
Merhaba 💫
Normalde dün gelecek olan bölümü biraz daha uzatmak isteyerek bir gün ertelemiştim. Biliyorsunuz :))
Çok güzel bir bölüm oldu, umarım sizde beğenirsiniz ♡♡♡
Bölümün sonu Okyanus ve Deniz içeriyor, dikkat! JSJSJjsjs
Bölüme geçmeden önce;
Okyanus'un Kül'ü için Tiktoktan attığım spoilerlı videoları görmek istiyorsanız;
Tiktok: lily_okyanus
Bölümün ne zaman geleceği ile ilgili bilgi almak istiyorsanız, Instagram da sayaç açıyorum;
Instagram: lil__ybookss
Oy vermeyi ve bol yorum yaparak okumayı unutmayın, lütfen ;)
.
Bazen yapmadığın şeyleri yapmak istersin...
Şuan da o anlardan birindeydim.
Herkes, seni böyle tanımadığı için onlara çok garip gelir ama sana daha garip gelir, öyle değil mi?
Önce odama gitmiştim. Antrenmanda hafif terlediğimiz için temiz bir duş almıştım.
Kendimi biraz rahatlamış hissediyordum ama vücudumdaki iki yara ile bunu yapmak oldukça zor olmuştu.
Duştan çıktıktan sonra sargılarımı değiştirip dolabımda olan diğer üniformalarımdan birini giyinmiştim.
Uzun bir süre odamdaki işlerimi halledip bahçeye çıkmıştım. Çardakta oturan timin yanına gitmiştim.
Askeri görevler haricinde çok fazla onlarla vakit geçirmezdim ama şuan bunu yapmak istiyordum.
Merih ve Ozan'ın oturduğu tarafa geçmiştim çünkü onların yanında yer vardı.
Ozan'ın yanındaki boşluğa otururken karşımda Güney, Şahin ve Bora oturuyordu.
Yanlarına oturduğumda kısa bir sessizlik oluşmuştu, konuşmam gerektiği anlamıştım. Ben konuşmaya karar vermişken Teğmen Güney'in konuşması ile onu dinledim.
"Komutanım, size de çay getirmemi ister misiniz?" diye sorduğunda cevapladım.
"Olabilir." diye kısa bir yanıt verdiğimde çardaktan kalktı ve hızla uzaklaştı.
İçinde bulunduğumuz kısa sessizliği onlarla birlikte sürdürdüm.
Hayır, benden rahatsız olduklarını düşünmüyordum. Sadece onlarla oturmama şaşırmış olmalılardı.
Bende şaşkındım. Bugün çok şaşkındım.
Fazlasıyla garip bir gündü çünkü olmasını beklemediğim çoğu şey neredeyse bugün olmaya meyilliydi. Daha ne olacak, diye düşünmeden edemiyordum.
Masadaki kısa sessizliği bölen Güney'in elindeki çay bardağı ile yaklaşması oldu.
Çardakta, ortamızda olan masaya çay bardağını bıraktığında teşekkür ederek bardağı ellerimin arasına aldım.
Rüzgarın esintisinin getirdiği soğuğu engelleyecek kadar sıcaktı. Gerçi pek üşümüyordum ama sıcak bir çay hoşuma gitmişti.
Kafamı kaldırıp bakışlarımı hafifçe onlarda gezdirdiğimde Merih konuştu.
"Komutanım?" diye sorarcasına konuştu.
"Bir şey mi oldu?" diyerek devam etti.
Ne olabilirdi ki?
Altı üstü yıllardır her şeyle kendi kendime başa çıkarken bir aile ortaya çıkıp gerçek ailem olduklarını iddia ederek dna testi yaptırmak istemişti. Üstelik o ailenin iki üyesi komutanımdı. Görev aldığım Askeriye'ye atanmışlardı. Hem de artık onların olduğu bir tim ile ortak görev alacaktık.
Ayrıca en son çıktığımız görevde kötü yaralandığım için ameliyata girmiştim, nefret ettiğim anestezi kullanılmıştı.
Bir de ameliyatıma giren doktor, gerçek ailem olduklarını iddia eden ailenin oğuluydu.
