
Herkese merhabalar.
Yeni bölümle karşınızdayım.
Yorum yapmayı oy vermeyi unutmayın.
İyi okumalar
Bölüm size emanet
NOT. bölümü fazla inceleyemedim yazım yanlışlarından ötürü özür dilerim
~●~●~●~● 12.bölüm●~●~●~●
Serbest kalan saçlarım belime doğru akarken yavaşça döndüm arkamı.
Aslan, bir adım bile olmayan aramızdaki mesafeyi kapatmak için biraz daha yanaştı. Bu adamla bu kadar yakın olmak benim için çok fazlaydı.
"Günışığı gibi parlayan saçlarını bir tokaya hapsetmek... Yazık değil mi onlara?"
Bakışlarını saçlarımdan yavaşça çekip kömür karası gözlerini gözlerime kenetledi.
Aramızdaki mesafe bir karış var ya da yoktu. Onu durdurmak için iki elimi göğsüne koyup bekledim. Bakışları, bedenine dokunduğum ellerime gitti. Dudaklarını iki yana kıvırıp gözlerime tekrar baktı.
Elimin altındaki kalp atışı gittikçe hızlanıyordu. Ellerimi çekip bir adım geri atmak istedim.
Ellerimi çekmek istediğim anda elini belime getirip beni kendine doğru çekti. Ellerim ikimizin arasında eziliyordu.
Bedenim onun bedenine temas ederken kalbim deli gibi çarpıyor, nefes alışverişim gittikçe hızlanıyordu.
Zor çıkardığım sesimle "Ne yapıyorsun sen?" diye gözlerine baktım.
Kısmış olduğu gözleriyle derin bir nefes çekti ciğerlerine.
"Şiişştt, sakin ol... Bir şey yaptığım yok."
Boşta kalan elini saçlarıma götürdü. Eline aldığı saç tutamını yavaşça burnuna doğru götürüp gözlerini kapatarak derince bir nefes çekti.
Onu ittirmeye çalışarak "Bırak beni!" diye bağırdım. Bedenim gerilmiş, titremeye başlamıştı bile.
Belimdeki elini daha da sıkarak kendine doğru iyice çekti. Başını boynuma doğru yaklaştırdı. Titrediğimi fark etmiş olmalı ki:
"Korkma... Sadece biraz nefes almama müsaade et."
Dilim damağım kurumuş, yutkunmakta zorlanıyordum.
Başı gittikçe boynuma daha da yaklaşıyordu. Verdiği nefesler boynuma çarpıyor, tüylerimi diken diken ediyordu.
Derin bir nefes daha çekti içine.
"Bu koku... Seni ilk gördüğüm andan beri aklımda."
Kalbimin ritmini kontrol edemiyordum. Dudakları her sözcüğüyle birlikte varla yok arası tenime değiyordu.
Tekrar ittirmeye çalıştım ama müsaade etmedi. Kuruyan dudaklarımı dilimle ıslatıp:
"Sen git bunları nişanlına söyle."
Bir anda nefesini tuttuğunu hissettim. Başını boynumdan yavaşça kaldırıp gözlerime baktı.
"Nişanlım karşımda duruyor." Dudaklarını iki yana kıvırdı.
Kaşlarımı çatıp öfkeli gözlerimle:
"Ben değil! Biraz önceye kadar yüzüğü parmağında olan Elif."
Son güçümle onu tekrar ittirdim. Bu sefer belimdeki elini çekip bir adım uzaklaştı benden.
Nefesimi düzene sokmak için derin bir nefes aldım.
Ellerini cebine koyup dudaklarını diliyle ıslattı. Dudaklarına giden bakışlarımı gözlerine kaldırdığımda dudağının birini hafifçe yukarı kaldırdı. Neydi o gülüş... Onun dudaklarından etkilendiğimi falan mı düşündü? Gerizekâlı herif! Sinirlerim iyice gerilmeye başladı.
"Asya..."
Adımı ilk defa onun ağzından duymak tuhaf hissettirdi.
"Bazı şeyleri açıklamama..."
Cümlesini tamamlamasına izin vermeden elimi kaldırıp durdurdum.
