6. Bölüm

6. Bölüm: İZMARİT

Leddy 🥂✨️
leddyasteria

Selaaam!

 

Keyifli okumalar bi'tanelerim!

 

:)))

 

-

 

---🫶🏼🪷

 

 

Evdeki her bir anım gözümde canlanıyordu. Annemle resim yapmamız, babamla kuaförcülük oynamamız... Bana öyle değer veriyorlardı ki, bazen kendilerini 'asla' diyebilecekleri kalıplara sokuyorlardı.

 

Şimdi ise ikisinden de bir iz yoktu.

 

Uzun bir süre sadece etrafı incelemiştim, buraya bayağıdır gelmiyordum. Gözlerim her yerde mekik dokuyordu. O kadar dalmıştım ki, içeri giren korumayı bile yeni fark etmiştim. Elinde hamburgere ait olduğunu anladığım poşetler vardı. Kafamı iki yana salladım düşüncelerden kurtulmak ister gibi.

 

"Alvina," diye seslendi Oflaz. Acelesiz adımlarla yanına gittim. Mutfağın her köşesine baktım. Yeşil renkli ahşap dolaplar, pembe küçük buzdolabı, beyaz tezgah ve mavi perdeler. Hepsini ben istemiştim.

 

"Efendim?"

 

"Telefonun çalıyor," öyle dalmıştım ki, bunu bile fark edememiştim. Telefonumu aldım, arayan kişiye baktım.

 

"Pera," diye mırıldandım çağrıyı yanıtladığımda.

 

"Vina," dedi. Nefes nefese kalmıştı. Ne yapıyordu? "Türkiye'ye geliyoruz biz."

 

"Siz?" Oflaz'ın bakışları benim üzerimdeydi.

 

"Ben, Ares, tüm örgütler." Derin bir nefes aldı. "Matt bir hamlede bulunmamış ama diğer örgüt liderleri sana çok sinirli. Seninle konuşmaktan falan bahsediyorlarmış."

 

"Matt ile konuşmam gerekiyor." Olumlar birkaç mırıltı çıkardı, Oflaz'ın kaşları çatıldı.

 

"Konuş, Vina. Herkesin suçu varsa bile o suçsuzdu. Sana her daim bir değer verdi."

 

"Biliyorum, Pera. Ama elimden bir şey gelmiyor." Matt gerçekten iyi bir insandı. Bana biçtiği değer de güzeldi.

 

"Senin de bir suçun yok ki bebeğim." İç çekti. "Sadece Matt'e mantıklı bir açıklama yapman gerektiğini düşünüyorum."

 

"Konuşacağım." Oflaz hamburgerleri poşetten çıkardı, masaya koydu.

 

"Görüşürüz."

 

"Görüşürüz, Pera. Dikkat et." Telefonu kapatmadan önce bağırdı.

 

"Öptüm!" Çağrıyı sonlandırmasaydım aynı şekilde cevap verirdim.

 

"Matt ile konuşacak mısın?" dedi Oflaz hamburgerden bir yudum alırken. Cevap vermek yerine kafamı salladım.

 

"Doktor ne zaman gelir?" Telefonundan saate baktı.

 

"15 dakikaya burada olacaktır." Hamburgerimden birkaç yudum aldım. Fakat lokmalarımı yutmak zor geliyordu, boğazımı tırmalıyordu sanki. Uzun bir müddettir bu evde yemek yememiştim.

 

"Evime nasıl girdin?" Gözlerime baktı.

 

"Zor olmadı. Yazılım okuyan adamlarım var. İşlerinde iyiler." Evin koruma sistemi zaten alt seviyedeydi.

 

"Yine de bana sorabilirdin." Sorsa söylerdim. Gözlerim istemsizce etrafta dolaştı, her bir anı kalbimde yeşerdi.

 

Yemek yiyordum, büyük bir iştahla. Ispanaktı. Hiç sevmezdim. Ama annem yapmıştı ya işte, yemezsem sevmeyeceğini düşünürdüm.

 

Sonra bir gün gelmişti.

 

Annem yine ıspanak yapmıştı, o çok severdi. Onun sevdiği her şeyi babam da sevdiğinden dolayı sık sık yapardı.

 

Kapı çalmıştı, bu evdeydik.

 

İçeri 5 silahlı adam girmişti, kapıyı kırarak. Hepsi kocamandı.

 

Babam direkt beni saklama isteğiyle arkasına almıştı. 'Bakma,' demişti. 'Bakma, bebeğim. Şimdi gidecekler,' dinlememiştim. Keşke dinleseydim.

 

Annemin gözünden akan yaşları umursamadan babamın önce göğsünde, sonra bacağında yara izi bırakmışlardı. Kurşuna aitti.

 

Bu hâliyle bile direnmeye çalışmıştı, yaralı olmasına rağmen bir de dayak yemişti.

 

Yabancı değildi bunları yaptıran. Yabancı olsa bu kadar koymazdı.

 

Amcamdı.

 

Anneme başından beri takıntılıydı.

 

Babamın yanından bizi almıştı o gün.

 

Annem yine de onu reddetmişti. Hiçbir zaman istememişti amcamı.

 

Fakat o iyi bir adam değildi. Anneme türlü maddeler enjekte ederdi. Uyuşturucuydu.

 

İlk zamanlar çok korkardım, zaman geçtikçe annemin çığlıklarına alışmıştım. Feryat figan içinde bağırıyordu. Beni ve babamı sayıklıyordu. Elimden bir şey gelmiyordu.

 

Annem onun türlü işgencelerine dayanamayıp öldüğünde oklarını bana çevirmişti. 14 yaşındaydım.

 

Bana madde vermezdi. Ama madde vermesini yeğlerdim. Bende bıraktığı hasar daha az olurdu. Kalıcı bir şey değildi.

 

Fakat amcamın bende bıraktığı izler, üzerine kurşun yesem de silinmezdi.

 

Berbattı. İğrençti.

 

Beni defalarca intihara sürüklemişti.

 

Babam da yoktu. Amcamın bizi aldığı günden beri tek bir iz bulamamıştım ondan.

