9. Bölüm

9. Bölüm: BABA

Leddy 🥂✨️
leddyasteria

Merhabaaaa!

 

Güzel okumalar bebeklerim:)

 

Öptüm!💋

 

---🫶🏼🪷

 

Hayatımın her anında eksik kaldığımı hissederdim.

 

Gerek annemden, gerek olmayan kardeşimden, gerek babamdan dolayı.

 

Hiçbir zaman tuğlaların yerine oturduğundan emin olamamıştım. Sanki geride kalanlar vardı, hayaller vardı.

 

Küçük yaşta annesiz kaldığımda çok ağlamıştım.

 

Babam beni bırakıp gittiğinde çok ağlamıştım.

 

Anneme hiç kırgınlığım yoktu, yaşadıklarım onun seçimi değildi.

 

Uyuşturucu kullanmayı o istememişti, benden ayrılmamak adına her şeyi denemişti.

 

Kurtulamayacağını bilse de intihar etmemişti.

 

Çünkü içinde küçük bir umut tohumu vardı, gün geçtikçe filizlenmek yerine kuruyordu.

 

Bana kavuşabileceği günü beklerken acıları sırtına ağır gelmişti.

 

Artık dayanamıyordu, ve farkındaydım. Ancak yine de vaz geçmemişti.

 

Cesur, güçlü bir kadındı.

 

Babam tam tersiydi.

 

Korkaktı, güçsüzdü.

 

En azından benim gözümde.

 

Beni o gece yalnız bırakıp gitmişti, yanımda kimse yoktu.

 

Şimdi ise hiçbir şey olmamış gibi gelip bana ulaşması yüzsüzlükten başkası değildi.

 

Yanına gidip bulaşmayı asla istemiyordum.

 

Öylesine saf bir özlem vardı ki içimde, gördüğüm an boynuna atılabilirdim.

 

Bu histen nefret ediyordum.

 

"Ne yazmış?" dedim oldukça uzun bir sürenin ardından konuşarak. "Ne yazmış, Ares?"

 

"Sana söylemesi gereken şeyler varmış, Vina. Ulaşamadığı için de bana yazmış." İkisinin de gözlerine bakmaktan kaçınıyordum, ama onların gözleri üzerimdeydi ve bunu bilmek beni sarsıyordu.

 

"Ona bir kızı olmadığını söylemen gerekirdi," kafamı salladım. "Kesinlikle bunu yapmalıydın."

 

"Vina," dedi Pera kısık bir sesle.

 

"Yazmadınız mı?" dedim gözlerimi kısarak. "Aynen bu şekilde yazmanız gerekirdi."

 

"Onunla konuşmalısın," diye mırıldandı Ares.

 

"Hangi sıfatla konuşmalıyım? O kızını 6 yıl önce kaybetti, öldürdü. Umurunda olduğumu düşünmüyorum." Ayağa kalktım, bilgisayarın başına oturdum. "Şifresi neydi?" Biliyordum ama anın stresi ile unutmuştum.

 

"41238795." Unutmam normal de olabilirdi. Şifresinin bir anlamı yoktu, öylesine koymuştu.

 

Bilgisayar açıldığında ekrana bir mail daha düştü. Ellerimin titrediğini hissederken mailin üzerine tıkladım.

 

"Alvina, anlatmam gerekenler var.

Attığım konuma gelir misin?

Babana bir şans ver kızım.

Buna ihtiyacım var.

 

Mesaj yalnızca bu kadardı. Altında bir adres yazıyordu, bir isim dahi yoktu.

 

Gitmek, onu görmek istediğim son şeylerden olabilirdi. Bir müddet bilgisayarın başında bekledim. Bunun saçma olduğuna kanaat kılıp ayağa kalktım.

 

"Nereye?" Sakince Pera'ya döndüm.

 

"Hazırlanacağım." Kaşları çatıldı. "Bar için."

 

"Kimle gideceksin?"

 

"Oflaz ve arkadaşları." Sesim durgundu. "Sen de gelsene, tek kalmak istemiyorum." Ares'e teklif etmemiştim, Pera gelse kâfiydi.

 

"Vina," dedi Ares ondan önce. Onu çağırmadığım için bozulmuş olmalıydı. Hâlâ kırgın olduğumu hissediyordum.

 

"Zorunda değilsin ki, Ares." Pera'nın yüzü aniden karamsarlaştı. "Hiç değildin," diye fısıldadığımda yüzüne beton çarpmış gibi duruyordu. "Ama... Gelebilirsin."

 

"Biraz konuşalım mı?" Saatlerce yatağa yatıp ağlamak istiyordum. Tek isteğim buydu.

 

"Ares, şu an değil." Pera uyarı dolu bakışlarını ona yönelttiğinde Ares homurdanarak odadan çıktı. Ardından hızlıca yanıma yaklaştı, sıkıca sarıldı.

 

"Her ne olursa olsun, yanındayım," diye fısıldadı. "Kararın ne olursa olsun."

 

"Biliyorum," kollarımı yavaşça bedenine sardım. Başımı omzuna yasladığımda içimdeki ağlama dürtüsü tekrar göz önüne çıktı.

 

"Kendini sıkıyorsun," dedi bedenimi kast ederek. Sıkmazsam eğer güçlü durma imkanım da olmazdı.

 

"İsteyerek yaptığım bir şey değil," dedikten sonra kesik bir nefes aldım. "Benimle buluşmak istiyor... Hiçbir şey olmamış gibi davranıyor." Geri çekildim, konuşarak odama ilerledim. Pera da arkamdan beni takip ediyordu.

 

Temiz çarşaflı, büyük yatağın kenarına oturdum. Hemen yanıma oturduğunda başım yeniden omzuna düştü.

 

"Anlatsana."

 

"Zaten biliyorsun," dedim kaşlarım çatılırken.

 

"Anlattığın zaman rahatlıyorsun, Vina. Anlat." Başımı salladım.

 

"Biliyor musun, beni o gece tek başıma bırakmasaydı onu affederdim." Gözlerim masadaki bibloya ilişti. Mavi, bulutlu bir bibloydu. "O gün sadece ağladım. Bütün gün, sabaha kadar. Hayatın bana atabileceği en büyük kazık bu olabilirdi," dediğimde benden bağımsız gözlerim dolmuştu. "Babamın geri geleceğini düşünerek uyumadım." Elini usulca saçıma yerleştirdi. "O ise bir korkak gibi kaçtı."

 

"Vina, haklı sebepleri olabilir diyeceğim ana... Bu zamana kadar illaki gelebilirdi." Kafamı salladım. "Durup dururken neden gelmiş olabilir ki?"

 

"Bilmem, görüşmeyeli çok uzun zaman oldu." Sinirle güldüm. "O beni görebiliyor, hatta peşime adamlarını gönderiyor. Ben ise sadece yaşadığını biliyorum, o da şüpheli."

 

"Bence gidip dinlemelisin," dediğinde kafamı kaldırıp güzel gözlerine baktım. Saçlarını iki yandan balıksırtı örmüştü. "Önemli bir detay olabilir."

 

"Gidersem..." Yutkundum. "Gördüğüm yerde ona sarılmaktan delicesine korkuyorum, Pera. İnan, gururuma o kadar ters düşüyor ki." Ayağa kalktım, kıyafet dolabını araladım. "Kalbimin acıdığını hissediyorum."

 

"Vina, kıyafeti bırakıp oturur musun bi'?" Kafamı itiraz ederek salladım, dalgınca elbiselere baktım. Konuşmaya ihtiyacım vardı ama kaçmak da isteğimdi.

 

"Bu nasıl?" diyerek beyaz elbiseyi havaya kaldırdım.

 

"Güzel," dedi bana ayak uydurmayı seçerek. "Ne zaman gideceğiz?"

 

"Kutay'a gideceğim," dediğimde seçtiğim elbiseyi yatağın üstüne koydum. Kutay'ı bulacağım yeri biliyordum, sormama gerek yoktu. "Uzun süredir görüşmüyoruz."

 

"Çok şey soracaktır." Gözlerimi kapatıp onayladım.

 

Üzerimdeki kıyafetle gitme imkanım yoktu, bu yüzden dolabı tekrar açtım. Elime geçen ilk pantolon ve tişörtü aldım. İç çamaşırlarımın varlığına vücudumu emanet ederek üstümdeki tişörtü çıkardım. Pera bedenimi daha önce de görmüştü, çekineceğim son insan olabilirdi.

 

"Yalnız senin bu fizik..." dedikten sonra iç çekti. "Harikasın bebeğim!" Ani yükselişine güldüğümde o da gülümsedi. "Saçlarını örelim mi?" Teklifini reddetmek istemedim, önüne oturdum. Bağdaş kurarak kafamı geri yatırdım. "Saçların da az uzun değil ki."

 

"Pera."

 

"Efendim?"

 

"Sen olsan ne yapardın?" dediğimde yutkundu.

 

Babası pavyonlarda sürünen, annesini başka kadınlarla aldatan bir adamdı. Pera'nın çok kez şiddete maruz kalmasına sebebiyet veren ise her daim sarhoş olmasıydı. Eve geldiği günler kafası ayık olmuyordu.

 

Pera'nın hem ruhunda hem de vücudunda bıraktığı izler çok fazlaydı.

 

Belli bir yaşa kadar babasına karşılık verememişti ancak cesaretini topladığı gün şakaklarına bir silah dayayıp onu öldürmüştü.

 

Annesini severdi, ölene kadar. Destina teyze, bu yaşananlardan sonra psikolojisini yitirmişti. 3 yıl önce vefat etmişti.

 

Sorduğum soruya pişman olmamıştım, bazen yüzleşmeyi seviyordu.

 

"Ben senin yerinde olamazdım," dedi durgun bir sesle. Derin bir nefes aldım. Bir şey söyleyemediğimde saçımı ördü, ucunu tutturduğunda ona döndüm.

