
Merhaba, güzel okurlarımm 💞
Yeni bölümümüz ile geldimm, fikirlerinizi yorum olarak, tiktoktan veya ınstagramdan bana yazabilirsiniz. Hiç çekinmeyin çünkü fikirleriniz benim için çok önemli :))
Tiktok; lily_okyanus
Instagram; lil__ybookss
Bölüme başlamadan oy vermeyi ve okurken bol yorum yapmayı unutmayın, lütfen :)))
.
28.11.2024 - Perşembe - Günümüz
Kulağıma dolan yağmur sesi ile birlikte gözlerim yavaşça açıldı. Şiddetli bir yağmur sesi odanın içerisine doluyor ve huzursuz hissettirmiyordu.
Cam açık kaldığı için odanın içerisine yağmur sesi geliyor olmalıydı, içerisi de hafif soğuk olmuştu.
Yeni uyanmama rağmen dinçtim.
Hava daha aydınlanmamıştı. Sanırım sabah bile olmamıştı.
Üzerimdeki örtüyü yavaşça kaldırdım ve ayaklarımı yataktan sarkıttım. Dışarıda şiddetli bir şekilde yağan yağmur sebebiyle odanın içerisi toprak kokusu ile dolmuştu ve çok güzel hissettiriyordu.
Kalkıp cama doğru ilerlediğimde hafif bir baş dönmesi ve omzumda bir ıslaklık hissettim, daha doğrusu omzumdan sırtıma kadar inmiş bir ıslaklık.
Ayağa kalkmam ile gelen hafif baş dönmesi ve mide bulantısı ise hafifti ama hissedilir derecedeydi.
Elim ile omzuma dokunduğumda gerçekten ıslak olduğunu anladım, omzumdaki kurşun yarası kanamış olmalıydı. Dikişlerim patlamış olamazdı, değil mi?
Camı kapatamadım ama odanın ışığını açtım. Işığı açtığımda karanlığın bir kısmı azalmıştı. Elim tekrardan omzumdaki ve sırtımdaki ıslaklığa gittiğinde kan olduğunu anlamamak için hafızamı kaybetmiş olmam falan gerekiyordu. Yüzümün ekşimesine engel olamadım.
Omzuma bakmak için hafif yan durarak dolabımdaki aynaya doğru baktığımda beyaz tişörtümün kan ile renklendiğini gördüm.
Baş dönmem azalsa da mide bulantım yeterince rahatsız ediyordu. Üzerimdeki yorgunluğu ve kırgınlığı atmam için bana iyi gelecek bir şeyler düşünmeliydim.
Omzuma pansuman yapmak da tek başına oldukça zor olacaktı. Bu yüzden hastaneye gitmeye karar verdim. Bir serum da taktırırdım, dışarıda hava alırsam da iyi gelebilirdi. Hem geceydi ama saat oldukça erkendi.
Altıma ispanyol paça gri kumaş pantolonumu geçirdikten sonra başucumdaki komidinden silahımı aldım ve belime yerleştirdim. Ardından askeri kimliğimi de cüzdanıma yerleştirip cüzdanımı ve telefonumu aldım.
Kumaş pantolonları genellikle gündelik olarak giyindiğim için dolabımda spor kombinlerdeki eşoftman altları hariç en rahat bu pantolon vardı ve hızlı davranmak için hemen üzerime geçirmiştim.
Omzumdaki kanayan yaranın mikrop kapmaması için üzerimdeki uzun kollu bol beyaz renkteki tişörtü bile çıkartmadan üzerime ince bir hırka geçirdim. Sonuçta kanın hırkaya geçmesi düşünecek bir durumda değildim.
Omzumdaki kanama durduğu için biraz daha rahattım ama yine de aceleci bir şekilde botlarımı ayağıma geçirdim.
Vücudumdaki hafif kırgınlık ile birleşen baş dönmem ayakta durmamı biraz zorlaştırsa da bilincimi açık tutabiliyordum.
Üniformamı büyük bir çantaya yerleştirerek yanıma aldığımda telefonumu ve cüzdanımı çantanın içerisine yerleştirerek kapıya çıktım. Arabamın anahtarını bilerek almamıştım, araba kullanacak durumda değildim. Şova gerek yoktu!
Apartmandan çıktıktan sonra yağan yağmurdan dolayı hızla lojmandan çıkarak etrafıma bakındım. Küçük caddeden bir kaç araç geçiyordu, beş dakika olmadan boş bir taksi bulup çevirdim.
"Kızıl Hastanesi." diyerek adama seslendiğimde araç hareketlendi.