Hatta Bora kendini ifşa etmişti, Gölge olduğunu söylemişti.
Kül'ün bu iki timden biri olduğunu öğrenmiştiniz.
Antrenmanda da hafif zorlanmıştım, tahminimce yakın bir tarihte görev çıkarsa sizinle göreve katılamayabilirdim.
Unuttuğum bir şey var mı?
Daha ne olsun!
Bir de hala bu olanların gerçek olmadığını düşünüyordum. Sadece bu kadar!
Anestezinin etkisiyle hala uyanmadığıma emindim ve bu çok karışık bir rüya olmalıydı. Öyle değil mi, Merih?
Yani, hiç bir şey yoktu!
Oldukça normal bir gün!
"Hayır." diyerek kısa bir cevap verdim ve elimdeki çay bardağımdan küçük bir yudum aldım. Sakince bardağı önümdeki masaya bırakarak Merih'e döndüm.
O sırada Ozan'ın konuşması ile bakışlarım yanımda oturan Ozan'a döndü.
"Siz bizimle pek oturmazdınız, komutanım. Merih ondan sordu galiba?" diyerek Merih'e döndü. Ya da Merih'in patavatsızlığını örtmeye çalıştı, sanırım.
Ozan'ın kaşı ve gözü ile Merih'e attığı uyarı dolu bakışları yakalayamayan Merih, hala patavatsız bir şekilde konuşmaya devam etti.
Sorun yoktu, sonuçta bugün oldukça normal bir gündü...
"Hayır, komutanım. Sadece biraz yorgun duruyorsunuz, iyi misiniz?" diyerek devam eden Merih'e ben bir şey diyemeden Ozan konuştu.
"Komutanımız ameliyattan çıktı ya, Merih! Görevde vurulmuştu ya! Hatırlamıyor musun?" diyerek uyarı dolu ama sakin bir ses ile devam ettiğinde Merih, Ozan'ın uyarı dolu bakışlarını anlamış olacak ki sustu.
İyi de ben buraya sussunlar diye gelmemiştim ki!
"İyiyim." diyerek bende cevapladım ve devam ettim.
"Sizi susturmak için oturmadım. Ben gelmeden önce ne konuşuyorsanız devam edebilirsiniz, tabi ki benden rahatsız olmuyorsanız." diyerek önümde duran çay bardağımdan bir yudum aldım.
"O ne demek, komutanım. Sizden neden rahatsız olalım?" diyen Ozan ile birlikte söylediklerime karşılık hepsinden itiraz nidaları geldi.
"Hiç öyle şey olur mu, komutanım?" diyen Merih de aynı şekilde Ozan'a katılmıştı.
Şahin, Güney ve en son Bora da aynı şekilde konuştuktan sonra bende mırıldandım.
Bora'nın konuşması şuan epey bir gözüme batıyordu ama bu durumu daha sonra düşünecektim.
"Peki." dediğimde aralarındaki konuşmaya devam ettiler.
Konuşmalarına odaklanmadan yavaşça ellerimin arasındaki sıcak çayı yudumladım.
Ne zaman sessizliğe bürünsem kafamda düşünceler dolup taşıyordu. Hep öyle olmaz mıydı zaten?
Sessizlik bana göre değildi! Vurmalıydım, kırmalıydım ama şuanda sessiz kalmaktan başka hiç bir şey ile duygularımı ifade edemiyordum.
Hiç pes etmemiştim ki...
Ben kendim büyümüştüm, en önemlisi de kendimi koruyabilmiştim. Neleri aşmıştım, şimdi böyle bir olay ile yıkılmazdım. Değil mi?
Bu sorunun cevabını ben bile bilmiyordum.
Her şeye dayanabilirdin ama bazen küçük gözüken bir olay seni yıkabilirdi.
Hayatımda hatırladığım anların çoğunda neden diye sorgulamıştım?
Ailemin neden olmadığını, neden beni koruyacak birilerinin olmadığını, neden buralara bir çok güçlük çekerek gelebildiğimi, onca olanlara rağmen neden hayallerimden de olduğumu ve bu sorular gibi bir çok soru sormuştum.
Belirli bir süre sonra bu soruları sormaktan vazgeçmiştim çünkü büyümüştüm.
