4. Bölüm

4. Bölüm: YARA

Leddy 🥂✨️
leddyasteria

Selam!

 

Bol duygulu, olaylı bir bölüm olacak :)

 

Keyifli okumalar! :))))

 

---🪷🫶🏼

 

Zor muydu?

 

Hayata tutunabilmek bu denli zor muydu?

 

İnsanların ömrü yalnızca bir kurşun parçasına bağlıydı, normal miydi?

 

Ne olduğunu anlayabildiğimde algılarım açıldı, paltomun cebine koyduğum silahımı çıkardım.

 

Kurşunu H örgütünün lideri, Jacobs sıkmıştı. Oflaz'a en çok kin besleyenlerden olabilirdi. Kurşun kenarı çekilmemizle duvara çarpmıştı, yaralanan yoktu.

 

Eline silah almayan tek kişi Matt olmuşken adrenalin kanıma işlemişti. O yalnızca bana bakıyordu.

 

Oflaz direkt önüme geçti, içeri giren korumalara kısa bir bakış attı.

 

"Jacobs!" diye bağırdım öne doğru atılırken. "Ölmek için genç olduğunu düşünüyordum!" Kafasını hiddetle iki yana salladı.

 

"Alvina, bundan vazgeç. Yalnızca hasar alacaksın. Sana hiçbir şey kazandırmayacak." Bana doğru bir adım atmasıyla Oflaz'ın korumaları önüme doğru dizildi. "Bak, sana karşı hepimizin bir saygısı var! Bunu kaybetmek istemezsin. 6 örgüte karşı bir örgüt, Ladin." Gözlerime baktı. "Sen aptal bir kadın değilsin."

 

"Jacobs, biliyor musun ben de aynı şeyi senin için düşünüyordum." Alayla gülümsedim, korumaları elimle hafifçe itekleyip tam karşısında durdum. Dostane bir tavırla kolunu sıvazladığımda sertçe yutkundu. "Sırrın benimle güvende." Yüzüne korku oturdu, gözlerini kaçırdı.

 

Başkanı öldürmemde bana yardım eden bir kişiydi. Mecburi ya da istekli yaptığı bu yardımın duyulması onun sonunu getirebilirdi.

 

"Liderler, sözcüler..." diye mırıldandım. "Bence yapacaklarınızı önce düşünün."

 

"Bu senin düşünmüş hâlin mi? Hepimizi hiçe sayıyorsun!" diye bağırdı lider Jack.

 

"Benim kararlarım, benim hayatım. Yalnızca beni etkiliyor, yanılıyor muyum?" Sessiz kaldı. "Ama sizin vereceğiniz herhangi bir karar çok kişiyi etkiler. Başta aileniz." Gülümsedim. "Var mı bir ailem? Yok. Çocuğum? Hayır. Büyük bir hayalim? E o da yok." Kısa bir an Oflaz ile bakıştık. "Fakat sevgilim var. Onunla bu davaya girdim, kazanmadan da çıkmayacağım." Teker teker hepsine baktım. "Görüşmek üzere..." Oflaz'ın elini tuttum, dışarı doğru yöneldim. Korumaların oluşturduğu etten duvarla beraber Oflaz'ın arabasına ilerledik.

 

"Yeraltı mafyası," diye söylendi alayla. Arabayı çalıştırdı, usulca kemerimi taktım.

 

"Hakkında söyledikleri tek şey bu da değil." Hafifçe camı araladım, derin bir nefes çektim.

 

"Alvina." Kafamı ona çevirdim. "Jacobs ne yaptı?"

 

"Bir yardım. Etmemesi gerekiyordu ama bazen insanlar aptallaşabiliyor." Elimle saçımı düzelttim. "Bana zararı yoktu fakat senin örgütünün sözcüsü olduğumdan dolayı bana da düşman oldu."

 

"Oldular," diye düzeltti.

 

"Hiç kimse kendinden güçlü biri olmasını istemiyor, Oflaz. Senin açığa çıkmadan yaptıklarını bildiklerinden dolayı bu nefretleri." Beni dinliyordu, biliyordum. Ama gözleri pür dikkat yoldaydı. "Şimdi yüzünü gizleme derdin de olmadığı için hepsinden güçlü bir konuma ulaşabilirsin." Telefonum çalmaya başladı, açmadan önce ekledim. "Bunu o sikik egolarına yediremiyorlar, kaldıramazlar."

 

Kutay, arıyordu. Onunla konuşmaktan daha ne kadar kaçabilirdim ki?

 

"Efendim?" Derin bir nefes aldı rahatlamış gibi.

 

"Efendim mi?! Alvina! Kaç gündür arıyorum, açmıyorsun!" Bağırmasıyla yüzümü buruşturup sesini kıstım. "Ne dolaplar çeviriyorsun, bilmiyorum! Anlamadığım tek bir şey var, açıklama yapacak kadar bile değerin yok mu gözünde?" Kırgındı, kızgındı. Haklıydı.

 

"Kutay," lafımı böldü.

 

"Ne Kutay, ne?! Alvina, sana bir şey oldu diyerekten günlerdir uyumuyoruz! Tehdit mi ediliyorsun, zorla mı yapıyorsun..." Derin bir nefes aldım. "Niye hiçbir şeyi anlatma tenezzülünde bulunmuyorsun?"

 

"Anlatacaktım," dedim suçlu bir çocuk gibi. Suç bende değildi ki bu sefer.

