
Merhabaaa!
Uzun bir bölümle geldimm🥹
Keyifli okumalar🫶🏼
-
--🫶🏼🪷
Korku.
Bir süredir bu duyguyu hissetmiyordum.
Ama şimdi, bilhassa köpeğim için o kadar korkuyordum ki... O benim için yalnızca bir hayvan değildi. Oğlumdu, evladımdı, her şeyimdi.
Sinir, korku, endişe... Bu üç duygu birleşince hiç çekilmiyorlardı. Ancak içimde bu üçü de barınıyordu.
"Ben gidiyorum şimdi Rusya'ya," dedi Ares.
"Ben de geleceğim," kolumdaki saate baktım. Akşam oluyordu.
"Vina. Örgütler toplantı yapoyormuş. Katılmak zorundasın." Yutkundum. Öyleydi. "Rusya'da güvenebileceğin biri yok mu? Gidip Hector'a bakabilecek."
"Olga." Derin bir nefes aldım. "Olga bakar." Onu da yormak istemezdim ama mecburdum.
"Vina, sakın pot falan kırma. Ben gidiyorum ve oğlunu sapasağlam getireceğim." Cevap vermedim. "Duydun mu beni?"
"Duydum."
"Pekâlâ, şimdi Olga'ya söyle, derhal Hector'a baksın. Evde değilse de beni arasın." Telefonu kapattım, derin bir nefes alıp koltuğa oturdum. Bunu kim, niye yapardı? Hector'u çoğu kişi bilmiyordu.
Oflaz'ın bakışlarını üzerimde hissetsem de ona bakmadım, titreten parmaklarımla Olga'nın numarasını tuşladım.
"Vina," dedi neşeyle. "Nasılsın?"
"Olga, benim evime gidebilir misin?" Sesimdeki endişe belli oluyordu. "Hector'a bakmak için."
"Giderim." Ayaklandığını duydum. "Konum atabilir misin?" Yorgun olduğu besbelliydi. Yaşı ilerledikçe çöküyordu.
"Atıyorum... Bana haber ver lütfen." Kapısının sesini duydum, kapatıp kitlemişti.
"Vereceğim." Elimi saçlarıma geçirip derin soluklar aldım.
"Alvina." Oflaz'a döndüm yavaşça. "İstersen gidebiliriz." Kafamı iki yana salladım.
"Olga bakacaktır. Ares de gidiyor." Gidersem buraya dönmek istemezdim.
"Emin misin?" Niye ısrar ediyordu? Gözlerimi kırpmakla yetindim. "Hector... Köpeğin mi?"
"Evet," diye mırıldandım ve siması aklıma geldi. Hafifçe gülümsedim. "Oğlum. Çok akıllı bir çocuktur. En çok beni sever. Ödül mamalarından bile çok... Her şeyi hissedebilir, ona ihtiyacım olduğunu anlar mesela." Gülümsemem genişledi, gözlerine baktım. "Bir gün kolumu kesmiştim, bütün gece yanımda yatmıştı. Dönmeye çalıştıpım her hamlemi engellemişti." İç geçirdim. "Benim için yeri çok ayrı, Oflaz." Gözleri yanaklarıma kaydığında ağladığımı yeni öğrendim. Gözyaşları yüzümde bir yol oluşturmuştu. "Ona bir şey olmaz, değil mi?"
Koltukda hemen yanıma oturdu Oflaz. Beklemediği bir anda, ummayacağı bir hamlede bulundum. Kollarımı boynuna doladım, başımı omzuna yasladım. Göğsündeki tüm kaslarının gerildiğini hissetmiştim. Tek elini belime yerleştirdi, parmakları küçük dokunuşlarla orada oyalandı. Elini fazla bastırmıyordu, öyle ki teması varla yok arasıydı.
"Oğluna bir şey olmayacak, Alvina." Hıçkırarak ağlamak istiyordum, kendimi sıktığım için de başım ağrımaya başlamıştı. "Sıkmasana kendini." Dilini damağına vurdu, tok bir ses çıktı. "Hem belki benimle tanıştırırsın onu?"
"Umarım." Uzun bir süre ona sarıldım, hiçbir şekilde geri çekilmedi. Hatta derin nefesler aldığına yemin edebilirdim. Teması seven bir insandım, sarılmayı da öyle. Ama Oflaz'a sarılmak daha... Güven vericiydi, güzeldi, başkaydı. Ben niye böyle şeyler düşünüyordum?
"Nasıl tanıştın Hector ile?" Cidden merak ediyor muydu?
"Pera, eczacıydı. Sattıkları mamalardan köpeklere de veriyorlardı. Orada görmüştüm, daha minicik bir bebekti." Gülümsedim. "Kıyamadım ve yanıma aldım." Güldüm kendi kendime. "Ares pek istememişti, çok da tartışmıştık." Zaferle gülümsedim. "Sonunda kabul etti."
"Pera... Önceden mi tanışıyorsunuz?" Zihnimi meşgul etmeye çalışıyordu, engel olmadım; ihtiyacım vardı.
Hâlâ ona sarılmam ise ne büyük ironiydi! Yavaşça kenarı çekildim. Kırmızı rujum silik bir şekilde omzuna sürülmüştü. Ancak dikkatli bakamdan gözükmezdi.
Dirseğimi uçaktaki küçük koltuğa yasladım, avcuma ise yüzümü yerleştirdim. Gözlerimi açarak ona baktım, o zaten bana bakıyordu.
"6 yıl önce." Hikayemin bir kısmını zaten biliyordu. "Amcam yüzünden yaralıydım, dışarıda nöbetçi eczane arıyordum gazlı bez ve batikon bulmak için." Başka zaman olsa anlatmazdım belki de. Ama verdiği güven ile karşımda duruyorken ve gözlerime bakıyorken bu imkansızdı.
"Ne yarası?"
"Bıçak." Derin bir nefes aldım. "Pera bırakmadı beni öyle görünce, evlerine götürdüler falan. Anlattım her şeyi. Polise gitme şansları da vardı elbette, ama bunu reddettiler."
"Hastaneye gitmedin mi?" Yüzü, sesi ifadesizdi ama gözlerindeki merak duygusunu seçebilmiştim.
"Ares tıp okudu. Pera da biliyor bir şeyler. İmkanları da vardı, yara da çok derin değildi." Bacakları bacaklarıma değiyordu ve ben bundan bile rahatsız olmuyordum. "Hastaneye gidip ifade vermekle de uğraşmak istemedim."
"Alvina." Gözlerimde oyalanmayı sürdürdü. "Yaran nerendeydi?" Bakışlarımı karnıma indirdim. Parmağımı göbek deliğimin üzerindeki yara izine bastırdım.
"Karnımda."
"Pera ile aranda farklı bir bağ var." Kafamı salladım onaylayarak.
"Pera," derin bir nefes aldım. "Beni hayata tekrar bağlayan insandı. Ares de öyle... Ama, Pera'nın günlerce başımda beklediğini, bir gün şikayet etmediğini biliyorum." Bakışlarım durgundu. Aklıma Ares'in dün söyledikleri geliyordu. Üzerine gidip belki de tartışmak istiyordum ancak oğlumu bulmadan bunu yapamazdım.
Telefonumun çalma sesini duydum, direkt yabancı numaradan gelen çağrıyı yanıtladım.
"Selam, şekerim." Yüzümü buruşturarak dinlemeye başladım. "Haberleri almışsındır."
"Elbette," dedim sakince. Fırtına öncesi sessizlik. "Haberlerin kötüleşmesi durumunda size yaşatacaklarımı düşünüyorum." Sessiz kaldı. "Hoş, iyi yönde gitse de bunu yapacağım."
"Hadi ama! Zaten kimse sana inanmıyor. Artık başkanın tarafına geç, kızım. Geç ve yükselişini izle." Güldü. "Böylece sevdiklerine ve sevgiline de zarar gelmez." Tiksintiyle nefesini verdi.
"Hâlâ bu konuda inancınız var mı?" Olumlar mırıltılar duydum. Oflaz'ın bakışları üzerimdeydi ama ben göz teması kurmuyordum.
"Gün gelir devran döner," dedi saçma bir güvenle.
"O güven senin götüne girer!" diye şakıdım neşeyle. Kendi kendime güldüm. "Saçmalıyorsun. Korkuyorsun." Alayla iç çektim.
"Beni küçümsemeyi bırak, kızım."
"Kendini bu duruma sen düşürüyorsun, başkan. Korkuyorsun, çünkü zamanı geldiğinde seni öyle bir öldüreceğim ki; her ülkeden insanlar beni konuşacak... O gün belki de ben de biteceğim, her şey olabilir... Ancak duvarlara gururla yazılacak tek bir isim olacak. Sen hep nefret kaynağı olacaksın."
"O günü iple çekiyor olacağım." Gülümsediğini hissettim.
"Ölmek için hevesli olan bir pezevenk, ha? Bayılırım!" Telefonu yüzüne kapattım, en kızdığı şeylerden biriydi. Öfkeyle nefesimi verdim, elimi yüzüme bastırdım. "Belasını sikeceğim!" diye fısıldadım yemin eder gibi.
Oflaz sessiz kaldı, ve kalan 10 dakikalık yolda hep düşündüm. Uçak durdu, indik ve arabaya bindik. Ancak hâlâ düşünüyordum, olasılıklar peşimi bırakmaya niyetli değildi.
Telefonumun çaldığını duymamla başımı yasladığım soğuk camdan kaldırdım. Oflaz'ın delici bakışlarını üzerimde hissettiğimde usulca ona döndüm.
"Telefonun 2 kere daha çaldı." Yüzümü seyretti. "Çok dalgınsın. Toplantıya gelmek istediğine emin misin?"
"Eminim." Çağrıyı yanıtladım. Olga arıyordu.
"Olga?" Koşuşturma seslerini duydum, soluk soluğa kalmıştı.