 

Yaşadığını biliyordum. Bu daha can yakıcıydı.

 

Ben kendimden nefret ettiğim için geceler boyunca ağlamıştım. Onun tek bir tesellisine muhtaçtım. Bir kere sarılsa geçer gibi hissediyordum.

 

Sarılmayı bırak, gelmemişti bile.

 

En ihtiyacım olan günlerde beni ruhen de bedenen de yalnız bırakmıştı.

 

Affedemezdim.

 

Hayır, karşıma çıkarsa boyununa sarılıp ağlardım.

 

Gözlerimi yeniden masaya çevirdim, ardından yavaşça Oflaz'a baktım. Düşünceyle bana bakıyordu. Elimdeki hamburgere düştü bakışlarım bu sefer. Yiyemeyecektim. Sadece ağlamak istiyordum. Annemin odasında, onun eşyalarına sarılarak, kokusuyla uyumak.

 

Masadan kalktım, koşar adım üst kattaki lavaboya ilerledim. Kapıyı kilitledim titreten ellerimle.

 

Niye gelmemişti? Niye yoktu?

 

Ben ölmüştüm, nefes alıyordum ama ölüydüm. O ise hayatına mutluca devam mı ediyordu?

 

Ağlayamıyordum.

 

Kendimi sıktığımdan mıdır bilinmez, gözlerim yaşarmakla yetiniyordu.

 

"Alvina," diye seslendi Oflaz kapıya vurarken. "Kapıyı açar mısın?"

 

Gitmesini diledim sadece, yalnız kalmak istiyordum. Evin her bir köşesinde anılarım vardı. Günlerce burada oturup onları incelemek istiyordum. Fakat bu için yeterli zamanım da yoktu.

 

"Alvina," diye seslendi tekrar Oflaz. "Kapıyı açar mısın?" Kibar bir adamdı, bu durumda bile rica kiplerini devreye sokuyordu.

 

"Oflaz," diye mırıldandım pürüzlü bir sesle.

 

"Kapıyı aç, Alvina." Sabrının bittiğini hissediyordum, sesinde hafif bir endişe vardı.

 

Yerden destek alayarak ayağa kalktım, ellerimi lavaboya yaslayarak aynaya baktım. Bir avuç suyu yüzüme çarptım. Gözlerimin dolduğunu hissetmiştim fakat dolmamışlardı bile. Sırf bu yüzden de kendime sinirlenebilirdim.

 

Ağlayamayacak kadar alışmıştım belki de.

 

Kapıyı açtım, bir çift şüpheli göz karşıladı beni. Bedenimi süzdü, halbuki kendime zarar verecek kadar cesur bir kadın değildim.

 

"İyi misin?" boğazımın düğümlendiğini düşündüm bir an. Konuşmak istemiyordum. Kafamı sallamakla yetindim. "Doktor geldi," dedi konuşmayacağımı anladığında.

 

Yukarıdaki odama girdim, yalnızca dolaba odaklanarak ilerledim. Kapıyı kapatma gereği duymamıştım. Raftaki şortlardan birini aldım, hızlıca giydim. Üzerime de kısa bir tişört giydim, evin içi zaten sıcaktı.

 

Arkamı döndüğümde kapının eşiğindeki Oflaz ile göz göze geldim. Odadaki detayları inceliyor, her bir köşeye bakıyordu.

 

Bana bakmadığına o kadar emindim ki... Gereksiz ve saçma bir güven yeşeriyordu içimde. Olmaması gerekiyordu.

 

Yanından geçerken, geniş kolu omzuma sürtünmüştü. Cidden aşırı büyük, kaslı bir adamdı.

 

Merdivenlerden indim, aşağıdaki salona girdim tekrar. İçeride kıvırcık, sarı saçlı bir kadın vardı.

 

"Merhaba," dedi sıcacık bir gülümsemeyle. Karşılık vermek adına gülümsedim fakat bu tebessüm dudaklarımda eğreti durmuştu. "Şuraya otur lütfen," dediğini yaptım, beyaz bez serdiği koltuğa oturdum. Yanında getirdiği tıbbi eşyaları orta sehpanın üzerine koymuştu. "Bakabilir miyim?"

 

"Elbette," zaten kısa olan şortu biraz daha sıvadı, yavaşça bandajı çıkardı. Oflaz yanıma oturdu, kadının hamlelerini izlemeye başladı.

 

"İsmim Dian," küçük bir şırınga çıkardı, parmağını bacağımda gezdirdi. Bir noktada durdu, iğnenin içindeki sıvıyı bacağıma enjekte etti.

 

"Vina," kaşlarını kaldırdı, eline bir makas aldı. Bu sırada gözlerim yine yaradaydı.

 

"İsmin kadar sen de güzelsin," gerçekten tatlı bir kadındı. Otuzlu yaşlarında olduğunu tahmin ediyordum. İltifatına gülümseyerek karşılık verdim, göz kırptı. "Yaraya bakman seni rahatsız etmiyor," dedi düşünceyle. Bir yandan da ipi iğneye geçirdi.

 

"Bir dönem tıbbi anlamda eğitim aldım. Pek yabancı sayılmam." Oflaz'ın bakışları da bacağımdaydı.

 

"Ne güzel," iğneyi bacağıma batırdı, yarayı kapatmaya başladı. "Neden böyle bir eğitim aldın?"

 

"Bazen nedenler değil, gereksinimler oluyor." Her yaralandığımda doktor çağırmazlardı. Bunu ziyan olarak görürlerdi.

 

"Doğru," dediğinde işi bitmek üzereydi. En son gazlı bir bez aldı, bacağıma yapıştırdı. "Yarın pansuman yaparsan iyi olacaktır," eldivenini çıkardı. "Ellerimi yıkayabileceğim bir yer var mı?"

 

"Lavabo," diyerek parmağımla işaret ettim merdivenleri. "Yukarıda, sağdan 1. kapı."

 

Kafasını salladı, ayağa kalkarak merdivenlere yöneldi. Oflaz ile başbaşa kaldığımızda sessizliği bozdum, sözü devraldım.

