
Merhabaaa!
Güzel okumalar!
:)))
---🪷🫶🏼
Bu saatten sonra ne olacağını tahmin edemiyordum. Akışına bırakmak akıl sağlığım için en iyisi olacaktı. Kim olduğumu biliyordu. Ki bildiklerinin bununla sınırlı olacağını düşünmüyordum.
"Ne zamandan beri biliyorsun?" diye sordum sessizliği bozarak. Araba bir hasar almamıştı, şoför ve diğer korumalar da öyle.
"Uzun bir süredir." Gözleri, gözlerimin içine bakıyordu. Kızgın olup olmadığını algılayamadığımda yüzüne baktım. Sakindi.
"Ne kadar bir süre?" Susma gibi bir niyetim yoktu.
"Alvina."
"Efendim?" Bir şey söylemedi, ben de üstelemeyi başka bir zamana aktardım. "Oflaz, basına ne diyeceğiz?"
"Sadece benim dediklerimi onayla." Anladığımı belli ederek kafamı salladım.
"Umarım saçma şeyler söylemezsin." Kaşları hafifçe çatıldı, dudağında ufak bir tebessüm belirdi.
"Şüphen mi var?" Gözlerimi devirdim.
"Olması gerekmez mi?"
"Alvina," duraksadı. "Leyna," tekrar gözlerime baktı. "Hangisini kullanmamı istersin?" Gerçekten dediğimi yapacak mıydı?
"Alvina," diye yanıtladım hızlıca. "Leyna... Biraz sıkıntı, Oflaz." Derin bir nefes aldım. "Üstelik o ismimi bilenlerin çoğu ölü." Doğruydu.
"Hepsi," diye düzeltti. Hakkımda neler bildiğini merak ediyordum.
"Henüz hepsi ölü değil." Sırıtarak vücudunu süzdüm. "Uzun bir süre de ölmeyecek." Hiçbir şey söylemedi ve böylece yolculuğa sessizce devam ettik.
Leyna. Leyna William.
Birçok ülkece aranan, her yere nam saran bir seri katil.
Yalnızca ölen kişilerin görebildiği, gizli bir simaya sahip... O kişinin ta kendisiydim. Aslında başkanı öldüren de bendim, büyük bir keyifle ve ustalıkla işlemiştim cinayeti. Çok önceden gelen büyük bir husumetimiz vardı, intikam almama gibi bir şansım dahi yoktu.
İsmimi kendi kendime konuşurken bile kısık sesle söylerdim. Duyulmasından, ifşa olmaktan çekinmezdim ama istemezdim de. Oflaz'ın bildiğini fark etmiştim. Bu bilgiye nasıl ulaştığını merak ediyordum ama cevap alamayacağımı biliyordum.
Az önce düzenlenen suikast ise emin olmam içindi. İsmimi söylemeseydi, bildiğini anlamasaydım muhtemelen önce o sonra ben ölecektik.
"Geldik," diye seslendi Oflaz gömleğinin yakasını düzeltirken. Yavaşça ayağa kalktım, emin adımlarla arabadan indim. Oflaz adımlarımı takip ederken gideceğimiz yolu ezbere biliyordum. "Alvina."
"Efendim lider?" Yanıma yaklaştı. Bariz boy farkımız yüzünden yüzüm buruşurken iri, sıcak elini belime yerleştirdi. "Bu da neydi şimdi?"
"Şş. Dikkat çekme." Bu yaptığı daha çok dikkat çekiyordu. Zaten tanınan bir insandım, bu olaylar yüzünden daha da tanınacaktım. Bu kâh leyhime, kâh aleyhime olacaktı.
"Boyun kaç senin?" diye sordum huysuzca. Topuklu ayakkabılar ile ancak omzuna yetişebilmiştim.
"1.99." Sırıtarak konuşmuştu, sesine oturan bir alay vardı.
"Yani 2 metre." Kafasını iki yana salladı.
"1 metre, 99 santim." Takıntılı.
"Tamam, aynı şey."
"Alvina." Sabır dilenir gibi gözlerime baktı.
"Sustum." Büyük, gösterişli binaya girdik. Etrafı tellerle çevrili olduğundan hiçbir magazinci yanımıza yaklaşamıyordu. Bir yandan da şok nidaları etrafta çınlıyordu. Yüzünü daha önce kimse görmemişti, üstelik aranan ve merak edilen bir kişiydi. Korumalar arkamızdan seri adımlarla ilerliyordu, ortamın atmosferi çok gericiydi.
Adımlarımız kulise yöneldi. Bu sırada bir sürü dron tarafından videomuz ve fotoğraflarımız çekiliyordu.
Bina, Oflaz'a ait olmalıydı. Aksi taktirde bu kadar rahat hareket edebileceğini sanmıyordum. Kulisin kapısında bir şifre vardı. Hızla şifreyi tuşladı. Kapı mekanik bir şekilde açıldığında içeri girdi.
"Alvina?" dedi içeri girmediğimde. Dudaklarımı aralayıp bir şey söyleyeceğim sırada eliyle elimi kavradı, bedenimi içeri çekiştirdi.
"Despot," diye söylendim kendi kendime.
"Başkana karşı olan nefretinin sebebi ne?" diye sorarken masadaki kadehlere şarap doldurdu. Hiçbir şey söylemedim, kadehlerden birisini alıp dudaklarıma götürdüm.
