldüler. Daha da doğrusu kişnediler. Gülüşleri herkesi onlara eşlik ettirdiğinde somurtan tek kişi Kutay'dı.
"Lan Ares!" Önündeki peyniri hırsla çiğnerken "Dua et, yemek yiyoruz," dedi.
"Yemesek ne olacak?" Şimdi ikisini birden azarlayacaktım.
"Şu çilek reçeli mi?" diyen Suay'ı onayladığımda iştahla gülümsedi. "Bana uzatabilir misin?" Kaseyi ona verdiğimde aynı iştahla yemeye başladı.
Önümdeki kuruyemişlerden tırtıklarken Ares'in yaptığıyla kaşlarım havalandı. Uçak gibi yaptığı ekmeği ağzıma doğru getirdiğinde yüzümü ekşitsem de bir ısırık aldım.
"Ben yedim zaten." Yemiştim. Az da değildi, abartarak yemiştim.
"Bunu da ye." Elime tutuşturduğunda mecburen onu da yemeye başladım.
"Kıyafet alabileceğimiz yakın bir yer var mı?" Pera'dandı soru.
"10 dakika mesafede var birkaç yer, oralara bakarız." Öğle saatlerine geliyorduk. "Çok geçe kalmazsak harika olur."
"Rezarvasyon yaptırmamız gerekir mi?" Sanmıyordum. Birçok dükkan vardı zaten.
"Sanmıyorum. Kimse kostümünü bu zamana bırakmamıştır. Yine de işimiz zor, kimse ne olacağını bilmiyor."
"Hemen çıkarız o zaman." Kafamı salladım. En mantıklısıydı.
Doyduğumda kalkıp odama geçtim. Onlar kahvaltılarını edene kadar ben hazırlansam iyi olurdu.
Dolaptan açık mavi renk bol bir kot pantolon ile koyu bordo bir kazak seçtim. Üstümü giyip makyaj masasının önüne oturdum. Yüzüm renksizdi. Biraz allık ve kapatıcının kimseye zararı olmazdı.
Hafif bir makyaj yaptıktan sonra saçlarımı kolay tarayabilmek adına birkaç sprey sıktım. Sıkı bir atkuyruğu yaptığımda hazırdım. Küpe ve birkaç kolye takıp takmamak arasında kalıp takmamayı tercih etmiştim. Uğraşamayacaktım.
Masayı toplamalarına yardım etmek için mutfağa gidecekken odama Pera geldi.
"Benim yanımda kıyafet yok." Dövecektim en sonunda.
"Tüh ya," dedim yapay bir üzüntü ile. "Zaten ben seninle kıyafetlerimi paylaşmam." Gözlerimi devirdim. "Ne giymek istiyorsan alabilirsin."
"Masayı toplamaya gidiyorsan gitme. Erkekler halletti."
"İyi madem." Yatağa rahatça kurulup onu izlediğimde kaşları çatıldı.
"Terbiyesiz!" Sırıttım. "Çıksana."
"Benim odam değil mi ya?" Bu kez o sırıttı.
"Kal, çıkma." Çıkmayacaktım zaten. Dolabı açıp benimkine benzer bir kombin yapmıştı.
Altındaki eşofmanı indirdiğinde elbette sapık gibi ona bakmazdım. O da bunu bildiği için üstünü değiştirmişti.
"Pantolonun kalıbı güzelmiş."
"Güzel olan senin fiziğin," dediğimde gülümsedi.
"Senin de pek farkını göremiyorum." Ben de gülümsedim. Ben gibi hafif bir makyaj yapıp saçlarını gevşekçe ördü.
Odadan beraber çıkıp salona girdiğimizde herkes hazırdı. Beraber aşağı inerken Rodion ile kapıda karşılaşmıştık.
"Merhaba," dedi kibar bir sesle. Üstünde üniforması vardı.
"Merhaba, gece mi çalışmıştın?" Yorgunluğu belliydi.
"Evet." Arkamdaki ordu gibi kalabalığa baktı. "Arkadaşların mı?" Hepsi Rusça bilmiyordu, anlamamış oldukları belliydi. "Pera?" dedi şaşkınca. Uzun zamandır görüşmemişlerdi.
"Selam, Rodion," dedi Pera aynı naziklikte.
"Arkadaşlarım da diyebiliriz, ailem de." Gülümsedi.
"Ne kadar kalabalıksınız."
"Değil mi, arkadaş çevrem geniş." Rodion'un pek arkadaşı olmadığını biliyordum.
"Şanslısın."
"Çok," dediğimde cidden öyleydi fikrim. En azından bu yönden şanslıydım.
"Ben sizi tutmayayım, bir yere gidiyorsunuz sanırım." Kafamı salladım.
"Alış veriş falan yapacağız."
"Tamam o zaman, görüşürüz."
"Görüşürüz."
Suay ile abisi asansörü tercih etmişlerdi. Bizler merdivenlerdeydik.
Bu kadar kişi 1 arabaya sığma ihtimalimiz olmadığı için ben kendi aramı garajdan çıkartacaktım. Ben onlara gideceğimiz yerin konumunu atacaktım. Pera ve Ares de benimle geliyordu.
"Rodion ne kadar değişmiş." Değişmişti. Hep iri olan vücudu biraz daha irileşmişti. Her anlamda değişmişti.
"Çok konuda geliştirmiş kendisini." Etrafıma bakındım. "Nereye koydum ben bu arabayı ya?" Garajın her yerini dolaşıp en sonunds bulmuştuk.
"Sonunda," diyen Ares'i duymazdan gelip sürücü koltuğuna yerleştim. Ares ve Pera küçük bir itişmenin ardından koltuklara oturdular.
"Birkaç reklam projesini onayladım," dediğimde garajdan çıkmıştım, dükkana ilerliyorduk. "Bazıları basit tanıtımlar istiyor, bazıları ise direkt programlarına katılmamı."
"Kaç tane kabul ettin? Ona göre düzene sokarız."
"Saymadım, Ares. Çok fazla değiller. Ama..." Kaşları havalandı.
"Ama?"
"Bir dernek var, o biraz kafamı karıştırdı."
"Ne derneği?" dedi Pera kafasını öne uzatarak.
"Kadınlara ve çocuklara yardım temelli bir dernek." Ses çıkarmadılar. "Ben kabul ettim, birkaç yayınlarına katılmamı istediler. Önce bir araştıralım, sonrasına bakarız."
"Kabul etmeden önce araştırmak daha makuldü, Vina." Ne yapsaydım? Hayır diyemezdim.
"Ya Ares, kabul ettim diye yapma zorunluluğum yok ki." Kafasını salladı.
"Olmadığını biliyorum ama keşke kabul etmeden söyleseydin."
"Off, kapatın şimdi bu konuyu." Gülümsedi Pera. "Ne giyeceğiz akşama?" İçimde zerre sevinç olmasa da gülümsedim.
"Hiçbir fikrim yok."
"Ben seçtim." Ares'in bu kadar çabuk bulacağını bilemezdim.
"Ne çabuk?"
"Vina, çabuk diyorsun da birkaç saat falan kaldı gitmemize." Dakik biriydi. Benim aksime.
"Eee, ne olacaksın?"
"Mr. Bean." Güldüm. Tam ondan beklenecek bir şeydi.