 

"Ama anlatmadın," dedi bariz bir acıyla. "Yine de dikkatli ol, Alvina. Konuşmak istediğin zaman buradayım." Çağrıyı sonlandırdı. Onu kaybetmek istemezdim fakat bazen beni anlamadığını düşünüyordum. Her şeyi ona anlatamıyordum, öyle bir seçeneğim yoktu.

 

"Örgüt liderleri sana fazlasıyla değer veriyor," dedi düşünceyle. "Herkese karşı aynılar mı?"

 

"Değiller," dedim dürüstçe. "Örgütler ilk kurulduğunda hepsine ciddi anlamda yardımım dokunmuştu. Çünkü ellerinde doğru düzgün hiçbir şey yoktu." Gözlerimi yola çevirdim.

 

"Zaafları sayılabilir misin?" Kafamı iki yana salladım.

 

"Kimsenin zaafı sayılmak istemem, Oflaz." Evine yaklaşmıştık. Beraber arabadan indik, korumalarla ilerledik. "Bu ev," diye mırıldandım büyük bahçeye bakarken. "Güvenli mi?"

 

"Evet."

 

"Çok göz önünde. Üstelik takip edilme olasılığımız çok fazla." Kapıyı açtı, eve girdi. "Daha gizli bir lokasyon bulamaz mısın?"

 

"Asıl evim burası değil, Alvina. Bir süreliğine burada kalacağız. Fakat yine de güvenli bir yer." Hiçbir şey söylemedim, boş koltuğa oturdum.

 

"Leyna ismimi nereden öğrendin, Oflaz? Hakkımda neler biliyorsun?" dedim ilgiyle.

 

"Elim birçok yere uzanıyor." Sırtını koltuğa yasladı. "Doğrusu pek kolay olmadı."

 

"Peki." Merak ettiğim her soruya yanıt almak istiyordum. "X örgütünü nasıl kurdun? Daha da doğrusu neden böyle bir şey istedin?" Gözlerini yavaşça gözlerime çevirdi.

 

"Alvina, bu konuda söyleyebileceğim bir şey yok." Oflayarak bacak bacak üstüne attım. "Sıradaki soru," dedi alayla.

 

"Diğer örgütlere karşı çıkacak hamlelerde bulunuyorsun," dedim ciddiyetle. "Niye kendine düşman kazanmaya çalışıyorsun?"

 

"Dost olmaya çalışsam ne değişecek, başkan aynı başkan, kurallar aynı kurallar." Geniş ekranlı televizyonu açtı, rastgsele bir haber kanalında durdu.

 

"Başkanda bir hareketlilik yok mu?" Kafasını iki yana salladı.

 

"Henüz yok." Tekrar gözlerime döndü. "Akşam bir bara gideceğiz, ya da meyhaneye." Kafamı sallayıp anladığımı belirttim.

 

"Oflaz?"

 

"Alvina?"

 

"Acıktım," dedim gözlerim karnımdayken.

 

"Kahvaltı etmedin mi?" Umursamazca omuz silktim. Hafifçe kaşları çatılsa da ayağa kalktı, mutfağa ilerledi. Küçük adımlarla peşinden ilerledim. Meraklı gözlerle onu izlemeye başladığım sırada siyaha çalan dolaplardan birini açtı. Saat 17:00'e gelmişti. "Ne yemek istersin?" Dolaptan bir tava çıkarttı, beyaz tezgaha bıraktı.

 

"Fark etmez," dedim kollarımı bağlayıp kalçamı tezgaha yaslarken.

 

"Hamburger yemek ister misin?" Kaşlarım hayretle havalandı.

 

"Sen mi yapacaksın?" Şaşırmama tepki vermeden kafasını salladı, buzdolabından hamburger köftesi çıkardı. "Nedir bendeki bu şans?" dedim gururla ve bariz bir alayla. "Yer altı mafyası bana yemek hazırlıyor!" Hiçbir şey söylemedi, malzemeleri çıkartmaya devam etti. "Yardım etmemi ister misin?"

 

Cevap vermedi, dolaptan tüm malzemeleri çıkartmaya başladı. Köfteleri tavaya dizdi, bana doğru baktı. "Kızartabilirsin," ocağı açtım, yanında durarak köfteleri pişirmeye başladım.

 

O sırada Oflaz domatesleri doğramaya başladı. Güzel elleri, yakışıklı çehresi, gömleğinin sıkıca sardığı geniş omuzları... Her varlığın bir kusuru elbet olurdu, fakat Oflaz'ın yok gibiydi.

 

"Alvina," dedi yüzüme bakmazken. "Köfteleri yakma gibi bir planın mı var?" Yakalandın. Sırıtırken kafamı iki yana salladım.

 

"Yok," dedim iç çekerken. "Domatesleri nasıl doğruyorsun diye baktım." Alayla gülümsedi, kafasını olumlu anlamda salladı fakat inanmamıştı. Ben olsam ben de inanmazdım. Çünkü onu resmen bakışlarımla... Her neyse.

 

"Doğru mu yapıyormuşum?"

 

"Elbette," diye mırıldandım. "Çok doğru. Katılıyorum. Bir domates en güzel böyle doğranabilirdi." Eline kornişon turşuyu aldı, hiç zorlanmadan kapalı kavanozu açtı. Bütün salatalıkları eşit doğradı, üstelik yaptığı iş çok önemliymiş gibi ciddi duruyordu.

 

Kavanozu kapatmadan önce bir turşu daha aldı, ben ne olduğunu anlayamadan salatalığı dudaklarıma yaklaştırdı. Kısa bir an afallasam da dudaklarımı araladım, turşunun yarısını ısırdım. Oflaz salatalığın diğer yarısını aldı, kendi ağzına attı. Çatılan kaşlarımla yutkundum. Az önce ne olmuştu...