 

"Teşekkür ederim."

 

"Ne için?" dedi merakla.

 

"Her şey için," derin bir nefes aldım. "Onur, Meyra, başkan, Matt, bacağım... Hepsi için teşekkür ederim, Oflaz."

 

"O hâlde ben de teşekkür ederim." Kaşlarım çatıldı bu kez.

 

"Neden?" Hiçbir şey söylemedi. Üsteleyeceğim sırada Dian yanımıza geldi.

 

"Geçmiş olsun, Vina." O ile beraber kapıya ilerlemeye koyuldum.

 

"Geldiğin için teşekkür ederim, Dian." Oflaz'a bakarak göz kırptı, gülümsedi.

 

"Asıl teşekkürü ona bahşetmelisin." Derin bir iç çekti. "Kendisi yalnızca değer verdiği kişiler için beni çağırır." İmayla bana baktı. "Görüşmek üzere, Vina!" diye şakıyarak evden çıktı.

 

"40 yılda bir gerçekleşen teşekkür tutulması," diye söylendim kendi kendime. "Oflaz," dedim içerideki koltuğa oturduğumda. Karşımdaki berjere de o oturdu.

 

"Alvina?"

 

"Örgüt başkanları gelmiş," diye konuştum alayla. "Matt ile konuşmam gerekiyor," telefondaki saate baktım, gece yarısıydı.

 

"Bu saatte mi?" Sesi düzdü, gözleri de öyle. İfadesizdi.

 

"Evet," dediğimde kaşları çatıldı.

 

"Alvina, saat 03:00." Gitmeme izin vereceğini düşünmesem de şansımı denedim.

 

"Matt gece uyumaz, Oflaz." Yerimde doğruldum. "Ne kadar erken konuşursam o kadar iyi olacaktır." Benimle beraber ayaklandı. "Hayır, lütfen. Tek gideceğim."

 

"Alvina," dediğinde tüylerim ürperdi. Sesi buz gibiydi. "Tek gidemezsin."

 

"Tek gideceğim." Kararımı vermiştim.

 

"Alvina, partnerimin canını tehlikeye atamam." Israr etmese olmaz mıydı?

 

"Arabada bekleyebilirsin," dedim mızmızlanarak. "Fakat arabadan indiğin an her şeyi Matt'e anlatırım, Oflaz." Sinsice gülümsedim. "Beni duydun, öyle değil mi?"

 

"Alvina, sana zarar verebilir." Kafamı iki yana salladım.

 

"Vermez." Geri geri adımladım. "Matt'i tanıyorum, Oflaz."

 

Hiçbir şey söylemedi, sessiz bir kabullenişti muhtemelen. Telefonumu yanıma aldım, kıyafetlerimi değiştirmek için yukarı çıktım. Aynı şekilde direkt gardolaba ilerlemiştim.

 

"Umarım açarsın," diye kendi kendime konuşarak Matt'i aradım. Birkaç saniyenin ardından yanıtladı çağrıyı. "Matt."

 

"Vina?" dediğinde sesi şaşkındı. "Bir şey mi oldu?" Eskiden arasam, hangi mekanda dağıttığımı sorardı. Çok şey değişmişti, değişmeye devam ediyordu.

 

"Neredesin?"

 

"Konum atıyorum." Telefonu kapattım, çok geçmeden konum geldi. Fazla uzak sayılmazdı.

 

Dolaptan mini bir etek ve deri ceket çıkardım, ceketin kolları balon koldu, kısaydı; etek fırfırlıydı. Askılı bir badiyi de içine giydiğimde ayakkabılarımın olduğu dolabı açtım. Saate, havaya ve gideceğim mekana uymuyordu kıyafetlerim. Fakat kimin umurundaydı? İnce topuklu, lüks bir markaya ait olan ayakkabılarımı da giydim. Önden şeritleri vardı.

 

Ayakkabıların zeminde çıkardığı ses salonun halısına basmamla son buldu, Oflaz'ın bakışlarıyla karşılaştım.

 

"Sadece bir görüşmeye gitmiyor muydun?" Parmağımı kaldırdım, itiraz ederek iki yana salladım.

 

"Ah, bayım. Ne zaman ne olacağı ne yazık ki meçhul... Her an her şey olabilir, ona göre giyinmem gerekiyor." Dublaj yapılmış dizilerdeki kadınlar gibi konuşuyordum.

 

"Havaya göre de giyinmen gerekir." Düşünceyle mırıldandı. "Ayrıca bir çatışma çıksa, ayağındakiler ile nasıl koşacaksın?"

 

"Ohooo," dedim o harfini uzatarak. "Ben bu ayakkabılarla neler yapıyorum bir bilsen!" Sırf bu sebepten bile Şam şeytanı olarak isimlendirilebilirdim.

 

"Öğrenmek için can atıyorum, madam." Ayağa kalktı, kapıya yöneldi.

 

"Öğreneceğiniz günü iple çekiyorum, bayım," dediğimde sırıtıyordum.

 

"Etrafa bakmıyorsun," dedi Oflaz dışarı çıktığımızda. Arabaya bindik, yolcu koltuğuna oturup kemerimi takdım.

 

"Bakarsam," derin bir nefes aldım. "Bakmamalıyım, Oflaz." Kaşları çatıldı, derin bir iç çektim. "Başkandan bir hareket yok mu? Ayrıca takip edildiğimize eminim!"

 

"Şu anlık bir gelişme yok. Sular durgun." Arabayı çalıştırdı, ormandan çıkana kadar bana yolu sormayacağını biliyordum. "Takip edilme gibi bir durum da yok. Her yerde benim safımdan adamlar var. Bunu engelleyebiliyorlar." Bana döndü. "Şimdilik."

 

"Şimdilik," dedim onaylama isteğiyle. "Rahat durmayacaklardır." Kafasını sallayarak onayladı.

 

Takip edildiğimizi ya bilmiyordu, ya da zararları olmayacağına kanaat getirmişti. Babamın adamları da aynı şekilde her yerdeydi, etrafımdaydı.

