
Merhabaaa!
Nasılsınız en bi' güzellerim:)
Keyifli okumalar!
---🫶🏼🪷
Hayat, farkına varmasak da her zaman bize 2 seçenek sunardı. Seçeceğimiz şeylerin sonucunu göremezdik, tahmin edemezdik.
Hayat bana da 2 seçenek sunmuştu.
Amcamı öldürmek ya da süründürmek.
2. seçenecek gözüme daha caiz gelmişti.
Amcamı süründürmeyi seçmiştim; üstelik bu sefer tercihimin sonucunu da biliyordum.
Rastgele bir eşofman takımı giyip saçlarımı taradım, sıkı bir at kuyruğu yaptım. Giysi dolabının alt rafındaki spor ayakkabılardan birisini de giydim ve Oflaz'ın uyuma ihtimaline karşın sessiz adımlarla aşağı indim.
Karnımın acıktığını hissediyordum. Telefonumu hırkamın cebine koyup mutfağa ilerledim. Işığı açma gereksinimi duymadan buzdolabının içine baktım. Doğru düzgün hiçbir şey yoktu. Giderken bir markete uğramalıydım.
Arkamı döndüm, karanlıkta yönümü bulmaya çalıştım. Sorunsuz bir şekilde yürürken duvara çarpmamla yüzümü buruşturdun. Telefonumu elime aldım, hızlıca ışığını açtım. Gözlerimin kocaman olduğuna emindim.
Duvara değil, Oflaz'a çarpmıştım... Fakat göğsü o kadar sertti ki, duvarı aratmıyordu.
"Yuh be adam! Kafam yarıldı!" Mutfağın ışığını açtım, bir bardak su içtim. "Ne işin var gece gece!" Bardağı tezgaha bıraktım, karşısında durdum. Kaşları çatılmıştı.
"Salondaydım," dediğinde gözleri bedenimi süzüyordu. "Bir yere mi gidiyorsun?"
"Evet." Birkaç adım geri çıktım. "Sabah görüşürüz."
"Korumalar seninle gelebilir." Kafamı iki yana salladım.
"Gerek yok."
"Alvina, benim bırakmamı ister misin?" Yeşil gözlerinden uykulu olduğu anlaşılıyordu. İkimizin de gözleri aynı renkti, ancak ayrı tonlardı.
"Oflaz, tek olmayacağım," dedim bir nebze olsun rahatlaması için. Peşime adam takmasının lüzmu yoktu. Onun gelmesine de ihtiyaç duymayacaktım.
"Bir şey olursa ararsın." Göz kırptı, arkasını dönüp merdivenlere yöneldi. Onu evde tek bırakmak, daha doğrusu manevi değeri yüksek olan bir evde bırakmak belki de doğru bir karar değildi. Fakat içimden bir ses ona güvenmemi söylüyordu. Bana zararı dokunmaz gibi hissediyordum ve hislerim beni çoğu zaman yanıltmazdı.
Evden çıktım, arka bahçedeki garaja ilerledim. Hafiften yağnur çiseliyordu ve hava buz gibiydi.
"Yenge," diyerek koşar adım yanıma geldi bir koruma.
"He canım," dedim alayla. Sanırım 'yenge' lakabına alışamayacaktım.
"Size yardım edebileceğim bir konu var mı?" Kaşlarımı kaldırdım.
"İsmin ne senin yengecim?" Ciddiyetle cevap verdi.
"Emre, yenge."
"Peki, Emre. Bahçenin kapısını açarak bana yardımcı olabilirsin." Hızla harekete geçti.
"Hemen yenge."
Garajın şifresini tuşladım, içine girdim. Burada 4 araba vardı, sadece babamın favorilerindendiler. Siyah, lüks arabada elimi gezdirdim. Onu almaya karar verdiğimde kapısını açtım. Kilitli bile değildi. Sürücü koltuğuna oturup kemerimi taktım. İşime gelirse takardım, işime gelmezse hiçbir şeyi umursamazdım. Bu sebep dolayısıyla başımdan bela da eksik olmazdı.
Arabanın lastikleri asfaltı ağlatırken hızla bahçeden ayrıldım. Korumaların şaşkın bakışları arabanın arkasındayken gazı daha çok kökledim.
Yaklaşık 30 dakikalık bir yol sonrasında arabayı ormana bıraktım. Telefonumu çıkardım, ezbere bildiğim numarayı tuşladım.
"Polat," dedim çağrı yanıtlandığında. "Beni almaya gelebilirsin."
Amcamı peşimden gezdiriyorlardı. Bu, benim isteğimdi. Benden bir şehir bile uzakta durmuyordu aslında. Gittiğim her şehire, ülkeye geliyordu. Bu bizim sırrımızdı.
Başka bir seçeneği yoktu ve ben bundan bariz bir keyif alıyordum.
Başında 3 tane adam oluyordu, onların başında da 2 adam vardı. Aşırı bir korumaya ihtiyaç duymamıştım kaçmaması adına. Çünkü artık kaçmak için cesareti bile yoktu.
"Vina," motorla gelen adama yaklaştım. Polat olmalıydı. Motosikletten indi, motorun koltuğunun altından bir kask çıkardı. "Keyfin yerinde?" dedi sorgulayarak.
Polat ile fazla samimi sayılmazdık ancak uzak da değildik. Pera'lar ile kaldığımız 6 yıl içerisinde onunla tanışmıştık, koruma olarak görev alıyordu.
"Ya, hiç sorma," dedim kâle almayarak. "Hadi!" Motosikletin önüne oturdum, kaskı kafama geçirdim. Polat çevik bir hamleyle motora çıktı, ellerini hafifçe belime yerleştirdi.
"Bas gaza patron!" Sesini duyabilmem için yüksek desibelde konuşmuştu.
"Pekâlâ!" Aniden hızlandım, dengesini kaybedecek gibi oldu.
Gittiğimiz 10 dakikalık yol boyunca bana nereden döneceğimi söylemişti. Patika yolda ilerlemiştik ve birçok kez düşme tehlikesi atlatmıştık -sayesinde-.
"Ellerime bak patron!" dedi titreyen ellerini bana doğru gösterirken. "Yok, yok! Bende akıl yok gerçekten! Senin kullandığın motora binilir mi? 10 dakika boyunca öldüm öldüm; dirildim!"
"Sus lan!" Kaskı başımdan çıkardım, saçlarımı düzelttim. "Saçma sikik hareketler yapıyorsun! Asıl seninle binilir mi motora?" Döndüğüm her yolda o da eğiliyordu. Sanırım beni öldürmeye kastı vardı. "Ha, ben kendime akılsız demem; o ayrı tabii." Göz devirmemek için zor durduğuna emindim. "Neyse," alaylı bir tavırdan net bir tavıra büründüğümde o da ciddileşti.
