7. Bölüm

7I KIŞ ORTASINDA BAHAR

Valzevan
letter_magic

 

BÖLÜM 7

KIŞ ORTASINDA BAHAR

“Zack Hemsey – The way (Instrumental)”

Nilüfer & Emre Aydın – Son Perde”

“16 Aralık 2020 GECE

SAAT, 02:15

KARS/ MERKEZ

“Ağlama yüreğim yar gelmez.

Gelse de artık fark etmez

Ha döndü dönecek ömür bitiyor.

Kış ortasında bahar gelmez…”

ZİŞAN’DAN

Aslında ölüm sözde çok kolay bir eylemdir. Bir hareketle her şey son bulabiliyor. Bir yerden atlamak veya göğsüne bir anda bıçak sokmak gibi. Fakat ölümlerden ölüm beğen lafı daha çok zehirle ilgiliydi. Zehir sadece akreplerde ve yılanlarda olur sanıyorlar. Hayatımızın en az yerinde bulunan bir şey. Unutmadan, bir de yemeklerde…

Farkındaydım. Düğün gecesi içtiğim meyve sularının tadı, tuhaftı. Ben bunu umursayacak halde değildim. Kötüde olsa içmeye devam ettim. İçim yanarken, korkudan dişlerimi sıkmaktan başka yapabileceğim tek şey meyve suyu içmekti.

Hayatımda çok nadir güldüğüm anlar vardı. O nadide anlar da sadece kardeşim ve ben vardık. O güzel kız çocuğuna sahip olmak demek benim yaşamam gerektiğinin bir göstergesiydi. Ve Karacalar benim gözümde bencilliğin, zorbalığın, kötülüğün vücut bulmuş haliydi. Benim ölüm fermanımdı.

Onlar hakkında bir kez olsun güzel bir söz duymadım. Özellikle Korhan Karaca’nın adı geçilsin istemezlerdi. Köy ondan korkuyordu. Onlar korkunca ben daha çok korktum. Kendim için değil kardeşim için daha çok korktum.

Hayatım boktan bir şekilde ilerlerken bir de onlardan korktum. Ailemin zengin olma hayalleri bizi mahvederken onlardan saklandık. Sürekli bulunduğumuz yere geliyorlar birkaç tur atıp geri gidiyorlardı.

Meğer beni beğenmişlerde, benim için gelip kontrol ediyorlarmış ne yapıyorum, kiminle görüşüyorum diye!

Namuslu muyum diye ona bakmışlar!

Karaca’lar işte, onlardan güzel bir şey mi gördük. Hepsinin canı cehenneme a*ına k*yayım!

Gençliğimin içine sıçtılar.

Bir gün evimize geldiler. Evdeydim. Annem bir anda kalabalık gelen korumaları görünce süt dökmüş kediye döndü. Komşular bu sefer korkmak yerine pencere kenarlarına çıkıp gizli gizli bizim evi izlediler. Pislik, nemrut suratlarıyla anneme bir zarf verip defolup gittiler.

Zarfı açtığında yazılanları okudu. “Başımıza talih kuşu kondu!” diye bağırıp dışarıya çıkıp sevinçten bağıra çağıra bağırdı.

“Karacalar kızımı istiyor komşular! Başımıza talih kuşu kondu!” Sevinçten ortalık yerde göbek atıp insanları kıskançlıkla çatlatırken duyduklarımı hazmedemedim.

‘Evlenmek istemiyorum, kardeşimi bırakamam’ desem de içime dedim. Evlenmek demek ölümdü. Korhan Karaca ile evlenmek zulümdü.

Yalvardım, ağladım. Dizlerine kapandım, kul köle oldum. Beni görmediler, dayak yedim. Her gece ağlamaktan yatağımdan çıkmazken kardeşim yanımdan hiç ayrılmadı. Sessizce iç çekişlerimi dinlerdi. Ardından bana telefondan bir şeyler okurdu.

Günler geçti. O gün geldi.

Zihnimde dönen senaryolara uydum. Herkesten önce uyandım. Güzel bir duş aldım. Bu kez ailemin istediği gibi bir kız olacaktım. Saçım, makyajım, gelinliğim derken hiçbir şey de yiyemedim, bilerek de yemedim. Ne dedilerse tamam dedim güler yüzle karşıladım. Kandırmak istedim.

