- eski çağların birinde burası halen daha yerleşim olan bir yermiş. insanları tarımla uğraşır, balıkçılık yaparlarmış. Ailenin biri de öyle. kumsala yakınmış evleri. Evin erkeği balıkçılıklanuğraşırnöyle sağlarmış geçimini. Kadında evdeki bir kaç hayvana bakar, evin arkasındski ormandan odun toplarmış keçileriyle. Mutlu mesut yaşıyorlarmış birlikte lakin görünen yüzüymüş bu aile tablosunun. Adam eşini yeterli bulmamış bir süre sonra. Köyden başka bir kadınla gçtüşmeye başlamış. Hatta öyle ki balığa bile onunla çıkar olmuş. Evdeki kadın pek şüphelenmemiş bu durumdan taki bir gün kocası balığa çıkana kadar. Havanın yağışlı ve sert olacağı bellymiş sabahtan. Gitme desede dinletememiş kendini. Adam gitmiş lakin o da biriliyormui havanın kötü olacağını, suya girmemiş. Sevgilisiyle kuytu köşede buluşmuş bu sefer. Çok geçmemiş bir fırtına kopmuş. Dalgalsr derya deniz taşmış. Kadın geri dönmeye kocasını merak etmiş , gitmiş denizşn kıysına. Ayakta zor duruyormuş lakin uzakta salınan sandalı fark etmiş. Kocasının sandalını. Sandal ters dönmüş dalgalarla atılıyormuş. Kadın bir an düşünmemiş atlamış suya. Bir kaç adım gittiğinde birden derinleşmiş su. Dalgalar almış götürmüş kadını. Adam eve geldiğinde ışıkları yanarken bulmuş, mutfağa ilerlemiş ocakta altı yanan sıcacık yemek bulmuş, birde keçi. ocağın önünde bekliyor pişen yemeğe bakıyormuş. Adam yaklaşıp tencerenin kapağını açmış, et varmış içinde. Keçi eti. Koşarak çıkmış evden. Kumsala yaklaştığında karısını görmüş yanında keçiyle üstüne koşarken. Sevglisşnin şalı üstündeymiş karısının. Korkudan bir dahaboraya yaklaşmamış adam lakin her gece ne zaman camdan baksa karısıyla keçisi onu izler olurmuş. Evinin bahçesinde bir taş belirmiş, mezar taşı. Üstünde karısının adı yazan. Rivayete göre hala buralarda bir yerde o taş. Her an ayağınız takılabilir.......
(Yönetmen olup bunu çekmezsem ne olayım)1
Herkes etrafına bakmaya başladıgında sessizliği bozan cemreyle irkildim
- ya abi ! Ne diye korkutuyorsun şimdi bizi anlamıyorum ya!
- iyi hoş uyduruyorsun da ilk günün gecesi yapılır mı canım taner abim.
- oradaki keçi sensin demi abi?
- ne boş muhabbetiniz var ya, boş verin onu bunu şarkı söyleyelim.
- Akdeniz akşamları mı söyleyelim emre?
Emre çalmaya başladığı an herkes susmuştu.
Tanıdıktı şarkı, nakarat kısmı girdiğinde yavaşladı. Alçak bir tonda girdi şarkıya. Sesi çok az duyuluyordu.
Senden benden bahsetmem lazım kim varsa
Şarkıya nakaratından önce girmiştim, emrede sesini yükselterek eşlik etmişti. Sesi güzeldi. Demek müzikle ilgilenmek genlerimde olan bir şeydi.
Bir kaç saatimizi öyle geçirdik, çok sohbetlere dahil olmasam da eğlendiğimi söyleyebilirim. Diğerleri oturmaya devam ederken önden kalktım. Ömer'e mesaj arasamda tek tik olduğundan yapacak hiçbir şeyim yoktu. Odaya da çıkmak istemiyordum. Nur ve Cemre sürekli laf ediyordu birde orada onlarla kalacaktım.
Nerede yatacaklarını söylemediklerinden ranzanın alt tarafına yattım. Klimayı da ayarladığımda rahatça kapadım gözlerimi.
