15. Bölüm

12. Bölüm / Komutana Güven

Cansu
lily_lily

Merhaba ballarım, okurlarımm 💗

Bölüm baya geç saate kaldı, biliyorum ama biraz daha yazmak istedim ve bölümü baya uzattım. 2000 kelimeyi geçtiğimiz ilk bölüm ve en uzun bölümümüz oldu.

Bu bölüm hala Askeriye'deyiz ama günün bitişi artık :))

Diğer bölüm yeni bir günden farklı ve yeni olaylar ile başlayacak. Ve size minik de bir spoilerım olsun, diğer bölümde gerçek ailemiz çok aktif olacak.

Oy vermeyi ve bol yorum yaparak okumayı unutmayınız, canlarım 🌟

Şimdi siz en uzun bölümümüzü okuyor olacaksınız, umarım beğenirsiniz.

Düşüncelerinizi çekinmeden bana <- yazmayı unutmayın 💫

.

Günü her işimi bitirerek kapatmak istediğim için hızlanarak Tuğgeneral'in odasına doğru ilerledim.

 

Bora kendini açık ederek beni çok zor bir duruma düşürmüştü. Ayrıca artık onu rahat bir şekilde yakın takip etmem de artık pek mümkün değildi. Buna da bir çözüm bulmalıydım.

 

Her şey üst üste geliyordu, üstüme geliyordu ama her şey ile başa çıkabilirdim. Artık buna alışmıştım.

 

Artık zorlanmayacağım şekilde hareket etmeye karar vermiştim. Bu yüzden başkalarının hareketlerine göre kendi yaşamımı değiştirmeyecektim.

 

Bora kimliğini açık ettiyse ona uyum sağlamak için kimliğimi açık etmeyecektim.

 

Sonuçta İstihbarat, gizlilikti.

 

Her ne olursa olsun, kimliğimi açık etmek, yıllardır verdiğim emeğin boşa çıkmasını sağlardı. Kül kimliğim ile alacağım intikamımı sabır ile beklerken şuanda kendimi açık etmem imkansız bir şeydi.

 

Şuan Tuğgeneral'in odasının önüne gelmiştim. Tuğgeneral'in postaları bana tekmil verdikten sonra Tuğgeneral'den içeriye girebilmem için izin alacaklarından dolayı Tuğgeneral'in odasına girdiler.

 

Kısa bir süre bekledikten sonra Tuğgeneral'in postaları, Tuğgeneral'in odasından çıktı ve içeriye girebileceğimi söylediler.

 

Onlardan sonra hızla içeriye girdim ve Tuğgeneral'i gördüğümde dimdik bir şekilde durdum ve tekmil verdim.

 

"Kül. Emredin, komutanım!" diyerek tekmil verdiğimde bakışları bana döndü.

 

Kül. Sadece Kül'dü işte!

 

Hakkında başka bir şeyin bilinmesine ihtiyaç duyulmayan istihbarat ajanı.

 

Barış Tuğgeneral.

 

Görünümünden dolayı elli yaşından büyük olduğunu sadece tahmin edebiliyordum. Hakkında pek fazla bilgiye sahip değildim, sorgulamazdım da.

 

Soyadını bile bilmezdim ama ona olan bütün bu güvenim ile istihbarat alanında onun askeriydim.

 

O da zamanında benim gibi hem istihbarat alanında hem de kara askeri olarak görev yapmış olmalı ki, şuanda böyle büyük bir rütbeye sahipti.

 

İstihbarat alanında yükselmeme büyük bir açıdan yardımcı olan ve Kül olduğumda tek dinleyeceğim kişilerden biriydi.

 

Sorgulamadan emirlerini uygulardım.

 

"Rahat, Kül!" diyerek komut verdi.

 

Komutuna rağmen duruşum pek değişmemişti. Şuanda bana Kül diyerek seslenmesinin sebebinin buraya gelme sebebimi bilmesinden kaynaklı olduğuna emindim. Ona, Kül kimliğim ile tekmil vermemden de dolayıydı!

 

"Oturabilirsin." dediğinde emrini ikiletmeyerek dimdik bir şekilde masasının önündeki koltuklardan birine oturdum.

 

Niçin geldiğimi sorarcasına bir şey söylememi bekliyordu. Derin bir nefes aldım ve konuşmaya başladım.

 

"Komutanım, olanlardan haberinizin olduğunu düşünüyorum ama biraz bahsetmek istiyorum." dediğimde başıyla küçük bir onay verdi.