Karacalara umduklarını değil bulduklarıyla yerle bir edecektim o konağı. Hepsini elimde oynatacaktım. Herkesin kaderi benim dudaklarımdan çıkan iki söze bakacaklardı.

Egolarını kendi tuzaklarıyla doldurup, insan içine çıkamayacak hale getirecektim. Madem herkes onlardan korkup köşe bucak saklanıyor. Ben de insanların onları gördüğü zaman dışarlara çıkıp linçlesinler istiyorum.

O konağın yeni sahibi ben olmak istiyorum. Yanıma kardeşimi de alıp acımasız ailemden kurtarıp yeni bir sayfa açmak istiyorum. Para, ün, makam hepsi, her şey benim olacaktı. Onlara ben hükmedecektim. Yıllardır yaşadığım sefil hayata karşılık onların aile saadeti. Gayet makul bir istek.

Şimdi ise ne haldeyim. Karaca’ya muhtaçtım. Benim yaşamım onun bulabileceği panzehirdeydi. Ama ben elimdeki notla kalakaldım. Çünkü kim olduğunu biliyordum.

“Zişan, bana doğruyu söyle. Kim bu?”

“Bilmiyorum!”

Onun, onun ölmesi gerekiyordu!

“Polislere bunu anlattın mı?”

“Aynen öteki tarafta vahiy yolladım. Tövbe ya rabbim!” yerinden sinirle kalktı. Elini yüzünü ovuşturup saçlarını asıldı. Sinirden kuduruyordu ve bu benim çok hoşuma gitmesi gerekirken sinirle derince nefes aldım.

“Hatta çiçek olayını bile anlatmadım.”

“Neden!”

“Önemsiz buldum.” Gözleri bir an masanın üstündeki solmuş lalelere takıldı. Yanına gidip çiçeklerin arasında not aradı. Bende yatağımın altına koyduğum notu çıkarıp okudum.

“Zehir ve Panzehir, belki de birbirimizi dengeleriz.” Dediğimde ona yandan bir bakış attım ve göz göze geldik.

“Ne demek bu şimdi?” kaşlarını çattı. Gözleri kana bulanmıştı.

“Senin ilacın ben de geleyim de kaçırayım seni diyor.” Dediğimde şaşkın suratını gördüm. Aklıma gelen ilk şeyi söylediğim için bir kahkaha patlattım. Ay ben kafayı cidden sıyırdım.

Gülmeyi bıraktığımda Korhan’a baktım. Yüzü keyifli bir hal almış alık alık bana bakıyordu. O bakınca gözlerimi devirip,

“Ne var, bence öyle diyor.”

“Anlaşılan ilaç iyi etki etmiş. Gücün kuvvetin yerine gelmiş.” Dediğinde durdum.

Hakikaten de dediği gibiydi. Kendimi önceki günlere nazaran biraz daha dinç hissediyorum. Mesela göğsümdeki ağrı geçmişti. Kafam biraz daha zindeydi. Gözlerim kararmıyordu.

Sessiz kaldım. “Dahası gelecek mi, yani tam ne zaman çıkarım.”

“Bilmiyorum. Şişeyi laboratuvara almışlar.”

Kısa bir süre sonra doktor hemşireleri ile birlikte odama geldiler. Yutkundum acaba kötü bir şey mi oldu.

“Şişeyi incelemek çok uzun bir süre olacağını söyledi biyologlarımız. Bu yüzden Zişan Hanım’ı panzehirden sonraki sürecini öğrenmek için bazı testler yapmamız gerek.” Dediğinde doktor. Korhan ve ben onayladık.

Beni tekerlekli sandalyeye koyup test yaptırmaya gittik. Korhan hiç yanımdan ayrılmadı. Odadan dışarıya çıkmak bana iyi gelmişti hatta yeni yüzler görmekte öyle. Aklıma bir an onunla kar fırtınasını izlerken ki yaptığım konuşma geldi.

“Mezarımda kemiklerimin titremesini istemezsin değil mi?”