Mesela artık kendimi korumakta güçlük çekmiyordum. Artık bir aileye ihtiyacım yoktu. Bunun gibi bir sürü şeyi artık zorlanmadan yapabiliyordum.
Neden, ben?
Hayır, bunu yaşadıklarımdan yorulduğum için sormamıştım?
Ben yaşadıklarımı hiç bir zaman neden yaşadığımı bilmiyordum. Bu yüzden sormuştum.
En çok da bunu sorgulamıştım.
Bu olanlar neden oldu ve benim bunları yaşama sebebim neydi? Her zaman bu soruların cevabını gerçek ailemden öğreneceğimi düşünürdüm.
Peki ya, bana verebilecekleri cevapları var mıydı? Bunu hiç düşünmüş müydüm?
Bazı çocuklar kardeşleri olsun da onlarla vakit geçirip eğlensin isterlerdi ama benim anne ve babam bile olmamıştı ki...
Benim hiç bir şey istemeye hakkım yoktu ama bir çok sorum vardı.
Şimdi söylesene, şimdi ne istiyordum?
Önemli olan buydu ve ben hiç bir şey istemiyordum.
Şuanda da bunu soruyorum.
Neden bu kadar geç?
Sorgulamak, herkesin yapabileceği bir şeydi çünkü sorgulamak seni sorguladıklarına ulaştırmazdı. Bir şey kazanmaz veya kaybetmezdin.
Bazı şeyler ihtiyacın kalmadığında mı önüne sunulurdu?
Size hiç ihtiyacım yok, gerçek ailem!
Yıllarca ne yaşadığınız umurumda bile değil! Çünkü bende çok şey yaşadım...
Hayır, bunu nefret duygusunu tadarak söylemiyordum çünkü ben onlardan değil bana bunları yaşatanlardan nefret ediyordum.
Öncelikle her şeyin bir zamanı vardı...
Çayım tamamen bittiğinde kendime gelebildim. Yine kendimi kaptırmıştım.
Öyle ki, timin ne konuştuğu değil, etrafta neler olduğundan bile haberim yoktu.
Bardağımı masaya bırakarak yavaşça ayaklandım. Tim benimle birlikte ayaklanacakken onları durdurdum, tekmil vereceklerdi. Onları durdurmam ile yerlerine oturdular.
Kısa bir konuşmadan sonra yanlarından ayrıldım. Kafamı boşaltmaya bizim tim bile yaramıyordu!
Yavaşça ilerlemeye başladım. Odama gitmeyi istemedim ve bir değişiklik olsun diye yönümü bizim timin ortak dinlenme alanına çevirdim.
Timin neredeyse tamamı bahçedeki çardaktaydı, Deniz komutanım ise odasındadır diye düşünerek ortak dinlenme alanına doğru ilerledim. Her tim için ayrı olarak var olan bir ortak alandı.
Kimsenin olmadığını düşünerek kapıyı tıklamadan hızla açtım. Keşke bunu yapmasaydım.
İçeriye girmem ile birlikte Deniz Yüzbaşımı üçlü koltukta bulmam bir oldu. Kafasını koltuğa yaslamıştı. Uyumuş gibi duruyordu. Ne kadar hızlı açsam da neyse ki kapı sesine uyanmamıştı.
Görevden geldiğimizden beri hiç uyumamış olma ihtimali vardı.
Hem de yaralı olduğumda tüm tim hastanedeydi. Keşke evlerine gidip dinlenselerdi.
Kapının önünde dikilmek yerine ilerledim ve yanına oturdum. Tabi ki, bir sürü koltuk vardı ama uyurken onu izlemek istemiştim.
Onun bana bakmadığı her saniye ona bakmalıydım, öyle değil mi?
Yanına oturduğum gibi gelen kokusu ile gözlerim kapandı ve içime derin bir nefes çektim. Yorgunluğumu alan bir varlığı vardı.
Kafamdaki düşüncelerin neredeyse hepsi şuanda neredeydi, bilmiyordum.
Tam şuan onun yanında olmak tüm yaşananların kafamdan silinmesine ve rahatlamama neden oluyordu.