 

"Benim yerimde olmak istemezdin," dedim ve burukça gülümsedim. Elbette kıyaslanamazdı, ama çektiğimiz acı eşiği bile farklıydı.

 

Onun babasının açtığı yaraları annesi kapatmıştı.

 

Benim yaralarımı ne babam açmıştı, ne de annem kapatabilmişti.

 

Hâlâ bir yerlerde kanıyordu, uçsuz bucaksız bir yola düşmüştü; sonu gelmeyecekti.

 

Evet, bir zaman sonra beni iyileştiren arkadaşlarım olmuştu. Fakat bazen maziden kalan yaralar daha derin olurdu.

 

"Sarılayım mı?" Kafamı salladım.

 

"İzin mi istiyorsun?" Güldü, boynuma sarıldı. "İyi ki varsın, Pera."

 

"İyi ki varsın kardeşim." Geri çekildi, yüzüme baktı. "Seninle gelmemi ister misin?"

 

"Yok," dedim. "Biraz konuşmamız, yüzleşmemiz gerekiyor." Anlayışla gülümsedi, ayağa kalktı. "Gece 9 gibi çıkarız, olur mu?"

 

"Olur." Ayakkabılarımı giyip evden çıktım, Ares'in arabasına bindim. Ona küs olmam arabasına binmeyeceğimi göstermezdi.

 

Radyoda çıkan rastgele şarkıya parmaklarımla ritim tutarken hızla ilerlediğim yolu seyrettim. Hava bulutluydu, kasvet hakimdi. Gözlerimi trafikten ayırmadan torpidoya eğildim, sigara pakatini aldım. İçinden bir dal çıkartıp ucunu alevlendirdim, camı araladım.

 

Derin bir nefesi içime çektim, aklımı yoran düşüncelerden kaçabilmek adına şarkının sesini daha da açtım. Tam o sırada bir reklam çıktı, adam konuşmaya başladı. Adam konuştuğunda reklam değil, haber olduğunu anladım.

 

"Örgüt liderlerinden, Oflaz Rajova'nın vurulmasının ardından lider Jack mahkemeye çağırılmıştır."

 

Haber dikkatimi çektiğinde sesi biraz daha açtım.

 

"Lider Oflaz'dan özür diliyor, onu ve sözcüsü Alvina Ladin'i de mahkemeye çağırıyoruz."

 

Oflaz gidip gitmemeye karar verebilirdi, benim gitme arzum yoktu ancak gitmem de yakışır kalırdı.

 

Çalan şarkı ritmine devam ettiğinde direksiyonu sağa kırdım, hızımı arttırdım. Trafikteki bir araba yanıma yaklaştığında kaşlarımı çattım. Araç daha da yaklaştı, ardından sağ camı açıldı.

 

"Trafikte bu kadar hızlı gitmek suç." Oğuz'un ne işi vardı buralarda? "Bilmiyorsan öğren." Kafamı iki yana salladım sinirle. "Hayır, para cezasında sıkıntı yok... Oflaz'ın bir serveti var da."

 

"Oğuz, sence ben kendi trafik cezamı ödeyemez miyim?" Tam o esnada arabanın arka camı da açıldı, dışarı tanıdık bir sima çıktı. Gözlerimi arada yola kaydırarak Yekta'ya baktım.

 

"Ödersin yengeciğim." Yüzümü buruşturduğumda sırıttı. "Sigara versene bana da."

 

"Sen niye arka koltuktasın?" Oğuz sözü devraldı.

 

"Onun çenesini çekemem. Arka koltukta araba tutuyor onu. Konuşmuyor öyle." Sırıttı. "Çözümü buldum." Yekta elini usulca kaldırdı, sertçe Oğuz'un kafasına geçirdi. Gülmemek için zor dururken Yekta büyük bir kahkaha attı. "Belanı sikerim he!"

 

"Aynen canım, ondan."

 

"Bir saniye ya." Arabayı onlara yaklaştırdım, birkaç araç kornaya bastı. "Benim peşimde ne işiniz var?"

 

"Biz mi? Ne alaka ya? Seni takip falan etmiyoruz." Yekta'ya ters bir bakış attım.

 

"Salağa mı benziyorum?"

 

"Yooo," dedi, camı biraz kıstı. "Üşüdüm be."

 

"Yekta, Oflaz mı söyledi?" Sinirin her hücreme iliştiğini anladığımda derin bir nefes aldım.

 

"Hayır, benim canım sıkıldı." Gözlerimi kısarak ona baktım. "Tamam ya. Jack çok sinirliymiş falan fistan. Yalnız kalma diye geldik."

 

"Gidebilirsiniz," deyip bir sigara daha yaktım. Uzun süredir içmiyordum. "Gidin, Oğuz. Sür arabayı."

 

"Vina." Sinirlendirmek için ellerinden geleni yapmak zorundalardı.

 

"Oğuz!" dediğimde dişlerimi sıktığımı hissettim. "Arabayı sürüyor musun, kaza mı yapmak istersin?" Yapardım, umurumda da değildi.

 

Oflaz'ın bu yaptığı o kadar yersizdi ki. Bana 3 yaşında çocuk gibi muamele yapmadı saçma sapandı.

 

"Oğuz," dedim ikaz ederek. Camını kapattı, rastgele bir yerden döndü.

 

Yoluma olabildiğince karışık yollardan ilerlemeye başladım.

 

Tek katlı, müstakil eve geldiğimde aracı kapının önüne park ettim. Kapılarını kilitleyip bahçeye girdim. Adımlarım geri gitmek istese de evin zilini çaldım, gözlerim yerdeyken suçlu bir çocuk gibi beklemeye başladım.

 

"Vina?" Kapı hızla açıldı, ardından kendimi Kutay'ın kollarında buldum. Sarılışına sıkıca karşılık verdiğimde hiddetle geri çekildi, sinirli adımlarla içeri girdi. Kapıyı kapatıp beni kovmamıştı ama davet de etmemişti.

 

"Kutay, geleceğim." Salona ilerledim, geniş koltuğa oturdum. Sırtımı yaslayıp iyice yerleştim, Kutay hemen yanıma oturdu. "Nasılsın?"

 

"Cidden soruyor musun?" Boş boş yüzüme baktı. Mavi gözlerine kan oturmuştu, kıpkırmızıydı. "Günlerce aramadın, gelmedin, mesaj atmadın. Buna rağmen halimi mi soruyorsun Vina?"

 

"Ama-," lafımı böldü.

 

"Aması yok." Kafasını iki yana salladı.

 

"Kutay, dinlemeyecek misin?" Aniden donuklaştı, beklemediğim bir hamlede bulunup başını bacağıma yasladı.

 

"Sen dinlesen?" Kaşlarım havalandı, yüzümde merak vardı. "Bu kez ben anlatsam?"

 

"Anlat." Elimi saçına yerleştirdim, yutkundu.

 

"Küçüklükten beri seninle yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmiyor." Sessiz kaldım. "Çok şeyi beraber yaşadık, birbirimizden çok şey saklasak da aslında hiçbir şey saklamadık."

 

"Kutay."

 

"Dinle." Boğazını temizledi. "Ama sen benden bir şeyler saklıyorsun. Üstelik anlamadığımı düşünüyorsun. Ben seni senden iyi tanırım, Vina. Anlamayacağımı nasıl düşündün?"

 

"Neyden bahsediyorsun?" Sesim yalındı, şüpheye düşmemeliydi.

 

"Sakladığın bir şeyler var." Anlatamazdım. Anlatamazdım, bu canımı çok acıtıyordu. Onun bana olan güvenini zedelemek kalbimi ağrıtıyordu.

 

"Babam yazdı," deyiverdim aniden. Duraksadı, kaşlarını çatarak alttan alttan bana baktı. "Bana bir şey söyleyecekmiş. Önemliymiş."

 

"Gittin mi?" Kafamı iki yana salladım.

 

"Gitmem." Dudaklarını birkaç kez araladı, ne söyleyecekse vaz geçti, üstelemedim.

 

"Sen bilirsin." Niye bu kadar durgundu? "Vina."

 

"Kutay?"

 

"Sevdiğinin başına bir şey geldiğinde ne hissedersin?" Anlamamıştım, yüzüne aval aval baktım.

 

"Sen iyi misin?"

 

"Bok gibiyim." Gözlerini kapattı. "Kardeşim daha kötü."

 

"Ne?"

 

Bir kız kardeşi vardı, 20 yaşına yeni basmıştı. Uzun süre zorla evlendiği adamın yanında kalmıştı, ondan hiçbir iz bulamamıştık. Tüm olay Kutay'ın haberi olmadan gerçekleşmişti, biz çok sonradan öğrenmiştik. Bir müddet sonra bulabilmiştik, Ares ve Pera sayesindeydi.

 

"Hamileymiş," dedi titreyen sesiyle. İçime oturan öküz ve beliren şok ile yerimde doğruldum.

 

"Nasıl?" dediğimde midem kasılıyordu.

 

"Suay'ın bir ev arkadaşı vardı," diye anlatmaya başladı. "O it için çalışıyormuş," gözlerini yumduğunda çenesi kasıldı. "Ben... Benim yüzümden, Vina. Koruyamadım, annemin emanetine sahip çıkamadım."

 

"Kutay," diye fısıldadım acıyla.

 

"Her gün ağlıyor. Saatlerce. Durmaksızın. Ve sikeyim ki elimden hiçbir şey gelmiyor!" Elini saçlarına koyup çekiştirdi, öfkeyle soludu. "Aldırmak da istemiyor."

 

"Şu an nerede?" dedim ayaklanarak. "Suay nerede?"

 

"Helen'in yanında. Oraya götürdüm." Sesine bulaşan çaresizlikten nefret etmiştim. Her zaman güçlü durmasıyla bildiğim koca adam, karşımda titriyordu. "Yüzüne bakacak güce sahip değilim."