"Hiç şaşırmadım." Bir ara sürekli izlerdi. "Pera, sen seçtin mi?"
"Aklımda bir şey var ama... Tam da emin değilim gibi."
"Nedir?" Işıklarda durduğumuzda radyoyu açtım, Rusça hareketli bir şarkıydı.
"Ariel var ya, Küçük Deniz Kızı masalındaki." İşin özü Pera ile benzemeyen tek özellikleri gözdü. Gözlerinin renkleri farklıydı. "Ona uygun bir konsept istiyorum gibi."
"Ya, kesinlikle Ariel ol." Yeşil yandığında gaza yüklendim. Önümdeki salakların yavaşlığını çekemeyecektim. "Ben de Güzel ve Çirkin'deki Belle olurum."
"Aynı şeyleri düşündük yine. Seni ona benzetip kıyafet ve aksesuar bile araştırmıştım." Güldüm.
"Bluetoothlandık," dediğimde o da güldü. "Ona uygun bir şeyler bakalım o zaman."
"Olur." Ares dalgınca yola bakıyordu. Odaklanmış bir şekilde düşünüyordu. Ares," dedi Pera fakat cevap vermedi. Çevremde araba olmadığından emin olduktan sonra direksiyonu sertçe bir sağa bir sola çevirdiğimde arabam sarsılmıştı. Çok hissedilmemişti ama Ares'i bocalatmıştı.
"Napıyorsun?" Kızmamıştı, şaşırmıştı.
"Hiç," dedim. "İyi misin sen?" Açıkçası endişelenmeme neden oluyordu bu dalgınlığı. Gece söyledikleri de yancısıydı.
"İyiyim."
"Ares?" Pera da anlamıştı.
"Bir şey yok. Kuruntu yapmayın." Kaşlarım havalandı.
"Kuruntu olduğunu sanmıyorum." Gülümseyip ikimize de sırayla baktı.
"Boşuna endişelenmeyin. Her şey yolunda." Daha fazla üsteleyemedim, dükkanın önüne gelmiştik. Az ileride birkaç dükkan daha vardı, sıra sıra dizilmişlerdi. Arabayı ortalarında bir yere park edip indiğimizde Polat'ın sürdüğü araba da gelmişti. Arkamızdaki boş yere girdiklerinde arabadan indiler.
"Dağılıyor muyuz, beraber mi gezelim?" Beraber gezmek biraz sıkıntı olabilirdi.
"Dağılalım," dedi Polat. "Kalabalığız, düzgün bakamayız."
"Bence de," dedim onaylayarak. Aynı dükkanda ordu gibi dolaşmanın alemi yoktu.
Ben yine Pera ve Ares ile gezecektim. Suay ilk gireceği dükkandan almak istediğini, fazla ayakta duramayacağını söylediği için Kutay ile en büyük dükkana girip işlerini garantiye almışlardı.
"Merhaba," diyerek girdim dükkandan içeri. Bir sürü kıyafet vardı, hepsini denemek isterdim ancak vaktimiz yoktu.
"Merhaba. Özellikle istediğiniz bir kostüm var mı?" Aralarında Rusça ile en iyi anlaşan bendim, konuşmalar bendeydi.
"Mr. Bean konseptli bir kombininiz var mı?" Adam kısa bir an düşündü.
"Olması lazım. Biraz bekler misiniz, kontrol edeyim?"
"Tabii." Adam yanımızdan ayrılınca askıdaki elbiseleri incelemeye başladım. "Bu nasıl?" Elime aldığım elbiseye baktılar. Cadı temalıydı. Yanında bir süpürgesi bile vardı.
"Yaaani," dedi Pera pek de beğenmediğini belli ederek. "Daha güzel bir şey bulabilirsin." Bakınmayı sürdürdüm.
"Bu?" Hırsız temalıydı. Yüzünü ekşitti Ares.
"Neden pozitif bir şey bakmıyorsun?" Onu da bıraktığımda adam gelmişti.
"Kim deneyecek?" diye saçma bir soru yöneltti. Kocama bir erkek kıyafetini giyecek hâlimiz yoktu.
"Ben," dedi Ares. Adamın gösterdiği kabine ilerlerken hepimiz peşinden gitmiştik. Kıyafetini giyerken adama yine bir soru sordum.
"Disney Presneslerinden Bella ve Ariel'in kostümleri var mı?"
"Siz için mi?"
"Yok," dedim gülerek. "İçerideki beyefendi giyecek."
"Affedersiniz," dedi adam da gülerek. "Ariel'in kıyafetinden bir tane var ancak Belle yok maalesef." Askılardan birkaçını kurcaladı. "Şöyle," deyip gösterdi.
Uzun, kabarık bir elbiseydi.
"Kısa bir model yok mu? Daha abartısız, sade." Kafasını salladı adam.
"Yok hanımefendi."
"Tamam, kalsın o zaman." Ares kapıyı açtığında mutluydu.
"Nasılım?" Bu soruyu sorarken de küçük çocuk gibiydi.
Siyah pantolonu, siyah deri ayakkabıları, beyaz gömleği, kahverengi ceketi ve kırmızı kravatı ile tam bir Mr. Bean olmuştu.
"Harikasın," dediğimde aynada kendisine beğeniyle bakıyordu. Saçını o gibi yapmaya çalışınca dükkanın sahibi bile kahkaha atmıştı.
"Bunu alıyoruz." Son bir kere daha aynaya baktı. Kendini beğenmişti.
Adama ödemeyi yaptıktan sonra yan dükkana geçmiştik.
Kadın görevli "Yardım edeyim mi?" diye sorduğunda kıyafetlere bakıyorduk. Her yer rengarenkti.
"Belle ve Ariel'in kostümleri var mı?" Burası diğerine göre daha büyüktü.
"Disney Presnesi olanlardan bahsediyorsanız, evet." Eliyle onu takip etmemizi istediğinde peşinden ilerledik. "Birkaç opsiyonunuz var, tam olarak nasıl bir şey istiyorsunuz?"
"Bilmiyorum, desem?" dediğimde gülümsedi.
"Şöyle bir model var." Kabarık bir model çıkartınca kafamı iki yana salladım.
"Daha kısa, kabarık olmayan bir model var mı?"
"Bu?" Bu da biraz fazla günlüktü. Ortası yok muydu? Pera devreye girdi bu sefer.
Telefonundan açtığı bir görseli kadına gösterdi. "Buna benzer bir şey var mı?" Kadın hızlıca kıyafetleri karıştırdı.
"Bu kıyafetler genelde 2 bedene uygun olarak dikiliyor, size küçük bedenini vermem uygun olacaktır." Çıkarttığı elbiseye baktım. Oldukça güzeldi bu kez. "Ariel sizsiniz, değil mi?" Kafasını salladı Pera.
"Bu güzelmiş." Kadın kıyafetleri gülerek Pera'nın kucağına bıraktı.
"Denemeden anlayamayız, değil mi?" Pera da gülümsedi, kabine ilerledi. "Sizin için de şunu verebilirim." Yüzüme doğru tuttuğu elbiseye baktım.