"Vina, eve giremiyorum." Kaşlarım aniden çatıldı, kalbimin kasıldığını hissettim. "Kapıda başkanınızın adamları var. Senin gelmeni istiyorlar." Duraksadı. "O toplantıya gitme, Vina. Ne olursa olsun sana zarar vermek istemezler... Orada bir şey olacak, seni uzak tutmak adına çabalıyorlar." Rusça kelimeleri endişeli ruhunu yansıtıyordu.
"Olga, sandığın kadar iyi niyetli değiller." Çıldırmanın eşiğindeydim, sakinliğim göz yaşartıcıydı. "Muhtemelen sinirleneceğim bir şey olacak, ya da dediğin gibi zarar göreceğim." Ben de Rusça konuşuyordum. Oflaz'ın da anladığına emindim. "Ki bu durum beni daha da delirtecek... Olga, oraya gideceğim."
"Vina," dediğinde sesi yalvarır gibiydi. "Gitme. Bir kere de olsa beni dinle, gitme."
"Gideceğim." Gitmediğim taktirde kazandıklarını düşüneceklerdi. "Ares gelip bakacak."
"Onu da içeri almazlar." Göremeyeceğini bilsem de gülümsedim.
"Olga, Ares'i tam olarak tanımıyorsun. Sandığından daha zeki, güçlü bir adam." Oflaz'ın bakışlarını üzerimde hissetmek tuhaftı. İfadesiz gözleriyle yüzümün her bir yanını inceliyordu.
"Ne dersem boşuna diyorum." Olga'yı sinirlendirmek kolay değildi ancak bunu da becermiştim. "Dikkat et, Vina." Çağrıyı sonlandırdı.
Başıma feci bir ağrının girdiğini hissettim. Son zamanlarda kendimi yoruyordum, yıpratıyordum ama insanların umurunda değildi.
Sokağa tek başıma çıkmaya çekinir olmuştum en basitinden.
Başkanın soyundan geldiğimden dolayı büyük bir kesim benden nefret ediyordu. Bu durum beni iyiden iyiye bitiriyor, tüketiyordu.
İntihar düşüncesini aklıma mıhlıyordu mesela.
Rahatsız edici bakışlarından, aşağılayıcı konuşmalarından bıkmıştım.
Evet, söylediklerim onlardan yanaydı ama inanmak dahi istemiyorlardı. Onlara göre yalnızca bir yem, casustum.
En son bir kadına yardım etmek adına dışarı çıktığımda, onu öldürmeye çalışan adama kaçmıştı. O an, kalbime yüzlerce hançer saplanmıştı.
Çünkü ona zarar vereceğimi düşünmüştü.
Sabaha kadar uyuyamamıştım, içmiştim. Hatta o kadar içmiştim ki, zehirlenme yaşamama ramak kalmıştı.
Arabanın camından özgürce dışarı bakabiliyordum ancak bu camdaki filmler sayesindeydi. Aksi taktirde taşlanacağımı düşünüyordum.
"Alvina?" Usulca Oflaz'a döndüm. "Geldik." Kafamı salladım, ayağa kalkıp arabadan indim.
Direkt yanımda durdu, elini belime yerleştirdi. Elinin baskısı kalbimin ritmini bozmaya yetiyordu. Pekâlâ, buna dayanabilirdim. Umarım.
Başımı omzuna yasladım, yarım ağız gülümseyerek bizi bırakıp giden aracı seyrettim. Yüksek, zırhlı araç önümüzden gidince kabak gibi ortada kalmıştık.
Çevreden şok nidaları dökülürken çenemi dikleştirdim, gözlerimi kısıp etrafı izledim.
Kalabalık vardı ama kuruydu. Neşeli insanlardan uzaktı. Kadınlar ve çocuklar çok azdı, erkekler ise market alışverişine çıkmıştı. Korkuyorlardı. Çünkü yasalar ve yasaklar tamamen değişmişti.
Bir adamın parmağıyla beni gösterdiğini gördüm, yanındaki kadına göstermişti. Sarışın kadın yüzünü tiksintiyle buruşturdu. Oflaz'a döndüğünde ise saygıyla selam verdi. Ona saygı duyuyorlardı.
"Bazen beyinleri devre dışı olabiliyor," diye söylendim kendi kendime.
"Anlamak adına çabalamıyorlar, Alvina. Beyinleri değil, hissiyatları devre dışı." Hiçbir şey söylemedim.
Seyrek geçen arabalardan birkaçı bizi görünce durdu, karşıya geçip büyük bir binaya ilerledik.
"Korumalar yok mu?"
"Hayır," hafifçe yüzüme eğildi. "Kendisine güvenen bir lider, arkasında koruma gezirmektense ölmeyi yeğler." Geri çekilirken çenesi saçlarımla temas etti, içimi titretebilecek cinstendi dokunuşları.
"Aptal bir adam bunu yeğler," iddiayla konuştum. "Düşmanı çok olan bir lider, böyle bir zamanda sevdiğine zarar gelmesini istemez." Gülümsedim, kafamı yasladığım yerden kaldırıp ona göz kırptım.
"Ya da doğrudan sevdiğine zarar gelmesine izin vermez," sadece yüzüme bakıyordu... "Herkes farklı bir anlam çıkartacaktır, ki liderler buna karar vermiş."
"Matt itiraz etmiştir," dedim emin bir sesle.
"Hay senin Matt'ine de..." Kısık sesle mırıldandığı şeyi duymadığımı düşünüyorda yanılıyordu.
"Oflaz?"
"Alvina."
"Matt'e niye laf atıyorsun?"
"Laf mı atmışım," dedi lakayit bir tavırla. Kafamı salladım.
"Attmışsın, evet."
"Vah vah," dedi yapay bir üzüntüyle. "Çok ayıp olmuş, Alvina." Dirseğimi karnına geçirdim, ani hareketimle duraksadı. "Etkilendim, bu çok iyiydi." Sırıtarak ona döndüm.
"Ben seni bir etkileyeceğim..."
"Sükûnet ile beklemekteyim." Gözlerimi devirmemek için zor durarken binaya iyiden iyiye yaklaşmıştık.
Sarı varakları olan, gösterişli yapının kapısındaki korumalara baktım dikkatlice. Başkanın tarafından oldukları barizdi. Ki örgütdekilerin koruma olayını reddetmesinin de bir açıklaması yoktu. Kesinlikle bir halt yiyeceklerdi. Beni görmeleriyle başlarıyla selam vermeleri bir oldu, bir şey demeden onlara bakmayı sürdürdüm.
Oflaz'ın hâlâ belimde olan eli varlığını hissettirmekten bir an olsun vaz geçmezken gözlerimi yüzüne çevirdim.
"Tanıyor musun?" Adımları sola doğru yönelince ben de o tarafa yürüdüm.
"Hayır." Asansöre yaklaştık, düğmesine bastığında gelen kabine bindik. "Onlar beni tanıyor."
"Başkan sana değer veriyor, diyemem. Ancak sanki önemsemek zorunda gibi." Kafamı salladım, asansörün aynasındaki yansımamıza baktım. Uyumlu bir çift gibi gözüküyorduk. Aramızdaki boy farkına odaklanmak istemedim, yüzlerimize baktım.
Dağınık, koyu kahve saçları, kemikli ama çocuksu görünen yüzü... Çattığı zaman sert bir adama dönüştüğü biçimli kaşları, dolgun dudakları, hokka gibi yüzüne tam oturan burnu... Yakışıklı bir adamdı, bunun da farkındaydı. İstemsizce derin bir iç çektim.
"Alvina," dedi keyifle sırıtarak. "Ne oldu?"
"Hiç," yutkundum. "Güzele bakmak sevap." Gözleri irileştiğinde bebeklerine alay parıltıları yerleşti. Asansör hemen şimdi durmalıydı! Anlık bir boşlukla söylediğim şey yüzünden benimle dalga geçecekti, mimiklerinden belliydi.
"Alvina." İsmimi şiir okur gibi söylemese ne de güzel olurdu. Böyle seslendiği zaman kalbimde bir yerler çiçek açıyordu. Bu histen nefret etmiştim.
"Hım?" Asansörün kapısı açıldı, adımlarımız eş değer hızlarla ilerledi. Tabii, onun bir adımı benim yaklaşık üç adımıma tekabül ettiğinden ben daha hızlı yürüyordum.
"Utandınız mı, madam?" Yüzümü buruşturduğumda bir an güleceğini düşünmüştüm.
"Aynen, hayatım." Duraksadı. "Sevgilime iltifat ettim, o yüzden utandım." Gözlerinin üzerimde yoğunlaştığını hissetsem de önüme odaklandım.
"Hayatın, demek..." Onu bu ortamda tersleyemeyeceğimin farkındaydı.
"Evet, hayatım." Sesimdeki ikazı anlamasını umdum, aksi taktirde daha toplantı başlamadan sinirlerim tepeme fırlayacaktı.
"Soldaki kapı, hayatım." Cidden kulağa iğrenç geliyordu. Tiksinir gibi ona baktığımda hafifçe gülümsedi. Dudaklarının oluşturduğu hoş kavise baktım, kadifeyi anımsatıyordu ve bu içimde dokunma hissiyatı açığa çıkarıyordu. Kafamı iki yana salladım. Neler düşünüyordum?...
Elimi kapının kulbuna yerleştirdim, çalma gereği duymadan açıp damdan düşer gibi içeri girdim.
"Bu kız hâlâ çatlak," Levent'e ters ters baktım. Cidden nefret ediyordum!
"Sus lan, Levent." Gözlerini devirdiğinde boş sandalyelerden birine yaklaştım. Tüm üyelerin yüzünde merak vardı. Teker teker hepsine baktım, sandalyeye oturmadan selam verdim. "Merhaba, canım liderlerim!" Matt dışındakiler beni öldürmek istiyormuş gibi bakıyordu. "Nasılsınız?" Oflaz yanımdaki sandalyeye oturdu, elini yavaşça bacağıma yerleştirdi. Kısa bir an duraksadım, açıkta kalan tenime temas eden güzel parmaklarına baktım. "Amaaan, kötü olsanız da banane."