 

"Sana ihtiyacı var." Kapıya ilerlediğimde peşimden geldi.

 

"Biliyorum." Kapıyı açacağım sırada bileğimi kavradı, gözlerime baktı. "Onunla konuşabilir misin?"

 

"Konuşacağım." Kapıyı açtım, çevik adımlarla arabaya ilerledim.

 

Koltuğa nasıl oturduğumu, evin yolunu nasıl gittiğimi asla anlamamıştım. Beynim durmuş gibi hissediyordum.

 

Binanın önünde durup derin bir nefes soludum, ciğerlerime battı.

 

Evin şifresini hızla tuşladım, kapı mekanik bir sesle açıldı.

 

"Kim o," diye seslendi Helen. Direkt içeri girdim, Helen'e baktım. "Vina?" dedi şaşkınca.

 

"Suay nerede?" Sesimin titrememesi adına çaba gösteriyordum.

 

"Yukarıda."

 

Hızla merdivenleri tırmandım, odaların kapılarını bodozlama açtım. Son kalan odaya ilerledim, onu da açtım. Ve nihayetinde Suay'ı gördüm.

 

Yerde oturmuştu, bacaklarını kendine çekmişti. Başı dizine yaslıydı, bir şeyler sayıklıyordu. Saçlarını fark etmemle yutkunmam bir oldu. Kesmişti. Beline uzanan sarı saçlarını, yamuk yumuk kesmişti.

 

"Suay," diye fısıldadım minik adımlarla yanına giderken. Gözlerini usulca kaldırdı, kan çöken gözlerini gördüm. Abisininki gibi masmaviydi. "Güzelim." Yanına çöktüm, onunla aynı pozisyonda oturdum. "Suay." Başka bir şey diyemiyordum. Sanki kelimelerim kilitlenmişti, anahtarı çok uzaklardaydı. "Saçlarını kesmişsin birtanem..."

 

"Vina." Gözünden bir damla yaş aktı, silme zahmetinde bulunmadı. "Vina..." Ellerimi beline yerleştirip zayıf bedenini kendime çektim, sıkıca sarıldım. Omzumda sarsılarak ağlamaya başladı. "Canım acıyor."

 

"Biliyorum," elimle saçlarını sevdiğimde daha da şiddetlendi hıçkırıkları.

 

"Ölmek istiyorum. Dayanamıyorum." İçine attığından dolayı patlamıştı. Helen ile fazla samimi değildi, ona anlatamamış olmalıydı. Kutay zaten gelmemişti.

 

"Suay," dedim ve bedenini hafifçe geri çektim. "Geçecek." Başını güçsüzce omzuma yasladı. "Geçecek, iyileşeceksin."

 

"Vina, kalbim ağrıyor." Elini karnına yerleştirdi, yutkundu. "Ama..."

 

"Karar verdin mi?" dedim burukça gülümseyerek. De ja vu. Kafasını salladı, karnını seyretti.

 

"Onun bir suçu yok. Birbirimize ihtiyacımız var."

 

"Anlıyorum." Gözlerim yine saçlarına takıldı. "Saçlarını düzeltmek ister misin? Sonra sıcak bir duş alırsın, uyursun."

 

"Evet." Yerden destek alarak ayağa kalktım, sol elimi ona uzattım, sağ eliyle elimi tuttu. Ayağa kalktığında bacaklarının bile titrediğini görmek beni bozguna uğrattı. "Abim... O nasıl?"

 

"Boş ver şimdi abini." Banyoya doğru yöneldik. Banyonun küvetine yaklaştık, yüzüne baktım. "Kıyafetlerini çıkaracak mısın?" Bir şey söylemedi, üstündeki kazağı ve eşofmanı çıkarıp karşımda iç çamaşırları ile durdu. Cidden kilo vermişti. Sadece karnında bariz bir şişlik vardı. "Otur, Suay," dedim yumuşak bir sesle. Küvete oturdu, sırtını mermere yaslayıp kafasını geri attı.

 

Sıcak suyu ayarlayıp çeşmeyi açtım, sıkıca gözlerini kapattı. Kolları karnına dolanmıştı, onu korumak istiyor gibiydi.

 

Su yeteri kadar dolduğunda kapattım. Banyodaki dolapları teker teker arayıp bir tarak ve makas aldım.

 

Dizlerimin üstüne çöküp saçını taradım, bariz yamukluk daha da göz önüne çıktı. Onu ürkütmemek adına küçük makas darbeleriyle saçınını kesmeye koyuldum. Sessiz sessiz ağlamaya başladı. Vücudunda yer yer morluk izleri vardı, ister istemez baktığımda yüzümü buruşturdum.

 

"Vina," dediğinde sesi cansızdı. Her zaman neşesiyle tanıdığımız Suay, sevincini de kaybetmişti.

 

"Hı?"

 

"Nasıl dayandın?" Ellerindeki saçım hareket yetisini kaybetti, öylece kaldı.

 

"Bilmem," dedim, saçlarını tarayıp eşit olup olmadığına baktım. "Suay, bir zaman sonra geçiyor. Canın acıyor, ölecek gibi hissediyorsun. Kalbine her gün bir hançer saplanıyor."

 

"Vina, dayanamıyorum." Bedeni tekrar sarsılmaya başladı. "Onu aldırmak istemiyorum ama varlığı da canımı yakıyor."

 

"Kaç aylık?" diye mırıldandım elime şampuanı alırken.

 

"3." Karnına baktım, hafiften belli olmaya başlamıştı. "Küçücük."

 

"Hıhım," şampuanı saçlarına döktüm, ağır hareketlerle yıkadım. "O... Şimdi nerede?"

 

"Abim biliyor," dedi ve sertçe yutkundu.

 

"Suay, bak bunu bir abla tavsiyesi gibi düşün güzelim." Aramızda 5 yaş vardı, ama o çok geç olgunlaşmıştı. "Kafanı çok yorma ama düşün. Geleceği düşün." Fıskiyeyi aldım, köpüğü duruladım. "Kararın her ne olursa olsun ben yanındayım."

 

"Teşekkür ederim." Başka bir şey söylemedik, vücudunu da duruladım. Ayağa kalkıp küvetten çıktı, aynanın karşısında durdu. "Bana kısa saç yakışmış sanki, ha?" Burukça gülümsedim, başımı salladım.

 

"Yakışmış." Banyoda onu tek bıraktım, odadan rastgele bir eşofman takımı alıp ona verdim. Çok geçmeden giyinip yanıma geldi, yatağa oturdu. "Benim haberim yoktu. Yani... Bilseydim, gelirdim Suay."

 

"Sorun değil," sıcacık gülümsedi, duş iyi gelmiş olmalıydı.

 

"Uyuyacak mısın?" Kafasını salladı.

 

"Uykum var."

 

"Suay," dedim aklıma gelen şeyle. Akşam benimle gelebilirdi, biraz kafasını dağıtırdı. "Akşam bir yerlere gideceğim, gelmek ister misin?"

 

"Yorgunum, Vina." Elini tuttum, hafifçe sıktım.

 

"Pekâlâ... O zaman sabah alırım seni." İtiraz istemeyen ses tonumla sustu, gözlerini kırptı. "Bir şey olursa ara, olur mu?"

 

"Ararım."

 

"İstersen yanında kalabilirim?" Kafasını iki yana salladı.

 

"Biraz yalnız kalmak istiyorum." Gözlerime baktı. "Düşüneceğim."

 

"Nasıl istersen," başının üzerine minik bir öpücük kondurdum, odadan çıktım. "Helen," diye seslendim salona doğru.

 

"Vina?" Yanıma geldi, merakla yüzüme baktı. "Nerelerdesin kızım ya!" Boynuma atıldığında birkaç adım sendeledim. "Özlemişim!" Gülümsedim, geri çekildi. Yüzüme baktığında yutkundu. "Vina... Çok yorgunsun."

 

"Evet," dedim yalana başvurmayarak. "Yorgunum."

 

"Konuşalım mı biraz?" Cevap vermemi beklemeden kolumu tuttu, peşinden çekiştirerek salona yöneltti.

 

Kahve ve tonlarının olduğu minik odaya baktım. Küçüktü, sıcak bir atmosferi vardı. Odadaki yeşil çiçeğin önündeki köşe takımına oturdum, hemen yanıma geldi.

 

"Suay ne zamandan beri burada kalıyor?"

 

"3 gün oldu." Elini çenesine yerleştirip bana baktı.

 

"İyi mi?"

 

"Bilmem," dedi açıkca. "Benimle fazla konuşmuyor." Sesinin tonunu düşürdü. "Geceleri ağladığını duyuyorum, yanına gitmeye cesaretim olmuyor; o enkazı görmeye hazır değilim."

 

"Seninle fazla samimi değil." Kafasını salladı. "Ama anlatmak isteyecektir. İsteğini geri çevirme, olur mu?"

 

"Elbette." Ayaklandı. "Kahve ister misin?" Kolunu tuttum, geri oturmasını sağladım.

 

"Hiç canım istemiyor."

 

"Peki." Gözkerini kıstı. "Oflaz ile nasıl gidiyor?"

 

"Güzel." Yüzüme bunu destekler bir ifade yerleştirdim.

 

"Seni cidden seviyor olmalı."

 

"Hıhı." Derin bir nefes aldı.

 

"Vina, gerçekten mutlu olmayı o kadar hak ediyorsun ki... Üzülmen isteyeceğim son şey." Gülümsedim hafifçe.

 

"Aynından." Gülümsedi.

 

"Enişte ile tanışsak ya bir ara?"

 

"Tanışırsınız," dedim dalgınca.

 

"Kutay tanıştı mı?"

 

"Yok," diye yanıt verdim. Gözlerim pencereye iliştiğinde kararmaya başlayan havayı gördüm. Saatin ilerlediğini gösteriyordu. "Helen, gitmem gerekiyor."

 

"Kalsaydın?" Saçlarını düzeltti.

