14. Bölüm

11. Bölüm / Karşı Konulamaz Yanlışlar

Cansu
lily_lily

Merhaba biricik okurlarım,

Yeni bölümümüz geldi, sonunda :))

Ve bu bölüm güzel bir uzunlukta, umarım beğenirsiniz.

Biliyorsunuz ki, İstanbul'da deprem oldu. Hepimize çok geçmiş olsun 🤍

Depremin olduğu gün eve giremedik zaten, bir sonraki gün ise (yani dün) İstanbul dışına anca çıkabildim.

Çok uzaklaşmasamda biraz uzaklaştım ama yine içim rahat değil. Umarım iyisinizdir 🌟

Bölüme geçmeden önce bunları söylemek istedim.

Oy vermeyi ve bol yorum yapmayı unutmayın, lütfen 💗

Fikirlerinizi de bana Instagram, Tiktok veya buradan yazmaya asla çekinmeyin. Düşünceleriniz benim için çok önemli :)

.

Duyduğum ses, şu anda bir kapı sesi olabilecek kadar berbattı! Malesef!

 

Konuşmak için açtığım ağzım şaşkınlıktan daha da çok açık kaldı, kimin geldiğini bilmesem de bu her açıdan hiç hoş bir durum olmayacaktı.

 

Suçun tamamı ondaydı! Kalkmama izin verseydi, ne olurdu ki?

 

Sanki kalkmayı çok istiyormuş gibi konuşmam daha büyük bir rezillik!

 

Adamın üzerine çay bahanesi ile çıkan da bendim sanki!

 

Dur, bir dakika! Evet, bendim! Hem bahane değildi ki!

 

Şuanda kimin ne yaptığı önemli değildi! Açılan kapıdan nasıl yanlış göründüğümüz önemliydi! Sahi, yanlış mı görünüyorduk?

 

Yanlış mıydık, biz? O ne düşünüyordu?

 

Konu şuan bu mu sence, Okyanus?

 

Basılmıştık!

 

Resmen basılmıştık!

 

Kim gelmişti?

 

Kapı sesini duymamın üzerinden on saniye bile geçmemişti ki hızla kalkmaya çalıştım.

 

Benim bu çabamın yanında Deniz Yüzbaşım hiç kıpırdamıyordu bile! Bu adamın derdi neydi!

 

Gelen kimdi? Geleni görmüş müydü?

 

Biraz önce dengemi çok kötü kaybederek üzerine düştüğüm için ne kadar hızlı hareket etsem de o kadar kalkamadım.

 

Bu eğitimleri boşa almamıştım, ben! Bir çaylak gibi davranmaya son vermeliydim!

 

Kendimi toplayıp hızlı ve dikkatli bir hareket ile kendimi, biraz önce oturduğum koltuğun diğer kısmına attım.

 

Evet, Deniz Yüzbaşım ile geçirdiğimiz çok resmi dakikaların sonuna gelmiştik.

 

Bu koltuğu tam da kapının az ötesine koyan, çok harika bir şey yapmış. Hayır, kapı açıldığı gibi net bir şekilde koltuğun görünmesi gerekli miydi? Bu şart mıydı?

 

Koltuğun diğer tarafına kendimi hızla attığım için dalgalı sarı saçlarım yüzümü kaplayacak şekilde dağılmıştı. Yüzüm görünüyor muydu, bilmiyorum ama sarı saçlarım görüşümü kapatıyordu.

 

Kimin geldiğini görebilmek için biraz önce Deniz Yüzbaşımın kalbinin üzerinde duran elim ile dağınık sarı saçlarımı hızla yüzümden çektim.

 

Derin bir nefes aldığımda karşımda görmeyi beklemediğim birini görmüştüm.

 

Şuanda bizim timden birini mi yoksa onu görmek mi daha kötüydü, emin değildim.