 

"Oflaz," dediğimde bana döndü. En iyisi ona sormak olurdu.

 

"Sor." Direksiyonu bıraktı, cebinden çıkardığı izmariti yaktı.

 

"Ben de alabilir miyim?" Soracağımı sonra da dile getirebilirdim.

 

"Torpidoda çikolata var. Onu ye." Ne? "Bakma öyle," dedi ciddi ciddi. "O bir kere olur." Hamlede bulunmadığımda torpidoyu açtı, avcuma birkaç çikolata bıraktı. "Nereden gidiyoruz?" diye sordu.

 

"İleriden sola," dediğimde sesim şaşkın ve donuktu. Bir çikolatalara, bir Oflaz'a bakıyordum.

 

"Ne soracaktın?"

 

Camı açmak için elini tuşa koydu, sonra bakışları bacağıma döndü. Üşümemem için camı açmaktan vazgeçti. Bu 2 olmuştu!

 

"Açabilirsin," kafasını bana döndürdü. "Camı, diyorum. Üşümem."

 

"Açmayacağım," dediğinde arabadaki izmarit yerine sigarasını bastırdı. Daha içmeden söndürmüştü. Sanırım benim içindi.

 

"Sigaranı neden içmedin?" dedim üsteleyerek.

 

"Canın çekiyor," usulca bana baktı.

 

"Sen yanımda değilken içerim ki." Küçük bir çocuk gibi inat ediyordum... Niyeydi?

 

"İçme." Sesi netti. O hâlde o da içmesindi.

 

"İçeceğim." Kaşları çatıldı, gözlerini üstümde gezdirdi.

 

"Sen üşümüyor musun böyle?" Eteğim kısacıktı.

 

"Üşümüyorum sanırım." Bazen bundan bile emin olamıyordum. "İleriden sağa döneceğiz." Kafasını salladı hafifçe.

 

"Sanırım?" Direksiyonu tutan parmaklarına, damarlı ellerine baktım. Kusuru olduğunu sanmıyordum. En azından dış görünüş olarak. Ciddi anlamda büyük bir güzelliğe sahipti. "Alvina."

 

"Hı," dedim bakışlarımı yola çevirirken.

 

"Matt'in bir şey yapmayacağına emin misin?" Rahatça nefesimi verdim.

 

"Matt, herkese zarar verse de bana zarar vermez." İstese de yapamazdı. Hiçbir şey söylemedi. Geri kalan yolda bir tek ben -yolu tarif etmek için- konuşmuştum.

 

"Burası." Tek katlı villaların olduğu bir lokasyondu. Arabadan Matt'e baktım, bahçede bekliyordu. "İşim bittiğinde dönerim." Yüzüme baktı, yine bir şey söylemedi. Bizi izleyeceğine öyle emindim ki...

 

Arabadan indim, yavaş adımlarla yanına ulaştım. Hava gerçekten buz gibiydi.

 

"Göt dondurucu bir soğukluk," dedi karşısında durduğumda burukça gülümseyerek. "Öyle derdin." Yüzümde bir duygu yoktu onun aksine. "Vina, direkt konuya girelim."

 

"Matt, her şeyden önce şunu söyleyeyim. Ne olursa olsun sen suçlu değilsin, benim nezdimde hiç olmadın."

 

"Biliyorum," sesi kırıktı. "Mutlu musun şimdi?"

 

"Mutluyum." Yutkundu seslice. Gözlerimi yüzünde gezdirdim. "Mutlu olacağım, Matt. Bu için çabalayacağım. Sen de dene."

 

"Vina, mutlu olmak gibi bir isteğim hiç olmadı."

 

"Biliyorum," dedim. "Yeni sözcü buldun mu?"

 

"Evet," dedi. Bu durumdan memnun değildi. "Buldum. Senin kadar iyi olmasa da idare ediyor," dedi şakaya vurarak.

 

"Elbette, bir ben edemez." Gülümseyip göz kırptım. "Aslında," boğazımı temizledim. "Ben özür dilemeye ve teşekkür etmeye geldim." Kaşlarını kaldırdı. "Her şey için teşekkür ederim, Matt."

 

"Vina-," lafını böldüm.

 

"Hiçbir an beni sorgulamadın. Sessizliğime de sesime de ortak oldun. Toparlanmaya çalışırken de hep yanımdaydın," elimi koluna koydum, dostane bir tavırla sıvazladım. "Gerçekten mutlu olmayı hak ediyorsun." Derin bir nefes aldım. "Ve, özür dilerim. Olaylar farklı gelişseydi sonuna kadar senin davanda yol alabilirdim, biliyorsun." Gülümsedi burukça. "Ama, Matt. Bazen ne olacağı kestirilemiyor." Ben de gülümsedim. "İyi ki vardın." Bir adım daha attı, sıkıca bana sarıldı.

 

"İyi ki vardın, Vina. Bir dönem bana sorsan hep olmanı dilerdim. Fakat böyle mutlusun. Gözlerinin içi gülüyor." Belimi okşadı parmakları. "Bazı konularda yetersiz olduğum da oldu. Gerek senin yanında olamadım, gerek saçmaladım. Ama hep oradaydın, biliyordum." Yutkundu yavaşça. "Artık yoksun ancak bu pek bir şey ifade etmiyor. Hatta şu an yanıma gelmen, bana güvenmen bile benim için çok önemli."

 

"Sana hep güvendim, Matt. Koşulsuz şartsız." Geri çekildim. "Kendine iyi bak. Konuşacak başka bir şeyimiz yok zaten." Kafasını salladı.

 

"Konuşmaktan sesimizin kısıldığı günler olmuştu," cidden üzgündü. "Şimdi ise konuşacak bir şeyimiz yok. Her neyse," eliyle saçımı düzeltti. "Her zaman, ihtiyacın olduğunda, canın istediğinde, başın belaya girdiğinde... Hep burada olacağım, Vina. Dost olmak bunu gerektirir." Onayladım gözlerimi kapatarak.