 

Köftelerin altını kıstım, buzdolabına ilerledim. Kolanın güzel olacağını düşünürken şişeyi elime aldım, iki bardağa koydum.

 

"Helen arkadaşın mı?" Hamburgerin soslarını da döküp köftesini koymuştu.

 

"Evet." Tabakları masaya koydum, sandalyeye oturdum. "Ne zaman gideceğiz?"

 

"Ne zaman istersen," burgerinden büyük bir yudum aldı, iştahla yedi.

 

"Tehlikeli değil mi?" Kaşlarını kaldırıp bana baktı, sevimlice gülümsedim. "Ölmek için genç olduğumu düşünüyorum."

 

"Her şey tehlikeli, Alvina. Normal olan bir şey zaten yok." Tekrar tabağına döndü. "Ama illa ki güvenli olsun istiyorsan, korumalar da bizimle gelecektir."

 

"Her istediğimi yapacak mısın?" Kısa bir an duraksadı.

 

"İstediğin şey sana zarar vermeyecekse neden olmasın?" Ağzımdaki lokmayı yutup hevesle konuştum.

 

"Motorla gidelim mi?" Hayır dese bile ben motorla gidecektim. Onun cevaplarına ve kararlarına tapacak değildim.

 

"Gidelim, Alvina." Ağır ağır yemeğimi yedim. Lezzeti cidden güzeldi. Sanırım bu konuda el yatkınlığı vardı. "Yekta da bizimle gelecek." Merakla ona döndüm.

 

"Sorgulanmayacak mı?" Hızla ekledim. "Senin yanında bir arkadaşın gelecek fakat ben tek olacağım." Sadece vereceği yanıtı merak ediyordum.

 

"İstersen arkadaşın da gelebilir, Alvina." İstemezdim. Kafamı olumsuz anlamda salladım, ayağa kalktım.

 

"Saat 7 olmuş," diye kendi kendime konuştum. Oflaz ayağa kalktı, bana fırsat vermeden bulaşıkları makineye dizdi. "Ben biraz uyusam," sandalyeden kalktım, saçlarımı omzumda toparladım.

 

"Keyfine bak." Tabii ki öyle yapacağım.

 

Çok fazla uyumayacağımı bildiğimden dolayı salonu tercih etmiştim. Gözüme kestirdiğim yastığı aldım, başımı üzerine koyup koltuğa uzandım. Elbise biraz daha açılmıştı ama umursamadım, hafif bir uykuya daldım.

 

Gözlerimi açtığımda yüzüme şok oturmuştu. Oflaz ve Yekta, değişik bakışlarla yüzüme bakıyorlardı. Üzerime bir battaniye örtmüşlerdi. Yanıma ise sandalye. Sandalye?

 

"Neden öyle bakıyorsunuz?" Yekta kaşlarını çattı. "Ayrıca bu sandalye ne için?" Yerimde doğruldum, sırtımı koltuğa yasladım.

 

"Düşmemen için," diye yuvarladı Oflaz ağzının içinde.

 

"Ben hayatımda bu kadar deli yatan bir insan görmedim. Oflaz kaç kere tuttu düşme diye!" Kaşlarımı kaldırarak Oflaz'a döndüm. Yüzü ifadesizdi. "Yenge, o nasıl uyuyuş gözünü seveyim! Küçükken kaç kere düşmüşsündür Allah bilir." Küçükken, çocukken...

 

"Yenge?" diğer söylediğine cevap veremezdim.

 

"E yenge tabii. Ağzım alışsın. Röportajda falan pot kırmayayım diye şey ettim." Kafamı iki yana salladım, saçlarımı düzelterek ayağa kalktım.

 

"Hemen çıkacak mıyız?"

 

"Hazırlandığında çıkarız." Bana ayrılan odaya çıktım, içeri girerek kapıyı kapattım. Oflaz'ın daha önce denediğimde aldığı elbiseye kısa bir bakış attım. Giymeli miydim? Elbiseye lacivert desem hakaret sayılabilirdi, siyaha çalıyordu. Saten kumaşta elimi gezdirdim, giymezsem içimde kalırdı.

 

Üzerimdeki kıyafetleri banyoya atarken elbiseyi giydim, makyaj masasının pufuna oturdum. Sabahki makyajımdan kalanları temizledikten sonra gözlerimi ön plana çıkaracak koyu bir makyaj yaptım.

 

Saçlarımındaki dalgaları belirginleştirdim, kırmızı bir ruj sürdüm. Aynanın karşısına geçtim, kendime baştan aşağı baktım. Elbisenin dekoltesi yetmiyormuş gibi yine kısaydı. İnce askılarını elimle düzelttim, yerdeki ayakkabılara baktım. 2 seçenek sunmuştum kendime, fakat karar veremiyordum.

 

"Oflaz," diye seslendim bana yardımcı olabilmesi adına.

 

"Alvina?" dedi yavaşça kapıyı açarken. Burada mı bekliyordu?

 

"Yolum mu gözleniyor," dedim göz kırparak. "Hangi ayakkabı güzel?" Aslında aralarındaki fark çok azdı. Birisi taşlı bir şerite sahipken diğeri daha sadeydi.

 

"Ne anlarım ben ayakkabıdan?" Kaşlarını çatarak bir bana bir ayakkabılara bakıyordu.

 

"Of! Seçer misin birisini?" Yanıma yaklaştı, tam karşımda durdu.

 

"Alvina," dedi fısıldayarak. "Bu elbiseyle üşümeyecek misin?" Kafamı iki yana salladım.

