7. Bölüm

7 / Sana Güvenmiyorum

Erva Yıldırım
leyan62

Selamlar!

 

Evet yine ben, size yeni bölüm getirdim.

 

İyi okumalar dilerim. Umarım bölümü seversiniz ballar.

 

Yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın.

 

Tekrar iyi okumalar!

 

Bölümümüzün şarkısı; Dedublüman & Aleyna Tilki / Sana Güvenmiyorum

 

***

 

 

Özledim, ama bulamadım seni,

 

Adını bağırmak istedim dilim lal oldu,

 

Canımdan, can gitti görmedikçe seni,

 

İçim kan ağladı, yüreğimde izin kaldı.

 

***

 

Yazarın Anlatımıyla


Seneler Önce

Baba kelimesi bazı kişiler için öylesine bir kelime olsa da bazıları için en önemli kavramdır. Yani en azından küçük Mila Malaza için en güzel kavram babaydı. Ona güveni, sevgiyi hissettiren bir kelimeydi. Mila bu kelimeyi duyduğunda içerisine kıpırtı hissederdi. Gülümserdi, hem de kocaman. Babası onun kahramanıydı, yaşadığı evde kendini güvende hissediyorsa bu babası sayesindeydi. Mila'nın ağladığında, güldüğünde her zaman ilk koştuğu kişi annesi değildi, babasıydı. Annesi onu dinlemezdi, doğru düzgün yüzüne bile bakmazdı ama babası öyle değildi. Mila'yı dinlerdi, anlardı, küçük kızının derdine bir çare bulmak için elinden geleninin en iyisini yapardı. O yüzden Mila'nın kahramanıydı ya. Mila kendi acısına, derdine çözüm bulamadıkça babasına koşardı ve babası her zaman onun acısına, derdine çözüm bulurdu. Mila'ya göre bu dünyada gördüğü en güzel baba onun babası, Zafer Malaza'ydı.

"Mila'm?" Dedi Zafer salona girip kızını aramaya devam ederek. Yaklaşık beş dakikadır, dört yaşındaki kızını arıyordu. Resmen her yere bakmıştı ama küçük kızını bulamamıştı. Mutfakta, odasında, oyun odasında ya da banyoda yoktu. O zaman neredeydi güzeller güzeli kızı? Eşi Sera Malaza markete gitmişti ama onunla beraber gitmediğini tahmin edebiliyordu. Çünkü eşi Sera, Mila'yla vakit geçirmek istemezdi, zorunda olmadığı sürece Mila'yla konuşmazdı bile. O yüzden Mila'nın şu anda evde olduğun biliyordu, sadece nereye saklandığını bulamamıştı.

Zafer'in aklına aniden bakacak başka bir yer geldi. Bakmadığı bir ora kalmıştı ve eğer orada da değilse gerçekten endişelenmeye başlayacaktı. Zafer uzun bacakları sayesinde büyük adımlar atarak kendi yatak odasına girdi. Bir süre etrafta gezindi kahverengi gözleri, odası büyüktü o yüzden uzunca taradı ama kimse yoktu. Lakin buraya bakmaya gelmemişti Zafer. Bakmak istediği yer daha bir ay önce Sera ile doğmuş olan oğulları Umut'a özel yaptırdıkları özel odaydı. Daha altı aylık Umut'un odasına giden yol Sera ve Zafer'in yatak odasından geçiyordu. Burayı geceleri daha kolay oğluna ulaşabilmek için Sera yaptırmıştı. Mila doğduğunda beşiğini en alt kattaki odaya koyan ve sesini duymak istemeyen Sera yapmıştı bunu. Mila ağlayabilirdi ama Umut ağlayamazdı Sera'nın gözünde.

Zafer'in adımları Umut'un odasına doğru ilerlemeye başladı. Birkaç adımda Sera'nın özel olarak dekore ettiği mavi rengindeki odaya girmiş ve Umut'un beşiğinin yanına bir sandalye dayayıp kollarını sandalyenin sırtında birleştirmiş, çenesini kollarının üzerine dayamış bir şekilde beşikteki kardeşini izleyen Mila'yı görmüştü. Küçük Mila'nın yüzünde tatlı bir gülümseme mevcuttu. Kahverengi dalgalı saçları omuzlarında, ela gözlerinde adeta sevgi akan tatlı kız huzurlu gözüküyordu. Zafer kızının bu haline gülümsemekle yetindi. Çok tatlı gözüküyordu kardeşini izleyen Mila, yani en azından Zafer'in gözünde öyleydi.

"Mila'm?" Diye mırıldandı Zafer birkaç saniye kızını izledikten sonra. Mila korkuyla yerinden sıçradı. Düşünceler içerisineydi ve ani bir ses onu korkutmuştu. Mila'nın başı sesin geldiği yöne doğru döndüğünde gördüğü kişiyle beraber korkuyla tutuğu nefesini geri verdi. Babasıydı, boştan boşuna korkmuştu. O varsa korku olmazdı, güven olurdu, huzur olurdu.

"Babam?" Dedi Mila ince sesiyle. Korkusunu bir kenara atıp gülümsedi. Babasına baktı bir süre, üzerindeki beyaz gömleğe ve siyah kumaş pantolonuna baktı. Beyaz gömleğini kollarına kadar sıvamıştı babası ve bu onu daha karizmatik göstermişti. Kahverengi saçlarını güzelce şekillendirmiş ve kahverengi gözleri yine pırıl pırıl bakıyordu. Zaten Zafer ne zaman kızına baksa gözlerinde bir pırıltı oluşurdu, o yüzden şaşırmamıştı Mila. Aksine daha da genişlemişti gülümsemesi. Gerçek bir gülümsemeydi.

"Ne yapıyorsun sen bakalım?" Dedi Zafer birkaç adımda kızının yanına gelip Mila'yı tek hamlede kucağına alarak. Zafer, Mila'nın gözüne gelen saçlarını parmağının ucuyla kulağının arkasına itti ve Mila'nın yanağına bir öpücük kondurdu. Mila babasına hayran hayran baktı.

"Kardeşimi izliyordum babam!" Dedi neşeyle gülerek. "Çok tatlı, küçük olmasına rağmen çok yakışıklı! Aynı senin gibi babam!" Deyip babasının yanağına bir öpücük kondurdu. Zafer kızının bu haline güldü. Kaşları havaya kalktı ve oda kızının anlına bir öpücük kondurdu.

"Sence bana mı benziyor?" Dedi Zafer gülerek. Mila ciddi ciddi başını salladı. "Güzel bunu annene de söyle güzelim. Kendisi ona benzediği konusunda ısrar ediyor." Dedi kızına karısını şikayet ederek. Mila'nın yüzündeki gülümseme tebessüme dönüşmeye başladı. Düşündü, acaba babasının dediğini söylese annesi onu dinler miydi? Güler miydi ona? Gülerdi. Neden gülmesin ki, bir anne kızına gülmez miydi? Gülerdi. O zaman Sera'da, Mila'ya gülerdi. Bu düşünceyle tekrar gülümsedi Mila. Buruk bir gülümsemeydi ama yine de gülümsemişti.

"Baba kardeşimin adı neydi?" Dedi Mila. Babası kardeşinin ismini kaç kez söylese de unutup duruyordu. Daha dört yaşındaydı, hafızası pek iyi değildi. Zafer kızının sorusuna şaşırmamıştı. Aksine bunu soracağını biliyordu çünkü kızının daha küçük olduğunu ve hafızasının pek iyi olmadığını çok iyi biliyordu. Zafer kızının bu haline tebessüm etti.

"Umut, Mila'm," dedi mırıltıyla. "Kardeşinin adı Umut." Dedi tekrardan. Mila beşikte uyuyan kahverengi saçları yeni yeni çıkmaya başlamış, dudaklarını büzmüş ve huzurla uyuyan kardeşine baktı. Gözleri ve saçları kahverengiydi, aynı babasınınki gibi. Teni yumuşacıktı, bunu babası gelmeden önce yüzüne dokunarak test etmişti. Mila'ya göre kardeşi melek gibiydi. Masum ve sevimliydi. Aynı melekler gibi. Hayatında hiç melek görmemesine rağmen televizyondaki meleklerden biliyordu nasıl bir şey olduğunu ve aynı kardeşi gibi onlarda sevimli ve her zaman masum olandı. O yüzden kardeşi melekti. Kardeşi onun bu dünyada gördüğü en güzel melekti.

"Umut." Dedi Mila babasının dediğini tekrar söyleyerek. Babasına baktı ve gülümsedi Mila. "Bizim Umut'umuz." Zafer gülümsedi ve başını salladı.

"Aynen Mila'm. O bizim, bu ailenin umudu."

"Hepimizin mi? Annemin, senin ve benim mi?" Diye sordu masum bir edayla. Zafer tekrar başını salladı ve beşikte uyuyan oğluna baktı. Ona da gülümsedi.

"Evet güzel kızım." Diye mırıldandı beşikteki oğlundan bakışlarını çekip tekrar kızına bakarak. "O bu ailenin umudu. Yaşama olan inancımız, gülümseme sebebimiz. Senin biricik kardeşin, benim paşa oğlum ve annenin hayatta olma sebebi. Yani kısacası o sadece bu ailenin bir üyesi değil güzel kızım. O bu aileyi birleştiren kişi." Mila babasını sabırla dinledi. Kardeşi hakkında duyduklarını kıskanması gerekiyordu belki de ama kıskanmadı, sadece aklında iki soru belirdi.

"Peki ben bu ailenin neyiyim babam?" Dedi Mila ilk sorusunu sorarak. Zafer kızının kıskandığını düşündü ve kızının şakağına bir öpücük kondurdu. Halbuki Mila kıskanmamıştı sadece kendisinin ne olduğunu merak etmişti.

"Sen güzel kızım," diyerek söze başladı Zafer. "Bu ailenin koruyucusun." Mila şaşkınlıkla kaşların yukarı kaldırdı. Bu da ne demekti?

"Nasıl yani?" Dedi masum masum. Zafer güldü kızının şaşkın haline, ara sıra kızının daha dört yaşında olduğunu unutuyordu.

"Sen bu aileyi tüm kötülüklerden koruyan kişisin, Mila'm."

"Ama ben daha küçüğüm nasıl koruyacağım ki sizi?"

"Sen öyle güçlü bir kız çocuğusun ki senin ayakta durman bile beni, bizi koruyor. Büyüyeceksin yine beni, anneni ve Umut'u koruyacaksın. Öyle bir koruyacaksın ki bize zarar gelmesine hayatta izin vermeyeceksin, eğer ki biri bize zarar vermeye kalkarsa da yakacaksın ortalığı! Öyle bir yakacaksın ki göz gözü görmeyecek. O yüzden sen bu ailenin koruyucusun Mila'm. Ve benim biricik kızımsın." Zafer sözünün sonuna doğru kızının yanağına bir öpücük kondururken kızının onu hayran hayran izlediğinin farkındaydı. Nasıl farkında olmasın ki? Mila öyle bir bakıyordu ki, bu bakışı ömrü boyunca unutamazdı. Mila birine böyle hayran hayran bakıyorsa seviyordur. Çok seviyordur. Ama gözlerinden ateş çıkıyorsa nefret ediyordur. Mila babasını seviyordu, o yüzdendi bu hayran bakışlar.

"Ben bu ailenin koruyucusuyum." Dedi Mila babasını inandırmak istermiş gibi. "Seni, annemi ve Umut'umu her şeyden koruyacağım. Size kimse zarar veremeyecek, buna söz veriyorum babam. Size zarar vermeye kalkanları ben daha beter bir duruma düşüreceğim ve size hiçbir şey olmaması için elimden gelenin en iyisini yapacağım." Dedi adeta yemin ederek. Zafer kızının bu sözleri üzerine gururla gülümsedi. Biliyordu. Kızının onun için her şeyi yapacağını biliyor, tüm kalbiyle inanıyordu.

"Aferin benim güçlü Mila'ma!" Dedi Zafer kızının yanağından bir makas alarak. Mila güldü. Zafer kızını daha fazla güldürmek için Mila'yı gıdıklamaya başladı. Mila daha fazla güldü, hatta kahkaha attı ama bunun üzerine beşikte uyuyan Umut ağlama sesi geldi. Umut'un ağlamasıyla Mila ve Zafer birbirine şaşkın şaşkın baktı.

"Uyandı." Dedi Mila saf saf. Zafer başını sallayarak onayladı. Evet oğlu uyanmıştı. Ama şimdi ne yapacaktı? Sera markete gitmeden önce onu sakın uyandırmaması gerektiğini söylemişti ama o Mila'yla birlikte Umut'u uyandırmış bulunuyordu.

"Ne yapacağız?" Diye sordu Zafer kızını ela gözlerine bakarak. Mila kaşlarını çattı. Gerçekten ona mı soruyordu? Bir süre babasına baktığında babasının aşırı ciddi olduğunu fark etti. Evet, Zafer gerçekten daha dört yaşındaki kızına soruyordu. Mila güldü babasının bu haline.