Uykum maalesef sandıgım kadar rahat ettirmedi, gece üç sularında donarak kalktım. Oda o kadar soğuktu ki zatürre olacaktım. Yerimden doğrulup ışığı açtım klimanın kumandasını arıyordum, lakin görünürde yoktu. Ayrıca iki diğer yatak da boştu. Nerede yatmıştı bunlar?
Yavaş adımlarla çıktım odadan. Yahyanın odasını bulup yardım isteyecektim.merdiven tarafındaki odalara ilerledim. Yaklaştığında önümde beliren silüetle bastım çığlığı.
- şşşş! Sussana kızım uyanacak diğerleri!
Bora, eliyle ağzımı kapatmış olayı kavramı onu tanımamı bekliyordu. Bir an öleceğimi sanmıştım, Taner sağolsun hikayesinin etkisi de vardı tabi.
- bora, klimanın kumandasını bulamadım.
Onayladım onu. Tekrar odama döndük beraber. Bazanın üstüne çıkarak düğmesinden kapattı klimayı.
Odasının ne sorunu vardı da soguk odada kalacaktı?
- kızlar bizim odayı aldılar Yahya abimlerin odada yerde yatıyorum. Arasta günerlerin orda ranza da yatıyor. Rahatsız olmazsan burada yatayım.
-Yok yok neden rahatsız olayım. Kızlar neden burada yatmadı ki?
- bizim odada iki baza var. Ranzada yatamıyorlarmış.
Birşey demedim. Yatagıma geçerek ince pikenin altına girdim. Klimayı ne kadar kapatsakta buz gibiydi oda, dışarısı daha bile sıcaktı.
- İrem, beraber yatmak ister misin? Üşümezsin hem, hm?
Cazip bir teklifti o yüzden kabul ettim. O kendi pikesini de alip geldi. Toplam dört pikemiz vardı herbirini üst üste örttük artık ısınabilirdik!
Rahatca uyumak icin biraz daha sokuldum ona, o da kollarıyla sardı beni.
Gözüme. Vuran ışıkla sıcacık yerime geri sokuldum, gün doğuyordu.
Hemen ayıldım ve kendimi yataktan attım. Borayı da durtmeyi ihmal etmiyordum.
- bora, bora! Kalk hadi gidiyoruz
Uyku mahmurluguyla yerinde dönerken hmm'ladi bana.
Bana deliymisim gibi baksa da kalktı yerinden
- yuzecegiz. En güzel bu vakitlerde yüzülürr. Değerlendirmemiz lazım.
Mayolarimi alıp banyoya girdim, ben çıkana kadar oda giymişti. Iki havlu ve çantama attigim atıştırmalıklardan da aldığımda hazırdık!
- yoo beş dakika yürüyeceğiz aşağı sadece.
- iyi o halde hadii acele edelim.
- dur bı ceket al üstüne sabah ayazı çarpar.
-millet bilmem kaçıncı rüyasını görüyor biz soğukta yüzmeye gidiyoruz
- sabah su sıcak olur bir kere!
Bora ne kadar söylense de o da memnundu bu durumdan, gülüyordu bir kere.
Gerçekten beş dakikanın sonunda geldiğimizde, suyun berrakligina ve güzelliğine tekrar tekrar aşık oldum.
Maldivler de gibi hissediyordum. Eşyaları kıyıya koyup direkt koştum sıcak suya. Işte bu mükemmel bir histi. Bora bir kaç dakikanın sonunda gelebildi yanıma. Elinde telefonum vardı, dışında ise şu geçirmez kılıf. Ipinde boynuma asarken konuştu
- fotoğraf çekmek isteyeceğini düşündüm.
Isterdim, hemde çok isterdim. Özellikle boranın bir fotoğrafını çekmeyi, yakışıklıydı essek. Manzarada güzeldi, yani daha ne isteyebilirdim ki?
Borayla bir buçuk saat kadar yüzdük, güneş iyice yükseldiğinde ise evin yolunu tuttuk tekrardan.