“Titremesini istemezsin değil mi?”

“Sadece bu değil, benim katilimin de icabına bak Korhan. Bak ki Korhan Karaca, bak ki bana olan can borcunu öde.”

Ona bunları ben söylemiştim. Canı yansın, kahrolsun, ilacımı bulsun istedim. Bulamadı. Bulamazdı da.

Uyandığım da yanımda Korhan vardı. Sedyenin üstüne başını koyarak uyuyakalmıştı. Burnum saçlarına değerken ister istemez kokusunu içime çektim. Pis kokuyordu. Yüzümü buruşturarak çevirdiğim de pencereden doğan güneşe baktım. Gece süren kar fırtınası yeni dinmiş olacak ki dağlarda çığ oluyordu. Düşüşünü izledim. Çok normalmiş gibi. Sol elimi saç diplerime daldırarak kaşındım. Günlerdir banyo yapamıyordum bu yüzden gücümün yettiği zamanlarda tek kişilik banyoya girip saçlarıma sulayıp kendime gelmeye çalışıyordum. Şimdi de yapmam gerekiyor.

Korhan’ı uyandırmadan eskiye nazaran daha güçlü bir şekilde hareket ettim ve kalktım. Ayağıma hastane terliklerini giyip salına salına banyoya girdim. Yine ve yeniden başımı öne eğip soğuk suyla saçlarımı ıslattım. Diplerimdeki yağı bir nebze azalttıktan sonra yüzümü yıkadım. Ardından bacaklarımı yıkadım.

Aynadan kendime baktım. Tenimin rengi yerine gelmişti. Dudaklarımdaki morluk geçmemişti. Göz altlarım halka halkaydı. Gözlerim, içi kana bulanmıştı. İrislerim titriyordu. Gözlerim bir noktaya bakarken sürekli titriyorlardı. Kalıcı değildir değil mi?

Kömür gözlerim baharı istercesine daha da aydınlaşıyordu. Gözlerimi kapattım ve bir yaş akıttım. Geri gelme düşüncesi beni paranoyaklaştırmaya çalışıyordu, karanlığımı sabote etmeye çalışıyordu. Birisi benimle oynuyordu ve ben bu planı bozacaktım.

Gözlerimi sonuna kadar açtım.

Ben Zişan. Baharı terk edip karanlığa hükmetmek isteyen Zişan.

Karacaları yerin dibine sokmak isteyen Zişan.

Bana notlar gönderen, benim zekâmla oynayan bir çeşit mahlûkat ya da mahlûkatlar. Yaptıklarını zannediyorlar ama hiçbir şey yapamadılar. Yapamayacaklar.

Ben Zişan. Hayatını hiçe sayan, ailesini silen sadece kardeşini korumak için bataklığa çamura bir saniye düşünmeden girecek kadınım.

Onu bulacağım.

Gözlerimi kömür karasına büründürdüm. Duygularımı hiçe saydım. Acımak ve merhamet artık yoktu benim için. O gece her şeyimi yitirdim ben.

Kapının tıklatılmasıyla aynadan kapıya baktım.

“Zişan, orada mısın?”

Ses etmedim. Derince bir nefes verdim. Normale döndüm ve kapıyı açtım. Saçı başı dağınık halde eli ensesinde bana alttan bakış atıyordu.

“Daha bakacak mısın?” dedim sinirle. Bir an kendine gelip bana baktı. Yorgundu ve umurumda değildi. Bir şey söylemeye niyetlendi ama dudağının kenarını ısırıp vazgeçti. Ben de yanından geçip yatağıma geri döndüm. Dışarıyı izlerken kendisi banyoya girdi, bir süre kaldı orada.

Uzun bir süre geçti ama kendisi hala banyodaydı. Gidip bakmak arasında ikilemde kaldım. Ardından gitmek için hareketlenmiştim ki banyodan çıktı. Kafamı başka yöne çevirdim hemen.

Durdu. Bana baktığını sezdim. Dışarıya dalmışım gibi yaptım.