Açık sarı, kısa bir elbiseydi. Üst kısmı güzel bir korse, etek kısmı ise full dantel işlemeleriydi. Elbise straplezdi, göğüs kısmı da çok zarifti. Kadın elinde tuttuğu çorapları da gösterdi. Uzun, beyaz çoraplardı ve inceciktiler. Dizimin biraz üstünde bitiyorlardı.
"Altına genelde beyaz ayakkabı tercih ediyorlar, sizin de tercihiniz o yönde olursa yardımcı olabilirim."
"Deneyebilir miyim?" Ares mağazanın köşesinde öylece bekliyordu. Bir yorum yapmamıştı.
"Elbette," dedi kadın beni de kabine yönlendirirken. "Siz giyin, ben de kostümün eksik aksesuarlarını bulayım."
Kıyafeti giyerken bu kadar güzel olmasını ben de beklemiyordum. Sıkı korsesi belime tam oturmasına rağmen rahatsız hissettirmiyordu. Eteği kısaydı ama tam yerindeydi. İşin tuhaf yanı da cidden Belle'ye benzememdi.
Kabinden çıktığımda görevli de dahil 3'ü bana bakıyordu. Ben ise direkt Pera'ya baktım.
Aşırı güzeldi.
Altındaki yeşil, mini etekte zarif boncuk ve pullar vardı. Üstündeki büstiyer açık mordu, korse havasındaydı ve işlemeliydi. Ayakkabıları da büstiyeri ile aynı renkti, topuklusunun ipleri bacağına doğru çıkıyordu. Kadın kırık beyaz bir eldiveni giymesini istediğinde kombini tamamlanmıştı.
"Bu ne?" dedim hayranlıkla. "Pera! Çok iyi." Gülümsedi. Görevli bizi anlamıyordu, Türkçe konuşmuştuk.
"Ben de senin için aynı şeyi düşünüyorum. Yakıyorsun!" Kadın bana bahsettiği ayakkabıları getirdiğinde Ares'in koluna tutunup giydim, oturabileceğim bir yer yoktu.
"Sizin kostümünüzün eşlikçisi deniz kabuklu aksesuarlar, sizin ise kırmzı bir gül. Karar verebildiniz mi?"
"Alıyoruz," dedi Pera benden önce. "Beğendin, değil mi?"
"Kesinlikle," dedim. "Hadi o zaman, oyalanmayalım." Kıyafetlerimizi değiştirip istediğimiz kostümleri aldık, dükkandan çıkıp arabaya doğru ilerlemeye başladık. Buradan gerekli lensleri de almıştık, diğer dükkanın aksine burada lens de vardı.
"Biz de para kazanıyoruz. Neden bizim elbiselerimizi sen alıyorsun?" diye hayıflandı Pera. Haklıydı. Ares biz kabindeyken ödemeyi yapmıştı.
"Abartmayın, bir elbise aldım diye ne olacak? Bildiğim kadarıyla da aramızda paranın lafı geçmiyor." Tüm poşetleri de o taşıyordu.
"Geçmiyor ama-" Tamamlamama izin vermedi.
"Aması yok." Arabanın bagajını açtığımda kıyafetleri bıraktı.
"Eve mi geçiyoruz?" Arabaya binerken Pera'ya yanıt verdim.
"Birazdan kar başlayacak gibi duruyor." Şoför koltuğuna yine ben yerleşmiştim. Benim arabamı benden başkasının kullanmasına gerek yoktu. "Küçük bir köy var, oradan çok güzel gözüküyor her yer. Göletlerin üstüne kar yağıyor falan." Arabayı çalıştırmadan ne diyeceklerini bekledim. Ona göre yön değiştirecektik.
"Yakın mı?" dedi bu kez arka koltuğa oturmak zorunda kalan Ares.
"Yarım saat sürer de, fazlasını bilemeyeceğim."
"Napalım?" dedi Pera. "Diğerlerine de söylemedik, ayıp olur mu?"
"Yarın da gidebiliriz istersen," dedim aracı çalıştırarak.
"Olur, yarın oraya gidip akşam da döneriz o zaman." Kaşlarım havalandı.
"Nereye döneriz?" Saçlarını düzeltti. "Pera?"
"Türkiye'ye," derken istifini bozmadı. "Hiç itiraz etme, gideceğiz. Biz her şeyi bırakıp buraya gelemeyiz, birbirimizden ayrı kalmak da istemiyoruz; sen de bizimlesin."
"Tamam," dedim reddetmeyerek.
"Ne?"
"Ne, ne?" Kaşları çatılmıştı.
"Nasıl hemen kabul ettin dönmeyi?"
"Kaçtığım herkes, her şey zaten burada, Pera. Değişen bir şey olmuyor." Gülümsedim. "Hiç değilse orada siz varsınız, en azından yalnız olmuyorum."
"Sahiden, onlar niye buraya gelmiş?" Ares'e kısa bir bakış attım.
"Ben Yekta ile konuşmak istediğimi söyledikten sonra geldiler sanırım. Yani, en azından ben böyle olduğunu düşünmek istiyorum, aksi hâli çok rahatsız edici." Kafasını salladı Pera.
"Sen nereye gidiyorsan peşindeler mi yani?"
"Bilmiyorum," dedim. "Umarım öyle değillerdir."
"Sıraç'ı anladım," dedi Ares. "Hadi diyelim onun seni merak etmesi normal. Diğerine ne oluyor?" Ben bir bilseydim.
"Hiçbir fikrim yok. Sıraç'ın evine gittiğimde benimle konuşmak istediğini söyledi."
"Sıraç'ın evine mi gittin?" diyen Pera şaşkındı. "Neden?"
"Yekta gelirken bir kutu getirmişti, içinde bir mektup, annem Sıraç'dan bahsediyordu." Derin bir nefes aldım. "Birbirimize sahip çıkmamızı, bir kez olsun ona sarılmamı istiyor. Bunları okuduktan sonra gitmek istediğim için evindeydim." Beni Oflaz'ın götürdüğü detayını bilmese de olurdu, kafamı kırmasına gerek yoktu.
"Konuştunuz mu?"
"Sıraç ile diyorsan, evet. Konuştuk."
"Ne konuştunuz?" Hepsini aktarmam mümkün değildi.
"Eskiden birkaç şey anlattı, dinlemekle dinlememek arasında gidip geldim. Genel olarak konuşan bendim, yaşadıklarımı, içimde kalanları anlattım."
"Biraz olsun içini döktüysen ne güzel."
"Dediğim gibi, biraz o biraz ben. Ha, buna içimi dökmek denemez zira onun söyledikleri içimde öyle bir yer edindi ki... Benim en azından ağlayacak bir omzum, sığınacak bir limanım olurdu; her zaman olmasa da bazen vardı işte. Ama onun hiç yoktu, bir arkadaşı, annesi, babası. Yalnızmış, Pera. Tek başına bir çocukmuş o."
"Onun da yaşadıkları kolay değildir ama bu zamana kadar neden gelmemiş?"
"Babam izin vermemiş." Direksiyonu sıkmama engel olamadım, parmak boğumlarım bembeyaz olmuştu. "Onu hep benden bir adım ötede tutup beni ondan saklamış. Bazen yıllarca göstermemiş, bulmasına izin vermemiş."
"Neden?"
"Bilmiyorum, Ares. Biraz da bu yüzden geri dönüp ona hesap sormak istiyorum. Bunun bir gerekçesi olamaz ama ben dinlemek istiyorum."