 

"Komutanım, yeni gelen tim ile yapılan toplantıda Bora kendini açık etti. Ben kimliğimi açık etmeyi düşünmüyorum ve-" derken sözümü bölerek katı bir ses tonu ile konuştu.

 

"Tahmin ettiğinden daha fazlasından haberim var." dedi. Bu konuda ne anlamam gerekiyordu bilmiyorum ama daha fazla açıklama yapmama gerek olmadığını düşündüm ve bekledim.

 

"Sen neden kimliğini açık etmeyi düşünmüyorsun?" diye sordu, oturduğu yerde sırtını yaslayarak arkasına yaslandığında.

 

Bu sorusu beni fazlasıyla şaşırtmıştı ama bu şaşkınlığı mimiklerime yansıtmadım, taş gibi katı suratımda hiç bir ifadeye yer yoktu.

 

En önemlisi de böyle bir soruyu Tuğgeneral'den asla beklemiyordum. Tamam, Albay ve diğerleri güvenilirdi. Timim ve yeni gelen Kızıl Timi'nin dahil güvenilir olduğuna inanıyordum, bir kaç istisnalar dışında. Hem onlarda benim gibi subaydı!

 

Tek bir sorun vardı. Yıllardır hedeflediğimiz görevin zamanını bekliyorduk ve Tuğgeneral, o zamana kadar kendimi kimseye açık etmememi söylemişti. Bu kişiler komutanım dahil olsa da bu böyle olacaktı.

 

Deniz Yüzbaşım farklı bir şekilde öğrenmişti, o ayrı bir konuydu. Bir kaç komutanım daha bu kimliğimi bilirdi ama başka kimsenin bilmesinin gerekmediğine Tuğgeneral özel olarak değinmişti.

 

Hatta tek bir sorun da yoktu, bir çok sorun vardı. Bora'nın kimliğini açık ederken ne benden ne de Tuğgeneral'den komut almaması çok büyük sorundu, bu konuda her hangi bir uyarı alacak mıydı, bilmiyordum. Ayrıca artık onu eskisi kadar takip edemeyeceğim de çok büyük bir sorundu.

 

Bunların dışında bende kimliğimi açıklamak istemiyordum, bir çok sebep vardı.

 

Tüm bu kafamı karıştıran soruları ve cümleleri bir kenara bıraktım. İfademde bir değişiklik olmadan konuştum.

 

"Yıllardır Kül kimliğimi neden sakladığımı siz de biliyorsunuz, komutanım." dedim.

 

Onunda tahmin ettiği cevap buymuş gibi baktı, sırtını yasladığı yerde dikleşti ve sakince konuştu.

 

"Söylediklerimi hatırlamayacak kadar hafızam kötü değil, Kül." diyerek konuştuğunda hemen konuştum.

 

"Öyle demek istemedim, komutanım." diyerek yerimde daha da dikleştim.

 

"Biliyorum! Ne demek istediğini biliyorum." dedi ve devam etti.

 

"Kül, kendini hazırla! Kızıl ve Alabora Timlerine de iyi alış. Onlara güvenmeye bak. Güvenmediklerinin ismini de bana ver çünkü onlara güvenmen gerekecek." diyerek kafamda büyük bir soru işareti bıraktı.

 

Güvenmek. Ben hayatımda birine güvenip de iyi sonuca ulaşmış mıydım acaba?

 

Güven. Korku, çekinme ve kuşku duymadan inanma ve bağlanma duygusu.

 

Bu duygu bana en son ne zaman uğramıştı da ben ne zaman güzel bir sona ulaşmıştım?

 

Sert çehresindeki katı gözleri bana dikkatle bakıyordu. Yıllarını askerliğe vermiş ve büyük bir komutan olmuştu. Benim saygı duyduğum, ne derse yapacağım komutanımdı.

 

Güvenmek derken onlara kimliğimi açıklayacak kadar güvenmekden bahsediyor olmalıydı.

 

Onlar ile omuz omuza güvenerek savaşmaktan bahsediyor olmalıydı. Kendi timim ile güvenle omuz omuza savaşıyordum ama bu Kızıl Timi için de geçerli olacak mıydı?

 

Öyle olacaksa da biraz zaman alacağı kesindi. Benim için güven kelimesi yalandan ibaretti. Askerlik bir meslek değildi, hayatımı adamıştım ve güven kelimesini ilk kez burada hissetmiştim.

 

Onu dinlemeliydim. Komutana güven.

 

Kısa saniye süren sessizliğim ile hızla konuştum. Komutana güven!