 

"Üşümem." Israrla gözlerine baktım. "Ayakkabı?"

 

"Bunlarla nasıl motor kullanacaksın?"

 

"İlk defa yapacağım bir şey değil." Somurtarak taşlı ayakkabıyı elime aldım. "Seni seçtim bebek," çabucak giydim, aynaya dönerek aksimize baktım. Aramızdaki boy farkı resmen selam veriyordu. "Bu kadar uzun olman can sıkıcı."

 

"Pardon, madam. Canınızı sıkacak bir şey yapmak istemezdim... Fakat bu benim elimde olan bir durum değil," keyifle söylediklerine karşın gözlerimi yüzüne diktim.

 

"Gidelim?" Kafasını sallayarak onayladı, beraber dışarı çıktık. İsteğimi yerine getirmişti, kapıda büyük siyah bir motorbisiklet vardı. Saçlarımın bozulma ihtimalini umursamadan kaskı taktım, tek bir hamlede motora bindim.

 

"Hadi, sevgilim!" diye seslendim alayla. "İçmemiz gereken şaraplar var!" Kaskını taktı, motorun arkasına bindi. Anahtarı çevirip motoru gazlamam birkaç saniyede gerçekleşirken korumaların açtığı kapıdan çıktık.

 

Oflaz'ın tek eli hafifçe belime baskı uyguluyordu. Diğer elinde silahı olduğunu düşünüyordum. Çok geçmeden birçok koruma arabalarla etrafımızı sardı. Muhtemelen hızın en yüksek desibelinde ilerliyorlardı, aksi taktirde motora ayak uydurmaları zordu.

 

En sevdiğim şeylerden birisi motorbisikletti. Babamın bana öğrettiği, benim keyifle yaptığım bir şeydi. Annem bir dönem istememişti öğrenmemi. Çünkü o zamanlar onun gözünde küçüktüm. Keşke biyüdüğünü görseydi, Alvina. Sonralardan ise pek de umursayamamıştı.

 

Annemi benden almışlardı.

 

Annemin benliğini kendisinden de almışlardı.

 

Aklıma gelenlerle sertçe yutkundum, düşünmemek adına yola bakmaya çalıştım.

 

Nafileydi.

 

O'nun acı dolu çığlıkları, feryatları... Bana karşı olan saf sevgisi. Babama karşı olan mahcubiyeti. Benim gözümde ikisinin de suçu yoktu. Fakat babama göre tek suçlu kedisiydi.

 

Annemin öldüğü gün, babam kendisini suçlayıp cenazesine bile katılamamıştı. Aslında o gün bende iki ölüm gerçekleşmişti. Babam, cenaze günü beni de terk etmişti.

 

İlk zamanlar çok aramıştım, üzülmüştüm, asla yapmam dediğim şeyleri yapıp birilerine yalvarmıştım. Şu an ise umurumda değildi. En azından beynimde ölüm fermanı verilmişti. Kalbimde büyük bir yere sahip olsa dahi o bu yerden memnun kalmamıştı.

 

Annemi bitiren amcamdı, onun verdiği uğuşturuculardı. Kullanmaya zorladığı ilaçlar, zararlı tütünler. Benim en sevdiğimi öldürmüştü. İntikamımı almış sayılırdım; hayır, bu sadece büyük Alvina için geçerliydi. Küçük Alvina, o minik masum kız çocuğu ne olursa olsun intikamın isteğini dindiremezdi.

 

Gözümden akan yaşı silmeye yeltenmedim, geldiğimiz mekanın önünde durdum. Derin bir nefes alıp motordan indim. Oflaz çoktan inip kaskını çıkarmıştı.

 

"Alvina," dedi çatık kaşları ve huzursuz yüzüyle. "İyi misin sen?"

 

"Harikayım!" hafifçe gülümsedim, mekana girmek için hamlede bulundum ama engel oldu.

 

"Emin misin?" Kafamı sallayarak onayladım. "Değilsin." Yanıma yaklaştı, elleriyle saçlarımı düzeltti. Darbeleri yumuşacıktı. Gözlerine baktım, aynı anda yutkunduk. Ellerinin dokusu kadifeyi anımsatıyordu, yumuşacıktı.

 

"Teşekkür ederim," dedim saçlarımı kast ederek. Hiçbir şey söylemedi, elini belime koyup mekanın girişine yöneltti.

 

"Alvina," ifadesizce ona döndüm. "Temaslardan hoşlanmıyorsan söyleyebilirsin." Kafamı iki yana salladım, kafamı hafifçe omzuna yasladım.

 

"Bir şey yapıyoruz, Oflaz." Korumalara ismimizi söyledi. "Layıkıyla yapmalıyız." İçeri girdik. Loş, sarı bir ışık karşıladı bizi.

Meyhaneden çok bar gibiydi. İnsanlar arkada çalan şarkıya eşlik ediyor, dans ediyorlardı. Gece yasağı başlamıştı fakat bazıları bunu umursamıyordu.

 

Dans eden insanların arasından sıyrıldık, masaların olduğu alana ilerledik. 4 kişil bir masanın koltuğuna oturduk, Oflaz'ın karşısına değil yanına oturmuştum. Yanımıza gelen garsona şarap getirmesini söyledikten sonra Oflaz'a döndüm.

 

"Savaş," dedim dikkatini çekmeyi ister gibi. "Buraya uğramamış gibi değil mi? Türkiye'de birçok yer kapalı, kapalı olmak zorunda. Ancak buradakiler dans ediyorlar." Huysuzca nefesimi verdim, garsonun getirdiği kadehlerden birisini aldım. Büyük bir yudum çektim. Az önce söylediklerime karşılık hiçbir şey söylememişti.