"Çünkü onu da kaybetmek istemiyorsun."
"Belki de," dedim. "Belki de onu da kaybedersem tamamen yalnız kalacağımı düşünüyorum." Kaşlarım havalandı. "Belki de onu kaybedeli çok oldu."
"Yaptığının affedilir bir yanı yok." Yoktu.
"Olmadığı için daha da kırgınım zaten. Bir gerekçesinin olma ihtimaline tutunmak istiyorum ama tuttuğum her ip elimde kalıyor."
"Kırgın değil, kızgın olsaydın taş üstünde taş bırakmazdın da," dedi Pera. "Dua etsinler, hepsi sende önemi olan insanlar."
"Katılıyorum. Aksi olsaydı yaşayacakları gün sayısı sınırlıydı." Ares ve Pera birbirlerini onayladılar.
"Bir kurşuna bakar."
"Kesinlikle, Pera. "
"Ya siz ne biçim şeyler kuruyorsunuz?" Kıs kıs gülümsediler.
"Hak edene hak ettiği muameleyi gösterelim diyoruz da, sen kafamızı kırarsın, ondan susuyoruz." Evin önüne gelmiştik. Garajın önündeki güvenlik bariyeri açılmadan Pera'nın yanağından bir makas aldım.
"Aferin şekerim, tanıyorsun beni." Arabayı koymak için bir sürü boş yer vardı. Diğer komşular işte olduğu için arabaları da yoktu. Merdivene en yakın yere park ettiğimde indik.
"Bagaj," dedi Ares hatırlatarak. Açtığımda arabadan indik, kapıları kilitlediğimde merdivenleri çıkıyorduk. "Asansörü neden tercih etmiyoruz?"
"Ne bileyim, siz bu tarafa doğru gelince ben de böyle geldim."
"Neyse," diyen Pera alttan beni itekledi. Çabuk çıkmamı istiyordu. "Sen Sıraç'a da bir şey alacaktın sanki?"
"Beden ölçülerini tam bilemem ki. Olacağı karakteri attım ona, kendisi uygun bedeni alsın." Bir yanıt vermediğinde sonunda evin katına çıkabilmiştik.
İçeri girdiğim an Hector bacaklarıma dolandı. Acıkmıştı.
"Gel, oğlum," dediğimde salına salına peşimden geldi. "Acıktın mı sen?" Mamasını tabağına koyup birkaç vitamin ekledim. Yoğurt, yulaf gibi birkaç şey daha eklediğimde sabırsızlanıyordu. "Geç bakalım yerine." Mama tabağının standı vardı, oraya hızlıca geçti. Yemeğini iştahla yerken saate baktım. 17.44'e geliyordu. Zaman hızlı geçmişti.
"Ne zaman hazırlanacağız?" Yanıma geldi Pera. "Suay ve Kutay bir kafedeymiş, Polatlar da romantik bir gezi yapıyorlarmış," dediğinde yüzünü ekşitti. "Hava buz, neyini romantize ediyorlar?" Omuz silktim.
"Bu soruyu sorabileceğin son kişi dahi olmamalıyım bence." Güldüğünde güldüm. "Yemekte ne yiyeceğiz?"
"Pizza söyleyelim," diye seslendi Ares içeriden.
"Hayır!" dedi Pera direkt. "Kaç gündür fast food yiyoruz, sıcak bir şey girsin midenize."
"Tamam, sıcak pizza yeriz," dememle kafama bir tane geçirdi.
"Ares, buraya gel ve bana yardım et. Vina sen de git, bavulunu eşyalarını falan toparla." Buzdolabını karıştırırken söyleniyordu. "Hiçbir şey yok ki dolapta. Ne yiyorsun sen kaç gündür?" diye söylenirken yanağına küçük bir öpücük bırakıp mutfaktan tüydüm. Dediğini yapıp odayı toparlayacaktım. "Ares!" diye bağırdığında ben bile yerimden sıçramıştım.
Kıyafetleri poşetten çıkartıp askıya astım. Kırışırlarsa bir de ütü yapmakla uğraşamayacaktım.
Buraya gelirken getirdiğim eşyaları götürsem kâfiydi. Bavulun içine yerleştirmem de çok uzun sürmemişti. Çoğu eşyamı toparladığımda odadaki dağınıklığa da bir el attım. Her şeyi yere atmanın bağlanacağı bir son yoktu.
Yüzümdeki makyajı çıkartıp klasik bir ev topuzu yaptım. Geceliklerimi giymemiştim, böyle durmamın zararı yoktu.
Mutfaktan mis gibi yemek kokuları geliyordu. Zil çaldığında odamdaki işim bitmişti, kapıyı açmaya gittim.
Suay ve Kutay gelmişti. Suay'ın elinde bir sürü küçük poşet vardı. Muhtemelen bebeğe bir şeyler almıştı. Kutay'ın elindeki büyüktü, o da kostümler olmalıydı.
"Hadi, sofrayı hazırlayın!" diye seslendi Pera. Mutfağa girip uslu uslu ne dediyse yaptığımızda masa hazırdı. Aydanlar yemeği dışarıda yiyeceklerini söylemişlerdi.
Oturup güzel bir yemek yemiştik. Pera'nın el lezzetini görmemek imkansızdı, yaptığı şeyler hep güzel olurdu.
"Ellerine sağlık çiçeğim," dedim gülümseyerek masayı toplamasına yardım ederken.
"Afiyet olsuuun," dedi uzatarak. Aslında ne de güzeldik, mutluyduk.
Bulaşıkları yerleştirme görevi yine erkeklere kaldığı için biz odada hazırlanmaya başlayacaktık.
Saçlarımı çözüp dalgaları daha da belirginleştireceğim sırada telefonuma bir mesaj geldi. Sıraç giderken beni de alacağını, onunla gitmemi istediğini yazmıştı. Normal bir günde belki reddederdim ama şimdi içimden gelmiyordu, kabul etmiştim.
"Pera," dedim saçlarımı ayırıp şekillendirmeye hazır hale getirirken. "Ben Sıraç ile geleceğim." Gülümsedi.
"Satıldık, ha?" Ben de gülümsedim. "Tamam, orada buluşuruz zaten."
Saçlarımın buklelerini belirginleştirip rastgele ayırıp üst kısmını bombeli şekilde topladım. Birkaç ince tutam önüme düşerken yamuk bir kısım olmadığından emin olmak için kontrol ettim.
"Saçlara bak," dedi Suay hayranca. "Çok güzelsin, Alvina."
"Senin güzelliğin," diye şakıdım neşeyle. Tuhaf bir huzur vardı içimde.
"Kızlar, hangi toka sizce?" Elindeki tokalara baktım.
"Soldaki, deniz kabuklu olan bence," dedim. "İncili olan da çok hoş ama bir denizkızı için diğeri daha makul." Dediğim tokayı saçına tutturduğunda teyit etmek ister gibi bana döndü. "Evet, kesinlikle bu." Suay'ın seçtiği karakteri bilmiyorduk ama saçlarını daha da düzleştirmişti, arkasına doğru şekillendirmişti.