 

"Başka zaman." Ayağa kalktım, kapıya yürümeye başladım. "Görüşürüz."

 

"Görüşürüz güzelim." Dışarı çıktığımda kapıyı kilitledi.

 

Arabaya bindim, hızlı bir yolculuk geçirmek üzere harekete geçtim.

 

Arabanın güçlü motor sesi asfaltı ağlatırken sadece yola baktım.

 

Yorgun olduğum için bara gitmek istemiyordum ancak bugün öğrendiklerimi hazmedebilmem gerekiyordu.

 

Kutay'ı, Suay ile konuşmaya ikna etmem gerekiyordu. Aksi hâli, ikisini de içten içe bitirecekti. Abi-kardeş ilişkilerine hep imrenerek bakardım. Çünkü benim ne abim, ne kardeşim yoktu. Kutay beni kendi kardeşinden ayırmazdı ancak bilirdim, kan bağının olduğu kişi hep başka olurdu.

 

Suay'ın zorla evlendiğini bilmiyorduk, sevdiğini iddia etmiş ve kaybolmuştu. Tam o dönemlerde anneleri vefat etmişti. O yüzden de Kutay, konu üzerine fazla düşememişti.

 

Fakat sonralardan zorla olduğunu öğrenmiştik. Tehdit edilmişti ve bunu önleyecek hiçbir şey yapmamıştı.

 

Korkardı, Suay. Ailesine, sevdiklerine bir şey olmasından. İşte bu yüzden, çok kolay bir avdı.

 

Direksiyonu sola kırdım, evin olduğu sokağa girdim.

 

Arabayı park edip indim, evin kapısını çaldım. Her evimin anahtarına sahip olmam imkansızdı, bazırlarında da şifre de olmuyordu. Evin bahçesinde gördüğüm araba ise duraksamama sebep oldu. Kime aitti?

 

Kapı çok geçmeden açıldı, Pera ile karşılaştım.

 

"Hoş geldin." Meraklı gözlerle ona baktığımda yüzünü buruşturdu.

 

"Evde kim var?"

 

"Seninkiler." Kaşlarım havalandı.

 

"Benimkiler?" Elimdeki çantayı girişteki dolabın üstüne bıraktım.

 

Pera cevap vereceği esnada içeriden bir ses geldi.

 

"Yekta! Otur!" Oğuz'un sesi kulaklarımda çınlayınca gözlerimi yumup derin bir nefes aldım. Sakin kalmalıydım.

 

"Bunların ne işi var burada ya?" Pera 'bilmem' der gibi omuz silkti.

 

"Domates kafalı hanım efendi!" Pera'ya baktığımda sinirden kızardığını gördüm.

 

"Yekta! Belanı siktirme!" Keyifli bir gülüş işittim.

 

"Tamam... Domates sevmiyorsan, karpuz ol." Bir an gülecek gibi oldum. Fakat Pera'dan yiyebileceğim tokattan dolayı vaz geçtim.

 

"Ben bunu öldüreceğim." Hızla içeri girdi, ben de ardından ilerledim. "Bana bak pezevenk! Git evimden!"

 

"Burası yengemin evi!" dedi Yekta. Ares'e baktığımda dik dik Oflaz'a baktığını gördüm. Oflaz da aynı şekildeydi, birbirlerine kilitlenmişlerdi. "Gitmem!"

 

"Öküz! Yengen kim lan senin!" Yekta sırıttı, bana baktı.

 

"Gördün mü, çilek kafa!"

 

"Ağzına sıçacağım!" Pera üstüne yürümeye başladığında kendime daha fazla hakim olamadım.

 

"Yeter!" diye bağırdığımda hepsi bana döndü. Sesim bir tık fazla çıkmış olmalı ki, Yekta yerinde sıçramıştı.

 

Başım çatlayacak gibi hissediyordum.

 

"Nasıl da korktun lan!" Pera güldü, kendini koltuğa attı. Ares'in omzuna yaslandı, gülmeye devam etti.

 

Yekta bir şey söyleyeceği esnada gür, tok bir ses duyuldu. Hector, benim sesimi duyduğu gibi salona gelmişti.

 

"Aman yarabbi!" diye korkuyla konuştu Yekta.

 

"Gel bebeğim." Pera'nın yanına oturduğumda Oflaz'ın tam karşısındaydım.

 

"Bebek mi?" dedi Yekta. "Ben ondan daha bebeğim!"

 

"Bayılmak da ister misin?" Pera bana bakıp göz kırptı. Sonra Hector'un tüylerini okşadı.

 

"Hector," diye mırıldandım tüylerini severken. Sesim keyiften uzaktı. Hector da bunu anlamış gibi yüksek sesle havladı. Gözlerimi Oflaz'a yönelttim. "Neden buradasınız?"

 

"Telefonlarımı açmadığın için." Gözleri yüzümü fethetmek ister gibi bir tura çıktı. Yeşil gözleri yoğunlaştı.

 

"Her aradığında telefonu açamam." Duygudan yoksun sesimle bir an duraksadığını hissettim. "Bir şey mi söyleyecektin?" Cevap vermedi. Gözlerim sorgular gibi sırtına değdiğinde hafifçe gözlerini yumdu. Sırtını koltuğa yaslamıştı ama ağırlığını vermediğine emindim.

 

Oluşan derin sessizlik boyunca bakışlarım ve odağım oğlumdaydı fakat zihnim farklı yerlerdeydi.

 

Ares ayaklandı, mutfağa doğru yol aldı.

 

"Vina," dedi Pera koluma dokunarak. "İyi misin sen?"

 

"Bilmiyorum," dedim ve yüzüne döndüm.

 

"Ne oldu?" Ares elinde büyük bir tabakla döndü. İçinde tavuk, pilav ve patates vardı.

 

"Hiç." Tabağı elime tutuşturdu, tekrar yanıma oturdu.

 

"Bitecek." İtiraz edecek hâlim yoktu, karnım açtı. "Hepsi." Geçecek. Hepsi.

 

"Yiyecek misiniz?" diye sordum iştahla yemeye başlarken.

 

"Evet." Oğuz, kedinin ciğere baktığı gibi bakıyordu. Yekta'nın da bir farkı yoktu. Fakat, Oflaz... Sadece gözlerime bakıyordu.

 

"Mutfak şurada," parmağımla koridoru gösterdim. "Kafanıza göre takılın."

 

İkisi de ayaklandı, mutfağa yol aldılar. Aradan geçen 5 dakika sonrasında bir ses çıktı, Pera yerinden fırladı.

 

"Etrafı bir batırın!" Söylene söylene mutfağa gitti. Ares de kafasını iki yana sallayıp peşinden gitti.

 

Yemeğime devam ederken bir parça tavuğu elime aldım, Hector'un ağzına verdim.

 

"Sen yemeyecek misin?" Meraktan uzak bir ifadeyle Oflaz'a döndüm.

 

"Hayır."

 

"Emin misin?" Kafasını salladı.

 

"Sen iyi misin?" Ağzımdaki lokmayı yuttum, yerimde doğruldum.

 

"Evet." Kaşığa bir miktar tavuk ve pilav aldım, Oflaz'a doğru uzattım. "Bakmak istemez misin?" Daha cümlem bitmeden kaşıktaki yemeği aldı, çiğnemeye başladı. "Sevdin mi?"

 

"Evet," dediğinde pilavdan bahsediyordu fakat gözlerime odaklanmıştı...

 

"Birazdan çıkarız, olur mu?" Kafasını sallayarak onayladı. "Pansuman yaptınız mı?"

 

"Yok." Kaşlarım çatıldı, hoşnutsuz bir nefes verdim.

 

"Enfeksiyon kapmasını mı istiyorsun?"

 

"Bir şey olmaz," dedi umursamazca.

 

"Oflaz." Son lokmayı da ağzıma attım. "Hasta falan olursan bakamam, baştan belirteyim." Kaşları havalandı.

 

"Eminsin?"

 

"Yooo," dedim ve iç çektim. "Ama şüphem var. Geçen gün üstüme düşecektin de. 2 metre, 100 kiloluk adam! Bokum çıkardı." Şikayetçi olmadığımı anlayabilirdi.

 

"Boyum 1.99. Kilom da 100 değil." Gözlerimi devirdim.

 

"Ne fark eder?"

 

"Alvina." Hector ayaklandı, Oflaz'a doğru yaklaştı. "İyileşmiş?"

 

"Sayılır." Elini, kolunu kokladı. Çevik bir hareketle koltuğa çıktı, uzun uzun onu seyretti. "Sevdi seni."

 

Oflaz'ın eli başını bulduğunda bir an havlayacağını düşündüm ama tepki vermedi. Tekrar koltuktan indi, bana kısa bir bakış atıp merdivenlere yöneldi. Karnı acıkmış olmalıydı.

 

"Ben hazırlanacağım, sonra gideriz," dedim ayağa kalkarken.

 

"Alvina." Usulca ona döndüm. "İstersen başka zamana erteleyebiliriz. Dinlenebilirsin."

 

"Kafamı dağıtmam gerekiyor." Hafifçe gülümsedim, üst kata çıktım. Pera'nın odasına girdiğimde kapıyı kapattım, fakat hızlıca geri açıldı. Pera içeri girdi.

 

"Anlatıyorsun. Hemen." Derin bir nefes alıp odasındaki minik koltuğa oturdum.

 

"Suay," diye mırıldandım.

 

"Ne olmuş Suay'a?"

 

"Hamileymiş." Afalladı.

 

"Ne?!"

 

"O it... Suay'ın tüm neşesi gitmiş, yaşamak dahi istemiyor." Yutkundu.

 

"Ne zaman olmuş bu olay? Kutay neden bir bok yapmamış!"