 

Diğer kadehi aldım, Oflaz'a uzattım. Büyük bir yudumu biçimli dudaklarıyla birleştirdi.

 

"Sık sık içiyor musun?"

 

"Hakkımda bu detaylara ulaşamadın mı, beni mi deniyorsun?" diye sordum alayla. "Sık sık içerim, uyanınca, yatınca, üzülünce, sevinince. Bazen düşüncelerden kaçmak gerekiyor, çoğu zaman da buna ihtiyacım var." Kafasını salladı anladığını belirterek.

 

Bir kadın vardı. Yaklaşık 15 dakikadır bana bakıyordu. Derdi neydi? Oflaz'ın da fark ettiğine emindim.

 

"Neye bakıyorsun acaba," söylenerek ayağa kalktım. Oflaz'ın bakışları beni takip ederken ona doğru eğildim. "10 dakikaya gelmezsem lavaboya gel," gülümseyerek yanından ayrıldım, emin adımlarla lavabonun olduğu koridora ilerledim. Tahmin ettiğim gibi sarışın kadın da peşimden geliyordu.

 

Kapıyı açıp lavaboya girdim, kadın da arkamdan girip kapıyı kilitledi. Boyu bana göre daha kısaydı, vücudu ise daha yapılıydı. Alayla ve bilmişlikle gülümsüyordu.

 

"Alvina Ladin," muhtemelen Rus bir kadındı. "Uzun bir süredir tanışmak istiyordum." Aksanlı bir Türkçesi vardı.

 

"Hayranlarım çoğalıyor," dedim onun gibi alayla. "Hepsine yetişmek zor doğrusu."

 

"Emily Cassandra." Sanırım kendi ismiydi. "Kily Cassandra'nın kardeşi." Yüzüne kin oturdu. "Ablamın ölmediğini biliyorum, Alvina Ladin. T örgütünü kapatmak amacıyla kurulan bir oyun." Bana doğru bir adım attı. "Ablamın nerede olduğunu ise senden başka birisi bilmiyormuş," çantasından bir silah çıkardı, alnıma dayadı. Yalnızca gülümsedim.

 

"Kily'nin kardeşi yoktu, Emily." Kısa bir an eli titredi. "Kily yerini söylememi istemiyorsa söylemeyeceğim." Alay dolu bir bakış attım.

 

"Kily hep doğruları söylemez, Ladin." Derin bir nefes aldı. "Söyleyeceksin!" Kafamı iki yana salladım, silahın emniyet kilidini açtı. "Alvina! Söyleyeceksin!" Karnımı nişan aldı, tetiğe basacağını anladığım an silahı elinden aldım. Tereddüt etmeden, düşünmeden namluyu alnına dayadım. Fakat onu öldürmek amacım değildi.

 

"İnsanları rahat bırakmak gerekir, Emily. Aksi etik bile değil." Kurşunu sıktım, saniyeler içinde bedeni yığıldı. Kan karnından akıyordu. Silahı eline tutuşturdum, içinde başka mermi yoktu. Elimi yıkarken yerde acı içinde kıvranıyordu.

 

Lavabodan çıkacağım sırada arkamda bir hareketlilik hissettim. Bir hışımla döndüğümde başka bir kadınla karşılaştım.

 

"Bazen merak ediyorum, beni çok mu arıyorsunuz?" diye mırıldandım sitem ve alayla. Siyahi bir kadındı. Elindeki bıçağı bana doğru savurdu. "Adil olmalıyız, hanım efendi!" dedim ve göğsüme sakladığım minik bıçağı çıkarttım.

 

Bundan sonrası ise tam bir arbedeydi. Yerde yatan kadın bir anda ayak bileğime yapışmış, beni kısa bir anlığına afallatmıştı. O sırada siyahi kadın bıçağını bacağıma sapladı, gülümseyerek bana baktı.

 

"Rahmetli olacaksın hâlâ gülüyorsun!" Elbette dediğimi anlamamıştı. Bıçağım sol elimdeyken elbisemi biraz daha yukarı sıvadım. Baldırıma sakladığım küçük silahı aldım, siyahi kadının tepki vermesine müsaade etmeden alnından vurdum. Diğer kadını da vurmayı ihmal etmedim. Bir şans vermiştim, ters tepmeyi yeğlemişti.

 

Bacağım acıyordu fakat katlanamayacağım bir derecede değildi. Daha kötülerini de görmüştüm.

 

Oflaz neden gelmemişti? Adımlarım hafifçe aksarken kapıyı açtım, Oflaz'ın meraklı bakışlarıyla karşılaştım. Dikkatlice bedenimi süzdü, bacağıma geldiğinde kaşları çatıldı.

 

"Siktir," diye fısıldadı dişlerinin arasından. "Alvina." Gözlerime döndü. Ona kızgın olmamı mı bekliyordu? "Gel," dedi temkinlice bedenime yaklaşırken.

 

"Yürüyebilirim," derin bir nefes verdi sadece. Bedenimi havalandırdı, bir elini baldırıma bir elini sıkıca belime yerleştirdi. Parmakları ve bıçak yarasının arasında bir karış vardı. "Aslında yukarıda havalar güzelmiş," kafamı hafifçe göğsüne yasladım, kaslarını hissettim.

 

"Şu gelenleri tanıyor musun?" kafamı huysuzca kaldırdım, etrafa baktım. "Sağ taraf," o tarafa yönelttim bakışlarımı.

 

Pera ve Ares...