"Sebepleri," diye düzeltme ihtiyacı duydum gözlerim yerdeyken.
Benden çok şey çalmıştı. Ya da çalınmasına göz yummuştu. Geçmişim, an'ım, geleceğim... Her şeyde onların bir müdehalesi vardı. Kader ağlarını örerken sanki mutlu olmamam adına büyük bir çaba sarf etmişti. Hayatımda her zaman bir şeyler eksik, bir şeyler fazla oluyordu. Düzen yoktu. Bunun sebebi ise başkandı. Daha doğrusu başkan ve çevresindeki herkes.
"Alvina." Gözlerini gözlerime dikti. "Başkan sana ne yaptı?" Yüzünde yer alan hiçbir ifade yoktu ama gözleri... Gözleri farklı bakıyordu. Sanki çok şey biliyormuş gibi...
"Başkan bana hiçbir şey yapmadı, Oflaz." Hayır, Alvina; çok şey yaptı. Sadece kendine bile itiraf etmekten çekiniyorsun.
Çatılan kaşlarını kısılan hareleri takip etti. Bir şeyleri çözmeye çalışıyor gibiydi.
"Neyi bekliyoruz?" Konuyu değiştirmek adına sormuştum.
"Hazır mısın?" Kafamı sallayarak onayladım. Eli kapının koluna uzandı ve dışarı çıktı. Merdivenlere yöneldiğimizde seri adımlarla ilerliyorduk.
"Canlı yayın mı olacak?" Kapalı bir kapıya döndü, tekrar şifre girdi. Bu diğerinden farklıydı.
"Evet." Korumalardan hiçbiri içeri girmedi, kapıda kaldılar. Oflaz siyah bir sandalyeye oturdu, eliyle yanına gitmem için bir işaret yaptı. Odada kamera ve bir sandalye dışında eşya yoktu. "Alvina," diye mırıldandı. "Biraz ayakta beklemen gerekecek."
"Niye?"
"Herhangi bir yerde oturduğunda tehdit edildiğin düşünülebilir. Arkanda bir silah yaslı mı bilinemez."
"Zaten tehdit edilmiş sayılırım, Oflaz," dedim bariz bir alayla.
"Alvina." Gözleriyle omzunu işaret etti. "Elini buraya koy. Kendini kasma. Rahat davran." Verdiği emirlere yakışacak derecede ciddiydi. Dediğini yaptım, şu an sorun çıkarmak istemiyordum. Elimi yavaşça omzuna yerleştirdim. Geniş omzunun üzerinde elim kaybolmuştu. Elimin altında kaslarını hissettiğimde vücudumda tuhaf bir esinti oluştu.
"Oflaz," sormam gereken şeyler vardı fakat izin vermeden kameranın geri sayım modunu açtı.
"Merhaba." Kafasını iki yana salladı. "Ya da her neyse." Sesinde kuşkuya yer yoktu. "Ben, Oflaz Rajova. Sizin dilinizde ya yeraltı mafyası, ya da X örgütü başkanı." Diksiyonu... Kusursuzdu. "Tanışmamız gerekiyordu başkan." Kafasını yana doğru yatırdığında saçları elime değdi. "Hayatınızda değişecek şeylere şimdiden hazırlanın, efendim." Kullandığı kelimeler saygı hitabı olsada sesinde buna yer yoktu. Hafifçe arkasını döndü, gözlerime baktı. "O, artık benimle." Gülümsedim sadece. Dışarıdan gören birisi gülümsememin sahte olduğunu anlayamazdı. "Matt Edın, senin eski sözcün, Alvina Ladin..." Kameraya baktı. "Yani benim yeni sözlüm." Ne?!
"Sözcün," diye mırıldandım yanlış söylediği için.
"Evet, bir de o var... Sözcüm ve sözlüm." Bir bildiği olmalıydı. Aksi taktirde ben ona öğrenmek istemeyeceği cinsten şeyler öğretmek zorunda kalacaktım. "Detayları konuşacağız, başkan. Saygılar, sevgiler desem de inanma-," sinsice gülümseyip göz kırptım.
"Acılar, nefretler." Elimi kaldırdım, nazikçe salladım. "En kısa sürede görüşmek dileğiyle."
Oflaz usulca kameraya uzandı, tuşuna basarak kapattı. Açıklaması adına sessiz kalmak istedim, sonra bu isteğimden vazgeçtim.
"Bu niyeydi?" Gözleri gözlerimle buluştu, orada takılı kaldı.
"Bu şekilde sorgulama oranları azalır." Odadaki cama yaklaştım, açarak içeri hava girmesini sağladım. Kasım ayındaydık, hava soğuktu fakat bu soğukluğa tezat olarak güneş açmıştı. "Ne kadar az sorgulama, o kadar az pürüz." Ayağa kalktı, ağır adımlarla yanıma geldi. "Aşık bir insanın yapamayacağı şey yoktur." Kafamı sallayarak onayladım. "Bu yüzden, sözlümsün, Alvina Ladin."
"Sözlü..." diye mırıldandım. "Hayatıma nişanlı bir kadın olarak mı devam edeceğim?" Kendi kendime konuşuyordum.
"Bir süre." Onu duymazlıktan geldim.