 

"1 ay olmuş. Kutay'a çok sinirlendim. Konuşmadım." Pera'nın bakışları bile donuklaşmıştı. "Kızı Helen'in yanına göndermiş. Ya, Helen ve Suay zaten samimi değiller! Nereden geliyor böyle sikimsonik fikirler aklına."

 

"Benimle kalmaz mı Suay?" Yüzünü buruşturdu. "Evet, benimle de samimi değil ama en azından tanıyor."

 

"Bilmem, sabah onu alacağımı söyledim. Kutay, yüzüne bakamıyor. Helen'in yanında da diken üstünde durmasının manâsı yok." İzin istemeden kıyafet dolabını açtım, elbiselere baktım. "Hoş, Helen ona kötü davranmaz ama Suay'ı biliyorsun."

 

"Her şeyden önce Kutay'ın konuşması gerekiyor. Böyle şeylerde aileden birinin desteği önemlidir." Kafamı salladım dalgınca. Ben nasıl toparlanabilmiştim? "Vina?"

 

"Hım?" Elime aldığım yeşil elbiseyi Pera'ya çevirdim. "Bunu giysene." Hafifçe gülümsedi.

 

"Ares ile konuşsanıza."

 

"Pera, cidden hiç havamda değilim." Ateşten bir parça olan saçlarını düzeltti, elini koluma yerleştirdi.

 

"Biliyorum ama birbirinizi daha fazla kırmayın."

 

"Ben çıkayım." Adımlarım kendi odamı bulduğunda kıyafetlerimi çıkardım, seçtiğim beyaz elbiseyi giydim. Saten bir kumaştı. Diz kapağımın bir karış üstünde bitiyordu. Yan tarafındaki fermuarını çektim, ince askılarını düzelttim.

 

Makyaj masasına oturdum, ilk çekmeceyi açtım. Yoğun olmayan bir göz makyajını tercih etsem de, şarap kırmızısı bir ruj sürdüm. Saçlarıma fazla dokunmadan dalgalar verdim, bir tutamını inciden bir tokayla tutturdum. Aynı tokanın zarif bilekliğini de taktım. Tırnağımdaki ojeyi de rujumla aynı renge çevirdim, birkaç fıs parfüm sıktım.

 

Parfümün bir markası yoktu, özel olarak yaptırdığım bir esanstı. Her markanın parfümünü kullanamıyordum, içerisinde farklı şeyler olabiliyordu.

 

2 saatin ardından hazırlanabildiğimde akrep ve yelkovan 21.00'u işaret ediyordu.

 

Odadan ayrılmadan önce küçük bir çanta aldım, içine dudaklarımdaki ruju koydum.

 

"Pera," diye seslenerek aşağı indim. "Pera! Pera!" Bir anda koşarak yanıma geldi, endişeyle yüzüme baktı.

 

"Ne oldu?"

 

"Gelsene, ayakkabı seçelim." Kafasını iki yana salladı.

 

"Ben daha elbisemi giymedim." Saçlarını, makyajını yapmıştı, tek eksik oydu. Aklıma gelen şeyle salona girdim, gözlerimle Oflaz'ı aradım. Ares böyle şeylerden hiç hoşlanmazdı.

 

"Oflaz," dediğimde bana döndü, sorgular gibi kafasını salladı. "Gelir misin bi?"

 

"Gelirim." Yanıma geldi, beklemeye başladı. Yüzüme dalgın dalgın baktığında kolunu tuttum, peşimden çekiştirdim. İtiraz etmeden bana ayak uydurdu, merdivenleri indik. "Nereye?" Yanıt vermedim, bir kapının önünde durdum.

 

Kolunu serbest bıraktıktan sonra kapıyı açtım, huzurlu bir nefes alıp odaya adım attım.

 

"Benim servet," dedim ve Oflaz'a dönüp göz kırptım. "Şu nasıl?" Parmağımla uzun topuklu, sivri uçlu ayakkabıyı gösterdim.

 

"Rahat gözükmüyor." Başka bir ayakkabı gösterdim, bir ayakkabıya bir yüzüme baktı. "Hiç konforlu değil." Farklı bir rafa geçtim, bir diğerini gösterdim. "Alvina."

 

"Efendim?" Kaşları çatıktı.

 

"Spor tarz giysene." Bu sefer ben kaşlarımı çattım.

 

"Ben topuklularımla mutluyum." Uzun uzun baktıktan sonra birisini seçtim, odadaki pufun üstüne oturdum. Bir çırpıda giyip ayağa kalktım, aynanın karşısına geçtim. Sade, şık bir ayakkabıydı. Elbise ile aynı renkteydi. "Nasıl?"

 

"Güzel." Yanına gittim, boy farkımıza baktım. Biraz olsun azalmıştı.

 

"Biraz daha kısa olsan harika olur," diye kendi kendime konuştum. "Fasulye sırığı."

 

"Bir şey mi söyledin?"

 

"Yooo," dedim iç çekerek. "Üstünü değiştirecek misin?" Rahat bir eşofman, tişört vardı üzerinde.

 

"Evet."

 

"Hadi, gidelim." Yarasına pansuman yapmamız gerekiyordu. "Ben de geleceğim." Bir şey söylemediğinde evin bahçesine çıktık.

 

Hector, Yekta'ya havlamakla meşguldü. Oğuz ve Ares ise bir şeyler konuşuyordu.

 

Bizim geldiğimizi gördüklerinde arabaya doğru ilerlediler.

 

Hava buz gibiydi, kar yağsa şaşırmazdım. Oflaz'ın bakışlarını açıkta kalan bacaklarımda hissetsem de bir şey demedim.

 

Arabaya yaklaştığımızda Oğuz cebinden anahtarı çıkardı, Oflaz'a uzattı. Beklemeyeceği bir hamlede bulunup anahtarı aldım, arkamdan alık alık bakarlarken sürücü koltuğuna yerleştim. Camı açıp Ares'e göz kırptığımds keyifle güldü.

 

Oflaz yolcu koltuğuna oturduğunda Oğuz ve Yekta da arkaya bindiler. Direkt klimayı sıcağa ayarladım.

 

"Oğuz, taksiyle gidelim mi?" diye sordu Yekta endişeyle. Arabayı çalıştırdım, gaza yüklendim. "Bismillahirrahmanirrahim." Kemerini taktı, dua etmeye başladı. "Ölmek için çok gencim." Onunla dalga geçmek için biraz daha hızlandım, bu kez Oğuz da kemerini taktı.

 

"Can güvenliğim de yok, mal güvenliğim de." Oflaz rahat gözüküyordu. "Lan oğlum, kemerini tak." Kemerini bile takmamıştı.

 

"Yenge!" Arabayı sağa kırdığımda arkadakiler savruldu.

 

"Bağırma be!" Diğer araçlardan yükselen korna sesini duydum.

 

"Dayak yiyeceğiz." Düşmanca Yekta'ya baktım.

 

"Ben yemem," dedim sırıtarak.

 

"Vina?" Oğuz'un sesi düşünceliydi.

 

"Efendim?"

 

"Şu, Pera..." Omzumun üstünden ona döndüm.

 

"Evet?"

 

"Neyse." Oflaz da usulca ona döndü.

 

"Ne söyleyeceksin, Oğuz?"

 

"Sevgilisi var mı?" deyiverdi. Duraksadım.

 

"Pera'nın mı?" Kafasını salladı. "Yok."

 

"İyi bari." Kaşlarım çatıldı. "Yani..."

 

"Sus, oğlum ya. Gitti tüm karizman. Yerle bir şu an." Keyifle güldü Yekta.

 

"Oğuz," defim aklıma gelenle. "Pera seni bitirir."

 

"Abi beni pataklayacaktı saçlarıyla dalga geçtim diye."

 

"Hak ettin lan, konuşma şimdi." Ters ters bana baktı. "Oflaz, normal arkadaşın yok mu?"

 

"Yok." Bana bakıp fısıldamıştı.

 

"Lan, lan, yengee!" Sırıttım. "Önde araba var! Ölmek istemiyorum!"

 

"Bağırma, Yekta!" dedi Oflaz sakin ama ikaz dolu bir sesle. "O da görüyor önünde araba olduğunu."

 

"Miyop var bende." Alık alık yüzüme baktılar. "Şaka."

 

Kalan yolculukta öğrendiğim yolu gittik, evin önünde durduk. Anahtarı elime alıp araçtan indim, diğerlerine baktım.

 

"Şükür. Çok şükür. Bin şükür." Abartıyla nefes aldı Yekta. "Ölmedim. Dünya benim gibi birisini kaybetmedi."

 

"Ne zırvalıyorsun oğlum ya?" Oğuz'a döndüler. "Alt tarafı ölümden döndük."

 

"Ehliyeti kimden aldın yengecim?" Sinsice gülümsedim, anahtarı elimde sallaya sallaya korumaların içine girdim. Fazla abartmışlardı.

 

"Sıraç," diye seslendim gözlerim onu ararken.

 

"Buradayım." Elini hafifçe kaldırıp yanıma geldi.

 

Anahtarı eline tutuşturdum, kaşları çatıldı. Oğuz'un derin bir nefes verdiğini işittim.

 

"Oğuz sana hediye etmek istemiş." Sinsice sırıttım. "Değil mi Oğuz?"

 

"Benim niye başım yanıyor, pardon?" Göz kırptım.

 

"İstediğin gibi kullan, Sıraç. Git duvara çarp, sat, parçala."

 

"Lan! Benim o!" Omuz silktim. Sıraç'ın da düşmanca Oğuz'a baktığını gördüm.

 

"Nasıl sinirlendirdin melek gibi kızı?" diye sordu. Onunla da mı tanışıyordu?

 

"Ne meleği ya? Şeytan, Şam şeytanı!" Yekta sırıttı.

 

"Şeytan da melek ya hani, beyin yoksunu direk." Bu sefer hem ben, hem de Oğuz sinirlenmişti.

 

"Ben göstereceğim sana meleği, şeytanı!" Yüzüne korku yerleşti.