"Vina?" Merakla Matt'e döndüm.
"Efendim?" Hemen karşımdaki sandalyede oturuyordu. Göz temasını kesmediğimde konuştu.
"Başkanın yapabileceği hamleyi tahmin edebiliyor musun?" Yanında henüz yeni savunucusu yoktu. Kafamı iki yana salladım, cevap vereceğim sırada Oflaz önce davrandı.
"Diyelim ki, biliyor," dedi sert bir sesle. Kaşlarımı çatarak ona döndüm. "Seninle paylaşmak zorunda mı?" Yüzü hiç olmadığı kadar ciddiydi. Halbuki ortada bir şey yoktu.
"Hepimizi ilgilendirdiğinden dolayı, evet. Zorunda." Gözlerini kıstı. "Sen niye bu kadar büyüttün?" Gerginliği almak -ki bu imkansızdı- adına konuştum.
"Beyler, sakin." Liderlere döndüm. "Hamleyi tahmin edemiyorum, ancak zarar göreceğiniz bir şey." Oflaz'ın eli bacağımda durmaya devam ediyordu, insanları içgillendirmemek adına elimi elinin üzerine kenetledim.
"Göreceğiniz derken?" Kadın lidere döndüm, gözlerinde merak vardı.
"Beni buradan uzaklaştırmak adına bir hamlede bulundular," herkes pür dikkat dinliyordu. "Demem o ki, bu olaydan zarar görmemi istemiyorlar. İstemedikleri şeyi de yapmazlar." Sesimde şüpheye yer yoktu. Aslında böyle yapıp bana zarar vermeyerek, halka karşı beni daha da kötülüyordu. Sanki onları destekliyormuşum gibi bir izlenim yaratıyorlardı.
"Vina." Julia'ya döndüm. "Bak, beni yanlış anlama ama-," yüzümdeki ifade cümlesini böldü, derin bir nefes alıp devam etti. "Seninle ilgili çok çelişki yaşamıştık, ancak Matt bunları indirgemişti." Yine aynı konuya mı gelmiştik? "Senin başkanın safından olma ihtimalin öyle yüksekdi ki bizim için," aksanlı Türkçesi ile konuşuyordu. "Bunu destekleyecek hiçbir şey yapmaman ya o taraftan olmadığını ya da iyi rol yaptığını gösteriyordu."
"Julia," dedi Matt katı bir sesle. Oflaz'ın delici bakışları da ona değindi, elini daha sıkı tuttum uyarmak ister gibi. "Vina'yı tanımıyormuş gibi konuşuyorsun."
"Sözümü kesme." Tekrar bana döndü. Cümlesini nereye bağlayacağını merak ediyordum. "Açıkcası bir dönem buna inanmıştım. Matt öyle güveniyordu ki sana, gözlerinin içinden anlaşılabiliyordu." Durdu, söyleydiğinde vereceğim tepkiden delicesine tırsıyordu. "Şimdi bunları söylemek zor. Vina, doğruyu söylemek gerekirse ben senin hâlâ başkanın safında olma ihtimaline inanıyorum." Diğer üyelere baktı teker teker. "İnanıyoruz."
"Bu yola çıkmanızı sağlayan kişi benim, Julia," dedim gülümseyerek. "Elbette, demiyorum ki bana güveneceksin." Gözlerimi kıstım. "Güveneceksiniz. Ama... Sizce de bu yaptığınız nankörlük değil mi? Bir çoğunuzun-." Düzeltme ihtiyacıyla ekledim: "Hepinizin ayakta durabilme sebebi ben değil miyim?" Sessiz kaldılar. "Size göre başkanın safındayımdır, amenna... Bunu düşünün, buna inanın. Ancak bir daha yüzüme söyleyemeyi denemeyin." Derin bir nefes aldım. "Aksi hâlde bu kadar sakin olacağımı sanmıyorum."
Gözlerim Matt'e değindi. Yalnızca bana bakıyordu, göz göze geldiğimizde gözlerini yumdu hafifçe. Beni destekliyordu, bunu söylemeye çalışıyordu.
"Saçmalama Julia." İlla beni delirtmek falan mı istiyorlardı? "Vina neden onu tecavüz eden akrabaları ile iş birliği yapsın ki, bir düşünün yani." Robert'a kitlenmiş bir şekilde baktım. Yüzümde öfkenin kırıntıları vardı. Bunu dile getirmemelerini söylemiştim. Ki yaptıkları sadece bir kadını yarasından vurmaktı. Bardağı taşıracak son cümleyi kurdu: "Tabii bu olayların aslı astarı varsa."
"Ne diyorsun lan sen?!" Oflaz'ın hızla ayaklanması ile sandalyesi geri düştü. Robert'ın üzerine yürümesiyle suratına yumruğu geçirmesi bir oldu. Herkesin yüzüne oturan şaşkınlık genişlerken başım ağrımaya başlamıştı. Kimse Oflaz'ı tutmak için çaba sarf etmiyordu. Etseler de başarısız olacaklarını biliyordum. Öyle sinirli, nefret dolu duruyordu ki... Onun bu yüzü ile tanışmak istemezdim.
Olay o kadar hızlı gerçekleşmişti ki, yere mıhlanmış gibi hissediyordum. Onun bu denli sinirlenmesi... Amcamdan bahsederken o gece demiştim. Açmak, daha fazla yaymak istememiştim ancak şimdi öğrenmişti. O gün tam olarak anlamamasına rağmen sinirlenmişti.
Buradan çıkar çıkmaz Ares'e gitmek istiyordum. Omzunda hıçkırarak ağlamak, tüm yaşadıklarımı yeniden anlatmak.
Aklıma tekrar Hector geldi, kalbime oturan sinir arttı.
"Robert," diye sırıtarak yanlarına gittim. Asıl yıkıcı darbeyi ben yapacaktım, duygusal açıdan. Matt'in kaşları çatıktı, hamlemi bekliyordu. "Oflaz," sesimi yumuşatarak ismini dile getirmiştim. Duymadı ya da umursamadı, yüzüne bir yumruk daha geçirdi. Yüzündeki, kolundaki damalarlar belirginleşmişti. Gözleri öyle sert bakışlara ev sahipliği yapıyordu ki, gören herkes tırsabilirdi.
Robert'ın boyu yanında kısacık kalmıştı, ona eremediği için hamlede de bulunmuyordu. O örgütün sözcüsü ise korkudan kızarmaya başlamıştı.
"Bir daha söyle bakayım, siktiğimin pezevengi!" Oflaz'ın sesindeki ton o kadar doğrucuydu ki, bir an ben bile korktum.
Elimi koluna yerkeştirdim, hafifçe sıkmamla bana döndü. Gözleri gözlerime değdiğinde yutkundum.
"Sakin." Elimi kolunda kaydırarak avcuna yerleştirdim, parmaklarını sıkıca kavradım. Elini geri çekmedi ama tutmadı da, öylece kaldı.
"Bir adamın arkasına saklanmayı mı huy edindin?"
"En azından bir adamın arkasına saklanıyorum," dedim alayla. "Senin gibi yapıp, 4 adama sığınmıyorum." Gözleri kocaman açıldı. "Hoş, evli de değilim. Sevgilimi de aldatmıyorum... Yani, konumlarımız denk değilken beni sorgulayamazsın, yargılayamazsın." Yutkundu. "Robert, senin zeki bir adam olduğunu düşünürdüm; en ufak bir zeka kırıntısı barındırdığını bilmeden." Oflaz'ın gözlerindeki duygu gurur muydu? "Hediyemi beğenmeni umuyorum."
"Vina." Çaresiz kalmıştı. Dananın kuyruğunun kopacağı mertebedeydi.
"Karına iletirim," dedim diğerlerinin de sesimi duyması için hafifçe bağırarak. "Onu 4 kişiyle aldattığını." Elimi mideme koyup iğreniyormuş gibi bir ses çıkardım. "Üstelik 4 erkek ile. Aynı anda."
"Ne?" dedi Julia fal taşı gibi açılmış gözleriyle.
"Duydun, sayın japon balığı hanımefendi." Yüzünün morardığına şahit oldum, gülmemek adına kendimi sıktım. Dudaklarını biraz daha şişirirse ya maymun kıçı ya da balık ağzı olacaktı. Evet, insanları seçimleri dolayısıyla yargılamamalıydım. Ancak onlar beni elimde olmayan şeylerden sebeple o kadar yargılamışlardı ki, yaptığım her şey müstehak geliyordu.
Robert bugün söylediklerini söylemeseydi, bu sırrını bir süre daha saklardım. En azından herkesin içinde söylemezdim. Onu da yönelimi, seçimleri hakkında suçlamak haksız hissettiriyordu ancak karısını aldatması ve hâlâ yüzüne bakabilmesi daha boktandı. Üstelik 3 çocukları varken.
"İstenmediğin bir ortamda durman ne kadar doğru?" Gözlerimi devirip Levent'e döndüm.
"Sevgilimin istenip istenmediğine sen mi karar veriyorsun?" Benden önce verilen cevap gerek ortama gerek kalbime yıldırım etkisi yarattı.
"Gurursuz bir kadın." Levent'in cidden sorunları olduğunı düşünmeye başlamıştım.
"Levent, gururu senden mi öğreneceğim?" dedim onu pek de kâle almayarak. "Sen ki, senden nefret ettiğini söyleyen kadına defalarca ağlayan, reddedilemelere doymayan bir adamsın." Kadını sevdiğini de sanmıyordum. Bu işten de çıkarları mutlaka vardı.
"İnsanları yaralarından vurman hoş değil, Vina." Usulca Jack'e döndüm. Bugün ilk defa konuşmuştu. Bana en ılımlı yaklaşanlardandı.