"Nişanlım duyarsa çok sinirlenir," dedim sahte bir telaşla. Biraz eğlensem kafiydi.
"Nişanlın?" Yüzü bi' anda donuklaşmış, ifadesizliğe bürünmüştü.
"Tabii, nişanlım." Derin bir nefes aldım. "Çok kızacak bana. Üzülmüştür de şimdi." Kaşları çatıldı, birkaç adım daha atarak önümde durdu. Burnuma kokusu geldiğinde farkında olmadan derin bir nefes soludum.
"Alvina." Kafasını iki yana salladı. "Biliyorum, nişanlın yok." Sesi bıçak gibiydi. "Ama eğer varsa..." Israrla gözlerine baktım, cümlenin devamını merak etmiştim. Direterek gözlerine baktığımda kapıya yöneldi. "Hadi," gözlerimi devirdim ve acelesiz adımlarla yanına ilerledim.
"Başka bir açıklama yapılmayacak değil mi?" Farklı işlerim ve planlarım vardı. Yalnızca Alvina'nın değil, Leyna'nın da hayatını devam ettirmem gerekiyordu.
"Yapılmayacak." Girdiğimiz kapıdan çıktık, magazinciler tekrar flaşları patlatmaya başladı. Oflaz yavaşça yanıma geldi, elini yumuşak sayılamayacak bir temasla belime yerleştirdi. "Birkaç poz," diye fısıldadı bana bakarken.
Emin olduğum bir şey vardı, magazin ekibinin hepsi Oflaz'ın oyunuydu. Tamamen onun tarafındaydılar. Aksi taktirde bu kadar rahat ve sakin davranmazlardı.
Onlara biraz daha yaklaştık, dimdik dururken gülümsemeye başladım. Küçük bir tebessümden ibaretti. Kafamı hafifçe Oflaz'ın omzuna yasladım. Madem bir şey yapacaktık, layıkıyla yapmalıydık.
"Alvina hanım! Oflaz bey ile ne zamandır görüşüyorsunuz?"
"Şu an yorgunum," dedim hayıflanarak. "Sorularınızı başka bir gün cevaplayacağız." Şüphelenmemeleri adına konuştum. "2 yıl oldu ilişkimiz başlayalı." Oflaz'ın elini tuttum, adımlarımızı arabasına yönlendirdim. "Helin ağzıma sıçacak," diye söylendim kendi kendime. İnanmazdı ama yine de başımı derde soktuğum için kızacaktı.
Yolcu koltuğuna oturdum, başımı cama yasladım. "Beni müsait bir yerde indirir misin?" Müsait bir yerden kastım magazindi. "Otobüs şoförüyle konuşur gibi konuştum," gözleri bana döndü, usulca kafasını salladı.
"Korumalar seninle gelebilir." Gereği yoktu.
"Kendimi koruyabiliyorum, Oflaz."
"Alvina." Bir dal sigara yaktı. "Başına benim yüzümden bir şey gelmesine izin vermeyeceğim." Sitemle gözlerimi kıstım.
"Başıma gelecek herhangi bir şeyi senden bilmem, Oflaz." Telefonumdan saate baktım. 3'e geliyordu. "İnebilir miyim artık?"
"İstersen bırakabilirim," kafamı iki yana salladım. Bilmesinin sorun yaratacağı bir yere gidecektim.
"Tek gitmem gerekiyor," arabayı kaldırımın kenarına çekmesiyle korumaların olduğu araç da durmuştu. Arabadan inmek üzereyken Oflaz sakince kolumu tuttu.
"Numaran," diye mırıldandı ağız ucuyla, telefonunu elime verirken. Üstelemedim, numaramı tuşlayıp çaldırdım.
Oflaz arabayı çalıştırdı, diğer adamlar da aynı anda hareket ettiler.
"Pera," diye seslendim hattın diğer ucundanki kişiye.
"Vina!" Birkaç eşyanın kırılma sesi geldi. "Sikeyim! Ne işler çeviriyorsun sen?" 6 yıldır tanışıyorduk, güvenebileceğim bir insandı.
"Neredesin?" Derin bir nefes aldığını işittim.
"Evde." Bir şey söylemeye gereği duymadan telefonu kapattım. En yakın taksiye bindim, evin adresini verdim. Önce oradan motorumu alacaktım. Oflaz'ın da bildiği evdi burası.
Eve girip kıyafetlerimi de değiştirdim. Kısa bir şort, düz bir büstiyer giymiştim. Hava soğuk olabilirdi fakat giyeceğim uzun bir şey motorun tekerleğine takılabilirdi. Kısa, deri ceketimi yanıma alıp rastgele bir ayakkabı seçtim.
Hızlı adımlarla garaja ilerledim ve büyük bir motorbisiklete bindim. Burada 6 tane vardı. Küçüklüğümden beri motorlara ayrı bir ilgim vardı, arabayla kıyaslandığında hiç zorlanmadan motoru seçebilirdim.
Asfaltta hızla ilerlerken takip edildiğimin farkındaydım. Oflaz'ın adamlarıydı. Büyük ihtimalle bunlar görünen perdeydi. Gizli şekilde peşime takıldıklarına da neredeyse emindim.