 

"Bir telefon uzağındayım, Matt. Ancak bunu diğer liderler bilmese iyi olur." Saçmalarlardı. "Sanırım rol yapabiliriz."

 

"Tak maskeni, Vina. Yollarımız ayrılsa da yine aynı görevdeyiz." Geri geri yürümeye başladım. "Kendine iyi bak." Gülümsedim, arkamı dönüp arabaya ilerledim. Oflaz hakkında bir şey sormamıştı, işime se gelmişti.

 

İçimden büyük bir yük kalkmıştı. Elbette halledilmeyecek hususlar vardı aramızda. Fakat o bunları büyütmüyordu. Ben de ayak uyduruyordum.

 

Arabanın kapısını açtım, yolcu koltuğuna yerleştim. Oflaz'ın bakışları bana döndü fakat hiçbir şey söylemedi.

 

"Şarap alabilir miyiz?" Bana doğru döndü.

 

"Alabiliriz." Gözlerimi yola çevirdim, ona bakmam için çenemi tuttu; kendisine doğru döndürdü. "Ne oldu?" Kaşları çatıldı.

 

"Sen iyi misin?" Kafamı salladım.

 

"İyiyim," eve geri dönmek istemiyordum sadece. Benim için zor bir gece olacaktı.

 

"Alvina, anlatabilirsin." Arabayı çalıştırdı, geldiğimiz yolu geri dönmeye başladık.

 

"Anlatırım, Oflaz." Konuşmanın zararı ne olabilirdi? Başkasından öğreneceği şeyleri benden öğrenmesi daha doğruydu. Zira dışarıdan görenler olayları kendi nezdinde yorumlayıp biçiyordu.

 

Yüzünde anlamadığım bir ifade belirdi. Sevinç değildi, hüzün değildi, gurur hiç değildi. Anlayabilmek adına yüzünü inceledim, kaşları çatıldı.

 

"Dikkatimi dağıtıyorsun."

 

"Ne?" dedim. Ne alakaydı?

 

"Öyle bakma."

 

"Normal bakıyorum." Gözlerimi vücudunun her yerinde gezdirdim oyalanarak.

 

"Alvina," dedi uyarır bir tonla. "Biraz daha öyle bakarsan..." Devamı yok muydu?

 

"Ee," cümlesini tamamlamasını istiyordum.

 

"Hiç," yola döndü. "Hiçbir şey olmaz." Pişkin pişkin bakmaya devam ettim. Canım sıkılıyordu ve yalnızca onunla uğraşabilirdim. "Ama bakma yine de." Omuzlarımı kaldırıp indirdim. "Alvina."

 

"Bakmıyorum!" kollarımı önümde bağladım, başımı cama yaslayıp dışarı baktım.

 

Çok geçmeden evin önünde durduk. Eve adımlarken bir korumayı çağırdı yanına.

 

"Sıraç," diye seslendi. Yanımıza, Oflaz kadar uzun sayılabilecek bir adam geldi. Kaşlarım çatılı çatılı ona baktım. "2 şişe şarap," kafasını salladı adam. Ben hipnoz olmuş gibi ona bakıyordum. Sanki farklı bir şey vardı onda. Gözlerimiz aynı renkti, saçlarımız benzer tondaydı. Kafamı iki yana salladım saçmaladığımı düşünerek.

 

"4 şişe olsun, Sıraç."

 

"Nasıl isterseniz," yanımızdan ayrıldı, siyah bir arabaya bindi.

 

Eve girdik, kendimi direkt koltuğa attım. Bacaklarımı orta sehpaya uzatıp şakaklarıma masaj yaptım parmaklarımla. Başım ağrıyacaktı. En büyük sebeplerinden birisi de regl dönemimin yaklaşmasıydı. Önce başım, sırtım sonrasında da karnım ağrıyordu.

 

"Ağrı kesici ister misin?" Kafamı iki yana salladım gözlerimi açmadan. "Bugün pansuman yapacaktık," tekrar kafamı salladım. Uykum gelmişti. Yarın yapsak da olurdu.

 

Oflaz'ın ayaklandığını işittim, birkaç dakika sonra geri döndü.

 

"Alvina." Yüzümü buruşturarak yerimde doğruldum. Bildiğini okuyacaktı.

 

"Yarın yapsak ölmem ya?" Boş boş yüzüme baktı, gazlı beze bir miktar batikon sürdü. Bandajı yavaşça açtı, pansuman yapmaya başladı. O kadar dikkat ediyordu ve o kadar narin davranıyordu ki, canımın acığını söylesem çarpılabilirdim.

 

Yüzünü izledim kısık gözlerle. Bacağımdaki yaraya tüm dikkatini vermişti. Yüzüne yakışan burnu, dokunma isteği yaratan saçları ve kusursuz teni. İç çektim usulca. Gerçekten yakışıklı, güzel bir adamdı.

 

Dikkatimi çeken bir diğer detay ise boyu oldu. Dizlerinin üzerine çökmesine rağmen benimle arasında fazla fark yoktu. Evet, 1.76 boyum ile kısa sayılmazdım ancak o 1.99 boyu ile uzun sayılırdı.

 

"Canını acıtmadım değil mi?" Kaşlarımı kaldırdım, bacağıma yeni bandaj yapıştırdı.

 

"Teşekkür ederim, Oflaz." Gözlerime baktı, hiçbir şey söylemedi. Aldığı malzemeleri tekrar banyoya götürdü.

 

"Abi," diye bir ses işittim. Gözlerimi araladım tekrar. Şarapları getirmişti Sıraç. Oflaz lavabodaydı, bu yüzden ayağa kalktım; şarapların olduğu poşeti aldım.

 

"Teşekkür ederim." Yüzüme bakmıyordu. "İyi geceler." Kapıyı kapatmadan önce bir şey söylemesini bekledim ve kısık bir sesle mırıldandı.

 

"İyi geceler," derin bir nefes aldı. "Yenge." Muhtemelen Oflaz tarafından tembihlenmişlerdi. Hiçbirisi yüzüme bakmıyordu.