Ondan hoşlandığımı fazlasıyla fark edebiliyordum. Hoşlanmaktan da fazlası olduğunu fark edebiliyordum ama hayatımı alacağım intikama bağlamışken onu da bu uğurda sürükleyemezdim.
Orman gözlü adam...
Ona karşı duyduğum şüpheyi dillendirsem, belki de haklı çıkacaktım.
Hayatımın en güzel yerinde kalmak zorunda olan yeşil gözlü çocuk...
Bakışlarım yüzünde dolaştı.
Yüzünü incelemeyi hiç bırakmak istemez gibi yüzünün her milimini her zaman yaptığım gibi aklıma kazıdım.
Hafif beyaz teni ile uyumlu duran bol sütlü kahve, parlak kumral saçları...
Orman gözlerini kapatan kirpikleri...
Yeni tıraş olmuş sakallarından anladığım tek şey, hastanede kaç gün kaldıysam yanımda olduğuydu.
O an kapalı gözlerinin ardındaki yeşil ormanlarını bile gördüm.
Onu ne kadar süredir incelediğimi bilmediğim anda elindeki karton bardağı fark ettim.
Karton bardağın içi yarısından fazla çay doluydu. Çay içerken uykuya dalmış gibi gözüküyordu.
Üzerine dökülme ihtimalini hiç mi düşünmemişti? Oturduğumuz koltuğun önündeki küçük masaya karton çay bardağını bırakmalıydım. Onu rahatsız etmeyeceğim şekilde yapmalıydım.
Zaten koltukta, aramızda çok az mesafe vardı. Hafifçe yaklaştığımda teni ile uyum sağlamış olan duş jeli kokusu burnuma çarptı. Benim gibi antrenmandan sonra duş almış olmalıydı.
Yavaşça ona doğru eğildiğimde kokusundan içime derin bir soluk çektim.
Uyandırmamak için kolumu hızla bardağa doğru uzattım. Tam bardağa elim değecekti ki, boynumdan sarkan künyemden sertçe çekildiğimi hissettim.
Deniz komutanım, bu hareketi ile üzerine düşmemi sağlamıştı. Aslında düşmüş sayılmazdım, hala künyemden çekildiğim için göğüs kafesine yaslanmıştım.
"Üzerimde ne arıyorsun?" diyen ses Deniz komutana aitti. Uykulu ve boğuk sesi çekiciydi.
Yumuşak bir ses tonu ile söylediklerinden sonra bakışlarımı elindeki bardaktan çekip yüzüne yönelttim.
Yakalanmıştım.
Yakalanacak bir şey yapmasam bile...
Gözlerim parlayan orman gözlerine kilitlendi. Bu yüzden, içime derin bir nefes çekmek zorunda kaldım. Kokusu tüm ciğerlerime dolduğunda içimdeki tüm havanın asıl o zaman çekildiğini hissettim.
Bakışlarım kısacık süre gözlerine çevrildiğinde yeni uyandığı için hafif soluk renkte olan orman yeşili gözleri yumuşacık bakıyordu.
Soluk ormanlarına bakmak Dünya'mın en güzel hissiydi.
Diğer eli ile boynumdan sarkan künyemi sertçe tutmaya devam ediyordu. Elim ulaşması gereken çay bardağına ulaştığında ellerinin arasından çekmek istedim. Vermedi, künyemden tuttuğu gibi sertçe bardağı da tutuyordu.
Ağırlığımı ona vermiyor olsam da künyemden sertçe tuttuğu için üzerinden çekilemiyordum. Göğüs kafesine yaslanmış bir şekilde duruyordum.
Kalp atışlarını hissedebileceğim kadar yakınımdaydı.
"Üzerimde ne arıyorsun?" diye tekrar sorduğunda küçük bir soluk ile kendimi toparlamayı amaçladım ama aldığım her nefes onun kokusu ile doluydu.
Bu da pek işime yaramıyordu. Aksine bayılacak gibi oluyordum. Uykumu getiriyordu. Mesela şurada huzurlu bir uykuya dalabilirdim.
O hala künyemi bırakmazken saniyesinde kendimi toparladım ve hızla cevap verdim.