Gideceğim yerin adresini yalnızca birkaç kişi biliyordu. Bu yüzden dolanarak yolları gittim, ara sokaklara girerek izimi kaybettirdim. Oflaz'a bunun gereği olmadığını zaten söylemiştim. Elbette şimdiden düşmanlarım çoğalmıştı. Matt'in bir şey yapacağına dair şüphem yoktu ama çevrede hata yapmamı bekleyen çok kişi vardı. Bunlardan biri de başkandı.
Son sürat ilerlediğimden eve gitmem pek de uzun sürmemişti. Ormana girdim, eve yaklaştıkça çoğalan korumalara baktım. Gün geçtikçe gelişiyorlardı. En son kapıya geldiğimde yüzü aşkın koruma ile karşılaştım. Kaskımı çıkardığımda hepsi başıyla selam verdi.
Burası gerçek evim sayılabilirdi. Değer verdiğim, önemsediğim her şey buradaydı. Adresi ise 3 kişi biliyordu. Biri bendim, biri Pera, biri Ares.
Kutay ve Helen buradan bi'haberdi. Elbette onlara da güveniyordum fakat hayatımdaki neşeli kısmı onlara ayırmıştım. Pera ve Ares her şeyimi biliyordu; mutlu mutsuz fark etmeksizin.
Kapının şifresini tuşladıktan sonra parmak izimi de okuttum. İçeriye yalnızca 3 kişi girebiliyordu. Bahçenin içine kısa bir bakış attım. Geniş bir alandı. Helikopter pisti, havuz, garaj dikkat çeken şeylerdendi.
Evin içine girdim, sıcacık hava tenime temas edince içim rahatlamıştı. Karışan saçlarımı elimle düzeltirken salona ilerledim. İkisi de koltukta oturmuş, telefonlarıyla ilgileniyorlardı.
"Selam," diye seslendim yüksek sesle. Pera, kahverengi gözlerini bana çevirdi. Kızıl saçları omzunun biraz aşağısında bitiyordu. Usulca ayağa kalktı, hızla yanıma gelirken kollarını belime doladı. Boylarımız hemen hemen aynıydı. "Bu kadar özlendiğimi bilsem daha önceden gelirdim," dedim sesime oturan alayla.
"Vina!" Karşıma geçip kafasını iki yana salladı. "Ne işler karıştıyorsun?!"
"İyi işler karıştırmadığı kesin de," diyerek sitem etti Ares. Sarışın bir adamdı. Mavi gözleri, güneşten payını almış sarı saçları vardı. "Arıyoruz, açmıyorsun. Bu muydu senin birlik anlayışın?" Onu cidden sinirlendirmiştim. "Vina... Sen değil miydin her şeyden birbirimize bahsedeceğiz, haber vereceğiz diyen."
"Ares, azarladığına göre özlememişsin beni," dedim dudak bükerek. Sesli bir şekilde nefesini verdi, büyük adımlarla yanıma gelip bedenimi sardı. "Anlatacağım," diye fısıldadım.
"Zahmet olmasın," iğneleyici sesine karşın Pera konuştu.
"Of, Ares! Anlatacak işte." Sevimlice gülümseyip ona öpücük attım.
"Karnım aç benim." Elimi karnıma koydum. "Hamile gibi hissediyorum amına koyayım! Canım bir şeyler çekiyor, acıkıyorum falan." Ares kafasını iki yana salladı.
"Ben bebeğin teyzesiyim," diye bana takıldı Pera. Gülerek ona baktığımda sırıtmaya başladı. "Babasını öldürdüm. Kimse Vina'mı benden alamaz." Gülerek yanımdan geçti, mutfağa ilerledi.
"Hector nerede?" diye sordum onu takip ederken. Ares de arkamdaydı, cevap ondan geldi.
"Odanda. Depresyona girdi. Bir tek kendini kesmediği kaldı. Bize pas vermiyor, utanmasa evden kovacak." Alayla sırıttım ve Hector'a seslendim. Sesimi duyar duymaz koşarak merdivenleri indi.
"Oğlum," diye mırıldandım burnuna bir öpücük kondururken. Onu bulduğumuzda küçücük bir kedi gibiydi. Şimdi ise devasa bir köpek olmuştu. "Bebeğim benim. Ne oldu, bakamadılar mı sana?" Siyah tüylerini bacaklarıma sürterken etrafımda fink atıyordu.
"Evet. Aç bıraktık." Ters ters Pera'ya baktığımda yüksek bir sesle havladı Hector. En çok bana düşkündü ve bu durumu çok seviyordum. "Soğutmadan ye." Elindeki tabağı masaya bıraktı. Tavuk sote ve makarna vardı. Muhtemelen Ares yapmıştı.
Yemeğimi iştahla yerken olan biteni en küçük ayrıntısıyla onlara anlattım. Dinlerken çıtları çıkmamıştı. Sonrasında ise şaşırdıklarını belli eden cümleler kurmuş, fazlasıyla da sinirlenmişlerdi. Haklı oldukları maalesef doğruydu.
"Öyle," diye mırıldandım tabağı bulaşık makinesine koyarken. "Bundan sonra ne olur, ne biter bilmiyorum."
"Bu yıl tüm aksiliklerini sana vaad ediyor sanırım," dedi Pera iç çekerken. "Ne olursa olsun, her daim yanındayız. Biliyorsun değil mi?" Kafamı sallarken hafifçe gülümsedim.