 

"Oflaz," diye seslenerek içeri girdim. Üzerindeki takım elbiseleri çıkartmış, düz bir tişört ve eşofman giymişti. Bu hâli bile çekici, yakışıklıydı... Kıyafetlerini nerede değiştirdiğini sorgulamadım bile. Bazen küçük detayları düşünmemek gerekiyordu.

 

"Alvina?"

 

"Balkona çıkacağım, gelecek misin?" Konuşmak istediğini, anlatmamı söylemişti.

 

"Geleceğim." Şarap şişelerini eline tutuşturdum, merdivenleri çıktım. Etek ile tüm gece balkonda durmak istemiyordum. Rahat bir eşofman ile rastgele bir tişört giydim. Üst katın balkonuna çıktım. Teras demek daha da doğru olurdu. Oflaz çoktan çıkmıştı.

 

Elindeki şişelerden bir tanesini aldım, açıp dudaklarıma yasladım. Büyük bir yudum ağzımda şölen etkisi yaratırken gözlerimi kapattım.

 

"Alvina." Yavaşça ona doğru döndüm. Sandalyelere oturmuştuk. Biraz kirlendiği doğruydu fakat berbat da değildi.

 

"Efendim?" Israrla gözlerime baktı. Anlatmamı bekliyordu. Bir yudum daha şarap içtim. "Merak ettiklerini sor, ben cevaplayacağım."

 

"Doğru cevapları alabilecek miyim?"

 

"Belki cevap alamayabilirsin ancak söyleyeceklerim doğru olacak." Gözlerimi yüzünde gezdirdim.

 

"Başkan ile aranda ne var?" En merak ettiği şey bu muydu? Gerçi, bütün olaylar birbirine kilitliydi ve anahtar başkandı; her olay onunla bağlantılıydı.

 

"Başkan; amcam. Bunu zaten biliyorsun." Sesim sakindi. Kalbim için aynısı söylenemezdi. "Ona karşı kin gütmeye küçükken başlamıştım. Ailemi dağıttı, annemi benden aldı."

 

"Anneni nasıl aldı?" Burukça gülümsedim.

 

"Uyuşturucuya bağımlı yaparak. Babam her halükarda annemi kabul ederdi, yanında dururdu fakat bu konuda ikisi de suçlu değil. Ki sonralardan öldürdü zaten annemi." Burukça gülümsedim, büyük bir yudum aldım. "Babam dayanamadı. Ya da bilmiyorum, zaten gitme niyeti vardı."

 

"Nereye?" Sesi düzdü, gözleri ise merak parıltıları ile doluydu.

 

"Bilmiyorum," dedim kaşlarımı kaldırarak. "Tek bildiğim şey, hâlâ yaşıyor olması." Derin bir nefes aldım. "Başkanın yaptığı farklı şeyler de var elbette." Kaşları çatıldı.

 

"Ne gibi?"

 

"Yalan söylememi mi istersin, susmamı mı?" diye sordum yarım ağız gülümseyerek. Hiçbir şey söylemedi.

 

"İntikam," dediğinde dikkatimi ona verdim. "İntikam aldın mı?"

 

"Alıyorum," dedim sakince. "Geçmişte yaptıklarını ödeyemez fakat-," cümlemi böldü.

 

"Mazi." Unutmamıştı. "Mazi, demek istiyordun."

 

"Mazi," diye tekrarladım. "Evet, başka soru."

 

"Babanın nerede olduğunu neden bilmiyorsun?"

 

"Siktiğimin gururuna yediremiyor," dedim sinirle. "Utanıyormuş benden." Alayla güldüm. "Utanıyor fakat 4 bir yanım onun adamları ile çevrili. O, istediği her an benden haber alabiliyor; ben sadece nefes aldığını biliyorum."

 

"İsmi ne babanın?" Kafamı iki yana salladım. Muhtemelen bulmak için soruyordu ama gereği yoktu.

 

"Artık gerek duymuyorum varlığına." Yutkundum. "En zor anımda yanımda olmadıysa şimdi olmasının da bir anlamı yok, Oflaz. Ben o gece-," gözlerimi gökyüzüne çevirdim. Koyu bir lacivertti. "Her neyse."

 

"O gece," devam etmemi istiyordu. "O gece ne oldu, Alvina?"

 

"Yalan söylemiyorum," dedim sesimde yer alan keyifle. Göz kırptım, hafifçe gülümsedim. "Sıra sende."

 

"Bana sıranın gelmesi için," kafasını iki yana salladı. Cümle bu kadar mıydı? Anlatmak istemeyebilirdi elbette.

 

"Anlatmak istersen dinleyebilirim." Bir yudum daha içtim, şişe bitmişti. "Diğer şişeyi uzatabilir misin?"

 

"Çarpmasın?" dedi bir sigara yakarken.

 

"Karar verdim de, çarpabilir evet. Sen en iyisi sigaranı benimle paylaş!" Kafasını iki yana salladı.

 

"Hayır. Başka bir şey iste." Yüzümü buruşturdum.

 

"Sigara istiyorum sadece." Omuzlarımı silktim. Ayağa kalktım, umursamaz adımlarla içeri girmeye başladım. Kendi sigaramı kendim alırdım.

 

"Alvina." Ona döndüğümde iki parmağını şıklattı, kaşlarıyla sigara paketini gösterdi. "2 oldu. Ve ben sigaramı paylaşmayı sevmem." Onu asla kâle almadan 3 dal izmarit aldım. Kaşlarını çatarak bana baktı.

 

"Cimri adam!" diye söylendim fakat ciddi değildim. "Komaya girene kadar şarap içeceğim! Ölene kadar sigara soluyacağım!"

 

"Alvina." Sandalyeye oturdum, avucunun içinde tuttuğu zippo çakmağını aldım parmak uçlarımla. Elim avuç içine temas etti, kısa bir an göz göze geldik. Kafasını iki yana sallayıp diğer şişeyi ayağımın yanına bıraktı.

 

"Yarın örgüt liderlerinin yanına gidecek miyiz?" Sigarasından derin bir nefes çekti.