 

Sanırım bizim timden birini görmek daha kötü olurdu. O kimsenin olmadığını düşünerek açtığı kapıda durmuş, tuttuğu kapı kolunu bile bırakmadan şaşkınlıkla bize bakıyordu.

 

Kim miydi? Uras Teğmen!

 

Bugün içerisinde onunla yeteri kadar karşılaşmamışım gibi yine onu görüyordum ve bizim timden birinin şuanda burada olmadığına mutluluk duyuyordum.

 

Küçük bir bakışma yaşanırken onun bakışları Deniz Yüzbaşım ile benim aramdaydı.

 

İlk defa mı insan görüyorsun, demek yerine sakince baktım. Konuşmalıydım, sanırım.

 

Bakışları ikimizin arasında gidip gelirken şaşkınlıkla bize selam verdi. Hazır ola geçip, sağ elinin dört parmağını başına yaslayarak dimdik durdu.

 

"Kapıyı çalmak gibi bir şey bilmez misin, sen Teğmen?" diyerek, bana göre oldukça sakin ama fazlasıyla sert bir ses ile konuştu.

 

Umursamazca bir rahatlıkta gibi görünüyordu.

 

"Rahat, asker!" diyerek sorusunun peşine Uras Teğmen'e komut verdi. Bu sırada ise Uras Teğmen ne cevap vereceğini düşünüyor olmalıydı ki derin bir nefes alarak konuştu.

 

"Özür dilerim, komutanım." diyerek kapıyı açtığında bulunduğu yerde duruyordu.

 

"Niçin buradasın?" diyerek, Deniz Yüzbaşım tekrar bir soru daha sordu.

 

"Kızıl Timi için dinlenme odası, yan oda! Odaları karıştırdıysan çıkabilirsin." diyerek seri bir şekilde konuştu.

 

Bu ses tonunu genellikle bizim timdekilere kızdığında kullanırdı. Uras Teğmen'e bu kadar kızmasının sebebini anlayamıyordum.

 

Gerçi bizi bu şekilde yakalaması, sanırım geçerli bir sebepti!

 

Katılıyorum size, Deniz Yüzbaşım! Çok haklısınız, siz hep haklısınız.

 

"Ben karıştırmadım, komutanım. Merih Üsteğmen, çay istedi." diyerek yanıt verdiğinde bu sefer bende şaşırmıştım.

 

Niye çayı buradan istemişti, Merih?

 

"Çay mı, buradan mı?" diyerek konuşmasının üzerine sordum.

 

"Evet, komutanım. Ben de sordum-" derken Uras Teğmen, Deniz komutanım onun sözünü bölerek konuştu.

 

"Gidip aşağıdan alsaydın ya çayı!" diyerek homurdandı ama biraz yüksek bir ses ile homurdanmıştı ki Uras Teğmen'in sözünün kesilmesine sebep olmuştu.

 

Yüzümde oluşan küçük gülümsemeyi hemencecik yok ettim.

 

Uras Teğmen hakkında her hangi bir şey söylemek istemesem de şuanda Deniz komutanımdan dolayı ne kadar gerildiğini anlayabiliyordum.

 

Şu görsel hoşuma gitmişti çünkü Deniz Yüzbaşımın bu sert halleri de çok çekiciydi.

 

Evet, Uras Teğmen umurumda bile değildi!

 

"Güney Teğmen'in annesinin yolladığı çayı aldığını söyledi. Güney Teğmen'in haberi yokmuş. Burada kimsenin olmayacağını söyledi ve gizlice getirmemi isteyince bende kapıyı çalmadan girdim. Özür dilerim, komutanım." diyerek hızlıca konuştu.

 

Almış değil de izinsiz almış diyebilirdik.

 

Güney'in ailesi Zonguldak'ta yaşıyordu, Güney'in memleketi de Zonguldak'tı.