 

Endişe ve sinirle bize doğru geliyorlardı.

 

Ne olursa olsun gelmemeleri gerekiyordu. Hoş ölmemiştim ya! Aynı anda, aynı mekanda olmamız da saçma bir tesadüftü.

 

"Vina," dedi Pera yutkunarak. Yaraya bakmaya çalıştı, ancak bakamadı. "Ne oldu?" Gözleri ben ve Oflaz arasında mekik dokuyordu.

 

"Önemli değil," dediğimde Ares alayla güldü. Yüzünde sinirin emareleri vardı.

 

"Biz bebek gibi saklayıp, sakınalım; sen gel önemli değil de." Kafasını iki yana salladı. "Vina, sen iyi değilsin."

 

"Biraz daha önümüzde dikilirseniz iyi olmayacağım, kan kaybından öleceğim şimdi!" dedim abartarak. Oflaz komuşmamla beraber onların yanından sıyrılarak geçti, arabasına ilerledi. Ares ve Pera da hızla peşimizden geliyorlardı.

 

"Emre eve geçsin," dedi Oflaz korumalardan birine. "Onlarda mı bizimle geliyor?" Şaşkınca Oflaz'a döndüm. Bana mı soruyordu.

 

"Evet." Yanıt Ares'e aitti. Benden gelecek cevabı beklememişlerdi. Büyük, siyah araca yaklaştı Oflaz. Kucağında hâlâ ben vardım, bu yüzden kapıyı adamlar açtı. Karşılıklı 4 koltuk vardı. Oflaz son derece dikkatli davranarak beni koltuğa bıraktı, ardından hemen yanıma oturdu. Pera ciddiyetle benim karşıma oturduğunda Ares'e Oflaz'ın karşısı kalmıştı.

 

Normalde tanışmak istemiyorlardı fakat buna rağmen -saçma bir kararla- tanışmak zorunda kalacakları bir ortama geliyorlardı. Sinirliydim, canım acıyordu ancak tek düşündüğüm Emily'nin söyledikleriydi. Gerçekten Kily'nin kardeşi olabilir miydi?

 

"Alvina," dedi Oflaz hafifçe koluma dokunurken. Gözlerimi açıp ona döndüm. "Yarana bakabilir miyim?" Kafamı salladım, üzerimdeki elbiseyi biraz daha yukarı sıvadım. "Hepsinin belasını sikeceğim," dedi ciddiyetle. Koltuğun kenarındaki küçük dolabı açtı, içerisinden bir sargı bezi çıkardı. "Eve gidene kadar daha fazla kan kaybetme," elimi tuttu, kendi omzuna yerleştirdi. "Ayağa kalkabilir misin?" Kafamı sallayarak ayağa kalktım. Bir elim omzuna yaslıydı, diğer elimle elbisenin ucunu tutuyordum.

 

"Kim yaptı?" dedi Pera öfkeyle.

 

"Bilmiyorum," dedim aslında yalan da söylemeyerek. "Eve kaç dakikada varırız?" Oflaz bacağıma bakıyorken cevap verdi.

 

"15 dakika," derin bir nefes verdi. "Bacağını bağlayacağım," diye mırıldandığında kafamı salladım. Yol 15 dakika bile olsa kan kaybetmemin lüzmu yoktu. Bacağıma bağladığı kumaşı sıktı, tuttuğum nesefimi verdim. "İyi misin?" Bir şey söylemeden koltuğa oturdum. "Sürebilirsin," Oflaz'ın konuşmasıyla araba hızla hareket etmeye başladı.

 

Yol motorla gidildiğinde yarım saatti. Arabayla 1 saate yakın olacağını düşünüyordum fakat Oflaz 15 dakika demişti. Muhtemelen kestirme yollardan hızlıca gidecektik.

 

Gözlerim ellerimdeyken Oflaz bir hamlede bulundu. Emniyet kemerimi takmış, ardından umursamazca dışarı bakmıştı.

 

Yol boyunca üçünün de bakışları üzerimdeydi. Ben ise hiçbirisi ile göz teması kurmuyordum. Sadece düşünüyordum.

 

Geldiğimizi arabanın durmasından anladım, ayaklanmaya yeltendim. Oflaz buna engel oldu, Ares ve benden önce davranıp bedenimi tek hamlede havalandırdı.

 

"Yürüyebiliyorum," dedim fakat sesim keyifliydi.

 

"Elbette yürüyebiliyorsun." Gözlerime kısa bir bakış attı. "Ama şu an değil."

 

"Vina!" diye seslendi Pera koşar adım arkamızdan gelirken. "Orada havalar nasıl?!"

 

"Harika," dedim bahsettiği şeyi anlayarak.

 

Eve girmeden önce Ares ve Pera'nın üzerini korumalar aramıştı. Boş gezmedikleri için de birkaç silaha el koymuşlardı.

 

"Emanetleri çıkışta alırız," dedi Pera korumaya göz kırparken. İkisi de etrafa yargılayıcı, meraklı bakışlar atıyorlardı.

 

"Emre!" Uzun boylu, esmer bir adam geldi salona. "Malzemeler nerede?"

 

"Yukarıda," adımlar merdivene yöneldi. "Umarım mikrop kapmamıştır," yüzümü buruşturdum. Umarım kapmazdı. Aksi hâlde ateşim çıkardı, hasta olabilirdim.

 

Kaldığım odanın yanındaki odaya girdik. Ben, Pera, Oflaz, Ares ve isminin Emre olduğunu öğrendiğim adam odadaydık.