"Jack, seni kırmak istemiyorum." Kafasını salladı, başka bir şey söylemedi. "Hepinize de bravo, sözde önemli şeyler konuşacaktınız." Matt'e döndüm, Oflaz'a bakıyordu. Elini tuttuğum adama baktım. Birbirlerine öyle nefretle bakıyorlardı ki, bir an yanlış gördüğümü düşünüp emin olamadım.
"Levent, Julia, Robert," dedi Oflaz tehditkar bir tonla. "Başınıza geleceklere asla şaşırmayın." Açık açık sunduğu tehdit sonra iddia ile Matt'e de baktı.
"Hepinize berbat günler." Elini tutuşumu gevşettim, peşimden çekiştirdim.
"Alvina." Kapıdan çıkmış, asansöre ilerliyorduk. Kabine girince yavaşça elini serbest bıraktım.
"Efendim?"
"Sana karşı olan bu nefretleri... Normal değil."
"Hiçbir şey normal değil, Oflaz." Telefonumu çıkardım, Ares'in numarasını tuşladım.
"Vina!" dedi açar açmaz. "Ben de seni arayacaktım." Yutkundum. Oğlum nasıldı?
"Hector," dedim güçsüzce. "İyi mi?"
"Seni buraya çekmek için yapılmış. Adamlardan birkaçı tedavi ediliyor." Asıl sorumu cevaplamamıştı.
"Ares!" İkaz dolu sesimle derin bir nefes aldığını işittim.
"Yaralanmış." Yüzüm bir anda donuklaştı. "Ciddi bir şey değil ama canı çok yanmış, Vina."
"Şu an nerede?" Sesimin titremesinin sebebi kaybetme korkusuydu.
"Türkiye'ye getireceğim, istersen."
"Getir," dedim hiç düşünmeden. "Ama-," cümlemi böldü.
"Bana emanet. Başka bir zarar görmeden, canını acıtmadan getireceğim. Söz." Telefonu kapattı, derin bir nefes aldım.
"İyi mi?" Oflaz'ın güzel gözlerine baktım, kafamı salladım.
"Yaralı." Ares bu konularda yalan söylemezdi. Bu yüzden yalnızca ufak bir sıyrık olduğunu umuyordum.
Binanın çıkış kapısına yaklaşmıştık, acelesiz adımlarla ilerliyorduk. Etrafı süsleyen çiçeklere dalgınca bakarak yürürken bir ses duydum, aynı anda bedenim de sağa doğru savruldu. Bir hışımla arkamı döndüm. Algım kapanmış gibi hissediyordum.
Duyduğum ses kurşun sesiydi.
Bana gelmesi, beni yaralaması istenen kurşunun sesi.
"Robert!" diye bağıran Matt'in sesini işittim.
Gözlerim Oflaz'ı bulduğunda başta inanmak istemedim, fakat anda kalmak zorundaydım.
Robert'ın elinde bir silah vardı, tek bir kurşun çıkmıştı. Bana ateş etmeyi hesaplıyordu, peki ben niye vurulmamıştım? Çünkü...
Oflaz, beni kenarı iterek ve üzerime kapanarak kurşunun yönünü sekteye uğratmıştı.
Kurşunun yeni yeri Oflaz'ın sırtıydı.
"Alvina." Koluma dokunup beni sarsmasıyla bilincimin yerine geldiğini anladım, yüzümdeki endişe ile gözlerinin içine baktım. "Gel." Elimi tutup beni çekiştirdi, omzumun arkasından geriye baktım. 3 iri yarı adam, Robert'ı kollarından sürükleyerek çıkışa götürüyordu.
Sanki dilim lâl olmuştu.
Beni şaşırtan Robert değildi.
Asıl şaşırdığım Oflaz'ın beni korumak için vurulmasıydı.
"Sen..." Yüzünde hiçbir acı belirtisi yoktu. Üstündeki siyah ceket ise akan kanı kamufle ediyordu. "Oflaz." Ayaklarım yere çivilenmiş gibi durdum, usulca bana döndü. "Vuruldun?"
"Vuruldum," dedi gözlerimin içine bakarken. Tekrar elimi çekiştirdi, karşı koymayarak yürüdüm.
"Nereye gidiyoruz?" Arabasına yaklaştık, arka kapıyı açarak içeri geçmemi bekledi. Arabaya bindiğimde kapıyı kapattı, aracın etrafında dolanarak diğer kapıyı açtı, o da bindi. Bu durumda bile benim için kapıyı mı açıyordu?
"Bakmasana öyle." Alık alık ona bakıyordum, hoş haksız da sayılmazdım. Üzerindeki ceketi bir çırpıda çıkardı, arabanın diğer köşesine koydu. Şoförün de ön koltuğa yerleşmesiyle son sürat ilerlemeye başladık.
"Sen şaka mısın ya?!" Gözlerim gömleğine kaydığında kıpkırmızı olduğunu gördüm, sertçe yutkundum.
"Başladık," dedi hoşnutsuz bir nefes verirken. "Ne yapsaydım, vurulmanı mı izleseydim?" Gömleğini de çıkardı, ön koltukta oturan koruma torpidoyu açıp ilk yardım kiti uzattı. Elime aldım, kapağını açtım.
"İzleseydin, Oflaz." Kafamı iki yana salladım. "İzleseydin!"
"Kurşun içeride mi?" Gözlerimi kısıp ona baktım.
"İlahi güçlerim mi var?" Anlamamış gibi baktı. "Arkanı dön, be adam. Görmeden nasıl anlayacağım?" Sırtını döndüğü an yüzümü buruşturdum, kandan gözükmüyordu bile. Kitten aldığım streil bez ile oluk oluk akan kanı temizlemeye çalıştım. Elim, tırnaklarım hatta elbisem bile kan olmuştu. "Oflaz..." Kurşunun içeride olduğu barizdi.
"Tamam," bana doğru döndü, titreyen elime baktı. Kan kokusu bana ait olmadığında kesinlikle midemi bulandırıyordu. "İyi misin sen?"
"Oflaz," dedim dişlerimin arasından. "Sorun benim iyi olup olmamam mı?"
"Değil mi?" Araba ara sokaklara saptı, tenha yerlerde ilerledi.
"Hayır!"
"Alvina, sakin ol." Kafamı iki yana salladım sinirle.
"Şunu söyleyip durma." Araba bir evin önünde durdu, hızlıca indik. Oflaz'ın adımları hiç zorlanmıyormuş gibi bir izlenim verse de canın yandığına emindim.
Korumalardan biri kapıyı açtı, içeri geçtik. 3 katlı, lüks bir binaydı. Korunaklı olduğu her hâlinden belliydi.
Evin içindeki merdivenleri çıktık, 2. katta durduk. Oflaz korumalara bir bakış attı, hepsi aşağı geri indiler. Kattaki bir odanın kapısını açtı, içeri girip bana baktı. Onu takip ettim, etrafa kısa bir bakış attım. Her yer siyahtı, kasvetliydi.
"Alvina." Büyük, geniş yatağa oturdu. "Birazdan Dian gelecek." Onun Muğla'da olduğunu düşünüyordum. "İleride, sağdan 3. odadaki dolapta büyük bir çanta olmalı. Alıp gelir misin?"
Bir şey söylemedim, dediği odaya yöneldim. 3 dolap vardı, hepsini teker teker açtım. En son açtığımda çanta ile karşılaştım, içinde ne olduğunu merak etsem de hızla Oflaz'ın yanına döndüm.
"Koskoca mafyasın, yanında yaşayacak bir doktor bulamadın mı?"
"İnsanlar oyuncağım değil, Alvina." Söyleyecek bir şey bulamadım, onun bedenini süzdüm.
Kaslı bir vücudu vardı. Hayır, aşırı kaslı... Baklavaları, kol kasları o kadar güzel ve belirgindi ki; insanda dokunma isteği uyandırıyordu.
"Beğendin mi?" diye sordu çapkınca sırıtarak. Omzundaki kasları hareket ettirdiğinde yutkundum.
"Estağfurullah," dedim dalgınca. "Onlar beni beğenmiş mi?" Güldü, içten bir gülüştü. Tam şu an görünmez olsam ne güzel olurdu.
Canı acımıyor muydu cidden?
"Elbette." Göz kırptı, yüzümü buruşturdum.
"Çok fenasın." Bozulmuş gibi baktı, kaşlarını kaldırdı.
"Teessüf ederim." Kapının tıklatılmasıyla oraya yöneldim.
"Açayım mı?"
"Açma, kan kaybından öleyim." Gözlerimi devirip alt kata indim, kapıyı açtım.
"Selam," dedi Dian keyifsiz bir sesle. Üzerinde rahat bir eşofman takımı vardı. Aklıma ayağımdaki çizmeler gelince duraksadım. En kısa zamanda değiştirsem harika olurdu.
"Selam." Üst kata çıktığımda peşimden geldi. Odaya girdim, fakat o dışarıda durdu.
"Ellerimi nerede yıkayabilirim?"
"Lavaboda," diye konuştum bilinçsizce. Elbette lavaboda yıkayacaktı.
"Lavabo nerede?" Beni daha fazla zor durumda bırakmak istemiyormuş gibi sözü devraldı Oflaz. Bu evi bilmiyordum, pot kırmak da istediğim bir şey değildi.
"İleriden sola dön." Dian'ın oraya yönelmesiyle Oflaz'ın oturduğu yatağa yaklaştım. Hemen yanına oturdum, yarasına kısa bir bakış attım.
"Acıyor mu?" Dudaklarıma baktı, ardından tüm yüzümde dolaştı güzel gözleri.
"Dayanamayacağım bir şey değil, Alvina. Düşünüp zihnini yorma."
Cevap vereceğim sırada Dian içeri girdi, boğazını temizledi.