"Beni yere bırakıp onu kucağına alabilirsin babam." Diyerek bir fikir attı Mila. Zafer kızına, birde oğluna baktı. Bu fikir aklına yatmamıştı. Birini bırakıp, birini alma işleri hiç ona göre değildi. Bu konuda zaafı vardı. Hiçbir zaman bu seçimlere gelemezdi. Kızına baktı Zafer.

"Sonra da sen kıskanırsın ama Mila'm." Dedi bir bahane olarak. Mila güldü bu bahaneye.

"Neden kıskanayım ki babam?" Dedi gülerek. "O benim canımdan, can. İnsan canını kıskanır mı? Beni bırak onu al hadi, kıskanmam ben." Mila'nın sözleri Zafer'i gururlandırdı. Kızını seviyordu. Hem de çok seviyordu. Ona durduk yere bu ailenin koruyucusun, dememişti. O koruyucuydu çünkü ona, annesine ve kardeşine bağlıydı. Küçücük olsa da aklı her şeye yetiyordu.

Zafer başını iki yana salladı. Aklına başka bir fikir gelmişti. İlk önce kucağındaki kızını yere bıraktı, sonra beşiğin içinden Umut'u kucağına aldı. Oğluna gülümseyip yanağına minik bir öpücük kondurdu. Mila alttan alttan onları izlerken yüzünde bir gülümseme vardı. Zafer kucağındaki oğluyla beraber beşiğin yanındaki tek kişilik koltuğa yavaşça oturdu. Oğlunu da oturur pozisyona getirip sıkı sıkı tutu düşmesin diye. Sonra Mila'ya, küçük kızına baktı ve boşta kalan dizine iki kere vurdu.

"Gel bakalım buraya güzellik!" Dedi gülümseyerek. Şaşırdı Mila. Annesi de Umut'u hep kucağına alıyordu ama yanına hiç onu çağırmıyordu. Babası onu tek bırakmamıştı. Yine. Mila gülümsedi. Gerçek bir gülümsemeydi. Minik adımlarla babasının ve kardeşinin yanına gelip babasının boşta kalan dizine tırmandı. Yerine yerleştiği ilk anda ise babasının yanağına bir öpücük kondurdu. Bu teşekkür ederim, demekti. Zafer bunu anlayabiliyordu. Mila sonra yönünü kardeşine, Umut'a döndü ve uzanıp onunda yanağına bir öpücük kondurdu. Küçük Umut ise buna gülmekle yetindi. Umut ablasını seviyordu. Mila bunu biliyordu. Nereden mi? Şöyle ki gece gece gizlice yanına geldiğinde ve Umut'u uyanık bulduğunda ona gülümsemesinden, ağladığında ablasını gördüğünde susmasından ve kucağına almaya çalıştığında hiç kıpırdanmamasından anlayabiliyordu. Umut huysuz bir çocuk olmasına rağmen ablasını ne zaman görse yelkenleri suya indiriyordu. Bu da ablasını sevdiği anlamına geliyordu.

"Babam?" Dedi Mila, ela gözlerini Umut'tan ayırmayarak. Zafer kızına döndü.

"Efendim?" Dedi. Mila gözlerini kardeşinden ayırıp dolu gözleriyle babasına baktı. Zafer şaşırdı kızının bu haline. Neden gözleri dolmuştu? Zafer panikledi. "Mila'm ne oldu?" Diye endişeyle sordu. Zafer'in şu hayatta en son istediği evlatlarının üzülmesiydi. Onların canı yanarsa onunda canı yanardı.

"Ya Umut'umuz bir gün yok olursa?" Dedi Mila dudaklarını titreterek. Aklına gelen diğer soru da buydu. Neden böyle bir şey düşünmüştü, bilmiyordu ama düşünmüştü işte. "Ya Umut'umuz bir gün sönerse? Biz, ben ne yaparım?" Dedi tekrardan. Ağlamamak için kendini sıkıyordu. O hiçbir zaman kolay ağlayan biri olmamıştı ama şu an salya sümük ağlamak istiyordu. Zafer şaşırdı bu soruya, nereden aklına gelmişti bu düşünceler?

"Neden sönsün Mila'm?" Dedi Zafer şaşkınlığı üzerinden atıp gülümsemeye çalışarak. Mila'nın yanağına doğru bir göz yaşı süzülürken kızının yanağını sildi Zafer. "Biz varken ona ne olabilir ki? Hem nereden geldi bu soru senin akılına?" Diye sordu. Gerçekten nereden gelmişti bu soru aklına?

Mila göz yaşlarını elinin tersiyle sert bir şekilde sildi. "Annem ile geçen gece konuştuklarınızı duydum. O gün annem Umut'u kaybedemem, diyordu. O aklıma geldi. Annem neden öyle dedi baba?" Diye sordu Mila utangaç bir şekilde. Evet, küçük Mila birkaç gün önce gizli gizli anne ve babasını konuşurken duymuştu ve duyduklarıyla birlikte aklına binlerce soru gelmişti. Zafer duyduklarına şaşırdı ama sonradan şiddetli bir kahkaha attı. Mila şaşkın şaşkın baktı babasının gülüşüne. Neden gülüyordu? Komik bir şey mi söylemişti?

"Babam neden gülüyorsun?" Dedi Mila şaşkınlığı devam ederken. Zafer gülüşünü baskılamaya çalıştı. Kızı her şeyi yanlış anlamış ve durduk yere kafasını olmayan şeylere takmıştı. Zafer birkaç saniye kendini sakinleştirmek adına bir süre tanıdı. Dakikalar sonra ise kızının yanağını öpüp durumu anlatmaya başladı.

"Güzelim, annen lohusa döneminden hala çıkamadı. Umut geçen gün ağzına şeker almış ve yutmuştu ya işte annen onu panik yaptı. Sonrada kafasında kurdu o kadar," tekrar kızının yanağından öptü. "Yani Umut'a bir şey olduğu yok." Dedi sonlara doğru tekrar gülerken. Mila şaşkın şaşkın göz kırpıştırdı.

"Öyle mi olmuş ya?!" Dedi şaşkınlığını üzerinden hala atamamışken. Onun bu haline küçük Umut bile gülmüştü. Zafer başını aşağı yukarı sallayıp, "Öyle olmuş güzelim ya!" Dedi kızını taklit ederek. Mila şaşkınlığı üzerinden atıp güldü. Yanlış anlamıştı işte. Kardeşine bir şey olmayacaktı. Hem olmasına da izin vermezdi ki zaten.

Babası onu korurdu. O koruyamazsa annesi korurdu. Olmadı o korurdu kardeşini. Mila kendi kendine bir söz verdi, o da kardeşini nefes aldığı süre boyunca koruyacağına da dair bir sözdü. Kardeşini ömrü yettiği sürece koruyacak ve kollayacaktı. Mila Malaza o gün babasının kucağında binlerce söz verdi ve sözlerinin hepsi de kardeşini koruyacağına dairdi. Babası yok olursa babası olurdu. Annesi yok olursa annesi olurdu. Canını, kanını ne pahasına olursa korurdu Mila. Buna dört yaşında gücü yetmezse daha fazla büyüyünce yeterdi. Şu anlık küçük olabilirdi ama asıl kardeşini koruması gerektiği zaman epey büyük olacaktı. Ama nereden bilsin bir gün verdiği tüm sözleri tutamayacağını, nereden bilsin koruyucu olma görevini yerine getiremeyeceğini?

***

 

Mila'nın Anlatımıyla

Günümüz

Koruyamadım baba. Yapamadım. Umut'umuzun sönmesine engel olamadım. Aldılar onu benden ve ben hiçbir şey yapamadım. Senin dediğin gibi koruyucu olamadım. Ailemizin dağılmasını önleyemedim. Siz, annen ve sen onu bana emanet ettiniz ama ben sizin emanetinize sahip çıkamadım. Özür dilerim baba. Çok özür dilerim. Ailemi koruyamadım, senin dediğin hiçbir şeyi yapamadım. Beni affeder misin yoksa annem gibi sende mi benden nefret edersin? Etme, ne olur. Sende benden nefret etme. Dayanamam. Babamın benden nefret etmesi benim yıkılma sebebim olur. Yok oluşum olur. İntiharım olur. Biliyorum onu koruyamadım ama intikamını alacağım. Onu yok eden kişiyi, kişileri bende yok edeceğim. Sana verdiğim çoğu sözü tutamadım ama söz veriyorum bunu tutacağım. Kardeşimin intikamını alacağım. Sana binlerce söz veriyorum ki bunu yapacağım. Yakacağım ortalığı ve bana kimse engel olamayacak.

Çok söz vermiştim ama hiçbirini tutamamıştım. Çiğnemiştim verdiğim sözleri, yerine getirememiştim. Lakin bir sözümü ne olursa olsun yerine getirecektim. Kardeşimin katiline ve ölmesini isteyen kişiye cehennemi yaşatacaktım. Hiçbir sözümü tutamazsam da bu sözümü tutacaktım. Gerekirse bu söz uğruna ölecektim ama o intikamı alacaktım. Yakacaktım ortalığı, cehenneme çevirecektim ve bu cehennemde sadece onlar kalacaktı. Gazel Sakman Umuralp ve kardeşimin ölmesini isteyen kişi, kişiler. Onlar benim yarattığım cehennemde kül olacaklardı. Yok olacaklardı.

"Mila hazır mısın?" Dedi odamdan içeri giren Enra. Bakışlarım boş duvardan arkadaşıma çevirdim. Yine her zamanki gibi çok güzeldi. Benim aksime. Üzerinde mavi yuvarlak yaka bir kazak ve altında da kot pantolonu vardı. Yüzüne yaptığı şık ama sade makyaj onu hem tatlı hem de güzel gösteriyordu. Onu süzmeyi bırakıp konuşmaya karar verdim.

"Hazırım. Çıkabiliriz." Dedim üzerimdekileri son kez bakarak. Üzerime kırmızı bir boğazlı kazak ve altıma da siyah kot pantolonumu giymiştim. Bu kıyafetler beni üşütmezdi. Evet, hazırdım, artık gidebilirdik.

"Hadi o zaman," dedi Enra bana önden gitmem için yol açarak. Yatağımın üzerinden telefonumu alıp kot pantolonumun arka cebine yerleştirdikten sonra Enra'nın yanından hızlıca geçtim. Kapıda ayağıma siyah botlarımı giydiğim sırada Enra'da kendi beyaz botlarını giyiyordu.

İkimizde botlarımızı giydik, beraber merdivenlerden ikişer ikişer inip apartmandan hızlıca çıktık. Arabamın anahtarını cebimden çıkarıp arabayı açtım. Enra ile beraber arabaya bindik ve kemerlerimizi bağladık. Enra telefonuna bakmaya başladığında ben arabayı çalıştırmış park ettiğim yerden çıkarıyordum. Arabayı daha dün Nara'dan almıştım. Dün o olmadığı için İzel ile gitmek zorunda kalmıştık ama geri dönüşte benim arabamla gelmiştik. Dün olanlardan sonra düşünme fırsatı bulamamıştım çünkü eve geldiğim gibi kendimi odama kilitleyip uymuştum. Ağlamaktan ve bağırmaktan o kadar yorulmuştum ki bir aydır uyuyamadığımın acısını çıkarmış ve mışıl mışıl uyumuştum. Ama o uykuyu bile kendime fazla görmüştüm. Aslında hala uykum vardı.

Gözlerim uyumaktan şişmiş olsa da ben hala uyumak istiyordum lakin yorgunluğum geçmişti. İstesem de uyuyamıyordum zaten. Rüyalarım kardeşimle, annemle ve babamla doluydu. Benden hesap soruyorlardı aynı benim dün Gazel'den hesap sorduğum gibi. Bugün rüyamdan kan ter içinde uyanmamın sebebi buydu. Ailemin bana hesap sormasıydı rüyalarımı kabusa çeviren. Belki de hayatımda gördüğüm en korkunç, benim canı en çok yakan kabus gece gördüğüm olandı. Rüyamda ben karanlığın içindeydim, nerede olduğumu çözmeye çalışıyordum. Etrafıma bakarken birden karşımda o beliriyordu. Canım, her şeyim, kardeşim. Umut canlı bir şekilde karşımda beyaz giysilerle dikiliyordu. Onu görünce şaşırıyordum, ağlıyordum ama en sonunda tüm şaşkınlığımı üzerimden atıp Umut'a sarılmaya kalkıyordum. Lakin o buna izin vermiyordu.

Beni, ablasını geri itiyordu. Ben şaşkınlıkla ona bakarken o birden konuşmaya başlıyordu. "Neden?" diyordu Umut. "Neden beni daha iyi koruyamadın, neden umudunun sönmesine engel olmadın?" Diyordu. Kırgın bakıyordu bana, çok kırgın bakıyordu. O bakışı unutamıyordum. Aklımdan çıkmıyordu o bakış. Kalbimi küle çeviriyordu. Canımı acıtıyordu. Lakin o canımın acımasını umursamıyordu, daha fazla konuşup kalbimi küle çevirmeye devam ediyordu. "Sen abla mısın?" Diyordu alayla gülerek. "Bir abla kardeşini ölmesine izin verir mi? Sen verdin." Yüzündeki gülümseme sönüyor ve bana tekrar kırgınlıkla bakmaya devam ediyordu. "Abla sen benim ölmeme izi verdin." Diyordu. Canımı acıtıyordu bu sözler, çok canımı acıtıyordu. Ben gözyaşları içinde ona bakakalıyorum. Ağzımdan tek bir kelime bile çıkmıyordu. Konuşamıyordum. Özür dileyemiyordum. Öylece kalıyordum. Yine.