 

"Oflaz, kıza bakmam için yatağa yatırman gerekiyor?" Emre'ye ters ters baktı, bedenimi yavaşça yatağa bıraktı. Bacağıma ekstra dikkat etmişti. "Herhangi bir ilaca alerjin var mı?" Kafamı iki yana salladım. "Bölgesel uyuşturma yapacağım," dedi elindeki şırıngayı gösterirken. Eline eldivenlerini taktı. "Önce yarana bakalım," pamuğa batikon sürdü, hafif baskılarla yaraya bakmaya başladı.

 

"Bakmasana," dedi Pera. Emre'nin yaptığı her hamleyi merakla izliyordum ve bundan rahatsız değildim.

 

"Banane," daha dikkatli bakmaya başladım. Canımın acıdığını hissetmemle derin bir nefes aldım.

 

"Mikrop kapmış gibi gözükmüyor." Şırınganın ucunu açtı. Yaraya yakın bir yere iğneyi batırdı, sıvıyı bacağıma enjekte etti. Hâlâ pür dikkat bacağıma bakıyordum.

 

Oflaz bugün keyfimi kaçırmaya and içmiş gibiydi. Yatağın köşesine oturdu. Elini nazikçe yanağıma yerleştirdi. "Bakmasana," dedi ilgisi gözlerimdeyken.

 

"Merak ediyorum," makas sesi duydum, ip kesmiş olmalıydı. Kafamı kaldırmaya çalışmamla alnımda bir el hissettim.

 

"Kıpırdanma yenge," dedi Emre.

 

"Arkadaşlarına daha önce bir yenge bulsaydın keşke." İmayla Oflaz'a baktım. "Baksana, hepsi çok mutlu." Hiçbir şey söylemedi.

 

İşlemin devamında yaraya bakmak için resmen cebelleşmiştim. En sonunda Oflaz'ın sinirli ikazıyla bundan vazgeçmiştim.

 

"Bitti," dedi Emre eldivenini çıkartırken. Oflaz ayağa kalktı, el sıkıştılar. "Geçmiş olsun," hafifçe gülümsedim.

 

"Uykun geldi değil mi?" diye sordu Pera. Sevimlice kafamı salladım.

 

"Evet."

 

"Tek başına uyuyamazsın."

 

"Hıhı," inkar edemezdim. Biri başımda beklemezse yaramı kötü hâle getirebilirdim.

 

"Ve benim gitmem gerekiyor." Gözlerimi kırparak Oflaz'a döndüm. O zaten bana bakıyordu. Ben uyurken yanımda kalabilir miydi? "Görüşürüz," diyerek yanıma yaklaştı. Yanağıma bir öpücük kondurdu.

 

"Görüşürüz." Ares'in soğuk sesi ortama kasvet doğurmuştu.

 

Ares ve Pera odadan çıktılar, merdivenlerden inme seslerini duydum.

 

"Uyumak ister misin?" Hevesle kafamı salladım. İyi olurdu. "Kaldığın odaya götüreyim seni," yürümeyi teklif etsem de reddedecekti. Canımı asla acıtmadan diğer odaya taşıdı. "Elbisen hep kan olmuş," dedi düşünceyle.

 

"Bol bir tişört giyebilir miyim?"

 

"Evet," dedi çatık kaşlarıyla.

 

"Beni yere indiremeyecek misin?"

 

"İndireyim mi?" Kafamı salladım.

 

"İndirmelisin." Kafasını salladı.

 

"İndireyim." Temkinli davranarak ayakta durmamı sağladı. Ben ise rahattım. Bir şey olmazdı. Dolabı karıştırdı, bulduğu tişörtle yanıma geldi. "Bu olur mu?"

 

"Sanırım." Yatağın üstüne oturdum, elbiseyi çıkarttım. Karşısında iç çamaşırlarımla kaldığımda elindeki tişörtü bana uzattı. İlgi odağında yalnızca gözlerim vardı. Tişörtü giydim, tekrar ayağa kalktım. Ağır adımlarla yatağa yattım, çarşafı üzerime örttüm. "Telefonum nerede?" Kısa bir an düşündü, ardından odadan çıktı. Gelmesi uzun sürmezken telefonumu bana verdi. Eşofman ve tişört giymişti. "Teşekkür ederim," diye mırıldandım.

 

"Yanına yatmamdan rahatsız olur musun? Uyumayacağım ama-," lafını böldüm.

 

"Olmam." Yatağa yerleşti, yan bir pozisyona geçerek bana bakmaya başladı. Telefonumu sessize alıp komidine koydum, onu taklit edip yüzüne bakmaya başladım.

 

"Kim olduğunu biliyor musun?"

 

"Tahminlerim var, şimdilik emin değilim." Elimle saçlarımı kenara itekledim.

 

"Uyurken bu kadar hareket etmen normal mi?"

 

"Bilmiyorum," parmağımın ucuyla kaşımın kenarını gösterdim. Küçük bir iz vardı. "Küçükken uykumda düşüp yarmışım. Gözüm çıkmak üzereymiş." Gülümseyerek devam ettim. "O günden sonra beni hiç tek yatırmamışlar. Hatta bir dönem yatağımın her bir yanına yastık koymuşlar." Sessizce beni dinliyordu. "Artık bir önemi yok."

 

"Aslında var," hafifçe gülümsedi o da. "Ömürünün geri kalanında tek gözlü yaşamak mı istersin?" Kaşlarımı çattım, kafamı iki yana salladım.

 

Uzun bir süre sessizce durduk. İkimizde yalnızca birbirimizin yüzüne bakıyorduk. Sertçe yutkundum, gözlerimi kaçırdım.