"Bakabilir miyim?" Oflaz'ın yanından kalkacağımda elini dizime koyup beni durdurdu. "Sen oturabilirsin." Oflaz'ın sağına geçti, yaraya inceleyerek baktı. "Çarşaf temiz mi?" Kafasını salladı Oflaz. "Tamam, uzanabilirsin." Ayağa kalktı, ayakkabılarını çıkarmadan gri çarşafın üzerine uzandı.
Dian az önce getirdiğim çantadan eldiven aldı, ellerine geçirdi. Büyük bir şırınganın içini anestezi olduğunu düşündüğüm sıvı ile doldurdu. O sırada Oflaz başını yastığa koyup yan bir şekilde yerleştirdi. Gözleri benim üzerimdeydi.
İğneyi yavaşça tenine batırdı, canının acıdığını düşünerek elimi yataktaki elinin üzerine yerleştirdim. Bir an gülümseyeceğini düşünmüştüm.
"Bölgesel uyuşturma yapmadım," dedi Dian bana bakarak. "O şekilde illaki acı çekebilir."
"Dian," dedi Oflaz sinirle. Yüzü huzursuz olmuştu aniden. Ardından sessizleşti, uyuşmaya başlamıştı.
"Vina." Dian'ın sessizliği bozmasıyla irkildim.
"Efendim?" Elim hâlâ Oflaz'ın elindeydi, gözlerim yüzündeydi.
"Onu seviyor musun?" Harelerimi Dian'a çevirdim. O yara ile ilgileniyordu.
"Evet," dedim yalın bir sesle.
"Umarım." Kaşlarımı kaldırdım. "Bak, Vina. Seninle açık konuşacağım."
"Ne söylemeye çalışıyorsun, Dian?" Bugün her şey üst üste geliyordu.
"Zaten sana bahsetmiştir." Derin bir nefes aldı. "Annesinden dolayı kapanmayacak yaralara sahip." Mimik yapmamak adına kendimi sıktım. "Demem o ki, onu üzme Vina. Bu zamana kadar doğru mutluluğa sahip olamadı... Ancak senin yanındayken gözlerinin içi gülüyor."
"Dian, doğruyu söylemem gerekirse bu konuda söz hakkına sahip olduğunu düşünmüyorum... Ama için rahat edecekse, onu her hâliyle sevip sarıyorum. Annesiyle yaladıkları onun mazisinde kaldı; bir toz gibi üstüne üşüşmesine izin vermiyorum." Annesini tanımıyordum, yaptıklarını bilmiyordum...
"Elbette, en iyisini sen bilirsin." Bana baktı, gülümsedi. "Abla tavsiyesi olarak düşün." Sessiz kaldım, onun da işi yarım saatin sonunda bitmişti. Son derece profesyonel hareket ediyordu.
"Gidiyor musun?" dedim ayağa kalktığını gördüğümde. Eşyalarını topladı, tıbbi malzemeleri de çantaya yerleştirdi.
"Evet." Sıcacık gülümsedi, aynı şekilde karşılık verdim. "Yarın pansuman yapabilirsiniz, ya da beni de çağırabilirsin."
"Ben yapabilirim."
"Peki. Görüşmek üzere." Onu yolculamak adına ayaklandığımda kaşlarını çattı. "Kalkma lütfen, yolu biliyorum... Tekrar geçmiş olsun. Aksi bir durum olursa çekinmeden arayabilirsiniz."
"Teşekkür ederim." Evden çıktı, Oflaz'ı seyretmeye başladım. Sırtında bir bandaj vardı, yüzü bir çocuğunki gibi masumdu. Gülümsedim ister istemez. O kadar kusursuzdu ki... Sırtında yer yer kan izleri vardı, çantanın içinden batikon ve gazlı bez aldım. Kuruduğunda daha zor çıkabilirdi.
Yarasına dikkat ederek sırtını temizlemeye koyuldum.
Her darbemde içim titremiş gibi hissediyordum.
Ona kızgındım, öfkeliydim. Bunu yapmasının bir gereği yoktu, yaralananın benim olmam gerekiyordu.
Sırtındaki diğer izlere baktım uzun uzun. Çizikler, kurşun ve yanık izleri... Birkaçı sigara izine benziyordu. Yutkundum sertçe.
Dian'ın söyledikleri de aklımı kurcalamıştı. Annesi ile ne yaşamıştı? Onu bu denli etkileyen ne olmuştu?
Telefonumun çalma sesiyle irkildim. Uzun süredir onu izliyordum.
"Ares?"
"Hector'u nereye getirmemi istersin?" Oflaz'ı yaralı bir hâlde başka bir eve götüremezdim, başından ayrılmak da istemiyordum.
"Konum atacağım." Telefonu kapatıp navigasyona baktım, lokasyon göstermiyordu.
Kendi kendime söylenerek ayağa kalktım, Oflaz'ın uyuduğundan emin olduktan sonra aşağı indim. Korumalardan birisine soracaktım.
Evin bahçesinde bir sürü koruma vardı, tanıdık birisini aradım. En yakında Sıraç, onun az uzağında Emre, en geride ise Poyraz vardı. Beni görmeleriyle beraber üçü de koşarak yanıma geldi. Meraklı gözlerle yüzüme baktılar.
"Buyur yenge." Emre'nin cümlesinden sonra Sıraç tip tip ona baktı.
"Bir şey mi isteyeceksiniz?" Sıraç'a döndüm.
"Bir arkadaşıma konum atacağım." Gözlerini kıstı. Yine o tanıdıklık hissi içimi doldurdu. "Navigasyonda lokasyon göstermiyor. Neredeyiz biz?"
"Benim atmamı ister misiniz, Alvina hanım?"
Başımı salladım. "Hanım demene gerek yok, Sıraç." Gözlerime baktı, bir şey söylemedi.
Telefonumun kilidini tuşlayıp ona verdim, tereddüte düşmeden olduğumuz yerin adresini yazdı.
"Teşekkür ederim."
"Başka bir isteğin var mı yenge?" Emre'ye bakıp kaşlarımı kaldırdım. "Abim nasıl?"
"Uyuyor." Duraksadım. "Evde ağrı kesici var mıdır, uyanınca başı ağrımasın..."
"Vardır." Başka bir şey söyleme gereği duymadım, eve girdim.
Odaya adımladım, Oflaz'a baktım. 1 saat kadar olmuştu, uyanması yakındı. Yanına oturdum, yatakdaki hareketliliği fark etti, kaşları hafifçe çatıldı.
"Oflaz," diye seslendim kalkacağını hissederek. Yavaşça gözlerini araladı, birkaç saniye yorgun gözlerle yüzüme baktı. "Ağrın var değil mi?" Kafasını sallamasıyla yutkundum. Dudakları kurumuş, rengi solmuştu. "Kalkmak ister misin?"
Kalkmaya çalışmasıyla elini tuttum, desteğimi reddetmeyerek yerinde doğruldu.
"Ağrı kesici ister misin?"
"Olabilir." Çantanın içerisinden aldığım ağrı kesiciyi ona verdim, su getirmek için hareketlendim ama elimi tutup engel oldu. "Gerek yok."
"Sana borçlandım."
"Ne için?" diye sordu pürüzlü bir sesle.
"Kurşunun önüne atladın..."
"Ben de sana borçlandım." İşte bunu beklemezdim.
"Ne için?" dedim onun gibi.
"Eteğin kan olmuş." Sorun değildi ki... "İstersen dolaptan bir şeyler giyebilirsin." Reddedebileceğim bir teklif değildi. Çabucak çizmelerimi çıkardım, giysi dolabını açtım.
"Oflaz."
"Efendim?"
"Hector'un buraya gelmesi sorun olur mu? Yani, sen yaralısın ve benim yüzümden sayılır... Seni yalnız bırakamam ve oğlumu da öyle."
"Senin yüzünden bu hâlde değilim," omzumun üzerinden ona baktım. "Oğlun da gelebilir." Dolapta giyebileceğim yalnızca tişörtler vardı. Oflaz'ı umursamadan üzerimdekileri bir çırpıda çıkardım. Yalnızca iç çamaşırları ile kalmıştım, üzerime ise sadece bana uzun gelen tişörtü geçirdim. Evin içi zaten sıcaktı.
Elimde kirli kıyafetlerimle arkamı dönmemle Oflaz'ın delici bakışlarını üzerimde hissettim. Uzun bir süre gözlerimde onaylandı, sonra vücudumu süzdü.
"Alvina," dedi ve yutkundu.
"Oflaz," dedim sırıtarak. Az önce kaslarını gördüğümde aynı duruma gelmiştim.
"Yaralısın oğlum," dedi kaşlarını kaldırıp kendi kendine.
"Ah, elbette. Ne yazık ki yaralısın..." Duymadığımı mı sanmıştı?
Kıyafetleri banyoya bıraktım, tekrar yatağa yerleşip oturdum.
"Aç mısın?"
"Biraz."
"Çorba ister misin?" Yüzündeki şaşkınlık ile bana baktı. "Ne?" dedim umursamazca. "Elim arada bir kaşık tutabilir."
Mutfak olduğunu tahmin ettiğim odaya ilerledim, Oflaz da peşimden geliyordu.
"Oflaz, yatıp dinlenir misin?" Sitem dolu sesime aldırış etmedi, mutfakdaki ada tezgaha ait olan sandalyeye oturdu. Pek rahat gözükmüyordu, üstelik sırtını yaslayacağı yer de kısaydı. "Bak, iyileşemezsin falan seninle uğraşamam," şaka yaptığımı anlamasını umdum. "Mikrop da kapabilirsin yani... Hadi git, dinlen."
"Ne o?" Buz dolabından patates, havuç ve soğan çıkardım. "Zehirlemeyi falan mı düşünüyorsun?"
"Aynen. Diyorum, gitsin ve yatsın. Ben de çorbasına zehir katayım," gözlerimi devirdim kendi kendime. "İyilik de yaramıyor."
"Sinirlendin mi sen?" Kafamı onaylayarak salladım.