 

"Emredersiniz, komutanım." diyerek oturduğum koltukta daha dik bir pozisyona geldim.

 

Sözlerimden sonra yüzünde zar zor anlaşılan memnun bir ifade oluştu, ardından konuştu.

 

"Bora ile ilgili olan konuyu ben halledeceğim. Artık onunla görev almayacaksın ama onu yakından takip et ve ona dikkat et." dediğinde konuştum.

 

"Emredersiniz, komutanım!" diyerek onu onayladım.

 

Ardımdan kısa bir süre düşündükten sonra tekrar konuştu.

 

"Yeni bir istihbaratçı ile görevlerini tamamlayacaksın." dedi ve gözü masasında bir şeye takıldı. O sırada konuştum.

 

"Tek başına da görevleri tamamlayabilirim, komutanım." diyerek sesimi ikna edici çıkarmayı umarak konuştum.

 

"Bunu biliyorum. Çıktığın görevlerin zorluk seviyesinden dolayı iki kişi olarak katılmak zorunda olduğunu da sen biliyor olmalısın." dediğinde tekrar konuştum.

 

"Biliyorum, komutanım." dediğimde devam etti. Onu bu konuda ikna edemeyeceğimi biliyordum.

 

"Kendine göreve çıkacak birini seçmelisin." dedi. Evet, bu doğruydu.

 

Tekli görevlere çıkan ya da ikili görevlerde benim gibi tek kalan birini seçmeliydim.

 

Seçtiğim kişi de benim ile görev almayı kabul ederse bir aksilik çıkmadığı sürece göreve o kişi ile çıkacaktım.

 

Aklımda bir kaç isim vardı ama biri çok netti!

 

"Emredersiniz, komutanım." dedim.

 

"Şuanda seçmelisin." demesi ile bu sefer yüzümdeki ifadeyi tutamadım, şaşırmıştım. Normalde hemen seçmek gerekmezdi.

 

"Toplantıda bahsedilen göreve sen ve seçeceğin kişi gidecek. Bu görevde kısa bir süre sonra olacak." dediğinde bu kararı neden hemen vermemi söylediğini anlamış ve ona anlam vermiştim.

 

"Kül, bir an bile geri kalmanı istemiyorum. En iyi askerlerimden birisin ve senin halletmen gereken önemli bir görev var, her an hazırlıklı olmalısın." dedikten sonra arkasına yaslandı.

 

Bu sözleri uzun süredir duyduğum en iyi şey olabilirdi. En iyi askerinden biriydim. Evet, bu sözleri kendimle çok gurur duymamı sağlıyordu.

 

Benim buralara gelmemin, bu kadar yükselmemin sebebi olan bir görev vardı. Bir nevi hayatımın mahvolmasına sebep olan kişilerden alacağım intikamda diyebilirdim. Her an hazırlıklı olmalıydım!

 

"Haklısınız, komutanım. Emredersiniz!" diyerek yanıt verdikten sonra aklımdaki isimlerin arasından en çok mantığıma yatan isimi söyledim.

 

Benim gibi gözü kara olduğunu düşündüğüm, bir çok önemli görevlere adını başarı ile yazdıran cesaretine inandığım bir isim.

 

Dalga.

 

Kısa bir süredir görev almadığını biliyordum. Öncesinde ise tekli görevlerde fazlasıyla başarı sağlamış, hatta ikili görevlere çıkmıştı. Tüm görevlerini başarı ile tamamladığını duymuştum. Kısa bir süredir istihbarat alanına ara vermişti. Neden ara verdiğini bilmesem de çok başarılı bir istihbaratçı olduğunu çok kez duymuştum.

 

Ve bu karargah'tan Tuğgeneral'in emrinde olan bir istihbaratçıydı.

 

"Dalga." dedim, tek bir sözcük ile.

 

Sesimdeki merak belli oluyor muydu, bilmiyorum ama onunla birlikte önemli görevleri büyük başarılar ile tamamlayacağımıza emindim.

 

Ardımdan Tuğgeneral konuştu. Bu isim onun içinde en mantıklı kişiymiş gibi duruyordu.

 

"Soracağım. Şimdi çıkabilirsin, Kül!" dediğinde ayağa kalktım ve dimdik bir şekilde selam durdum.

 

"Rahat, asker. Çıkabilirsin." demesi ile birlikte odadan çıktım.

 

Geriye sadece Deniz komutanımın odasında Bora ile görüşmek kalmıştı.

