Umarım iyisinizdir. Çünkü ben çok iyiyim. Bu bölümü yazarken çok keyif aldım umarım sizde aynı keyfi alırsınız. Neyse fazla uzatmayım ve sizi bölümle baş başa bırakayım.
Yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın ballar!
***
Bir ay benim için çok uzun bir süreydi. Ben bir ayda insanların hayatlarını mahvedebilecek bilgiler buran bir gazeteciydim. Enra'ya bir konuda yalan söylemiştim ve o konu da Umut'a mesaj atan kişinin kim olduğu hakkındaydı. Bir numaranın kime ait olduğunu bulmak benim için çocuk oyuncağıydı. Üstelik konu kardeşim olunca gözü kara biri oluyordum ve bu beni daha aceleci biri yapıyordu. Özgür Kırhanlı'yı tam üç hafta önce öğrenmiş ve araştırmaya başlamıştım. Özgür'ün, Umut'un ölümünde payı vardı ve bu beni ona karşı düşman ilan ederdi. Evet ben şu anda bir maçı izlemiyordum, ben bir aslandım ve şu anda avımı izliyordum. Yakında elime geçecek olan avım tam karşımda dayak yerken içimde acıma hissi tamamen devre dışı olmuştu. Avlar en çok hırpalandığında lezzetli olurmuş, bende şu anda avımın daha lezzetli olmasını izliyordum. İçimde tek hissettiğim duygu öfkeydi. İntikam ateşim fokur fokur kaynıyordu Özgür Kırhanlı'ya bakarken.
Maç başlayalı on dakikayı geçmişti ve kazanan Recep denen adam olmak üzereydi. Özgür'ün ağzı, burnu kan içindeydi ama yüzünde de kendini bilmiş bir sırıtış vardı. Psikopatın teki olan bu herif neyin peşindeydi bilmiyordum ama yakın zamanda öğrenecektim. Hatta belki de ne yaptığını çözmüş bile olabilirdim.
"Bu sahne bana bir yerden tanıdık geliyor." Diye mırıldandı solumda olan Enra. Ona katılıyordum bana da bu sahne tanıdık geliyordu.
"Aklınca oyun oynuyor ama bunu birini örnek alarak yaptığı belli!" Dedim kinayeli bir şekilde. Kimden bahsettiğimi anlayan Enra dudaklarını birbirine bastırdı ve gülüşünü saklamaya çalıştı.
"Açık konuş!" Dedi sağımda olan yanında karınca gibi kaldığım dev herif. Başımı döndürüp ona çatık kaşlarla baktım.
"Dediğimi duyduğunu düşünüyorum. Anlamamak senin sorunun," o da bana baktı ama benim gibi sertlik yoktu bakışlarında.
"Dediğini duydum da anladım da," diye mırıldandı. "Lakin daha betimleyerek anlatmanı tercih ederim." Gözlerimi devirip tekrar ringe döndüm.
"O gün sen Yasin'le maç yaparken Özgür'de ordaydı. Çünkü Yasin'i sana sataşması için ikna edip senin nasıl dövüştüğünü izleyecekti. İstediği de oldu, sen Yasin'le dövüştün ve o da seni izleyerek bu gece nasıl dövüşeceğini belirledi. Sonuç olarak oyuna gelmiş oluyorsun Umuralp." Dedim kelimelerimi emin şekilde kurarak. Bu dediklerimi İzel, Mahsun, Maya ve Enra'da duymuştu ve hepsinin ağzı bir karış açık kalmıştı. Sanırım bu kadar bilgiyi nerden bildiğimi ve nasıl çözdüğümü merak ediyorlardı ama bunu hayatları boyunca öğrenemeyeceklerdi.
"Bu kızdan korkun hacı!" Dedi İzel büyük bir hayranlıkla.
"Benim iki günde zor anladığımı kız saniyesinde çözdü." Dedi Mahsun şaşkın şaşkın.
"Arkadaşım diye demiyorum. İleri zekadır." Dedi Enra beni överek.
"Baba benim canım zeka çekti." Diyerek son noktayı koydu Maya. Maya'nın son söylediği yüzümde bir tebessüm oluştururken minik kızın saçlarını karıştırdım.
"Sende zeka var zaten cimcime," dedim neşeli çıkarmaya çalıştığım sesimle. İzel, Mahsun ve Enra bana şaşkınlıkla bakmaya devam ederlerken Gazel sanki bunları bildiğimi biliyormuş gibiydi.
"Bu durumu ne zaman çözdün?" Diye sordu. Omuz silktim.
"Dün sen dövüşürken," dedim normal bir şey söylermiş gibi. Evet dün çözmüştüm. Dün Özgür'de Nara'daydı ve maç öncesinde ortalarda duruyordu. Onu zor fark etmiştim ve onu gördüğüme şaşırmıştım ama ifademi hiç bozmadan maçı izlemeye devam etmiştim. Özgür'ü nasıl fark ettiğime gelirsek, onu Yasin sayesinde fark etmişim. Maç başlamadan önce Özgür'e bakmış ve göz kırpıp işlem tamam, diye dudaklarını oynatmıştı. Sonrasını çözmek ise fazla zamanımı almamıştı. O yüzden bugün buraya gelmek istemiştim ve kayıtları evde bırakıp buraya gelmiştim. Özgür'ü görmek içindi tüm olanlar.
"Lan Çatık Kaş sendeki zekanın yarısına bana versene!" Dedi İzel gülerek. Ona bakıp sahte bir gülümseme gönderdikten sonra tekrar önüme döndüm. Yüzüm ise eski haline yani sert haline geri dönmüştü.
"Ulan bizim üç adam çözdüğümüz sırrı saniyesinde çözmüş!" Diye mırıldandı Mahsun, Gazel'e doğru.
"Ben hiçbir şeyi çözemedim benimkisi daha vahim!" Diye söylendi Enra.
"Ya neyini anyamıyoysunuz Miya paycalayı biyleştiymiş çözmüş! Ben biye anyadım!" Diyerek yine son noktayı koydu Maya. Bu grubun arasında en akıllının ben ve Maya olduğu aşikardı.
"Oha lan Maya bile anlamış ben nasıl anlamam!" Diye haykırdı İzel.
"Ya sus asıl ben nasıl anlamam, Küçük bile benden akıllı çıktı!" Dedi Enra büyük bir hüzünle.
"Kızımla gurur duyuyorum benden yüz kat daha akıllı olduğu için," ve bu seferde son noktayı Mahsun koymuştu. Kızını övüp kendini gömmeyi unutmaması garipti.
"Lan susun!" Diye patladı sonunda Gazel. Gerçekten bir susmak bilmemişlerdi. Anlamıyorum ki bir saattir kendilerini gömüp duruyorlardı. İçlerinde Enra olmasa mallar grubu diyeceğim ama işte arkadaşım da o gruptaydı.
Gazel'in diğerlerini susturmasıyla tekrar ringe döndüm ve maçı izlemeye devam ettim. Özgür sonunda dövüşmeye karar vermişti ve hamlesini çoktan yapmıştı. Biz konuşurken Özgür ayağı kalkmış ve yorulmuş olan rakibine saldırmaya başlamışt aynı zamanda da rakibini yere yıkmayı başarmıştı. Şimdi ise yüzünü yumrukluyordu. Allah'tan Maya'nın boyu ringe yetişmiyordu da olan hiçbir şeyi göremiyordu. Yoksa gördükleri yüzünden ağlamaya çoktan başlardı. Benim bile midem bulanmaya başlamıştı, o küçücük kız bu görüntüye dayanmazdı.
Özgür rakibini bayıltana kadar dövmüştü. Hatta bayıldıktan sonrada vurmaya devam etmişti ama ringe çıkan birkaç kişi onu tutmuş ve sakinleştirmişti. Recep denen adamı iki kişi kollarından tutup sürükleyerek götürdüklerinde adama daha fazla bakmaya katlanamayarak başımı başka noktaya çevirdim. Özgür kollarını kaldırmış sevinç nidaları atarken topluluk onu alkışlıyordu. Biz hariç herkesin alkışladığı bu ortamda birden Özgür'ün adı haykırılmaya başladı. Herkesin ağzından bu isim çıkarken ben sinirden sinire giriyordum.
Benim kardeşimin ölümüne sebep olan kişinin adını haykırıyorlar ve alkışlıyorlardı. Sinirlerim gittikçe artarken birden omzuma bir kol dolandı. Beni kendine çekerek kokusunu duymamı sağlayan kişi Gazel'den başkası değildi. Kaslı kolu omzumda hafif baskıyla duruyordu, sanki canımı acıtmamak için kolunun tüm yükünü omzuma bırakmıyordu. Boyum yüzünden Gazel'in göğsüne gelirken başımı kaldırdım. Çenem Gazel'in göğsüne dayalı dururken ona şaşkın şaşkın baktım. Birden neden kolunu omzuma atmıştı. Ona baktığımı hissetmiş gibi saniyesinde acı kahvelerini elalarımla buluşturdu. İkimiz de göz göze dururken şaşkınlıkla gözlerimi kırpıştırdım ve bu hareketim Gazel'in dudağının kenarını yukarı doğru kaldırdı.
"Kolunun omzumda ne işi var?" Diye sordum kaşlarımı çatarak. Gazel gözlerini kıstı.
"Bilmem kendisine sor istersen," dedi alayla. Bu seferde ben gözlerimi kıstım.
"Çok komik olduğunu söylemiş miydim?" Dedim sert bir tavırla. Gazel gözlerime baka baka kafasını iki yana salladı. "Çek kolunu omzumdan," Dedim onu görmemezlikten gelerek. Gazel yine başını iki yana salladığında kaşlarımı daha da çok çattım.
"Sebep?!" Diye adeta bağırdım. Ben sinirliydim ama o benim aksime fazla sakindi.
"Özgür şu anda buraya bakıyor da ondan," Dediğinde çatık kaşlarım havalandı. Özgür buraya mı bakıyordu? Peki neden? "Özgür pislik herifin teki. Hoşuna giden kadınların çoğuna tecavüz eden bir şerefsiz ve şu anda sana da Enra'ya da hiç hoş bakmıyor. O yüzden kolumu omzuna attım seni tek sanmasın, kılına dokunmaması gerektiğini bilsin diye." Gazel'in açıklamasıyla yanımda duran Enra'ya baktım. Aynı Gazel'in benim omzuma kolunu attığı gibi İzel'de Enra'nın omuzuna kolunu atmıştı. Dışarıdan iki çift olarak gözüküyor olmalıydık. Enra'nın yüzü bembeyaz olmasına rağmen sanki daha da beyazlamıştı. Sanırım İzel'de, Gazel'in bana söylediklerini ona söylemişti.
Özgür'ün pisliğin teki olduğunu biliyordum. Tecavüzle beraber toplamda dört tane daha suç işlemişti. Bunlar gasp, hırsızlık, dolandırıcılık ve tecavüzdü. Bu pislik herif benim kardeşimi nereden tanıyordu bilmiyorum, Umut'un böyle bir adamın lafına uyup neden dediği yere gittiğini de bilmiyorum ama bunu bugün içerisinde öğrenmeyi planlıyordum. Özgür'ün bakışları bu tarafa doğruydu. Çoğunlukla benim üzerimde oynayan bakışları midemi bulandırıyordu. Gazel'i gördüğü anda yutkunmuştu ve bakmayı kesmişti ama halen ara ara gözleri bu tarafa değiyordu.
Onun bakışlarını görmezlikten gelerek Gazel'in acı kahve gözlerine baktım. Başından beri bana bakmayı kesmemişti. Bu durumdan rahatsız değildim. En azından Özgür gibi iğrenç bakmıyordu. Nasıl desem bakışlarına bir parıltı var gibiydi. "Maç bitti şimdi ne yapacağız?" Diye sordum nazik bir sesle. Arada da olsa sesimi nazik çıkarmayı başarabiliyordum.
"Biri ile buluşacağız. Onunla konuştuktan sonra gideriz." Diye mırıldandı. Geleli yarım saat olmuştu. Bu kadar erken gitmeyi planlamıyordum. Yarım saate de Gazel'in buluşacağı kişiler ya da kişi gelse bir saat olacaktı. Bu sırada Özgür'ü bir kenara sıkıştırıp konuşmama gerekiyordu. Sanırım Enra'nın yardımına ihtiyacım vardı.