"Bana hiçbir şeyi açıklama. Sen benim gözümde, bana açıklama yapmasını bekleyecek değerde biri değilsin. O yüzden bana bir daha yaklaşma."
Tek nefeste söylediğim şeyler kaşlarının çatılmasına neden oldu.
Daha fazla karşısında durmak istemiyordum. Başımı dikleştirip yanından geçeceğim esnada kolumu tutmaya yeltendi, hızla kolumu çekip işaret parmağımı ona doğru uzatıp:
"Sakın... Sakın bir daha bana dokunmaya kalkışma!"
"Abiii!"
İkimiz de aynı anda sesin geldiği yöne başımızı çevirdik. Gülfem koridorun ortasında durmuş bize bakıyordu. Karşımdaki adama kızgın gözlerimle son bir bakış atıp Gülfem’in yanına doğru ilerledim. Arkamdan bakışlarını hissetsem de dönüp bakmadım.
~~~~~~~~~~~~~~~
Sabah uyandığımda yeni doğan güneşin ışıkları yüzüme vuruyordu. Kendimi yatakta esneterek üstümdeki örtüyü kaldırıp ayaklarımı sarkıtarak oturdum.
Biraz kendimi dinledikten sonra kalkıp banyoya girip işlerimi hallettim. Dişlerimi fırçalayıp yüzümü yıkadıktan sonra odama geçip pijamalarımı çıkartıp üstüme kalın askılı büstiyerimi, altıma yüksek bel bol paça pantolonumu giydim. Aynanın karşısına geçip saç fırçamı elime alarak saçlarımı taramaya başladım.
Aslan’ın dün gece saçlarımı koklaması, tenimi soluması gözümün önüne gelince başımı iki yana sallayıp o andan kurtulmak istedim.
“Seni ilk gördüğüm andan beri kokun hâlâ aklımda.”
Onun bana kurduğu cümleler beynimde dönüp duruyordu.
Sinirle saçlarımı sıkıca toplayıp at kuyruğu yaptım. Neymiş efendim, saçlarımı hapsetmek haksızlıkmış. Sana mı soracağım ben, saçıma ne şekil verip vermeyeceğimi?
Sinirle ayağa kalkıp yerdeki kıyafetlerimi kirli sepetine attım, odamı toplamaya başladım.
Şarja takılı olan telefonumu elime alıp odamdan çıkıp aşağıya indim. Oturma odasında kimseyi göremeyince mutfağa bakmak için adımlarımı oraya yönlendirdim. Annemler mutfakta kahvaltı hazırlamakla meşguldü. Herkese günaydın deyip mutfak masasına oturdum.
Fatma yengem o geceden beri benimle konuşmuyor, yüzüme bakamıyordu. Ne yalan söyleyeyim, bir yanım hem ona hem de Nihat amcama kırgındı.
Tüm ailenin neşesi gitmişti. Olanlar hepimizi sarsmış, birbirimize nasıl davranacağımızı bilemez hale getirmişti. Konakta kırgın bir sessizlik vardı.
Yarın Cavit abinin düğünü vardı ama kimse düğün hakkında konuşmuyordu.
“Kızım, şu tabakları masaya götürüver.” Annemin sesiyle düşüncelerimden sıyrılıp elindeki tabakları alıp avludaki masaya götürdüm. Zehra da elindeki kahvaltılıklarla masaya gelip “Günaydın” diyerek gülümsedi. Ben de ona günaydın deyip elimdeki tabakları masaya dizmeye devam ettim.
Zehra gözlerini ellerime dikti, sonra yüzüme bakarak “Asya, yüzüğün nerede?” diye sordu.
Elimi havaya kaldırarak “Parmağımı sıkıyordu, ben de çıkarttım” dedim ve sandalyeye oturdum.
Gece yatmadan önce ilk işim yüzüğü parmağımdan çıkartmak olmuştu. Yüzük çıkarsa her şey bitermiş gibi gelmişti.
Konaktaki herkesin gelmesiyle kahvaltıya başlamıştık. Herkes yine suskundu, kimse birbirleriyle konuşmuyordu.
Dış kapının açılmasıyla herkes kafasını o tarafa çevirdi. Gelen Cavit abiydi. Ardından Cahit ve Narin girmişti konağın kapısından.