 

Bunu da tamamlamak için hızlı adımlar ile Deniz komutanımın odasına ilerledim.

 

Tuğgeneral ile yaptığımız konuşmayı tamamlamak içimin rahatlamasına sebep olmuştu. Beklediğim tepkiden daha azı ile karşılaşmıştım. Bu beni mutlu ediyordu.

 

En iyi askerlerinden biri olmak. Bu cümlesi aklımın bir köşesinde tekrarlıyordu ve kendimle gurur duymaya devam ediyordum.

 

Hayatımın bir kısmı kendime acımak ile geçmiş olsa da bu kısmını gurur ile doldurabiliyordum. Bu beni mutlu ediyordu.

 

Ben kendimle gurur duymazsam kim benimle gurur duyacaktı?

 

Yüzümde oluşan küçük tebessümü normalde Askeriye'ye de olduğum için silerdim ama şuan yüzümde büyüyordu.

 

Akşam olduğu için koridorlarda kimse yoktu. Bu yüzden rahattım. Bakışlarım üzerimde üniformada olduğu için kafam yere dönüktü.

 

Hızlı adımlarım yavaşladığında kafamı kaldırdım ama karşımda beklemediğim kişileri buldum.

 

Mehmet Albay ve Kızıl Timi'nin komutanı yani Binbaşı.

 

Onları karşımda görmeyi nasıl beklemiyordum ki? Onlarda artık burada görev alacaktı.

 

Yüzümdeki gülümseme saniye geçmeden silindi. Bembeyaz bir örtüye değen çamurlu bir ayakkabının bıraktığı kir kadar hızlı yayılmıştı, yüzüme sert ifade.

 

Onları görmem ile durmuştum ama onlar benden önce durmuştu. Selam durarak bekledim.

 

"Rahat, asker." demeleri ile birlikte vücudum rahat bir pozisyona geldi ama gitmek için önce onların hareket etmelerini bekledim.

 

Hareket etmediler.

 

"Üsteğmen, sabah ki konuyu daha detaylı konuşmak istiyordum." dedi, Albay ve düşündü. Ne diyeceğini bilmiyordu, sanırım.

 

Sabah olanlar sadece bir konu muydu?

 

Benim için bu kadar zor bir durumu sadece konu olarak görüyorlarsa bu konuyu da halletmeyiversinler.

 

"Albayım, sabah yaşananlardaki karışıklık için üzgünüm. Sizin komutanım olduğunuzu bilmiyordum. Konuşacağımız tek şey bu olmalı sanırım, komutanım." diyerek düşüncelerimi kapalı bir şekilde belirttim.

 

Konuşacağımız tek şey askeri alandaki her şeydi. Başka ne olabilirdi ki?

 

Sabah anlattıkları masala göre ailem olduklarını iddia ediyorlardı. Böyle bir kan bağımız olsa da onlarda bağ kurmayacağımı biliyordum.

 

Bu sözüme karşılık Mehmet Albay hiç bir şey demedi ama bu sefer Binbaşı konuştu.

 

"Üsteğmen, bu saatte burada ne yapıyorsun? Timlerin hepsi çıktı." diyen Binbaşı ile düşündüm. Ne yapıyordum?

 

Bora'nın başıma açtığı işleri hallediyordum. Tabi siz bilmiyorsunuz, Kül ben olduğum için Tuğgeneral ile Bora ile ilgili görüştüm.

 

Böyle mi söylemeliyim?

 

Hatta birazdan Bora ile de görüşeceğimi mi söylemeliydim? Timler çıkmıştı ama Bora hala Askeriye'deydi. Onunla görüşeceğimi biliyor olmalıydı.

 

"Bir şey yapmıyordum, komutanım. Bende şimdi çıkacaktım." diye cevap verdim.

 

Bu ona pek açıklayıcı gelmemiş gibiydi ama ona söyleyebileceğim başka hiç bir şey yoktu.

 

Albaya da bu konuşma yeterli gelmemiş gibiydi ama başı ile Binbaşına işaret etti ve ikiside yanımdan ayrıldı.

 

Aynı noktada bir kaç dakika hareketsiz bir şekilde kaldım. Kimseye anlam veremiyordum.

 

Bu kadar umursamazca davranmalarının iki açıklaması vardı. Ya beni sorgulamak ama şuan üzerime gelmek istemiyorlardı ya da bu meseleyi bu kadar umursamıyorlardı.

 

Sonuçta bu bir konuydu. Benim için ise basit bir konu!