"Ben biraz uyusam," dedim saate bakarken. 17:00'e geliyordu. "Sonra Olga'nın yanına gitsek," hevesle kafasını salladı Pera.
"Kaç gibi kalkarsın?" Omuz silktim 'bilmem' der gibi.
"Kalkınca gideriz işte." Ahşap merdivenlere yöneldiğimde Hector da peşimden geliyordu. Sanırım cidden özlenmiştim.
Odama girer girmez üzerimdekilerden kurtuldum, bol bir tişört giyip yatağıma yattım. Yatak normaline göre daha büyüktü, uyurken hareket eden bir insan için en iyi ebata sahipti.
Odamda genel olarak krem ve lacivert tonları hakimdi. Evde de öyleydi. Pera, lacivert rengini; Ares krem rengini seçmişti. Evin genel planı bana ait olduğundan iç dekarasyonuna pek karışmak istememiştim.
Düşünmek istemiyordum. Basının yapacağı haberleri, Matt'in uğradığı hayal kırıklığını, diğer örgütlerin şaşkınlarını ve daha fazlası. Telefonumu elime aldım, düşen çağrılara kısa bir göz attım. Gelen mailler, atılan mesajlar... Bi' ara hepsine yanıt vermeliydim. Öncelik Matt'e ait olacaktı. Helin'e haber vermiştim, o Kutay'a durumu bildirirdi.
Dikkatimi çeken maillerden biri Levent'in attığıydı.
L:Bildiğini hissetmiştim. Daha önce herkesi uyardım fakat kimse beni dinlemedi. Yeni hayatında mutsuzluklar, Alvina Ladin.
6. hissi kuvvetli olan bir insan olarak söylüyorum; pişman olacaksın.
A: At mısın sen, Levent? Bence bana laf atmak yerine insanların sana neden inanmadığını bir düşün.
Aksi taktirde sevgilim tarafından ikaz edilirsin, kibar bir uyarı olmayacaktır.
Ona uzun bir süre yeterdi bu korku. Patavatsız bir adamdı, düşünmeden komuşuyordu.
Gözlerimi kapattım, ağır bir uykuya daldım. Hector da kafasını karnıma yaslamıştı.
Yüzümü yalayan köpeğim ile gözlerimi araladım. Bakışlarım odadaki saate iliştiğinde 23:00 olduğunu gördüm. Bayağı uyumuştum. Sarsak adımlarla odamdaki banyoya ilerledim. Ayılmak için yüzüme su çarptım, dişlerimi fırçaladım.
"Hector," diye mırıldandım. Banyodaki paspasta oturmuş, masumca bana bakıyordu. "Biliyor musun, annem ile olan bir videomu daha buldum!" En rahat ona anlatabiliyordum, en çok onunla konuşmayı seviyordum. "Henüz bakamadım..." Dolaptaki saç kremimi aldım, biraz elime döktüm. "Bugün döndüğümde izleriz." Usulca yanıma geldi, kafasını karnıma yasladı.
Saçıma süreceğim kremleri bitirdikten sonra yıpratmamaya özen göstererek taradım. Saçlarım uzundu, belime kadar dökülüyordu. Onları toplamadım, kahverengi buklelerin belimden aşağı salınmasına izin verdim.
Makyaj masasının karşısına geçip ağır sayılmayacak bir makyaj yaptım. İçimden eşofman giyip gitmek geliyordu fakat kısa, düz bir elbise giydim. Topuğu fazla uzun olmayan topuklu ayakkabılarımı da ayağıma geçirdim.
"Ben çıkıyorum, bebeğim." Burnuna sevgi dolu bir öpücük kondurdum. "Gece görüşürüz."
Pera da Ares de hazırlanmış olmalıydı. "Pera!" diye seslendim harfleri uzatarak. "Hazır mısınız?!" çoktan kıyafetlerini giymiş, beni beklemeye başlamışlardı. Kolundaki saate bakarak ofladı Ares.
"Saat 1 olmuş. Az sonra yine uykun gelir senin!" Kafamı iki yana sallayıp kapıya yöneldim. Tam açıp çıkıyordum ki, Pera omuzlarıma kabanımı bıraktı.
"Hasta oluyorsun sonra," diye mırıldandı sakince. Gülümseyerek ona baktığımda elimi tuttu, beraber yürümeye başladık. "Şu, Oflaz..." Ona doğru döndüm. "İyi biri mi? Sonuç olarak sık sık yan yana geleceksiniz." Kısa bir an duraksadım. Ben de bilmiyordum ki.
"İyidir, bilmiyorum." Sıkıntıyla nefesini verdi. Bu durumdan da hoşlanmamıştı.
Garajdaki bana ait olan arabalardan birine yöneldim. Spor, siyah bir arabaydı. Her parçası özel üretimdi; türünün tek örneği sayılabilecek güzellikteydi.
Sürücü koltuğuna yerleştiğimde yolcu koltuğuna Ares, arkaya Pera yerleşmişti. Korumalardan birkaçı Ares'in komutu üzerine dikkat çekmeyecek bir araca binmiş, bizi takip etmeye başlamışlardı.
Arabayı hızlı sürdüğümü bildiklerinden kemerlerini taktılar. Fazla uzun sürmeyen, sessiz bir yolculuğun ardından bara gelmiştik. İçeride bizden başka kimse yoktu, bu durum da sevinmemize sebepti.