Onları görmemle kalp atışım hızlanmış, sinirden ellerim titremeye başlamıştı. Bu duruma düşmem, bu ikisinin yüzündendi. Buraya hangi yüzle gelebilmişlerdi?
Cavit abi “Afiyet olsun” diyerek masadaki yerine geçti.
Gözlerim Cahit’in ve Narin’in üzerinde gidip geliyordu. Cahit’in gözündeki morluklar hafiflemiş, dudağının kenarındaki yara kabuk bağlamıştı.
İkisi de ne diyeceğini bilmez halde, başları eğik bekliyorlardı.
Cahit ağır adımlarla babaannemin yanına gidip elini öptü. Ardından Narin de onu takip edip aynısını yaptı. Kalender amcamın da elini öpüp babamın yanına geldiler. Babamın elini öpmek için uzandığında babam elini çekip başını ters tarafa çevirdi.
Cahit ne yapacağını bilmez halde öylece dikildi.
Kendimi daha fazla tutamayıp elimdeki çatalı hızla masaya vurarak ayağa kalktım. “Siz hangi yüzle geliyorsunuz buraya!” diye bağırdım. Kimseden ses çıkmıyor, beni kimse durdurmuyordu. Fatma yengem masada başını öne eğmiş sessiz sessiz ağlıyordu.
İşaret parmağımı yengeme doğru uzattım. “Bu kadına yaptığından da mı utanmıyorsun? Kaç gündür herkes ne halde, haberiniz var mı?” Parmağımla kendimi gösterdim. “Siz benim hayatımı mahvettiniz. Bir gecede anlamadığım, bilmediğim ne varsa hepsini yaşayarak öğrendim ben.” Gözlerim dolmuş, sesim gittikçe kısılıyordu. Parmağımla bu sefer Cavit abiyi gösterdim. “Senin abinin yarın düğünü var ama kimsede ne heves var ne heyecan. Hiç düşündünüz mü bir gecede kaç kişinin hayatını mahvettiğinizi?”
Gözlerimdeki yaşlar yavaş yavaş akıyor, sinirle elimin tersiyle siliyordum.
O arada telefonum cebimde çalmaya başladı. Sinirle telefonumu çıkartıp kayıtlı olmayan numarayı görünce meşgule attım.
Annem yaşlı gözleriyle bana baktı. “Sakin ol kızım.” Annem bunu benim iyiliğimi düşünerek söylemiş olsa da beni durdurmaya çalışması daha da çok sinirlendirdi.
“Ne sakini anne, ne sakini! Görmüyor musun, pişkin pişkin gelmişler, bir de el öpüyorlar. El öpünce her şey yoluna girmiş oluyor mu?” O sırada telefonum tekrar çaldı, yine meşgule aldım. Şu an kimseyle konuşacak durumda değildim.
Cahit başını yerden kaldırmadan konuştu. “Özür dilerim. İnan işlerin bu raddeye geleceğini düşünmedim.”
Kendimi tutamayıp kahkaha attım. “Özür diliyor bir de” deyip gülmeye devam ettim.
Narin’in ağlayış sesleri hıçkırıklara dönünce bakışlarım ona kaydı. Bir an onun hamile olduğunu hatırlayıp kalktığım sandalyeye geri oturdum.
Önümdeki bardaktan kuruyan boğazımı rahatlatmak için birkaç yudum su içtim.
Babaannem Cahit’e bakarak sert çıkan sesiyle “Dikilip durmayın ayakta, geçin odanıza” diyerek onları gönderdi.
İkisi de bir şey demeden konağın merdivenlerinden çıkıp içeri girdiler.
Fatma yengemin ağlayışlarına daha fazla dayanamayıp ona döndüm. “Yenge, ağlayıp durma artık. Bak, senin oğlunun yarın düğünü var, kendine gel.” Fatma yengenin kızını kaybettiğini o gece öğrenmiştim. Onun ağlayışları, yakarışları da benimki gibi çaresizliktendi.
Yengem başını kaldırmadan içli içli ağlamaya devam etti.
Masada daha fazla durmak istemediğim için ayağa kalktım.