"Gel," küçük, tek katlı ahşap eve yürüdük. "Pera gelmişti." Kapıyı tıklattı, çok geçmeden açıldı. Buraya bizden başka kimse gelemezdi, o yüzden rahattı.
"Selam bebeğim!" Kollarını boynuma doladı, eliyle saçlarımı düzeltmeye çalıştı.
"Selam," dedim sakince ona sarılarak.
"Ares'den o kadar zor kaçtım ki," dedi hayıflanarak. "Seni çok özlemiş miymiş neymiş! Lan hödük başka zaman görüşürsün!" Sevimlice gülümsedim.
"Hayranım çok güzelim," göz kırptım. "Giderim onun yanına da. Alırız gönlünü."
Derin bir nefes aldı, elini sırtıma yerleştirip beni hafifçe içeri itekledi.
"Altına yapmazsan seviniriz!" diye bağırarak eve girdi Pera. Güldüm söylediğine. Bizden o kadar korkuyordu ki...
"Doğru, amcacığım. Uğraştırma bizi." Alaylı bir tavırla kapalı olan kapıyı açtım. Artık korkmuyordum, çekinmiyordum. Ayrıca ettiğim nefret de biraz olsun körelmişti. Ama ben kin tutan bir insandım; amcama karşı. Ne yaparsam yapayım az geliyordu.
Bana yaşattıklarının bin beterini yaşamış olabilirdi fakat o hak ettiği için yaşamıştı. Ben? Ben hiçbir şeyi hak etmemiştim. O yüzden yaşattığım her şey kafiydi.
"İnsan bir selam verir yahu!" Bantlı olan ağzını açtı Pera. "Hoşbulduk." Bağlı olan ellerini de çözdü. "Bugün ne yapsak diye düşündük, bulamadık." Bana bakarak göz kırptı. En az benim kadar nefret duyuyordu ona karşı. "En sonunda seni görünce karar vermeyi düşündük."
"Ölmek istiyorum," dedi yalvararak gözlerime bakarken. "Yaşamamalıyım!"
"Gereksinimlerin senim için geçerli olduğunu hiç sanmıyorum," dedim iğneleyen bir ses tonuyla. "Aksi taktirde bunları yaşamamış olurdum."
"Özür dilerim!" Gülümsedim. Ne anlamı vardı iki kelimenin?
"Dileme." Derin bir nefes aldım. "Dileme çünkü geçmiyor! O çığlıklarımı silebiliyor musun siktiğim zihninden!" Pis pis sırıttı. Korkuyordu, hem de delicesine. Ama yine de pişkin davrandığı oluyordu.
"Silmek istediğimi kim söyledi?" Gözlerimi kısarak bedenini süzdüm, bir adım geri çıkıp yutkundu. "Alvina," dedi korkudan titreyen sesiyle. İşte bu yüzden ona karşı kin güdüyordum. Pişman olduğunu kalpten dile getirse, çoktan öldürmüştüm onu.
"Polat," diye seslendim kapıya doğru. "Bıçak getirir misin?" Çok geçmeden elinde bıçakla döndü. "Kulağını keselim mi?" Pera hevesle gülümsedi. Balkondan atlamasını istesem atlardı, öyle biriydi.
"Alvina," diye bağırdı amcam.
"Hay ben seni de, sesini de!" Elimdeki bıçakla üzerine yürüdüm. "Polat," dememe kalmadan amcam olacak şerefsizi yakaladı, omuzlarından bastırarak sandalyeye oturttu.
"Alvina! Bak, yapma kızım!" Hâlâ kızım diyebiliyor muydu? Sinir her hücremi ele geçirirken yüzüne sert bir tokat geçirdim.
"Kızın falan değilim!" Elimle saçlarımı çekiştirdim. "Sen hiçbir zaman kabul etmedin ama..." Gülümsedim küçümseyerek. "Sen kaybettin, sevgili amcacığım. Yıllar önce nasıl annemi kaybettiysen şimdi de kaybettin." Elimde bıçağı döndürdüm. "Cidden merak ediyorum, takıntılı olduğun kadının abin ile evlenmesi nasıl bir duygu?"
"Kes sesini," dedi dişlerinin arasından. Sinirleniyordu ve ben bundan keyif alıyordum.
"Ha, ayrıca çocukları da olmuş. Nasıl dayandın mutluluklarını görmeye, söylesene?" Gözlerinin sinirden kızardığını gördüm. "Sinirlenme şampiyon!" Kollarımı sıvadım. Tiksinti dolu bakışlarla kulağına dayadım bıçağı. "Önce parmaklarını kestim," sesim dümdüzdü. "Sonra saçlarını, kaşlarını ve sakallarını." Gülümsedim. "Sevdiğin her şeyi senden yavaş yavaş alıyorum. Ki en sonunda senden geriye sadece kemiklerin kalacak."
"Yap artık şunu!" Daha fazla bekletip korku terleri dökmesini izlemek isterdim ancak uykum gelmişti.
"Emir cümlerinden hiç hoşlanmaz," dedi Pera alayla. "Yani, öyle atar falan yapma." Gözleriyle vücudunu süzdü. "Eminim fazla uzuvlar vardır bedeninde." Göz kırptı, bana bakarak gülümsedi.
"Yakındır, kolunu ve bacağını da keseriz!" dedim keyifle. Evet, damarıma basarsa yapamayacağım bir şey değildi bu.
Daha fazla beklemedim, bıçağı kulağının üstünden aşağı doğru kaydırdım. Acıyla haykırdı, kukağı ayağının ucuna düştü. Hareketlenmek istediğinde Polat daha sıkı tuttu. Boynu, yüzü kan içinde kalmıştı.
"Orospu!" diye haykırdı acıyla.
"Bıçak hâlâ elimde yalnız." Yüzümü buruşturdum. "Ama uykum var. Ayrıca bugüne bu kadar kan yeter. Önünde uzun 2 yıl var, değil mi?"
"En beter şekilde ölmeyi hak ediyorsun!" Çirkefleşmenin manası neydi?
"Hak ettiğimi senden bulmayacağım ve bu seni delirtiyor," dedim alayla, yarım ağız gülümserken. "Berbat geceler ex başkan! Yeni başkanın korku eşiği o kadar düşük ki... Bana bakarken çığlık atmadığı kalıyor. Cidden beterin beteri var."
"Sahiden, Vina! Adam korkudan altına sıçacak!" Güldüm söylediğine.
"Haksız sayılmaz ki, Pera. Ben olsam ben de korkardım," dudaklarımı büzdüm. "Evde beni bekleyen bir sevgilim var," sanki bir sorunmuş gibi konuşmuştum.
"Umarım senden derhal kurtulur!" Amcama döndüm. Yüzü gerek acıdan gerek kandan kızarmıştı.
"Yoook! Çok aşık bana, bi' görsen bakışlarını." İç çektim. "Sevgilim de sevgilim... Tanışırsınız yakında." Kulağına baktım. "Seninle tanıştığına hiç memnun olmaz ve benim kadar sabırlı biri değil."