Makyajımı da oldukça sade yapmıştım, prenseslerin de göze çarpan bir makyajı yoktu zaten. Suay da bendendi ama Pera denizkızı rolünü fazla benimseyip yüzüne güzel, ışıltılı ve deniz temalı bir makyaj yapmıştı.
Lenslerimizi taktığımızda ise bambaşka insanlar olmuştuk. Bu halime alışkın değildim.
Elbiselerimizi giyme aşamasında herkes kendi telaşındaydı, sadece korse aşamasında Pera'dan yardım almıştım, saçımı bozmadan giymek zordu.
Suay'ın karakterini yeni anlamıştım. Çizmeli Kedi'ydi. Üstüne giydiği turuncu şık büstiyer, altındaki açık kahve eteği ile uyumluydu. Kısacık topuğu olan çizmelerinin eşlikçisi aynı renkteki tüylü şapkasıydı. Dışarıdan bakan biri hamile olduğunu anlayamazdı.
"Kıçınızı kaşıyın yoksa ikinize de nazar değdireceğim," diyen Suay bizi güldürmüştü. Kulağımın arkasına kırmızı gülü de sıkıştırdığımda tamamen hazırdım. Pera dediğini yapıp kıçını kaşıyınca hep beraber güldük.
"Batıl şeyler," desem de beni tınlamadılar.
"Nazardan yamulunca görürüm seni," dedi Suay atarlıca.
"Biraz daha gelmezseniz partiye bok girersiniz," diye seslendi Ares. Yarım saat falan kalmıştı.
Odadan çıkan ilk ben olduğumda çalan ilk ıslık da bana ithaf edilmişti.
"Bu ne güzellik?" dedi Kutay. Teşekkür etmek yerine güldüm, komik haldeydi. "Gülme be."
Suay'ın seçtiğini düşündüğüm kostümündeydi. Eşek. Shrek filmindeki eşekti.
Kulakları bile vardı, neyse ki kuyruğu eksikti. Üstünde gri bir parlak ceket, altında mat bir gri pantolon ve gri ayakkabılar...
"Ne bu hal?" deyip gülmemi sürdürecekken telefonum çaldı. Sıraç'tı arayan. "Efendim?" dedim açarak.
"Kapıdayım." Telefonu geri kapatıp evin anahtarını Ares'e verdim.
"Benim cebim yok, sende kalsın."
"Sen nereye gidiyorsun, beklesene bizi de." Gülümsedi Pera.
"Abisi almaya gelmiş." Bir şey dememe gerek kalmamıştı.
Abim beni almaya gelmişti.
Evden çıkıp merdivenleri inerken anlamsız sevincim yerli yerindeydi. Kalbim salakça bir hızla atıyordu.
Sıraç'ı bulmak için etrafa bakınırken yaslandığı kaputtan doğrulup elini havaya kaldırdı, yerini gösterdi.
Dediğim kıyafeti de giymişti. Gülümsemem genişlediğince kıyafetime hayranca baktı.
"Alvina, prenses gibi olmuşsun." Kapıyı binmem için açtığında istediğini yaptım.
"Teşekkür ederim, sen de çok şıksın Sıraç."
Aklıma gelen tek karakter bir kovboy olmuştu.
Küçükken bir doğum günümde ben peri olmuştum, çiftlikteki diğer her çocuğa da kostüm alınmıştı. Herkes bir süper kahraman olmuşken sadece biri öylesine bir kahramandı: Sıraç. Ona verilen karakter klasik bir kovboydu. O partide hiçbir kahraman ilgimi çekmezken tüm gün kovboy ile oynamak istemiştim ancak babam izin vermemişti.
Kostüm denediğimiz dükkanda gördüğüm kovboy kıyafeti bu silik anıyı zihnimde canlandırmıştı.
İnatla Sıraç'ın yanına gitmek istemem ve babamın izin vermemesi.
Taşlar tek tek yerine oturuyordu.
"Bu karakteri seçtiğim için kızdın mı?" Aramızdaki sessizliği ben bozmuştum.
"Kızmadım ama şaşırdım, beklemiyordum." Normaldi.
"O gün sadece seninle oynamak istemiştim. Sebebini bilmiyorum, anlayamadığım bir dürtüydü." Işıkta durduğumuzda kısa bir bakış attı yüzüme. "Babam izin vermemişti."
"İlk defa bir doğum gününde mutsuzdun, yüzünden düşen bin parçaydı; hatırlıyorum."
"O yüzden senden kovboy olmanı istedim, sadece bugünlük de olsa istediğim kadar yanına durabileceğim için." Kaşları çatıldı.
"Sadece bugünlük?" Bu fikir hoşuna gitmemişti. "Bu saatten sonra o kadar çok yanımda duracaksın ki benden bıkacaksın, Alvina."
Umarım, diyen iç sesime katılıyordum.
"Sürekli nasıl yan yana durabiliriz ki?"
"Niye duramayalım?" Bu fikir bana imkansız gibi geliyordu.
"Kader bize müsade edecek mi sence?"
"Ben artık kaderin bizi ayırdığı bir hayatta yaşamayacağım, Alvina." Konuyu değiştirmek adına daldan dala atladı. "Olduğun karakterin ismi ne?"
"Güzel ve Çirkin masalındaki Belle."
"Çirkin sen mi oluyorsun bu durumda?" deyip gülerek göz kırptı.
Bugün herkes bana karşı ayrı bir samimiydi, bu içimdeki çocuğu sevindiriyordu.
"Nereden bildin ya? Bizzat ben oluyorum o yaratık." Tip bir bakış attım.
"Gördüğüm en güzel yaratıksın." Bu dediği beni güldürdüğünde o da bana katıldı.
"Ne bu? İltifat mı?"
"Hakaret olarak algılamayı mı tercih edersin?" Kafamı iki yana salladım.
"Kesinlikle hayır." Derin bir nefes alıp konuyu bu kez ben değiştirdim. "Aranız nasıl? Aynı evde misiniz hâlâ?" Yüzündeki gülüş anında soldu.
"Kötü olacak kadar bile aramız yok, Alvina. Onun ne bok yediğini bilmiyorum ama ben otelde kalıyorum." Sinirle dolu bir nefes verdi. "Bu konuyu açmasan olmaz mıydı?"
"Merak etmiştim." Kafasını salladı.
"Etme."
"Yekta'dan haberin var mı peki?" Kaşları havalandı.
"Yekta sadece Oğuz ile konuşmuş, onla da ne konuştuğunu sormadım." Ben arasam açar mıydı? En olmadı Oğuz'u arardım. "Sanırım birkaç gün herkesten uzak kalmak istemiş."
"Bence birkaç gün doldu, sanırım ben arayıp konuşacağım."
"Kalbini kırabilir." Omuz silktim.
"Kırsın, sorun yok. Suay hakkında düşüncesini öğrenmem gerekiyor."
"Niye her şeyi sen vazife ediniyorsun? Abisi konuşsaydı mesela." Azarlayan sesine zıt oldukça sakindim.
"Her şeyi ben vazife ediniyorum çünkü zorundayım. Kutay'a kalsa Suay'ı kapalı bir kutuda saklar, sadece kendisi ile görüşmesini ister zira başına bir şey gelmesinden deli gibi korkuyor. Ancak Suay, Yekta ile konuşmak istiyor, burada da devreye ben girmek zorundayım."