 

"Affet yenge! Ben Oğuz'a sinirden şey ettim." Bir anda koşmaya başladı, peşinden takip ettim. "Sen o ayakkabılarla nasıl koşuyorsun ya?" Duraksadığında iyiden iyiye ona yaklaşmıştım. "Allaaaah!" Korumaların arasına daldığında ben de girdim, aniden Sıraç'a çarptım.

 

"Ay. Pardon." Tek eğlenen kişi Oğuzdu. "Hepsinin göğüs duvar gibi! Yarıldı kafam! Yazık beynime!" diye söylendim kendi kendime.

 

"Yenge, var mıydı beynin?" Cidden sinirlenmeye başlıyordum.

 

Ayakkabının bandajını bir çırpıda çıkarttım, elime aldım.

 

"Hayır," diye bağıran Yekta'nın sesiyle havada uçan topuklu birleşti. Ve ayakkabı, tam Yekta'nın kafasına çarptı. "Aa! Gitti başım. Kanıyor. Öldüm." Elini kafasına koydu. "Alo, ambulans?" Ayakkabı cidden sert gitmişti, canı acımış olmalıydı.

 

"Abart." Oğuz keyifle güldü. "Kedi götünü görmüş, yara sanmış." Tek ayağımın üstünde beklemeye başladım. "Oflaz ya." Söyleyeceğimi anlamış gibi yanıma ilerledi, ayakkabının yanından geçti fakat almadı. "Ayakkabım kaldı ki." Gözlerime baktı, aniden eğildi.

 

Bir elini belime, diğerini bacağıma yerleştirip bedenimi havalandırdı. Şok içinde yüzüne baktım.

 

"Napıyorsun?" dedim dehşet içinde.

 

"Seni taşıyorum," dedi yaptığı normalmiş gibi. Sırtından yaralıydı! "Arkadaşımın kafasını yarman..."

 

"Hak etti," diye söylendim hiç düşünmeden. "Ben beyinsiz miyim?"

 

"Gördüğüm en beyinli kadınsın," tek eliyle şifreyi tuşladı, kapı açıldı.

 

"Evet," diye onayladım.

 

"Evet," dedi.

 

"Ayakkabım kaldı."

 

"Sıraç, ayakkabıyı al," diye bağırdı.

 

"Eve girdik, indirsene beni." Yüzümü seyre başladı.

 

"Benim de kafamı yarma?"

 

"Gidiyorum ben ya," çıkışa yöneldiğim gibi belimden yakaladı.

 

"Gidemezsin sen ya." Kaşlarımı çattım. "Pansuman, diyorum... Önemli sonuçta."

 

"Az önce gereksiz diyordun." Omuz silkti küçük bir çocuk gibi.

 

"Gerekli olduğuna kanaat getirdim." Elimi avcunun içine hapsetti, içimi bir his kapladı. Adımlarım mest olmuş gibi peşinden giderken odasının önünde durdu.

 

"Sen geç, ben malzemeleri getireyim," dedim sakince. Ellerimi salondaki lavaboda yıkadım, odasına döndüm.

 

Pekâlâ, zaten pansuman için soyunması gerekiyordu ama onu öyle görmek... Sertçe yutkundum. Kusursuzdu.

 

Elinde diğer ayakkabım vardı, yüzüme bakıyordu.

 

"Gelsene," usulca yanına yaklaştım. "Ayağını uzatacak mısın?" Şaşkınlık yüzüme otururken bacağımı ona uzattım. "Ellerini yıkadın ya," dediğinde daha çok kendisini avutmak için söylediğini düşündüm. "Yaram mikrop falan kapar," ayakkabıyı ayağıma yerleştirdi, bandajının klipsini taktı.

 

"Evet. Öyle olur," dedim dalgınca.

 

"Hıhım," kafamı iki yana sallayıp geri çekildim, sırtına baktım.

 

"Uzan lütfen." Yarasına dikkat edip yüzüstü uzandı, sırtı ile bakıştım. Yüzünü yan bir şekilde dönmüştü ve gözleri kapalıydı. "Oflaz?" Çantadan pamuk ve batikon aldım.

 

"Alvina?"

 

"Bir şey sorabilir miyim?" kafasını salladı. Pamuğa bir miktar batikon sürdüm, sırtındaki bandajı dikkatlice çıkardım. Sırtında yanıklar, neşter izleri doluydu. Birkaçının ise kurşun olduğuna emindim. "Sırtındaki yaralar nasıl oldu?"

 

"Bir eğitim," dedi sessizce. Pamuğu yarasının etrafında gezdirdim. "Önemli değil."

 

"Nasıl değil," dedim fısıldayarak. "Canın çok acıdı mı?"

 

"Hayır," dedi fakat elbette acımıştı.

 

"Yalan söylüyorsun." Parmaklarım hafif darbelerle sırtında dolaştı. "Oflaz, anlatabilirsin..."

 

"Evet," dediğinde yutkundum. Acıydı. Çok acıydı. "Nasıl anlatayım, Alvina? Anlatamam."

 

"Neden," dediğimde temiz bir gazlı bez çıkardım, yatağın kenarına koydum. Mikrop kapmaması için ekstra dikkat ederken bir kremi elime aldım, bir miktar sırtına sürüp dağıttım. "Oflaz," dedim üsteleyerek.

 

"Alvina, hangi birini anlatacağım?"

 

"Ama dinlerim," dedim umutsuzca. "Anlatırsan, dinlerim."

 

"Sen bugün niye durgunsun?" Bandajı yarasının üstüne kapattım, işim bitti fakat kalkmak adına bir harekette bulunmadı. Elim yarasının az altında beklerken ona yanıt verdim.

 

"Bir arkadaşım ile ilgili."

 

"Seninle alakalı mı?" Kafamı iki yana salladım ama görmedi.

 

"Hamileymiş." Muhtemelen kötü bir şey olmadığını düşünmüştü. "İstemediği bir adamdan," yutkundum. "Bebeğe çok bağlanmış ve aldırmak istemiyor..."

 

"Ona destek olacağını mı düşünüyor?"

 

"Hım," diye mırıldandım onaylayarak. "Onu anlayabilmem ise beni bitiriyor, Oflaz. Mazi peşimi bırakmıyor." Elimin altındaki tüm kaslarının gerildiğine şahit oldum. Ve tam o an kalbimin ortasına bir yumru oturdu, nefes alırken boğazımı tırmaladı.

 

"Alvina?" dedi sorgulayarak.

 

"Boş ver," çantaya malzemeleri koyup ayağa kalktım. "Oldu, öldü; bitti. Gerisi önemli değil." Ayağa kalkıp yüzüme eğildi, boy farkımız yine ortaya çıktı. Kalbimle her an oynadığı oyunun galibi o gelirse, ya sonum gelirdi; ya da yeniden başlardım.

 

"Önemli." Kafamı iki yana salladım. "Sen içindesin, nasıl önemli olmasın?" Bunu kendisine söylemiş gibiydi. Gözlerimi kaçırdım. "Alvina, bunu bana anlatman gerekiyor." Çenemi kavradı, yumuşak bir ikazla sıktı. Tüy gibi yumuşak teması içimi titretmeye kâfiydi.

 

"Anlatmayacağım." Kaşları çatıldı. "Senin hakkında hiçbir şey bilmiyorken sana tek bir bilgi daha vermeyeceğim." Yüzünde bariz bir hoşnutsuzluk vardı.

 

"Alvina, aynı şey değil."

 

"Gayet aynı şey," inada bindirmemi o istiyordu. Bana anlatabileceğini bilmesini istiyordum, ama bunu anlamamakta ısrar ediyordu. Elbette anlatma zorunluluğu yoktu; fakat benden de anlatmamı istememeliydi. "Senin hakkında hiçbir şey bilmiyorum," dedim eli hâlâ çenemdeyken. Kafasını iki yana salladı, çenemi bırakıp dolabının kapağını açtı.

 

Siyah bir gömlek, siyah bir pantolon çıkardı. Gömleğe kısa bir bakış atıp yatağa fırlattı, kravatlar ile dolu bir çekmece açtı.

 

"Bara gideceğiz, daha spor giyinebilirsin." Sesimde bir durgunluk vardı, buna engel olamazdım.

 

"Basından üyeler gelecek. Sahadan çok çekildik." Bir kravata karar verdi, havaya kaldırıp bana gösterdi. Kafamı salladım onaylar gibi. "Yasaklara ve yasalara itiraz etmeye devam ediyoruz gizli de olsa. Ama bu daha çok dikkat çekiyor." Gömleği tekrar aldı, giydi. "Göz önünde olmalıyız."

 

"Anladım," diye mırıldanıp onu izlemeye başladım. Gömleğinin saklama girişiminde bulunup başarısız olduğu kaslarına bakarken yutkunma isteği içimi sarstı.

 

"Üstüne bir şey almıyor musun?" Kaşlarım havalandı. "Üşürsün böyle."

 

"Üşümem," deyip arkamı döndüm, odadan çıktım. Kapıyı da arkamdan çektim. Su içmek için mutfağa ilerlerken duyduğum sesle duraksadım, salonda bekledim.

 

"Yok," dedi Sıraç hattın ucundaki kişiye. "Bu onu iyileştirmez." Dinledi. "Anlamak istemiyorsun ve yine bencilce davranıyorsun!" Sinirle nefes aldı. "Hayır," dediğinde sesindeki ton kesinlikle ürkütücüydü.

 

"Sıraç," diye seslenerek mutfağa girdim. Özelini dinleme hakkım yoktu. Ada tezgahın yanındaki sandalyelerden birisini çektim, tam yanına oturdum.

 

"Evet," dedi ve telefonu kapattı. "Efendim?" dediğinde ayaklanacak gibi oldu. Elimi kolunu koyup kalkmasını engelledim, hareket etmedi; hatta kaskatı kesildiğini düşündüm.