"Sinirlendim! Hele bir iyileş, bak nasıl yiyorsun dayağı!" Kavanozdaki mercimeği süzgeçten geçirip yıkadım, soğanın kabuğunu soydum. "Of, bu tırnaklarla yemek mi yapılır?" diye söylendim. "Sen bu hâllere düşecek kız mıydın?"
"Dışarıdan da söyleyebiliriz," dalga geçtiğini düşünmüştüm ama hayır, ciddiydi. "Yani, yapmak istemiyorsan..."
"Oflaz, inan yapmak istemesem; yapmazdım." Soğanı doğramaya başladığımda gözlerimin yandığını hissettim. "Oflaz?"
"Alvina." Efendim, demek yerine ismimi dillendirmeyi tercih ediyordu.
"Annen ile aran nasıldı?" Sessiz kaldı. Elimin tersiyle gözlerimi silip soğanları tencereye koydum. "Elbette, anlatmak istemezsen seni yargılamam... Ama-," sözümü kesti.
"Anlatsam ne değişecek?" Sesi sertti, itiraz istemiyordu.
"Sadece," derin bir nefes aldım. "Her neyse. Unut gitsin." Çorbanın diğer adımlarını da sırasıyla yaptığım müddetçe beni izledi. En son yeteri kadar kaynaması adına kapağını kapattım, karşısındaki sandalyeyi çekip oturdum. Zaten açıkta olan bacaklarım daha da göz önüne gelmişti. "Anlatmayacaksın değil mi?"
"Alvina," yüzüne baktım, gözleri ellerindeydi. "Bu konuyu konuşmaktan hoşlanmıyorum."
"Peki." Merak ediyordum ancak istemiyorsa üstelemenin bir manası yoktu. Ocağı kapatmak adına ayağa kalktım, elimi geniş omzuna yerleştirdim. "Anlatmak istersen, dinlerim." Hafifçe gülümsedi, cevap vermedi. Ocağı kapatıp içeri girdim. Biraz dinlenmesi gerekiyordu.
Hem Oflaz'ın, hem çorbanın.
Geniş, ferah salona girdim. Diğer odanın aksine bembeyazdı. Oflaz da peşimden geldi, eline koltuktaki yastığı aldı. Bacağımın hemen yanına koyup yan bir şekilde uzandı, saçları bacağıma değiyordu.
"Uyuyacak mısın?" diye sordum düz bir sesle.
"Deneyeceğim." Derin bir sessizlik oluştu. "Annem ile aram iyi değildi," dediğinde duraksadım. Anlatmayacağını düşünüyordum. "Senin aksine, benim ebeveynlerimin değer eşiği çok düşüktü." Bakışları parmaklarındaydı. "Anneme göre yalnızca bir hatadan ibarettim." Yutkundu. "Belki de gerçekten öyleyim, bilmiyorum." Başta tereddüt etsem de içimdeki isteğe hakim olamadım, elimi saçlarının arasına daldırdım. Hareket ettirmedim, yalnızca orada oyalandım. Bu kez daha sert yutkundu, yüzünü bana çevirip gözlerime baktı.
İlk defa bu kadar şeffaf, ulaşılır olduğunu görüyordum. O güçlü hâlinden eser yoktu, karşımda küçük bir çocuk var gibiydi.
"Değilsin, Oflaz." Olayı bilmiyordum ama ona destek olmak istiyordum. "Hata değilsin."
"Sırtımdaki izleri gördün mü?" Gözleri tekrar ellerine yönelmişti. İster istemez açıkta kalan sırtına tekrar baktım.
"Evet."
"Özür dilerim." Kaşlarım çatıldı, göz teması kurmak için yüzüne eğildim; gözlerindeki ifade her nasılsa benden kaçırdı.
"Oflaz... Neden?"
"Görmeni istemezdim." Parmaklarım benden bağımsız hareket etmeye başladı, usul usul saçlarını sevdim. Kaskatı kesildi, uzun süre sessiz kaldı. "Alvina?"
"Hım?"
"Annen saçlarını sever miydi?" Vereceğim yanıt belki de onu sarsacaktı ama yine de doğruyu söyledim.
"Severdi. En çok saçlarımı severdi." Gözlerimi kapattım, gülümseyerek başımı koltuğun kenarına yasladım. "Kestirmeyi hiç istemezdi, en çok onlara değer verirdi."
"Alvina?"
"Söyle." İçini bana açıyordu, bu anı bozmak istemiyordum.
"Annen sana sarılıyor muydu?" Gülümsemen genişledi.
"Her an."
"Alvina?"
"Efendim?"
"Nasıl bir his?" Sertçe yutkunma sırası bendeydi. "Ailen tarafından sevilmek... Nasıl hissettiriyor?" Söyleyecek bir şey bulamadım. Sanki onun tüm geçmişi de benim omuzlarıma yüklenmişti.
Ayaklandım, ona çorba götürmek adına geniş mutfağa girdim. Kepçe yardımıyla kaseye döktüm, tepsiye koydum. Çekmeceden 2 kaşık çıkardım, birisi ile kendim tadına baktım. Lezzetli olmuştu. Kirli kaşığı lavaboya koydum, ekmeklikten bir dilim ekmek alarak çorbaya doğradım.
Salona geri geldiğimde Oflaz'ın uyuduğunu fark ettim. Fakat çorbası soğumadan içmesi daha iyi olurdu. Ki, fazla dalma ihtimali de yoktu. Tepsiyi orta sehpaya bıraktım, dizlerimin üzerine çökerek elimle koluna dokundum.
"Oflaz," diye seslendim ılımlı bir tonla. "Kalkacak mısın?" Yorgun gözlerini araladı, yerinde doğruldu. Sırtına yüklenmeden arkasına yaslandı. Tabir-i caizse ayakta uyuyordu. Gözlerinin yalnızca yarısı açıktı. Narkozun etkisi olmalıydı.
Kaşığa bir miktar çorba aldım, yüzüne yaklaştırdım. Dudaklarına yasladığımda itiraz etmeden çiğnedi, yutkundu.
Gözlerindeki duygu... O kadar yoğundu ki.
1 kase çorbayı geri çevirmeden içti, tepsideki peçeteye uzandım. Dudaklarının üzerine bastırdığımda tepki veremeyecek kadar uykuluydu.
"Gel," dedim elini tutarak. "Yatağına yat, Oflaz." Gözleri kapalıyken ayağa kalktı, koluna girdim. "Gözlerini açmadan nasıl yürüyeceksin?"
"Yürürüm," sesi bile o kadar tatlıydı ki... 2 metrelik bir adamın içinden böyle birinin çıkacağını nereden bilebilirdi... Kalbim?
"Ya düşersen."
"Tutamaz mısın?" Ciddi miydi?
"Ne bileyim?" Sesli ikazlarıma rağmen uyanmadı. Yatak odasına döndüğümüzde yatağın köşesine oturmasını sağladım. Ayakkabılarını ve çorabını çıkardım. Geri çekileceğim sırada bakışlarım pantolonuna takıldı. Rahat yatabilir miydi?
Vicdanımın ve onun rahat etmeyeceğine kanaat getirip dolabından gri bir eşofman altı aldım.
"Gözlerini açıp bunu giyer misin, koca adam?" Kafasını iki yana salladı. "Pekâlâ. Sanırım ben yapabilirim." Yüzümün ısındığını hissederken kemerini çıkartıp bir köşeye fırlattım. Pantolonunu indirmeye çalıştım ancak oturduğu için hamlem gerçekleşemedi. "Kalksana yahu!"
"Of," diye yakınarak ayağa kalktı, pantolonunu bir çırpıda çıkardı. Eşofmanını eline tutuşturdum, ama gözleri kapalı olduğundan bacaklarını sokacağı yerleri bulamıyordu.
Tekrar yere çöktüm, bacaklarını eşofmanın paçalarından geçirmeye çalıştım. Bana en ufak bir yardımı bile dokunmuyordu.
"Oflaz, ayağını kaldırsana!" Ayağını nihayet kaldırdı, bir bacağını geçirdi. Diper bacağına sıra geldiğinde onu tekrar uyardım. Eşofmanın iki bacağını da geçirdiğimizde derin bir nefes aldım. Bu kadar zor olmamalıydı.
Bel kısmına kadar kaldırdım, gözlerim yüzüne tırmandı.
Her gün adam soyup giydirmediğimden dolayı epey zorlanmıştım.
Oflaz hâlâ ayaktayken yatağın üzerindeki örtüyü kaldırdım, Oflaz'ı kolundan çekiştirerek yastığın yanına yaklaştırdım. Yüz üstü yatağa uzandı, üzerine örtüyü örttüm.
Acıktığımı hâllice hissederken bir kase çorba da ben içtim, bulaşıkları sessizce makineye dizip Ares'i aradım.
"Ares, konum atmıştım. Neden gelmediniz?"
"Vina, Hector'ın uyanmasını bekledik. Doktoru da yarın yola çıkmamızın, onun dinlenmesinin daha iyi olacağını söyledi." Gerek Pera'ya, gerek Ares'e bu konuda güvenim tamdı.
"Anladım." Çağrıyı sonlandırmadan önce konuştu.
"Vina, geçen gün söylediklerim için özür dilerim... Bilerek söylemediğimi biliyorsun."
"Ben artık hiçbir şeyi bilmiyorum," dedim kırıldığımı anlamasından çekinmediğim için yalın bir sesle. "Ayrıca, Ares; benim kalbim senin oyuncağın falan değil. O gün adına gerçekten pişmansan söyle, bir daha karşına bile çıkmam. Bunu yaparım, ve sen de farkındasın."
"Hayır, hayır." Hızlıca verdiği yanıtdan sonra derin bir nefes soludu. "Aksine, iyi ki tanışmışız, Vina."
"Ares, cidden çok yorgunum... Lütfen daha sonra konuşalım."
"Neyin var?" Sessiz kaldım. "Peki. İyi geceler."