"Double Şam Şeytanı!" dedi Pera ellerini birbirine çarparak. Yanıma gelip koluma girdi, beni peşinden sürükledi. "Hadiii!"
"Ares nasıl?" Dışarı çıktık, Pera'nın arabasının kaputuna kalçamı yasladım. "Arıyor, açmıyorum. Sinirlenmiş olmalı."
"Sinirli değil," gözlerime baktı. "Endişeli. Senin için, yapabileceklerin adına endişeli." Pantolonunun ceketinden sigara çıkardı, paketi bana da uzattı. İçinden bir izmarit aldım. "Son zamanlarda da durgun biraz. Konuşsak iyi olur," sigaradan derin bir nefes çekti.
"Konuşuruz," dedim onaylayarak.
"Meyra'nın babasından bir haber var mı?" Kafamı olumlu anlamda salladım.
"Bulmuşlar," sigaradan derin bir nefes daha çektim. "Babamın adamları muhtemelen. Geçen gün annesi mesaj atmıştı." Alayla gülümsedim. "Sadece kızına faydası olmuyor."
"Vina," dedi ve elini koluma yerleştirdi. "Son zamanlarda iyi değilsin. Gözümden kaçmıyor... Daha durgunsun, yorgunsun. Bir şeyler yolunda gitmiyor ve bunu kafana takıyorsun."
"Evet," diye mırıldandım. Zaten cevabım olumsuz olsaydı da inanmazdı, beni tanıyordu. "Hiçbir şey yolunda gitmiyor, Pera." İzmaritini yere attı, ayağının ucuyla söndürdü. "Mezarı da bulamıyorum zaten," dedim kırık bir tonla. Son zamanlarda en ihtiyacım olan şeydi ancak bulamıyordum. Sanki farklı evrenlere ışınlanmıştı.
"Gel," sıkıca belime sarıldı, sigara olan elimi uzaklaştırıp tek kolumu bedenine sardım. "Yaşadıkların kolay değil bebeğim." Saçlarımı öptü, derin bir nefes aldı. "Ama geçecek. Bu savaşı siz kazanacaksınız. Başkan yasalara geri dönecek." Geri çekilip gözlerime baktı. "Ve biz günün sonunda anneni bulacağız, Vina."
"Pera... İyi ki varsın." Bu kez ben ona sarıldım. İhtiyacım olan kardeşi yıllar sonra bulmuştum. "Sen olmasaydın çoktan sıkmıştım kafama." Başıma yavaşça vurdu, sinirle konuştu.
"Bir daha bunu söylersen ben sıkacağım kafana!" Kirpiklerimi kırparak yüzüne baktım. "Sürekli dile getirmen senin canını acıtıyor, gözlerinden görebiliyorum... O gece iyi ki karşına çıktım ve seni tanıdım, Vina." Gülümsedi. "Hiç keşke olmadın, gerek ben gerek Ares için."
"Teşekkür ederim, her şey için." Doğruydu. Onlar o gün karşıma çıkmasaydı şu an mezarda olacaktım, geri kalan tek şey birkaç fotoğrafım ve kemiklerim olacaktı.
"Ben teşekkür ederim bebek!" Esnedi, arabaya yöneldi. "Gel, beraber gidelim. Biraz uyuruz." Benimle uyumak isteyen tek kişiydi. Diğerleri deli yattığımdan şikayet eder, rahatsız olurdu. Pera ise her hareket ettiğimde saçlarımı sever, kabus gördüğümde elimi tutardı.
"Oflaz bekliyor," imayla gülümsedi.
"Tabiii, bekletme eniştemi!" Sırıtarak söylediği cümleye omuz silktim.
"Yarın toplantı varmış. Sonrasında görüşürüz." Göz kırptım, yanağından öptüm. "İyi geceler güzelim!"
"İyi geceler," dedi gülümseyerek. "Dikkatli ol, Vina. Çabuk gitmek için hızlı sürme arabayı." Sevimlice gülümsedim.
"Söz veremeyeceğim." Kaşları çatıldığında geri adım attım. Küçük bir çocukmuşum gibi beni eve bırakmasına gerek yoktu. "Şaka! Canıma kıymaya o kadar susamadım."
Siyah arabasına bindi, lastikler asfaltı ağlatırken yanımızdan ayrıldı.
"Vina," diyerek evden çıktı Polat. "İstediğin başka bir şey var mı?"
"Yok, Polat." Gülümsedim hafifçe. "Sen nasılsın?"
"Bilmiyorum ki," kaşlarımı kaldırıp ona döndüm. "Biri var..." Gözlerim merakla açıldı. Polat, benden 8 yaş büyüktü ve gözümde abim gibiydi. Mutlu olmasını isterdim. "Ama," duraksadı.
"Ama," dedim devam etmesi adına.
"Aması yok. Masum biri, renkli bir hayatı var. Çocuklarla oynuyor, çiçekleri bile var." Derin bir iç çekti nefretle. "Bir de bana bak amına koyayım! Elim kandan çıkmıyor." Beni suçlamıyordu, bunu biliyordum. Zira her şeyi kendi isteğiyle yapıyordu. Teklifi bile o etmişti.
"Kız seni tanıyor mu?" Bir sigara daha yaktım, paketi ona da uzattım.
"Tanıyor." Gülümsedi burukça. "Tanıyor ama diş doktoru Polat olarak tanıyor." Asıl mesleğiydi fakat artık yapmıyordu bu işi. Elimi koluna yerleştirdim, hafifçe sıvazladım.
"Anlat, diyemem. Ya da açıl, falan." Derin bir nefes aldım. "Ancak hayata bir kere geliyorsun koca adam!" Güldü, sigarasını içmeye devam etti. "Gülme! Gerçek bu." Sessizlik oldu. "İsmi ne?"
"Aydan." İsmini bile şiir okur gibi söylemişti. Bu adam cidden kör kütük aşık olmuştu.
"Geçmiş olsun, aşıksınız." Uçan saçlarımı düzelttim. "Polat... Ne yapacaksın?"
"Bilmiyorum." Kafasını iki yana salladı. "Boş versene. Gel, gidelim." Motora doğru ilerledi. Daha fazla konuşursa yoğun bir duygu sıkışması yaşayacaktı. Bu yüzden kaçıyordu.
"Bunu konuşacağız," dedim net bir dille.
Aklıma gelen şeyle duraksadım, telefonumu çıkartıp Pera'yı aradım.
"Efendim?"
"Olduğun yerde kalsana." Polat'a döndüm, motora ilerledik. "Benim eve gelirsin."
"Ya, Vina! Kızım bipolar mısın sen?" Sinirle nefesini verdi. "Lan az önce söyleseydin gitmezdim hiç!"
"Şimdi aklıma geldi."