"O zamana kadar ne yapacağız peki?" Diye sordum bu sefer de. Gazel'in kokusu benim daha mayışmamı sağlamıştı. Gittikçe sakin bir hal alıyordum ve bu kesinlikle Gazel'in kokusu sayesindeydi. Kokusunu tarif edemiyordum. O kadar güzel bir kokuydu ki tarif bile edilemeyecek bir cinstendi.
"Ne yapmak istersin?" Şaşkınlıkla gözlerimi kırpıştırdım.
"Ben mi?" Diye sordum. Başını salladı.
"Bilmem. Oturabiliriz." Diye ağzımın içinden mırıldandım. Gazel kaşlarını çattı.
"Yoruldun mu?" Diye sordum. Başımı salladım. "Sabahtan beri ayaktayım oturmaya hiç fırsatım olmadı." Gerçekten de bugün doğru dürüst oturma şansım hiç olmamıştı. Bu yüzden çok yorgundum.
"İzel, bir bak." Dedi Gazel. İzel gülerek Gazel'e döndü ve başını hayırdır, dermiş gibi salladı.
"Biz oturmaya gidiyoruz. Sizde peşimizden gelin." İzel başını sallayarak onayladı. Gazel'le beraber kalabalığın içinden çıktığımızda oturabilmek için konulan koltukların yanına doğru ilerlemeye başladık. Siyah deri koltukların yanına vardığımızda ortadaki olan üçlü koltuğa ben ve Gazel beraber oturduk. Sağımızdaki ikili koltuğa ise İzel ve Enra oturmuştu. Soldaki tek kişilik koltuğa da Mahsun oturmuş ve Maya'yı kucağına oturtmuştu.
Koltuğa bacağımı bacağımın üzerine atarak oturmuştum. Kolumu da koltuğun başlığına koyup başımı elime yaslamıştım. Derin bir nefes aldığımda burnuma gelen sigara ve alkol kokularıyla yüzümü buruşturdum. Alkolden nefret ederdim, aynı şekilde sigaradan da. Kapamış olduğum gözlerimi açarak etrafa baktığımda maç yapanları ve onları izleyenleri görmek hoşuma gitmediği için bizimkilere baktım. Maya babası ile şakalaşıyordu. Enra telefonuna bakıyordu, İzel ise onun telefonuna bakmaya çalışıyordu. Gazel ise... Gazel bana bakıyordu. Acı kahveler yüzümün her zerresinde dolanırken yakalamıştım. Neden sürekli bana bakıyordu?
"Neden bana bakıyorsun?" Diye sordum. Omuz silkti.
"Öylesine," diye mırıldandı. Göz kırpıştırdım.
"Bakmak için mi bakıyorsun?" Dedim bu seferde, kafasını iki yana salladı.
"Hayır." Dedi soruma karşılık.
"Peki neden bakıyorsun?" Dedim inatla. Daha fazla soru sormamam için ağzındaki baklayı çıkarmaya karar vererek cevabı bam diye yapıştırdı.
"Bakılacak başka güzel bir şey yok." Dediğinde kalbim tekledi. Ona öylece bakakalmıştım. Ne demek istemişti?
"Nasıl yani?" Dedim şaşkınlıkla, Gazel başını iki yana salladı ve "Yok bir şey," dedi. Şaşkın şaşkın göz kırpıştırdım. Ben şimdi hiçbir şey anlamamıştım. Gazel ne demek istemişti? Beynim durmuştu sanırım. Ne dediğini çözememiştim.
"Canım sıkılıyor!" Diye bağırdı İzel. Onun sayesinde düşüncelerimden sıyrılmıştım. Oturduğu yerde havaya bakan İzel'e garip garip baktım. "Çok canım sıkılıyor!" Diye yeniden bağırdı.
"Benim de!" Diye kollarını açarak İzel'e eşlik etti Maya.
"Bize ne!" Diye bağırdı, İzel ve Maya ikilisine cevap olarak Enra. İzel yandan yanındaki kıza ters ters baktı.
"Ayıp ediyorsun Kızıl," dedi İzel, Enra'ya ters ters bakmaya devam ederken. Enra kaşlarını çattı. Sinirle İzel'e döndü.
"Senin canının sıkılmasından kime ne!" Dedi sert bir tavırla. "Ayrıca bana Kızıl deyip durma,"
"Niye etkileniyor musun?" Dedi İzel göz kırparak.
Enra daha da çok kaşlarını çattı. İzel'in yüzüne doğru sahte bir edayla gülümseyip, "İğreniyorum." Diyerek cevabını verdi.
"Kesin etkileniyorsun. Etkilenen iğreniyorum der -ki foyası ortaya çıkmasın." Dedi İzel gülerek. Enra bu cevaba karşılık olarak şaşkınlıkla göz kırpıştırdı. Şaşırmıştı bu cevaba.
"Ne alaka ya! Uydurdun bunu şu an," diyerek lafı döndürmeye çalıştı. Lakin İzel onun bu lafını duymadı bile.
"Sus Kızıl aldım ben cevabımı," diyerek Enra'yı daha da çıldırttı. Maya da bir taraftan kıkırdıyordu. Ben ise Enra'ya acıyarak bakıyordum. Bayağı sinirlenmişti.
"Boğarım ben bu herifi!" Diyen Enra, İzel'in boğazına yapışacaktı ki Gazel ayağa kalkıp onun ellerini tutu. Enra'yı İzel'in yanından kaldırıp benim yanıma oturttu. "En iyisi sen burada dur. Yoksa buradan bir kişi eksik çıkacağız." Dedi ve kendisi İzel'in yanına oturdu. İzel halen gülmeye devam ettiğini gören Enra kollarını göğsünde birleştirdi ve başka bir tarafa baktı.
"Miya! Enya!" Bu sefer de Maya konuşmaya başladı. Benim adımı söylemesiyle ben ona döndüm ama Enra dönmedi. Bu durumun Maya'yı üzeceğini bildiğim için Enra'yı dirseğimle dürttüm. Üçüncü dirseğimde oflayarak küçük kıza baktığında bende tekrar Maya'ya döndüm.
"Ne oldu Küçük?" Dedi Enra ters ters.
"Söyle canım," dedim daha nazik bir sesle. Maya, Enra'nın terslemesine rağmen gülümsedi. Babasının kucağından inip bizim yanımıza geldi ve tam önümüzde durdu.
"Benim şaçımı yapay mışınız?" Diye sordu alakasız bir konuya girerek. Neden durduk yere böyle bir şey istemişti ki? Oturduğum yerde dikleştim.
"Şimdi neden böyle bir şey istedin ki canım?" Dedim minik ellerini tutarak.
"Saçların açık güzel Küçük," dedi Enra hafif ılımlı sesiyle. Maya dudaklarını büzdü.
"Ama şizin şaçınız çoğ güzey oymuş," elleriyle kendi saçlarını tutu. "Benimki çoğ sade benim de şaçım güzey olşun." Kaşlarını çattı ve üç dev adamı gösterdi küçük parmağıyla. "Bu üçü benim şaçımı yapamıyoylay beçeyiksiz bunlay," dedi kızgın bir suratla. Bu cevaba karşılıklı olarak üçünün de bakışları küçük kıza döndü.
"Bu üçü mü?" Dedi İzel inanamıyormuş gibi.
"Yapamıyor mu?" Dedi Mahsun şaşkınlıkla.
"Beceriksiz mi?" Dedi Gazel, Maya'ya ters bir bakış atarak.
Onların bu haline Enra kıkır kıkır gülerken benim de dudaklarımda bir tebessüm oluşmuştu. Bakıyorum ki küçük Maya bu üç devden pek memnun değildi. Bu üç dev ne anlardı ki saç yapmaktan? Maya tekrar bize döndü. Bu sefer gözleri dolmuştu.
"Biyiyor musunuz benim annem hiç oymadı. Benim şaçlayımı annem hiç yapamadı." Diye mırıldandığında kalbime bir öküz oturdu. "Oysa yapaydı ama hiç oymadı. Benim abyam da yok o da oymadığı için benim şaçlayımı kimse yapmadı." Küçük kızın gözleri yavaş yavaş doldu ve en sonunda gözünden bir damla yaş düştü. "Ben çoğ meyek ediyoyum bir abyanın ya da annenin eylerinin şaçlayıma dokunması nasıy oluy." Ağlamasına rağmen yüzünde küçük bir tebessüm oluştu. "Siz benim abyam oluy musunuz? Annem oyamaz kimse ama siz abyam oyun. Şaçlaryımı yapın oluy mu?" Masum bir soru bu kadar can acıtabilir miydi? Acıtıyordu. Maya'nın kurduğu bu soru benim de Enra'nın da canını acıtıyordu, çünkü bu küçük kızı anlıyorduk.
Enra'nın annesi o küçükken ölmüştü. Artık annesinin saçlarını ördüğünü değil, annesinin yüzünü bile hatırlayamıyordu. Benim ise annem vardı ama hiç saçlarımı örmemişti. Hiç saçlarımı sevmemişti. O hep Umut'un saçlarını severdi, benim değil. Birimiz yokluğunu diğerimiz ise varlığında yokluk çekmiştik. Maya'yı sadece saçlar örülmeyenler anlardı. Biz anlardık.
Gözerimin dolmasına izin vermemek için büyük bir çaba harcıyordum. Enra ise o çabayı harcamayarak gözlerini doldurdu ve ilk kez Maya'ya şefkatle baktı. Benim ve Enra'nın yüzünde minik bir tebessüm oluşurken ikimizin yerine Enra konuşmaya başladı.
"Saçlarını nasıl istiyorsun Küçük?" Diye sordu tatlı bir sesle. Başımı sallayarak Enra'yı onayladım.
"Bence sana yanlardan örgülü topuz çok yakışır güzelim," dedim samimi bir edayla. Maya yüzündeki birkaç damla yaşı elinin tersiyle sildi. Gülümsemeye başlayarak başını salladı.
"Evet Miya'nın dediği gibi yapayım." Dedi neşeli bir sesle.
Enra'yla birlikte Maya'ya gülümsedik ve onu tam ortamıza oturttuk. Ben sol tarafındaki, Enra ise sağ tarafındaki sarı saçları ayırdı. İlk önce elimizle yumuşak saçları düzledik sonra ise Maya'nın saçlarını örmeye başladık. Yaklaşık beş dakika içerisinde örmeyi bitirmiştik ve benim yanımdaki tokalarla Maya'nın saçlarını bağlamıştık. Sonra ise örgüleri en tepeden topuz yapmıştık. Maya'nın önlerine de bir tutam saç bırakıp daha güzel bir hale getirdiğimizde işimiz bitmişti.
"Bitti!" Dedik Enra'yla beraber neşeli sesimizle. Maya oturduğu yerden kalkıp babasının yanına gitti ve Mahsun'un cebinden telefonunu çıkarıp kamerayı açtı. Kamerada kendini gördüğünde yüzünde sevimli bir gülümseme oluştu. Telefonu tekrar babasına verdikten sonra bize döndü ve bize doğru koşup üstümüze atladı. "Teşeküy edeyim! Teşeküy edeyim! Teşeküy edeyim!" Dedi minik kollarının arasına benim ve Enra'nın kafasını alırken. Maya'nın bu hali ikimizi de güldürdü. Maya kafalarımızı serbest bıraktıktan sonra ilk Enra'nın sonra da benim yanağıma bir öpücük kondurdu.
"Bir şey değil güzellik," dedim samimiyetle.
"Ellerim yoruldu ama önemli değil Küçük. Ortaya bir şaheser çıkardım." Dedi Enra arada kendini de överek. Ona gözlerimi devirip tekrar Maya'ya döndüm.
"İstediğin olduysa hadi babanın yanına, bak sana ne kadar güzel bakıyor. Bir de o yorum yapsın saçlarına," dedim Maya'nın aklını çelerek. Maya hızla başını sallayıp babasının yanına gitti ve ona saçının nasıl olduğunu sordu. Mahsun kızının anlına bir öpücük kondurup övgüler yağdırırken onları izliyordum.