 

Uzun bir süre önce aile evinin komşularının Rize'li olduğundan ve Rize'yi ziyaret ettikten sonra çay getirdikleri için annesinin ona da çay yolladığından bahsetmişti.

 

Annesi ise sonrasında komşularının kızından bahsetmiş ve Güney'e övmüştü.

 

Bunu nereden mi biliyordum! Topluca oturduklarında Deniz Yüzbaşım da yanlarında olduğu için onlarla oturmuştum, konuştukları konu buydu.

 

Hatta kız, İtalya'da mimarlık okumuş ve mezun olduktan sonra hemen memleketine kısa bir süreliğine planı olmadığı için geldiğinden de bahsetmişti.

 

Güney ise bu karara hiç sıcak bakmayarak kabul etmemişti. Ne de olsa yarınımız belli değildi, haklıydı.

 

"Rize çayıymış, sanırım." diyerek ağzının içerisinde geveledi, Uras Teğmen.

 

Hala kapının önünde aynı noktada bekliyordu. O sırada Deniz komutanım konuştu.

 

"Neredeymiş?" diye sorduğunda tekrardan konuştu.

 

"İçeriye gir." diyerek komut vermesi ile birlikte Uras Teğmen dünden hazırmış gibi kapıyı kapatıp içeriye girdi, oturmadı.

 

"Alabora Timi'nin dinlenme odasında üçlü koltuğun altına sakladığını söyledi." derken gözleri bizim oturduğumuz koltuktaydı.

 

Koltuk değilde çekyatta falan mı oturuyorduk? Hızla kalktım, yeterince gerilmiştim. Koltuktan kalmak değil de bana buradan gitmek iyi gelecekti!

 

"Kıdemli Üsteğmen, Okyanus Kaya, Şanlıurfa. Emredersiniz, komutanım!" diyerek, Deniz komutanıma tekmil verdim.

 

"Rahat, asker." diyerek komut verirken sırtını yasladığı koltukta dikleşerek ne söyleyeceğimi bekledi.

 

"Gidebilir miyim, komutanım?" diyerek sorduğumda cevabını bekledim.

 

Söylediklerime karşılık hızla bileğimden tutarak beni koltuğa geri oturttu. Ne yapmaya çalışıyordu, bu adam?

 

Bu sefer beni koltukta tam yanına oturtmuştu, neredeyse kucağına oturmuş olabileceğim kadar yakınına...

 

"Hiç bir yere gitmiyorsun." dedi, kısık bir ses tonu ile. Bunu sadece ben duymuştum, sanırım.

 

"Konuşacaklarımız daha bitmedi." diyerek ekledi. Aynı ses tonu ile konuştuğu için Uras Teğmen'in onu duymadığına emindim.

 

"Teğmen, çıkabilirsin. Bir daha ki sefer kapıyı çalmayı öğrenip gelirsin." dediğinde Uras Teğmen'in yüzüne bakarak nasıl şoka uğradığını görebiliyordum.

 

Komikti ama gülmeyecektim. Şuanın ciddiliğinde benim yerime gülecek biri olmalıydı!

 

"Emredersiniz, komutanım." dediğinde uğradığı şok ile doğru düzgün tekmil bile vermeden odadan çıktı.

 

"Kapıyı çalmadan girdiğin bir yerde ne gördüysen de yalan, yanlış anlatma kimseye!" diyerek arkasına yaslandı.

 

Yalan, yanlış? Yanlış mıydık? Gördüklerini söyleseydi, yalan mı söylemiş olacaktı?

 

Yanlıştık, evet! Böyle düşünmesi kırıcıydı ama doğruydu.

 

Yanlıştık, biz. Böyle mi düşünüyordu?

 

Buna alınmaya hakkım yoktu ama kırıcıydı!

 

Onun ardından kapanan kapıdan sonra odada oluşan sessizlik ile ona dönmedim.

 

Yanlışa dönülmezdi zaten, öyle değil mi?