"Zorunda değilsin."
"Öyleyim, Sıraç," dedim. "Benim için hepsi çok şeylerinden vazgeçtiler, ben birkaç cümle konuşup gerçekleri anlattım diye zarar görmem."
"Böyle diye diye yıpranmaya devam edeceksin, biliyorsun değil mi?"
"Ucunda ölüm dahi olsa arkadaşlarım için yapamayacağım bir şey yok, Sıraç. Onların da benden farkı yok zaten."
"Siz basbayağı kardeş gibisiniz."
"Kardeş gibi değiliz, kardeşiz." Gülümsedim. "Beni hayata bağlayan şeyler onlar, Sıraç. Kardeşlerim yoksa ben bir hiçim, tek başımayım."
"Artık değilsin," derken gözleri yoldaydı. "Ne hiçsin, ne tek. Ben yanında olacağım, Alvina."
"Lütfen bu dediklerinin arkasında durabil, Sıraç." Bir istek değil, dilekti.
"Duracağım," dediğinde fazlasıyla güven veriyordu. "Söylediklerimin arkasında, senin hep yanında olacağım."
"Umarım," dedim derin bir nefes alarak.
"Buralarda mısın daha?" Kafamı iki yana salladım.
"Birkaç güne kalmaz, Türkiye'ye dönerim." Partinin olacağı mekana oldukça yakındık.
"Anladım." Muhtemelen o da dönecekti.
"Bir şey söyleyebilir miyim?" Kafasını salladı.
"Tabii."
"Ben babamla konuşmak istiyorum da." Duraksadı. "Senin hakkında." Bu kez de kaşları çatıldı.
"Ne konuda?"
"Genel olarak, her şeyden. Bizi neden birbirimizden uzak tutup ayırdığından, neden sana iyi davranmadığından."
"Aranızın bozulmasını istemiyorum." Yüzüme baktı. "Onun bu hayatta senden başka kimsesi yok, seni de kaybetmesin, Alvina."
"Aramız iyi değil ki bozulsun, Sıraç. Babamın bu hayatta benden başka kimsesi olmaması da kendi seçeneği." Haklı olduğumu o da biliyordu.
"Orası öyle ama yine de benim yüzünden aranızın açılmasını istemiyorum."
"Bırak, bozulsun Sıraç. Bizden çaldığı şeylerin altında kalan sadece biz olmayalım, bende yarattığı enkazın farkına varsın."
"Kendinde bir suç aramayacak. Bunun yerine-" Sustu.
"Bunun yerine?" dedim devam etmesi adına.
"Bunun yerine seni tekrar benden uzaklaştırmanın bir yolunu bulacak, belki de benden nefret etmeni sağlayacak." Derin bir nefes verdim.
"Ona böyle bir fırsat vereceğimi sana düşündüren nedir?"
"Hafife alabileceğin bir adam değil."
"Biliyorum, tanıyorum ve ne yapabileceğini az çok tahmin edebiliyorum. Ben onun aramıza girmesine müsade etmem, Sıraç."
"Senin müsade edip etmemeni takmayacak kadar gözü kara bir adam." Kafamı iki yana salladım.
"Onu tanımadığın için bu düşüncelerin. Ya da bilmiyorum, belki de ben dışındaki herkese karşı tutumu böyledir. Ama benim fikirlerime de isteklerime de karşı gelmez, işin özü babamın gözünün karalığı bana geçerli değil, Sıraç."
"Doğrudur," derken arabayı park ediyordu. Ettikten sonra arabadan inmem için benden önce davranıp kapımı açmıştı.
"Teşekkür ederim," dedim az önceki atışmamıza rağmen gülümseyerek. Bir
yanıt vermediğinde yan yana yürüyerek büyük binaya doğru ilerliyorduk. Havanın buz gibi olmasını yoğun şekilde hissediyordum. Üstümdeki kısa kıyafet de bana hiç yardımcı olmuyordu.
Neyse ki yol kısaydı, hemen içeri girebilmiştik. Bilet sormamaları ve herhangi bir arama yapmamalarına şaşırsam da ses etmedim.
"Üşüdün mü?" Yalan söyleyemeyecektim.
"Buz tuttum." Yanımda yürürken elini yavaşça omzuma atıp beni kendisine doğru çekince afalladım. Hatta birkaç saniye şaşkınlıkla donakalıp onun yönlendirmesiyle yürüdüm.
"Buz gibi olmuş kolların." Eli kolumdayken aşağı yukarı hareket edşp sıvazlıyordu.
"Soğuk," diyebildim sadece. Zaten devamını söylesem de muhtemelen duymazdı. Benim kısık çıkan sesime karşın insanların oluşturduğu gürültü son derece yüksekti.
Şarkı açık değildi. Bu yüzden de insanların sesi uğultuydu. Herkesin üzerinde son derece özenli, güzel kıyafetler vardı. Hepsi şıktı, oldukları karakterlere benziyorlardı. Birnevi kostüm partisi gibi olmuştu.
Boş masa bulup koltuklara oturduğumuzda masa numarasını Pera'ya yazdım. Bu kalabalıkta bizi bulabilmeleri zordu.
Sıraç yanıma oturmayı tercih etmişti, karşımızdaki koltuklar boştu. Etrafı aydınlatan loş ışık uykumu getirebilirdi ama çevremde dolaşan alkol taşıyan garsonlar dikkatimi dağıtabilmişti.
Bir tanesini gözüme kestirdiğimde yanımıza gelmişti. Tepsideki shotlardan 2 tane aldığımda kız geri dönmüştü. Bu shotu biliyordum.
"Sever misin?" Tek yudumda içtiğimde kaşları çatıldı.
"Ne var içinde?" dediğinde güldüm.
"Elma suyu falan vardır herhalde." Muhtemelen renginden emin olamamıştı.
"Alvina."
"Pekala, sabrını sınamayacağım. Votka, bal, limon." Kafasını sallayıp shotu o da içti. "Beğendin mi?" Yüzünü ekşitti.
"Votka sade içilir." Kafamı salladım.
"Kesinlikle," desem de yanımdan geçen garsondan yine aynı shotu aldım. "Sade de olur, ballı da; hiç fark etmez."
"İçme. Yaşın kaç daha, Alvina."
"Yaşımla ne alakası var ki?" Bir tane daha alacakken garsonu gönderdi, beni engelledi.
"Kendini zehirliyorsun." Sessiz kaldım. "Ayrıca daha arkadaşların gelmedi. Onlar geldiğinde de içeceğinden eminim, komaya mı girmek istiyorsun?"
"Alkol tükettiğim için komaya girecek olsaydım bu çok önceden gerçekleşirdi." Kollarımı önümde bağladım. "En fazla kusarım, onu temizlemekle uğraşırsın. Daha kötü bir ihtimal olmaz bile."
"En kötü şey zaten kendine zarar veriyor olman. Yapma bunu." Azar mı yiyecektim doğum günümde?
"Bugün değil, Sıraç. Bugün hayatıma müdahale etme. Sadece, eğleniyorsam eğlenmeyi deneyip keyif almaya bak." Derin bir nefes aldı.
"Nasıl istersen." Gülümsedim.
"Teşekkür ederim." O da gülümsedi.