Herkesin yüzüne bakıp “Cavit abinin düğününden sonra İstanbul’a döneceğim. O zamana kadar her şey eskisi gibi olsun” dedim. Herkes şokla açılmış gözlerle bana bakıyordu. Babaannem kızgın çıkan sesiyle “Nereye gideceksin? Sözünü kestik, düğünün olmadan bir yere gidemezsin” dedi.
Babaannemin sözleriyle biraz sakinleşmiş sinirlerim yeniden kabardı.
“Ne demek bir yere gidemezsin babaanne? Benim İstanbul’da bir hayatım var, hatırlatırım. Öyle söz kestik, nişan yaptık diye beni burada tutamazsınız!” Giderek yükselen sesimle “İKİ GÜN SONRA GİDİYORUM BEN!” deyip odama gitmek için konağa doğru yürümeye başladım.
Arkamdan gelen “ASYA!” sesiyle olduğum yerde kalakaldım. Ne işi vardı onun burada? En iyisi sesini duymamazlıktan gelip yürümeye devam etmekti. Bir iki adım atmıştım ki tekrar seslendi.
“Asya!”
Sinirle dudağımı ısırıp arkamı döndüm. “Ne Asya’sı, ne! Adımı mı ezberliyorsun?” Yüksek sesimle yüzüne karşı bağırdım. Şu an en son görmek istediğim, hatta hiç görmek istemediğim kişi Aslan’ın ta kendisiydi.
Bir iki adım atıp bana doğru yaklaştı. Gayet sakin bir tavırla ellerini cebine koyup gözlerime baktı.
“Neden telefonlarımı açmıyorsun?” diye sordu.
Başımı sallayıp kızgın çıkan sesimle:
“Ne telefonundan bahsediyorsun?” dedim.
“Yarım saat önce kaç kere aradım, ama açmadın.”
Biraz önce yemek masasında arayan oydu demek ki.
“Kusura bakma, yabancıların telefonunu açmıyorum,” deyip arkamı dönüp gitmek istedim.
Kolumdan tutup,
“Asya, konuşalım biraz,” deyip durdurdu beni.
Kolumu hızla çekip,
“Ben konuşmak istemiyorum ama,” dedim.
“Asya, lütfen. Fazla zamanını almayacağım, biraz konuşalım. Ben seni arabada bekliyorum,” deyip cevap bile vermemi beklemeden masanın oraya doğru gitti.
“Kusura bakmayın, kahvaltınızı da bölmüş oldum. Müsaadeniz varsa Asya’yı biraz dışarı çıkartıp konuşmak istiyorum,” deyip babama baktı.
Babam sessizliğini koruyup bir şey demedi.
Babaannem her zamanki gibi atlayıp:
“Gidin tabii gidin, hem düğüne kadar tanımış olursunuz birbirinizi,” deyip sofraya buyur etti.
Aslan,
“Size afiyet olsun, ben Asya’yı arabada bekliyorum,” deyip bakışlarını bana çevirdi.
Ona sinirli bakışlarımı atıp merdivenlerden hızla yukarı çıktım. Resmen beni zorla dışarı çıkartıyordu. Hızla odamın kapısını açıp içeri girdim.
“Gerizekâlı… Resmen emrivaki yapıp cevabımı bile beklemeden babamdan izin istiyor. Hem bu benim telefon numaramı nereden buldu?”
Kendi kendime söyleniyor, bir yandan da askılıktaki çantamı alıp telefonumu içine koyuyordum.
“Tabii ya… Gülfem giderken boşuna ısrar etmedi numaramı almak için.”
Öfkeden gözüm dönmek üzereydi.
“Gidelim bakalım, ne konuşacakmış benimle,” deyip sinirle tekrar odamdan çıkıp merdivenleri indim. Konağın dış merdivenlerinden de inip kimseye bakmadan avludan dışarı çıktım.
Aslan arabasına yaslanmış, bir bacağını diğerinin üzerine atmış, sigarasını içiyordu. Beni gördüğünde derince bir yudum alıp sigarasını yere atarak söndürdü.
Benim gözlerim bir sigarada, bir de onun gözleri arasında gidip geldi. Hiçbir şey söylemeden arabanın kapısını açıp sinirle geçip oturdum. Arabası da tıpkı onun gibi kokuyordu. İçime derince bir nefes çektim. Anlamsız bir şekilde midem kasılmaya başladı.