"Tamam, geliyorum ben." İtiraz edecekken konuşmaya başladı. "Motora falan binme! Gözünden uyku akıyor ve hava buz gibi." Telefonu yüzüme kapattı, beklemeye başladım.
"Geliyor mu?" diye sordu Polat.
"Geliyor." Kaskının klipsini kapattı, üstündeki camı açtı. "Sen gidebilirsin."
"Peki." Arkasını dönmeden önce konuştu. "Arabanı adamlardan biri alır. İstediğin adrese getirirler."
"Teşekkür ederim," diye seslendim arkasından. Hiçbir şey söylemedi. Kollarımı önümde bağladım, sessizce Pera'yı bekledim.
Amcamı yurt dışında herhangi bir ülkeye götüreceklerdi, ben istemiştim. Türkiye'de durmasının bir manası yoktu.
Yüksek desibelli motor sesi patika yolda gözüktü, yaklaşık 3 metre uzağımda durdu. Acelesiz adımlarla arabaya ilerledim, yolcu koltuğuna oturdum.
"Vina?" Usulca ona döndüm. Gözleri yoldaydı, tek eli direksiyonu kavramıştı. "Oflaz ile aranız nasıl?" Virajı döndü, hafifçe yana savruldum.
"İyi sayılır," dedim düşünmeden. "Kötü birisi değil ve bana güzel davranıyor."
"Güzel davranmak..." dedi kaşlarını çatarak. "O nasıl oluyor amına koyayım!"
"Güzel işte. Kibar, nazik, anlayışlı. Üstelik dinlemeden yargılamıyor." İmayla gülümsedi, bana dönüp göz kırptı.
"Cafer sıçtı bez getir!" Cümlesi biter bitmez kahkaha attı. "Aşık mı olmuş benim bebeğim!" Niye saçmalıyordu ki şimdi?
"Pera," dedim ikaz dolu bir tonla. "Ne aşkı?"
"Hani şu iki kişi arasında olan," gözlerimi kocaman açtım, tekrar güldü. "Tamam, tamam. Şakaydı." Kapalı olan camı araladı. "Hem, vermem ben kardeşimi kimselere! O kim köpekmiş ki seni alacak!"
"Alo, Pera'nın hayal dünyası!" Kafamı iki yana salladım. "Unut gitsin. Ama dediğim gibi, düşünceli bir adam."
"Geçmişi biliyor mu?" Sesi artık alaylı değil ciddiydi.
"Maziyi," diye düzeltme ihtiyacı duydum yine. Anlamamış gibi bana baktı, bir açıklama yapmadım. "Kabataslak anlatmak zorunda kaldım."
"Amcanı?" Şimdi gözlerinde şefkat vardı, güven vardı.
"Bilmiyor." Gözlerimi yola çevirdim. "Yaptıklarını." Şahsiyet olarak biliyordu ama ölmediğinden bile bi' haberdi. "İleriden sağa dönebilirsin."
"Vina, bana her şeyi anlatabileceğini biliyorsun değil mi güzelim?" Gülümsedim, saçlarımı düzelttim.
"Elbette." Elimle döneceğimiz tarafı gösterdim, oraya yöneldi. "Pera... Benim karnım aç."
"Heh, diyorum ki ne zaman söyleyecek?. Kaç gündür doğru düzgün bir şey yemiyorsun?" 4 parmağımı havaya kaldırdım, ona gösterdim. "Salak! Öl bir de, atalım üstüne toprağı, toptan kurtul!"
"Abartma," fakat o ciddiydi. "Dün hamburger yemiştim." Kendime zarar verdiğimi düşünüyordu. Eh, haksız da sayılmazdı. "Pera," dedim tekrar.
"Efendim?" Eve iyice yaklaşmıştık.
"Yemek yemeden önce ben biraz uyusam?" Kafasını salladı.
"Uyursun." Israrla ona baktım, ne var der gibi göz kırptı.
"Senin dizinde uyusam?" Gülümsedi, bunu seviyorduk. Ki yer değiştirdiğimiz de oluyordu. Kâh o benim saçlarımla oynardı, kâh ben onun. Kardeş gibi.
"Olur."
5 dakikanın ardından evin olduğu araya girdik. "Şu ev," elimle gösterdim, bahçenin önünde durduk. Korumalar çevik hareketlerle yanımıza geldiğinde camı araladım, onlara gözüktüm.
"Hoş geldiniz, Alvina hanım," dedi isminin Emre olduğunu bildiğim adam. Pera'ya başıyla selam verdi, ikimiz de arabadan indik. Emre arabaya bindi, garaja götürdü.
"Buraya gelmeyeli uzun zaman oldu." Başımı sallayıp onayladım. "Sen burada kalabileceğinden emin misin?"
"Evet." Kapıya geldik, şifreyi tuşladım. Pera'nın görmesinden rahatsızlık duymazdım çünkü o zaten biliyordu.
"Oflaz da burada değil mi?" Sorusunu yanıtlamadan önce kapı açıldı. Kafamı sallayıp onayladım, beraber içeri girdik.
"Bıraktığımız gibi," dedi burukça gülümseyerek. Gözleriyle etrafa bakıyordu. "Her yer bu kadar geçmişi barındırıyorken burada kalabilecek misin?"
Bu soruyu kendime sorduğumda hiçbir yanıt alamıyordum. Kalmam mı gerekiyordu? Kalmam bana kötü mü gelecekti? Gece gördüğüm kabuslar bir nebze olsun azalmaz mıydı? Aslında çok da şey istemiyordum hayattan. Biraz olsun mutlu olabilmek, huzuru tatmak ve düşünmeksizin uyuyabilmek.
İmkanı var mıydı? Yoktu.
Ama zaten hayaller imkansızlar adına kuruluydu.
"Vina," dedi koluma dokunarak.
"Bilmiyorum." Derin bir nefes aldı, hafifçe belime dokunup beni içeri yöneltti. "Bilmiyorum. Bu his nasıl geçer, ne yaparsam unuturum... Hiçbir şey bilmiyorum, Pera." Salona girdik, ışığın açık olduğunu görünce kaşlarım çatıldı. Oflaz uyumamış mıydı?
"Lan sinyali ben kesmişim gibi konuşup durma! Gözükmüyor nerede olduğu, götümden uydurmuyorum! Sistem bu!" Ses Yekta'ya aitti. Onun burada ne işi vardı?
Bizim sesimizi duymalarıyla, beraber içeri girdiler. Rahat bir tavırla köşe takımının üstüne oturdum. Pera da hemen yanıma oturdu.
"He, gördün mü lan antilop!" Oflaz'a hitap şeklini görmezden gelmeseydim kesinlikle gülecektim. Muhtemelen konuları bendim.
"Yekta," dedi Oflaz ikaz dolu bir sesle. "Kapa çeneni, ben senin sikik sesini dinlemek zorunda mıyım?" Yanıma oturdu, aramızda 1 karış kadar mesafe vardı.