 

"İyi geceler, Oflaz."

 

"Güzel geceler, Alvina." Gözlerimi kapattım.

 

İzlenme hissiyle gözlerimi araladım. Daha dinç uyanmıştım. Anestezinin etkisinden midir bilinmez derin bir uykuya dalmıştım.

 

Oflaz hâlâ yüzüme bakıyordu. "Günaydın," dedim. Nasıl olmuştu bilmiyordum ama yatağın sağ tarafından sol tarafına geçmiştim. Üstelik saçlarım da toplanmıştı. Gelişigüzel bir toplayıştı ve birçok tutam serbest kalmıştı.

 

Bacağımda hissettiğim bir acı ya da ağrı yoktu. Yerimde doğruldum, tişörtün yakasını düzelttim.

 

"Bacağın nasıl?" O da doğruldu. "Ağrın var mı?"

 

"Yok," minnetle gülümsedim. "Gerçekten teşekkür ederim, Oflaz."

 

"Gerçekten rica ederim, Alvina. Bir önemi yok." Telefonumun çalmasıyla kaşlarım çatıldı. Pera veya Ares olmalıydı.

 

Gördüğüm kişi ise şaşırmama sebep oldu. Helin arıyordu. Bana sinirliydi, kırgındı ve kızgındı. Arayıp atakda bulunması bekleyeceğim son şey olabilirdi.

 

"Efendim?" diye yanıtladım çağrıyı. Kesik bir nesef işittim.

 

"Vina," dedi. Sesi titriyordu. "Bir şey oldu." Yutkundu. "Kötü bir şey."

 

"Ne oldu?" dedim ayağa kalkarak. Oflaz da hızla ayağa kalkmış, yanımda bitmişti. Gereği yoktu.

 

"Lera."

 

"Ne oldu?!" dedim endişe ve sinir her hücreme yayılırken.

 

"Annesini ve babasını kaçırmışlar." Derin bir nefes aldı. "Babası ölmüş."

 

"Annesi," duyacağım şeyden korkuyordum.

 

"Annesi, kayıp. Haber alamıyoruz."

 

"Helin, sen neredesin?"

 

"Vina," dedi.

 

"Neredesin dedim, Helin?"

 

"Ankara." Gözlerim saate kaydı. 13:30 olmuştu.

 

"Lera'nın yanına geçebilir misin?" Dolaba ilerledim. "Geleceğim fakat birkaç saat sürecek."

 

"Kutay orada, gidiyorum ben de." Huzursuzca konuştu. "Meyra kötüymüş, Vina. Tepki vermiyor. Konuşmuyor. Su içmiyor."

 

"Geliyorum, Helen!" Telefonu yüzüne kapattım. Dokaptan aldığım elbiseyi hızlıca üzerime geçirdim. Bandajın biraz aşağısında bitiyordu.

 

"Nereye?" dedi Oflaz çatık kaşlarıyla.

 

"Türkiye'ye." Elime geçen ilk ayakkabıyı da giydim.

 

"Bu hâlde gidemezsin, Alvina."

 

"Uçak ayarlatabilir misin?" dedim reddetmesini önemsemeyerek.

 

"Alvina."

 

"Oflaz," ona yaklaşıp gözlerine baktım. "Uçak ayarlayacak mısın?"

 

"Evet," dedi bıkkınca. Telefonumu elime aldım, hafiften tökezleyerek yürümeye koyuldum. "Gel," dedi Oflaz buna engel olup bedenimi havalandırdığında.

 

Sonrası çok hızlı gelişmişti. Oflaz'ın uçak ayarlatması, binmemiz, korumaların hazırlanması.

 

"Ne oldu?" Yanıma oturdu, ilgiyle bakmaya başladı. "Bu hâlde gitmeni gerektirecek ne oldu, Alvina?"

 

"Oflaz," telefonum çalmaya başladı. Bilinmeyen numaraydı. "Efendim?"

 

"Ladin?" dedi tanıdık erkek sesi.

 

"Onur," dedim dişlerimin arasından.

 

"Ta kendisi!" Keyifliydi. "Sürprizimi beğendin mi?! Bence harika!"

 

"Onur, aklımdan geçeni yaparsan..."

 

"Ne yapabilirsin?" Birkaç bağırma sesi geldi. "Güzel tutun şu kadını! Ölmeden önce hasar alsın istemiyorum!"

 

"Geçmişini siktiğimin Onur'u!" Sesimde tehdit vardı. "Geleceğine de aynısını yapmamı ister misin?"

 

"Ah, Alvina'm. Ne de güzel sinirlendin." Şerefsizdi. "Zavallı Meyra. Küçücük yaşta annesiz kalacak." Acımayarak ekledi. "Senin gibi."

 

"Onur!" diye bağırdım. Yapacağım şeyleri tahmin edebilseydi, çoktan başka bir ülkeye kaçmış; izini silmiş olurdu.

 

"Selamını iletirim." Telefonu yüzüme kapattı.

 

"İsmi, Onur." Oflaz telefonla konuşuyordu. Onur ile ne alakası vardı? "Evet." Gözlerime baktı. "Depoya götürebilirsiniz."

 

Onur'u mu yakalatmıştı?

 

--🪷🫶🏼

 

Bölüm sonuu!

 

Nasılsınız bi'tanemlerr? Hareketli bir bölüm oldu, 5. bölüm daha beter olacak:)

 

Yine en heyecanlı yerinde kesildi:)

 

2 hafta sonra görüşelim:)

 

Öptüm!💋

 

Instagram: LeddyAsteria

 

 

Bölüm : 21.12.2024 18:31 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...