Aslan, elleri cebinde bir süre arabanın dışında bekledikten sonra yerdeki sigara izmaritini alıp on, on beş metre ilerideki çöp konteynerine attı. Sonra ağır adımlarla arabaya doğru geldi.
Bu hareketi hoşuma gitmişti, iki dudağımı kenara kıvırmıştım. Ama o arabaya girmeden hemen önce suratımı düzelttim.
Arabalarının kapısını açıp koltuğuna oturdu. Ona bakmamak için arabanın camından dışarıyı izliyordum.
Derin bir yutkunuş sesi duyduktan sonra:
“Nasılsın?” diye sordu.
Ona cevap vermeyi tercih etmedim, sustum.
Bir müddet bekledi.
Gözlerinin bende olduğunu hissetsem de dönüp bakmadım. Derin bir nefes daha çekip arabayı çalıştırdı. Gaza basmadan önce,
“Emniyet kemerini takmayacak mısın?” diye sordu.
Gözlerim emniyet kemerine gitti. Takmadığımı fark edip hemen takmaya başladım. Aslan hareketlerimi izliyordu. Onun beni izleyişi, gerilmeme neden oluyordu.
Emniyet kemerimi takıp kafamı Aslan’a doğru kaldırdım. Gözleri ellerime kenetlenmiş gibi bakıyordu. Ben de onun gibi bakışlarımı ellerime indirdim. Tekrar gözlerimi kaldırıp hayırdır der gibi başımı salladım.
Gözlerini kısmış, kaşlarını çatmıştı.
Düz tutmaya çalıştığı ses tonuyla:
“Yüzüğün nerde, Asya?” diye sordu.
Derince yutkundum. Ne diyecektim ki şimdi ona? Yüzüne bakıp öylece bekledim.
Benden cevap beklercesine,
“Asya…” dedi bu sefer, sesi sorgulayıcı çıkmıştı.
Neden bu kadar geriliyordum ki anlamadım. Dümdüz, takmak istemedim çıkarttım desem ne olacaktı ki?
“Sıktığı için çıkarttım,” deyiverdim.
Aslan’ın kaşının biri havaya kalktı.
“Sıktığı için…” diye beni tekrar etti.
Başımı sallayıp:
“Hı hı, sıktığı için,” dedim ve hemen başımı çevirip arabanın camından dışarıyı izlemeye başladım.
O da arabayı çalıştırıp yola çıktı.
Nereye gideceğimizi… Daha doğrusu birlikte ne yapacağımızı merak ediyor ama soramıyordum.
Arabadaki sessizliğim devam ederken telaşla,
“Aslan! Durdur arabayı!” diye bağırdım.
Aslan ne olduğunu anlamayıp panikle:
“Bir şey mi oldu?” diye sordu.
Tekrar,
“Lütfen durdurur musun arabayı!” deyip camdan dışarı, arkama doğru bakmaya devam ettim.
Aslan direksiyonu sağa kırıp arabayı durdurdu. Hemen emniyet kemerimi çözüp aşağı indim. Koşar adımlarla arabanın ters yönüne doğru ilerlemeye başladım.
Arkamdan Aslan,
“Asya!” diye bağırıyordu ama bakmadım.
Yolun kenarında öylece duran yaralı yavru köpeğe doğru eğildim. Aslan da yanıma gelmiş, bana bakıyordu. Ona dönüp,
“Yaralanmış…” diyebildim.
Yavru köpeği yavaşça kucağıma alıp ayağa kalktım. Aslan’ın gözleri hâlâ benim üzerimdeydi. Yavru köpekten gözlerimi ayırmadan:
“Veterinere götürmemiz gerek. Galiba sağ ayağında kırık var,” deyip başımı Aslan’a doğru çevirip köpeği kaldırdım.
O da başıyla beni onaylayıp:
“Hadi gidelim,” dedi ve elini belime koyup beni yönlendirdi.
Elini belime koyması beni gerse de ses etmedim.
Arabanın yanına geldiğimizde kapımı açıp binmemi bekledi, ardından kapımı kapattı.
Aslan da kendi tarafına geçip koltuğuna oturdu. Arabayı çalıştırıp ilerlemeye başladık.