Sonra babam beliriyordu karşımda. Umut babama dönüşüyordu. Benim yüzümde onu tekrar gördüğüme dair bir tebessüm oluşurken o da bana küskün bakıyordu. Aynı Umut'un baktığı gibi, küskün kırgın ve hayal kırıklığıyla bakıyordu. Sonra o da bana "Neden?" Diye soruyordu gözlerimin içine bakarak. Yüzümdeki tebessüm anında soluyordu. Çünkü anlıyordum canım yanacaktı. Yine. "Neden ailemizin umudunun sönmesine engel olmadın?" Diyordu babam. İlk defa beni kıracak sözler söylüyordu. İlk defa babama kırgınlıkla bakıyordum. "Sana bu ailenin koruyucususun, dedim. Koruyacaksın, dedim ama sen hiçbirimizi koruyamadın. Artık sana güvenmiyorum Mila." Diyordu canımı daha da fazla acıtarak. Ağlıyordum. Hıçkıra hıçkıra ağlıyordum bu sözlere. Baban kayboluyordu sonra. Karşıma en son o beliriyordu. Annem. Ve ben en büyük yarayı yine ondan alıyordum. Yine.

"Sana hayatımda ilk defa güvendim," diyordu gözlerimin içine baka baka. Canımı yaka yaka. Hep yapardı bunu, hep yakardı canımı. Yeri gelir sözleriyle, bazen ise davranışlarıyla ama şimdi ikisiyle de canımı yakıyordu. Yüzüme tiksinerek bakıyor ve tekrar konuşmaya başlıyordu.

"Hayatımda bir ilk yapıp sana güvenmeyi seçtim ve sen benim güvenimi yerle bir ettin, sana canımı emanet ettim! Ama sen onu koruyamadın!" diyor ve yüzüme sert bir tokat atıyordu. Yine. "Neden sen ölmedin? Neden onun yerine sen ölmedin?" Diyerek tokat atmaya devam ediyordu. "Sen neden ölmedin!" Diyerek defalarca bağırıyordu. Yaşlı gözlerle bakıyordum ona, yapma demek istiyordum. Benimde canım acıyor anne demek, sarılmak istiyordum ama hiçbirini yapmıyordum, yapamıyordum. İterdi çünkü biliyordum, o beni hep iterdi. Ben, Mila Malaza annesi tarafından hep itilmiş bir kız çocuğuydum. Babası ve kardeşi tarafından sevilen ama annesinin bir türlü sevmediği o kız çocuğuydum. Güvenmezdi bana, sevmezdi saçlarımı, gülmezdi ya da sarılmazdı.

Sahi annem beni neden sevmezdi? Neden güvenmezdi? Neden sevmezdi saçlarımı? Neden gülmez ya da sarılmazdı? Sorular vardı ama bunu cevaplayacak kişi artık yoktu. Bırakmıştı bizi, beni. Hiç sarılmadığı kızını bırakmıştı. Saçlarımı sevmeden, bana gülmeden ve sarılmadan bırakmıştı. Hayır ona kızgın değildim ama kırgındım. İnsan sevdiğine kızamazmış zaten kırılırmış, yani babam öyle söylemişti. Sevene kızılmaz kırılır güzel kızım, demişti. Ben anneme bana güvenmediği, sarılmadığı ya da gülmediği için kızmıyordum ki, sadece biraz kırılıyordum. Yine. Yine ben ona kırılıyordum.

Kabusum burada bitiyordu. Ailemdeki tüm üyeler benim canımı yaktıktan sonra uyanıyordum. Hem de nefes nefese. Canım yana yana uyanıyordum. Ve ağlıyordum. Daha bir gün önce hiç ağlamayan ben hıçkırarak ağlıyordum. Acıdan, yalnızlıktan, umutsuzlukta... Kısacaktım sesimi, ama bundan sonra ağlayacaktım. Çığlık atmayacaktım, bağırmayacaktım ama birkaç damla da olsa göz yaşı dökecektim. En azından bunu yapmalıydım yoksa acı beni gerçekten öldürecekti. Umut'un yanında dökmeyecektim bu sefer yaşlarımı, öyle karar almıştım. Feryadımı içime gömecektim. Tekrardan kısacaktım sesimi, duymasınlar diye.

Ben düşüncelerimin içinde kaybolmuşken bir görüntü belirdi gözlerime. Nara'nın önünde dikilen üç dev beden vardı. Ne ara Nara'ya kadar gelmiştik anlamamıştım, düşüncelerimin içinde kaybolduğumdan dolayı gerçek hayatla alakamı kesmiş gibiydim. Gerçek hayata dönmemin sebebi ise onu görmemden dolayıydı. Onu, kardeşimin, Umut'umun, ailemin katilini gördüğümden kendime gelmiştim. Gazel, yanında Mahsun ve İzel'le birlikte sigara içiyorlardı. Onlarda benim, bizim geldiğimizi gördüler plakadan tanıdılar ve gözlerini arabama diktiler. Elalarım, acı kahvelerle buluştu, çekmek istedim elalarımı onun acı kahvelerinden ama yapamadım. Kendimde o gücü bulamadım. Gözlerinde bir şey vardı, beni ona doğru çeken bir şeyler vardı. Zor da olsa bakışlarımı ondan çektim. Arabayı Nara'nın önünde park ettim ama hemen inmedim arabadan, baktım bir süre ona ve diğerlerine. Bundan sonra aynı yolda ilerleyeceğim adamları süzdüm dikkatle.

İzel'in üzerinde havanın soğuk olmasına rağmen ince beyaz bir tişört ve altında da uzun bacaklarını saran kot bir pantolon vardı. Saçları sanki dünkünden daha uzun gözüküyordu. İşaret ve orta parmağıyla tutuğu sigaradan derin nefesler alıp havaya üflüyordu, ayağının birini ritmik bir şekilde yere vurduğuna göre sıkılmıştı. Sabırsızlıkla bizim arabadan inmemizi bekliyordu. İfadesi düzdü. Anlaşılan dünün şaşkınlığını üzerinden atabilmişti. Mahsun parmaklarının arasına sıkıştırdığı sigaradan derin bir nefes alırken arada arkasın bakıyor ve birinin gelip gelmediğini kontrol ediyordu. Onun ise üzerinde lacivert bir boğazlı kazak ve altıda bacaklarını saran siyah bir pantolon vardı. Sigarasında aldığı nefesi havaya üfledi ve tekrar arkasını kontrol etti.

En son ise bakışlarım ona değdi. Baktım. Uzun uzun her detayına baktım. Üzerindeki siyah bir kapüşonlu ve altında da siyah eşofman altı vardı. Benim dün olduğum gibi simsiyah giyinmişti. Yakışmamıştı diyemezdim, yakışmıştı. Siyah saçlarından birkaç tutamı anlına dökülüyordu. Saçları ıslaktı, yeni duş almış olmalıydı. Parmaklarının arasındaki sigarada diğerleri gibi derin derin değil kesik kesik nefes alıyordu. Anlaşılan sigarayla pek arası yoktu. Acı kahve gözlerinde yorgunluk vardı. Bunu bu kadar mesafeden bile anlayabiliyordum. Yorgundu. Benim gibi. Umursamadım. Daha fazla ona bakmadım, arabadan hızlıca indim. Daha fazla ona bakamazdım. Bakmamalıydım. İçimde saçma bir istek olsa da yapmamalıydım.

Benim arabadan inmemle birlikte Enra da benimle beraber inmiş ve yine saniyesinde yanımda bitmişti. Arabanın önünde Enra ile yan yana durduğumuzda onlarla aramızda bir metrelik bir mesafe vardı. O mesafeyi kapatmak için adımlamaya başladığımda Enra'da bana uyarak benimle beraber yürümeye başladı. Hepsiyle aramızda iki adımlık bir mesafe olacak şekilde durduk. Başımı kaldırmak zorunda kaldım onlara, ona bakmak için. Başımı kaldırdığım anda ela gözlerim tekrardan acı kahvelerle buluştu. Daldım onun acı kahvelerine, uzun uzun baktım. Dünü hatırlatmak istermiş gibi baktım. O hatırladı mı biliyorum ama benim beynimde düne dair bazı kesitler belirdi.

"Nasıl bakıyorsun yüzüme?! Nasıl baktın sen benim yüzüme?!" Diye bağırıyordum. Ağlıyordum. Göz yaşlarım sel oluyordu. Canım yanıyordu. Çok canım yanıyordu. Sahi nasıl bakmıştı benim yüzüme? Nasıl hala bakabiliyordu? Bu kadar mı vicdansızdı? Bağırmaya devam ediyordum. Hem ağlıyor hem de bağırıyordum. "Canımı aldın! Yuvamı aldın! Hayatımı aldın! Her şeyimi aldın!" Diyordum. Sonra gücümü kaybediyordum, o düşmeme izin vermeyip belimden tutuyor beni yavaşça dizlerimin üzerine bırakıyordu. Canımın yanmasını istemiyordu. Ama o benim canımı yeterince yakmıştı, daha fazla yakamazdı. Ya da yakabilir miydi? Canım daha fazla acıyabilir miydi?

Sinirliydim. Hala sinirliydim ve bu sinir pek geçecek gibi değildi. Geçsin de istemiyordum, aksine bir ateş gibi yanmaya devam etsin ve harlandıkça harlansın istiyordum. Öyle de oluyordu. Acı kahveleri gözlerime ne kadar düz bakarsa bende ona karşılık o kadar sinirli bakıyordum. Aramızda gergin bir enerji vardı ve bu gerginlik biz karşı karşıya olduğumuz sürece bitmeyecekti. Saniyeler, dakikalar geçti ve ilk konuşmaya yine ben başladım.

"İçeri geçelim ve bundan sonra ne yapacağımıza karar verelim." Dedim gözlerimi onunkilerden ayırmadan. İçimde olan öfkeyi, kini bir kenara bırakıp sakin olmaya karar verdim. Öfkeyle hareket edersem hiçbir sonuca varamazdım. Sakin olmalıydım. En azından çabalamalıydım. Gazel derin bir nefes alıp, kurumuş dudaklarını ıslattı. Sigarasından bir nefes alıp havaya üflerken başını sallamış ve dediğimi onaylamıştı. Sakince başımı salladım ve Enra'ya dönüp başımı gidelim, der gibi salladım. Enra beni onaylayıp adımlamaya başladığında bende ona uyarak Gazel'in yanından geçip gitmeye yeltendim. Lakin Gazel'in büyük eli koluma dolandı ve beni durdurdu. Omzumun üzerinden onun acı kahvelerine baktım. O da aynı şekilde benim elalarıma, gözlerini dikmişti.

"Ama ondan önce biz seninle biraz konuşalım." Dedi. Kaşlarımı çattım. Ne konuşacaktık? Kardeşimi nasıl öldürdüğünü mü? Nasıl vicdanız olduğunu mu? Nasıl bir cana kıyığını mı? Hayır onunla konuşmayacaktım. Konuşmak istemiyordum. Ben söyleyeceğim her şeyi dün ona söylemiştim ve bitmişti. Bu saatten sonra ne derse desin umursamazdım. Kafamı iki yana salladım.

"Seninle konuşacak hiçbir şeyim yok!" Dedim dişlerimin arasından. Sakin olmalıydım ama bende kardeşimin katilinin yüzüne baktıkça sakin olmak adına hiçbir şey kalmıyordu. Gazel'de aynı benim gibi kaşlarını çattı. Benim aksime sinirli değildi.

"Konuşmalıyız." Dedi tane tane.

"Hayır." Dedim inatla. "Seninle konuşmak istemiyorum." Gazel gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı ve geri verdi. Gözlerini tekrardan açıp elalarıma baktı.

"Sen dün yeterince konuştun, bağırdın sıra bende. Benimle konuşmalısın." Dedi sesini düz tutarak. Kaşlarımı daha da fazla çattım. Kafamı yine iki yana salladım.

"Ben dün konuştum çünkü haklıydım." Dedim ona bir adım yaklaşarak. "Ben dün bağırdım çünkü acısı olan bendim." Yüzlerimiz yine karşı karşıya geldi. Kaşlarımla onu gösterdim. "Peki sen? Ne konuşacaksın benimle? Sen benimle konuşunca ne değişecek? Giden geri mi gelecek?" Cevap vermesini bekledim bir süre, bir şey söylemesini bekledim ama o cevap vermedi. Veremedi. O da biliyordu çünkü konuşunca hiçbir şeyin değişmeyeceğini, o da biliyordu gidenlerin geri gelemeyeceğini. Acı kahvelerini kaçırdığında hiçbir cevabının olmadığını anladım. Gülümsedim. Sahte bir gülümsemeydi. Başımı sallayıp, "Bende öyle düşünmüştüm." dedim. İki adım geriledim. "O yüzden Gazel, konuşmam ben seninle!" Baktım yüzüne birkaç saniye, belki bir şey söyler diye, ama söylemedi. Hiçbir şey demedi.