Mahsun, babama benziyordu. Babamın davrandığı gibi davranıyordu, gördüğüm kadarıyla şefkatli bir babaydı ama normalde nasıldı onu merak ediyordum. Gazel o beyefendiliğinin arkasında çok tehlikeli biri yattığını söylemişti, o kişiliği kardeşime denk gelmiş olabilir miydi? Ya da İzel, çok sempatik, kendi halinde birine benziyordu ama onun sinirli hali nasıldı? O hali kardeşime denk gelmiş olabilir miydi?
Artık iki şüphelim vardı. Gazel ve Yasin listemden silinmişti çünkü o gün onlar yaralıydı. İsteseler bile bir cinayet işleyemezlerdi. Geriye iki kişi kalıyordu, Mahsun ve İzel bu ikisinden biri kardeşimin katiliydi. Umut'umun sönmesine neden olan iki kişiden biriydi. Ama kimdi? İyi babalık yapan Mahsun mu? Yoksa sempatik görünen İzel mi?
"O bakıyorum da grubu büyütmüşsünüz." Diye ince bir kadın sesi geldiğinde daldığım düşüncelerden kurtulup başımı kaldırdım. Karşımda aynı Enra'nın saçları gibi olan hatta daha çok bir aleve benzeyen saçları, parıl parıl parlayan yeşil gözleri vardı. İnce fiziği ve üzerine giydiği beyaz kazak ve siyah pantolonu ona çok yakışmıştı.
"Bunlar kim?" Diye sordu başka bir ses. Başımı sese doğru çevirdiğimde iki kişiye karşılaştım. Bizim kim olduğumuzu soran kişi bir adamdı. Kumral saçları ve keskin bakan yeşil gözleri olan bir adamdı. Aynı buradakilerin olduğu gibi cüsseli biriydi ve oldukça yakışıklıydı. Üzerinde siyah tişört ve deri ceket vardı, uzun bacaklarını saran siyah pantolonuyla beraber alev saçlı kızın sağında duruyordu. Onun sağında ise bir kız vardı.
Siyah saçları beline kadar uzanan bir kız, zeytine benzeyen ve masum güzellikte olan bir kızdı.
Zeytin gibi olan gözleri çok ürkek bakıyordu, korkuyor gibiydi. Zeytin gözlerin sahibi benim elalarımla buluştuğunda kendimi garip hissettim. Çok güzel bir kızdı ama sanki... sanki çok canı yanmıştı. Gözlerindeki o derinlik bana bunu söylemişti sanki.
"Çatık Kaş olan Mila, yanındaki Kızıl da Enra," diyerek bizi tanıttı İzel. Keskin yeşil gözlerin sahibi İzel'e döndü ve kaşlarını çattı.
"Neyiniz oluyorlar?" Dedi keskin bir dille.
"Sevgililerimiz," dedi Gazel rahatlıkla. "Mila benim sevgilim." Diyen Gazel'in cümlesi kalbimi hızlandırdı. İlk kez adımı ağzına almıyordu ama ilk kez soyadımı kullanmadan sadece adımı söylüyordu. Ve bu bana daha farklı gelmişti. Nasıl desem heyecanlanmıştım.
"Kızıl da benim," dedi İzel, Enra'ya göz kırparak. Enra bu harekete göz devirmekle cevap verdi.
"Siz ve sevgili yapmak mı?" Diye sordu alev saçlı kız. Sonra ise tok bir kahkaha attı. "Sonunda bir gelişme oldu ha! Tebrik ederim sizi!" Dedi kahkahasının arasından.
"Niye lan biz sevgili yapamaz mıyız?" Diye sordu İzel.
"Bence yapamazsınız." Dedi alev saçlı kız.
"Alp ile durumlar nasıl Alev?" Dedi Mahsun gülerek. Alev. Demek alev saçlı kızın adı da saçları gibi Alev'di. Alev'in yüzü düşerken bu seferde İzel gülmeye başladı. Alp kim ise araları iyi değildi sanırım.
"Anma şunu ya adını duyunca bile tüylerim diken diken oluyor." Dedi Alev yüzünü buruşturarak. Mahsun ve İzel kendi aralarında gülüşürken Gazel keskin gözlerin sahibine bakıyordu.
"Asıl senin yanındaki kim Kutay?" Diye soran Gazel sayesinde keskin yeşil gözlerin sahibinin adını da öğrenmiş oldum. İsmi Kutay'dı. Kutay yanındaki zeytin gözlerin sahibine baktı, sonra ise tekrar Gazel'e döndü.
"Ne yapacaksın?" Diye sordu sert bir sesle. Sanki kızmış gibiydi. Gazel oturduğu yerden omuz silkti.
"Merak." Dedi sadece. Kutay birkaç saniye Gazel'le bakıştıktan sonra zeytin gözlerin sahibinin ismini söyledi.
"Derin," diye mırıldandı. "Derin Soyhan." Duyduğum isimle beraber şaşkınlıktan kaşlarım havalandı. Bu ismi biliyordum. Hem de çok iyi biliyordum. Derin Soyhan gizli bir teşkilatın deneğiydi. Beyninde birçok bilgi yerleştirilmiş kişiydi. Yıllar önce çocukken teşkilatın elinden kaçmış olan kişi Derin Soyhan'dı. Bu da yetmezmiş gibi teşkilatın değerli eşyalarını çalmıştı ve bu kız yıllardır aranıyordu. Lakin kimse tarafından bulunamıyordu. Bunları biliyordum çünkü bu teşkilatı duyup araştırmıştım ve ilk karşıma çıkan isim buydu. Bir ara bu kızı bende bulmaya çalışmıştım ama bulamamıştım. Derin Soyhan teşkilatta dahil birçok kişiden tek başına saklanabilen ilk kişiydi.
"Oha! Bu o Derin mi?" Diye şaşkın bir sesle sordu İzel. Kutay ve Alev hariç geri kalan herkes Derin'e şaşkın şaşkın bakıyordu. Çoğu kişi Derin Soyhan'ı bilirdi, kız resmen bir efsaneydi.
"Ta kendisi İzel." Dedi Alev gülümseyerek.
"Ne ara buldunuz kaçak köstebeği?" Diye sordu Mahsun.
"Bir hafta önce bulduk." Dedi Kutay.
"Çok korkak bir şeye benziyor." Dedi Gazel, Derin'in ürkek bakışlarını kast ederek. Derin başını yerden kaldırdı ve Gazel'e baktı. Kaşlarını çatıp yanında duran Kutay'ın kolunu dürterek ona bakmasını sağladı. Kutay, Derin'e baktığında Derin ellerini havaya kaldırdı ve el işaretiyle konuşmaya başladı. Konuşamıyor muydu? El işaretlerini bildiğim için ne dediğini anlayabiliyordum.
"Ben korkak bakmıyorum sadece çekiniyorum." Dedi kaşları çatık bir şekilde. Kutay kaşlarını havaya kaldırdı.
"Kimden çekiniyorsun." Diye sordu. Derin bizi gösterdiğinde kimden çekindiğini anlamış oldum.
"Çünkü ben hep yalnızdım. Böyle kalabalık gruplara alışık değilim. Daha sizi yeni yeni kabulleniyorken siz beni kalabalık bir grubun içine sokmaya çalışıyorsunuz." Dedi çocuksu bir ifadeyle. "Bir de bunlar bana çok garip bakıyor. Söyler misin bana bakmasınlar?" Dedi başını eğerek. Kutay'ın dudakları yukarı doğru kalkarken hızla ifadesini düzeltti ve başını kaldırıp bize baktı.
"Kıza doğru düzgün bakın rahatsız oluyor!" Dedi Kutay sert bir sesle.
"Yani tamam ünlü biri olabilir ama yani kız rahatsız oluyor arkadaşlar," diye mırıldandı Alev. Yürüyerek Derin'in yanına gitti ve kolunu Derin'in omzuna attı. "Zeytin Hanım rahatsız oluyor arkadaşlar çekmeyin çekmeyin!" Diye rol yaparken Derin kaşlarını çatıp Kutay'a baktı. Aynı babasına şikayet eden çocuklara benziyordu.
"Alev rahat bırak kızı," Dedikten sonra Alev'in kolundan tutup yana çekti. Ve Derin rahat bir nefes aldı. "Neyse buraya geliş sebebimize gelelim." Dedi Kutay ciddiyetle.
"Allah'ın emri peygamberimizin-" derken Enra'nın karnına dirsek attım. Gereksiz yere yaptığı şakalardan sinir oluyordum. İzel, Maya, Mahsun, Derin ve Alev kıkır kıkır gülerlerken geriye kalan üç kişi boş boş Enra'ya bakıyordu.
"Neyse konumuza geri dönelim." Dedi Kutay baştan başlayarak. "Özgür Kırhanlı'nın telefonundan birine mesaj atılmış ama kim olduğunu belirleyemedik. Telefonunda özel bir sistem var yani bunu kırmamız bayağı zaman alır. Sadece mesajın ne olduğunu öğrenebildik. O da sadece bir adres ve bu adrese gel mesajı o kadar." Diye mırıldanan Kutay'ı şaşkınlıkla dinledim. Umut'u mu araştırıyorlardı?
Umut'un telefonunda onu herkesten gizleyen bir uygulama vardı, o uygulamayı ben yapmış ve zorla Umut'un telefonuna da kodlamıştım. O yüzden Umut'u bulamazlardı. Ayrıca uygulamayı kırmaları da imkansıza yakındı. Benim anlamadığım neden Gazel, Mahsun ve İzel, Özgür'ün mesaj attığı kişiyi araştırdıklarıydı. Yoksa cinayeti araştırabilecek kişileri bulup ortadan mı kaldıracaklardı. Hayır, hayır bu kadarını yapmazlardı, değil mi?
"Kimi arıyorsunuz?" Diye sordum. Merakıma daha fazla sahip çıkamamıştım. Gazel'in acı gözleri ve Kutay'ın keskin yeşilleri bana döndüğünde dudaklarımı birbirine bastırdım. Fazla mı ileri gitmiştim?
"Önemli bir şey değil. Birini araştırıyoruz o kadar." Dedi Gazel. Kaşlarımı çattım.
"Biri işte boş ver," dediğinde kalbim acıdı. O biri benim kardeşimdi. Benim Umut'umdu, her şeyimdi. Dilimin ucuna geldi kelimeler ama sustum hiçbir şey söylemedim. Dilim lal kesildi ve ben tek bir kelime dahi edemedim.
Gazel, Mahsun, İzel, Alev ve Kutay bizi burada dört kişi bırakıp biraz uzağa gitmişlerdi. Sanırım yanımızda konuşmak istememişlerdi, tabii istemezlerdi sonuçta arkadaşlarından birinin katil olduğunu yanımızda konuşacak kadar aptal değillerdi. Koltukta kollarımı göğsümde birleştirmiş bir şekilde oturduğum sırada boş boş yeri izliyordum. Ta ki Enra konuşmaya başlayana kadar.
"Mila sen buraya o Özgür'ü bulmak için geldin değil mi?" Diye fısıldadı kulağıma. Etrafa baktığımda Derin'in etrafa baktığını Maya'nın da telefonla oynadığını görünce rahat bir nefes alıp Enra'ya döndüm ve bende fısıldayarak konuşmaya başladım.
"Evet. Hatırladın mı sana bir numara göstermiştim işte o numara Özgür Kırhanlı'ya ait." Enra kaşlarını çattı.
"Şimdi ne yapacaksın peki?" Diye sordu.
"Özgür ile konuşmam gerekiyor o kimin katil olduğunu biliyor. Ve daha birçok şeyi biliyor Enra."
"Nasıl konuşacaksın ki burada?" Omuz silkip başımı iki yana salladım.
"Bilmiyorum. Lavaboya gidiyorum deyip gideceğim konuşmaya çalışacağım. Ama senin bana yine yardım etmen gerekiyor." Enra tamam, der gibi kafasını salladı.
"Tamam sen git ben bir şekilde onları oyalamaya çalışacağım. İnşallah bu sefer yakalanmayız." Dedi adeta dua ederek. Ona minnetle bakıp başımı salladım ve diğerlerini kontrol edip ayağa kalktım. Hızlı adımlarla Özgür'ü son gördüğüm yere doğru gitmeye başladım.