Kucağımdaki yavru, inler gibi ses çıkarıp huzursuzca kıvranıyordu.
“Senin canın çok mu acıyor, hııı güzelim? Hangi vicdansız sana çarpıp da bırakıp gitti? Yol kenarında kaldın öyle, bir başına…”
Bir yandan seviyor, bir yandan da onunla konuşuyordum.
Aslan sol kolunu arabanın pencere kenarına dayamış, tek eliyle sürüyordu. Kafamı kaldırıp ona baktığımda göz göze geldik. Dudağını iki yana kıvırıp:
“Merak etme, birazdan iyileştirirler onu,” deyip yola döndü.
Elimi yavru köpeğin vücudunda gezdirip başka kırığı var mı diye baktım.
“Omurgasında bir sorun yok gibi ama kaburgasında çatlak olabilir. İnşallah iç organlara zarar vermemiştir. Ama bacağında kırık var.”
Aslan pür dikkat beni dinliyor, sadece başını onaylarcasına sallıyordu.
On dakika sonra veteriner kliniğinin önünde arabayı park edip durdurdu. Emniyet kemerimi çıkartıp kucağımdaki yavruyla birlikte arabadan indim. Aslan önden, ben arkasından kliniğe girdik.
Bize “Buyurun, hoş geldiniz,” diyen sese gözlerimi yavrudan kaldırıp baktım.
Gözlerim kocaman açılmış, şaşkın bir ifadeyle:
“Kutay…” dedim.
Kutay’ın gözleri de beni buldu.
“Asya…” dedi. O da beni burada gördüğüne şaşırmıştı.
Hemen yanıma doğru gelip,
“Senin ne işin var burada?” diye sordu.
Kucağımdaki yavruyu gösterip:
“Bu yaramaz kaza geçirmiş, onu getirdik,” diye yanıtladım.
Aslan kaşlarını çatmış, bir bana bir de Kutay’a bakıyordu. Onun merakını gidermek için:
“Okuldan arkadaşım,” dedim.
Kutay, Aslan’a elini uzatıp:
“Memnun oldum. Peki siz?” diye sordu.
Aslan, Kutay’ın yüzüne çatılmış kaşlarıyla, sert çıkan sesiyle:
“Aslan,” dedi.
“Kutay, lütfen bakar mısın?” deyip yavruyu ona doğru uzattım.
Kutay telaşla yavruyu elimden alıp,
“Neyi varmış, baktın mı?” diye sordu.
“Evet. Araba çarpmış galiba. Kaburgada çatlak var gibi, ama röntgen ve ultrason lazım. Sağ bacakta da kırık var.”
Kutay, başıyla beni onaylayıp:
“Gel bakalım,” diye içerideki odaya yönlendirdi.
Kutay’la birlikte ilerlerken Aslan,
“Sen nereye gidiyorsun?” deyip durdurdu beni.
“Ben de bakacağım, belki yardım edebileceğim bir durum olur,” deyip Aslan’ın cevap vermesini beklemeden Kutay’ın arkasından içeri girdim.
Kutay’ın gösterdiği eldivenlerden bir çift alıp elime geçirdim.
O esnada Aslan içeri girdi. Bakışlarımız ona döndüğünde, rahat tavrıyla,
“Belki benim de bir yardımım dokunur,” deyip elleri cebinde başımızda dikilmeye başladı.
Sedyeye koyduğumuz yavruyu muayene ederken Kutay,
“Hayırdır, seni Mardin’e getiren ne oldu?” diye sordu.
“Aile ziyareti diyelim,” deyip sorusunu geçiştirdim.
“Eee sen hemen başlamışsın çalışmaya. Ben daha bulamadım klinik,” dedim, içli bir nefes çekerek.
Kutay, “Eee, Okan hoca istiyordu seni. Niye devam etmedin orada?” diye bir soru daha yöneltti.
O sırada yavru köpeği kucağıma alıp ultrason masasına yatırdım. Kutay muayene ederken,
“Sorma… düğün işi olmasaydı başlayacaktım yanında ama…” dedim ve gözüm istemsizce çatık kaşlarıyla bize bakan Aslan’a kaydı.
Kutay merakla, “Ama?” dedi.