Sınır operasyonlarından yaralı geldiğimde anestezi kullanmak istemediğim için gittiğim bir hastane vardı ama Kızıl Hastanesi lojmana çok daha çok yakındı ve bu yüzden bu halim ile daha uzağa giderek kendime eziyet etmeme gerek yoktu.
Üniformamın olduğu çantayı kucağıma aldım. Buralardaki taksiler askerler için pek güvenli değildi. Terör örgütleri için çalışabiliyorlardı. Bu da pek hoş bir durum değildi.
Üniformam üzerimde olmadığı için asker olduğumu anlaması da çok küçük bir olasılıktı.
Derin bir nefes aldım, bilincimi açık tuttuğum sürece güvendeydim.
Bakışlarımı yola çevirdim, taksi hızla yolda ilerlerken yolu seyrediyordum. Kendimi iyi hissetmediğime kesinlikle emindim.
Zaten iyi olsaydım, hastaneye gitmeye gerek duymazdım, öyle değil mi?
Neden kendimi ikna etmeye ve bir sebep bulmaya ihtiyacım varmış gibi davranıyordum ki, sonuçta bende insandım.
Ayrıca ne kadar çabuk iyileşirsem o kadar erken görevlere çıkabilirdim.
Kısa bir süre daha yolu izleyerek derin nefesler alıyordum ki, yağmur biraz daha hafiflemiş bir şekilde serpelerken araç durdu.
Ücreti ödeyip taksiden indiğimde hafif bir baş dönmem vardı. Hastaneye doğru ilerledim.
Girişteki güvenlik bölümüne doğru ilerlerken çantamdan cüzdanımı çıkarttım ve askeri kimliğimi hazırladım.
Belimdeki tabanca, cihazdan geçerken cihazın ötmesine sebep olacağını için güvenlik görevlerine cüzdanımdan çıkarttığım askeri kimliğimi gösterip cihazdan geçmeden hastaneye girdim. Hızla acil bölümüne doğru ilerledim.
Sırtımdaki kanama durduğu için bu kadar rahattım, sanırım. Ya da baş dönmemin hafiflemesi ile bu kadar yavaş hareket ediyor olabilirdim. Dengemi koruyabildiğim her an benim için sorun teşkil etmezdi.
Adımlarımı dengemi koruyarak atarken derin bir nefes aldım. Mide bulantımı hissetmek, yutkunmama sebep oldu çünkü bir anlık çok kötü hissettirmişti.
Midemdeki bulantının sebebi ise kan kaybım olabilirdi çünkü evden çıkarken göz ucum ile kontrol ettiğim yatağım, sırtımdaki yaranın kanaması ile fazlası ile kırmızıya bürünmüştü.
Hastanenin ortasında hızla yürürken yavaşça kolumdan çekildim.
Yaralı omzumun tarafındaki kolumdan çekildiğim için acı hissetmem gerekiyordu, doğru ama şuan hiç bir acı hissetmiyordum.
Genelde de öyle oluyordu, vurulduğumda bile kurşunun acısını hissetmediğim zamanları hatırlıyorum ama bende bir insanım, acı hissetmem gerekmiyor muydu?
Acıyı hissettiğimde ise bu his bedenime öyle ağır geliyordu ki, normal insanlardan daha ağır tepkiler verebiliyordum. Bunun sebebini bilmesemde pek merak etmiyordum. Bazen acıyı hissetmemek, görevlerde yaralanma anında işime yarayabiliyordu. Bazen ise o anda yaralandığımı hissetmediğim için kan kaybını fark etmememe sebep oluyordu.
Ruhsal olan acıyı en derinlerimde hissettiğim için fiziksel olan acıyı neden hissetmediğimi araştırmıyordum.
Bedenimde emanetmiş gibi yaşıyormuşum gibi, değil mi?
"Okyanus." diyen sesi tam olarak duyamayacak kadar düşüncelerimin arasındaydım. Bu yüzden kim olduğunu anlayamadığım kişi tarafından kolumdan çekildiğimde kendime gelmeye çalıştım.
Bedenim, kolumu sertçe çeken elin sahibine doğru çekildi çünkü bedenimi taşıyacak gücü kendimde zor buluyordum.
Kolumdan tutan kişinin tam olarak kucağına düşmüşüm gibi göğsüne yapışmıştım. Bu durum, beni çeken kişinin yüzünü görmeme engel olsa da panikle aldığım derin bir nefes kimin göğsüne yaslandığımı anlamam niteliğindeydi.
Deniz Akif.
Bir adım geriye çekildiğimde yüzünü gördüm. O da beni bu kadar çekmeyi beklemiyormuş gibiydi. Kolu hala kolumda kalmıştı.
"Deniz Akif." diyerek ismi ağzımdan şaşkınlık ile çıktı.