 

"Kal lütfen. Ben gideceğim şimdi." Kafasını salladı, ben sandalyeden indim. Dolaptan viski şişesini aldığım gibi iki kadehe doldurdum, birisini önüne itekledim. "Sever misin?"

 

"Çok." Ben de severdim, çok.

 

"Nasılsın?" Duraksadı.

 

"İyiyim," dedi kaşları çatıkken. "Siz?" Düzeltti. "Sen?"

 

"İyiyim." Yeşil gözlerine baktım, kadehimden bir yudum aldım. "Bir sorun yok değil mi?"

 

"Yok," dedi ve hafifçe gülümsedi. "Birden fazla sorun var."

 

"Anlıyorum." Ben de gülümsedim. "Bir ara konuşalım, Sıraç." Kadehimi kadehine yavaşça çarptım, daha geniş gülümsedi.

 

"Konuşalım."

 

"Yaşını sormuş muydum?" Kafasını salladı.

 

"Evet, 30." Gözlerini kıstı. "Sen de 25 olmalısın."

 

"Evet," dedim ve bir yudum daha aldım.

 

"Alvina," diye seslendiğini işittim Oflaz'ın. "Gelir misin?" Sıraç'ın ağzının içinde bir şeyler yuvarladığını duysam da ne olduğunu anlayamadım.

 

"Geliyorum," sandalyeden atlayıp koridorda ilerledim. "Efendim, Oflaz?"

 

"Çıkalım?" Kafamı salladım, vücudunu süzdüm. Kesinlikle özene bözene yaratılmıştı.

 

Üzerindeki gömleği göğsünü ve omzunu öyle güzel sarmıştı ki, insanda dokunma isteği uyandırıyordu. Pahalı kumaştan yapıldığı belli olan pantolonu da bacaklarını sergilemekten çekinmiyordu.

 

"Gelsene bi," deyip elini tuttum, onu odasına çekiştirdim. Merakla ne yapacağımı izlediği sırada dolabının kapaklarını açıp ceket aramaya başladım. Bu yaptığım hareketin bir manası olmayacaktı ama umurumda değildi.

 

"Ne yapıyorsun?"

 

"Hiç." Boynuna baktım, kravattan vaz geçmişti. Bozuntuya vermeden şık bir ceket seçtim, askısını çıkarıp yüzüne doğru attım. "Madem sevgili rolü yapıyoruz," gözlerine baktım. "İnandırıcı olmalıyız."

 

"Ceket ile alakası ne?" Üstelemeden ceketi giydi. Keşke giymesini söylemeseydim. Şimdi daha yakışıklı olmuştu...

 

"Başkan beni tanır ve sevgilimi kıskanacağımı bilir." Çantamı açtım, içinden rujumu çıkarıp tazeledim. "Demem o ki, omuzlarını sergilemek suretiyle giydiğin gömlekle dışarı çıkmana müsaade etmeyeceğimi bilir."

 

"Ya da direkt şey desene," dedi alayla sırıtarak. "Kıskandım."

 

"İstersen giymeyebilirsin." Dudaklarımı büzdüm. "Ama inandırıcı olmaz."

 

"O hâlde sen de bu elbiseyle çıkamazsın. Benim de yanımdaki kadını kıskanabilme ihtimalim ve imkanım var, değil mi?" Kafamı iki yana salladım.

 

"Başkan dik başlı olduğumu da bilir. Giymek istediğimi giyer, yapmak istediğimi yaparım." Kaşları havalandı.

 

"Diyorsun."

 

"Hıhım, diyorum." Salına salına yanından geçerek merdivenleri indim. Telefonumu bulup Poyraz'ı çaldırdım. Oflaz yanımda beklerken beni izliyordu. Buz gibi hava içimi soğuturken korumalar önümüze bir araba çekti.

 

"Efendim?" Muhtemelen yeni uyanmıştı.

 

"Ben mi uyandırdım?"

 

"Sorun değil." Oflaz'ın ceketinin cebindeki sigaraya izin istemeden uzandım, çakmağını da alıp ucunu alevlendirdim. Kaşları iyiden iyiye çatılıyken hamlelerimi izliyordu.

 

"Robert'ın dosyasında bir video var, kodu 8359 olmalı. O videoyu basına verir misin?" Keyifle güldü.

 

"Evvvet! İşte benim patronum! Sadece o ite bakmaktan sıkılmıştım." Derin bir nefes aldı.

 

"Bir de Jack," dediğimde Oflaz'ın tüm dikkati üstümdeydi. "Onun da bir dosyası olmalı. Bir fotoğraf."

 

"Etraf kızışacak, harika!"

 

"Onu yer altına, basına, liderlere yaymanı istiyorum. Bi' götü sıkışsın."

 

"Yarın seyret olanı," dedi neşeyle.

 

"Seninkinden haber var mı?" İzmariti yere atıp ayakkabımın topuğuyla söndürdüm.

 

"Sanırım," arabanın arka koltuğunu açıp oturduğumda Oflaz da yanıma yerleşti. Pantolonla sarılı bacağı, çıplak tenime temas etti. "Kahve içtik bugün."

 

"Nasıl geçti?" Araç hareketlendi.

 

"Sonra anlatayım mı? Şimdi dosyaları bulmam gerekiyor."

 

"Peki, teşekkür ederim."

 

"Ha, Vina," dedi alayla. "Amcanın bugünki yemeği köpek mamasıydı. Tamamen şefin spesiyali." Keyifle güldüm.

 

"Eline sağlık, ne diyebilirim ki." Uzun süren sessizliğin ardından ekledim: "Görüşürüz."

 

"Görüşürüz."

 

Oflaz'a bir açıklama yapmayacaktım, o da bunu anlamış gibi bir şey sormadı.

 

Yol boyunca sessiz kaldık, çıkan tek ses arabanın asfaltta bıraktığı sesti. Bir ara Pera'ya gideceğimiz mekanın adresini attım, sonra başımı cama yasladım.

 

Gittiğimiz süre zarfında ısıtıcı hep açıktı. Gözlerim dalgınca yolu izlerken barın önüne geldik, araç durdu. Ojelerin süslediği elimle kapıyı açmaya uzandım, fakat ben açamadan dışarıdan açıldı. İnmemi bekleyen Oflaz'a bakarken hafifçe gülümsedim, uzattığı elini kavrayıp arabadan indim.

 

Ve iner inmez magazinciler etrafımızı sardı, aynı anda bir sürü flaş patladı. Elini daha sıkı kavradığımda kemikli parmaklarının her hücresini hissediyordum.

 

Önümüzdeki ve arkamızdaki ikişer koruma ile kalabalığı yararak ilerledik, kalabalık barın önünde durduk. Müzik sesi şimdiden kulaklarımı tırmalarken yerimde hareketlendim, barın önündeki korumalara kısa bir bakış attım.

 

İçeri herkesi almıyorlardı, yalnızca belirli kişiler alınıyordu. Korumalar harekete geçeceği sırada içeriden bir adam çıktı, barın sahibiydi. Orta yaşlarda olmasına rağmen enerjisi benden yüksekti. Üstündeki şık takıma baktığım sırada gülümseyerek yanıma geldi.

 

"Alvina Ladin," dedi yarım ağız sırıtarak. "Uzun zaman oldu," kollarını sevecen bir tavırla iki yana açtı. Fazla sırnaşmadan ona sarıldım, güldüğünü işittim. "Kalbe girmiş birileri, ritimden anlaşılıyor." Geri çekildiğimde imayla Oflaz'ı işaret etti. Oflaz, kaşları hafif çatılı bir şekilde adamın kolumdaki eline bakıyordu. "Selam, delikanlı," dedi elini sıkması için uzatarak.

 

"Selam," dedi Oflaz otoriter bir sesle.

 

"Bizi içeri almıyor musun, Mete abi?" Kaşları havalandı.

 

"Almaz olur muyum?" Korumalara bir işaret yaptı, hepsi geri çekildi. "Mekan senin güzelim. Takıl dilediğin gibi." Ona göz kırpıp Oflaz'ın koluna girdim. Yürümeye niyeti yok muydu? Israrla ona baktığımda arabasına ilerleyen Mete abiye baktığını gördüm.

 

"Niye öyle bakıyorsun adama?"

 

"Rol inandırıcı olsun," dedi kulağıma doğru.

 

"Önüne bakmazsan beraber düşeceğiz." Ne diye gözlerime bakıyordu?

 

"Düşmeyiz." Harelerimi kalabalıkta gezdirdim, Pera'ları aradım. Elini kaldırıp bana salladığında Oflaz'ı o tarafa çekiştirdim.

 

"Herkes gizli gizli fotoğraf çekmeye çalışıyor," dedim gülümseyerek. "Peraa," diye şakıyarak yanına gittim, sanki sabah görüşmemişiz gibi bir özlemle sıkıca sarıldım.

 

"Cidden yakışıyorsunuz," dedi kulağıma fısıldayarak.

 

"Aynen," dedim alayla. "Harika bir çiftiz." Geri çekildi, ilk defa karşılaşmış gibi bakarak Yekta'nın elini sıktı. Yekta bir şey söyleyecek gibi olduğunda Pera kaşlarını hafifçe kaldırdı, vaz veçti.

 

"Memnun oldum, Oğuzdu değil mi?" diyerek Oğuz'un da elini sıktı. Oğuz'un bir an bakışlarının yumuşadığını hissettim, sonra bunun saçma olduğunu düşünüp yüzlerine baktım.

 

"Evet. Siz de Pera olmalısınız." Bu adam cidden ilk görüşte aşık falan mı olmuştu? Pera'nın ismini şiir okur gibi söylüyordu.

 

"Evet. Unutmamışsınız," dedi flörtöz bir tavırla.

 

"Ne mümkün?" dedi Oğuz ona ayak uydurarak. Pera nihayetinde elini çekti, Oflaz'a yalnızca başıyla selam verdi. Ares yerinden kalkma zahmetine bile girişmezken herkese ters bakışlar atıyordu.