"Olga!" diye seslendim. Orta yaşlardaki kadın gülümseyerek yanımıza geldi, sevimlice el salladı.
"Hoş geldiniz," Rusça konuşuyordu. "Vina," diye mırıldandı yanıma geldiğinde. Sesine endişe yansımıştı. "Nişanlandın mı?" Bunun sahte olduğunu sadece Pera ve Ares'e söyleyecektim. Sevimlice gülümseyip kafamı salladım.
"Evet." Gözlerindeki sevinç besbelliydi.
"Dikkat et, Vina. Pişman olacağın kararlardan biri olmasın sevgilin." Elini koluma koyup sıvazladı. "İstediğiniz masaya geçin, şarapları getiriyorum." Yardım etmeyi teklif etsek dahi redderdi. İşini layıkıyla yapmayı istiyordu.
"Helin ve Kutay nasıl?" Uzun süreli sessizliği Pera bozmuştu.
"İyiler." Tekrar dudaklarını araladı.
"Matt? O, bu duruma karşı bir tepki vermeyecek mi?" Kafamı olumsuz anlamda iki yana salladım. Bu Ares'i rahatsız etmiş olacak ki sözü devraldı.
"Vina! Tepki vermemesi imkansız. Adamla uzun bir süredir iş birliği yapıyorsunuz." Derin bir nefes aldı. "Şöyle bir düşünüyorum da... Aynısı benim başıma gelse, çoktan hamlede bulunurdum."
"O, fazla ince düşünüyor." Burukça gülümsedim. "Şu an sinirlidir, sonra üzülür ardından yerini kin ve nefret alır." Şaraptan bir yudum aldım. "O evreye daha var. Zamanı geldiğinde düşünebilirim." Gözlerimi kaçırarak ekledim. "Bana zarar gelmesini isteyecek son kişilerden. Aramızdaki bağ yalnızca sözcü-lider ilişkisi değildi. Arkadaştı bir nebze benim için." Bu konuda ona güvenim tamdı.
"Vina... Umarım her şeyi kendin halletmeye çalışmazsın." Pera, bazı durumlarda cidden hâlime üzülüyordu. "Zararını görmeyeceğin her kararında yanındayız." Gülümsedi hafifçe. "Ben de Matt'in sana bir şey yapacağını düşünmüyorum. Sonuçta sana değer veriyordu, bu besbelli." Kafamı sallayarak onayladım onu.
"Annen ile başka bir video bulmuşsun," diyerek konuyu değiştirdi Ares. Gözlerimi kırptım, derin bir iç çekti. "Neden sana destek olmamıza izin vermiyorsun?"
"Ares... Bazı şeyleri kendim de başarabilirim, olayları aşabilirim." İkisinin de gözlerine baktım kararlılıkla. "Buna daha çok ihtiyacım var, inan."
"Yine de, geçmişinin içinde boğulmandan çekiniyoruz, Vina." Somurtarak konuştu Pera. "Bazen paylaşmak iyidir." Hiçbir şey söylemedim. Kimi zaman ters düşebiliyorduk.
Dakikalar saatleri kovaladı, 7 şişe şarabın dibini gördük. Bu zaman içerisinde kâh ben onları azarlamıştım, kâh onlar beni.
"Kalkalım mı artık?" İkisi de bu soruyu bekliyormuş gibi ayaklandı. Olga'ya hesabı ödeyen Ares oldu. Fark eden bir şey yoktu. Aynı parayı kazanıp, harcıyorduk. Arabanın anahtarını Ares'e doğru attım. En az o içmişti. "Can güvenliğiniz için. Bu seferlik sen kullanabilirsin." Reddetmeden arabanın sürücü koltuğuna yerleşti. Arka koltuğa yine Pera geçmişti. Oranın daha rahat olduğunu düşünüyordu.
"Vina," derken elleri saçlarımı buldu. "Şimdi biz eniştem ile tanışacak mıyız, tanışmayacak mıyız? Ya da ona bizden bahsedecek misin?" Kaşlarımı çatarak Pera'ya döndüm. "Bana kalırsa gerek yok. İşler daha da karışır. Helin ve Kutay bile aramızdaki bağı bilmiyorken..." Kafamı sallayarak onu onayladım. Bu detayı da düşünmemiştim.
"Enişte ne ya!" Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. "Yine boktan bir olayın içindeyim, değil mi?" Hiçbir şey söylemediler. Öyleydi. "Zaten normal bir hayatım yoktu. Şimdi bi' de X örgütünün sözcüsü oldum. Bu da yetmiyormuş gibi nişanlıyım!" Sarhoş değildim fakat birkaç kadeh daha içersem bu kaçınılmazdı. "Ne biçim hayatım var!"
"Vina," dedi Ares sakince. "Bu mafya bey neden seni seçmiş?" Mafya bey... Sıklıkla adını duymaya aşina olduğumuz X örgütü. Bilinen bütün örgütlere karşı tek savaşsa bile kazanacağına inanan bir topluluk vardı.
Herkes 2 yıldır merakla onu bekliyordu. Bunda gerek görünmeden yaptıklarının gerek de zihinsel ve fiziksel tehditlerin etkisi vardı. Bunların ardında yatan şeyi ise asla merak etmiyordum.
Herkesin başına gelen benim de başıma gelir diye düşünüyordum fakat yine herkesin içindeki bir kişi ben olmuştum.