"Aa, merhaba." Pera'nın yanına oturdu Yekta. "Yekta ben."
"Pera," ses tonu soğuktu. Herkese katşı böyleydi. Kendini korumaya alıyordu, yalnızca sevdiklerine neşeli yüzünü açıyordu.
"Hoş geldin Yekta." Göz kırptı, koltuğa yerleşti.
"Tam olarak meraktan soracağım. Sinyal kesiciyi niye açıyorsun, he yenge! Gece gece uykumdan uyanmak zorunda mıyım ben?" Telefonumdan sinyal almaya çalışmış olmalılardı. Ancak amcamın yanına her gittiğimde telefonumu devre dışı bırakıyordum. Endişeleri ise boşunaydı, zaten Oflaz'a haber vermiştim.
"Gittiğimden haberi vardı." Gözlerini kocaman açtı. "Niye bu kadar endişelendin?" Oflaz'a döndüm, sakince baktım. Yekta'ya gerçekte sevgili olmadığımızı söylemişti. Neden bana hâlâ yenge diyordu?
"Aradığımda açmadın, Alvina. Ve saat gecenin 3'ü." Omuz silktim, saçlarımı topladım parmaklarımla. "Nereye gitmiş olabilirsin bu kadar önemli?" Dediklerini zerre umursamadım, kaşları çatıldı.
"Oflaz," dedi Pera soğukça. "Kaysana biraz." Bu kız aklımı okuyor gibi hissediyordum. Koltukta kaydı, beni izlemeye başladı. Başımı Pera'nın dizine yasladım, cenin pozisyonunu alarak koltuğa uzandım.
"Karnın aç değil mi?" Başımı hafifçe kaldırıp Oflaz'a baktım.
"Aç," gözümden uyku akarken yemek yiyecek değildim. "Uyanınca yerim bir şeyler."
"Yedikten sonra uyu." Kafamı iki yana sallayıp Pera'nın dizine koydum. Ellerini saçıma yerleştirdi, gözlerimi kapattım.
"Uykum varken yemek yemeyeceğim." Bakışlarını üzerimde hissetsem de bir şey demedim.
Uykuya dalmam uzun sürmemişti.
Koşuyordum.
Kaçabileceğimi mi düşünüyordum?
Aptalın tekiydim.
Kan ter içinde kalmıştım, sadece hızlı afımlarla koşuyordum.
"Buraya gel!" Sesim bile çıkmıyordu. O denli yorgundum. "Buraya gel!" Zihnimdeki ses giderek arttı, koştuğum ormanda yankılandı.
Haykırmak, ağlamak istiyordum ama ne çareydi.
"Hadi, kızım! Yakalanacağını biliyorsun küçük!" Bacaklarımda kalmayan dermanla sendeliyordum, yine de düşmüyordum. "Alvina! Gör bak sana neler yapacağım!" Yanıma yaklaştıkça korkudan zangır zangır titriyordum.
"Gelme!" diye bağırıyordum ama gelmişti.
Uzun saçlarımın uçlarına ellerini doluyordu, canımın acısından dolayı hareket edemiyordum.
"Gel, küçük. Seninle işim bitmedi." Direnişlerimin bir manası var mıydı? Yoktu.
Elleri yüzümün her zerresinde geziyordu. Kendimden nefret etmemi sağlıyordu.
Yerimden sıçrayarak uyandım, gözlerimi araladım. Kabuslar... Geçmişin kırıntıları yanı başımda, benimleydi.
Derin bir nefes alarak gözlerimi araladım, birkaç saniye öylece bekledim.
Hâlâ uykum vardı ve ben çoğu zaman uykuya karşı gelemezdim. Etrafıma bakmadan tekrar gözlerimi kapattım, uykuya dalmak adına da bir daha açmadım.
"Vina," dedi Pera kısık bir sesle. Hatta fısıltı desem yeriydi.
"Bir şey yok," elini saçlarımın üstüne koydu, ağır hareketlerle gezdirdi.
"Koğuş, kalk!" Tek gözümü araladım, kafamı kaldırmaya çalıştım. Kulağımın dibinde Mehter Marşı çalıyordu! Yüzümü buruşturarak kalkmayı denedim ama başarısız oldum. Bacaklarımın üstünde Oflaz'ın kolu vardı! Ben hâlâ uyuyor muydum? Gözlerimi birkaç kez açıp kapattım.
"Şu alarm kimin amına koyayım!" diye cırladı Pera. Gözlerim kocaman açıldı. Pera'nın dizinde yatmıyordum!
Kafamı kaldırdım, sertçe yutkundum. Oflaz'ın sol koluna koala gibi sarılmıştım, o da sağ kolunu bacaklarımın üzerine koymuştu. Başım göğsüne yaslıydı ve onun başı benim saçlarımın arasındaydı. Üstelik hâlinden memnun duruyordu.
Muhtemelen gece kalkmıştım, yanına sokulmuştum. Bunu küçükken de sık sık yapıyordum. Rahat edemediğim yerden kalkıp nereye gittiğimi umursamadan, gözlerim kapalı bir şekilde farklı bir yere yatıyordum.
Oflaz'ın kollarının bacaklarıma mıhlanmış olma sebebi ise onu rahatsız etme ihtimalimdi. Sürekli hareket edip onu da uyandırmış olmalıydım.
"Yeğen, kalk!" diye çalmaya başladı alarm bu sefer. Çalan telefon benim ya da Pera'nın değildi. Oflaz'ın böyle bir şey yapma ihtimali de yoktu. Gözlerimi kısıp Yekta'ya baktım. Tek kolunu ve tek bacağını aşağı sarkıtmış, saçma sapan bir pozisyonda uyuyordu. "Kalk yeğen, kalk!" Sinirle güldüm.
"Yekta!" dedim bağırarak. Ondan önce Oflaz gözlerini araladı.
"Naptı yine pezevenk?" Gözlerinde yeni uyanmanın oluşturduğu kızarıklık vardı. Yüzü ise saki hiç uyumamış gibiydi. "Niye bağırıyorsunuz?"
"Alarm çalıyor yeğen!" Ezel adlı Türk dizisindeki Ramiz Karaeski'nin sesiydi.
"Oflaz," diye seslendim sakince. "Yekta biraz daha kalkmazsa ebedi bir uykuya dalacak." Umursamadı, kafasını bile kaldırmadı. Pera'ya baktım. Kaşları çatılı, tek gözü açık olanları anlamaya çalışıyordu.
"Yekta!" Sanırım biraz fazla bağırmıştım... Yerinden sıçrayarak uyandı Yekta. Pera bile hafifçe irkilmişti. Oflaz hâlâ uyuyordu!
"Ne? N'oldu? Başkan mı geldi? Savaş mı başladı?" Yerinde doğruldu, gözlerini açmaya çalıştı. "Lan söylesenize götler! Ne oldu?"
