9. Bölüm
Valzevan / ZİŞAN / 9/ SALINCAK

9/ SALINCAK

Valzevan
letter_magic

BÖLÜM 9

SALINCAK

“The Plot In You- Feel Nothing”

ZİŞAN’DAN

Düzen değişmişti, ölüler dirilmişti. Ama kalbim eskisi gibi katran karası değildi. Sadece karla kaplıydı. Hissettiğim sıcaklık, zihnimdeki huzursuzluğu alıp götürmüştü. Tek istediğim sadece uyumaktı. Korhan’ın kıpırdamasıyla gözlerimi zar zor açtım. Şafak vaktinde güneş odaya giriyordu.

“Korhan.” Diye seslenince bana baktı. Ellerini saçlarımda gezdirdi. “Günaydın. Sen uyu, benim işlerim var.” Dediğinde ne olduğunu anlamıştım. “Yüzleşeceksin değil?” diyerek saçlarımda gezinen elini tutup bağrıma koydum. Elleri buz olmuştu. İrkildim.

“Buradan gitmek için konuşmam gerek.” Dediğinde sıkıntılı bir nefes verdi. “Neden sence, peşinde biri mi vardı?”

Bu soru, kahrolası soru günlerdir kafamı ağrıtıyordu. Önemsediğimden değildi sadece neden bana bunları yaşattı bilmek istiyordum. Neden koskoca Karaca aşiretine bunu yapmak zorunda kaldı, herkese öyle gösterip neden ailesine gerçekleri söylemedi bilmek istiyorum. Belki de en önemlisi kimliğini neden gizledi.

Sessizliğimden bana bakmayı bırakıp tekrar doğan güneşe baktı. “Bilmiyorum. Beni hep uzak tutardı işlerinde. Ama öldüğünü bilip bir anda çıka gelmesinin bir sebebi olmalı.” Diye kendi kendine mırıldanarak konuştu.

“Benim yüzümden gelmiş olabilir mi?” dediğimde bana baktı. Gözlerimi kaçırıp yatakta oturur pozisyona geldim. Hala bana bakıyordu. “Yani, panzehir için karşımıza çıktı ya ondan dedim. Belki böyle bir şey olmasaydı hiç gelmeyecekti.” Dediğimde hala bana bakıyordu.

Bir şey desene anlayacaksın diye kırk takla atıyorum, konuş be adam.

“Olabilir, olmayabilir de.” Elini benden çekip ayağa kalktı. “Gideyim.” Dedi ve odadan çıktı. Ben ise bir başıma kaldım yatakta.

Durdum, durdum, durdum. Güneş doğmaktan vazgeçmedi ama düşüncelerim durmaktan da vazgeçmedi. Kim bilir ne konuşacaklar ya da o geçmişi söyleyip beni cezalandıracak mıydı, bilmiyorum.

“Allah’ım sen bana güç ver, söylemesin lütfen söylemesin yoksa kaybederim her şeyimi kaybederim.” Derin bir nefeslenip hızlıca yataktan kalktım. Odadan çıktım. Ne konuştuklarını öğrenmem gerekiyordu. Kapının önünde kimse olmadığından rahat hareket edebilirdim. En üst katta sadece Korhan’ın odası vardı. Bu yüzden aşağı kata kendi odamın olduğu kata indim. Odamın kapısını açık görünce oraya adımladım. Odada bir hizmetli kıyafetleri yerleştiriyordu. Arkasına dönüp beni gördüğünde korkup geriye adımladı.

“Hanımım.” Dediğinde odaya girdim. Kıyafetlerin etiketi üstünde duruyordu. “Ne yapıyorsun?” diye sordum. Tabi bu soruş normal bir soruş değildi. Hanımağaydım ben. Biraz eğlenmek benim de hakkım.

“Hanımım, Boran beyim siz ve Korhan ağam için yeni kıyafetler almışta onları yerleştiriyorum.” Dediğinde yutkundum. Hiçbir şey demeden odadan ayrıldım.

Bir de kıyafet almış beyefendi sanki giyecekmişiz gibi. Korhan hayatta burada kalmak istemez. Neden istesin ki, abin aileni, seni kandırmış kalır mı hiç.

“Hiç yani.”

“Hiç olan ne?” duyduğum sesle hızla arkamı döndüm. Boran ve Korhan ikisi yan yana durmuş bana bakıyordu. İki koca adam bana dikkatle bakınca yutkundum, elimi kolumu nereye koyacağımı sapıttım. Bir şey diyemeden Korhan yanıma geldi. Belimi tutup Boran’a baktı.