“Aması, burada birkaç gün daha kalıp döneceğim İstanbul’a. O zaman gidip konuşacağım.”
Aslan tek kaşını kaldırıp sorgulayıcı yüz ifadesiyle bana baktı. Gideceğimi ona da böylece dolaylı yolla söylemiş oldum.
“Gitmeye niyetin yoksa, birlikte çalışalım,” dedi Kutay.
Kutay’a dönüp,
“Aslında güzel fikir. Bir yabancının yanında olmaktansa seninle çalışmak daha iyi olur,” dedim ve göz kırptım.
Aslan boğazını temizlercesine öksürdü.
Kutay ona dönüp,
“Bizim işimiz bitmek üzere, isterseniz içeride çay kahve bir şeyler içebilirsiniz,” dedi.
Aslan, “Yok aslanım, ben böyle iyiyim. Siz devam edin işinize,” deyip suratsız suratıyla yine bize baktı.
Kutay muayeneyi bitirip köpeğin kırık bacağını sardıktan sonra onu kucağına aldı.
“Bu küçük hanım bugün misafirimiz olsun. Yarın barınağa bırakırız,” deyince yüzüm düştü.
Mırıldanarak, “Barınak mı…” dedim.
Onu öylece bırakmak hiç içimden gelmiyordu, ama yapacak da başka bir şeyim yoktu.
Muayene odasından çıkıp salona geçtik. Aslan,
“Ücretimiz ne kadar?” diyerek elini cebine götürdü.
Kutay, “Ücrete gerek yok, benden olsun,” dedi ve bana bakarak dudaklarını kıvırdı.
“Ama bir kahveye de hayır demem. İstersen müsait olduğun bir gün kahve içelim,” diye gözlerimin içine baktı.
Kutay’la dört senelik sınıf arkadaşlığımız vardı. Çok samimi olmasak da ara sıra grup sohbetlerinde yan yana gelir, konuşurduk. Burada onu görmek hem şaşırtmış hem de mutlu etmişti. Ama Aslan’ın bundan hiç hoşlanmadığı çok belliydi.
Cüzdanını çıkartıp parayı aldı, Kutay’ın eline sıkıştırdı.
“Borc morç kalmadı. Kahveyi de unut,” dedi.
Sandalyenin üzerindeki çantamı alıp bileğimden tuttuğu gibi beni arkasından sürükleyerek kliniğin kapısından çıkardı. Ne ben ne de Kutay ne olduğunu anlamıştık.
Arkamı dönüp, “Seni sonra ararım,” dedim. Aslan öfke dolu gözlerle bana baktı.
Klinikten çıkıp arabaya kadar resmen sürüklercesine götürdü. Bu durum iyice sinirlenmeme sebep oldu. Arabaya vardığımızda kolumu hızla elinden çekip,
“Sana ne oluyor ya?!” diye bağırdım.
Kendini sakinleştirmek için derin bir nefes aldı. Elini ensesine götürüp gözlerini kapattı. Göğsü hızlı hızlı kalkıp iniyordu.
“Asya, hadi arabaya bin. Gidip bir yerde oturalım,” dedi, sakin tutmaya çalıştığı sesiyle.
“Seninle hiçbir yere gelmiyorum!” dedim, hızla çantamı alıp yürümeye başladım.
Arkamdan, “Asya!” diye bağırdı ama dönüp bakmadım. Yaklaştığını hissedince adımlarımı hızlandırdım.
“Dursana Asya!” diye seslendi.
Adımlarını hızlandırdığını fark ettiğimde koşmaya başladım. Nereye gittiğimi bilmeden koşuyordum. İnsanların bana bakışlarını görüyordum ama umursamıyordum.
Sesini artık duymadığım ana kadar koştum. Nefesim kesiliyor, göğsüm daralıyordu. Ara bir sokağa girdiğimde durup arkamı kontrol ettim. Anlaşılan Aslan beni kaybetmişti.
Duvara yaslandım, gözlerimi kapatıp elimi göğsüme koydum. Derin derin nefesler almaya çalıştım.
Üstüme düşen gölgeyle, burnuma gelen kokunun etkisiyle gözlerimi açtım.