Gözlerimi ondan çekip yanımızda duranlara kısa bir bakış attım. Mahsun ve İzel'in bakışlarında hüzün vardı, nedenini bilmiyordum am hüzünlü bakıyorlardı. Umursamadım. Bir iki adım ilerimde benim gelmemi bekleyen Enra'ya baktım. Onun yanına gitmek için hareketlendim. Bu sefer de Gazel'in yanından geçip gidecektim ama o bana yine engel oldu. Büyük eli tekrar koluma dolandı. Beni kendine çekti. Yüzlerimiz yine karşı karşıya geldi. Acı kahveleri tekrardan istila etti elalarımı.

Bu sefer ona bakmadan geçemedim. İkidir onun yüzüne bakma isteğimi geri çevirmiştim ama bu sefer geri çeviremedim. Hafif uzamış sakalarına, uzun kirpiklerine, kalın dudaklarına ama en çok acı kahvelerine baktım. Bakabildiğim kadar baktım. Aynı şekilde o da benim yüzüme bakma fırsatını kaçırmadı. Yüzümün her noktasına baktı. Dakikalar sonra aramıza bir öksürük sesi girdi.

Sanırım bu İzel'den gelmişti. Gazel ile kendimize geldiğimizde az da olsa birbirimizden uzaklaştık. Gazel derin bir nefes verirken, ben derin bir nefes alıyordum. Bu sebepten ben onun nefesini solumuş oluyordum. Sıcaktı. Nefesi sıcaktı. Halbuki benim artık nefesim bile soğuktu. Gazel dudaklarını ıslattı. "Sevgilimsin." Dedi aniden. Kalbim tekledi. Nefes alışverişlerim duraksadı. Şaşkınlıkla boş boş göz kırpıştırdım.

"Ne?!" Dedim şaşkınlıkla. Acı kahvelerini gözlerimden çekmeden bir kez daha, "Sevgilimsin." Dedi net bir edayla. Boş boş göz kırpıştırmaya devam ettim. Bu ne diyordu? Sevgilimsin, ne demekti? Kaşlarımı çattım.

"Bu ne demek?" Diye sordum sesimi sert çıkarmaya çalışarak. Kolumu Gazel'den kurtardım ve yönümü ona döndüm. Şimdi yine karşı karşıyaydık. Gazel başını dikleştirdi ve bana üsten bir bakış attı.

"Sevgili rolü oynayacağız, demek." Dedi sesinde hiçbir duygu barındırmadan. Kaşlarımı daha da fazla çattım.

"Sebep?" Dedim şüpheyle.

"Daha fazla bilgi toplamak ve senin zarar görmemen için." Şüpheyle gözlerimi kıstım. Sevgili rolü yapmamızın bize ne yararı olacaktı? Ayrıca benim zarar görmemle konunun ne alakası vardı?

"Sevgili rolü yaparak nasıl daha fazla bilgi toplayabiliriz?" Dedim yarı alaylı çıkan sesimle. "Ve ayrıca ben neden zarar görecekmişim?" Gazel ciddiyetle bana bakıp bir adımda aramızdaki mesafeyi sıfırladı.

"Benim girdiğim ortamlara senin de girmen için ancak benim sevgilim konumunda olman gerekiyor. Başka türlü buralarda yeni olanları hiçbir mekana almazlar," Derken sözünü kestim.

"Geçen gün aldılar ama!" Diye çıkıştım. Gazel bu çıkışmamın üzerine başını iki yana salladım.

"O gün aldılar ama bizim zorumuzla. Her mekana böyle girersek dikkat çekeriz ve sende dikkat çekip tüm okları kendine çevirirsin." Kaşlarımı çattım.

"Senin sevgilin olursam ne değişecek?" Diye sordum. Gazel'in dudağının bir köşesi hafiften yukarı kalktı.

"Tüm kapılar sana açılacak." Dedi. "Ben olmasam bile istediğin yere girip çıkabileceksin. Beni ne kadar araştırdın bilmiyorum ama hakkımda çoğu şeyi bilmediğine eminim." Dediğinde dişlerimi sıktım. Doğruydu çünkü, İzel ve Mahsun hakkında birçok bilgiye sahip olsam da Gazel hakkında pek bir bilgi edindiğim söylenemezdi. Onun hakkında bildiğim en önemli detay keski nişancı olmasıydı. Maalesef daha fazla bir bilgiye sahip değildim. Beni düşüncelerimden ayıran ses Gazel'e aitti. "Benim girdiğim ortamlara senin tek başına girmen imkansız ama dediğim gibi ortamda benim sevgilim olarak bilinirsen istediğin yere girebilirsin. Ama zorlama yok karar senin," ellerini iki yana açıp bana beklentiyle baktı. "Benimle misin, yoksa tek misin?"

Bir süre acı kahvelerine baktım. Ne yapmalıydım? Onun sevgilisi olarak tanınmak, onunla yakın olmak istemiyordum. Ama eğer ki teklifini kabul etmesem işler benim için gittikçe daha da zorlaşacaktı. Ve bu yüzden aradığım kişiyi bulmam daha da uzun sürecekti. Stresten dudaklarımı kemirdim. Bu oyunu oynasam kardeşime ihanet etmiş oluyor muydum? Katiliyle sevgiliymiş gibi davransam ona ihanet etmiş olur muydum? Onun için, dedi iç sesim. Yapacaksak onun için, dedi korkularımı yatıştırarak. Evet yapacaksam onun içindi. İhanet etmiş olmazdım çünkü onun için oynayacaktım bu oyunu. Onun için katlanacaktım, katiline. Düşüncelerimden arınıp gerçek dünyaya döndüm. Bana beklentiyle bakan acı kahvelerle tekrardan göz göze geldim. Yine aynı soru. Yine aynı cevap. Dudaklarımı ıslatıp, başımı aşağı yukarı salladım.

"Seninleyim." Dedim dakikalar sonra. Gazel bir süre daha gözlerime baktı, acı kahvelerinde bir pırıltı oluştu. Lakin bu anlıktı. Başını sallayıp, dudaklarını birbirine bastırdı.

"Güzel," diye mırıldandı. "O zaman içeri geçip, bundan sonra nasıl ilerleyeceğimizi konuşalım." Dediğinde başımı salladım. Tam ilerlemek için bir adım atamıştım ki Gazel'in eli elime dolandı. Buz gibi soğuk olan avucum birden sımsıcak oluverdi. Tam tamına bir aydır buz gibi olan tenim onun tenine değince sıcacık oldu. Kendimi ateşe benzetiyordum ama bir türlü kedimi ısıtamıyordum. Lakin aylar sonra tenimi ısıtan bir yer bulmuştum. O da Gazel'in teniydi. Gazel Sakman Umuralp'in teni buz gibi ellerimi sıcacık yapmıştı. Büyük elinin içinde benim elim kayboluvermişti. Bu ani temasına şaşırdım. Boş boş göz kırpıştırdım. Neden elimi tutmuştu?

Sevgili rolü yapacaksınız nereni tutmasını bekliyorsun, dedi iç sesim beni aydınlatarak. Doğruydu ama benim elimi tutmasını, ısıtmasını istemiyordum. O katildi, kardeşimin katili en son ellerimi tutması gereken kişiydi.

Elimi elinden çekmeye çalıştım ama o buna izin vermedi. Elimi daha da sıkı tutu. Kaşlarımı çatıp ona baktığımda acı kahveleri zaten beni izlerken bulmuştum. Adeta gözleriyle bırakmayacağını söylüyordu. Bir kez daha çektim elimi ama yine sonuç değişmedi. Bırakmayacaktı, bunu anlıyordum. Lakin umurumda değildi, bırakana kadar çekerdim elimi. Öylede yaptım tekrar çektim elimi ama benim bu hamleme karşılık o da beni kendine çekti. Göğsüm göğsüne çarptı. Yüzlerimiz yine karşı karşıya geldi. Gazel'in nefesi yüzümü okşadı.

"Hep böyle inatçı olursan bir adım öteye gidemeyiz." Dedi sıcak nefesini yüzüme üfleyerek. Kaşlarım çattık, dudaklarım birbirine bastırmış bir şekilde ona bakıyordum. "Her halin kabulüm ama bu inat en çok sana zarar verir. Kendine zarar verecek şeyleri yapma." Derken yüzünde hiçbir duygu yoktu ama sesi sanki... sanki yalvarıyormuş gibi çıkmıştı. Şaşkınlıkla ona baktım. Ben ona şaşkın şaşkın bakarken o benim bir şey söylememe izin vermeyerek elimi daha sıkı tutmuş ve kendiyle beraber Nara'ya doğru yürütmeye başlamıştı.

Her halin kabulüm, demesi neden kalbimi hızlandırmıştı. Neden sesi yalvarıyormuş gibi çıkmıştı? Neden beni düşünüyormuş gibi konuşmuştu? Soru çoktu ama cevaplayan yoktu. Çünkü cevapların olduğu kişi şu anda beni yürütmekle uğraşıyordu. Şaşkınlığı saniyeler sonra üzerimden atarken Gazel'in büyük adımlarına yetişmeye çalışıyordum. Arkamızdan gelen Enra ve İzel'in sesi ise bende durma ve o ikisinin kafasını birbirine çarpma isteği yaratıyordu.

"Bu neydi şimdi? Filim mi çektik biz?" Diyordu İzel alayla. Enra'nın omuz silktiğini hissettim.

"Vallahi ben çekmiş kadar oldum." Dedi Enra. Güldüğünü duydum İzel'in.

"Vallahi bende!" Dedi alayla İzel.

"Benim aklıma neden Ateşle Barut şarkısı geliyor?" Dedi aynı İzel gibi alaylı bir ses tonuyla konuşan arkadaşım Enra.

"Şarkının yazılma sebebine baktığın içindir." Dedi İzel. Güldü Enra. Bunun üzerine arkaya dönüp onlara ters bir bakış attım ama bana mısın, demediler. Gülmeye devam ettiler ve bu da yetmezmiş gibi Ateşle Barut şarkısını söylemeye başladılar.

"Ateşle barut ah yan yana durmaz! Gönül dilinden anla biraz!

Bir dokunursan ah dokunursan ellerin mızrap olur bedenim saz!" Diyordu İzel şarkıya kendini kaptırmış bir şekilde. Enra gülüp İzel'e uyuyor ve şarkıyı devam ettiriyordu.

"Eriyorum bak mum gibi damlaya damlaya sel oldum al beni sar!

Al darmadağın al dolu dizgin, ruhum bedenime dar!" Diyordu Enra omuzlarını oynata oynata. Ve sonunda ilk defa İzel ve Enra anlaşıyor beraber şarkıyı devam ettiriyorlardı.

"Ateşle barut ah yan yana durmaz! Gönül dilinden anla biraz!

Bir dokunursan ah dokunursan ellerim mızrap olur bedenim saz!" Diyerek ritim tutuyor daha fazla bağırıyorlardı.

Tam onlara doğru atılacakken bir kol belime dolandı ve beni bir yere soktu. Belime dolanan güçlü kol Gazel'e aitti, beni soktuğu yer ise Nara'nın içiydi. Bunu burnuma dolan ter kokusundan anlayabiliyordum. Koku yüzünden yüzümü buruştururken söylenmeyi de ihmal etmiyordum. "Ateşle barutmuş! Göstereceğim ben size ateşle barutu!" Dedim ters bir edayla. Ben söylenmeye devam ederken Gazel belimden tutmuş beni sürüklemeye devam ediyordu. Nereye gittiğimiz hakkında hiçbir fikrim yoktu ve ben buna rağmen sorgusuzca adımlamaya devam ediyordum. Bel boşluğumda olan Gazel'in eli fazla baskı yapmıyordu, aksine belimi oldukça yumuşak bir şekilde tutuyordu. Söylenmeyi bırakıp beni sürüklemeye devam eden kişiye yan profilinden baktım.

Elalarım yaklaşık bir dakika boyunca yüzünde gezindi. Erkeksi hatlarına, gözünün altındaki minik yara izine, dik ama düz burnuna, yeni çıkmaya başlamış sakallarına, kalın dudaklarına bakabildiğim kadar baktım. Yine. Gazel yakışıklı bir adamdı. Hem de haddinden fazla yakışıklıydı. O yüzdendi ona bu kadar süre bakmam, ne kadar kendimi ona bakmamak için zorlasam da bir saatten sonra kendime engel olamıyordum. Bu sebeptendi ona olan uzun uzun bakmalarım. Yoksa başka ne olabilirdi ki?

"Sevgililer mi şimdi?" Diyen bir kadın sesi geldi kulaklarıma. Bu ses de beni Gazel'e bakmaktan ve düşüncelere dalmaktan kurtaran şeydi. Ses arkamızdan geliyordu. Başımı hafifçe çevirip konuşanlara baktım. Hakkımızda konuşan iki kadındı. Biri kumral, diğeri esmerdi. Ve ikisi de bana kıskanç gözlerle bakıyordu.