Bora saatin henüz sekiz bucuk olmasına aldırmadan diğerlerini bağıra çağıra kaldırdı , hatta öyle bir kaldırdı ki yavuzdan az daha dayak yiyordu.
- ben kahvaltı hazırlamam. Bu konuda anlaşalım.
-o niyeymis Taner im yerken yiyorsun ama?
- ah Boracım! Ben kahvaltıyı hazirlayamam. Benim alerjim var!
- ayynenn öyle. Hazirlarsam rahat rahat yapamam o kahvaltıyı. AC KALIRIM ANLASANA!?
Boranjn tisortunden kavrayıp onu da kendine beraberinde sarsmaya başlayınca gülmeden duramadım.
- BIRAK LAN YAKAMI! Hazirlamazsan bulaşıgını yıkarsın paşam. Geç otur şimdi. İrem gel yavrum, bugün benimle takılıyorsun. Çok heyecanlısın değil mi?
Beni mutfağa çekmesine direnmeyerek sürüklendim peşinden.
Kahvaltı hazırlayacaktık ya beraber, unutun siz onu. Bora daha su koymayı bile bilmiyordu.
- lan gerizekalı nereye götürüyorsun kızı. Dışarı gideriz kahvaltıya.
Ah birde su vardı, dışarıda kahvaltı yapmaktan hoşlanmazdım hatta nefret ederdim. Serpme kahvaltılar çok - tiksinçti benim için.
- olur mu öyle şey yaparız hemen borayla biz!
- güzelim sana güveniyorum lakin bu hergele daha mutfaktan kendi girip bir bardak su doldurup içmemiştir. Sen yorulacaksın.
- gel yardım et o zaman yavuzcum. Hatta bir kişi daha bul yanımıza dört kişi yaparız.
Yavuzlar konuşurken buzdolabına ilerledim neler yapabilirim bilmiyordum açıkça. Öyle atıp tuttuğuma bakmayın.
Dolap doluydu, buzlukta öyle, gözüme çarpan iki paket milföyü çıkardım oradan. Boraya vererek açıp ayırmasını söyledim. Alt taraftaki dolapların birinde ise patates çarptı gözüme. Onları da yıkayıp Yavuz ve Tanere verdim. Sıra kendi işimdeydi. Kuymak, menemen ve sigara böreği.
İlk sırada sigara böreği vardı. Yufkaları çıkarttıktan sonra boranın yanına geçip milföyü nasıl yapacagını göstererek bir başına bıraktım onu, her ne kadar tedirgin olsam da.
Saat dokuza geldiğinde yanlız menemen ve kuymak kalmıştı yapılacak, diğerleri kızartılıp fırınlanacaktı.
- bora tepsileri fırına sokar mısın? Yavuz sende patatesleri verir misin bana. Sonrada kahvaltılıkları hazırlamanızı rica edeceğim.
Elbirliğiyle herşeyi hazırlayıp Atalayların her evinde olan o geniş masayı kurduk. Bora ve Taner diğerlerini çağırmaya giderken yavuzla mutfaktaydık.
- sabah yüzmeye mi gittiniz Borayla?
- evett, çok güzelmiş buranın suyu. Sen nerden biliyorsun gittiğimizi?
- nereden bileceğim, bora diyip durdu sabahtan beri. İnsan benle gider.
Kollarını göğsünde birleştirmiş, çiçek olmuştu yavuz. Koca bir kahkaha attım bu haline.
- abi hadisenize ya, size sesleniyorum iki saattir.
- geldik lan, yürü git. Birşey konuşuyoruz şurada?
- küsmedik İrem hanim, ayrıca abi abi!
Ona duyuldu atarak çıktım mutfaktan. Derdim bir ara, ne acelesi vardı canım.
- abi iremin kaldığı odanın klimasının kumandası yok, gece kapatıp öyle yattık. Onu bi hallediver.
-nası yok kumandası, ayrıca sen niye orada yattın?