"Başkan ile aramdaki bağı biliyor." Bir an nefes almadıklarını düşündüm. Gözlerimi açarak yüzlerine baktım. Üzgün, karışık ama en çok kin dolu.
"Vina," diye mırıldandı Pera.
"Hayır, hayır." İkna etmek ister gibi gülümsedim. "O kadarını öğrenmesi imkansız." Umarım.
Evin önünde duran araçtan indim, sarsak adımlarla içeri girdim. Kapıyı hafifçe aralık bıraktıktan sonra hızlı adımlarla odama girdim. Hector sesi duyar duymaz uyandı, gözleriyle beni izlemeye başladı.
Direkt kıyafetlerimi çıkardım, açılmak amacıyla banyoya girdim. Acele etmeden, ağır ağır duş aldım. Su sıcaktı, soğuk suyu sevmezdim. Temizlendiğimi ve arındığımı hissetmek güzeldi.
Suyu kapattıktan sonra saçlarımı taradım, rastgele bir gecelik giyip yatağıma uzandım. Islak saçlarıma ise bir havlu sardım, başımın ağrısını çekemezdim. Hector hemen yanıma geldi, kafasını koluma yasladı.
Bi' elimdeki flaş belleğe, bi' bilgisayara bakıyordum. Yaklaşık 5 dakikadır öylece uzanıyordum. Derin bir nefes alsıktan sonra bilgisayarı açtım, dosyalar kısmına girdiğimde video ile karşılaştım.
3 Haziran, 2006. Işınlanmak isteyeceğim kadar değerli bir an. Annem yanımda, babam yanımda. Mutluyum. İçimde endişeye yer yok.
Video başladı, kalbimin atışı sekteye uğradı.
"Alvina!" diye sesleniyor annem gülerek. "Bebeğim, canın acıyabilir." Saçları benimkiyle aynı, upuzun. "Boş ver babacığım anneni, oyna istediğin gibi!" diyor babam. Kadraja ben giriyorum. Üzerimde sarı, fırfırlı bir elbise, pembe ayaklabılarım, kahverenginin açık tonlarından saçlarım. Gözlerimi kırpıştırarak yanlarına gidiyordum. Keşke hâlâ gitme ihtimaline sahip olsaydım. "Anne! Baba! Ben acıktım da biraz." Annem tatlı bir telaşla piknik sepetini açıyor, içinden çikolatalı bir kek çıkartıyor. Havaya kaldırıp bana gösterdiğinde sekerek yanına gidiyorum. "Ya! Canım annem! Teşekkür ederim, teşekkür ederim!" Yanağına sulu bir öpücük konduruyordum ve kayıt burada sonlanıyordu.
Her şeyleriyle mutluydum o zamanlar. Elbette üzüldüğüm şeyler vardı ama beni incitmeye bile yetmiyordu.
"Biliyor musun, Hector?" dedim bilgisayarı kapatırken. "Artık göz yaşlarım akmak istemiyor sanırım. Video izlerken de ağlamıyorum." Hafifçe gülümsedim. "Annem bu duruma sevinmiştir, değil mi?!" İçim buruk bir şekilde yorganın altına girdim, gözlerimi kapattım. Uyumadan önceki son dileğim rüyamda onları görmekti.
Uykumun bittiğini hissettiğimde gözlerimi araladım, yukarı sıvanan kıyafetimi düzelttim. Saçım başım birbirine girmişti. Ayaklarım yumuşak halıyla buluştuğunda aynadaki aksime baktım. Uzun, hafif dalgalı saçlarım toplamış olmama rağmen dağılmayı başarabilmişlerdi. Somurtkan yüz ifadem ile küçük bir çocuğa benziyordum...
Aklıma telefonuma bakmak gelince komidinin yanına gittim, cihazı elime aldım. 3 cevapsız çağrı, 2 mesaj. Oflaz'dan gelmişti. Dün gece aramıştı ve ben şimdi görüyordum. Mesajlarda ise sadece ismimi yazmıştı. Ne söyleyeceğini merak ederek onu aradım, çok geçmeden çağrıyı yanıtladı.
"Bugünlerde de sürekli birileri beni özlüyor," diye hayıflandım. "Söyle canım hayranım. Söyle ne oldu?"
"Alvina." Sabır dilenir gibi derin bir nefes aldı. "Çağrılarıma neden yanıt vermiyorsun?" Sesi düzdü.
"Bir şey mi oldu?" Hiç umursamıyorum desem yeriydi.
"Attığım konuma gelebilir misin?" Kısa bir an duraksadım.
"Neden?" Sessiz kaldı. "Gelirim, Oflaz." Odamdaki saate baktım. 14:00'ye geliyordu.
"Alvina." Dolabıma ilerleyip kıyafetlere baktım. "Örgütler arası minik bir toplantı olacakmış. Biz de davetliyiz."
"Matt," diye mırıldandım kalbimde acı tohumları yeşerirken. Bana hiçbir zararı yoktu fakat ben onda kocaman bir hasar, zarar bırakmıştım.
"O da orada olacak."