"Ebeninki oldu!" dedim sinirle. Anlamayan gözlerle baktı. "Durdur lan şu alarmını!"
"Durdurma lan!" Bir hışımla ayağa kalktı Pera. "Götüne sokayım da gör sen! Angut! Ne biçim alarm be o!" Eh, haksız da sayılmazdı. Bir yandan marş çalmaya devam ediyordu.
"Oflaz," omzunu dürttüm. "Kalk." Gözlerini açtı, yüzüme baktı.
"Ağız tadıyla uyutmuyorsunuz," diye söylendi ve nihayet kolunu çekip beni serbest bıraktı.
"Amma kıymetli uykunuz varmış be! Benden değerli mi?" Yüzünü buruşturdu Pera.
"Bağırma lan, bağırma! Tabii ki değerli! Bir insan neden sabahın 2'sine alarm kurar!" Pera ile birazdan saç baş kavga edebilirlerdi.
"Öğlen, 2! İlk okulda matematik öğretmenin kimdi senin!" Gülmemek için kendimi sıktım. Anlamış gibi bana döndü Pera. Yüzündeki ifadeye bakarken daha fazla duramadım, hafifçe kıkırdadım.
"Pera-," gülmekten konuşamıyordum. "Ay! Konuşamıyorum!" Pera'nın yüzü daha da asıldı.
"Gül, Vina! Gül. Akşam gelirsin yanıma sen." Aniden gülmeyi bıraktım. "Heh, şöyle. Kadın ol." Yekta kaşlarını kaldırdı.
"Adam ol, olmasın o?" Oflaz ne olduğunu anlamıyordu.
"Cinsiyet mi değiştirsin amına koyayım!" Söylene söylene merdivenlere yöneldi. Yekta da arkasından çıktı, birbirlerini merdivenden yuvarlamamalarını umuyordum.
"Özür dilerim." Oflaz bir anda kaskatı kesildi. Yüzündeki karamsar ifadeyi seçebildim.
"Neden?" Kaşlarımı kaldırdım hafifçe.
"Koala gibi yapışmışım da koluna." Kollarımı bağlayıp yatsam yeriydi. "Affedersin."
"Sorun değil, Alvina." Gözlerimi orta sehpaya çevirdim. "Acıktın mı?"
"Evet." Mutfağa girmeden önce ayağa kalktım, üst kata odama çıktım. Büyük, geniş giysi dolabından rastgele bir tişört ve şort giydim. Soğuk havanın umurumda olduğu söylenemezdi. Öyle ki bu giydiğim şorttan dahi belli oluyordu, kısacıktı. Dağılan saçlarımı baştan sağma bir topuz yaptım, merdivenleri ikişer ikişer inerek mutfağa girdim.
Pera yumurta çırpıyordu, Yekta çok önemli bir işmiş gibi peynir doğruyordu. Bunu yaparken öyle ciddiydi ki...
"Alt tarafı peynir," dedi Pera umursamazca omuz silkerken. "Eşit olmasa ne olacak?"
"Eşit olmazsa yiyemiyorum belki! Belki psikolojik sorunlarım var!" Alayla güldü Pera.
"Belki mi? Psikolojik sorunları olmayan bir insan öyle alarm kurmaz." Gözlerini devirdi Yekta.
Gözlerim Oflaz'ı aradı, hedefi bahçede buldu. Üzerinde eşofmanı, beyaz tişörtü ile sigara içiyordu. Bir yandan da telefonla konuşuyordu. Onu darlamak istemediğimden sigara için ısrar etmedim, sonra kendim de içerdim.
"Günaydın bebek!" dedi Pera geldiğimi yeni fark etmiş gibi.
"Günaydın." Gülümsedi, bana bakıp göz kırptı.
"Yengeme neler diyor! Beni bir pataklamadığı kaldı!" diye sitem etti Yekta. Şansını fazla zorladığını tahminen ne zaman fark edecekti?
"Elimdeki kepçeyi kafana bir geçiririm!" Metal kepçeyi tehditkarca salladı. "10 gün sargıyla dolaşırsın!" Onlara odaklanamadım, mutfağın camına daha çok yaklaştım. Oflaz'ı izlmeye koyuldum.
Telefonla konuşmasına hararetle devam ediyordu. Hatta tartışıyor gibiydi. İzlendiğini hissetmiş gibi gözlerimiz birleşti, yutkundum. Yine de gözlerimi kaçırmadım. O da ısrarla bakmaya devam etti.
"Ben misafirim ya!" Yekta niye bu kadar nazlanmıştı? "Tamam, Oflaz yakışıklı adam ama azıcık yardım et lan yenge!"
"Lan yenge, mi?" Yüzümü buruşturdum. "Vina de. Vina."
"Tamam, yenge."
"Yekta, mal mısın?" Kaşlarını kaldırdı.
"Teessüf ederim, yenge." Onu ilk gördüğümde böyle biri olduğunu düşünmemiştim. Daha katı birisine benziyordu.
"Yumurtaları kim aldı?" dedim merakla. Oflaz ile geldiğimizde aldığımız tek şey hamburgerdi.
"Ee aç mı kalsaydım?" Anlaşılan Yekta almıştı. "Peynir, salata falan da aldım. Öyle boş boş yumurta yiyemem ben." En azından her şeyden yeteri kadar almıştı. Bugün İstanbul'da toplantı vardı ve gitmek zorundaydık.
Demledikleri çayı görünce bardakları masaya koydum. Tabakları ve çatalları da yerleştirdiğimde Oflaz içeri girdi. Etrafa kısa bir bakış attı, yapılacak bir şey kalmadığına kanaat getirdiğinde beni izlemeye başladı...
Pera yaptığı omleti 3 parçaya böldü, benim tabağım hariç diğer tabaklara birer parça koydu. Çayları bardaklara döktüğümde herkes masaya oturdu. Pera ve Yekta hızla yemeğini yerken ben de bir parça peyniri ağzıma attım.
Oflaz'ın gözleri omlet olmayan tabağımdaydı. Umursamadım, bir parça da ekmek aldım.
"Sen neden yemiyorsun?" dedi kurcalamayı seçerek.
"Hiç sevmem."
"Sağlıklı olan şeyleri sevmez misin?" Kaşlarım çatıldı. "Domates yemiyorsun. Yumurta yemiyorsun. Meyve yediğini de hiç görmedim."
"Peynir ve salatalık yiyorum ya," dedim küçük bir çocuk gibi mızmızlanarak. "Kış meyvelerini de çok sevmem. Karpuz, erik, çilek güzel ama... Şimdi mevsimi değil."
"Badem, kaju, Antep fıstığı," dedi Pera. Cümlesi biter bitmez iç çektim. "Bayılır."
"Ağzımın tadını biliyorum." Göz kırptım Pera'ya bakıp. "Ayrıca yemek de yiyorum?"