Özgür bir odaya girmişti ve bende şu anda o odaya girmek üzereydim. Kapı kulpunu tutup aşağı bastırdım ve içeri girdim. İçeri girdiği sırada pis bir görüntü ile karşılaştım. Özgür'ün yüzünde pis bir sırıtışla vardı ve genç bir kıza hiçte iyi niyetle yaklaşmıyordu. Genç esmer kız beni gördüğünde bana yalvararak baktı. Özgür kızın nereye baktığını merak edip arkasını dönüp beni gördüğünde yüzündeki pis sırıtış daha da derinleşti.
"İki yavru ha! Bana uyar," deyip güldü ve esmer kızı rahat bırakıp bana yaklaşmaya başladı. Ona boş gözlerle baktım tam karşımda durup yüzünü yüzüme eşitliyordu ki bacak arasına aniden attığım tekmeyle yere iki büklüm oldu. Acıyla ellerini malum yerine bastırıp bana baktı ve, "Orospu!" Diye haykırdı ama bu benim umurumda bile olmadı. Yumruk yaptığım elimi Özgür'ün suratına geçirdiğimde yana doğru devrildi. Durmadım yere devrildiğinde de karnını tekmelemeye başladım. Ardı ardına karnına tekme atarken hiçbir acıma duygum yoktu. Aksine ölsün istiyordum. Benim Umut'uma sebep olduğu gibi bende onun sebebi olmak istiyordum ama ilk önce almam gereken bir intikam vardı. Özgür'ü tekmelemeyi bırakıp genç kıza döndüm.
"Bana bir iyilik yapıp kapıyı kontrol eder misin?" Diye sordum kıza. Kız şaşkın şaşkın gözlerini kırpıştırdı ama en sonunda başını sallayıp ayağı kalktı ve kapının yanına gitti. "Biri buraya doğru yaklaştığında haber ver." Dedim sert sesimle. Kız korkarak da olsa başını salladı.
Tekrar Özgür'e dönüp yüzüne baktım. Ağzından kan gelmesini umursamadan ayakkabımın tabanını kafasına dayadım. "Umut Malaza'yı nerden tanıdığını söyle yoksa seni burada öldürürüm, aşağılık herif!" Dedim adeta bağırarak. Özgür zar zor kafasını kaldırdı ve şaşkın şaşkın baktı.
"Sen kimsin lan!" Dedi öksürerek. Sinirle bir tekme daha attım karnına.
"Ölümüne yancılık yaptığın o çocuğun ablasıyım." Dedim. "Şimdi söyle yoksa işlediğin tüm suçları polise veririm yıllarca hapiste sürünürsün." Diyerek tehdit ettim. Özgür tekrar öksürdü ve zar zor başını iki yana salladı.
"Sana neden inanayım lan? Polis misin de beni hapse attıracaksın?"
"Polis değilim ama gazeteciyim. Hem de çok iyi bir gazeteciyim senin dünyanı başına yıkmak benim için çocuk oyuncağı." Diye adeta hırladım. Cevap vermeyeceğini anladığımda Özgür'ün cebinde uzanmak için çabaladığı bıçağı gördüm. Onun almasına izin vermeden hızla bıçağı aldığım gibi Özgür'ün kolun sapladım. Özgür acıyla haykırırken bıçağı döndürdüm. Şu anda acımasız bir kadındım. "Bana bak, ya bana Umut Malaza'la ilgini söylersin ya da yemin ederim seni burada öldürürüm." Söylediklerimde ciddiydim.
"Seni öldüreceğim kaltak!" Diye bağırdığı sırada bıçağı çekip bu sefer de bacağına geçirdim. Tekrar acıyla bağırırken bıçağı çıkarıp geri soktum.
"Tamam, tamam yapma! İstediğini söyleyeceğim ama yapma!" Havası çabuk sönmüştü. Gözlerinden yaş gelmeye başlamıştı, canı tatlıydı. Benim kardeşimin de öyleydi. Bir zamanlar öyleydi.
"Söyle kardeşimle ne ilgin vardı?" Diye tekrar sordum.
"Ben bana söyleneni yaptım. Bana çağır dediler çağırdım." Dedi nefes nefese. Sonunda konuşmaya başlamıştı.
"Bilmiyorum. Bilmiyorum." Dediğinde bıçağı tekrar çıkarıp tekrar sapladım. Tekrar acıyla inledi.
"Kim dedim?" Diye daha yüksek sele bağırdım.
"Vallahi de billahi de bilmiyorum. Benimle şahsi görüşmedi adamıyla görüştüm ben!" Kaşlarımı çattım. İzel'in ya da Mahsun'un adamları mı vardı?
"Adamın adını biliyor musun?" Dedim kaşlarım çattık bir şekilde. Özgür başını aşağı yukarı salladı.
"Biliyorum." Aldığım cevapla nefesimi tutum. Biliyordu. Kardeşimin katilinin kim olduğunu biliyordu.
"Adını söyle-" Derken esmer kız sözümü kesti.
"Abla buraya biri geliyor hem de bayağı hızlı adımlarla," dediğinde derin bir nefes aldım. Tam vaktiydi! Sinirlenmeyi bir kenara bırakıp bıçağı Özgür'ün bacağından çıkardım.
"Bana bak eğer ki bu konuştuklarımızı birine söylersen tüm sırlarını herkes öğrenir." Diye tehdit ettim. Özgür tamam, der gibi başını salladı.
"Anladın mı?" Sesli cevap vermesi gerekiyordu. Bıçağı tekrar sapladığımda, "Anladım. Anladım!" Diye bağırdı. Aldığım cevapla beraber elimdeki bıçağı en uzak köşeye fırlattım ve elime bulaşan kanı Özgür'ün üzerine sildim. Arkamı dönüp kapıya yürüdüm ve esmer kıza baş selamı yaptım.
Tam kapından çıkmak üzereydim ki esmer kız kolumu tutu. "Abla teşekkür ederim beni bu pislikten kurtardığın için. Sana minnettarım." Dedi ve bana sıkıca sarıldı. Şaşkınlıkla gözlerimi kırpıştırdığımda gözlerim acı kahvelerle buluştu. Esmer kız beni kurtarmak için bu hamleyi yapmıştı çünkü Gazel buraya yaklaşmıştı. Ona asıl ben minnettardım. Emer kız geri çekildi ve başıyla bana selam verdi. Bende ona başımla selam verip kapıdan çıktım ve yürümeye başladım. Gazel'i yanından geçtim ve yürümeye devam ettim. Hiçbir şey olmamış gibi davranmalıydım. Şüphe çekmemeliydim.
"Mila!" Diye bağıran Gazel'in sesi yavaşlamama ve ona dönmeme sebep olmuştu. Düz bir ifadeyle ona baktım.
"Efendim?" Dedim masum bir sesle. Hayır, kesinlikle masum değildim.
"Ne yaptın sen o odada?" Dedi tam karşımda dururken. Sahte bir edayla gülümsedim.
"Adam öldürdüm." Dedim alayla. Gazel kaşlarını çattı.
"Dalga geçme!" Dedi dişlerinin arasından. "Ne yapıyordun o odada, o kızla? Kız sana neden teşekkür etti?" Bu sefer sesi daha yumuşak çıkmıştı. Omuz silktim.
"Sadece bir konuda yardım ettim." Diye mırıldandım. Gazel kaşlarını daha çok çattı.
"Sana ne bundan," dedim ters ters bakarak.
"Peki söyleme bende gider o kıza sorarım." Dedi bana meydan okuyarak. Arkasını dönmüş gidiyordu ki panikle Gazel'in kolundan tutum. Özgür halen o odadaydı, Gazel oraya giderse ne konuştuğumuzu öğrenebilirdi. Buna izin veremezdim.
"Tamam dur anlatacağım." Dedim Gazel'in acı kahvelerine bakarak. Gazel başını ha şöyle, der gibi salladığında tam olarak bana döndü ve kollarını göğsünde birleştirdi.
"Kızı biri sıkıştırıyordu." Diyerek söze başladım. "Niyeti iyi değildi. Enra ile sizi beklerken gördüm ben de." İşaret parmağımla daha yeni çıktığım odayı gösterdi. "Kız oraya girdi saklanmak için ama içerdeki şerefsiz herif kızı takip etti. Bunu görünce dayanamadım kıza yardım ettim. Adamı biraz patakladım sonra da orada baygın bıraktım o kadar." Büyük bir oyunculuk sergilemiş olmalıydım ki Gazel gerçekten de bana inanmış gibi bakıyordu.
"Hepsi bu kadar mı?" Diye sordu yine de emin olmak için. Başımı aşağı yukarı salladım.
"Hepsi bu kadar." Diye mırıldandım.
"O herif sana bir şey yapmadı, değil mi?" Diye şüpheyle sordu. Bunun konuyla alakasını anlayamasam da başımı iki yana salladım.
"Bana dokunmak istedi ama engelledim." Dediğimde kaşlarını çattı. Gazel'in boynundaki damarlar belirirken ben şaşkınca ona bakıyordum. Sinirlenmişti, ama neden?
"Halen o odada mı o şerefsiz?!" Dedi sinirli çıkan sert sesiyle. Başımı salladım. Gazel tam sinirle arkasını dönmüş o odaya doğru yürüyordu ki hemen önüne geçip onu göğsünden iterek durdurdum. Gerilemedi ama durmuştu.
"Ne yapıyorsun?!" Dedim şaşkınlıkla. Gazel'in boynundaki damarlar daha da belirmişti. Neden bu kadar kızmıştı ki durduk yere?
"O herifin dalağını sikeceğim. Başka ne yapabilirim?!" Dedi adeta bağırarak. Kaşlarımı çattım.
"Adam baygın!" Dedim yalanıma devam ederek. Gazel sıkıntı yok, der gibi başını salladı.
"Ayıltır tekrar bayıltırım!" Dedi net olarak. Sıkıntıyla ofladım.
"Sakin olur musun? Ben zaten ona gününü gösterdim."
"Ben de tekrar ona gününü göstereceğim ki bir daha el alemin sevgilisine dokunmak istemesin!" Gözlerimi kırpıştırdım. Ciddi miydi? Oldukça ciddiydi. Dudaklarımda alaylı bir tebessüm oluştu.
"Sahte sevgilin." Dedim fısıldayarak. Yüzümdeki tebessümü bozmadan kurmuştum bu cümleyi. Gazel sinirden kıpkırmızı olurken kaşlarını daha çok çattı.
"Başlayacağım şimdi sahtesine de gerçeğine de!" Deyip sinirle arkasına dönüp, sert adımlarla yürümeye başladı. Yüzümdeki tebessüm bir gülümsemeye dönüşürken Gazel'in peşinden yürümeye başladım. Ona yetişmek içi biraz koştuktan sonra yanında yürümeye başlamıştım. Yanlış anlamadıysam beni kıskanmıştı.
"Fazla sinir insana iyi değildir. Biraz sakinleş bence," dedim alayla. Gazel yandan bir bakış attı.
"Bunu sen mi söylüyorsun?" Kaşlarımı çattım.
"Ben sinirli değilim ki şu an." Kaşlarımla onu gösterdim. "Sen sinirlisin, ben değil." Dedim masum masum.
"Beni sinirlenmemin sebebi kim acaba?" Dedi iğneleyerek.
"Ben ne yaptım?" Dedim aynı şekilde. Gazel tekrar bana yandan bir bakış attı.
"Sus Mila." Dedi bıkkınlıkla. Onun demesiyle tam ağzımı açıp lafı yapıştıracaktım ki bizimkilerin yanına geldiğimizi fark ettim. Bu susma sebebimdi ama sonra kesinlikle Gazel'e lafı yapıştıracaktım.
Kutay ve Alev, Derin'i ortalarına almış bir şey tartışıyorlardı. Mahsun, Maya ile gülüşüyor, İzel ile Enra da yine kavgaya başlamak üzereydiler ki Enra beni görünce İzel'e laf yapmak yerine yanıma geldi ve bana sıkı sıkı sarıldı. "Üzgünüm onu daha fazla oyalayamadım." Dedi kulağıma doğru. Geri çekildiğinde gözlerimi kapatıp açtım ve "Sıkıntı yok." Dedim. Bakışlarımı Kutay, Alev ve Derin üçlüsüne çevirdiğimde onların da bize dönmüş olduğunu gördüm.
"Gazel?" Diye mırıldandı Kutay. Gazel, Kutay'a döndü ve hayırdır, der gibi kafasını sallamakla yetindi. "Bir beş dakika konuşalım seninle?" Dedi Kutay aceleyle.