“Hava almaya çıkalım mı?” sesi tarazlıydı. Sesi içine kaçmış gibi konuştu. Korhan’a baktım. Yüzü kıpkırmızıydı. Ağlamış mıydı? Ellerine baktım. Yumruk yaptığı elinden kanlar akıyordu.

“Olur.” Gerçekten temiz hava almaya çok ihtiyacım vardı. Yataktan kalkıp terliklerimi giydim. Korhan’da kanepeden kabanını alıp bana giydirdi. İkimiz konuşmadan dışarıya çıktık. Ayakta gökyüzüne bakarken kendisi yerden kar avuçlayıp kanayan avuçlarına bastırdı.

Gözlerimi kapatıp açtığımda, karlar altında kalmış bir dünyanın ortasında buldum kendimi. Güneş, beyaz örtünün üzerinde parıldarken, içimdeki karanlık daha da bir belirginleşti. Ölüm, soğuk nefesiyle ensemde hissedilirken, hayatımın karamsar ve sırlarla dolu sayfaları gözlerimin önünden bir bir geçti. Yaptıklarım, yapmadıklarım, yapabileceklerim... Her bir günah, ruhumun derinliklerinde bir yankı buldu. Ve ben, bu sessiz çığlıklar arasında, belki de ilk defa, gerçek benliğimle yüzleştim. İşte o an, hayatımın, var oluşumun, tüm bu karmaşanın anlamını sorguladım. Belki de cevaplar, bu kar tanelerinin arasında, güneşin altında gizlidir.

Güneşin altın ışıkları, beyaz kar örtüsünün üzerinde dans ediyor ve her bir kar tanesi, kışın soğuk nefesinde bir yıldız gibi parlıyordu. Gökyüzü, masmavi bir tablo gibi, umut ve sonsuzluk hissi veriyor insana. Bu karlar altında yatan hayatın, uyanışını bekleyen baharın müjdecisi olduğunu düşünmek, insanı yeni ve daha karmaşık olayların başında olabileceğimi düşündürtüyordu.

Yaptıklarım, günahıyla bana sevdiklerimle birlikte geri dönecekti. Biliyorum. Ama bunu engellemek benim görevimdi. Kız kardeşimi güvende tutmak ve ona sınırsız ve zenginliklerle dolu bir dünyanın kapılarını açmak benim için önemli olan tek şeydi.

“Ne düşünüyorsun?”

“Karın altında ezilen yaptığım günahlarımı.” Dedim gözlerimi beyazlığa ayırmadan. Yutkundu. İç çekti.

"Hayat, günahlarımızın ağırlığı altında ezilsek de, her yeni gün affedilmek için bir şanstır." dedi. Devam etti, "Günahlar, ruhumuzun derinliklerinde yankılanan birer öğretidir; onlarsız ne iyilik kavramını anlayabiliriz, ne de karanlığın içindeki ışığı bulabiliriz."

"Ve her ölüm, yaşamın ne kadar kıymetli olduğunu hatırlatır." Dedim, dediğim dala tutunmak istercesine. Hayatın kıymetliliğinden güç alırız. Bir kez geldik dünyaya yaşayalım, deriz.

Yine sessizlik oldu. Terliklerimi çıkarıp çıplak ayaklarımla hiç ayak basılmamış karlı alana yürüdüm. Alanın ortasına geldiğimi düşünürsek yavaşça diz çöküp yere yattım. Karın soğukluğu içimi titretirken gözlerimi kapattım. Soyutlandım. Üstümdeki kaban kalın olsa bile ıslandığından ensem buz gibi olmuştu. Birkaç kez derin nefesler alıp verdim.

Belki de her kar tanesi, gökyüzünden düşen bir hayaldi ve her bir düş, bu beyaz örtünün altında yeni bir başlangıca gebe kalıyordu. Ölümle burun buruna gelmişken bile, hayalperest ruhum, yaşamın her zerresinde saklı olan sonsuz olasılıkları düşünmekten kendimi alamıyordum.

Son bir tur kalmıştı. Allah’ın hakkı üçtür, demişlerdi. İlkinde kurtuldum, ikincisinde öldüm de uyandım. Kaldı bir hakkım. Kurtulamayacaktım. Zehir akciğerlerimde dolanıyordu. Her nefes alış verişimde ciğerlerimde acılarım katbekat artıyordu. Dayanma gücüm kalmamışken ölümün provasını karların altında yapmak benim için iyi olacaktı.