"Uyuyordunuz, komutanım. Üzerinize dökülmesin diye çay bardağını alacaktım." dedim. Bu kadar kelime şu haldeyken nasıl ağzımdan çıkabilmişti, bilemiyorum.
Kendimde konuşacak gücü bulamayacağım kadar yakınımdaydı.
Künyemi hala sertçe tuttuğu için ağırlığımı üzerine vermesem de göğüs kafesine yaslanmıştım.
Hızla atan kalbimi duyuyor ya da hissediyor muydu? Bilmiyordum ama kendimi çekmek için hareketlendiğimde elim tam olarak göğüs kafesinin üzerinde kalmıştı.
Atan kalbini hissedebiliyordum.
Parmaklarımın arasında kalbi daha da fazla atıyordu. Duyulmaya değerdi.
Söylediklerim ile gözleri gözlerimden bir kaç saniye ayrıldı ve elindeki çay bardağına kaydı. Gözleri bardaktan ayrıldığında tekrar gözlerime kenetlendi ve beni bırakmadı.
"Anlıyorum." derken uykulu ve boğuk sesi yavaşça kayboluyordu. Kokusuyla dolu derin bir nefes daha aldığımda o da aynısını yaptığı. Yavaş bir şekilde kendine geliyor olmalıydı.
Üzerinden kalkmama izin vermeliydi, yani künyemi bırakmalıydı. Bunu yapmasa daha mutlu olurdum ama bu doğru değildi.
Hiç bir şey söylemediğinde ben konuşmaya karar verdim.
"Kalkabilir miyim, komutanım?" diye sorduğumda sesimi toparlamak zor olmuştu.
"Kalkabilirsin." dediğinde hala künyemi bırakmamıştı ve künyemi daha sıkı tutmaya başlamıştı.
"İzin verirseniz, komutanım." dedim, kısık tuttuğum sesimle.
Derin bir soluk daha aldım. Ona yakınken kokusunu solumam yanlış bir şey değildi.
Ortak bir alandaydık ve bu şekilde durmamalıydık, sanırım.
Hiç rahatsız olmasam da...
"Kalkabiliyorsan kalk." demesi ile kalkmaya çalıştım ama bu yaptığım daha farklı bir pozisyona sebep oldu.
Neler diyorsunuz öyle siz, komutanım!
Dakikalar önce çay bardağından çektiğim elim ile koluna tutunurken göğsündeki elim hafifçe kaymış bir şekilde dengemi kaybederek tamamen üzerine kaydım.
Kıkırdadı mı, kahkaha mı attı? Bilmiyorum ama kısık ve boğuk kahkahasına bu kadar yakından ve net bir şekilde tanık olmak çok güzel hissettirmişti ve düştüğüm göğsünde uykumu getirmişti.
Künyem elinin arasından kaydığında göğsüne gömülen kafamı yavaşça kaldırdığım. Aramızda neredeyse hiç bir mesafe yoktu.
Künyem elinin arasından kaydı ve künyesinin üzerine düştü. Künyelerimizin oluşturduğu tıkırtı bu kadar sessizliğin içerisinde kulak tırmalayıcıydı.
Uyandığında soluk olan yemyeşil orman gözleri parıldayarak bana bakıyordu.
Ciğerlerimde tükenen nefes için derin bir soluk daha aldım. Bu kadar yakından da olsa azıcık görünen gülümsemesi kalbimin atışını arttırmayı başardı.
Şuanda hiç normal hissetmiyordum, kalbim yerinden çıkacak gibiydi ve onun da kalp atışlarını duyabiliyordum, o da benim...
O senin komutanın, komutanın!
Tepki veremediğim saniyelerin sonunda yutkunarak tam konuşacağım sırada kapı sesi duyuldu...
.
Umarım bölümü beğenmişsinizdir, balımlar :))
Bölüm hakkındaki düşüncelerinizi buraya yazmak isterseniz -->
Okyanus ve Deniz sahnesi? -->
Oy vermeyi unutmayınız ;))
En yakın zamanda görüşmek üzere...
1899 kelime...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 125.12k Okunma |
11.04k Oy |
0 Takip |
38 Bölümlü Kitap |