"Öyleymiş. Geldiği gibi kapmış Gazel'i." Diye mırıldandı kumral olan. Esmer dudaklarını büzüp başını aşağı yukarı salladı. Kaşlarımı çattım. Ne diyordu bunlar? Ben mi Gazel'i kamışım? Sinirle dişlerimi sıkıp, derin bir nefes aldım. Sakin olmalıydım. Yanlış bir hareket yapmamalıydım. Şüphe çekmemeliydim. Onların ağzına yumruk atma fikirlerini aklımdan kovmalıydım. Evet, evet sakindim.

"Gazel iki gün sefasını sürer sonra sıkılır, bırakır." Diyen kişi esmer olandı. Sakinim.

"En fazla bir hafta!" Dedi kumral kız gülerek. Hala sakinim.

"En az üç gün!" Dedi esmer karşılık vererek. Çok sakinim.

"Tadını aldıktan sonra bir saniye yanında durdurmaz." Dedi kumral kız. Aşırı sakinim.

"Bunun neyini beğendiyse?" Dedi esmer olan. Sinirden gözlerim dönse de sakindim. Nefes alışverişlerim kırmızı rengini görmüş boğa gibi olsa da sakindim. Kızların saçlarını malum yerlerini sokma gibi fikirlerim olsa da sakindim. Çok ama çok sakindim.

"Kulak asma onların sözlerine," diye mırıldandı Gazel. Arkamızdaki kızlar hakkında kurduğum vahşet dolu senaryoları bir kenara ittim. Bakışlarım Gazel'e döndü. Bir kez daha baktım çehresine. Bir kez daha elalarım yüzünün her yerinde gezindi. "Boş insanların sözlerini kafayı takıp sinirlenme." Dedi belimde olan eli tekrardan elimi tutarken. Elimin içindeki eli daha sıklaştı. Tutuşu sahipleniciydi. Boş boş göz kırptım bir süre. Saniyeler sonra dediklerine gözlerimi devirdim.

"Kime kızıp, kızamayacağımı sana soracak değilim!" Dedim sert bir sesle. Kime sinirlenip, kime sinirleneceğim neden umurundaydı ki? Benden ona neydi? Gazel'in acı kahveleri saniyelik bana döndü. Gözleri yine saniyelik dudaklarıma kaydı. Onun bu bakışı yüzünden içimde bir kıpırtı oluşunca kendime kızdım. Neden içimde bir kıpırtı oluşmuştu?

"Sinirlenince dudaklarını kemiriyorsun." Dedi önüne dönerken. "Bu yüzden dudakların yara oluyor." Kaşlarımı çattım.

"Yani?"

"Yani sinirlenmemeye çalış!" Gözlerimi kıstım.

"Sebep?" Bana ters bir bakış attı.

"Çünkü dudakların yara oluyor." Dedi sakin çıkarmaya çalıştığı sesiyle. Sabır dilenir gibi derin bir nefes aldım.

"Bu kimin umurunda ki?" Dedim ters ters. Gazel'de aynı benim gibi sabır dilenir gibi derin bir nefes aldı.

"Benim umurda!" Dedi hiç beklemediğim bir şekilde. Kaşlarımı çattım.

"Ne?!" Dedim şaşkınlıkla ama o bu sorumu yanlış anladı ve tekrar etti.

"Dudakların Mila!" Kalbim tekledi. Nefes alışverişlerim duraksadı. Sapık mıydı bu herif? Benim dudaklarım neden onun umurundaydı ki? Kaşlarımı daha fazla çattım. Boşta kalan elimle kaslı koluna bir fiske vurdum ve ona sinirle baktım.

"Benim dudaklarım neden senin umurunda sapık herif?!" Dediğim sırada adımlarım yavaşlamaya başlamıştı. Gazel bana ters bir bakış attı.

"Sevgilim olduğun için." Dedi geniş geniş. Sinirden dişlerimi sıktım. Ben bu herifi boğardım!

"Sınırını aşma Gazel!" Dedim dişlerimin arasından. Herkes yerini bilmeliydi ama en çok da o yerini bilmeliydi. Benimle dalga geçme gibi bir hakkı yoktu. Onun benimle konuşmaya bile hakkı yoktu.

"Konu sen olduğun sürece her şeyi aşarım Mila Malaza." Dedi kesin bir dille. Donup kaldım. Onun peşinden yürümeye devam etsem de kendi düşünce dünyamda donup kalmıştım. Boğazıma bir yumru oturdu. Göğüs kafesimin içindeki kalbim adeta bir kuş gibi çırpınmaya başladı. Zaman kavramım sıfırlandı. Bir cümle tüm dünyamı altüst etti. Boğazımdaki yumruya rağmen zorla yutkundum. Kurumuş dudaklarımı yalayıp başımı iki yana salladım. Saçmalama Mila. Kendine gel Mila. Kendine gel.

Başımı dikleştirdim. Boş bakışlarımı tekrar kuşandım. Düşmanımın beni tavlamasına izin vermedim. Gazel neden bana bu kadar kibar davranıyordu hiçbir fikrim yoktu ama onun bu masum hallerine aldanacak değildim. O masum olan değil suçlu olandı. Dünyasını cehenneme çevireceğim kişiydi. Bu dünyada merhamet göstereceğim son kişiydi. Gazel'le beraber büyük bir odaya girdik. Girdiğimiz oda ferah ve fazlasıyla büyüktü. İçeri sızan gün ışığı odaya daha da ferahlatıcı bir hava katıyordu. Odanın içerisinde olan koltuklar, kum torbası, büyük bir televizyon ve çalışma masası buranın öylesine bir oda olmadığının göstergesiydi. Bu oda özel bir oda olmalıydı. Büyük bir ihtimalle burası Mahsun'un ikinci odasıydı.

"Ben o yellozun ağzını yırtarım!" Dedi bizim arkamızdan odaya zorla sokulan Enra. İzel, Enra'nın belinden tutmuş ve havaya kaldırmıştı. Havada çırpınarak arkaya bakan Enra ise oldukça sinirli gözüküyordu. Anlaşılan dışarıda bana laf eden kızlara sinirlenmişti. Haksız da değildi. Keşke onların saçlarını bir güzel yolsaydı.

"Kızıl iki dakika dur!" Dedi İzel. Kucağındaki Enra'yı zor tutuyormuş gibiydi. Lakin bir taraftan da gülmek için yer arıyordu, bunu yüzündeki ifadeden anlayabiliyordum. Enra, İzel'e ters bir bakış attı.

"Ne duracağım be! Ben onlara kimin orospu olduğunu göstereceğim!" Dedi daha yüksek sesle bağırarak. Yüzümü buruşturdum yüksek sese karşılık. Arkadaşım diye demiyordum sesi bayağı fazla çıkıyordu. İzel ve Enra'nın arkasından Mahsun girip kapıyı kapattı. Yüzünde düz bir ifade vardı ama yine de İzel'e ters ters bakıyordu.

"Lan sen değil misin kıza bak Mila'ya laf ediyorlar diyen?" Dedi Mahsun sert bir dille. "Madem kızı tutacaktın neden gaz veriyorsun mal!?" Enra hala ağzının içinden konuşmaya devam ederken İzel, Mahsun'un dediklerine gülmekle meşguldü.

"Canım sıkılmıştı." Dedi gülmeye devam eden İzel. Mahsun kaşlarını çattı.

"Lan canı sıkılan bunu mu yapar?!" Diye bağırdı Mahsun. İzel gülmeye devam ederken kaşlarıyla beni gösterdi.

"O canı sıkılınca bizi polise ihbar etmişti. Ona bir şey demedin bana niye kızıyorsun?" Diyerek beni araya sıkıştırdı. Kaşlarımı çattım. Konu ne ara bana kadar gelmişti? Mahsun göz ucuyla bana baktı.

"Onunki ayrı seninki ayrı," Dedi Mahsun ters ters. "Sen aklı başında adamsın. Neden çocukça şeyler yapıyorsun?" İzel arkadaşına kınayıcı bir bakış attı.

"Ooo! Sen Mila'ya akılsız mı dedin?" İzel bana dönüp boşta olan eliyle Mahsun'u gösterdi. "Milacığım bu hadsiz herif sana akılsız, dedi. Döv, de döveyim. Götünden donunu al, de alayım." Dedi ciddi bir suratla. Dudağımda bir tebessüm oluştu. Gören bunları yetişkin bir insan sanırdı ama bunlar özellikle İzel'in, Maya'dan bir farkı yoktu. Çocuk gibilerdi.

"Susmayı düşündünüz mü hiç?" Diyerek araya girdi Enra. Kendi sinirini yatıştırmış gibiydi. Havada bacakları sallanıyordu ve bu durumdan rahatız olduğu yüzündeki ifadeden belli oluyordu. "Ve İzel," Dedi başını arkasına döndürüp çattık kaşlarla kucağında olduğu adama baktı. "Bıraksan beni!" Diyerek çemkirdi. İzel sırıtmaya başladı.

"Niye?" Kaşlarını havalandırdı. "Sayemde havalandın işte, keyfini çıkar." Sırıtarak Enra'ın kulağına doğru yaklaştı. "Çünkü bir daha kollarımın arasında olamayacaksın Kızıl." Dedi kendini beğenmiş bir edayla. Enra bir süre öylece bakakaldı. Beyaz yüzü daha da beyazladı. Enra utanmıştı. Benim arkadaşım diğer insanların aksine utanınca kızarmıyordu, onun yerine yüzü kireç gibi oluyordu. Enra utanmıştı ve bunun sebebi İzel'di. Enra yutkunup başını iki yana salladığında anca kendine gelebilmişti. Kaşlarını çattı ve tekrar çemkirmeye başladı.

"Egolu pisliğin tekisin İzel!" Yüzünü buruşturdu. "İndir beni! Senin kollarının arasında duracağıma gider Maya'yla oynarım daha iyi!" Dedi yüksek ses bağırarak. Şaşkınlıkla gözlerimi açtım. Büyük söz söylemişti. Enra ve çocuklara olan nefreti küçük görülecek bir konu değildi.

Lakin İzel bu sözler onun yüz ifadesinden hiçbir şey götürmemişti. Hala sırıtmaya devam ediyordu. İzel sırıtmaya devam ederken Enra'yı ayakların üzerine bıraktı. Enra, İzel'e ters bir bakış attı ama bu İzel'in umurunda bile olmadı. Enra kızıl saçlarını savurarak benim yanıma yaklaşmaya başladığında bende elimi tutan Gazel'in elinden elimi çektim.

Ellerimdeki sıcaklık bir anda yok olurken kendimi boşluğa düşmüş gibi hissettim. Ellerim yine buz kesmişti. Ve benim ellerimi ısıtacak artık kimsem yoktu. Artık yoktu. Daha yeni ellerimi ısıtan kişi yüzünden yoktu. Yok olmuştu. Derin bir nefes alıp buz tutmuş elimle saçlarımı düzelttim. Düşünceleri bir kenara itip Gazel'den bir iki adım uzaklaştım. Enra'nın yanında durup bakışlarımı Gazel, Mahsun ve İzel üçlüsüne çevirdim.

"Umarım dünün şaşkınlığını üzerinizden atabilmişsinizdir." Dedim sesimi düz tutmaya çalışarak. Boğazım kuruduğu için sesim garip çıkmıştı ama bunu umursamadım. Yutkunup boğazımın kuruluğunu yok etmeye çalıştım.

"Attık desek yalan olur." Diyerek söze girdi Mahsun. Saçlarını karıştırdı, kaşlarını kaldırıp indirdi. "Ben bile senin hakkında bu kadar bilgiyi bulamamıştım. Yaşın ve işin dışında hiçbir şeyini bilmiyorum." Dedi. Burnumdan güldü. Tabii ki bulamazdı. Ben o kadar iş insanı, mafyalar, hırsızlar ve birçok suça bulaşmış insanlar bulamazken onların benim hakkımda bir şey bulamamalarına şaşırmıyordum. Dudaklarımı birbirine bastırdım.

"Beni fazla hafife almışsınız." Dedim. Mahsun sanırım, der gibi başını salladı.

"Hem de fazlasıyla," Diyerek ağzının içinden mırıldandı.

"Şimdi sen bizim hakkımızda her şeyi biliyor musun?" Dedi İzel. Bakışlarım ona döndü. Gözleri merakla bana bakıyordu. Derin bir nefes alıp başımı iki yana salladım.

"Hayır." Dedim. İzel rahatlamış gibi bir nefes verdi. "Ama seni ve Mahsun'u hapse attıracak çoğu bilgiye sahibim." Dediğimde ise yerinde rahatsızca kıpırdandı. Aynı şekilde Mahsun'da. Benim ise dudaklarımdan tehlikeli bir gülümseme oluştu. "Bu kadar bilgi bana yeter."