- kız kardeşimle vakit geçirmek istedim ne var? Kıskanmayın bir gün sizin de olur.
Hani yavuz bana mutfakta bir bakış atmıştı ya çiçek olup, masadaki diğer beş kişi de şuan öyleydi hatta altı , karan sen ne alaka koçum?
Yanımda oturan borayı ayagımla dürttüm.
- sussana sen canım! Diye tısladım kulağına da.
Öğlen sonu yüzmeye gidecektik. Yemekten sonra kalkıp bulaşıkları diğerlerine kitleyip yatmak gibi nacizane planlarım olsa dahi gerçekleştiremedim. Ormana giriyorduk. Mantar bulmaya.
- Napim. Gitmeseydin sabah sabah yüzmeye.
- oldu hünkarım izin alırım bir dahaki sefere!
Ve çıktı. Yahyacım her dediğin yere gitmek zorunda mıyım ben senin amk.
Ona söve söve giyindim birşeyler. Başıma şapkamı da geçirdim çıktım odadan. Kapımın önünde falan değildi. Gitmiyordum ulan!
İçeri girmeye yeltenmişken kolumdan tutmuştu, Hızır gibi nereden çıktıysa.
- hadi, gidiyoruz. Al bunu da - elime küçük bir sepet tutuşturdu- buna koy topladıklarını.
tutup indirdi aşağı, ben hariç hepsi hazır nazır beklemedeydi.
- ha hepiniz isteklisiniz yani gitmeye?
- yahya abim ödül koydu kızım, yoksa keyfimizden gitmiyoruz hani.
- şimdi herkes ikili geziyor ayrı yönlere gidin, ve birde burada olun. En çok toplayan kazanır. Ve ve ve en önemlisi, kaybolmayın, yaralanmayın, ölmeyin.
Hep bir ağızdan anlaşıldı diyerek asker selamına geçtiler. Ben de yanıma kimi alsam diye düşünüyordum işte, sanki ben isteyince koşa koşa geleceklermş gibi.
- Erhan, beraber gitmek ister misin?
Erhan abisi karanın aksine o kadar cok konuşmazdı, en iyi seçenekti, sessiz sakin.
- bilmiyorum, karar vermek. ister misin?
Eliyle evin arka sağ çaprazını işaret etti.
- hadi o halde, elime bir sepet alarak ilerledim o yönde.
Erhanda aynısı yaparak iki adımda ulaştı yanıma benden uzundu bu çocuk ve de benden küçük. Ses çıkarmadan beş altı dakika kadar yürüdük ormanın içinde. Mükemmeldi, açık, hava, ağaçların arasından sızan güneş ışınları.
- pek istekli değil gibisin mantar toplamaya?
- ha?
İçinde üç mantar bulunan elindeki sepeti kaldırdı. Benimki boştu.
- çok yavaş yürüyordun, yere de bakmıyordun hiç gördüğümü alıp geliyorum. Toplamayacaksın değil mi?
Bende omuz silktim ona, mantar falan umrumda değildi açıkçası, yemesine yerdim ama, şu sakinliği bir daha zor bulurdum.
- yere baktığın yok ki bulasın abla.
İşte o an adımlarımı durdurdum. Abla mı demişti bana?
Hayatımda ilk defa abla olmak böyle mi hissettiyordu, gözlerim dolmuştu çünkü biraz.
Sana bakarsam sarılıp ağlayacağım çünkü Erhan!
Ondan başka bir diyalog geçmedi aramızda, ben bir mantar buldum, erhanın sepetine attım onu da. Birde çalı buldum, böğürtlen çalısı. İşte onlarla doldurdum sepetimi. Saatin bire yaklaştığını görünce, Erhan söylemişti saate baktığım falan yoktu, geri dönmeye karar verdik. Sadece verdik ama, yarım saat boyunca döndük durduk ormanın içinde. İkimizin sepeti de doluydu halbuki.
1638 oylarınızı ve yorumlarımızı eksik etmeyinn kendinize iyi bakın canımlaaar:33
Okur Yorumları | Yorum Ekle |