 

"Neşeniz göz yaşartıcı," dedim alayla. Oflaz'ın elini bıraktığım gibi Ares'in yanına oturdum, kollarımı sırtına doladım. Şaşırsa da belli etmedi, kollarını belime doladı. "Biraz daha somurtursan," diye tehditkar bir tonla fısıldadım. Devamını getirmedim, anladığını düşündüm.

 

"Vina, lütfen... Lütfen, sadece konuşalım." Kafamı salladım, geri çekildim. Gözlerime baktığı sırada diğerleri de deri koltuklara oturdular.

 

"Bu gece, Ares. Bu gece konuşacağız."

 

Oflaz yanıma oturdu, ondan ummayacağım bir hareketi yapıp elini açıkta kalan bacağıma yerleştirdi. Kısa bir afallamanın ardından yerimde doğruldum, elinin üstüne elimi kapattım.

 

Yanımıza gelen garson bana gülümsedi, ben de gülümsediğimde kafasını salladı. "Her zamanki gibi?" Gözlerimle onayladım. Saçları sarıydı, küt kestirmişti.

 

"Evet."

 

"Ben bir votka," dedi Pera. Sonra Ares'e döndü. "Bir viski." Oğuz ve Yekta birbirlerine baktılar.

 

"İki votka." Oğuz'un cümlesiyle tekrar kafasını salladı garson.

 

"Siz?" dedi Oflaz'a bakarken.

 

"Şarap." Garson yanımızdan ayrıldı, yavaş bir müzikle dans eden insanlara baktım. Ağır hareketlerle -bayıcı bir şekilde- ediyorlardı.

 

"Vina," dedi Pera sesini yükselterek. "Ortam ne zaman canlanır?"

 

Bu bara sık sık gelirdim, bu yüzden düşünmeden cevapladım.

 

"23.00'de DJ değişecek." Gözlerimi kıstım, ben de sesimi yükseltmiştim. "Sıkıldıysan erken de değiştirmelerini isteyebiliriz."

 

"Yok, iyi şimdilik."

 

Oflaz'ın aniden elini belime yerleştirip sıkmasıyla kaskatı kesildim. Merakla ona döndüğümde bana değil, bir masaya kitlenerek baktığını gördüm. Belimdeki elinin baskısını da farkında olmadan arttırmış olmalıydı.

 

"Oflaz," diye seslendim yerimde kıpırdanarak. Bana bakmadı, adama bakmaya devam etti. 2 adam, yan yana oturmuş bize bakıyorlardı. Bana ve Pera'ya. Oğuz'a döndüğümde onun da adamlara baktığını gördüm. Oflaz'dan farkı yoktu.

 

"Alvina." Kaşları çatıldı. "Şu adam sana mı bakıyor?"

 

"Yok canım, ne bakması?" dedim fakat adam gözlerini kenetleyerek bize bakıyordu.

 

"Bakıyor, bakıyor." Yerinden kalkmak için hamlede bulundu, kollarımı beline doladım. Kısa bir an duraksasa da tekrar hareketlendi.

 

"Bakmıyordur ya." Oğuz'a döndüm, o çoktan ayağa kalkmıştı. Yekta ise olayı yeni çakmıştı. Pera ve Ares'e döndüğümde onların da adamlara baktığını anladım. "Hem Allah göz vermiş, istediğine bakar."

 

"Bakamaz," diyerek sert bir hamlede bulundu, bu yüzden ben de onunla beraber ayağa kalktım. Adamlar yanlış anlamış olmalı ki, ellerindeki kadehleri kaldırdılar. "Şimdi sikmedim mi belanızı?" Üstündeki ceketi tek hamlede çıkartıp yere attı, çevik bir hareketle düşmeden yakaladım.

 

"Dur," dedim kolunu tutarak.

 

"Vina," dedi Oğuz hızla ilerlerken. "Karışma."

 

"Ya, Oflaz!" Omzunun üstünden bana baktı. "Büyütmesek mi?"

 

"Ne bakıyorsun lan pezevenk?" diye sinirle konuştu, adamlar da ayaklandılar. Üzerlerinde şık bir takım vardı, ikisi de krem rengi giyinmişti.

 

"Şu kadınlara." Bedenimi süzdüğünde kaşlarım çatıldı. "Mimikleri bile güzel. Oğlum, nasıl bakmış lan bunlar size? Abileri gibi duruyorsunuz."

 

"Abi?" dedi yarım ağız gülerken. Adamın yüzüne sert bir yumruk geçirdi, Oğuz da direkt diğerine daldı.

 

Ortamdaki renkli ledler anında kapanırken müzik sesi de kısıldı. Kalabalık şok nidaları dökerek kenarı çekildi, ortada büyük bir boşluk oluştu.

 

"Mimikleri mi güzel?" Adama öyle sert yumruklar atıyordu ki, öyle öldürebileceğini sandım. "Bir daha mimik yapamayacak bir hâle geldiğinde sana bunu tekrar söyleteceğim." Bir yumruk daha geçiridiğinde yanına ilerledim, elimi yavaşça eylem hâlindeki koluna yerleştirdim.

 

"Oflaz," diye mırıldandım ancak tepki vermedi. Tırnaklarımı koluma bastırarak dikkatini çekmeye çalıştım. Nihayetinde yüzüme döndü.

 

Nasıl olmuştu bilmiyordum ancak yüzüme döndüğü an gözleri sanki yumuşamıştı. Yüzü yine ifadesizdi ama gözleri...

 

"Gel," dedim elim kolundan bir yol çizerek parmaklarına inerken.

 

"Alvina."

 

"Oflaz," dediğimde yerdeki adamı işaret ettim. "Ölecek." Sadece kafasını salladı, elimi avcunun içine hapsetti. "Oğuz," diye seslenerek omzunu dürttüm. Pera'nın hamlede bulunacağı yoktu. Donup kalmış vaziyette, elinde kadehiyle duruyordu. "Yekta! Ayır şunu!"

 

"Ben yaklaşmam. Kızgın boğa gibi bana da saldırır." Cidden korkuyordu.

 

"Oğuz," diye bağırdı Pera kendine gelebildiğinde. "Magazine bu şekilde düşmek istemiyordum!" Söylene söylene Oğuz'a yaklaştı, sol eliyle kolunu, sağ eliyle elini sardığında koala gibi sarılmıştı. Oğuz afalladığında yakasından tuttuğu adam sertçe yere yapıştı.

 

"Hı?" gibi masum bir tepki verdiğinde Pera gözlerini devirip onu peşinden sürükledi. Birkaç flaş da onlar için patladı.

 

"Kahretsin ya, kahretsin!" diye sinirle soludu. Barda çalışan korumalar yerdeki adamları tek hamlede taşıdılar.

 

Sinirle Oflaz'a döndüğümde zaten bana baktığını gördüm.

 

"Gel!" Küçük bir çocuğu azarlar gibi azarlamak geliyordu içimden. İnsanlara çarpa çarpa terasın merdivenlerine ulaştım.

 

"Alvina." Durup ona döndüm. "Üşürsün."

 

"Üşümem," dediğimde sinirden çatlayacağımı düşündüm. "Hadi." Trabzana tutunarak dik merdivenleri çıktım.

 

Havanın soğuğundan payını alan teras bomboştu. Korkuluklarla çevrili köşeye yaklaştım..

 

"Bu neydi şimdi?" Gözüm kan dolu olan ellerine takıldı. "Ellerinin hâline bak! Niye böyle bir şey yaptın, Oflaz?"

 

"Alvina," dedi sakince. Konuşmasına izin vermedim.

 

"Başımızda az mı bela var?" Çıldırabilirdim. "Bu mu eksik kaldı?"

 

"Alvina. Başına bela falan almayacaksın." Kafamı iki yana salladım.

 

"Aldım bile, Oflaz." Yutkundum. "Ellerini yıkayalım mı?" Sesim aniden yumuşamıştı.

 

"Ne?"

 

"Ellerin diyorum. Kan içinde." Kendi elime baktım, yer yer bana da bulaşmıştı. Yüzümü buruşturdum, koluna girdim. Kaslarının fazlalığını hissederken bana ayak uydurdu.

 

"Senin ellerin de kan olmuş." Kafamı salladım.

 

"Olmuş." Merdivenlere iyiden iyiye yaklaşmıştık.

 

Aşağı inen merdiven kapısı açıldı, merdivenlerde bir adam belirdi.

 

Durdu zaman.

 

Dönmüyordu artık, ne akrep ne yelkovan.

 

Tutunacak bir yer aradım, Oflaz belimden destek oldu.

 

Düşecektim. Zeminin altımdan kaydığını hissediyordum.

 

Kalbime hançerler saplandı, üstüne kor alevler döküldü ve sesini duydum.

 

"Alvina." Yanıma yaklaştıkça gelen, aşina olduğum kokusu... Her hücremin sızladığını nasıl da hissediyordum.

 

İşte tam o an, ölmeyi diledim.

 

Uzun zaman sonra ilk kez ölmek için Tanrı'ya yalvardım.

 

"Alvina," dedi Oflaz. Sesi uğultuluydu. "Bu adam kim?"

 

"Baba," dedim kuruyan sesimle. Nefes alamıyordum, istemiyordum. Acıyla fısıldadım: "Benim babam..."

 

---🫶🏼🪷

 

Selam, caniçlerim.

 

Bölüm sonu tekrar sorayım, nasılsınız🥹

 

Kilit nokta bu bölüm olabilirdi, asıl olaylar bundan sonra başlıyor.

 

Okuduğunuz için de teşekkür ederim.🫶🏼

 

Kendinize iyi bakın! :)

 

Öptüm! 💋

(Bu kez, 2 kere;)

 

Instagram: @LeddyAsteria

 

 

Bölüm : 22.12.2024 16:47 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...