"Ne konuşacaksan burada konuş." Dedi Gazel'de büyük bir sakinlikle.
"Önemli Gazel." Diye diretti Kutay. Birkaç saniye bakıştılar, keskin yeşiller sessiz bir şekilde acı kahvelerle anlaştı. En sonunda Gazel başını salladı. İkna olmuştu. Gazel yanımdan ayrılıp Kutay'ın yanına doğru giderken ben çatık kaşlarımla onlara bakıyordum. Bu ikinci yalnız konuşma bende bazı şüpheler uyandırıyordu. Kutay, Gazel ile neden ikinci kez konuşmak istemişti?
"Şimdi ne yapacağız?" Diye sordu Enra yanıma iyice sokulup sessiz bir şekilde konuşarak. Bakışlarımı Gazel ve Kutay'dan çekip arkadaşıma doğru döndüm. Enra meraklı bir şekilde bana bakarken derin bir nefes alma isteğimi geri çeviremedim.
"Bilmiyorum." Diye mırıldandım.
"Özgür ile konuşabildin mi?" Diye sordu Enra bu kez de. Sesini yine kısık çıkarmaya çalışmış ve başarılı da olmuştu. Başımı sallayarak sorusuna cevap verdim. "Evet konuştum." Diyerek de sesli onaylamamı yaptım. Özgür ile konuşmuştum konuşmasına ama fazla bir şey anlamamıştım.
Fazla konuşamamıştım da zaten, Gazel yokluğumu çok çabuk fark ettiği ve beni bulduğu için sadece iki dakikalık bir konuşma olmuştu. Bu konuşma içerisinde ise anladığım tek şey Özgür'ün bir piyon olarak kullanıldığı, katilin adamlarının olduğu ve büyük bir olayın içerisinde olduğumdu.
Özgür bir piyondu. Kardeşimi tuzağa düşürmek için olan biriydi. Yani eğer ki Özgür yalan söylememişse bu böyleydi. Bu durumdan emin olmak için biraz araştırma yapmam lazımdı ama bana göre yalan söylemiyordu. Yani gözlerinde gördüğüm ifade o yöndeydi. Mahsun ya da İzel'in adamlarının olduğu fikri ise hiç inandırıcı gelmiyordu. O ikisi de tek tabanca gibi geziyorlardı ve ben onların öyle mafya gibi adamlarının olduğunu sanmıyordum. Ama yine de bu durumu da araştırmam gerekiyordu çünkü tahminlere göre hareket edemezdim. Büyük bir olayın içerisinde olduğum ise aşikardı. Bildiklerim beni sonuma sürükleyecekti. Bilmediklerim ise beni kardeşimin katilinin kim olduğuna götürecekti. Ve ben bu iki sona da hazırdım.
Enra ile olan bakışmamız devam ederken birden hiç beklemediğim bir şey oldu. Kolumdan sıkıca tutulup arkaya doğru döndürüldüğümde kendimi Gazel'in bedeni ile bütünlenmiş bir halde buldum. Ferahlatıcı koku burnuma dolduğunda derin bir nefes almadan yapamadım. Şaşkınlıkla açılan kocaman gözlerim acı kahvelerle buluştu. Kahveler elalarımın içine dalıp gitti bir süre ama sonra o daldığı elalarımdan çıkıp sert bakışlarını kuşandı. Ve bana şimdiye kadar ilk defa kızgınlıkla baktı. Sinirden kalkıp inen göğüs kafesi ve boynunda beliren damarları aşırı kızgın olduğunun bir göstergesiydi. O ne kadar sinirliyse ben o kadar sakindim. O bana sinirli bakarken ben ona olabildikçe düz bakıyordum. Neye sinirlendiğini biliyordum çünkü. Peki korkuyor muydum? Asla.
"Ne yaptın sen?" Diye dişlerinin arasından yüzüme fısıldadı. Nefesi bu sefer yüzümü okşamıyordu, aksine adeta tokat atar gibiydi. Sanırım mümkün olsa onu da yapardı. Kaşlarım masumca havaya kalktı. Sanki ne yaptığımı bilmiyormuş gibi kirpiklerimi kırpıştırdım.
"Ne yapmışım?" Dedim en masum çıkan sesimle. Peki masum muydum? Kesinlikle hayır. Gazel'in boynundaki damarlar daha belirginleşti, burnundan sert bir nefes alıp verdi. Sert nefesi yüzüme vurdu ama bu umurumda olmadı. Masum masum ona bakmaya devam ettiğim sırada bu bakışlarım karşısında gözlerini sıkıca kapatıp kendine sakinleşmek için süre verdi. Saniyeler sonra gözlerini açtığında ise siniri hala oldukça yerindeydi.
"Bana oyun oynama!" Dedi kaşlarını çatarak. Sesinden öfke akıyordu ama bu durum benim umurumda bile olmadı. "Ne yaptığını biliyorum bana oyun oynama!" Sert çıkan sesi bende bir etki yaratmadı. Bu durum ise Gazel'i daha fazla sinirlendirdi. Yine masum bir role girdim ve yine masumca göz kırpıştırdım.
"Anlamadım ne oyunu? Ben ne yaptım?" Sözlerim onu daha fazla sinirlendiriyordu çünkü masumu oynamam ve onunla dalga geçmem hoşuna gitmiyordu. Ama benim de hoşuma gitmeyen detaylar vardı mesela şu anda kolumu sıkıca tutmuş olan eli aşırı canımı sıkıyordu. Lakin ben onun gibi sinirle solumuyor medenice konuşmaya çalışıyordum.
"Kendinle beraber bizi de ihbar eden kişi değilmişsin gibi konuşmayı kes!" Dedi sonunda patlayıp ortalığı inleterek. Sesi yüksek çıkmıştı ama tüm mekanda yankılanmamıştı. Eğer ki mekandakiler duysaydı buradan ancak ve ancak ölüm çıkardı. Ama o bunu biliyormuş gibi oldukça az bağırmaya çabalamıştı. Lakin dediği şey bizimkiler arasında duyulmuştu ve bu yüzdende herkes şoka girmişti. Kimseden birkaç saniye ses çıkmadı ama o birkaç saniyenin ardından ortalık adeta coştu.
"Ne yapmış ne?" Dedi İzel şaşkın bir ifadeyle.
"İhbar mı etmiş? Hem de kendiyle beraber?" Diye sordu Mahsun, dediğine kendi de inanamıyormuş gibiydi. O da aynı İzel kadar şaşkındı.
Alev, Kutay ve Derin bu duruma hiç şaşırmamışlardı çünkü onlar zaten biliyordu. Ben buraya doğru gelirken büyük ihtimalle bu konu hakkında konuşuyor olmalıydılar, Enra ise bu durumu biliyordu çünkü ona buraya gelmeden önce söylemiştim. Evet Gazel'in dediği doğruydu. Kendimle beraber hepimizi ihbar etmiştim ve polis yaklaşık iki dakika içerisinde burayı basmış olacaktı. Bunu neden yaptığıma gelirsek, şöyle ki katili bu gece içinde bulacağım ve katilin bu gruptan biri olduğunu bildiğim için ona göstermek istemiştim. Neyi mi? Hapis hayatını. Çünkü gireceği yer orasıydı ve bence bunu bir kere görmeliydi. Bu sayede alışması daha kısa sürerdi. Bu katile ilk ve son iyiliğimdi. Bunun için bana teşekkür etmeliydi.
"Neden yaptın lan bunu?" Diye bağırdı İzel olayları daha yeni çözerken. Sinirle benim üzerime doğru yürüyordu ki Gazel'in elini havaya kaldırıp durması gerektiğini gösterdi, İzel'in adımları durdu ama bana sert bakışlar atmayı kesmedi.
"Fazla abartıyorsunuz yalnız," diye mırıldandım yüzümdeki masum ifadeyi indirmeden. "Canım sıkılmıştı bende eğlenmek için bir yeri arayıp burada olduğumuzu söyledim o kadar." Yüzüme sahte bir gülümseme kondurdum ve dudaklarımı büzdüm. "Ben nereden bileyim buraya geleceklerini!" Dedim sesimdeki alayı gizleme gereği duymadan. Bu cevabımın üzerine ortalıkta yine birkaç saniyelik bir sessizlik oluşmuştu ama bu sessizlik kısa sürmüştü, çünkü Gazel sinirle solumuş ve kolumu daha sıkı sıkarak yüzüme adeta tıslamıştı.
"Neden yaptın bunu?" Sert nefesi yüzüme tokat gibi çarptı ama umursamadım. Gözlerimi devirdim. Sanırım anlamıyordu ya da anlamak istemiyordu.
"Dedim ya canım sıkıldı." Dedim yine de tekrardan. Gazel bu sefer sakinliğini koruyamadı ve yüzüme karşı bağırdı.
"Siktirme lan canını!" O kadar bağırmıştı ki sesi tüm mekanda yankılanmış ve herkesin bakışları bize dönmüştü. Kaşlarımı çattım ve o masum ifademden sıyrılıp sert ifademe geri döndüm. Daha fazla salağa yatmayacaktım. Gazel'in bana bağırmasıyla beraber sakin ifadem de kaybolmuştu, şimdi karşısında aynı onun kadar kızgın bir kadın vardı.
"O sesinin ayarına dikkat et! Yoksa olacaklardan ben sorumlu değilim!" Dedim dişlerimin arasından. Bana olan bakışları değişmedi yine aynı kızgınlıkla bakmaya devam etti.
"Bana neden bizi ihbar ettiğini söyleyeceksin!" Dedi aynı o da benim gibi dişlerinin arasından. Kolumdaki eli ben sanki kaçacakmışım gibi sıkı sıkı tutuyordu ve gittikçe de tutuşu sertleşiyordu.
"Sana," diyerek söze başladım. "Hiçbir şey açıklamak zorunda değilim." Dedim tane tane. Kolumdaki elinin üzerine elimi koyup geri ittirdim ama geri çekmedi. Bir kere daha ittirdiğimde ise daha fazla zorluk çıkarmadan kolumu bırakmayı seçmişti. Gözlerimi acı kahvelerinden ayırmadan son cümlemi de söyleyip aramıza biraz mesafe açtım. "Canım istedi, bende yaptım."
Ben geri çekildiğim sırada bile acı kahveler gözlerimden, gözlerini çekmemişti. Bakışlarında bir değişim yoktu, hala sinirli bakıyordu ama bu sinirini kontrol altında tutmaya çalıştığı gözle görülür bir gerçekti. Bende aynı durumdaydım aslında, sinirliydim. Gözlerimden de belli olduğunu biliyordum çünkü ben bir sinirimi gizleyemezdim. Şimdi de öyleydi, bakışlarım sert ve düzdü. Gazel derin bir nefes aldı ve geri burnundan verdi. Bana bakmak yerine soluna dönüp Kutay'ın keskin yeşillerine baktı. Aralarında saniyelik bir bakışma geçti ve bu bakışmada aralarında ne anlaştılar bilmiyorum ama Kutay başını sallamış ve son kez bana ters bir bakış attıktan sonra yanında ürkek gözlerle ben ve Gazel'i izleyen Derin'in elini tutmuştu. Bu hamleye Derin şaşırdı ama elini geri çekmedi. Kutay diğer yanında duran Alev'e bakıp başını gidelim, der gibi salladı. Alev de bunu karşılık başını salladığında son bir kez bize baktılar ve bir daha arkalarına dönmemekle beraber hızlı adımlarla ilerlemeye başladılar. Nasıl yaptılar bilmiyorum ama yaklaşık on saniye içerisinde mekanda kayboldular, belki de dışarı çıktılar bilemiyordum.
"E biz ne olacağız?" Diye sordu İzel saniyeler sonra. İzel'in sesiyle daldığım yerden bakışlarımı çekip Gazel'e döndüğümde onun zaten başından beri bana baktığını fark ettim. Neden bana bakıyordu? Kaşlarımı çattım ama ağzımı açmadım.
"Biz de gidelim işte ne bekliyoruz?" Dedi Mahsun kucağında küçük kızını göğsüne dayayarak. Maya'nın gözleri kapamak üzereydi, anlaşılan uykusu gelmişti. Onun olduğu bir ortamda böyle bir şey yapmak istemezdim ama yapmak zorundaydım.