Korkarak ölmeyecektim.

“Zişan.” Dediğinde gözlerimi açtım. Elini uzatmıştı. Yüzünde endişeli bir ifade vardı. Benim için korkuyor muydu?

Uzattığı elini tuttum ve konuşmadan odaya geri döndük. Yine aynısı olmuştu. Gitmeden önce odanın içi ter kokarken bu sefer çiçek bahçesine dönmüştü. Yatağımın nevresimleri değişmişti düz bir renk yerine bu sefer parlak sarı renkteydi.

“Ah, sizi bulduğuma sevindim. Dışarıya çıkmak size iyi geldi mi Zişan Hanım?” Doktorun sesi odayı doldurmuştu.

“Evet, bir nebze olsun iyi geldi.” Dedim.

“Doktor Bey, bir şey mi oldu?”

“Evet Korhan Bey. Sonuçlar biraz önce çıktı ve pek te iyi değil.”

“Ne anlatacaksanız burada anlatın. Her şeyi bilmeye hakkım var.” Dedim kararlılıkla. Doktor, lafı eveleyip geveleyip duruyordu ve bu iş canımı sıktı.

“İçtiğiniz panzehir etki etmiş ama yeterli değil. Daha fazlasına ihtiyacımız var.”

“Tamam işte şişeyle gelmiş laboratuvara gitti dediniz ondan bir şey çıkmadı mı?” Korhan, ister istemez doktora doğru sinirle ilerlemişti ama kendini geri tutmaya çalışıyordu.

“Evet gönderdik fakat o aslında panzehir değilmiş. Zehrin etkisini bastıran, yavaşlatan bir sakinleştiriciymiş.” Dediğinde gözlerimi kapattım.

Hissetmiştim. İçimde kaybolmayan karamsarlığım yine beni şaşırtmamıştı. Korhan’a baktığımda bana bakıyordu. gözlerinde ki hayal kırıklığını bana da yansıtıyordu.

Doktor umutlu söylemlerini söyleyip gitmişti. Korhan, ayakta dikilirken söze girdim.

“Ne fiyasko ama.” Diye kinaye yapıp sinirim bozulmaktan beter olmuşçasına güldüm. Ağlanacak halime gülüyordum.

“En azından zaman kazandık. Bir çaresini bulup geri döneceğim.” Konuşken çoktan ceketini almış dış kapıya çıkmıştı. Kapı kolunu tutmuşken bana dönüp koşarcasına yanıma geldi. Daha ne olduğunu anlayamadan bir eliyle başımı sıkı tutup şiddetli bir öpücük kondurdu alnıma.

Sanki son kez öpermişçesine hızlı ve tutkulu öpmüştü beni. Ardından odayı terk etti.

 

 

 

18 Aralık 2020

Her gün aynı gündü. Korhan iki gün önce ortalıktan kayboldu ve geri dönmemişti. Muhtemelen cenazemde gelir diye düşünüyordum.

Hemşireler sürekli kontrole geliyordu. Bazıları benimle sohbet etmeye çalışırken bazıları da alelacele işlerini halledip kaçıyorlardı.

İşte, yine o kaçan hemşirelerden biri gelmişti. Yanıma gelip cihazları ve serumumu kontrol ederken biraz konuşmak istedim.

“Acaba benimle tam olarak ne zaman ilgileneceksiniz?” dediğimde durdu. Bana baktı.

“Anlayamadım.”

“Diyorum ki neden benim yüzüme bakmıyorsun, sırf aşiretiz diye korkulur mu canım?” diye trip attım.

“Korkmuyorum ki sadece sizi rahatsız etmeden işimi yapmak istedim.”

“Diyorsun..” dediğimde gülümsedi. Ardından, “Rahatsız etmiyorsun, hatta konuşun benimle bu dört duvar arasında kala kala duvarlara isim koydum.” Diye yattığım yerden kalkıp oturur pozisyona geçtim.