"İyi geceler."
Adımlarımın ilerlemek istediği yer Oflaz'ın yanıydı. Karşı çıkamadım, belki de bunu istemedim. Bu gece uzun bir süredir yapmaya cesaret edemediğimi yaptım; ciddi anlamda kalbimi dinledim.
Yatak odasına girdim, yatağın sol kısmındaki çarşafı da açtım. Evet, yatarken asla yerimde durmuyordum ancak uyuyabileceğimi sanmıyordum. Belki de Oflaz'a söylemezdim, sabaha karşı kalkıp başka bir odaya yatardım.
Olabildiğince yavaş yatağa uzandım, yan çevirdiği yüzünü seyraldım. Yüz üstü yatmıştı, başını sola doğru çevirmişti. Alnının üzerine düşen saçlara baktım. Birkaç tutam kaşlarına yaklaşmıştı ve... Aşırı hoş gözüküyordu.
Annesinin ona nasıl kıydığını anlayamıyordum. Gerçi, olayları tam dozunda bilmiyordum ancak yine de bir annenin çocuğunu sevmemesi çok acımasızcaydı.
İçime bir güneş gibi doğan dokunma isteğini karşıladım, alnındaki saçları tüy kadar hafif bir dokunuş ile okşadım. Kaşları bariz bir şekilde çatıldı ama elimi çekmek istemedim.
Parmak uçlarımla ensesindeki saçları sevdim sebepsizce.
Sanki bir gecede, yaptığı o hamleden sonra ona olan tüm bakış açım değişmişti. İnsanlara genel olarak soğuk yaklaşmazdım, teması da çoğunlukla severdim.
Ancak Oflaz ile bulunduğum temas hâlinin kalbime kastı var gibiydi.
Şu an uyuyor olmasaydı, ona dokunma cesaretini bulamayabilirdim.
Kalbimi bir el dürtüyormuş gibi bir hissiyat vardı içimde. Yaşa, diyordu o el. Sev, sevil, diye belirtiyordu. İçten içe karşı koymak istemiyordum. Belki de buna ihtiyacım vardı.
Benim Oflaz'a ihtiyacım vardı.
Oflaz'ın, Alvina'ya ihtiyacı vardı.
O büyümüş olan Vina'ya değil; küçük kız Alvina'ya ihtiyaç duyuyordu.
Gözlerinin içine her baktığımda bana göz kırpan yorgun adam, belki de çok şeyden mahrum kalmıştı.
Sevgiden, aşktan, şefkatten uzakta bir yaşama sahipti.
Daha fazla saçlarıyla uğraşırsam uyanacağını düşündüm, elimi zorlanarak geri çekip sırt üstü uzandım.
Kalbimin atış ritmi ve onun düzenli nefes alış verişi kulaklarımı dolduruyordu.
Oflaz'ın aniden yerinde dönmesiyle endişeyle doğruldum. Sırtının üzerine yatmak üzere yan bir pozisyon almıştı ancak canı yanabilirdi.
"Oflaz," diye mırıldandım. Hiçbir şey söylemedi. "Oflaz."
"Hı?" Parmağımla omzunu dürttüm.
"Sırtının üstüne yatma."
"Tamam." Yatakta ağır hamlelerle döndü, iyice bana yaklaştı. Tekrar yüz üstü yattı, ama tek bir fark ile... Başını göğsüme yaslamıştı! Saçları boynuma dökülüyordu.
"Oha," hiçbir tepki vermedi. Uyumaya devam etti. "Oğlum napıyorsun ya?" Kendi kendime konuşmaya başladım. "Umarım saçma bir hareket yapıp canını yakmam." Uyku hâlinde sırtına bile tokadı geçirebilirdim... Ve bu da vicdanımı yerimden hoplatırdı.
Gözlerimi uykuya direnmek adına büyük bir çaba sarf ederek kapatmadım, ancak saat 00.00'ye geldiğinde uykuya yenik düşüp gözlerimi kapattım.
Tatlı bir uykudaydım, ya da ben öyle olduğunu zannediyordum. Kısık sesli çıkan inlemeler ve yakarışlar ile gözlerimi araladım.
Oflaz, acı çekiyormuş gibi bir şeyler sayıklıyordu.
"Hayır," dediğinde kendime gelmek için yüzüne baktım. "Hayır," dedi tekrar yalvarır gibi. Sesindeki çaresizlik... Kesinlikle berbattı.
"Oflaz," diye fısıldadım kulağına doğru. Başını göğsümden kaldırmamıştı, ben de dönmek adına çaba sarf etmemiş olmalıydım.
"Hayır," diye yineledi. Yerimde doğrulmayı denedim ama başarısız oldum. Elimi yüzüne yerleştirdim, hafifçe sarstım.
"Oflaz." Nefes alışverişi düzensiz, hızlıydı. Tekrar yüzünü sarstım, gözlerini araladı.
"Alvina." Sesi yorgundu, bitkindi.
"Buradayım." Başı güçsüzce göğsüme düştü, birkaç dakika soluklanması adına bekledim. "Biraz konuşmak ister misin?"
"Anlatamam." Yutkundu. Bugün ilk defa bana kendisini açmıştı, saydam davranıyordu. "Anlatamam, Alvina."
"Neden," diye fısıldadım elimi tereddüte düşsem de saçlarına yerleştirerek.
"Alvina."
"Efendim?"
"Bugün anlatamam." Parmaklarımı saçlarının ucunda bir tura çıkardım. "Ama.."
"Ne zaman anlatırsan, o zaman dinlerim, Oflaz." Söyleyeceği şeyin ucu tahminimce buna çıkacaktı. "Üstelemek istemiyorum."
"Gidecek misin?" diye sordu aniden.
"Nereye?" dedim dalgınca. Şu an içinde bulunduğumuz durum ne de saçmaydı.
"Bilmem." Kafamı karıştırıyordu.
"Gitmemi mi istersin?"
"Gitmeni istemem." Yutkundum.
"Gitmem gerekirse?"
"Gerekmesin." Sessizlik oluştu. Söylediği cümleleri belki de öylesine dillendiriyordu ama hepsi kalbimde yer edinmişti. Ona bağlanmak istemiyordum, sevmek ya da zaafımın olmasını. Zaten başımda boyumu aşan dertler vardı, içine yenisini eklemek akıl işi değildi.
Fakat onda başka bir şeyler varmış gibi hissediyordum. Bana karşı bakışları kimi zaman ifadesizdi ama sanki hareleri tanıdık olduğu bir hisse ev sahipliği yapıyordu.
Kafamı iki yana salladım, göz kapaklarımı iten uykuya daha fazla karşı koyamadım.
Yüzüme vuran güneş ışığıyla tüm enerjim yerle yeksan oldu. Ne ara sabah olmuştu? Havanın buz gibi olduğu bir günde açan güneş, insanın sinirini bozmaya and içmiş gibi parlıyordu.
Bakışlarım göğsümdeki ağırlığa yöneldi. Oflaz hâlâ aynı pozisyonda yatıyordu, tek bir fark ile. Kollarımı sıkıca bedenine sarmıştım... Gece yeniden uyandıysa ve kalkmak adına çabaladıysa çok büyük rezil olmuştum.
Başını göğsüme daha çok yasladığında uyanma gibi bir niyeti olmadığını sezdim. "Oflaz, sabah olmuş."
"Olsun," dedi umursamazca.
"E kalksana."
Hoşnutsuz bir nefes verip yatakta doğruldu. Yüzüme baktı, kısa bir an duraksadı.
"Beraber mi yattık?"
"Hatırlamıyor musun?" dedim şaşırarak. Cevap vermedi, dalgın dalgın yüzümü seyretti. Yastığın her yanına kahverengi saçlarım yayılmıştı.
"Oflaz!" diye bir bağırış sesi duydum. Ben bağırmadığıma göre eve birisi gelmişti. Üstelik bu ses, bir erkek sesiydi. "Lan! Göt herif! Neredesin?" Evin içinden adım sesleri yükseldi, odaya yaklaştı.
Oflaz çevik bir hamlede bulunup üzerime yorganı çekti. Türk dizilerindeki sahneler aklıma geldiğinde kıkırdadım. Yalnızca başım açıkta kalmıştı. Güne enerjik başlamıştım.
"Kafam gözüküyor yalnız," dedim alayla. Niye böyle bir şey yapmıştı? "Neden böyle bir şey yaptın?"
"Alvina, üzerindeki tişört yukarı sıvanmış. Çıplak bir şekilde arkadaşımın karşısına çıkmayı mı yeğlersin?" Alık alık ona baktığıma o kadar emindim ki.. Tam şu an yer yarılsaydı, ben de içine girseydim harika olurdu. Neyse ki iç çamaşırlarım vardı, sanırım tamamen çıplak sayılmazdım.
Kapının büyük bir sesle açılmasıyla içeri girecek kişiyi bekledim.
Uzun boylu, fazlasıyla iri yarı, asker traşına benzeyen saçlara sahip bir adam gelmişti. Ensesinde, geniş kollarında hatta parmaklarında bile dövme vardı.
Beni gördüğünde zaten sert olan ifadesi daha da karanlıklaştı. Bir şey söylemeden odadan çıktı. Yanlış anlamış olabilir miydi? Oflaz'ın üzerinde eşofman dışında bir şey yoktu ve benim vücudum yorgan ile çevrelenmişti.
"Ne kadar da sevimli bir arkadaşın var," dedim alayla.
"Seni tanımıyor."
"Olabilir... İnsan yine de bir selam verir, yengesiyim sonuçta!" diye sitem ettim cidden alınmışım gibi. Kafasını iki yana sallayup odadan çıktı, ben de peşinden ilerledim. Uzun koridorda yürürken bir yandan şaftı kayan tişörtü, bir yandan da saçlarımı düzeltmeye çalışıyordum.