"Aynen, 2 öğün cips. 1 öğün çikolata. Durdurak bilmeden kuruyemiş." Omuz silktim. "İşine girse 6 kaşık çorba."
"Lokmalarımı mı sayıyorsun?" Kafasını iki yana salladı, çayından bir yudum aldı.
"Ares saymış." Kaşlarımı kaldırdım. "Ben 14 kaşık içiyormuşum, kendisi 16." Ares'in en sevdiği şey sayılar olabilirdi.
"Bunu bilmiyordum."
"Vina, bizim hakkımızdaki çoğu şeyi bizden iyi biliyor. Mesela sen 5 şişe şarap içtiğinde bile-," öksürmeye başladı Yekta.
"5 şişe mi! Yengeciğim, aman dikkat et. Vallahi araba falan çarpar. Sonra başkan takılır temelli peşimize."
"5 şişeden sarhoş olunur mu?" Sorumla beraber gözleri açıldı.
"4 kadehten sonrası yok bende." Kaşlarını çattı. "5 şişe içsem, uzun bir süre ayılamam."
"O kadar içmek sağlıklı değil," dedi Oflaz itiraz ederek.
"Sabah aç karna sigara içmek ne kadar sağlıklı, Oflaz?" Gözlerini gözlerime kenetledi.
"Değil." Kafamı sallayıp onayladım. "Kahve ne kadar sağlıklı, Alvina?" diye sordu meydan okur gibi.
"Değil," dedim onu tekrar ederek. Biraz daha ekmek yedim, çayımı bitirip ayağa kalktım. Pera'nın bakışlarını üzerimde hissettiğimde ona döndüm.
"Ares'i arasana," kaşlarım çatıldı. O bu saatlerde normalde uyurdu. "Sen uyuyorken aradı birkaç kez. Önemli bir şey diyecektir belki." Kafamı salladım, salona gidip telefonumu buldum. Hem hazırlanmak hem de dolabımdaki elbislerden bir şeyler seçerdim.
Ondan önce komidinin üzerinden bir dal sigara aldım, ucunu alevlendirip terasa çıktım.
"Ares," dedim çağrı yanıtlandığında. "Aramışsın?"
"Aradım ve açmadın." Sesi sinirliydi, gergindi. "Son günlerde o kadar sorumsuz davranıyorsun ki, Vina! Cidden ölsen umurunda değil." Sigaradan derin bir nefes aldım. "Kendini de umursamıyorsun, bizi de." Kaşlarım çatıldı ama bunu elbette görmedi.
"Kendimi umursamadığımı söyleyebilirsin, Ares," diye mırıldandım sakince. "Ama sizi umursadığımı biliyorsun."
"Bizi umursuyor olsaydın telefonlarını açardın, Vina!" Alayla güldü. "Ya da beni mi demeliyim? Pera yanında."
"Ares." Konuşmama izin vermiyordu. Bağıracağını anladığımda telefonun sesini azalttım.
"Sus, Vina! Ben sizin başınıza bir şey gelmesin diye üstünüze titriyorum, siz sikinize bile takmıyorsunuz!" Sinir eşiğim fazla değildi, her an patlayabilirdim. Ares'in de pek bir farkı yoktu. "Hadi, diyelim kendini bu bilinmezliğe ve tehlikeye sürüklüyorsun... Bizi niye buna tabii tutuyorsun?" Derin bir nefes aldım. Her bir hücremin öfke barındırdığını hissediyordum.
"Bunu isteyen sizsiniz!" dedim hiddetle. "Sizi hiçbir şeye zorunlu tutmadım. Hepsini kendiniz istediniz. Siz benim boktan hayatıma dahil olmayı tercih ettiniz!"
"O gece karşımıza çıkan sendin, Vina." Daha fazla kalbimi kırmasına, o yarayı deşmesine fırsat vermeden telefonu yüzüne kapattım. Elim ayağım sinirden titriyordu. Her şeyi teklif eden o iken şimdi ne saçmalıyordu?
Bir hışım içeri girmeye çalıştım, gözlerim sinirden dolmuştu. Kapıyı kapatan sert rüzgara da bir küfür savurup odama girdim. Kapıyı kilitleyip üzerimdekileri çıkardım.
"Ağzına sıçacağım senin, Ares." Seçtiğim takımı elime aldım, hızlıca üzerime geçirdim. "Ama şimdi işim var, Ares. Sonra gör bak feleğin nasıl şaşıyor." Kısa bir kumaş eteği, bel hizzamda biten blazer ceketi olan takıma beğeniyle baktım. Aynanın karşısına geçip yakalarını düzelttim. Uzun, siyah çizmelerimi giydiğimde mini eteğin açıkta bıraktığı bacaklarımın bir kısmı kapanmıştı.
Makyaj masasının pufuna oturup gözlerimi sildim. "Aptal!" Nemlendirici sürdüm, yüzümün emmesini bekledim. "Aptalsın, Vina! Kendin düşmüşsün işte bok çukuruna! Diğerlerini niye peşinde sürüklüyorsun!" Diğer makyaj malzemelerini de yüzüme sırayla sürdüm. Ares'in kalbimi kırdığını bilmediğine emindim. Bilerek yapmamıştı ama üzülmüştüm istemeyerek de olsa.
Saçlarımı serbest bırakıp taradım, uzayan ama saç hizzama yetişemeyen perçemlerimi de şekillendirdim. Pahalı bir markaya ait olan çantamı koluma takdığımda ve kırmızı rujumu sürdüğümde hazırdım.
Özel hazırlattığım parfümden birkaç fıs sıktım üzerime. Diğer markaların ürünleri çoğu zaman alerji yapıyordu tenimde. Üstelik kokusunun içeriğindeki çiçekler de farklıydı. Annemin yıllar önce kullandığı esansla aynıydı.
Ayakkabılarımın yerde çıkardığı sesle aşağı indim, direkt Pera ile karşılaştım. Gözümden akan 2 damla yaşı bile anlayabildiğinden göz teması kurmamaya çalıştım.
"Ay! Bebek gibi olmuşsun, ne bu güzellik!" diye şakıdı Pera. "Elemterefiş yaniii! Taş gibisin yavrum!" Gülümsedim, gözlerine bakmaktan kaçındım. Yüzüne bakmak istemiyordum çünkü Ares'in var olan haklılık payı beni bitirmeye yeterdi. "İyi misin sen?"
"Sence," dedim göz kırparak. Yüzüne baktım, kaşları çatıldı. "Bomba gibiyim!"
"Öylesin de," dedi durgunca. "Ağladın mı sen?" Yanıma yaklaştı, gözlerini kısıp yüzümü seyretti.
"Evet."
"Neden?"
"Sinirden," dediğimde yine sinirlenip kırılabileceğimi düşündüm. "Ares ile tartıştık."
"Koca manda," diye söylendi. Başka zaman olsa bu hitabına gülebilirdim. "Kim bilir ne söyledi yine."