 

Çenemde ufak bir baskı hissettiğimde ne olduğunu anlayamadan kafam ona çevrildi.

 

Çenemdeki parmakları kafamı kendine doğru çevirmiş ve bakışlarımızı birleştirmişti. Bana bakıyordu ve çok yakındık, onun kokusunu tekrar soluma fırsatını yakalayabileceğim kadar.

 

"Konuşmamız bölündü." dedi, Uras Teğmen'in gitmesine umursamazca.

 

"Aynı şekilde devam etmemiz mi gerekiyor yani, komutanım?" diyerek hafif bir sinirle sordum.

 

Her yanlış bulduğu şeyi yapmaya devam mı ederdi?

 

"Bilmem, öyle mi olsun istiyorsun?" dedi arkasına yaslanmışken kafasını da koltuğa yasladı. Yorgun görünüyordu.

 

Adamı uykusundan uyandırırsan olacağı şey de buydu, Okyanus!

 

"Ben yanlış şeyleri katiyen istemem, komutanım." diye cevap verdim.

 

Yalandı.

 

Konu o olursa her şeye vardım, ben!

 

Söylediklerimden sonra koltuğa yasladığı başını hafifçe kaldırdı ve sırtını dikleştirdi.

 

Yavaşça eli havaya kalktı ve parmakları çenem ile buluştu. Bakışlarımı tamamen gözlerine sabitlemek için çenemdeki parmakları sıkılaştı, başımı hafifçe yukarı kaldırdı ve bakışlarımız birleşti. Tam o anda gözlerimin içine bakarak konuştu.

 

"Ela gözlerin çok sahte..." dedi, soluksuzca.

 

Söylediklerini beklemiyordum.

 

Bu dışarıdan hiç bir duygu içermeyen ama içinde ne düşündüğünü bilmediğim bir cümleydi.

 

Nefret değildi, şaşkınlık belki ama öfke hiç değildi... Sade bir konuşma gibi gözüküyordu ama duygu barındırıyordu, nasıl bir duygu olduğunu anlayamasam da...

 

Başımı hızla geriye çektiğimde yüzüme yaklaşan yüzünden uzaklaşırken elleri yavaşça tenimden ayrıldı.

 

Bunun üzerine o, bir anda ayaklandı.

 

Şuan da ayağa kalkacak gücü kendimde bulamıyordum. Hızla ilerlediğinde nefes bile alamadım, kanımdaki gerilimin sebebini anlayamıyordum. Odanın sonlarına doğru geldiğinde kısık bir ses ile söylendi.

 

"Bazen yanlışlara karşı koyamazsın, koymamalısın da." dedi.

 

Bunu o kadar kısık ses ile dile getirmişti ki, belki de duymadığımı sanmıştı ama duymuştum.

 

Odayı terk ettiğinde odadaki sessizliği içimdeki duygu yoğunluğu dolduruyordu.

 

Ne demek istemişti?

 

Hadi ama ne demek istediğini biliyordum!

 

Yine de kafamın karışmasına sebep olacak bir çok şey vardı. Ona karşı kötü olan hiç bir şey yoktu.

 

Ondan deli gibi etkilendiğimden dolayı çarpan kalbimi hala susturamamıştım.

 

Yanlışlara karşı koymak. Ben böyleydim, kendimi bildim bileli uzaktım, yanlışlardan. Eninde sonunda o yanlışların hepsi de beni bulmuştu. O da mı beni bulmak istiyordu!

 

Şimdi ona karşı bu haksızlığı yapmaya devam mı edecektim?

Çok yorucu ve gerçekçi olmadığına inanmayı sürdürdüğüm bir gün geçirsemde evime gitmeyi biraz daha erteleyebilirdim. Henüz tüm işlerim bitmemişti.

 

Odada yaşananlardan sonra düşüncelerimin arasında dalmıştım.

 

Evet, uykuya dalmıştım.