"Vakit yok." Diye mırıldandım. Tüm bakışlar bana dönerken ben Maya'ya bakıyordum. "Ne saklanmak ne de kaçmak için vakit yok. Büyük ihtimalle şu anda mekanın etrafını sarmışlardır. Yaklaşık bir dakikaya içeride olurlar. Yani demem o ki kaçmak gibi bir aptallık yapmayın." Dedim bakışlarımı kaldırıp hepsinin yüzüne bakarken.
"Çok teşekkür ederiz bu tavsiye için ya!" Dedi İzel iğneleyerek. Bana ters ters bakarken gözlerinde en net görünen duygu öfkeydi. "Bir de öneride bulunuyor! Sanki şu durumda olmamızın sebebi sen değilmişsin gibi!" Ben de bu sözler karşılığında İzel'e ters ters bakmakla yetinmiştim.
"Laflarına dikkat et!" Diyerek İzel'e yükseldi Enra. "Kimse arkadaşımla böyle konuşamaz." İzel ters bakışlarını Enra'ya çevirdi ve bir süre ona dikkatlice baktı. Sonra ise alayla gülüp, "Kızım sen aptal mısın? Arkadaşın hepimizi ihbar etmiş ona kızman gereken yerde gelmiş bana yükseliyorsun!" Dedi sonlara doğru alaylı gülümsemesi silinirken. Anlaşılan yaptığım şeye fazlasıyla sinirlenmişti.
"Mila yaptıysa vardır bir nedeni!" Diyerek başını dikleştirdi Enra. Yanıma gelip elimi tutu, sıcak eli avcumun içini sardığında ona bakma gereği duydum ama o bana değil, kendinden emin bir şekilde tekrar İzel'e bakmıştı. "O hepinizden bin kat daha akıllı, eğer ki bir şey yapıyorsa vardır bir bildiği!" Dedi avucumun içinde olan eli daha da sıkılaşırken. Bu sanki ben buradayım, der gibiydi. Enra her zaman yanımda olduğu gibi şimdi de yanımdaydı.
"Neden yapmış o zaman?" Diyerek konuşmaya dahil oldu Mahsun. Kucağındaki Maya çoktan derin uykulara dalmış ve kim bilir kaçıncı rüyasını görüyordu. "Madem bir bildiği var bize de söylesin, biz de bilelim." Kaşlarını çatmış şüpheyle bana bakıyordu Mahsun. Ama bu bakışlar beni zerre korkutmuyordu. Şüpheleniyorlar mı? Şüphelensinler, umurumda değil!
"Kesin artık!" Gazel'in sesi ortamda geçen bu konuşmayı bölerken tüm bakışlarda ona dönmüştü. Onun odak noktası ise mekanın kapısındaydı. Büyük ihtimalle birazdan polisler içeri girmiş olacaklardı. "Polisler hepimizi sorguya çekecek ve hepiniz aynı cevabı vereceksiniz." Kaşlarını çatmış ve bize büyük bir ciddiyetle bakan Gazel'e en düz bakışlarımla bakıyordum. "Bugün buraya öylesine bakmaya geldiğimizi ve iki dakika durup çıkacağımızı söyleyeceksiniz. Hepiniz." Dedi herkese teker teker bakarak. En sonda bende duran bakışlarında büyük bir şüphe vardı. Bana güvenemiyor gibiydi. Bence de güvenmemeliydi.
"Anlaşıldı mı?" Diye sordu herkesten emin olmak için. Ama en çokta bana imayla bakarak söylemişti. Ona en ters bakışımı atarken başımı salladım. Ve hep bir ağızdan, "Anlaşıldı." Dedik. Tam o sırada ise gürültü koptu. Mekanın kapısı gürültüyle açılıp içeri birer birer polisler akın etmeye başladı.
"Yere yat!" Diye bağırdı bir polis. Sesi tüm mekanda yankılanırken içeride olan herkes -biz hariç şaşkınlıkla içeri dalan polislere bakıyorlardı. Bazıları kaçmaya çalışırken, bazıları da olduğu yerde ellerini havaya kaldırmış bir pozisyonda teslim oluyorlardı. Biz ise yerimizden hiç kıpırdamadan yanımıza doğru gelen polislere bakıyorduk. Mekandaki diğer kişilerin aksine biz oldukça sakindik. Ben sabit bir şekilde dururken yanıma kadın bir polis geldi. Mavi gözleri olan bir polis bana doğru yaklaşırken benim beynimde ani bir hatıra canlandı.
"Umut Malaza'yı bir sokakta ölü olarak bulduk." Ses kulağımın içinde çınladı ve bu sesle beraber kalbime binlerce bıçak saplandı. Ölecek gibi oldum ama ölmedim. Nefesimin kesildiğini hissettim ama nefes almaya devam ettim. "Başından kendini vurarak intihar etmiş." Tekrar aynı ses kulaklarımın içinde yankılanırken kalbimdeki bıçaklar daha da derine gitti. Gözlerim kendiliğinden istemsizce kapanırken gözlerim sızlamaya başlıyordu. Vücudum hissizleşmeye başlıyor ve başım dönmek için yer arıyor gibiydi. "Başınız sağ olsun Mila Hanım." Yine beynimde, kulağımda ve kalbimde yankılanan ses yüzünden bir süre nefesimi tutum. Kendime gelmeliydim. Şimdi yıkılmanın zamanı değildi. Daha vardı. Şimdi olmazdı. Sızlayan gözlerimi açtım. Fazla sert sıktığım için görüşüm bulanıktı ama gözlerimi birkaç kere kırpıştırdıktan sonra kendine gelirdi.
Başımı dikleştirdim. Yine eski sert halimi aldım ve yanıma gelmiş olan polise kısa bir süre baktıktan sonra ellerimi kelepçelemesi için uzattım. Kadın bu duruma ilk önce şaşırdı ama sonra işini yapmak için kelepçeleri çıkartıp bileklerime geçirdi. Soğuk metali bileklerimde hissettiğimde irkildim ama geri çıkarması için de zorlamadım. Başımı Enra'nın olduğu yöne doğru çevirdiğimde aynı onunda benim gibi bileklerinde kelepçelerin olduğunu gördüm. Mavi gözleriyle aynı benim ona baktığım gibi o da bana bakıyordu. Korkuyordu, bunu anlıyordum. Çünkü Enra asla suça karışmazdı, polisleri hayatında sadece babasının ve annesinin trafik kazasında gördüğüne yemin bile edebilirdim.
Bana nasıl mavi gözlü kadın polisler Umut'u hatırlatıyorsa aynı şekilde polislerde ona anne ve babasının ölümünü hatırlatıyordu. O yüzden ikimiz de şu anda dayanak noktası olarak birbirimizi seçmiştik. İkimizde aynı yerden yaralıydık ve hislerimizi bizden başka kimse anlamazdı. Anlayamazdı. Gözleri sıkıca kapatıp geri açtım. Bu ben buradayım, demek gibiydi. Merak etme tek değilsin yanındayım, der gibiydi. Enra gülümsedi. Hem de en içten gülümsemesiyle gülümsedi, aynı benim ona yaptığım gibi o da bana göz kırptı. Ben de buradayım sen de yalnız değilsin, der gibi baktı. Benim de yüzümde minik bir tebessüm oluştu. Yalnız olmadığımı bilmek güzeldi.
"Başımıza gelmeyen bir bu kalmıştı amına koyayım!" Dedi İzel bileklerinde takılı olan kelepçelere ve kollarından tutmuş iki polise bakarak. İzel'in bakışları saniyelik bana değdiğinde bakışlarındaki öfkeyi iliklerime kadar hissetim ama sert duruşumdan ödün vermedim. O bana ne kadar öfkeli baktıysa bende ona o kadar düz baktım. İzel bileklerinde kelepçeler, iki tarafından polislerle beraber söylene söylene adımlamaya başladığında arkasından bakmakla yetinmiştim.
"Çocuğu almamız lazım." Dedi arkadan bir kadın sesi. Arkamı dönüp neler olduğuna bakmaya çalıştığımda belki de beni en yaralayan görüntüyle karşılaştım. Maya uyanmıştı ve korkuyla polislere bakıyordu. Korktuğundan dolayı babasına daha fazla sokulmuştu ve onu bırakmaya niyetli değildi. "O bensiz korkar." Diye mırıldandı Mahsun kısık bir sesle. "Ayrılamaz benden, o da bizimle gelsin." Maya bu sözlerin ardından babasının göğsünden başını kaldırmadan başını salladı. "Babamdan ayyılmam." Dedi Maya dolu gözleriyle. "Biy o kaydı poyis abla! Onu da almayın benden," korkuyordu Maya. Kimsesiz kalacağından korkuyordu. Aynı benim bir zamanlar korktuğum gibi. Bu görüntü karşısında yutkunmadan yapamadım. Maya'ya bu korkuyu yaşattığım için kendimden binlerce kez nefret ettim.
"Tamam, tamam o da bizimle gelsin!" Dedi amir olduğunu düşündüğüm bir adam, kadın polise sıkıntı yok, der gibi kafasını sallayarak. Kadın polis kafasını salladı bu emre karşılık olarak. Mahsun'un bileklerini kelepçelemediler kucağında Maya olduğu için ama fazladan yanlarına bir polis daha gönderildi. Biri Mahsun'un sağında, diğeri sonunda ve üçüncüsü ise tam arkasında olmak üzere Mahsun'un kaçma ihtimalline karşı etrafını sardılar. Üç polis, Mahsun ve kucağında olan Maya'yla beraber yürümeye başladıklarında Mahsun'da aynı, İzel gibi bana tersten bir bakış göndermişti. Büyük ihtimalle bana aşırı kızgındı. Umursamadım, başımı dikleştirdim ve tekrar Enra'ya baktım.
Kolundan bir erkek polis tutmuş ve onunla eşliğinde yürüyordu. Zorluk çıkarmadığı sürece Enra'ya devletin polisinden zarar gelmezdi. Enra da zaten devletin polisine zorluk çıkarmazdı. Bu yüzden Enra konusunda içim rahattı. Gözlerim son bir kişiyi daha kontrol etmek için yan tarafa doğru döndüğünde beklemediğim bir gerçekle yüzleştim. Bana odaklanmış acı kahveleri görmeyi kesinlikle beklemiyordum. Bileklerinde kelepçeler olan ve polisler tarafından iki kolundan tutulan Gazel hiç kıpırdamadan bana bakıyordu. Neden bana bakıyordu?
Kaşları çattık, acı kahveleri en düz bakışını kuşanmış ve surat ifadesi fazla durgun olan bir şekilde bana bakıyordu. Beyninden neler geçiyordu bilmiyorum ama kendimi şu anda avı tarafından izlenen bir ceylan gibi hissediyordum. Ne düşünüyordu? Bakışlarında neden şüphe vardı? Bizi ihbar ettiğim için miydi yoksa başka bir sebepten mi böyle bakıyordu? Panik yapmamaya çalıştım. Aynı onun gibi suratıma en durgun ifadeyi yerleştirdim ve bakışlarımı daha da sert bir hale getirdim. Ona bakmayı keserek önüme döndüm. Tam bu esnada da daha yeni bileklerime kelepçeleri geçiren kadın kolumdan tutarak beni yürütmeye başladı.
Ona zorluk çıkarmadım. Adımlarımı kadına göre ayarladım ve sessiz sessiz yürümeye devam ettim. Elimden geldiğince yanımdaki kadına bakmamaya çalışıyordum çünkü o polis kadına çok benziyordu. Kardeşimin ölüm haberini veren polis kadına çok benziyordu. Ve ben o kadını hatırlamak istemiyordum, o geceyi, o haberi tekrar hatırlamayı istemiyordum. Bu bana acı veriyordu. Kimsesiz kaldığım aklıma gelip duruyordu, umudumun söndüğü gerçeği beni bitiriyordu, annemin bana emanet ettiği kardeşimi koruyamadığımın gerçeği beni öldürüyordu. Annem. Sahi annem benden daha fazla nefret ediyor mudur? Biricik oğlunu koruyamadığım için benden daha fazla nefret etmiş midir? Etmesin. Benden daha fazla nefret etmesin. Bu acıyı da bana yaşatmasın.