 

İkinci seçenek benim için daha iyiydi, öyleyse neden garip hissediyordum.

 

Üzülüyor olamazdım, değil mi?!

 

Küçük bir adım atarak etrafıma odaklanmaya çalıştım. Devamında hızla Deniz komutanımın odasına doğru ilerledim.

 

Aldığım derin nefes ciğerlerime girdiğinde hızlı bir şekilde tekrar nefes aldım. Tüm dengelerimi bozmak mı istiyordum?

 

Bu gereksiz tepki de neyin nesiydi?

 

Ben de bir insandım, bunu unutmamalıydım ama ben normalde bu kadar garip duyguların içerisine uzun süredir girmezdim.

 

Elimdeki ipleri sıkı tutmaya devam edecektim, bu yüzden son kez aldığım derin nefes ile kendimi eski duygusuzluğuma kavuşturduğuma inanıyordum.

 

Bu süre zarfında Deniz Yüzbaşımın odasına varmıştım. Kapısındaki postalar bana tekmil verip yine aynı şekilde hızla içeri girdikten sonra girebileceğimi söylediklerinde içeriye girdim. İçeriye girdiğim gibi ilerledim ve hızla selam durdum.

 

"Rahat, üsteğmen. Oturabilirsin." dediğinde masasının önündeki iki koltuktan birine oturdum.

 

Aramızda hiç bir konuşma geçmeden kapıdaki postalarını çağırdı ve onlara Bora'yı çağırmalarını söyledi.

 

"Tuğgeneral ile görüştün mü?" dediğinde evet dercesine başımı salladım ve konuştum.

 

"Evet, komutanım." dediğimde başını masasında ilgilendiği şeylerden kaldırdı ve arkasına yaslanırken konuştu.

 

"Sivile geçebilirsin." dedi.

 

"Tamam." dedim.

 

"Bora ile bir daha göreve çıkamayacaksın. Ne yapmayı düşünüyorsun?" diye sorduğunda rahat bir şekilde onu cevapladım. Tüm gün boyunca en rahat olduğum anlardan biri şuandı. Diğeri ise timin dinlenme odasında ikimiz arasında yaşanan olaylardı, o anda o kadar kalbimin çarpmasına rağmen onda huzur bulmuştum.

 

"Yeni bir istihbaratçı ile görevlere çıkmalıyım." dedim ve devam ettim.

 

"Uzun süredir özellikle tek bir isim dikkatimi çekiyor. Dalga. Tekli görevleri de, ikili görevleri de büyük başarılar ile tamamladığını çok kez duydum. Güzel anlaşacağımızı ve birlikte görevleri daha büyük başarılar ile tamamlayacağımıza inanıyorum." dedim, oturduğum koltuğa hafifçe sırtımı yaslayarak konuşmamı tamamladım.

 

Bakışları değiştiğinde tam olarak yüzündeki ifadeye tam olarak anlam veremediğim anda odanın kapısı açıldı.

 

Yüzüne o kadar çok odaklanmıştım ki, kapının açılmasını o an beklemiyordum.

 

İçeriye giren kişi, Bora'ydı. Selam durduğunda Deniz ile aynı anda konuştuk.

 

"Rahat, asker." dememiz ile birlikte Bora konuştu.

 

"Komutanım, beni çağırmışsınız?" dedi, sorarcasına. Neden çağırmış olabilirdik acaba?

 

"Evet, seni Okyanus çağırdı." dedikten sonra Deniz Akif, ilgisiz gibi etrafa bakındı ve sırtını koltuğa daha çok yasladı. Sonrasında yavaşça başını koltuğun sırt kısmına yasladı. Ondan rahatsız olmuyordum.

 

"Otur, Teğmen." dedim, sesimi en sert haline getirirken. Bu ona kızgın olduğum için değildi, benim sesim her zaman böyle sertti. Sadece yanında rahat olduğum kişilere yumuşardı. Bu kendimden taviz vermek anlamına gelse de bazen umursamazdım.

 

Konuşmam ile birlikte hızla karşımdaki koltuğa oturdu.

 

"Teğmen, kendini açık etme sebebini öğrenebilir miyim? Kime sorduğunu da çok merak ediyorum." diyerek rahat bir şekilde sırtımı koltuğa yasladım.

 

Onu umursamıyormuş gibi bir vücut diline bütünmüştüm. Artık onunla göreve çıkmayacaktım, bunları sormama gerek yoktu ama merak etmiştim.

 

"Komutanım, ben-" dediğinde sözünü böldüm.