Selam durmayı bile unutacak kadar büyük bir şaşkınlık yaşıyordum çünkü bakışlarım sol omzuna kaydığında sol omzundaki sargıyı görmeyi asla beklemiyordum.
Onunda bakışları omzumdaydı ama ben hırka ile omzumu kapattığıma emindim.
İkimizde sakata çıkmışız resmen!
"Omzuna ne oldu?" diyerek yüzündeki paniği sesine yansımış bir şekilde yüzüme bakıyordu.
"Kolun!" diye panikle bakışlarım yüzüne çıkarken aynı anda onun konuşması ile cümlelerimiz birbirine karıştı.
"Omzuna ne oldu?" diye sorusunu yenilediğinde ona cevap vermem gerektiğini anladım. Ne olmuştu?
"Kurşun yarası kanadı, pansuman yapılması gerekiyor. Tek başına pansuman yapamayacağımı düşündüğüm için buraya geldim." derken sözcükler hızla dudaklarımı terk etti. Ona sadece dürüstçe cevap vermek istemiştim.
"Kolun?" diye sordum, hızla.
"Görevde." dedi ve isteksizce ekledi.
Bu konudan bahsetmek istemiyormuş gibiydi, kolundaki sargılı yarayı saklamayı mı düşünüyordu? Ya da nereye kadar saklamayı düşünüyordu?
"Bıçak sıyırdı." diyerek devam etti.
Görevde yakın çatışmaya da girdiğimiz için bende karnımdan bıçaklanmıştım, omzumdaki kurşun haricinde.
"Omzuna pansuman yapılması gerekiyor." dedi, bakışları omzuma inerken.
Biliyorum, bende bu yüzden gelmiştim.
Kafamı çevirerek omzuma baktığımda şaşırdım. Altımdaki tişörtteki tüm kan hırkaya geçmişti!
Evden çıkarken üzerime ince hırkayı geçirirken ne bekliyorsam!
"Neden söylemedin?" dedim, bakışlarım ile kolunu işaret ederken.
"Çok küçük bir şey." dedi, sadece.
O sırada tam arkamdan gelen ses ile hızla arkama döndüm.
"Siz burada ne arıyorsunuz?" diyen ses, sabahki odadaki savcıya aitti. Emir Savcı!
Bir anda kulağımın dibinden gelen ses ile irkilmiştim, normal bir şekilde.
Sanki bizi kırk yıldır tanıyormuş gibi bu şekilde yanımıza gelmesi ile ne kadar sinirim bozuksa da konuştum.
"Asıl sen burada ne arıyorsun?" dedim, hiç düşünmeden. Keşke demeseydim!
Hastane, Kızıl Hastanesi! Emir Kaya Kızıl!
Hastane onlara aitti ya, unuttun mu, Okyanus!
Hastane onlara ait olsa da neden burada olduğunu soramaz mıyım yani? O bana sordu!
"Ben mi?" diye sordu.
Garip bir şey söylemişim gibi bakıyordu. Evet, garip bir şey söyledin ya, Okyanus!
Tam bir şey söyleyecekti ki, Deniz Akif konuştu. Böylece savcı ile aramızdaki hararetli bakışma sona erdi.
"Pansuman." diye omzumu işaret ettiğinde kolumdaki elinin hala yerinde durduğunu hissettim.
Bu durumdan sonra fark etmediyse bile fark eden savcı ise çatık kaşlar ile bakmaya başladı. Neden geldiğimizi anlamış olmalıydı! Hastaneye neden gelebilirdim ki?
"Omzun kanamış!" dedi, bakışlarındaki şaşkınlıkla ile.
İlk defa kan görüyormuş gibi davranması hafif komikti. Sinirle kıkırdadım ama istemsizce! Sonuçta koskoca savcı ilk defa kan görüyor olamazdı ya!
Diğer koluma ona bakmam için dokunarak konuştuğunda onunda sinirlendiğini anlayabilmiştim ama benim de bir sınırım vardı.
Ne bu samimiyet, kardeşim!
"Omzuna bakılması gerekiyor.-" derken konuşmaya devam edecekti ki, hızla kolumu çektiğimde konuşması bölündü.
"Onun için geldim ben, zaten!" diyerek sinirle yükseldiğimde küçük bir rezillik duygusunu hissettim. Küçük mü?
Sinirle tıslayan bir kediden farksız görünüyor olabilirdim!
Neden bağırma ihtiyacı duymuştum ki?
Şu halde Deniz Akif'i görmek bir nimet ise bu savcıyı görmek ise sinirimi bozmuştu, bunun tek sebebinin sabah olanlar olduğuna çok net emindim.