"Senin bizimle derdin ne ya!?" Diye yükseldi İzel. "İlla hapse mi attırman lazım? Azıcık medeni ol konuşalım, anlaşalım." Kaşlarımı çattım. Bunu gerçekten söylemiş miydi?

"Ne diyorsun sen ya?" Dedim sert bir tavırla. "Siz benim kardeşimin katilini sakladınız ve benden merhamet mi bekliyorsunuz?" Benden merhamet bekleyenler daha çok beklerdi. Benim canım yanarken kimse bana merhamet göstermemişti. Umut'uma kimse acımamıştı. O yüzden bende kimseye merhamet göstermeyecektim. Bende kimseye acımayacaktım. Benim buna hakkım vardı. İzel'in ifadesi değişirken geriye kalan ikili bana hala duygusuzca bakıyorlardı. Cansız, duygusuz, ölü gibi... Olmak istediğim gibi. Umut'umun olduğu gibi. İzel bana medeni ol demişti ya, o zaman kardeşimi öldürmek isteyen kişi neden medeni olmamıştı. O neden acımamıştı? Neden merhametli olmamıştı? Konuşarak hallolmuyor muydu? İlla öldürmek mi lazımdı? İlla Umut'umu söndürmesi mi lazımdı?

Gözlerim sızlamaya başladığında dişlerimi sıktım. Düşünmemeliydim. Düşünürsem ağlardım. Canım yanarsa yine sesimi kısmak zorunda kalırdım. Yapmamalıydım. Bunu kendime yapmamalıydım. Başımı iki yana sallayıp düşüncelerde kurtulmaya çalıştım. Dudaklarımı ıslatıp başımı dikleştirdiğimde karşılaştığım acı kahveler birkaç saniye sendelememe sebep oldu. Beklemiyordum çünkü. Bu şekilde bakmasını beklemiyordum. Bana, beni anlıyormuş gibi bakmasını beklemiyordum. Kardeşimin katilinin bana böyle bakmasını beklemiyordum.

"Merhamet gösterme," Dedi gözlerimin içine bakarak. Derin bir nefes aldı, bir adım öne çıktı. "Acıma," Bana doğru adımlamaya başladı ama gözlerini gözlerimden bir saniye bile çekmedi. "Ama bana merhamet gösterme," Birkaç adımda tam karşımda durdu. İşaret parmağıyla göğsüne dokunup kendisini işaret etti, daha sonra ise arkasında kalan arkadaşlarını. "Bana acıma. Arkadaşlarıma değil, bana yap ne yapacaksan." Dedi. Dudaklarımı birbirine bastırdım. Kaşlarım havalandı.

"Öyle mi?" Dedim. Başını salladı ve anında cevabını verdi.

"Öyle." Dedi. Bende başımı salladım. Aramızdaki bir adımlık mesafeyi de ben kapattım. Başımı kaldırıp acı kahve gözlerinin en derinine baktım. İşaret parmağımla Gazel'in göğsüne iki kere vurdum.

"Gün gelir, bana merhamet göster, dersin. Gün gelir, bana acı diye yalvarırsın. Canın öyle bir yanar ki ayaklarıma kapanırsın dur, yapma, diye." Dedim her kelimenin üstüne basa basa. Yapardım. Dediğim her şeyi yapardım. Acımazdım, merhamet göstermezdim. Hele ki kardeşimin katiline asla. Gazel'in kaşları havaya kalktı. Dudağının bir köşesi yukarı doğru kıvrılırken başını aşağı yukarı salladı. Lakin bunları yaparken acı kahvelerini elalarımdan bir türlü çekmemişti.

"Tamam." Dedi sesindeki netliği gizlemeyerek. "Bana istediğini yap. Acıma, merhamet gösterme." Yüzünü yüzüme doğru yaklaştırdı. Sıcak nefesi yüzümü okşayacak kadar yakınıma geldiğinde kalbimde bir sızı hissettim. "Ama bunları yaparken yanımdan ayrılma." Dedi etkileyici bir sesle. Yutkunamadım. Nefes alamadım. Bir cümle insanın kalbini hızlandırır mıydı? Benim hızlandırmıştı. Ama neden? Neden kalbim hızlanmıştı?

Şaşkındım. Böyle bir cümle beklemiyordum. Hele ki Gazel'den hiç beklemiyordum. Göğüs kafesimin içindeki kalbim dört nala koşuyordu. Karnımın içinde nedenini bilmediğim bir ağrı vardı. İçimde ise tarif edilemez bir his. Bu hissettiklerim de neyin nesiydi? Nefes almak için kendimi zorladım. Zorla da olsa yutkunmayı başardım. Saçmalama Mila. Kendine gel. Kendini topla, sert halin geri dön.

"Ya yanından ayrılırsam?" Dedim saniyeler sonra konuşmaya karar vererek. Yüzlerimiz arasında bir karışlık bir mesafe varken ve sıcak nefesi yüzüme gelirken konuşmak zordu ama yine de konuşabilmiştim. Gazel sorumun karşılığında güldü. Serseri bir gülüştü.

"Sıkıntı yok," Dedi ve geri çekildi. Bu ani çekilmeyle ve cevapla beraber sendelesem de bunu çaktırmadım. Kalbimde bir sızı oluşmaya başlarken Gazel'in diğer cevabıyla beraber tekrar dört nala koşmaya devam etti. "Ben senin yanından ayrılmam." Dedi. Sesindeki ton dediğinin doğru olduğunu netleştiriyordu. Gerçekten yanımdan ayrılmayacakmış gibi söylemişti tüm kelimelerini. Bir yanım ona ayrıl, diğer yanım ise ayrılma, demek istedi. Bu iki düşünce arasında kaldım. Ne diyeceğimi bilemedim, öylece Gazel'in acı kahvelerine baktım. O da bana uydu. O da benim elalarıma baktı. Bakıştık bir süre. Belki beş dakika, belki beş saniye, belki de beş salise.

"Hint dizilerine döndük amına koyayım!" Diyen İzel'in sesi aramıza girmeseydi belki de bir süre daha bakışmaya devam edecektik. İzel'in kurduğu cümle ile yüzümü buruşturmam bir olmuştu. Bu küfür etmeden konuşamıyor muydu? Bir şamar sesi geldi.

"Ne araya giriyorsun lan?!" Dedi Mahsun adeta bağırarak. Gözlerimi Gazel'in acı kahvelerinden ayırıp arkasında kalan İzel ve Mahsun'a baktım. İzel kafasını ovuşturarak Mahsun'a ters bakışlar atıyordu.

"Ne vuruyorsun oğlum? Ne dedik sanki?" Dedi İzel boştaki eliyle Mahsun'u göğsünden iterken.

"Her yere cacık olma sende," Dedi Mahsun geriye doğru bir adım giderek. İzel yüzünü buruşturdu.

"Sana ne lan! Neye karışıp karışmayacağımı sana mı soracağım?" Mahsun kafasını evet, dermiş gibi salladı.

"Mal mal konuşacaksan bana sor andaval!"

"Susun be!" Diyerek araya girdi Enra. Ona bakışlarım döndüğünde bu ortamdan bezmiş gibi baktığını gördüm. "Ne çene varmış sizde ya! Lütfen, hayvanlar gibi koklaşarak anlaşmayı deneyin konuşmak sizde işe yaramıyor." Dedi yarım ağız gülerek.

"Sen bize dolaylı yoldan hayvan mı dedin?" Diye sordu İzel. Enra güldü. Koluyla beni dürtükleyip, başıyla İzel'i gösterdi.

"En azından bazı konulara aklı yetiyor!" Dedi gülmeye devam ederek. Onun bu haline tebessüm ettim. Laf sokma konusunda hala iyiydi. Onun bu hallerini seviyordum. Omuz silktim. Elimi boş ver, dermiş gibi sallayıp, dudaklarımı büzdüm.

"Ne yapalım o kadarıyla idare ederiz biz de," Dedim sesimdeki alayı gizlemeyerek. Enra omzuyla omzuma vurup, gülmeye devam etti.

"Oğlum bunlar bildiğin bana mal diyorlar lan!" Diye yükseldi İzel. Enra kahkaha atmaya başladı. Benim de dudağımın bir kenarı yukarı doğru kıvrıldı. İzel ise şaşırmakla meşguldü. "Oğlum ben mal mıyım?" Dedi şaşkın şaşkın Mahsun'a bakarak. Mahsun kendini gülmemek için sıksa da pek başarılı olamıyordu.

"Sanki biraz öylesin kardeşim." Dedi Mahsun sonunda kendini sıkmayı bırakıp gülmeye başlayarak. İzel'in yüzü daha da bozuldu. Sanırım arkadaşının bu cevabı vermesini beklemiyordu. İzel son umut Gazel'e baktığında yalvararak ona bakıyordu adeta.

"Gazel ben mal mıyım ya?" Dedi dert yanarak. Gazel boş boş İzel'e baktı. Sanırım bu soruyu gerçekten sorup sormadığını anlamaya çalışıyordu. Saniyeler sonra İzel'in gerçekten, ciddi ciddi bu soruyu sorduğunu anladığında derin bir nefes alıp verdi. Başını kaldırıp arkadaşına baktı.

"Boş yapıyorsun." Dedi sadece. Bu söz de İzel'e yetmiş gibiydi. Yüzü bozuldukça bozuldu. Birkaç saniye boş boş göz kırpıştırdıktan sonra eski egosuna geri dönerek kendini toparlardı.

"Ben bir kere çok karizmatik bir malım." Dedi mal oluşuyla övünerek. "Öncelikle karizmatik bir mal olmak emek ister. Ben emeğimle buralara kadar geldim. Bunu siz anlayamazsınız." Dedi sırıtarak. Gözlerimi devirdim. Enra galiba haklıydı, İzel egolunun tekiydi. Bir insan mal oluşuyla övünür müydü? İzel Korel onunla bile övünebilen bir egoluydu.

"Neyse," Diyerek araya girdim. Bu kadar boş konuşma yeterdi asıl konumuza gelmemizin zamanı gelmişti. Başımı dikleştirip odanın içindeki herkese sırayla baktım. Hepsi gözlerini bana dikmiş konuşmamı bekliyorlardı. "Artık hangi yoldan gideceğimizi konuşsak iyi olur. Daha fazla boşa zaman harcamak istemiyorum." Dedim net bir tavırla. Etrafa bakıp oturabileceğim bir yer aradım. Oturup her şeyi detaylıca konuşmamız gerekiyordu. Sağımızda olan koltukları görünce dudaklarımı birbirine bastırdım.

Uzun bordo renginde bir koltuk önünde benim masam gibi bir masa ve masanın iki yanlarında da siyah deri iki kişilik koltuklar vardı. Bu yer konuşabilmek için gayet iyi bir yerdi. Derin bir nefes aldım. Yanımdaki Enra'nın sıcak elini tutum ve onu kendimle beraber yürütmeye başladım. Enra beni ikiletmeden yürümeye başladığında o da benim baktığım yere bakıyordu. Enra ile ikimiz uzun bordo koltuğa oturduk. Oturduğumuz yerde bacağımızı diğer bacağımızın üstüne atıp, arkamıza yaslandık. Bu sırada geriye kalan üç adam bizi izlemekle meşguldü. Yavaş bir biçimde onlara döndüm. Bana bakan üç ayrı göz rengine kaşlarımı kaldırdım.

"E hadi," Başımla diğer koltukları gösterdim. "Oturun da daha detaylı konuşalım." Gülümsedim. Sahte bir gülümsemeydi. "Ha ayakta konuşmak istiyorsanız ona bir şey diyemem." Dedim alayla. Üçü de bana öylece baktılar. Evet, bildiğiniz boş boş baktılar. Üçü de bana boş boş bakmaya devam ederken yanımdaki Enra kıkırdamaya başladı.

"Sanırım senin ani ruh değişimlerine alışmaları biraz uzun sürecek." Dedi gülmeye devam eden Enra. Ona yandan bir bakış attım. Sanırım, der gibi başımı salladım, galiba gerçekten de öyle olacaktı.

İlk kendine gelen Gazel oldu. Başını iki yana sallayıp, derin bir nefes aldı ve arkasında olan arkadaşlarının kollarından tutarak kendiyle beraber yürütmeye başladı. İzel boş boş göz kırpıştırmaya devam ederken, Mahsun kaşları çattık bir şekilde bana bakıyordu. Gazel ise... Onun bakışlarını anlayamıyordum. Garip bir ifade vardı gözlerinde, anlamadığım, çözemediğim bir ifadeydi. Umursamamaya çalıştım. Ona ve gözlerine bakmamaya çalıştım. Ama bu ne kadar mümkündü emin değildim. Gazel Sakman Umuralp bir ortamda olacak ve benim gözlerim ona bakmayacaktı öyle mi, bu imkansıza yakın bir şeydi. Ne kadar inkar edersem edeyim ki bir şeyin farkındaydım. O da benim Gazel Sakman Umuralp'e adeta bir mıknatıs gibi çekildiğimdi.