Özür dilerim anne. Oğlunu, kardeşimi koruyamadığım için özür dilerim. Bana emanet ettin sen onu ama ben onu koruyamadım. Çok, çok özür dilerim. Onunla daha fazla ilgilenmediğim için, daha iyi ablalık yapamadığım için özür dilerim. Ne olur beni affet. Yine nefret etme benden, benden daha fazla nefret edip bana bu acıyı yaşatma, ne olur yapma bunu bana. Ne olur affet. Umarım affederdi. Umarım benden daha fazla nefret etmezdi. Buna dayanamazdım çünkü, annemin benden daha fazla nefret etmesine dayanamazdım.
Bir çocuğun annesi tarafından sevilmemesi çok kötüydü. Annesi tarafından sevgi görmeyen çocuklar bu hayatta kendi her zaman yalnız hissederdi.1
***
Şu hayatta her zaman dik durmaya çalışmıştım, başarmıştım da. Her seferinde kendime dik durmam gerektiğini söyleyip durmuştum, çünkü bunu bana babam öğretmişti. Bana derdi ki, "Ne olursa olsun dik dur kızım. Kimsenin senin acını fark etmesine izin verme!" Demişti ben dokuz yaşlarındayken. O zaman yine kaşlarımı çatmış ve sormuştum. "Neden ki?" Babam bana gülümsemiş ve kulağıma bir sır verecekmiş gibi eğilmişti. "Çünkü eğer acı çektiğini diğer insanlar bilirse seni hep acından vururlar, zayıf yönünden oynarlar. O yüzden güzel kızım, hiç kimse duymasın haykırışlarını." Demişti bana hayatımın en büyük iyiliğini yaparak. Kaşlarım havalanmıştı o zaman. Gülümsemiştim babama ve bende ona bir sır vermek istermiş gibi kulağına yaklaşmıştım.
"Kıs sesini duymasınlar." Demiştim fısıltıyla. Babam şaşırmıştı, aynı benim gibi kaşları havalanmıştı. "Nasıl?" Diye sormuştu. Ona gülümsemiş ve aklımdakileri ona anlatmaya başlamıştım. "Konuşmamam lazım acılarımın bilinmemesi için, bağırmamam lazım haykırışlarımın duyulmaması için. Kısmam lazım sesimi acı çektiğimi anlamamaları için, duyulmaması lazım haykırışlarımın. Bunun için kısmam lazım sesimi, duymasınlar diye. O yüzden bu taktiği kullanmam lazım babacığım. Kıs sesini duymasınlar taktiği!" Babam bana bakıp gururla gülümsemişti. Anlıma derin bir öpücük kondurup geri çekilmiş ve bana gülümsemeye devam etmişti.
"Kıs sesini duymasınlar taktiği," diye mırıldanmış ve onaylayan mırıltılar çıkarmıştı. "Sevdim bu taktiği!" Demiş ve bana kocaman sarılmıştı.
Bu konuşmamızın üzerinden yıllar geçmişti. Babam benden gitmişti ama ben o zamanda bu taktiği kullanmaya devam etmiştim. Babamın cenazesinde yeri göğü inletecek kadar bağırmak, haykırmak istemiştim ama sonra bu konuşmamız aklıma gelmiş ve kısmıştım sesimi, duymasınlar diye. Yıllarca da bu taktiğe devam etmiştim -ki hala bu taktiğe devam ediyordum. Bu taktik benimle bütünleşmişti sanki, ne olursa olsun bu taktikten kutulamıyordum. Konuşmuyordum. Bağırmıyordum. Kısıyordum sesimi duymasınlar diye. Peki bu durumdan memnun muydum? Evet. Memnundum. Çoğu zaman bana biraz acı verse de bu taktiği seviyordum çünkü babamla beraber bulmuştuk bu taktiği, nasıl memnun olmadım ki?
"Ne zaman gelecek bu?" Diye mırıldandı Mahsun. Maya'yı hiç bırakmadan kucağında tutuyordu. Kızının üşümesinden korkuyor gibiydi. Kendi ise parmaklıkların arasından yanımda duran arkadaşına bakıyordu. Nezaretteydik. Herkes ikişer ikişer ayrı parmaklıkların arkasındaydı. Mahsun kızından ayrılmak istemediği için Maya'yla beraber karşımızdaki parmaklıkların ardındaydı. Enra şu anda sorguda olan İzel'le beraber ayrı bir yere alınmıştılar, şu anda Enra kollarını göğsünde birleştirmiş sıkıntıyla yere bakıyordu. Benim yanımda ise kocaman cüssesiyle beraber Gazel vardı. Arada bana ters bakışlar atıyordu ama umursamaya çalışıyordum. İzel'in sorgusu ise hala bitmemişti. Şu ana kadar Mahsun, Enra ve Gazel sorgulanmış ve geri gelmişlerdi ama İzel ve ben sorguya alınmamıştık, ta ki bir polis gelip İzel'i on dakika önce götürene kadar.
İzel'i on dakika önce götürmüşlerdi, götürmesine ama hala geri gelmemişti. Diğerlerinin sorgusu beş dakika sürmüş ve geri buraya gelmişlerdi ama İzel'in sorgusu sebepsiz yere uzamıştı. Gazel daha hepimiz mekanda iken herkesin aynı ifade vereceği hakkında bir konuşma yapmıştı, acaba İzel bu sözü dinlemeyip kafasına göre bir şeyler mi atmıştı? Bu ihtimalle pek inanmıyordum çünkü Mahsun'da, İzel'de arkadaşlarının sözüne adeta tapıyorlardı. Gazel anladığım kadarıyla bu grubun beyniydi. O yüzden onlar kolay kolay Gazel'in sözünden çıkmazlardı. Peki o zaman İzel hala neden gelmemişti?
"Ne düşünüyorsun?" Diye sordu yanımda olan Gazel. Sesi fısıltıyla çıkmıştı, açıkçası onu zar zor duymuştum. Düşüncelerimden sıyrıldım, beynimdeki tüm soruları bir kenara yittim. Omzumun üzerinden yanımda rahatça oturmuş olan Gazel'e baktım. Kollarını göğsünde birleştirmiş, ayaklarını öne doğru uzatmış ve kafasını da arkasındaki duvara yaslamış bir şekilde duruyordu. Bakışları ise bendeydi. Acı kahvelerin odak noktası olmak canımı sıktı ama bunu umursamadım.
"Bu saatten sonra ne olacağını," diye mırıldandım. Sorusuna en mantıklı verebileceğim cevap buydu. Aslında yalan da söylemiş olmuyordum. Bu saatten sonra neler olacağı aklımın bir köşesinde oyalanıp duruyordu. Sahi neler olacaktı? Buradan sonra direk evime gidip katilin kim olduğunu öğrenecektim ama ondan sonra ne olacaktı? Neler olur tam kestiremiyorum ama her şeyin daha da karışacağı ortadaydı. Katil ve ben karşı karşıya geldiğimizde ortalık iyice karışacaktı.
"Bizi ihbar ederken neler olacağını planlamışsındır diye düşünmüştüm." Dedi sesindeki alayı gizlemeden. Öylece baktım. Doğru düşünmüştü, her şeyi planlamıştım ama bunu bilmesine gerek yoktu. Neler yapacağımı bir tek ben bilsem yeter ve artardı. Gözlerimi devirdim alayına karşılık vererek. Başımı tekrar önüme çevirdim ve sanki gökyüzüne bakmak istermiş gibi havaya kaldırdım. Gri tavanla karşılaşsam da başımı indirmedim. Baktım öylece belki tavana bakarken özlediğim bir yüz aklıma gelir diye bekledim dakikalarca. Ama gelmedi. Hiç kimse. Kaybettiğim hiç kimse gözümün önüne gelmedi. Bunu bile çok gördü hayat bana.
"Biliyor musun ölü olmayı çok isterdim." Diye mırıldandım bakışlarımı gri tavandan çekmeden. Gazel'in bu cevabıma karşılıklı olarak bana tekrar baktığını hissettim ama ben ona dönüp bakmadım. Derin bir nefes aldım ve geri verdim. "Hissiz olmayı çok isterdim. Ölü gibi duygusuz, cansız, sade olmak güzel geliyor. Ama en çok da acı, özlem, keder gibi duyguları hissetmemek kulağa güzel geliyor. Ölü olmak isterdim, cansız ve duygusuz olayı isterdim. Kim istemez ki zaten?" Dedim kendi kendime. Gazel çoktan beni dinlemeyi kesmiştir diye düşündüm. Ama aldığım cevapla yanıldığımı anladım.
"Ben istemezdim." Diye mırıldandı Gazel. Yine fısıltıyla konuşmuştu o yüzden yine onu duymakta zorlanmıştım. Dakikalar sonra aldığım bu cevap sayesinde tavana bakmayı bıraktım ve tekrar omzumun üzerinden Gazel'e baktım. Acı kahvelerle, elalarım buluşurken ikimizde fazla düz bakıyorduk birbirimize.
"Neden?" Diye sordum. "Duygusuz olmamayı neden istemezdin ki?" Bana baktı. Uzunca baktı hatta. Yüzümü ezberleyecek kadar baktı ama cevap vermedi. Sanırım konuşmak istemiyordu. Konuşmayacağını anladığımda önüme dönmek için hamle yapacağım sırada konuşmaya başlayan Gazel ile dona kaldım.
"Duygusuz olursan güzel şeyleri hissedemezsin, Mila." Diyerek söze başladı. "Mesela aşk gibi, gökyüzü gibi, şarkılar gibi. Ben bunları hissetmeyi seviyorum. Gökyüzüne bakmayı seviyorum çünkü bu bana huzurlu hissediyor, şarkıları seviyorum çünkü insanların haykıramadıklarını orada sözlere döküyorlar. Bunlar güzel şeyler, yaşanması gereken şeyler, eğer ölü bir insan olursan bunları görmezsin, hissedemezsin, duyamasın. Ve bu asıl insana kötü hissettirecek şeylerdir, bir ölüye bile kötü hissettirecektir." Dedi. Sesinde acı ve huzur vardı. Bu iki duygu nasıl bir arada olurdu bilmiyordum. Gazel'in acı kahveleri bana bakarken yutkunmadan yapamamıştım. Haklıydı. Bu gibi duygular varken neden ölü olalım ki? Ama bir şeyi atlıyordu. O da umuttu. Bir insanın yaşama umudu yoksa neden yaşardı ki? Mesela ben Umut'um gitmişken neden yaşayacaktım ki? Gazel bu cümleleri hissederek kurmuştu, bunu sesindeki huzurdan anlıyordum. Ama aynı zamanda büyük bir acı vardı sesinde, neyin acısıydı bu? Neden sesine acı da bulaşmıştı?
"Aşk peki?" Diye sordum aniden. Neden sordum bilmiyorum, beynimde başka düşünceler varken neden seçe seçe bu soruyu seçmiştim, bilmiyordum. Ama öyle hissetmiştim, bu soru sorulması lazımmış gibi gelmişti. "Aşk neden güzel?" Dedim sorumu daha da net hale getirerek. Bu sorunun karşısında acı kahveler bocalamıştı. Sanırım bu soruyu sormamı beklemiyordu. Aslına bakarsan ben de bu soruyu sormayı beklemiyordum.
"Bilmiyorum." Dedi kafasını iki yana sallayarak. "Daha önce aşkı tatmadım. O yüzden bu soruya cevap vermem zor." Ona bakmaya devam ettim. Dudaklarımı birbirine bastırıp konuşmak ve konuşmamak arasında kaldım.
"Daha önce sevgilim olmasına rağmen ben de aşkı tarif edemem." Diyerek kararımı verdim ve konuşmaya başladım. "Ama bence gerçek aşk sınırlar ötesidir."
"Nasıl yani?" Diye sordu beni bölerek. Omuz silktim.