“Sizi tanıştırmadım. Eşim, Zişan.” Demesiyle yutkundum. Varlığı bile benim için yeniyken şimdi de bu tanışma benim için zor olacaktı. Yeni bir defterde, yeni bir sayfada sanki ilk defa tanışmak olacaktı. Değişmişti, eskisinden daha heybetli ve olgundu. Yeşil gözleriyle bana bakarken bile özlüyordu. Saçları uzamış, hafif kirli sakallıydı. Hani sen sakal bırakmaktan nefret ederdin?

“Memnun oldum Boran, abi.” Dememle bakışları değişti. Bilerek yapıyordum hayır, olması gerekeni yapıyordum. Ben onun sevgilisi değilim.

Sinirlenmişti. Kaşlarını çattı ama kardeşi yüzünden susmasını ve oyuna uygun davranması gerektiğini de biliyordu. Boran zeki bir adamdı bir yere kadar tabi.

“Memnun oldum…” dediğinde bakışlarını çekti benden.

“Tanışma faslı bittiyse kahvaltıya geçelim mi?” dediğinde Boran. Korhan’la el ele tutuşup merdivenlerden aşağıya indik. Korhan sandalyemi çekip oturma önceliği verdiği sırada Boran çoktan başköşeye geçmiş bekliyordu. Karşıma Korhan’da oturduğu zaman hizmetçiler çayları katmaya başlamışlardı.

Üstümdeki saten gecelik inceydi ama uzun kollu ve eşofman tarzı oluşu soğuğa biraz dayanmama yeterliydi. Çayımdan birkaç yudum alıp göz ucuyla Korhan’a baktım.

Neden buradaydık, neden resti çekip gitmiyoruz Korhan?

Sakince kahvaltısını yapıyordu. Sessizdi, sanki yanında yıllar sonra öldü bilinen abisi değil de hep gördüğü arkadaşının evindeymiş gibi davranıyordu. Odaya geçtiğimizde bunun konusunu açacaktım.

“Anlatın bakalım. Nasıl birbirinizi buldunuz da evlenmeye karar verdiniz?” Korhan çay içerken abisine bakmıştı. Ben de içtiğim çayı masaya bırakırken Korhan’a baktım.

Sahi, beni neden aldın Korhan?

“Ben öyle uygun gördüm.” Dediğinde şaşırdım. Ama bozuntuya vermedim. Belli ki abisine karşı hala öfkeli ve kızgındı. Ona uydum.

“Evet, biz öyle uygun gördük.” Dedim desteklercesine. Ben değil biz rolünü yapıyordum. Ve evet o gece dudaklarımı sömürebilecek kadar yakınken yapmayıp kafasını boynuma gömüp dinlenmişti. Ardından beni kendisine çekip sıkıca sarılıp uyumuştuk. O anlar aklıma geldikçe içim bir hoş oluyordu. Kalbim çarpıyordu.

“Peki, o zaman seni kim zehirledi Zişan?” diye sorduğunda Boran’a baktım hızla. Bildiği halde önüme yem atıp ifşa olmamı istiyordu. Gözleri, bakışları yılandı. Zehirli dili, yılan gözleri beni ezmeye, korkutmaya çalışıyordu.

Korkmayacaktım. Yılmayacaktım.

“Bilmem, muhtemelen sizin düşmanlarınızdan biri ya da birileridir.” Diye laf çarpıttım. Ve salatalıktan bir çatal alıp ağzıma attım.

“Korhan’ın da olabilir ya da senin bir düşmanın olabilir. Öyle değil mi?”

“Hayır değil. Ama sizin öyle büyük bir düşmanınız olmalı ki kendinizi ölü göstertecek hale gelmişsiniz.” Dediğimde hala ona dik dik baktım.

O yılan ise ben şeytandım.

Ve yılanın başını küçükken ezmeliydim.

Dediklerim ona işlememiş gibi görünmese de gözleri, duruşu etkilendiğinin göstergesiydi. Ardından daha fazla bir şey sormayıp sessiz masaya geri dönmüştük. Korhan, birkaç zeytin ve bir bardak çay içip kahvaltı masasından kalkmak istediğinde ben de kalktım. Yanıma gelip elimi tuttuğunda hiçbir şey söylemeden yanından ayrılıp odama çıktık.

Odaya vardığımızda Korhan kendini kapıya yaslanıp elleriyle yüzünü kapattı. Gergindi. Elimi tutarken de çok sıkmıştı. İyi değildi. Ona yaklaşıp kolunu koluma taktım ve yatağa oturduk. Ardından komodinden suyu doldurup Korhan’a içirdim. Sinir krizinden midir nedir yüzü kıpkırmızı olmuştu.