"Tamam, sakin!" diyerek o da hafif yükseldiğinde tekrar konuştu.
O sırada kolumdaki elini tenimde hissettiğim Deniz Akif ise hiç ses çıkarmadan aynı şekilde duruyordu.
"Bir doktor baksın, o zaman. Yardımcı olayım?" dedi, sorarcasına.
Kimsenin karşılıksız iyilik yapmayacağını çok iyi biliyorken böyle bir şeyi neden kabul edeyim?
"Ben hallederim." dedim, sakince.
Ben bir doktor bulup giderdim, onun bana ayrıcalık tanıyabileceği şey ne olabilir ki?
Hastane onların olsa da bende hastaydım sonuçta! Elbet beni tedavi edebilecek bir doktor bulurdum!
"Israr etmeyeceğim ama iyi gözükmüyorsun." dediğinde başımı hayır anlamında salladım. Beklediği bu değilmiş gibi baktı ve konuştu.
"Annem de pek iyi değil, onun için hastanedeydik." dedi, biraz önceki soruma vurgu yaparak.
O kadın... Sadece çok yorgun görünüyordu ve dikkatimi çekecek kadar gözümde parlaktı. Onun hakkında bir şeyler beni merak etmeye zorluyordu. Anlam veremiyorum!
Yerinde yavaşça hareketlendiğinde önümüzden çekilecekti ama bu sefer kendime hakim olamadan konuştum.
"Neyi var ki?" diye sordum, kısık bir ses ile.
Hissetmediğim bir duyguyla karşılaşırken midemdeki garip his ile anlamsızca yutkundum. Bu sadece bir merak duygusu değildi!
Bana neydi ki? Neden merak ediyordum, mesela? Niçin bu soruyu sorma gereği duymuştum?
İpin ucunu kaçırmaya mı başlamıştım? Oysa yıllardır o ipleri elimde tutmak için her şeyi yapıyordum!
O ipler ellerimde bir sürü kesik izi bırakmışken şimdi onları kaybedemezdim!
Bırakmazdım ama ya kaybedersem?
İpleri elinde tut!
İpleri elinde tut, Okyanus!
İpleri elinde tutmalısın ki, bunca yıl hayatta kalarak gösterdiğin tüm çabalarını kaybederek gücünden olmamalısın.
Çünkü en büyük güç, duygusuz olmaktır!
Tekrardan durup baktığında beklediği sorunun bu olduğunu ama soracağımı beklemediğini anladım.
"Sabah olanlar... Onu çok etkiledi. Biraz rahatsız." dedi, sadece.
Söyledikleri bir kaç kelimeydi ama içimi rahatsız etmişti. Sabah o odada bulunanların hepsi ile ilgili tek tek bir kaç düşüncem oluşmuştu ve onları hiç umursamamıştım ama o kadın...
Biraz farklı hissettirmişti! Tam olarak ne olduğunu anlayamıyorum bile, ne karmaşa!
O kadın düşüncelerimi kurcalayan bir şeylere sebep oluyordu. Onu merak mı etmiştim, onu görmek mi istiyordum? Hiç benlik olmayan düşünceler...
Savcı ile göz temasımızı kesmek istediğimde bir anlık baş dönmem ile yerimde sendeledim.
Her şeyde bir anda oldu. Gözüm karardı ve devamı yok! Bilincim kapandı!
Umarım, Deniz Akif'in kucağına düşmüşümdür. Yoksa bu rezalet bayılışım, başka hiç bir şekilde benim için düzelemez.
.
Oy vermeyi unutmayınız...
Kısa bir bölüm oldu, biliyorum ama burada kesmem gerektiğini düşündüm.
Sizce Okyanus uyanınca neler olacak? ->
Yeni bölümde kimleri göreceğiz? -->
(Gerçek Ailemizden birileri olacağı kesin, ama hangileri sizce?) -->
Bu bölümün, Okyanus ve Deniz'i? -->
Savcı'nın tavırları? -->
Onları yazmayı seviyorum ve artık, gerçek ailemizi de baya bölümlerde göreceğimiz bölümlere geldik.
Son olarak, Okyanus gerçekten de ipleri elinde mi tutmalı? -->
Yoksa o ipleri kaybetmeli mi? -->
İpleri asla bırakmayacağını biliyoruz ama kaybedebilir. Her şey Okyanus'un iradesine bağlı ve gerçek ailemizin atacağı adımlara... ♡
Umarım beğenmişsinizdir,
Enn kısa sürede görüşmek üzere...
Sadece bölüm,
1671 kelime...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 125.13k Okunma |
11.04k Oy |
0 Takip |
38 Bölümlü Kitap |