"1 saate gelirim," dedim telefonuma gelen konuma bakarken. Uzak değildi. Telefonu yüzüne kapattım, elimdeki eteğe kısa bir bakış attım. Mini demek ayıp olurdu, bu ekstra miniydi. Üzerine hafif göğüs dekoltesi olan bir body giydim. Açıkta kalan bacaklarımın üşümemesi için beyaz çizmelerimi tercih ederken kabanımı da yanıma aldım.
Saçlarımı salık bırakmak yine başvurduğum bir yol olmuştu. Bunu seviyordum. Temiz, abartısız bir makyaj yapmıştım hızlıca.
"Ben çıkıyorum." Pera ve Ares'in meraklı bakışları bana döndü.
"Nereye?"
"Eniştenizin yanına," dedim sırıtarak.
"Vina," dedi ikisi de aynı anda.
"Örgüt toplantısı." Gözleri kocaman açıldı.
"Tamam, dikkat ederim. Evet, kimseye güvenmeyeceğim," diyerek ikazlarına karşın yanıt verdim. Bunu söylemeseydim iki dakika boyunca konuşacaklardı.
"Haber ver bize," diye mırıldandı Pera. Arkamı dönüp ilerlemeye başladığımda peşimden seslendi. "Bebek gibi olmuşsun!" Elimde olmadan gülümsedim. Pera'ya olan bağım ve sevgim çok farklıydı.
Arabama bindikten sonra uzun sayılamayacak bir yolculuk yapmıştım. Dediğim gibi 1 saat sonra toplantı salonunda olmuştum. Gözlerim Oflaz'ı ararken nihayetinde buldu.
Kalçasını kaputa yaslamıştı, önü hariç her yanı korumalarla kaplıydı. Ki keskin nişancıları da olduğuna emindim.
Geldiğimi hissetmiş gibi bakışlarını saatinden kaldırdı, bana çevirdi. Gülümseyerek el salladım. Diğer örgüt üyeleri sevgililik olayına inanmazsa büyük sorunlar açığa çıkabilirdi.
"Hoş geldim," diye şakıyarak Oflaz'ın yanına gittim. Yanağına silik bir öpücük kondurduğumda afalladı, bunu beklemiyordu. Fısıldayarak kulağına yaklaştım. "Ben ne söylersem o," onun geçen gün söylediğini tekrar ediyordum. Geri çekilip sırıttım. "Güven bana, lider. Başka bir şansın yok zaten." Gözleri gözlerimdeyken elini belime yerleştirdi, bedenimi bedenine yasladı.
"Göster marifetini, Alvina. İçeride dudaklarımı aralamak bile istemiyorum."
"Hay hay," dedim kapıdan girerken. Muhtemelen Oflaz'ın hazırladığı bir yerdi. Daha önce buraya gelmemiştim. "Selam millet," boş bir sandalye çektim, rahatça oturdum. Herkesin bakışları üzerimizdeydi. Matt dışında. "Naber Levent?" Kaşlarını çattı, ters ters bakmaya başladı.
Etrafa kısa bir bakış attım. Hepsinin yanında 1 koruma vardı. Bizim de öyle. Fakat onların dışarıda koruması yoktu. X örgütünün ise 2 araç dolusu koruması vardı.
Dikkatimi çeken şey ise Matt'in yanındaki koltuğun boş olmasıydı. Henüz yeni bir sözcüsü yoktu.
"Sevgilim sana bir şey sordu, Levent." Oflaz'ın bıçak gibi sesi doldurdu kulaklarımı. Başımı omzuna yasladım, kollarının gevşediğini hissettim.
"Öncelikle," dedim boğazımı temizlerken. "Bütün sorularınıza cevap vereceğim, ama... Sözümü kesmeden dinleyecekseniz." Masadaki şaraptan bir yudum aldım. "Uzun bir süredir biliyordum, Oflaz ve örgütünün varlığından haberdardım."
"Ben söylemiştim," dedi Levent kinayeyle.
"Bi' sus." Julia merakla dinliyordu.
"Bundan sonra olacakları da konuşacağız, daha önce olanları da." Matt ile göz göze geldim, sadece kırgındı. "Takdir edersiniz ki artık M örgütü ile değilim." Dizim titremeye başlamıştı. Yine de gülümsedim.
"Matt'e yapılan büyük bir haksızlık," dedi bir kurucu.
"Elbette," gözlerimi ellerime çevirdim. "Matt ile olan durum hakkında da açıklama yapacağım." Kimse korkudan komuşamıyordu. "Ayrıca... Ne oldu size? Dut yemiş bülbül olarak mı devam ediyorsunuz hayata?" Alayla sırıttım. "Mafya bozuntunuz karşınızda! Bir şey yapmayacak mısınız?" Öyle söylüyorlardı. Bir ismi olsa dahi onlara göre mafya bozuntusu olarak kalacaktı.
Cümlelerime devam edecekken bir silah sesi duyuldu. Kaşlarımı çatarak etrafa baktığımda herkes ayaklanmıştı.
Oflaz'ın yüksek sesle, "Sikeyim!" dediğini işittim.
Bu beyinsizler ne yapmaya çalışıyordu?
---🪷🫶🏼
Merhaba, güzellerim!
Umarım sevdiğiniz, eğlendiğiniz bir bölüm olmuştur...
4. bölümde görüşmek üzere.
Hoşça kalın, öptüm! :))
Instagram: @LeddyAsteria
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.45k Okunma |
109 Oy |
0 Takip |
22 Bölümlü Kitap |