“Saatlerdir kendimi tutuyorum. Bağırdım çağırdım ama o hep sakindi. Sarılmak istedi ittim onu. Şimdi de hiçbir şey olmamış gibi masasına oturup ekmeğini yedim. Ben böyle biri değilim, böyle biri değilim.” Diye sızlana sızlana acı çekiyordu. Bu sefer ne yapacağımı bilmiyordum ama yanında olacaktım. Ayrıca bağırıp çağırdıysa ben neden bir şey duymadım.

“Korhan, Korhan bana bak kendine gel ne olur.” Dediğimde ellerini yüzünden çekip nefes almasını bekledim. Ellerini sıkı sıkı tuttum.

“Ben biliyorum seni, sen böyle biri değilsin. O senin büyüğün ve bir anda çıkıp gelmesi çok anormal bir durum. Zaman ver zamanla her şey çözülür. Her şey hallolur.” Dedim bir nefesle.

Ben ilk şoku kolay atlatmıştım ama Korhan belli ki abisine çok düşkündü ve hemen toparlanamayacaktı. Verdiğim teselli içten değildi ama konuşmam gerekiyordu. Bir süre sessizce ağlamasını dinledim. Yanında olmaktan başka yapabileceğim hiçbir şey yoktu.

“Zişan, sağ ol.” Dedi gözlerimin içine bakarak. Bir şey söylemek istedim ama konuşamadım sadece ona bakmakla yetindim. İster istemez gözlerim dolmuştu. Ne yaptığımı fark edince hemen ayağa kalktım.

“Ne zaman gidiyoruz yani, gidiyoruz demi şimdi?” diye hızlıca konuştum. Gözlerim ona bakmakta zorlanıyordu. Ona baktıkça içimdeki sızı kor alevlere dönüyordu. Korhan ağladıkça ben de ağlamak istedim.

“Gitmiyoruz.”

“Neden, evdekiler merak etmiştir.” Dediğimde bana baktı. “Umursuyormuşsun gibi davranma.” Dedi kızgınca.

“Ne demek o şimdi, farkındaysan benim sorumluluğunu aldığım bir kız kardeşim var.” Dedim sinirlenerek. Ne yani, ben illa Boran’la yan yana olmak zorunda mıyım?

“Düşünme, haberi var. Derslerine çalışıyor işte sen de buranın keyfini çıkar.” Diye ayağa kalktığında kolunu tuttum. “Ne saçmalıyorsun sen! Derhal gidiyoruz buradan!” diye inat ettim.

“Hayırdır sen he, anamı çok mu özledin?” dediğinde duraksadım. “Ne?” dedim boş bulunup. Ona anlamsız bakışlar atarken kolunu kendinden kurtarıp hızlıca odadan çıktı.

Odada yalnız kalınca, “Ha, mal gibi bıraktı beni.”

Burada olmamalıyım, Boran’la aynı çatı altında olmamalıyım. Ben ne yapacağım?

   

Gecelikten kurtulup banyo yaptım ardından gelen elbiselere bakarak hoşuma giden bordo elbiseyi giydim. Kış ayında olduğumuz için içime kışlık külotlu çorap ve boğazlı triko bordo elbisem vardı. Giyinip saçlarımı kuruttuktan sonra gözüme takılan makyaj masasına geçip ürünleri karıştırdım. Çok yoktu ama yüzüme nemlendirici krem, maskara ve ruj sürüp odamdan çıktım.

Koridorlar olsun, geniş salonu olsun görsem de evin her yerini görememiştim. Her yer derken Boran’ın odasını bulamamıştım. Merdivenlerden inerken gözüm tablolara takıldı. Her yerde tablolar ve heykeller vardı. Ama benim en çok hoşuma giden tavandaki resimdi. O kadar güzeldi ki salondaki kanepeye oturup yatış pozisyonunu aldım.

Bir ormanın içindeki sallanan kız ve yemyeşil bir tabloydu. Işık, devasa ağaçların arasından süzülerek yere düzensiz, altın renkli ışık oyunları bırakıyordu. Salıncak, dalları sık yapraklarla çevrili güçlü bir ağacın koluna bağlanmıştı. Salıncağın ipleri yukarıya doğru, ağacın heybetine meydan okurcasına uzanıyordu.

Ve o salıncakta, bir kadın var. Giydiği pastel tonlardaki, uçuşan ve zarif detaylarla bezenmiş elbise, salıncağın her hareketinde rüzgâra karışıyordu. Omuzlarından zarafetle kayan kumaşı ve elbisesinin tülleri adeta zamanı yavaşlatıyordu. Kadın, kaygısız bir kahkahayla salıncağı ileri geri savururken, ayakkabısının biri, sanki dans eder gibi havaya fırlamıştı.

Kadının arkasında, gölgelerin içinde gizlenen bir figür var. Karanlıkta bir sır gibi saklanıyor, belki de sevgilisidir. Öte yanda ise çalılıklar arasında duran yaşlı bir adam dikkatimi çekiyor. Sanırım kocası olmalı.