 

"Gideceğim." Kaşlarımı kaldırdım.

 

"Gideceğim derken?" Beni taklit etti, kaşlarını kaldırdı.

 

"Sen gelmiyorsun."

 

Onun yanında durabilirdim, dediği çoğu şeyi yapabilirdim ama istediğimden vazgeçmezdim. Ki bu beni de ilgilendiren bir konuydu, ben de gitmeliydim.

 

"Geliyorum." Yüzümü incelemeye başladı.

 

"Gelmiyorsun." Yüzümü buruşturdum. "Geçen sefer ne olduğunu hatırlıyor olmalısın. Canını tehlikeye atmamam gerekiyor. Bu şansa bırakılabilecek bir şey değil, Alvina."

 

"Oflaz, bunca zaman bana hiçbir şey yapmadılar. Şimdi de yapamazlar." İddiayla gülümsedim. "Ama sen benim gelmememde ısrarcıysan," şaraptan bir yudum aldım. "İstediğin kadar ısrarcı ol, Oflaz. O toplantıya geleceğim."

 

"Alvina." Elimle uçuşan saçlarımı düzeltmeye çalışırken konuştum.

 

"Sen götürmezsen, Matt ile giderim." Omuz silktim. "Hoş, kendim de gidebilirim. Ama böyle başına daha çok iş açmış olurum." Göz kırptım. "Ve inan, öyle güzel saçmalarım ki... Uzun bir müddet başkan seni ciddiye almaz."

 

Sinirlendiğimde, istediğim olmadığında, kırıldığımda yapabileceğim şeylerin maalesef ki bir sınırı yoktu. Gerek çevremdekilere, gerek kendime zarar veriyordum. Bu sebeple de inadım depreşiyordu.

 

"Gel, Alvina. Benimle gel." Gülümsedim sevimli sevimli. Gözleri yavaşça dudaklarıma kaydı, ardından gökyüzüne.

 

"Bir prenses uykusunu almadan hiçbir şey yapamaz," dedim saçma bir gurur ve alayla.

 

"O prenses uyurken 5 kişiyi dövme kabiliyetine sahip..." Kafamı sallayıp gülümsedim. Uyurken bile hareketli oluyordum.

 

"Uyanıkken yapabildiklerini bir görsen," derin bir iç çektim, kahverengi saçlarımı geriye savurdum. "İyi geceler."

 

"İyi geceler." İçeri geçtiğimde misafir odasının kapısını açtım. Orada yatabilirdi. Kendi odama girdiğimde kıyafetlerimi çıkardım, havlumu alıp odamdaki banyoya girdim. Buraya benden sonra Helen gelmiş olmalıydı. Aksi taktirde şampuanın ve duş jelinin bir anlamı olmazdı.

 

Uzun süre suyun altında bekledim. Akan köpüklü suya bakarken düşünmemeye çalışıyordum. Uzun, kahverengi saçlarımı son kez duruladım ve havlumu vücuduma sarıp çıktım banyodan.

 

Yarın örgüt liderlerinin yanına gitmeden Pera ile görüşmeyi istiyordum. Bunun bir sebebi yoktu, bazen onunla hiçbir şey olmasa da konuşma ihtiyacı duyuyordum.

 

Üzerime dolaptan rastgele bir gecelik takımı geçirdim. Saçlarımın nemini alması amacıyla havluya sardım, usulca yatağın üzerine oturdum.

 

Geçmiş benimleydi. Anıları, bıraktıkları, getirdikleri.

 

Anneme nasıl sürpriz yapacağımı düşünüyordum. Bu odadaydım. Babam geliyordu yanıma. Beraber karar veriyorduk. Karanfil. Anneme almayı istediğim çiçekti. Babam annemi öylesine severdi ki, her geldiğinde çiçekler getirirdi. Bu yüzden 6 yaşındaki Alvina, çoğu çiçeğin ismini biliyordu.

 

Gözlerimi etrafta gezdirdim. Büyük bir yatak; üzerinde pembe kalpler. Yataktan düşme ihtimalimden ölesiye korkarlardı. Özellikle babam. Uykusundan defalarca uyanır, beni kontrol ederdi. Yanlarında yatmamı teklif ederlerdi fakat asla kabul etmezdim. Keşke. Keşke etseydim.

 

Babam yataktan düşmemden çok korkardı fakat uçurumdan yere çakıldığımda gelip sarılmamıştı bile. Ona kırgındım, kızgındım. Ve günün birinde karşıma çıkarsa asla affetmezdim. Belki sarılırdım, ağlardım. Ancak içimdeki yarım kalan his tamamlanamazdı.

 

Gözümden akan yaşı elimin tersiyle sildim, çevreme bakmaya devam ettim. Her yerde küçüklük fotoğraflarım vardı. Bu evde çok kalmamıştık ama yine de her bir köşesinde anı bırakmışlardı. Ayağa kalktım, komidinin üzerindeki çerçeveyi elime aldım. Üçümüz de oradaydık. Yine saçlarım uzundu, anneminkiler gibi. Hepimiz gülümsüyorduk.

 

Bu ev bana iyi gelmiyordu. Doğrusu onlarla geçtiğim, yaşadığım hiçbir yer bana iyi gelmiyordu. Bazı insanlar bunu iyi bir şey olarak düşünebilirdi, çünkü onlara göre özlem giderirlerdi. Fakat benim gibi birisinin hayatında özleme değil, kine yer vardı. Aksi taktirde yaşam olmazdı.

 

Telefonumun çalmaya başlamasıyla tekrar yatağa oturdum. Kutay arıyordu. Telefonu açmadan hemen önce derin bir nefes aldım.

 

"Vina," dedi sakince. Uzun bir süredir beni aramıyordu. "Nasılsın?"

 

"Bilmiyorum, Kutay," dedim o gibi yalın bir sesle. "Sen nasılsın?"