Yabancı adam bar sandalyelerinden birisine oturmuştu. Oflaz da yanındaki sandalyeye oturdu. Oturmak yerine kahve yapmayı tercih ettim. Diğerlerine de nezaketen sormam gerekiyordu, kendi kendime iş yapman doğru olmayabilirdi.
"Oflaz, kahve ister misin?" Kafasını salladığında ısıtıcıya iki fincanlık su koydum. "Sen?" dedim yabancıya bakarak. Sadece gözlerini yumdu, bir fincan daha ekledim. "İsmin ne?" Kollarımı göğsümde birleştirip kalçamı tezgaha yasladım.
"Oğuz." Sesi bile mesafeliydi.
"Alvina," diye belirttim ismimi sormasa da.
"Biliyorum." Yüzümü buruşturmamak adına kendimi zorlarken suyun ısındığını belirten tok ses çıktı. Kahvelerin üzerine sıcak suyu döktüm. "Sırtını nasıl yaptın?"
"Piçin biri," dedi Oflaz umursamazca.
"Lan oğlum, kim yaptı mı dedim? Nasıl yaptın?" Boş gözlerle ona baktı Oflaz.
Fincanları önlerine iteklerken ikisinin de karşısındaki sandalyeye çıktım.
"Ah," dedim sözü devralarak. Derin bir iç çektim. "Sevgilim, çok sever de beni... Biricik aşkının yaralanmasına izin veremedi." İkisi de aynı anda yüzünü buruşturdu, gözlerimi devirdim.
"Sevgili?" dedi Oğuz, kaşlarını kaldırarak. "Biliyorum, yengeciğim. Onu da biliyorum." Ne eğlencesi kalmıştı ki şimdi işin?
"Hevesimi kırdın şu an," dedim ciddi ciddi. Kısa bir an duraksadı. Kahvesinden bir yudum aldı, gözleri kocaman açılırken nefretle fincana baktı. Sanırım püskürtmemek için zor duruyordu.
"Kahve mi içiyorum, zift mi! İnsan bir şeker atar." Umursamazca omuz silktim.
"Kahve şekersiz içilir."
"Yooo," dedi gıcık bir tavırla. "Şekerli içilir."
"Oflaz, şekerli mi içilir; şekersiz mi?" Kahvesinden keyifle bir yudum aldı.
"Acı." Kafamı hevesle salladım, onu onayladım. Ardından hızımı alamayıp Oğuz'a karşı kapak işareti yaptım. Oğuz'un gözleri hiddetle çatılırken Oflaz herhangi bir tepki vermemişti.
"Kaldın mı göt gibi?" Sevimlice gülümsedim, kahveden bir yudum aldım.
"Onu bunu bırakın da, başkan huylanmaya başlamıştır," dediğinde aniden ciddileştim. "Uzun bir süredir sahnede gözükmüyorsunuz. Üstelik Oflaz normal koşullarda hep göz önündeydi."
Oflaz'ın yediği mermiyi başkan zerre umursamazdı.
"Akşam herhangi bir bara gidelim," dedim ve ikisi de bana odaklandı. "Oflaz'ın yediği kurşunu zerre umursamaz, aksine sinirlenir."
"Oflaz kurşun yedi diye niye sinirlensin?" diye sordu Oğuz.
"Oflaz'ın beni sevdiğini düşünür."
"Ee?" Mal mıydı bu adam?
"Ee si, sevilen insan ne olur?" Aval aval baktı. "Mutlu olur, gerizekalı!"
"Hakaretlere açık olduğumu sana düşündüren nedir, yenge hanım?" dedi durgunca.
"Yekta daha çekilir biri," diye söylenerek sandalyeden atladım. "Ben gidiyorum." Ayaklanacağı sırada elimi havaya kaldırdım, oturmasını sağladım. "Kendim gidebilirim." Gözlerim istemsizce sırtına değdi. "Dinlenmeye ihtiyacın var."
"Alvina." Kaşlarımı havaya kaldırdım. "Sıraç'a söyle, o götürsün." Açıkta kalan bacaklarıma baktı. "Bu hâlde araba beklemenin lüzmu yok."
"Peki." Son kez konuştum. "Gideceğimiz yeri konum olarak atarım." Sadece kafasını salladı.
"Alvina, havadan haberin var mı?" Omzumun üzerinden Oflaz'a döndüm.
"Elbette."
"Üzerine ceket al, Alvina." Kısa bir an duraksasam dahi itiraz etmedim. Giysi dolabından elime ilk geçen deri ceketini üzerime geçirdim. Ceket o kadar genişti ki, içine 3 tane benden sığardı. Ayağıma topuklularımı da giydiğimde saçma sapan bir kombinin içindeydim.
Merdivenleri indim, bahçeye çıktım. Kapının hemen yanında duran Sıraç'a baktım. Gözleri benimkiler gibi yeşildi, saçları bir tık daha koyu kahveydi.
"Sıraç."
"Efendim?" Sesi tanıdık geliyordu.
"Beni evime bırakabilir misin?"
"Tabii," dedi ve cebinden lüks bir araca ait olduğunu tahmin ettiğim anahtarı çıkardı. Siyah, zırhlı bir arabaya bindik, yolcu koltuğuna yerleştim. Üzerindeki şık takıma baktım. Lacivertin en koyu tonundan özenle seçilmiş bir kumaştan yapılmıştı.
"Biz bir yerden tanışıyor olabilir miyiz?" dedim kendi kendime konuşarak. Araç hareketlendi.
"Sizinle mi?" Omzunun üstünden bana baktı kısa bir an. "Sanmıyorum."
"Tanıdık geliyorsun."
"Aynı şeyi söylemem mümkün değil." Başımı soğuk cama yasladım.
"Kaç yaşındasın?"
"30." Gözlerini yola çevirdi. Aramızda 5 yaş vardı.
"Evli misin?" Kafasını iki yana salladı.
"Hayır." Adamı durduk yere sorguya çekiyordum, pişman değildim.
"İleriden sağa döneceğiz."
"Biliyorum," dediğinde duraksadım. Pot kırmış gibi o da duraksadı, yola baktı.
"Nereden?" Bir cevap vermedi, yüzüne baktım ısrar etmek için. "Sıraç, neden biliyorsun?" Oflaz söylemiş olabilirdi ancak şaşırmasına, bocalamasına anlam verememiştim. İçimdeki his bir şeyler olduğunu söylüyordu ancak ne olduğu hakkında bir ipucu dahi yoktu.
"Oflaz söylemişti."
"Oflaz mı?" Kafasını salladı.
"Oflaz. Resmi ortamlarda olmadığımız sürece böyle hitap etmemi istiyor." Dirrksiyonu sağa kırdı, araba hafifçe savruldu. "Kendisiyle eskiden de arkadaştık."
"Anladım." Yolu tarif etmeme gerek kalmamıştı, o zaten ezbere gidiyordu. "Teşekkür ederim," dedim kemerimi çıkartırken.
"Önemli değil." Arabadan indim, arkama bakmadan eve yaklaştım. Kapıda koruma yoktu, doğrudan eve girdim. 3 kez kapıya vurdum, tok bir ses çıktı.
"Vina?" dediğini duydum Pera'nın. Sesi keyifsizdi.
"Benim." Kapıyı açtı, geri çekildi. Hector'a gitmem gerekiyordu. "Oğlum nerede?" diye sormamla bir ses duydum, adım sesleri.
Hector'ı ayakta sapasağlam görünce derin bir nefes aldım. Yanıma gelip başını karnıma yasladı, onunla aynı boya eğildim.
"Özür dilerim bebeğim." Burnuna bir öpücük kondurdum. Patisinden yaralanmış olmalıydı, yalnızca orada bandaj vardı. "Özledin mi anneyi?" Onaylar gibi bir ses çıkartıp bacağıma sürtündü. Patisine büyük bir öpücük kondurdum, başını okşadım. "İyisin."
"Vina." Kaşlarımı çatıp Ares'e döndüm. O burada ne yapıyordu? Hâlâ kırgın ve kızgın olduğumu hissediyordum.
"Ne istiyorsun, Ares?" Durgun sesime karşın yutkundu.
"Bir şey söylemem gerekiyor."
"İlgilenmiyorum," dedim net bir sesle.
"Önemli," dedi ısrar ederek. Omuz silktim, ayağa kalktım. Hector da ayaklandığında salona doğru yol alıp koltuğa oturdum.
"İlgilenmeyeceğim."
"İlgilenmek zorundasın!" Yüksek çıkan sesiyle Pera öne doğru atıldı, Hector keyifsiz bir ses çıkardı.
"Zorunda falan değilim!" Sinirle güldüm. "Saçma sapan konuş, sonra önemli bir şey var de. İlgilenmeyeceğim!"
"Alvina!" dedi katı bir sesle.
"Bebeğim bu önemli," diye onayladı Pera.
"Banane Pera?"
"Aptal! Senin hakkında!" Kafasını iki yana salladı hiddetle. "Baban olduğunu iddia eden bir adam adres atmış mail adresine!" O an zaman durdu, nefes almayı bile bıraktım. "Tabii, sen sevgilinle meşgul olduğun için bakmamışsın!" Sesler uğultulu geliyordu. "50 kere yazmış adam! Konum atıp duruyor."
"Babam," diye fısıldadım zorlukla. "Babam mı?"
"Evet," dedi Pera ve yanıma oturdu. "Baban."
Yutkundum.
Bana ulaşmaya çalışan kişi babam ise sıkıntı büyüktü.
Fakat babam değilse, sıkıntı daha büyüktü...
---🫶🏼🪷
Selaaammm!
Nasılsınız güzellerim?
Bölümün sonu tamamen doğaçlama gelişti, aslında bu olmayacaktı hdmdusmdjdmd.
Bir sonraki bölümde görüşelim!
Öptüm! 💋
Instagram: LeddyAsteria
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.45k Okunma |
109 Oy |
0 Takip |
22 Bölümlü Kitap |