“Vaktin varsa sohbet edelim mi?” diye bir teklifte bulundum. Kendisi de isteyince biraz konuştuk.

Kısa bir süre konuştuktan sonra gitmesi gerektiğinden odadan ayrılmıştı. Bu bana iyi gelmişti. Uzun bir zamandan sonra başka biriyle bambaşka konular konuşmaktan keyif almıştım.

Öğlen olduğunda Korhan gelmişti. Üstü başı kan içindeydi fakat elinde poşetler vardı.

“Üstüm için kusura bakma, hemen değiştiriyorum.” Deyip hızlıca poşetleri kanepeye bırakıp banyoya girdi. İki dakika sonra çıktığında üstünde mavi dar badisi vardı.

Kaslara, baklavalara bak maşallah… Ne diyorum ben be!

“Hangisini sevdiğini bilmediğimden çeşit çeşit aldım.” Derken sedyenin yanına tekerlekli masayı koyup üstüne poşetleri koymuştu. Güzel kokuları hissedince meraktan ona doğru yöneldim. Poşetin içine baktığımda bir sürü poğaça, açma ve simit vardı.

“İyi yapmışsın buradaki yemekler hiç güzel değil.”

Masanın üstüne gazete serip yemekleri çıkarmıştı. Bir de bana taze sıkılmış limonlu portakal suyu almıştı. ‘Nereden buldu bunu?’ diye kendi kendime sorarken cevap verdi.

“Düğün gecesi durmadan bundan içince sevdiğini düşündüm.” Dediğinde kaşlarım istemsizce havaya kalktı. Haklıydı, gerçekten de en sevdiğim içecekti.

Yemekleri yerken az çok bir şeyler konuştuk. Yemekler bitince de Korhan masadaki her şeyi toparlayıp çöp atmak için dışarıya çıktı.

Başım döndü, hemen sedyenin kenarına tutundum. Aniden hızlıca nefes alıp vermeye başlarken göğsümde bir sancı hissettim. Sanki iğne batırıyorlar gibi bir halim oldu.

Neler olduğunu anlayınca gözlerim korkuyla kapalı olan kapıya ilişti.

Çığlık attım. Ağrılarıma rağmen yerimden doğruldum ve sedyenin ön ucuna gittim. O kapıyı açıp yardım istemem gerekiyordu.

“Nefes alamıyorum!” diye bağırdım. Nerede bu korumalar!

“Korhan! Korhan!” diye avazım çıktığı kadar bağırdım. Ağlıyordum ve önümü göremezken kapı açıldı. Korhan, korkuyla yanıma koştu.

“A- a- a!” konuşamadım. Ciğerlerime hava gitmiyordu. Yanıyordum. Canım yanıyordu.

“Doktor! Hemşire! Yardım edin!” diye bağırıyordu. Bana sarıldı. Başımı tutamazken elleriyle başımı havaya kaldırıp hava almamı istiyordu. Saçlarımı okşarken bir anda siyah giyinen korumalar geldi. Korhan’ın iki kolundan tutup benden uzaklaştırmaya çalıştılar.

“Korhan!” diye son kez bağırdım. Neden onu benden alıyorlar.

“Bırak lan beni!” diye bağırıp arbede yapıyordu. Onlardan kurtulmak için elinden geleni yaptığını görsem de hareket edemedim. Sonradan gelenlerle Korhan’ı sayamadığım birçok adam onu tutuyordu. Bense kolumu ona uzatıp çığlık atıyordum. Sesimi çıkaramıyorum. Öylece kalakaldım. Neden kimse gelmiyor!

Kapıda bir adam belirdi. Boylu poslu, siyahlar içindeki adam geri gelmişti. Ama bu kez maskesini çıkararak. Tanıyamadım. Göremiyordum.

Her nefes alışımda ciğerlerimde şiddetli hırıltılar çıkıyordu, çıktıkça benim canım daha da acıyordu.

“A-abi.” Dediğini duydum Korhan’ın. Gözümden yaşlar aktı. Ne abisi be, ölüyorum ben burada!