"Bu kadar nazik olacaksan işimiz zor, küçük hanım. Benim bildiğim her doğruyu yanlış yaparsın böyle."
"Yapayım, ne olacak. Bir tane kardeşin var sonuçta," deyip göz kırptım.
"Bu cümleyi söyle de, ağzıma sıçsan sesim çıkmaz." Bu kez güldüm.
"O kadar da değil."
"O kadar, abicim." Bu adam benim olmayan kalbimi tutturacaktı!
"Sıraç, beni kalpten götürmek için zaman mı kolluyorsun, bilmiyorum."
"Tüh, nasıl anladın sen onu." Yapmacık tepkisine burun kıvırdım.
"Dalga geçmesene be adam." Gülümsedi.
"İyi ki varsın be Alvina. İyi ki." Duraksadım.
"Sen de iyi ki varsın, Sıraç. İyi ki karşıma çıktın ve eksik kalan yanımı tamamladın, en azından denedin."
"Hadi ama, karşına çıkmasaydım hayatının düzeni yerli yerinde olacaktı."
"Siktir et düzeni, ben tek başıma olduğum bir düzen istemiyorum." Kaşları çatıldı.
"Annen bu dediğini duysa ağzına acı biber sürerdi." Burukça gülümsedim.
"Sürerim, derdi. Ama süremezdi hiç kıyamazdı."
"Ben kıyabilirim." Elimi havaya kaldırıp hareket çekecekken vazgeçtim.
"Orta parmak çekecektim de, ağzıma sıçarsın diye çekmedim."
"Çekmiş kadar oldun Alvina." Şükür ki azarlama senaratı yarım kaldı. Peralar gelmişti. En önde Polat ve Aydan vardı. Kostümleri gülümsememe sebepti.
Aydan bir diş perisi olmuştu, elinde sihirli değneği bile vardı.
Polat ise scrubları içindeydi, dişçi olmuştu. Kendi mesleğini canlandırmışlardı.
"Oha ama," dedim onları süzerken. "Ne güzelsiniz."
"Aynen sen de ondan," dedi Polat tipik bakışlarla.
"Teşekkür ederiz," diyen Aydan'a gülümsedim.
"Aydancım, sen bu Polat ile ciddi düşünüyordun değil mi?" Kafasını salladı. "Yazık," diyerek vahlandım.
"Susmayı mı tercih edersin, tüm gece meyve suyu içmeyi mi?" Gözlerimi devirdiğimde hepsi boş yerlere oturuyorlardı.
"Ares de burada, o içerken benim bakmama kıyamaz." Kendimden emindim.
"Sen öyle san." Polat'ı dövmek istiyordum bazen.
"Öf Polat, sanki sen kıyabileceksin," dedi Pera söylenerek. "Herkesten önce sen alıyorsun istediklerini."
"Şerefsiz manipüle ediyor beni. Suç bende değil." O şerefsiz ben oluyordum.
"Bende seni seviyorum abi." Yüzünü ekşitti ama buna tepki veremedim. Zira Sıraç ile bakışıyorduk. Ona değil, Polat'a abi diyordum.
Kırılır mıydı, bilmiyordum ama abi demek tuhafıma giderdi.
"Pardon," diyerek garsonu çağırdı Kutay. Tepsideki shotlardan sayımızca aldı, Suay'a yoktu. "Başka bir içecek istiyor musun?"
"Alkolsüz bir kokteyl olabilir ama çok karışık olmasın." Kutay söylediğini garsona çevirdiğinde adam yanımızdan ayrıldı.
"Sade votka alayım mı sana?" derken önüme çektiğim shotu diktim. "Sevmedin sanırım bunu."
"Gerek yok." Beğenmediğini biliyordum. Yine de o da votkasını içti. Hatta yetmedi, yanındaki garsondan bir tane daha aldı.
"Bana da alsaydın keşke," deyip yanımdan geçenden bir tane kaptım. Garsonlar bir sürüydü, vızır vızırdı. Suay'ın içeceğini de getirmişlerdi.
Shotu tam içecekken Sıraç benden önce davranıp ,nasıl yaptığını anlayamadığım şekilde, parmaklarımın arasında tuttuğum bardaktaki votkayı içti.
"Ya!" Yandan bir bakış attım. "Ne yapıyorsun?"
"İçiyorum." Yanından geçen garsondan bir tane daha aldığında sinsice gülümsedim. Aynısını yapıp kolunu bana çevirdiğimde shotu da ben içmiştim. "Alvina."
"Ne?" Zaten beğenmemişti bunu. Ne diye içiyordu?
"Benimdi o."
"Hadi canım, ciddi misin?" Diğerleri başka bir konudan konuşuyorlardı. Onlara da kulak vermek istiyordum.
"Ya Polat, ne olur birazcık dans etsek?" Birkaç dakika önce açılan tempolu müziğe oturduğu yerden eşlik ediyordu. Göz devirdi Polat.
"Aydan, ben ne anlarım danstan?"
"Tamam işte, ben sana öğretirim sevgilim." İçi gidiyordu, gülümsedi.
"Öğretirsin güzelim, biliyorum ama benlik bir şey değil." Aydan yüzündeki tatlı ifadeyi sildi.
"Ben sana gösteririm senlik olanı, olmayanı." Polat'a şans diliyordum. "Gece otelden ayrı bir oda daha ayarlarsın."
"Ama," demesine müsade etti sadece.
"Alvina," dediğinde ona döndüm. Ben ne alakaydım? "Pera." Pera da şaşkındı. "Suay?" Suay demek istediğini anlamış gibi kafasını iki yana salladı. "Siz benimle gelir misiniz?" Biraz eğlenip kafa dağıtmaya ihtiyacım var gibiydi.
"Reddedemeyeceğim galiba," deyip ondan önce ayağa kalktım. Dans ettikleri yer bizim masadan biraz uzaktaydı.
"Aynısından," dedi Pera da ayağa kalkıp eteğini düzeltirken. "Eğlenmeye geldik, siz de kalksanıza." Hiçbirisi ses vermedi.
"Ares?" dedim kalkıp kalkmayacağını sorarken.
"Ben almayayım."
"Kutay?" Kafasını iki yana salladı. Polat'a zaten söylemeyecektim. Suay'a baktığımda o da kafasını salladı. Yürümesi bile bazen zorlaşıyordu, istememesini anlayabilirdim. "Sıraç."
"Alvina?"
"Gelsene sen de benimle." Kaşları çatıldı.
"Ben mi?" Onayladım.
"Gelecek misin?"
"Hayır." Dans edeceğini zaten sanmıyordum. Şaşırmamıştım.
"Peki." Aydan ikimizin de koluna girip bizi sürüklerken sayısız insana çarpmıştım. "Bir saniye," dediğimde piste iyice yaklaşmıştık. Yanımızdan geçen garsonu durdurup tepsiden birer shot kaptık.
"Ne var içinde ya? Bayağı güzelmiş." Aydan'dan bu kadar içmesinç beklemezdim.
"Bal, limon, votka."
"Daha önce içmiş miydik, Vina? Tanıdık geliyor." Kafamı salladım.
"Olga'nın barında içmiştik bir kez, ama fazla değildi."
"Gitmeden ona da uğrayalım."