Aslan, iki dudağını yana kıvırmış bana bakıyordu.
Tekrar kaçmaya çalıştığımda elini duvara koyup gitmemi engelledi. Diğer tarafa yöneldiğimde bu kez öteki kolunu da dayadı, beni kıskacına aldı. Gözlerinin içine bakarak,
“Çek ellerini,” dedim.
Dilini damağına vurup kaşlarını kaldırdı.
“Cık… o bir kere olur. Tekrar kaçmana müsaade etmem,” deyip gözlerime bakmaya devam etti.
“Çekil önümden o zaman,” deyip göğsünden ittirdim ama bir milim bile yerinden oynamadı.
“Senin derdin ne benimle? Arkadaşımın yanında nasıl öyle davranırsın bana! Sen kim oluyorsun ha, kim!”
Artık kendime de sinirime de hâkim olamıyordum. Gözlerim çoktan dolmuştu.
Aslan’ın gittikçe kararan bakışlarından onun da öfkelendiğini anlayabiliyordum.
Tek dudağını yana kıvırıp,
“Kim mi oluyorum? Ben senin evleneceğin adamım,” dedi, gözlerime öfkeyle bakarak.
“Sen benim hiçbir şeyim değilsin, anladın mı! Olmayacaksın da. Kimsenin yanında bana o şekilde davranamazsın.”
Aslan’ın duvara yasladığı ellerini yumruk yaptığını hissedebiliyordum. Öfkeli gözleri hiç de iyi bakmıyordu.
“O siktimin piçi senin gözlerine bakarken öylece bekleyecek miydim?” dedi.
Derin bir nefes çekip,
“Ben bile senin gözlerine rahat rahat bakamazken o piç nasıl bakabilir…” diye ekledi. Bu kez sesi daha yumuşaktı.
Gözlerini kapattı, derin derin nefes alıp vermeye başladı.
Benimse gözlerim onun kirpiklerine kaydı. Bir erkeğin kirpikleri bu kadar güzel olabilir miydi?
Kaşları, burnu, dudakları… derin bir nefes çektim içime.
Peki ya kokusu?
Göğsüm hızla kalkıp iniyor, kalbim deli gibi çarpıyordu. Midemde tuhaf bir sancı…
Yüzüme değen nefesiyle kapalı duran gözlerimi açtım. Kömür karası gözleriyle göz göze geldim.
Vücudumdaki kan hızla yanaklarıma hücum etti. Aslında bana değil, benim ona yanaştığımı fark edip geri çekilmek istedim.
Ama elini hızla belime attı, beni kendine doğru çekti. Hızla inip kalkan göğsüm onun bedenine değiyor, nefesim yüzüne çarpıyordu.
Onu şu an itmem gerekiyordu ama kendimde o gücü bulamıyordum. Bedenim neden bana ihanet ediyordu?
Peki ya kalbim…
Onu ilk gördüğüm andan beri aklımdan çıkmayan o kömür karası gözlerin derinliğinde boğulmak istiyordum.
Daha da yaklaştı. Dudakları dudaklarıma varla yok arası değmeye başladı.
Gözlerim bir anda şokla açıldı. Beni öpeceğini hissettiğimde bedenim titremeye başladı. Belimdeki elini daha da sıktı. Parmaklarının soğukluğu tenime işliyordu.
Gözlerini kapattı.
Boşta kalan elini gözlerimin önüne götürüp kapattı. Öylece bekledi.
Sonra dudaklarını biraz daha yaklaştırdı.
Üst dudağımı kendi dudaklarının arasına alıp öpmeye başladı…
●●●●●●bölüm sonu●●●●●●
Buraya kadar okuyup geldiysen bölüm hakkındaki fikirlerini yazabilir misin.?
Not. bölümleri iki günde bir atmaya çalışıyorum. Ama yazarken yetiştirmek için çoğu şeyi atlamaya başladım o yüzden bölümler bir kaç gün geç gelebilir.
Yeni bölüm geldiğinde haberdar olmak isteyenler yorumların sonuna ❤️ kalp emojisı koysunlar. Yeni bölüm attığımda yorumunu beğenip haberdar edicem
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 56.3k Okunma |
4.68k Oy |
0 Takip |
31 Bölümlü Kitap |