 

Bir saatten az bir sürede uyanıp odama geçmiştim. Belirli işlerimi halletmiştim ve şuanda ne yapacağımı düşünüyordum.

 

Bora ile konuşmam gerekiyordu. Kendini açık ettiği için onunla görüşmem epey zor olacaktı ama bir şeyler düşünmeliydim.

 

Onunla gizli bir şekilde görüşmeliydim, hem de en acilinden!

 

İki timin de gözleri Bora'nın üzerinde olmalıydı, Albayın da! Onun Gölge olduğunu öğrendikleri için Kül'ü bulmakta bir aracı olabileceğini de göz önünde bulunduruyor olmalıydılar. Bu yüzden onunla gizli bir görüşme yapmalıydım.

 

Odama çağırsam-

 

Bu mümkün değildi! Oldukça dikkat çekerdi!

 

Bir süredir de ona fazla güvenemiyordum.

 

Evet, bu doğru! Bu yüzden onunla çıktığım görevlerde ekstra özen gösteriyordum ve onun her hareketini takip ediyordum.

 

Onun kimliğinin açığa çıkması ve benim kimliğimi açığa çıkarmayacağımı bilerek, tahminimce artık onu takip etmem çok daha zor olacaktı. Bunu da halletmeye odaklanacaktım.

 

Ayrıca bu sebepten dolayı da onunla dışarıda buluşmak epey tehlikeli olacaktı.

 

Normalde olsa hiç düşünmeden bunu yaparak onu denemiş olurdum ama şuan yaralıydım. Omzumdan ve karnımdan yaralıydım. Ayrıca bugün olanlardan dolayı kafamı henüz toparlayabilmiş değildim.

 

Bu yüzden risk almak istemiyordum.

 

Biraz düşünmeye başladım. Onunla Karargah'ın içerisinde görüşmeliydim.

 

Neredeyse akşam olduğu için hava kararmaya başlamıştı.

 

Kısa bir süre daha düşündükten sonra aklıma gelen fikir oldukça mantıklıydı.

 

Bu fikrimi uygulamak için önce, Deniz Komutanım'ın odasına gitmeliydim.

 

Biraz önce olanlardan sonra bunu yapmak oldukça zor olacaktı. Kafam da oldukça karışıktı ama duygusuzca davranmak benim her zaman yaptığım şey değil miydi?

 

Her zamanki gibi davransam yeterdi, hiç bir şey olmamış gibi...

 

Şuanda odamdaydım ve oturuyordum. Önümde duran şişedeki sudan bir kaç yudum aldım ve yavaşça oturduğum yerden kalktım.

 

Deniz Komutanın odasında görüşmek en mantıklı olanıydı. Aynı timde olduğumuz için ve Bora'nın komutanı olduğumuz için çok dikkat çekmezdi ama benim Bora'yı odama çağırmam dikkat çekerdi.

 

Bunu yapabilmek için de Deniz komutanımdan izin almam gerekiyordu.

 

Aynı timde de olsak, komutanı da olsam böyle bir durumun üzerine tek bir şekilde onunla konuşmak normal olmayacaktı.

 

Bu yüzden odamdan çıkıp Deniz Akif'in odasına ilerledim. Kapıdaki askerler beni gördüklerinde tekmil verdi ve içeriye haber verdi.

 

Kısa bir süre sonra askerlerin çıkması ile derin bir nefes alarak Deniz komutanımın odasına girdim. Bir kaç adım ilerledim ve bakışlarımız kesiştiğinde selam verdim.

 

Hazır ola geçerek, sağ elimin dört parmağını birleşik bir şekilde başıma yaslayarak dimdik durdum.

 

"Rahat, asker!" diyerek bakışlarımız buluştuğunda karşısındaki koltuğu işaret etti.

 

Sanki biraz önce yaşananlar, ikimiz içinde olmamış gibi davranıyorduk ya da öyle gibi gösteriyorduk.