Dibime kadar geldi. Korhan’ın sesi kulaklarıma boğuk boğuk gelirken bilincim gitmek üzereydi. Çığlık atamaz oldum. Öne eğik olan başımı bir el kaldırdı. Gelen kişiye baktım. Tanıdım. O’ydu. Bana notlar gönderen adam.

Beni geriye itip saçlarımdan kendine çekti. Yüzü yüzümeydi. Nefesi nefesim olmuştu.

Hayat durdu benim için.

Gözlerimin gördüğünü herkes görüyor muydu yoksa ben O’nun hayaletini görmeye mi başladım?

Öldüm mü ben?

Boğuldum. Son kez havayı içime çektim. Altındaydım. Ezildim. Bir oyun oynadım, pişman oldum.

Yeniden başladı oyun, bu kez benim değildi. İki kişilik tiyatro gösterim davetsiz misafirle bozulmuştu. Kardeşimi Korhan’a emanet etmişken neden yaşamam gerekiyor ki? Neden, senin varlığını öğrenerek pişman oldum oyunumdan.

Madem yaşıyordun, Neden beni bir başıma bıraktın?

Bir şişe çıkarıp kuruyan dudaklarımı ıslattı, içtim. Panzehir sadece onda vardı. İki gün önce beni kurtaran da O’ydu.

Yirmi dört yaşındayım. Yirmi yaşımda kaldım. Bir adam sevdim. Yakışıklı, gözleri baharı andıran bir adam. Ve onun tatlı zehirlerini.

Başka çarem yoktu. Bir çıkış yolu yoktu. Vasiyetimi aslında hiçbir zaman yazmadım. Onun yerine Nifak tohumlarımı ektim, içten içe hırs yapan çeldirici bir tohum. Zehir ve Panzehir beraber olamazken kış ortasında bahar olmazdı. Şanım, zaferim dediği adamım geri gelmiş olamazdı.

Daha doğrusu geri gelen, Korhan Karaca’nın abisi Boran Karaca olamazdı. Olmamalıydı! Olamazdı!

Bana yalan söyledin. Ama yine de,

“Yanına gelecektim.” Dedim fısıltıyla. Boğazım düğümlendi. Akan yaşlarımı siliyordu.

“Zehrimi çalmanın cezasını vermeden gidemezsin, Şanım.” Dedi fısıldayarak.

Korkuyla baktım ona. Biliyordu. Her şeyi biliyordu, bizi izliyordu. Sesi, korkunçtu. Öfkeliydi. Ölmek için bulduğum Çıkış yolum, kaçış yolu oldu ve bunu yaşayarak yapmam gerekiyordu.

Bedenim, nefesim dayanamadı bu acıya, dayanamadı bu pişmanlığa. Gözlerimi kapattım. Biliyorum bu son değildi. Uyandığımda her şey ortaya çıkacaktı.

Bir oyun oynadım, her şey yolundaydı.

Gösterimde Karacaları vicdana sürükleyip bir günah bindirmeliydim omuzlarına.

Kız kardeşimin geleceği için onlardan emanet sözünü alıp bu dünyadan göç etmem gerekiyordu.

Gösterimi yaptım ve Kaybettim.

Kardeşimin istikbali için kendimi zehirledim.

Öteki tarafa gidip âşık olduğum adama kavuşmak istedim.

Boran’ımı, baharı andıran gözlerine bakmak istedim.

İlelebet.

 

 

 

 

Allah'ım çok şükür ya rabbim!

 

 

 

Sonunda her şeyi öğrendiniz.

 

 

 

Anlaycaksınız diye kırk takla attım.

 

 

 

Neyse artık her şeyi bildiğinize göre sizce burdan sonra kurgu nasıl devam edecek?

 

 

 

Zişan hakkında ne düşünüyorsunuz?

 

 

 

İlk defa onun ağzından okudunuz ve biraz olsun ruh halini anladığınızı var sayıyorum.

 

 

 

Boran Karaca?

 

 

 

Korhan Karaca?

 

 

 

Sizce Korhan Ve Zişan'ın ilişkisi Boran yüzünden bozulacak mı?

 

 

 

Yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın.

 

 

 

Sağlıklı Kalın.

 

 

 

Sevgiler Z.

Bölüm : 10.09.2024 12:58 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...