Gözlerimi zor da olsa Gazel'in üzerinden çektim. Önümdeki masaya bakmaya başladım. Sağdaki ikili koltuklara İzel ve Mahsun oturdu. Soldaki koltuğa ise Gazel tek başına oturup, yönünü bana döndü. Dirseklerini dizlerine yaslayıp hafifçe öne doğru eğildi. Acı kahvelerinin odağında olduğumu bilsem de ona bakmamaya çalıştım. Ona bakmak istemiyordum. Ona çekilmek istemiyordum. O katildi. O benim kardeşimin katiliydi. Kendime gelmeliydim. Saçma sapan duygulara girmemeliydim. Odaklanmalıyım. Derin bir nefes aldım. Boğazımı temizleyip, yüzüme sert bir ifade yerleştirdim ve bende yönümü Gazel'e döndüm. Acı kahvelerin, elalarımla buluşmasına izin verdim. Baktım. Acı kahvelerindeki keskinliğe ve yüzündeki sertliğe baktım. Baktım ve sanki kendimi gördüm. Gözlerindeki ve yüzündeki sert ifade benimkiyle aynıydı. Ciddiydi. Benim gibi. Sertti. Benim gibi. Ve nedenini anlamasam da sinirliydi. Benim gibi.

Sebebi neydi bu ciddiyetin? Sebebi neydi bu sertliğin? Sebebi neydi bu sinirin? Neden ona baktıkça kendimi görüyordum? Şu an neden onu kendime benzetiyordum? Onunla ilgili aklımda binlerce soru vardı ama hiçbirinin cevabı yoktu. Cevap verecek kişi vardı ama soru sormak isteyen, cevap verecek kişiye oldukça sinirliydi. Yani kısacası sorularım bende kalacaktı. Cevapsız sorularım bende saklı kalacaktı. Acı kahvelerin etkisinden bir şekilde kurtuldum ve gerçek dünyaya döndüm. Boğazımı bir kez daha temizledim ve terleyen avuç içlerimi dizlerime sildim. Artık konuya girmeliydim. Saçma sapan konulara kafa yoracağıma intikam planımı yapmalıydım.

"Sen o gece yaralıydın," diyerek söze başladım. Sesimle beraber ortamdaki sessizlik sona ermişti. "Hem de ağır yaralıydın. Değil bir insanı öldürmek adım atamayacak halde olman lazım ama buna rağmen kardeşimi ölmesini isteyen kişi senin yapmanı istedi." Kaşlarımı çattım. Saçımı kulağımın arkasına sıkıştırdım. "Ya senin yaralı olduğunu bilmiyordu ya da," Diyerek sözüme devam edeceğim sırada Gazel sözümü böldü.

"Ya da kardeşini benim öldürmemi istedi." Diyerek sözümü tamamladı. Gazel'in acı kahvelerinden gözlerimi çekmeden başımı aşağı yukarı salladım. İki ihtimal vardı. Hangisinin doğru olduğu ise gözle görülür bir gerçekti. Umut'un ölmesini isteyen kişi bizzat Gazel'in öldürmesini istemişti.

"Senin yapmanı istemiş," diye mırıldandım. Ama neden? Neden yaralı birinin yapmasını istemişti ki? Bunun bir sebebi olmalıydı, ama neydi? Kaşlarım çattık bir şekilde Enra'ya döndüm. Enra zaten en başından beri bana baktığı için ona seslenmekle uğraşmadım. Enra'nın mavi gözleriyle bakıştığımda o bana ne oldu, der gibi kafasını salladı. Cevap vermek yerine kaşlarımla çantasını gösterdim. Enra ne demek istediğimi saniyesinde anlayıp çantasını açtı ve içinden siyah deri defteri ve siyah pilot kalemi çıkarıp bana uzattı. Elindekileri hızla aldım, pilot kalemin kapağını ve siyah deri defterin sayfasını açıp yazmaya başladım.

Umut'un ölmesini isteyen kişi neden yaralı birinin öldüresini istedi, yazdım. Not almalıydım. Her şeyi aklımda tutmaya çalışsam da çoğu bilgiyi ya da kendime sormam gereken soruları unutabiliyordum. O yüzden not almalıydım. Defterin içine kalemi bırakıp kucağıma bıraktım ve tekrar yönümü Gazel'e döndüm. Elalarımı tekrardan acı kahvelerle buluşturdum.

"Umut'u öldürmeni sana kim söyledi?" Dedim ama sesimin sert çıkmasına engel olamadım. Ama Gazel buna aldırmadı. Bir süre gözlerime baktıktan sonra doğruldu. Derin bir nefes verip, soruma cevap verdi.

"Özgür Kırhanlı ve yanında birkaç adam," diye mırıldandı. Kaşarımı çattım. Özgür Kırhanlı mı? Daha iki gün önce benim konuştuğum Özgür Kırhanlı mı? Özgür'ün yanındaki adamlar bana bahsettiği adamlar mıydı? Kafam allak bullak olmuştu. Her şey birbirine girişti. Kör düğüm olmuştu.

"Özgür mü?" Dedi yanımdaki Enra'da şaşkın şaşkın. Gazel bu sorunun üzerine başını salladı. Enra daha da şaşırdı. Gözlerini kocaman açmış aval aval bakakalmıştı.

"Nasıl ya? Bu adam hani sadece mesaj atan kişiydi?" Diye soran Enra kaşları çattık bir şekilde bana döndü. "Öyle değil miydi Mila?" Dedi şaşkın bir sesle. Boş boş göz kırpıştırdım bir süre.

"Öyleydi." Diye mırıldandım. Başımı iki yana salladım ve dişlerimi sıktım. "Ama anlaşılan daha fazlası da varmış." Sinirle minik bir çığlık attım ama bu sinirimi yatıştırmaya yetmedi. "Bana bundan bahsetmemişti! Bana böyle anlatmamıştı!" Sinirle ayağa kalkıp, önümdeki masaya bir tekme attım. "Aldatmış beni piç! Bana böyle anlatmamıştı amına koyduğumun çocuğu! Keşke o bıçağı götüne soksaydım, o zaman ne kadar ciddi olduğumu anlardı! Kim bilir daha neler anlatmadı!?" Sinirle saçlarıma asılmaya başladım. "Ben bir de bunu bıraktım ya! Şimdi nereden bulacağım o piçi?! Kim bilir hangi deliğe girdi?!" Diyerek isyan ettiğimde kimsenin duyup duymaması umuruma olmadı. Acımı değil, kinimi duysunlar, duysunlar ki ne kadar yakıp yıkacağımı bilsinler. Saçlarımı kökünden sökmek istermiş gibi asıldığımda canım acıdı ama sesimi çıkarmadım.

Saçlarımda sıcak bir nefes hissettim. Saçlarımın içine daldırmış olduğum ellerime sıcak eller dolandı, saçlarımı asılmamam için parmak uçlarımı kahverengi saçlarımdan kurtardı. Ellerimi, ellerinin arasına alıp saçlarıma asılama izin vermedi. Ellerimi saçlarımdan kurtardıktan sonra beni kendine döndürdü ve acı kahvelerini elalarımla buluşturdu. Yine. Önüme gelen birkaç saç tutamını kulağımın arkasına sıkıştırdı. Diğer eli koluma dolanırken ben halen sinirle soluyordum. Sıcak nefesi artık saçlarımı değil, yüzümü okşuyordu ve bu nedenini bilmediğim bir şekilde beni daha uysal bir hale getiriyordu.

"Sakin ol," diye fısıldadı. Sıcak nefesi daha fazla yüzümü okşadı. Kollumdaki elinin baş parmağı kolumu okşuyordu, diğer elinin arasında olan elim onun tutuşuyla yine sıcacık olmuştu. Yine. Gözlerimin en derinine baktı, gözleriyle sakin olmamı söyledi defalarca. Baktım acı kahvelerine. Ona bakınca daha fazla sinirlenmeyi bekledim ama olmadı. İçimde bir kıvılcım dahi kopmadı. Aksine su serpildi ateşime, onun bir bakışının beni sinirden deliye döndürmesi gerekiyordu. Değil mi? Öyle olması gerekmiyor muydu? Sinirlenmem gerekmiyor muydu? Evet, evet öyle olması gerekiyordu. O zaman ben şimdi neden sinirlenemiyordum? Neden sinirlenmek yerine sakinleşiyordum?

O senin kardeşinin katili, dedi iç sesim. Evet öyleydi. O katildi. Hem de kardeşimin katiliydi. Umut'umu söndüren, beni kimsesiz bırakan kişiydi o. Sinirlenmeliydim. Ona bakarken sakinleşmemeliydim, sinirlenmeliydim. İçimdeki ateşe su serpilmemeliydi, aksine alevlenmeliydi. Harlandıkça harlanmalıydı. Evet, evet öyle olmalıydı. Kendime gelmeliydim. Aklımı bulandırmamalıydım, hedefimden şaşmalıydım. Ben Mila Malaza'ydım. Kimseye eyvallahı olmayandım. Bir acı kahvelere yenilmemeliydim. Onun bir bakışına tav olmamalıydım. Düşüncelerden sıyrıldım. Gerçek dünyaya geri döndüm. Kaşlarımı çattım daha sert görünmek adına. Derin bir nefes aldım, bakışlarımı sertleştirdim.

"Bırak beni!" Dedim sert bir sesle. Kolumu ve elimi Gazel'in ellerinin arasından kurtardım ve birkaç adım geriledim. Şimdi aramızda yine mesafeler vardı. Yine. Gazel'in acı kahvelerine baktım tekrardan. Gözlerinde gördüğüm şaşkınlık ifadesi bu haleyi beklemediğini açıklıyordu. "Bana bir daha izinsiz dokunma!" Dedim dişlerimin arasından. Sinirliydim. Evet artık sinirliydim. İstediğim gibiydim.

"Sakinleşmelisin," dedi sert çıkan sesimi ve tavırlarımı umursamadan. Alayla güldüm. Benim sakin olmamı mı istiyordu? O zaman gözüme gözükmemeliydi? Ya da gözükmeli ve o sıcacık elleriyle ellerimizi tutmalıydı, dedi iç sesim. Daha da sinirlendim. İç sesime küfürler yağdırmaya başladım. Maalesef haklıydı.

"Ne yapıp yapmayacağımı sana soracak değilim!" Dedim alayla gülmeye devam ederken. Yine sinirlendiğinde dudaklarını kemiriyorsun, demeye başlarsa Allah şahidim olsun ki onu boğazlardım. Yapar mıydım? Belki. İstiyor muydum? Evet.

"Sakin olmadığın sürece hiçbir sonuca varamazsın!" Dedi kısık ama sert sesiyle. Ne o? O da mı sinirleniyordu yoksa? İşime gelirdi. Lakin o düşündüğümün aksine sinirlenmedi. Derin bir nefes alıp, sabır dilendi. Bir eliyle yüzünü ovuşturduktan sonra, acı kahveleri tekrar elalarıma döndü. "Otur şuraya adam akıllı konuşup, anlaşalım." Dedi daha yeni kalktığım yeri işaret ederek. Derin bir nefes aldım bende onun gibi. Dudaklarımı yalayıp, gözlerimi kapattım birkaç saniyelik.

Ne kadar onun haklı çıkması sinirlerimi bozsa da, maalesef haklıydı. Sakin olmazsam hiçbir sonuca varamazdım. Sadece olduğum yerde sayardım o kadar. Birkaç saniye gözlerim kapalı bir biçimde derin nefesler alıp geri verdim. Saniyeler sonra biraz daha sakinleştiğimde gözlerimi açtım. Acı kahvelerin bana baktığını hissedebiliyordum ama umursamıyordum. Yani en azından çabalıyordum. Gazel'e bakmak yerine daha yeni kaktığım koltukta oturmaya devam eden Enra'ya baktım. Bana bakıyordu. Anlayan gözlerle bana bakıyordu.

Gazel'e bir daha bakmadım. Gözlerimi Enra'nın mavilerinden ayırmadan ilerlemeye başladım. Gazel'in omzuna çarpıp geçtim ve Enra'nın yanına dakikalar belki de saniyeler sonra tekrar oturdum. Enra'nın eli sırtımı okşamaya başladığında hiçbir tepki vermeden ona baktım. Onun mavi gözlerinin en derinine bakarak göz kırptım. Bu sıkıntı yok, demekti. Mavi gözleri yüzümü inceledi birkaç saniye ama sonra başını aşağı yukarı sallayıp önüne döndü. Tekrardan derin bir nefes alıp önüme dönmemi sağlayan şey sol tarafımda hissettiğim hareketlikti. Sol tarafa doğru döndüğümde Gazel'in çoktan kendini toparlayıp eski yerine oturduğunu fark ettim. Ona sadece bir saniye baktım, daha fazla değil sadece bir saniye. Sonra ise önüme dönüp daha yeni tekmelediğim masaya bakarak konuşmaya başladım.

"Özgür'ü bulmamız lazım." Diyerek söze başladım. "Onu bulup konuşturmamız lazım. Daha neler biliyor ve saklıyor öğrenmeliyim. O benim kardeşimi öldürmek isteyen kişiyi bulmamda yardımcı olacak ilk adımım. Onu-" diyerek sözüme devam edeceğim sırada bir ses bana engel oldu. O ses ise Gazel' aitti.