 

Yaşananları yaşanmamış gibi davranmak benim için oldukça kolaydı. Alışkındım, kendime böyle davranmasaydım, şuan burada olamazdım. Öyle değil miydi zaten?

 

"Oturabilirsin." diyerek tekrar etmesi ile hızlı bir şekilde ve sessizce oturduktan sonra konuştum.

 

"Bir şey rica edebilir miyim, komutanım?" diye sordum.

 

Gerginliğimi atmış bir şekilde günü bitirmek istiyordum ve günü tamamlayabilmek için Bora ile görüşmeliydim.

 

Ona bakmak bile biraz önceki anların zihnimde canlanmasını sağlıyordu ama bunu dışa yansıtmadığıma emindim.

 

"Evet, Üsteğmen." diye yanıtladı, oldukça ılımlı bir şekilde. Biraz önceki karmaşık halinden eser yoktu.

 

"Benim kimliğimi bilen sayılı kişilerdensiniz, bu yüzden şuan bunu size söyleyebiliyorum. Komutanım, ben kesinlikle kimliğimi açık etmeyeceğim." dediğimde normal bir ifade ile, devam etmem için onayladı.

 

"Bora, Gölge kimliğini açık etti. Bu sebep ile onunla görüşmem oldukça dikkat çekecektir, komutanım." diyerek derin bir nefes aldım ve devam ettim.

 

"Bu durumda onunla görüşmeliyim ama Bora'yı kendi odama çağırırsam dikkat çekecektir-" derken sözümü bölerek normal bir şekilde atıldı.

 

"Tamam!" diyerek koltuğunda dikleşti.

 

Neye, tamam?

 

"Ne?" diyerek hızla tepki verdim.

 

"Tamam, sorun yok. Onu buraya çağırabilir ve onunla burada görüşebilirsin. Üstelik ikimiz bir arada onu çağırdığımız için ve onun komutanı olduğumuz için dikkat çekmeyecektir." diye seri bir şekilde konuştu.

 

Yüzümdeki alık ifadeye yüzünde saliselik bir tebessüm kırıntısı oluştu, onu zor yakaladım.

 

Bu adam nasıl bu kadar akıllıydı?

 

Ben söylemeden anlamasına mı düşsem, yoksa kabul etmesine mi düşsem, karar veremediğim saniyelerdeydim.

 

"Ben... Teşekkür ederim, komutanım." diye dalgın bir tepki verdim ve kendimi hemen toparladım.

 

Sadece beni anlamak ile kalmamış bir de kabul etmişti.

 

Seviyordum, onu! Evet, evet!

 

Yüzümde saniyelik bir gülümseme oluştuğunda hemencecik yüzümden sildim. Kafam karışıyordu!

 

"Tuğgeneral ile görüşmeliyim, komutanım." dediğimde konuştu.

 

"Önce Tuğgeneral ile görüşmeye git, sonra da gel ve Bora ile görüş. Ben buradayım." dediğinde ayaklanmadan önce tekrar konuştum.

 

"Teşekkür ederim, komutanım." diyerek hızla ayaklandım.

 

"İzninizle, komutanım." dedim, selam durarak.

 

"Gidebilirsin." dedi, yumuşak ama kendine has ses tonu ile.

 

Verdiği komuttan sonra odasından derin bir nefes alarak çıktım. Odası da o gibiydi, yani onun kokusu sinmişti.

.

Bölümümüz bitti ☀️

Bölüm hakkındaki düşüncelerinizi buraya yazmak isterseniz -->

Okyanus ve Deniz sahneleri hakkında ne düşünüyorsunuz -->

Uras Teğmen? -->

Ve size bir sorum var ✨️

Doğru düzgün mü, yalan yanlış mı?

2051 kelime...

En yakın zamanda güzel bir bölüm ile tekrar görüşmek dileğiyle...

Bölüm : 26.04.2025 00:40 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...