"Olur," dediğimde pistin tam içindeydik. Sakince ritme ayak uydurmayla başlayan ben ve Pera'ya, direkt coşan Aydan biraz şok olmuştu. Ondan beklemediğim 2. şeydi bu denli oynaması.
"Kızlar!" Bir yandan arkadaki şarkıya eşlik ediyordu. Onu nereden biliyordu? "Biraz kudurun." Beni elimden tutup etrafımda döndürdüğünde güldüm. Aynısını Pera'ya da yapmıştı. "Buradaki kimseyi bir daha görmeyeceğiz. Yarınlar yokmuşcasına." Onu kıramayacaktım.
Kudurmasına eşlik edebildiğimde keyiflenmişti.
Deli gibi oynuyorduk. İlk değildi, son olmayacağı da bu kadro sürdüğünce kesindi.
Dj bir başka şarkıya geçiş yaptı. Bu şarkıyı ben de biliyordum. Çok yeni değildi ancak ritmi ile eskimeyenlerdendi.
Serebro. Mi Mi Mi.
"Biz bu parti işini tekrarlayalım!" Kusursuz bir kareografi yapmıştık kendi kendimize. Aynı anda döndüğümüzde kahkaha attım. Aydan'ı kesinlikle onaylıyordum.
"Kesinlikle." Yanımızda dans eden kızların da bize baktığını fark etmiştim. Sinirli ya da tuhaf değil, mutlulardı.
"Rus musunuz?" dedi içlerinden biri onu duyabilmem için sesini yükselterek.
"Değiliz," dedim o gibi sıcak bir tavırla.
"Hepiniz ayrı ayrı güzelsiniz ama Ruslar'a da hiç benzemiyorsunuz."
"Türk'üz biz," dedi Pera.
"Antalya, İstanbul?" Kafamı salladım. Popüler yerleri bilmeleri normaldi.
"Evet." Sarı saçlarına baktım. "Sen de çok güzelsin." Arkadaşlarına döndüm. "Hepiniz öylesiniz."
"Ah, teşekkür ederiz," dedi nazikçe. "İyi eğlenmeler."
"Size de!" deyip saçma ama eğlenceli dansımıza devam ettik.
"Hiçbir şey anlamadım ama güzel bir şey dedi sanırım." Aydan'ın Rusça bilmediği belli oluyordu, konuşmamıştı.
"Evet, güzel olduğumuzu söylediler." Havalandı.
"Ay sağ olsunlar." Güldüm tavrına karşın.
"Hanımefendi," diyerek yanımda biten adamla dansıma ara vermek zorunda kaldım. "Size eşlik edebilir miyim?"
"Yok, beyefendi."
"Peki, yine de böyle güzel bir kadın tarafından reddedildiğim için şanslı hissediyorum." Rusça konuşuyordu, Türkçe küfür ettirecekti bana!
"Beyefendi, uzayın lütfen."
"Gerginsiniz sanırım."
"Siktir olup giderseniz gerginliğim geçecektir, teşekkürler."
"Bu kızın iki tane abisi var ve şu an buraya bakıyorlar. Bence de siktir olup giderseniz çok iyi olur." Pera'nın cümlesinden sonra usulca yanımızdan ayrıldı.
"Bizi buradan nasıl gördüler?" Güldü.
"Göremediler. Ben atıp tuttum."
"İyi yaptın." Dilim damağım kurumuştu. "Ben içecek alıp geleceğim, istiyor musunuz?" Pera başını salladı.
"Ben istemiyorum," dedi Aydan. İsteseydi iki kez dönmek zorunda kalacaktım. Bu yüzden sevinsem de belli etmeden barmenin yanına doğru insanlara çarpmamaya özen göstererek ilerledim.
İçecek alacağım yer Aresler'in masadan ekstra uzaktı, kör nokta gibiydi.
Barmen bile bir kostüm giymişti. Bir süper kahramandı, ismini bilmediğim.
"Ne önerirsiniz?" dediğimde hevesle gülümsedi.
"Bu soru bana çok az gelir, o yüzden öncelikle size teşekkür ederim." Gülümsediğimde gülümsedi. "Votkayı dibine kadar tadacağınız bir kokteyl, içinde hafif tatlımsı-"
Barmenin cümlesiyle beraber zaman da, idrak yeteneğim de yok oldu.
Yanımdaki nefesi de, kokuyu da maalesef tanıyordum.
Bu tanışıklık yüzünden de her zerremden defalarca nefret etmiştim.
Yetmemiş miydi?
"Hanımefendiye su verir misiniz?" Sesini duyduğum an duyma yetimi kaybetmek istiyordum. "Soğuk olsun." Barmen denileni yaptı ama suyu içecek bir efor bile sarf edemiyordum.
Kaskatı kesilmiş gözlerim ona dönmemek adına kör olmayı tercih ederdi.
"Senin burada ne işin var?"
"Ben de seni çok özledim, hayatım." Suyu içmeyeceğimi anladığında o içti. Nefretle baktım bardağa.
"Siktir olup gidiyor musun, Ares ve Polat ile tekrar tanışmak mı istiyorsun?" Güldü. Pis bir kahkahaydı.
"Sıraç'ı adam yerine koyamadın mı?"
"Burada adam yerine koyamayacağım tek kişi sensin. Farkındasın, değil mi?" Hâlâ ona bakmıyordum.
"Ben de sana bir soru sorayım." Telefonunu eline aldı. "Benim sorularım da, senin seçeneklerin de daha ciddi; baştan uyarayım da garipseme."
"Sen ne saçmalıyorsun?" Telefonunun ekranında gördüğüm fotoğrafla nutkum tutuldu.
Onur piçiydi karşımdaki. Pek sevgili amcamın oğluydu, hem can hem kan düşmanımdı.
Fotoğraftaki görsele baktıkça aldığım nefes ciğerime batıyordu.
Aresler'in oturduğu masanın bir resmiydi.
Masanın etrafındaki her sandalye ve koltukta silahlı adamları vardı. Tipleri aslında normaldi.
Benim dikkatimi çeken ve korkmama sebep olan minik bir detaydı.
Etraftaki herkesin boynunda minik bir "nokta" dövmesi vardı.
Onur koruma ve adamlarını öyle damgalardı.
Bir diğer resmi açtı.
Pera ve Aydan gülümsüyorken yanlarında üç adam vardı. Hepsinde de aynı dövmeler.
"Sen seç, güzelim." Elini saçımda hissettiysem de tepki veremedim. "Benimle mi gelirsin, yarın abinin ve arkadaşlarının mezarına mı gitmek istersin?" Güldü. "Tabii, bulabilirsen."
---🪷🩷
Merhaba çiçeklerim!
Soluklarımızı mı tutsak, ne yapsak bilemedim şimdi dhdmjdnd.
Diğer bölümlere nazaran daha duygu ağırlıklı, daha uzundu 23.
Umarım okurken keyif almışsınızdır.
Ayrıca sanırım hiç söylemekten bıkmayacağım, sizi çok seviyorum ve hepinize teşekkür ediyorum 🩷
İyi ki varsınız güzellerim.
Öptüm! 💋🫶🏼
Instagram: LeddyAsteria
Tiktok: LeddyAsteria
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.45k Okunma |
109 Oy |
0 Takip |
22 Bölümlü Kitap |