"Sormayacak mısın?" Dedi kısık bir mırıltıyla. Kaşlarımı çatarak ona döndüm. Koltukta erkeklere has bir şekilde oturuyordu. Gözlerinde ise merak vardı. Neyden bahsettiğini anlamadım. Bu sebepten kaşlarımı daha da çok çattım.

"Neyi?" Diye sordum. Gözlerindeki merak gittikçe artarken neyden bahsettiği hakkında hiçbir fikrim yoktu. Dudaklarını ıslattı, acı kahveleriyle gözlerimin en derinine baktı. Yine.

"Neden kardeşini öldürmek zorunda olduğumu?" Dedi aynı kısık sesle. En başından beri bunu sormak istiyordu değil mi? Nefes alışverişlerim duraksadı. Ona nasıl bakıyordum, bilmiyordum ama bakışlarımda bir şey görmüş olmalıydı ki başını önüne eğdi. Gazel ilk defa gözlerini gözlerimden kaçırdı. Kısık sesi sanki daha da kısıldı ve sorusunu tekrar etti. "Neden öldürdüğümü sormayacak mısın?" Dedi.

Yutkundum. Gözlerimin dolmasına engel olamadım. Öldürmüştü. Gazel benim kardeşimi öldürmüştü. Her defasında acıtacak mıydı bu cümle? Her defasında kalbim küle dönecek miydi? Sanırım her defasında canım acıtacaktı. Sanırım kalbim her defasında küle dönecekti. Elimden bir şey gelir miydi? Gelmezdi. Acı geçmezdi. Kalbimin yanması bitmezdi. Gerçek dünyaya dönebilmek adına bir kez daha yutkundum. Gözlerimden ateş fışkırdığına yemin edebilirdim ama kanıtlayamazdım. Bu soruyu bana sorduğu için Gazel'den nefret ettim. Canımı bir kez daha yaktığı için ondan binlerce kez daha nefret ettim.

"Hayır!" Dedim dişlerimin arasından konuşarak. Başımı iki yana sallayıp, "Sormayacağım." Dedim daha net bir şekilde. Acı kahveleri gözlerime baktı. Sorgulayıcı bir ifadesi vardı. Neden sormayacağımı sorguluyordu muhtemelen?

"Neden?" Diye sordu beni şaşırtmayarak. Baktım. Acı kahvelerine donuk bir ifadeyle baktım. Soruyor muydu bir de? Gerçekten yapıyor muydu bunu?

"Çünkü ilgilenmiyorum." Dedim sert bir tavırla. "Senin zorunda kaldıklarınla ya da sebeplerinle ilgilenmiyorum." Başımı aşağı yukarı salladım. Dudaklarımı dişlememek için kendimi zor tutum. "Umurumda değil kısacası. Ben sana dün sen öldürdün mü, diye sordum. Sende öldürdüm, dedin." Dudaklarımı birbirine bastırdım. "Bana bu kadar açıklama yeter ve artar. Daha fazlasıyla ilgilenmiyorum. Ve ayrıca sana güvenmiyorum. Güvenmediğim birinin sözlerine inanacak kadar aptal bir kadın değilim." Dedim cümleleri art arda söyleyerek.

Bu sözlerimden sonra Gazel'in gözlerinden anlamadığım bir ifade geçti. Acı kahveleri daha önce hiç görmediğim bir hale büründü. Dudaklarını ıslattı, başını aşağı yukarı salladı kabullenmiş gibi. Gözleri tekrardan gözlerimle buluştuğunda o anlamadığım ifade yüzünden yok oluvermişti. "Peki," dedi net bir sesle. "Güvenme, dileme," dedi tane tane. Oturduğu yerde doğruldu ve dirseklerini dizlerine yaslayıp öne eğildi. Gözlerini gözlerime kenetleyip cümlesine devam etti. "Ama yanında olduğumu bil Mila. Arkada ya da önünde değilim tam yanındayım. Sen ne kadar ben dinlemek istemezsen de kardeşini isteyerek öldürmedim. Zorunda bırakıldım. Ama bu bir bahane olmaz biliyorum, sen istemediğin sürece açıklama yapmayacağım ama bir şeyi aklından çıkarma," acı kahvelerinden bir pırıltı geçti. Ben ise onu donuk bir şekilde izlemeye devam ettim. "Yanındayım. Ne olursa olsun senin yolunda, senin yanındayım." Kalbim tekledi.

Nefes alışverişlerim duraksadı ama bu sefer acıdan değildi, heyecandandı. Aptal bir heyecandı bu. Gereksiz, olmaması gereken bir heyecanlanmaydı. Olmamalıydı ama olmuştu. Bu cümleler beni heyecanlandırmamalıydı ama heyecanlanmıştım. Kalbim göğüs kafesimin içinde kuş gibi çırpınmaya başlamıştı. Avuç içlerim terlemeye, yüzümdeki sert ifade hafiften çatlak vermeye başlamıştı. Bu tepkimeler de neyin nesiydi? Neden heyecanlanıyordum? Neden terliyordum? Neden sert ifademden ödün veriyordum? Kendime gelmeliydim. Evet, evet hemen kendime gelmeliydim.

Gözlerini kaçıran bu sefer ben oldum. Yutkundum ama bu kalbimin yavaşlamasına çare olmadı. Boğazımı temizleyip, terleyen avuç içlerimi koltuğa sürttüm. Birkaç saniye kalbimin yavaşlamasını bekledim ama bu da olmadı. Daha fazla sessiz kalıp yanlış anlaşılma olmaması için bir cevap vermem gerekiyordu. Boğazımı temizledim. Bir saniye kadar bir süre Gazel'in acı kahvelerine bakıp geri önüme döndüm. Ağzımın içinden, "İşime gelir." Dedim umursamazca.

"Şimdi tam olarak ne yapıyoruz? Ben hiçbir şey anlamadım." Diyerek konuşmaya başladı Enra. Enra yardımıma koştuğun için teşekkür ederim. Çünkü ben cümleye nasıl başlayacağımı bilmiyordum, maalesef aptal kalbimle uğraşmak gibi dertlerim vardı. Durmuyordu. Yavaşlamıyordu. Derdi neydi bu kalbin?

"Özgür yavşağını bulacağız Kızıl, bunun nesini anlamadın?" Dedi İzel ters ters Enra'ya bakarak. Enra ofladı ve o da aynı ters bakışlar ile İzel'e bakmaya başladı.

"Sana mı sordum?" Dedi Enra gıcık bir tavırla. Ama bu İzel'in umurunda bile olmadı, gevşek gevşek gülümsedi.

"Kime sordun?" Dedi İzel oturduğu yere daha da yayılarak. Enra ona ters ters bakmayı bırakıp ofladı.

"Beni şununla muhatap etmeyin!" Dedi isyan eder gibi. "Ben bununla konuşunca devreler tavan yapıyor." İzel güdü bu sözlere karşılık olarak.

"Sen benimle konuşmadan yapamazsın Kızılcığım," dedi İzel sırıtarak. Bu lafın üzerine ise Enra göz devirip, İzel'e bakmamaya çalıştı. Tamam bu kadar konuşma yeterdi.

"Siz," diyerek söze girdim. Bakışlarım İzel, Mahsun ve Gazel'e sırayla döndü durdu. "Siz Özgür'ün nerelerde takıldığını az çok biliyor olmalısınız?" Dedim kaşlarım çatık bir şekilde. En sonda bakışlarım Gazel'de durdu. Bir şeyler düşünüyor gibiydi.

"Biliyoruz da o yavşağın takıldığı bin tane yer var." Dedi Mahsun düşünceli bir sesle. Bakışlarım ona döndü.

"Yaralı," dedim pat diye. Tüm bakışlar bana döndü.

"Ne?" Dedi Enra,

"Nasıl?" Diye sordu İzel,

"Kim yaptı?" Dedi Mahsun aval aval. Hepsinin sorusuna cevap vermek yerine sadece Mahsun'un sorusuna cevap verdim.

"Ben yaptım." Dedim normal bir şey söylermiş gibi. "Niye şaşırıyorsunuz ki? Daha yeni o bıçağı onun götüne sokacaktım, derken şaşırmadınız şimdi mi şaşırıyorsunuz?" Dedim mantıklı bir soru sorarak. Mahsun, Enra ve İzel bana aval aval baktılar.

"Lan sen şaka yapmıyor muydun?" Dedi hepsinin yerine İzel konuşarak. Diğerleri de bu soruyu onaylayan mırıltılar çıkarmıştı. İzel'in sorusuna karşılık başımı iki yana salladım.

"Yo şaka filan yapmıyordum." Dedim sadece. Diğerleri bana şaşkın şaşkın bakmaya devam ederken aramıza başka bir ses girdi. Bu ses ise Gazel'e aitti.

"Yaralıysa gidebileceği çok mekan yok," dedi düşünceli bir sesle. Bakışlarım diğerlerinde Gazel'e döndü. Onu dikkatle dinlemeye başladım çünkü bildiği bir şeyler var gibiydi. "Çoğu mekanda düşmanları olduğu için oralara yaralı bir biçimde gitmeye korkar pezevenk. Gidecekse evinin yakınındaki mekanlara gider büyük ihtimalle," dedi kısık bir ses tonuyla. Başımı aşağı yukarı salladım.

"Siz biliyor musunuz evinin yakınındaki mekanları?" Diye sordum. Acı kahveler boş yere bakmayı bırakıp elalarıma baktı. Bir süre yüzüme baktıktan sonra başını sallayıp, "İzel ve Mahsun bilmez ama ben biliyorum. Birkaç kere tek başıma gitmişliğim var." Dedi. Tekrar başımı salladım.

"Tamam o zaman oraya gidip arayalım bakalım." Dedim kararlı bir sesle. Enra'nın kolundan tutup kendimle beraber onu da ayağa kaldırdım. Bizim kalkmamızla beraber diğerleri de ayaklanmıştı.

"Hep beraber mi gideceğiz?" Diye sordu Mahsun. Ona bakıp başımı aşağı yukarı salladım.

"Özgür'ün kaçma gibi bir ihtimali var. Yaralı da olsa kaçabilir ve bu benim isteyeceğim son şey, o yüzden hep beraber gideceğiz. O zaman kaçsa bile kolayca yakalanır." Dedim. Mahsun tamam, der gibi başını salladı.

"Yalnız o piç boş gezmez, biz de yanımıza bir şeyler alalım mı?" Diye sordu İzel mantıklı bir yere parmak basarak. Alayla güldüm. Enra'nın kolundaki çantayı alıp, açtım.

"Benim boş gezdiğimi de kim söyledi?" Derken çantadan ruhsatlı silahımı çıkarmıştım bile. Metal silahı ellerimin arasında tutarken zerre korku hissetmiyordum. Ama benim aksime elimdeki silahtan birileri ürkmüş gibiydi.

"O ne lan?!" Dedi İzel şaşkın şaşkın elimdeki metal silaha bakarak. İzel'in şaşkın nidasını görmezlikten gelip herkese sırayla bakıp gülümsedim. Sahte bir gülümsemeydi.

"Gördüğünüz gibi bende boş değilim. Kendimi ve Enra'yı koruyabilirim ama siz üçünüz kendi başınızın çaresine kendiniz bakacaksınız," dedim yapmacık bir şekilde. "Maalesef." diyerek de cümlemi tamamladım. Yanımdaki Enra'nın elini tutup kendimle beraber yürütemeye başladım. Arkamı dönmeden tekrar konuşmaya başladığımda boşta kalan elimle silahı belime yerleştiriyordum. "Sizi dışarıda bekliyoruz. Bu sefer şaşkınlığı üzerinizden çabuk atsanız iyi edersiniz. Bugün daha çok işimiz var." Dedim kararlı adımlarla yürümeye ve arkadaşımı yürütmeye devam ederken.

Bugün gerçekten de çok işimiz vardı. Özgür şerefsizini bulup konuşturmak ve yanındaki adamların kimin köpeği olduğunu öğrenmek gibi işlerimiz vardı. Özgür Kırhanlı seni bir kez bulmuştum ve onda şans eseri elimden kurtulmuştun. Peki... Şimdi seni benim elimden kim kurtaracaktı? Evet bugünkü görevimiz seni bulmak. Özgür Kırhanlı bekle beni ecelin olmaya geliyorum. Sonun, yok oluşun olmaya geliyorum. Ve bu kez sana karşı hiç acımam olmayacak. Sana bir şey söyleyeyim mi? Asıl Mila Malaza'yla daha karşılaşmadın. Bana yalan söylemeyecektin Özgür. Eğer ki bana yalan söylemeseydin sana biraz bile olsa acıyabilirdim. Ama sen hatanı yaptın, bana yalan söyledin. Ve senin bu hatan sonun olacak.

***

 

 

Ve bölüm sonu!!!

 

Ay bölümü yazarken bin tane hale girdim.

 

Umarım bölümden zevk almışsınızdır ballar.

 

Diğer bölümde görüşmek dileğiyle efendim. Kendinize iyi bakın.

 

Bölüm : 10.01.2025 09:40 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...