"Konuştu salak salak." Kafamı salladım. "Her neyse, görüşürüz."
"Vina!" dedi kapıya yaklaştığımda. "Şu saati de taksana," bileğindeki saati çıkardı, benim koluma taktı. "Şimdi tam oldun."
"Ohaaa," diyerek zevzek zevzek geldi Yekta. "Yengeme bak! Hatun doğal taş vallahi!" Gülümseyip öpücük attım, elini kalbine koydu. "Allahım neler yaratıyorsun yarabbelalemin." Güldüm, kimse eşlik etmedi. Hatta Pera yüzünü bile düşürdü.
"Suratsızlar," diye homurdanıp kapıyı açtım.
"Oflaz ile mi gidiyorsun?" Yekta'nın cümlesiyle ona döndüm. İçeri giren buz gibi hava belki de yağacak karın habercisiydi.
"Evet." Sorgular bakışlarla baktım, şaşırarak kaşlarını kaldırdı.
"Resmi ortamlara giderken tek başına gitmeyi tercih eder." Pera da Yekta'yı dinliyordu.
"Örgütün sözcüsü olarak katılmam normal değil mi, Yekta?"
"İşte öyle değil." Anlatmaktan vaz geçti, kafasını iki yana sallayıp evden çıktı.
"Vina, çıkalım." Dışarı çıktık, elini belime dolayıp beni durdurdu. Ne olduğunu soracağım esnada sıkıca sarıldı bana. Ben de kısa bir duraksamanın ardından kollarımı ona doladım. "Ares'in sinirlenince çenesinin düştüğünü biliyorsun," dedi sanki hissetmiş gibi. Burukça gülümsedim. "Söylediği hiçbir şeyi kafana takmıyorsun ve sevgilinin savunmasını yapıyorsun, okey?" Kafamı salladım, gülümsedi.
Kendi arabasına bindiğinde gözlerim Oflaz'ı aradı. Çok geçmeden onu gördüm.
Üzerinde şık, simsiyah bir takım vardı. Kollarını sıkıca saran cekete bakarken iç çektim, görmediği içinse şanslıydım. Kalçasını arabanın kaputuna yaslayıp sşgara içiyordu. Yanına yaklaştığımda doğruldu, boyu daha da uzun gözüktü. Ayağımdaki topuklular da uzundu ancak yine de yanında kısaydım...
Arabanın arka koltuğuna oturduğunda onu taklit ettim, ön koltuğa da bir koruma ve şoför oturdu. Korumanın ismi Emre'ydi ama şoförü tanımıyordum.
Başımı cama yasladım, çiselemeye başlayan karı izledim. Etrafta farklı bir hava vardı. Sanki insanlar esir tutulup öldürülmüyormuş, çocuklar aç kalmıyormuş gibi bir hava. Ülkeye gelmesi gereken hiçbir yasa gelmiyordu, bunun beraberinde de savaş indirgenemiyordu.
Başkan kimse tarafından sevilmiyordu. Öyle ki kendi oğlu bile ondan nefret ederdi. Halktan seveni tek tük vardı. Sevmeyenler birleştiği taktirde onu yenebilirdi ancak insanları öylesine korkutmuşlardı ki, herkes dut yemiş bülbül oluvermişti.
"Durgunsun," dedi kaygılı bakışların sahibi. Boğazıma oturan yumruyu geçirmeyi dileyerek yutkundum.
"Yorgunum."
"Uyuyabilirsin." Kafamı iki yana salladım.
"Uykum yok. Ruhen yorgunum." Başımı camdan kaldırdım. "Ve bu yorgunluktan nefret ediyorum."
"Yapabileceğim bir şey var mı?" Hafifçe gülümsedim.
"Yok."
Bir açıklama yapmadan başımı omzuna yasladım. Ani temasım sebebiyle kolundaki tüm kasların gerildiğini hissetmiştim.
"Alvina."
"Oflaz?"
"Hiç." Omzunu çekmedi, hatta oturduğu yerde kaykılarak başımı daha rahat ettirmemi sağladı. "Rahat mısın?"
"Hıhı." Kokusunu duymamla beraber uykum gelmişti. Normal miydi?
Bedenim sarsıldığında gözlerimi araladım. Başım bir göğse yaslıydı, bedenim havalanmıştı. Çok geçmeden Oflaz'ın kollarında olduğumu anladım.
"Uçağa geçiyoruz," dedi açıklayarak. "Uyuyabilirsin." Asla reddetmeyeceğim bir teklifti.
Bedenimin yumuşak bir yerle buluştuğunu hissettim, koltuk olmalıydı. Başım bir yere yaslandı. Yastık kadar yumuşak değildi ancak öyle uykum vardı ki, gözlerimi açıp bakmak bile istemedim.
"Oflaz," dedim burada olup olmadığını anlamak isteyerek.
"Buradayım."
Derin bir uykuya daldığımı biliyordum ama o kadar yolumuz yoktu.
"Alvina." İsmimi duymamla belimde bir dokunuş hissetmem aynı anda oldu. "Uyanır mısın?" Aniden yerimde doğruldum, ne olduğunu öğrenmeye çalışarak Oflaz'a baktım.
"Ne oldu?"
"Sakin ol," telefonumu elime koydu. "Normalde uyandırmazdım ama ısrarla çalıyor. Önemli bir şey olabilir mi?" Yarısı açık olan gözlerimle ekrana baktım.
Ares arıyordu. Normalde trip atardı, ben aramadığım sürece aramazdı. Üstelik birkaç kez aramıştı, bir şey olmasa ısrarla çaldırmazdı.
"Ares," dedim sesime ayna tutan endişeyle. "Ne oldu?"
"Vina." Kesin kötü bir şey olmuştu. "Ev taranmış."
"Hangi ev?" Bir günüm normal geçseydi keşke.
"Hector'un olduğu," dediğinde hiddetle ayağa kalktım. Hâlâ uçaktaydık.
"İyi mi?"
"Haber yok. Korumaların çoğu ölmüş... Kaçabilen biri yazdı." Elimi saçlarıma geçirdim.
"Yapacakları işi sikeyim!" Hector ile farklı bir bağım vardı, benim için çok şey ifade ediyordu. Benim toparlanmamı sağlayan en büyük etkendi.
Bunu başkanın yaptığına emindim.
Oğluma bir şey olursa, o zaman götlerini kollasınlardı.
Aksi taktirde hepsi kurşuna dizilebilirdi.
---🫶🏼🪷
Selaaam!
Nasılsınız bebeklerim?
Alvina'nın yapacaklarını düşünüyor musunuzzz???
Bir sonraki bölümde see you canım!
Seviyorum sizi:)))
Öptüm! 💋🪷
Instagram: LeddyAsteria
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.45k Okunma |
109 Oy |
0 Takip |
22 Bölümlü Kitap |