 

"Evet, sen?" diye sordum.

 

"Ben çok tehlikeli bir görev olduğunu söyledikleri için-" derken yine sözünü böldüm.

 

"Tehlikeli bir görev olduğunu söyledikleri için kimliğini açık ettin? Bu kadar cesaretsizsen benimle nasıl görevlere çıktın, merak ediyorum." dedim ve bir saniye bile susmadan devam edecektim ki konuştu.

 

"Komutanım, ben özür dilerim." diye bir cümle kurduğunda onu duymamış gibi devam ettim.

 

"Evet, sadece o tehlikeli diye adlandırdığın göreve değil, artık benimle hiç bir göreve çıkmayacaksın. Herhangi bir uyarı ya da ceza alır mısın, bilmiyorum ama daha sonra çıkacağın görevleri başarılı bir şekilde tamamlamak istiyorsan kafana göre hareket etme! Kararları sen veriyor olsaydın, komutanların olmazdı!" dediğimde sessiz kaldığını görmek beni daha çok sinirlendirmişti. Ben bir şey demeden konuştu.

 

"Komutanım, ben kendimi açık ettim. Açık etmemizi istemişlerdi." dedi, Bora.

 

"Ne demeye çalışıyorsun, Teğmen? Ben de mi kendimi açık edeyim yani?" diye sorarak devam ettim.

 

Genelde sinirlendiğim bir konu olursa direkt rütbeleri ile hitap ederdim.

 

"Öyle demek istemedim, komutanım." dedikten sonra tekrar konuştu.

 

"Özür dilerim, komutanım." diyerek devam etti. Ona olumlu herhangi bir cevap vermeden direkt konuştum.

 

"Çıkabilirsin, Teğmen!" dedim.

 

Bu cümleden sonra selam durdu ve odadan çıktı. Onun ardından Deniz komutanım kafasını yasladığı koltuğun sırtından kafasını kaldırdı.

 

"Dalga ile mi görevi alacaksın?" diye sordu.

 

"Kabul ederse, evet." diye bir cevap verdim, bir az önce sivile geçtiğimizi hatırlayarak.

 

"Anladım. Dalga'nın kim olduğunu biliyor musun?" diye sordu. Neden böyle sorular soruyordu, komutan bozuntusu?

 

"Bilmiyorum ama bilsem de size söylemem doğru olmaz." diye bir yanıt verdim.

 

"Anladım." diyerek kısa bir şekilde konuştuğunda ona baktım. Yüzünde küçük bir gülümseme oluşmuştu.

 

Gülüşü üzerimde öyle etkiliydi ki, tenimin ısındığı hissediyordum. Kendimi ona çekilmekten alıkoyamıyordum.

 

Anlık olarak aklıma gelen sorunu ona açmayı düşündüm.

 

"Ben görevdeyken etrafta olmadığım için süphelenirlerse ne olacak, komutanım? Artık Kül'ün de iki timin içinden biri olduğu biliniyor." diye sordum. Onunla paylaşmak iyi gelmişti.

 

"Sorun olacağını sanmıyorum. Uzun bir görev ise izinde olduğun söylenir. Bora'ya zaten izin veririm. Görevde almadığı belli olmasın diye. Kısa ise bende ortalarda görünmem ve bu sefer ikimizden de şüphelenirler." dedi, şaşkınlıktan hafif gözlerim açılmıştı. Benim için kendinden şüphelenmelerini mi sağlayacaktı?

 

"Anladım." dedim, yutkunarak.

 

Bu konuşmalardan sonra da pek bir şey konuşmadık ama kısa bir süre de olsa onun yanında olmak iyi hissettirmişti.

.

Tekrardan ben 🤩

Umarım bölümü beğenmişsinizdir, bölüm hakkında genel düşüncelerinizi buraya yazmak isterseniz -->

Barış Tuğgeneral hakkında ne düşünüyorsunuz? -->

Okyanus ♡ Deniz? ->

Binbaşı ve Albay? --->

Bora? -> (:Bora benim de kafamı çok karıştırıyor ama bu daha daha başlangıç:) ->

Oy vermeyi unutmayınız 💞

Diğer bölümde gerçek ailemizi daha detaylı tanıyacağız. Onlar hakkında yorumlarınızı da çok merak ediyorum. ->

Instagram; lil__ybookss

Tiktok; lily_okyanus

2470 kelime...

En kısa sürede yeni bölümde görüşmek üzere... 💖

Bölüm : 06.05.2025 01:44 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...