Ama akıllarda tek soru, neden bu tablo tavanda?

“Sen de özel olan bir şeyler var.” Diye mırıldandım.

“Cinselliğin bizzat içinde bulunduğu yasak aşk.” Sesi tanımamla odağımı kaybettim ama kanepeden de kalkmadım. Boran, arka çaprazımdaki kanepeye oturdu.

“Fransız ressam Jean – Honore Fragonard’ın Salıncak tablosu.” Diye devam etti sözlerine. Sessizliğim, tavrımı ortaya koymama etkili olsa da tablonun hikâyesini merak etmiştim.

“Hikâyesi ise bir aşk üçgeni. Bir saray mensubu önce Gabriel François Doyen'den kendisi ve metresinin bu resmini yapmasını istedi. Bu anlamsız işten hoşlanmayan Doyen reddetti ve işi Fragonard'a devretti. Adam metresinin bir piskopos tarafından itilen bir salıncakta oturduğu bir portresini istemiş. Salıncaktaki kadın ayakkabısını dalga geçer gibi heykel olan Cupid’e atıyor yani Eros’a. Soldaki asilzade sevgilisi, arkasındaki orta yaşlı adam ise kocası. Aslında kadın ayakkabısını atarken uçuşan eteği yüzünden asilzade röntgencilik yaptığından cinselliği de çağrıştırıyor. Kocasının hiçbir şeyden haberi olmaması sadece bu sırrı kadının ve sevgilisinin bilmesi de burjuvazi görüşünü de yansıtmış oluyor.”

Sözlerini dinlerken aslında çok ta özel olmadığını düşündüm. Dışardan biri detayları hiç fark etmese çok güzel bir salıncakta kız tablosu der geçerdi. Ama yine de ister istemez bu tablonun Boran için özel kılanın ne olduğunu merak ediyorum. Sözlerini bitirip kısa bir mola verdi. Ben ise dönüp te ona göz ucuyla bakma zahmetine bile girmedim. Tablodan gözlerimi ayıramadım. Ama ona bakmak isteyen bir yanımı da dizginlemek zorunda kaldım. Kanepeye sindim de sindim.

“Ama tabi ressam bu olayı mitoloji açısından düşündürüyor. Mesela Cupid denilen erkek çocuk heykeli genellikle neşeli ve hınzır resmedilirken burada düşünceli bir ifade takınmış. Kocasının yanındaki iki erkek çocuk heykeller Kerubi melekleridir. Onlar, Havva’nın yönlendirişiyle yasak meyveyi koparan Âdem’in Havva ile beraber Cennet’ten kovulduktan sonra Hayat Ağacı‘nı korumakla yükümlü olan melekler ve Tanrı’ya en yakın meleklerdir. Kerubi meleklerinin aldatıldığından bihaber eş figürüne yakın duruşu Fragonard‘ın bu yasak aşkı onaylamadığının bir ifadesi olabilir mi?” son cümlesinde sorduğu soru sanki kendisine sormuş gibiydi.

İkimizin de bulunduğu bu durum ister istemez sanki aşk üçgenindeymiş gibi hissettiriyor ama bu mümkün değildi. Ben, bunu yapamazdım. Gururumu, onurumu Boran’a olan sevgim için göze alamazdım. Ben evliyim. Ben, kardeşiyle evliyim.

Bu ortamın havası beni öyle bir bunalttı ki bir hışımla yattığım yerden kalkıp derin bir nefes alıp verdim. Artık her gördüğüm salıncakta bu anı aklıma gelecekti. Boran’a bakmadan ayağa kalkıp salonu terk etmek istedim.

“Salıncağı dert etme, arkanda sadece kocan olacak.” Dediğinde durdum. Yarım dönüp gözlerine baktım. Yüzü kaskatı kesilirken gözleri kıpkırmızıydı. Dolan gözlerimi belli etmemek için direnirken kaşlarımı çattım.

“Benim arkamda duran kişiyi sorgulamak yerine, yanımda yürüyen sevgimin gücüne saygı duymanız daha yerinde olur." Der demez önüme döndüğümde Korhan karşımda duruyordu.

BÖLÜM SONU

Selam canlarımmmm

Yeni bölüm atmayı çok özlemişim.

Bu bölümde size Bayram hediyem olsun.

Gerçekten bir anlık oturup yazıp bitirdim, ben şok.

Baştaki afiş editini ben yaptım.

Oy ve yorumlarınızı bekliyorum.

Hatta bu sefer 10. Bölüm için Sınır koyuyorum.

100 Yorum ve 75 Okunma istiyorum.

Sizi çok seviyorum.

Sevgiyle Kalın.

Sevgiler Z.

Bölüm : 28.03.2025 18:14 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...