 

"Bilmiyorum." Öksürdü. Grip mi olmuştu? "Sen söylemeden söyleyeceğim; grip oldum. Ve evet, Helen bulaştırdı." Sarhoş gibiydi. "Sen yanımızda olsaydın," derin bir nefes aldı. "Sen de hastalanırdın ama yine de bizimle ilgilenirdin. Her neyse Vina. Neredesin?" Doğruydu. Genelde ikisi hasta olur, bana da bulaştırırlardı. Sonra ben üçümüze de bakardım.

 

"Muğla." Sessizlik oldu. "Evdeyim..."

 

"Tek misin?" Sesine işleyen korku, kendime bir şey yapma ihtimalimden kaynaklanıyordu. "Vina! Orada ne işin var?"

 

"Tek değilim."

 

"Kim var yanında?" Endişeliydi.

 

"Oflaz," diye mırıldandım. "Onunla gelmek zorunda kaldık."

 

"Sen iyi değilsin," yutkundu.

 

"Bal gibi de iyiyim!" Güldüm, sesi ona da ulaşsın diye. "Şimdi uykum geldi."

 

"İyi geceler, güzelim."

 

"İyi geceler," kapattım telefonu.

 

Yorganın altına girdim, cenin pozisyonunda uzandım. Hayatımda sekteye uğrayan çok şey vardı.

 

Başkandan hâlâ intikam alıyordum. Ülkenin eski sisteminin geri getirilmesi için çabalıyordum. Örgütlerle alakalı pek çok tartışmanın içerisindeydim... Yaşamım ne zaman düzene girecekti?

 

Bundan 6 yıl önce, her şeyin yaşandığı ve benim tamamen tükendiğim gecede Pera ile tanışmıştım. O olmasa büyük ihtimal ile 3. defa intihar etme girişiminde bulunacaktım.

 

Amcamı yakaladığım, bir yere hapsettiğim o gün kan kaybından ölmemek adına eczaneye gitmiştim. Pera da o eczanedeydi. Karnımda büyük bir kesik vardı, kanamayı görmemesi imkansızdı.

 

06.06.2018

 

"Hanımefendi!" kızıl saçları, kahverengi gözleri vardı. "Karnınız kanıyor!"

 

"Önemli bir şey değil," arabama ilerlemeye başlamıştım. Beni takip ediyordu ve ben bu duruma bile sinirlenmiştim. Fakat şimdi ise her daim iyi ki diyordum.

 

"Doktor bir arkadaşım var, yardımcı olmamıza izin verir misin?" Aslında başka bir seçeneğim de yoktu. Gideceğim bir yer, çalacağım bir kapı... Hiç kimsem yoktu, yapayalnızdım. Kutay vardı fakat onun evini, telefon numarasını bile bilmiyordum. Helen'i ise o zamanlar tanımıyordum.

 

Çok kan kaybetmiştim, daha fazla da dayanamamıştım. Dizlerimin üzerine yığılmıştım. Bundan sonrasını tam hatırlamıyordum. Uyanmıştım, karnıma büyük bir bandaj vardı. Etrafımda ise boş bakışlarıyla Ares ve Pera.

 

Pera tanımadığı herkese soğuk davranan birisiydi. Ares ise onun her huyunu almıştı.

 

"Ne olduğunu anlatacak mısın?" demişti Ares.

 

"Bana inanacak mısın?" diye sormuştum.

 

"Ben inanacağım, söz." Yavaşça elimi tutmuştu Pera. "Anlat, lütfen." O gün, her şeyi Pera'ya anlatmıştım. İkisi de sessizce dinlemişlerdi.

 

Ve Pera bana inanmıştı. O gün verdiği sözü tutumuştu. Üstelik verdiği diğer sözleri de tutmuştu, yalan söyleme kabiliyetine sahip değildi; sevdiklerine karşı.

 

Onlar ile yaşamaya başlamıştım. Bir sürü işi beraber halletmiştik. Birbirimize karşılıklı yardımlarımız dokunmuştu.

 

Hepimizin hayallerini gerçekleştirmiştik mesela. En azından elimizden geldiğince.

 

Onlar olmasaydı toparlanamazdım ve bunu tüm kalbimle biliyordum.

 

Telefonumun çalma melodisiyle gözlerimi araladım, arayan kişiye baktım. Pera'ydı.

 

"Vina!" Sesi coşkuluydu.

 

"Pera," dedim onun aksine sakince.

 

"Bugün başkanı görmeye gidecektik?" Ben bunu nasıl unutmuştum?

 

"Gidelim," yataktan doğruldum. "Türkiyedesin değil mi?"

 

"Evvveet, bebek!" Ellerini birbirine vurdu, sesini işittim. "Gidelim ve amcanı biraz daha altına işetelim! Belasını siktiğimin adamı!" En az benim kadar nefret ediyordu o adamdan.

 

"Geçen gün yine yalvarmış korumalara." Keyifle güldüm. "Daha çekeceği var, haberi yok."

 

Ben, Alvina Ladin.

 

Bana tecazüz eden adamı, başkanı yani amcamı öldü süsü vererek kaçırmıştım.

 

6 yıldır bana yaptıklarını mislince ödetmiştim ancak içimdeki intikam isteği bir nebze olsun duraksamamıştı.

 

Onu öyle bir yere saklamıştım ki, ülkenin ajanları dahi bulamamıştı.

 

6 yıldır, her gün farklı işgenceler tattırıyordum ona.

 

Günden güne bitiyordu.

 

Ve en hoşuma giden ise, benden korkmasıydı.

 

Roller değişmişti.

 

Yapabileceği tek şey bağırıp medet ummaktı.

 

Fakat benim yıllar önce yaptığım gibi, nafileydi.

 

---🫶🏼🪷

 

İtiraf edin, bu sonu beklemiyordunuz:)

 

Aslınsa Alvina'da daha bir çok gizem var, ilerleyen bölümlerde çözümleyip öğreneceğiniz.

 

Neyse Vinacığım, go girl! 👑

 

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere:)

 

Kendinize güzel bakın, bunu hakediyorsunuz:)

 

Öptüm! 💋

 

Instagram: @LeddyAsteria

 

🪷

 

 

Bölüm : 21.12.2024 18:55 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...