"Sınırlar ötesi işte. Sevmem dediğin kişiyi seversin, yapmam dediğini yaparsın. Belki bu dünyada en sevmediğin insan tipi, o kişi gelince en sevdiğin oluverir. Sözlerini çiğnersin onun uğruna, affedersin, kabullenirsin." Dudaklarımı ıslattım. "Bana göre gerçek aşk budur. Sınırlar ötesi." Dedim başımı eğdiğimi yeni fark ederek. Başımı eğdiğim yerden kaldırdığımda bana bakan acı kahveleri görmek beni şaşırttı. Ona ne zaman baksam hep bana bakıyor oluyordu. 1
Ama bu sefer bakışlarında başka bir ifade vardı. Hayranlık. Evet gözlerinde gördüğüm duygu buydu. Hayranlık. Yüzünde minik bir tebessüm ile bana hayran hayran bakan kişi Gazel Sakman Umuralp'ti. Neden bana böyle bakıyordu bilmiyorum ama çok güzel bakıyordu. Kalbim hızlandı bu bakış karşısında. İliklerime kadar heyecan kapladı bedenimi, uzun süre sonra gerçekten ilk defa hissettiğim bir duyguydu bu. Bu heyecanımın karşılığı ise gülümsemeyle sonlandı. Ben bir günde iki kez Gazel'e gülümsemiştim. Bu benim için bir mucizeden ibaretti. Bir ayın sonunda gülümsemek benim için gerçekten mucizeydi.
"Hadi millet çıkıyoruz!" Gazel ile olan bakışmamızı bölen ses İzel'e aitti. Nezarethaneye kollarını iki yana açmış bir şekilde girmiş, yüzünde kocaman bir sırıtış vardı. Kaşlarımı çattım. Anladığım kadarıyla sonunda çıkıyorduk. Anlaşılan her şey planladığım gibi gelişiyordu.
"Nasıl lan?" Diye sordu Mahsun kucağındaki Maya'yı uyandırmamaya çalışarak. İzel neşeyle başını salladı.
"Bildiğin çıkıyoruz oğlum!" Diye yükseldi. "Ben sabaha kadar tutarlar sanmıştım ama beklenmedik olaylar gelişti. İzin varmış meğerse dövüş için. Durduk yere tutuklamışlar herkesi." Dedi İzel kendi dediğine kendi de şaşırarak. Evet, bu dövüşün yapılmasında izin vardı. Bunu ben planlamıştım. Zaten planlamasam kendimi nezarette attırmazdım. O kadar da delirmemiştim. Şimdilik tabii, İzel daha detaylı konuşmaya başlayacağı sırada içeri birkaç memurun girmesiyle sustu.
Memurlar sırayla içerinde olduğumuz parmaklıkların kilidini açtı ve bizi serbest bıraktı. Bunun üzerine kimseden çıt çıkmadı, karakoldan çıkana kadar. Hatta karakoldan çıktıktan sonra bile kimseden ses çıkmadı. Biz Enra ile birlikte başka bir yola saptık, Gazel ve diğerleri ise farklı bir yola. Konuşulmadı daha fazla, sorgulanmadı benim yaptığım bu olay. Her zaman olduğu gibi devam etti hayat. Ama kimse asıl olayların yarın katili öğrendiğimde gerçekleşeceğini bilmiyordu. Ben hariç.
***
Eve gelmiştim. İlk önce Enra'yı evine bırakmıştım sonra da kendim yürüyerek evime varmıştım. Yol boyunca merak duygusu sarmıştı tüm bedenimi. Kafamdaki sorular daha fazla artmıştı. Öfkem tekrar alevlenmişti. Bu da benim yarım saatlik yolu on dakikada gelmemi sağlamıştı. Adeta eve koşarak girmiştim. Daha fazla sabrım kalmamıştı çünkü. Daha fazla bilmecelerin beynimde dönüp durmasına dayanamıyordum. Sesimi kısmak zorlaşıyordu. Haykırma isteği sarıyordu her zerremi. Ama bugün o isteğim bitecekti. Kardeşimin mezarına artık gidebilecektim. İstediğim gibi haykırabilecektim. Bir ablanın feryadını tüm dünyaya duyurabilecektim.
Eve girdiğim gibi soluğu odamda, laptopumun başında almıştım. Şifre kırılmıştı ama ben ondan önce yapmam gereken bazı işlemleri yapmıştım. Mesela kayıtlarda bir oynama ya da eksiklik var mı onu kontrol etmiştim. Ama beklediğim gibi eksiklik ya da kayıtta oynama gibi bir olayın olmadığını fark ettiğimde hemen kayıttı işlemeye başlamıştım. Kayıtın ilk dakikalarında hiçbir şey yoktu. Bom boş sokağı gösteriyordu. Her saniyeyi izlemen gerektiği için dakikaları atlamıyordum ve bu da işimi biraz uzatıyordu.
Uykulu gözlerle laptopun ekranına bakarken halen boş sokağı izliyordum. Yorgundum. Hem de çok yorgundum. Bu yüzden gözlerim ara sıra kapanıyordu ama hemen gözlerimi ovuşturarak kendimi uyanık tutmaya çalışıyordum. Tam tekrar gözlerim kapanmak üzereyken ekranda başka bir görüntü belirdi. Kapanmak üzere olan gözlerim bu hareketlikle adeta fal taşı gibi açıldı. Ekranda bir yüz belirdi. Uzak da olsa seçebildiğim bir yüz. Ezberimde olan bir yüz. Umut. Kardeşim. Canım.
Gözlerim sızladı. Aylar sonra kardeşimi ilk defa canlı bir şekilde gördüğüm için kalbim, gözlerim, her zerrem sızladı. Ekranda ellerini ceplerine koymuş birini bekliyorken yüzünde anlam veremediğim bir ifade vardı. Üzgün müydü? Hayır. Sıkılmış mıydı? Belki. Kızgın mıydı? Kesinlikle. Kardeşim. Benim hep güler yüzü olan kardeşim neden kızgındı? Kaşlarını çatmıştı ama o normalde hiç kaşlarını çatmazdı. Yüzü kıp kırmızıydı ama onu son gördüğümde bembeyaz kesilmişti. Çünkü şu an ekranda gördüğüm kişi canlıydı, benim asıl gördüğüm kişi ise cansız. Biri yaşıyordu. Diğeri çoktan ölmüştü. Öldürülmüştü.
Aklımdaki düşünceleri yine bir kenara ittim ve ekrana bakmaya devam ettim. Umut sabit bir şekilde durmuş gelecek olan kişiyi bekliyordu. Saniyeler, saliseler geçti kimse gelmedi. Umut kimsenin gelmeyeceğini anladığında bir of çekmiş ve başını iki yana sallayıp dudaklarını oynatmıştı. Ne dediğini anlamamıştım. Umut tam gitmek için bir adım atmıştı ki birden durdu. Bir ıslık sesi yankılanmıştı sokakta. O ıslık sesiyle beraber durmuştu Umut. Laptopun ekranında sırtı dönük biri belirdi, yavaş adımlarla Umut'a yaklaşan biri vardı ekranda. Siyah kapüşonluyu kafasına geçirmişti bu sayede ekranda görünmüyordu. Nefesimi tutum bu görüntü karşısında. Gelmişti katil? Kimdi? Mahsun mu yoksa İzel mi?
Kalbimde bir sızı hissettim. Çok acı bir sancı. Umut gelen kişiye baktı ve derin bir nefes aldı. Kaç Umut, demek istedim. Kaç kardeşim çalacak senin hayatını, demek hatta bağırmak istedim. Ama Umut kaçmadı. Olduğu yerde durdu ve gelen kişinin karşısında durmasını bekledi. Katil onun karısında durdu. Umut katiline kaşlarını çatarak baktı ve bir şeyler mırıldandı. Anlamadım ne dediğini ama söylediği kelimelerden nefret ettiğini buradan bile anladım. Bir süre konuştular, ne dediklerini anlamadım onları öylece izledim.
Dakikalar geçti, saniyeler geçti ve o an sonunda geldi. Katil birden Umut'u kolunun altına aldı. Boğazını koluyla adeta sarmıştı ve bu Umut'un nefes alışlarını kısıtlıyordu. Kalbimde bir kırıklık hissettim. Boğazıma sanki benim de bir kol sarılmıştı. Benimde nefes alışlarım kısıtlanmıştı. Katil kameraya doğru döndü. Ne yapıyordu? Kamera olduğunu bildiği halde neden bu hamleyi yapıyordu? Kaşlarımı çattım ve laptopun ekranına biraz daha yaklaştım. Katil başını kaldırmadı aksine biraz daha eğdi ve yüzünün görülmesini önledi. Belinden silahını çıkarıp Umut'un şakağına dayadı. Nefesimi tutum bu sırada, kalbimdeki kırıklık daha da büyüdü. Yapma. Hayır yapma. Ne olur alma onu bir kez daha. Gitmesin benden. Onu bana bırak bari.
Umut'un kulağına doğru eğilip son cümlelerini kurdu. Sonra ise hiç tereddüt etmeden silahı ateşledi. Kurşun kardeşimin beynine girdi ve Umut'um benden bir kez daha gitti. Çenem titredi. Dudağım kanadı dişlerimi sert geçirmemden dolayı. Kalbim bin parçaya ayrıldı. Bağırmak istedim ama sustum. Ağlamak istedim ama gözlerimin dolmasından başka hiçbir şey olmadı. Belki ben ağlamadım, bağırmadım ama yemin ederim canım çok acıdı. Kalbim yerinden söküldü ve parçalanıp geri yerine kondu. Dünya da bir kez daha kimsesiz kaldım ama kimsenin haberi bile olmadı. Umut'um benden bir kez daha gitti. Yine kimsesiz bıraktı beni. Yine yalnız kaldım şu koskocaman dünyada.
Umut'un ölmesine rağmen bırakmadı. Bilerek bırakmıyordu, bu görüntüleri inceleyenin canının daha fazla canının yanmasını istediği için bırakmıyordu. Sinirle soludum. İçimde dinmek bilemeyen bir öfke yeşerdi. Ellerim yumruk haline geldi. Dişlerimi adeta kırmak istermiş gibi sıktım. Sonu olacaktım. Bunu yapan kim ise onun sonu olacaktım. Keşke ölseydim diyecekti. Keşke ben de ölseydim diyecekti. Yemin ederim ki bunu yapacaktım. Bana ve kardeşime acı çektirdiği kadar bende ona acı çektirecektim.
Birden beklemediğim bir şey oldu. Katil başındaki kapüşonluyu indirdi ve yüzünü apaçık kameraya gösterdi. Nefes alışverişlerim duraksadı. Gözlerim gördüğüm kişi karşısında şaşkınlıkla açıldı. Mahsun ya da İzel değildi. En fazla şüphelendiğim kişilerden biri bile değildi. Karşımda gördüğüm kişi Gazel'di. Gazel Sakman Umurap'tı. Benim şu iki günde en fazla diyalog kurduğum, sevgili rolü yaptığım ama en önemlisi o kadar gün sonra gülümsediğim ilk insan olan kişiydi.
Yutkunamadım. Nefse alamadım. Nasıl olurdu? O yaralıydı o gün? Nasıl yapardı? Hani can almak onun haddi değildi, benim kardeşimin canını almak ne haddineydi? Ben ona nasıl gülümsemiştim? Ben. Mila Malaza kendi kardeşinin katili gülümsemiştim. Bunu nasıl yapardım? Kardeşime, anneme, babama nasıl yapardım bunu?
Tüm sorular silindi. Tüm vicdanım şuracıkta yok oldu. İçimi devasa bir öfke kapladı. Gazel'di. Kardeşimin katili oydu. Dünyayı dar edeceğim kişi, kalbini yerinden sökeceğim kişi oydu. Gazel Sakman Umuralp'ti. Bulmuştum. Kendini iyi saklasa da onu bulmuştum. Kardeşimin katilini artık biliyordum. Ve asıl oyun şimdi başlıyordu. İçimdeki bu intikam ateşi Gazel Sakman Umuralp'i yok edecekti. Küle çevirecekti. Kendini benden koru Gazel çünkü benim sana hiç acımam olmayacak. Aynı senin benim kardeşime hiç acıman olmadığı gibi. Dediğim gibi asıl oyun şimdi başlıyordu.
Gazel Sakman Umurap'in bundan sonra en büyük düşmanı Mila Malaza'ydı.

***
Vuhuu! Ben bölüm sonu diye buna derim. Sizce bundan sonra neler olacak?
Siz tahmin etmiş miydiniz katilin Gazel olduğunu? Bence tahmin edilesi bir ihtimaldi. Neysem çok uzatmayayım. Sizi kafanızdaki sorularla baş başa bırakıyorum.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |