17. Bölüm

14. Bölüm / Her An Tehlike

Cansu
lily_lily

Merhaba canım okurlarım,

Sonunda yeni bölümde buluştuk 🎉

Oy vermeyi ve bol bol yorum yapmayı unutmayın, canlarım :))

En son bayılmıştık jsjjs devam edelim ♡

.

Kulağıma dolan konuşmaları algılayamayacak kadar kafam doluydu.

 

Neredeydim, ben?

 

Umarım, evdeyimdir ve sabah olmamıştır!

 

Dün o kadar dolu ve yoğun bir gündü ki, iki gün uyusam atlatamazdım. Zaten yaralıyım!

 

Gözlerimi sımsıkı kapatarak geri uyumaya çalıştığımda başımdaki yoğun ağrı ile zaten gözlerim açılmak istemiyor gibiydi.

 

Bir dakika! Gerçekten neredeyim, ben?

 

Gözlerim açılamasa da elim başucuma doğru ilerledi. Komidinimdeki silahımı arıyordum.

 

Evet, eğer evdeysem silahımı uyurken başucumdaki komidine koyuyordum.

 

Bu saatte bilincim kapalı bir şekilde evde değilsem de güvende değilimdir, diye düşünüyordum. Başka nerede olabilirdim ki?

 

Komidinde elimi iyice gezdirdim ama silahım yoktu ve elim bir şeye çarpmıştı, sanırım bir şeyleri kırdım! Cam kırığı sesi duyduğumda irkildim.

 

Evde değildim!

 

Silahım yoktu ve bende evimden başka bir yerde uyumazdım! Neredeyim ben?

 

Görevden de dönmüştük! Kafam o kadar doluydu ki, hiç bir şey hatırlayamıyordum!

 

Kendimce panik anı ilan ettiğim için bedenimi kalkmaya zorladım. Gözlerimin hızla açılması ile bedenim yerinden fırladı, bu duruma yere düşen camın sesinden dolayı irkilmem de belki sebep olabilirdi.

 

Gözlerimi açsamda hala etrafı göremiyordum. Bulanık, çok bulanık!

 

Alışkanlık olarak elim belime gittiğinde silahımı varlığını hissettiğim için rahat bir nefes aldım. Benim güvenlik anlayışımın birazı da buydu! Silahım! Güvenli ve iyi hissettiriyordu işte!

 

Aslında belimde de değildi, üzerimdeki kıyafet farklıydı ve silahım ile yatağın içinde yanımdaydı. Belimin tam yanındaydı.

 

Her an tehlikedeymiş gibi hissetmekten kötü bir şey yoktu. Her an tehlike olamazdı ama dimi?

 

Şimdi ise sırada nerede olduğumu anlamak vardı. Gözlerimi bir kaç kez kırpıştırdığımda görüşümdeki bulanıklık kaybolmaya başlamıştı.

 

Gözüme gelen beyaz ışık ile nerede olduğumu anladım, malesef. Hastane!

 

Evden çıktığım ve hastaneye geldiğim, hatta hastanede olanlar bile yeni yeni zihnime aktı. Yani hatırladım, diyebilirim.

 

Hastane odasına nasıl geldiğimi sorgularken etrafıma bakındım.

 

Bakışlarımı sola çevirdiğimde önce sessizce bakışlarını bana odaklamış Deniz Akif'i gördüm, sonra ise arkasındaki kapıyı ve odanın içerisindeki bir kaç eşya gözüme çarptı.

 

Ardından aklıma biraz önce yere düşen bir şeylerin sesi geldi. Hızla komodin tarafına baktığımda içi boş olan bir bardağı düşürdüğümü gördüm. Neyse ki kırık değildi.

 

Sonrasında bakışlarım tekrardan Deniz Akif'e döndüğünde onun hala burada olduğunu yeni kavramış gibiydim.

 

Orman gözleri yine uykusuzluk ile çevrelenmiş, bulutlu orman gözlere dönüşmüştü.

 

Sedyede dik bir şekilde oturur pozisyona gelerek ona baktım.

 

"Rahat, siviliz." demesi ile birlikte bedenimi serbest bıraktım ve vücudumun yorgunluğunu hissettim. Kaç saattir buradaydım. O da benim başımı mı bekliyordu?

 

Ne kadar çok bakışlarımı ondan ayırmak istemesemde odanın diğer tarafından gelen bir çıtırtı sesinden dolayı başımı hızla sağ tarafıma doğru çevirdiğimde ise görmeyi beklemediğim kişileri gördüm.

 

Onların burada ne işi vardı?

 

Odanın sağ tarafında benim olduğum sedye hariç iki sedye daha vardı. Cam kenarı boştu, ortadaki sedyede yani tam yanımdaki sedyede Çiçek Hanım vardı, bitkince uzanıyordu. Tam olarak anlayamasamda çok bitkin göründüğüne emindim. Hasta mıydı?

 

Çiçek Hanım'ın başucunda ise Mehmet Bey vardı. Bir dakika! Yani Albay vardı.

 

Zaten sedyede oturur pozisyondaydım, dikleştim ve Albaya döndüm ki, eliyle beni durdurdu ve konuştu.

 

"Rahat olabilirsin, Okyanus." diyerek kısa bir şekilde hızlı konuştuğunda duraksadım.

 

Ondan sonra biraz daha etrafıma bakınmayı düşündüm çünkü burada sadece Çiçek Hanım ve Albayın olduğunu sanmıyordum. Onlar varsa diğerleri de vardır gibi düşündüm.

 

Sedyenin karşı kısmındaki koltukta oturan, hayır uyuklayan kişi ise Uras Teğmen'di, uykusuz görünüyordu.

 

Bakışlarımı üzerinde hissettikten sonra başını kaldırdı ve beni gördü, uykulu görüntüsünü yok edecek bir şekilde gözleri açıldı. Uyanmama mı şaşırdı, anlamadım. Ölmedim ya, ben!

 

O saniye onu anladım, ben de onun komutanıydım! Onunda bana saygı duyacak şekilde durması gerekiyordu! Ben boşuna mı Deniz Komutanım ve Albay burada diye kalkıp düzgün bir şekilde oturmuştum.

 

Beni fark etmesi ile dikleştiğinde sessiz kaldım. Uykusu kaçmış görünüyordu. Bende etrafı incelemeye başladım. 20

 

Aynı şekilde benim sedyemin karşısında ise aşağıda karşılaştığımız savcı oturuyordu. O ise kardeşine karşılık epey dinç görünüyordu. Bu anlamsız durumun içerisinde hepsinin dikkat ile bana bakıyor olması ise beni de şaşırtmıştı.

 

Şu noktada tekrar bayılsam çok iyi olurdu!

 

Aramızdaki bakışmayı kesen şey, kapı sesiydi. Deniz Akif'in arkasındaki kapı açıldığı için bende dahil herkesin bakışları kapıya döndü.

 

Kapıdan içeriye giren önlüklü bir doktordu ama sadece önlüklü bir doktor değildi, bu aksi doktordu.

 

Genel Cerrah Güneş Kızıl. Ameliyatıma giren şu aksi doktor!

 

İçeriye girdikten sonra kapıyı kapattı ve bakışlarını odada gezdirdi. Yüzünde oluşmayan şaşkınlık belirtisi sayesinde daha önce burada olduğumuzu bildiğini anladım.

 

Odanın içine girdi ve Uras Teğmen'in oturduğu koltuğun yanındaki sandalyeye oturdu. Bu seferde herkesin bakışları ondaydı.

 

"Merhaba. Nasılsınız?" diye bir giriş yapmayı seçti.

 

Onu sana sormalıyız, doktor?

 

"İyiyiz, oğlum. Senin işin yok muydu?" diye soran Çiçek Hanım'a kaydı, bakışlarım.

 

Yanımdaki sedyede uzanıyordu. Hafif küt kesilmiş sarı ama aralarına aklar düşmüş saçları uzandığı sedyede saçları yastığına dağılmıştı. Yüzünü tam olarak detaylı inceleyemesemde masmavi gözlerinin oğluna odaklandığını görebiliyordum.

 

Bakışlarımı üzerime çevirdiğimde Çiçek Hanım ile aynı şekilde üzerimde hastane kıyafeti olduğunu gördüm.

 

"Bitirdim işimi, geldim anne. Daha iyisin değil mi?" dedi, doktor.

 

"Evet, oğlum." diye cevapladı onu, Çiçek Hanım. Çiçek Hanım ile konuşmalarından sonra doktorun bakışları bana döndü.

 

"Okyanus, sen iyi misin?" diye sordu.

 

Bir cevap vermeliyim, sanırım.

 

"Evet." dedim, içime kaçmış sesim ile.

 

Kalktığım gibi sedyede oturuyordum. Bakışları ile beni inceledikten sonra konuştu.

 

"Hemşireler omzuna pansuman yaptı. Omzuna pansuman yaparlarken boynundaki kolyeler ve künyeni çıkartmak durumunda kalmışlar." dedi ve eli ile yanımdaki komidini işaret ederek konuştu.

 

"Orada olmalı." diye devam etti.

 

Kolyeler ve künye.

 

Sözlerinden sonra elim hızla komidinin üst çekmecesine doğru gitti. O kolyelerin boynumdan ayrılmaması gerekiyordu, onları kaybetmemeliydim.

 

Komidinin üst çekmecesini hızla açtığımda garip şeffaf bir poşettin içinde görünen kolyeleri gördüm.

 

Kimsenin görmesi umurumda değildi, zaten kimse bunların ne olduğunu anlayamazdı.

 

Poşeti alıp kucağıma getirdiğimde avcumdaki poşeti inceledim. Eksiksizdi, güzel.

 

Zaten poşet küçük olduğu için ve içerisindekiler az olduğu için avucumu kapatarak onları tutabilirdim.

 

Tam olarak iki elim ile kucağımda tutarken bir anda avucumdaki poşeti bir el çekti.

 

Bu el, yanımda oturan Deniz Akif'den başkasına ait değildi!

 

Elimde duran içinde kolyelerin olduğu poşeti almış ve gözüne yaklaştırarak içerisine bakıyordu.

 

O sırada odadaki sessizlikten odanın içerisindeki yabancılığın soğukluğunu her tarafımda hissediyordum.

 

Öyle yabancılık çekiyor ve samimiyet hissetmiyordum ki onlara karşı, bazen kendimi sorguluyordum.

 

Acaba...

 

Eğer gerçek ailem onlarsa...

 

Ne olabilirdi ki? Mesela...

 

Aklımdaki bin tane soruyu kenara iterek diğer bir şeye odaklandım. Deniz Akif, kolyelerime neden bu kadar dikkatli bakıyordu?

 

Bir şey demeye cesaret edemediğim sırada odadakilerde epey sessizlerdi. En sonunda konuştum.

 

"Bir şey mi oldu?" diyerek kısık bir ses tonu ile ona sorduğumda bakışları beni buldu.

 

"Bu kolye neden sende?" diyerek ağzının içerisinde mırıldandı. Bu nasıl bir soruydu?

 

Sonra ise sanki konuşmamış gibi elindeki kolyelerin olduğu poşeti zorlukla bana uzattı ve sakince konuştu.

 

"Küçük olan kolye çok tanıdık geldi." diyerek arkasına yaslandı. Anlam veremeden ona baktığımda kafasının karışık olduğunu yüzünden okuyabilecek kadar onun yüzünü çok incelemiştim.

 

O sırada beklemediğim birinden bana karşı bir soru geldiğinde irkildim ve o kişiye doğru döndüm. Aksi doktor!

 

"O yüzük de neyin nesi?" dediğinde bakışlarım avcumdaki kolyelere kaydı.

 

Sedyemin hemen yanında ayakta duruyor ve serumumu kontrol ediyordu. Bu sırada elimdeki kolyelere bakmış olmalıydı ki, bu soruyu sordu. Poşetin içerisinde künyem de vardı.

 

Sorusunun üzerine Deniz Akif'in de yaslandığı yerden hafifçe eğilerek elimdeki kolyelere baktığını gördüm.

 

"Seni ilgilendirdiğini düşünmüyorum." diyerek aksi doktoru cevaplandırdım ve avucumu kapattım.

 

Bana ait bir yüzük değildi! Değer verdiğim hiç kimseye de ait değildi! Bu yüzük sadece boynumda hırsımı büyütüyor ve intikamımı almam için beni teşvik ediyordu ama bu durumu onların bilmesine gerek yoktu. Elimdeki kozdu bu yüzük!

 

Bu konu da çok uzamıştı!

 

Künyem ile beraber boynumdan bir an bile eksiltmediğim bu iki kolye, sadece önemliydi işte! Birisi benim için çok değerliyken diğeri ise hayatımı mahvedenlerden çaldığım bir hatıraydı.

 

"Bunları her gün mü takıyorsunuz, komutanım?" diyerek çekinerek soran sesin sahibi, Uras Teğmen'den başkası değildi. Seni ilgilendirmiyor ki!

 

Kalabalık bir aile oldukları için her konu uzatılıyordu, sanırım. Böyle bir ortamda büyümediğim için onları anlamam ya da onlara ayak uydurmam pek mümkün değildi. Doğru ya, ben her zaman tektim!

 

Ayrıca ben genelde olayları kendi kafamda büyütmeye alışık olduğum için herkesin aralarında konuşmasına pek uyum sağlamazdım. Tercihen.

 

"Evet." diyerek sert bir tonda kısa bir şekilde onu cevapladım.

 

Bu çocuğa da asla anlam veremiyordum, kişilik özellikleri çok karışıktı!

 

"Ben olsam takamazdım. Sanırım boğuluyorum gibi hissederdim, komutanım." dedi, kısık bir ses ile.

 

Ben zaten boğuluyorum, bu kolyeler mi beni rahatsız edecekti?

 

Sana fikrini soran da olmadı ki, Teğmen!

 

Teğmen'i cevapsız bıraktığımda sessizliğin içerisinde Deniz Akif'in konuşması ile ona döndüm.

 

"Yaralısın, uzan istersen." diyerek sedyeyi gösterdi. Haklıydı ama ortam buna pek müsait değildi.

 

"Evet, dinlen kızım. İyi görünmüyorsun." diye Deniz'e hak veren kişi ise Çiçek Hanım'dı.

 

En başından beri bakışlarımı kaçırdığım ve ne kadar çekinsem de ona karşı bir o kadar merak duyduğum kadının sesini duymak, ondan neden kaçtığımı sorgulamama sebep oldu.

 

Neden bu kadar iyi kalp ile yaklaşıyordu?

 

Kaçırdığım bakışlarımı ona doğru çevirdiğimde gözlerimin üzerindeki hayata karşı çektiğim sahte perde sızladı.

 

Sanki beni görmek istiyor gibi bakıyordu ve bu bana çok acı veriyordu. O dna testini yaptırdığımda içimde oluşacak şüphe ile onlar gerçek ailem değilse bile gerçek ailemi merak etmekten korkuyordum.

 

Çünkü bir insanı en çok sevgi bir çıkmaza götürürdü, o sevgi zaafa dönüştüğünde ise artık zaafın için kendi canını umursamadan hareket edemezdin. Hem zaaflarını korumaya çalışır ve hem de onları kaybetmemek için kendini mahvedersin, hem de canını umursamaya başlarsın.

 

Elin de kolun da bağlanır...

 

O dna testi sonucu korkutuyordu ama onların gerçek ailem çıkması ile birlikte yelkenleri suya indirmekten de korkuyordum çünkü çok dengesiz bir insan olduğumu biliyordum. Kendimden korkuyordum.

 

Vereceğim zararlardan ve alacağım zararlardan, hatta zaafların getireceği sorumluluklardan...

 

En çok da bu koca ailenin içerisinde sadece Çiçek Hanım'ın kalbimde bir şeyleri nasıl oynatmayı başardığını merak ediyordum.

 

Daha önce hiç hissetmediğim o duygunun kaynağıydı ve ümitlenmekten çok korkuyordum, kapılmaktan da...

 

Benim zaaflarım yoktu, çünkü hepsini kaybetmiştim!

 

Kimsesizken asker olmak biraz da kolay olmuştu. Sadece tektin, sadece bendim işte!

 

Ardında bırakacağın zaafların yoktu ve canını yakanlar vardı, onlardan intikam almak istiyordun. Bu uğurda yaşamayı seçiyordun ve hatta can vermeyi bile göze alıyordun.

 

İşte bu yüzden vatanım uğruna ölmeyi bile göze alan bir asker olmayı seçmiştim.

 

Zaaflarım yoktu, benim için canımın da bir değeri yoktu, sadece hırsım ve alacağım intikamım vardı.

 

Dağlarda yaptığımız temizlikler sonucu öldürdüğümüz teröristlerin bedenleri bile önemsenmezken bizlerden, vatanı için canını feda etmeye bile hazır olan subaylardan birimiz şehit olsak, kanımızı yerde bırakmayan ve intikamımızı aldıktan sonra bedenimizi bulup ülkemizin topraklarında şehit olabilmemiz için ellerinden geleni yapacak subaylar vardı.

 

Onlar ölüyordu, biz ise şehit oluyorduk...

 

Arada çok fark vardı... Büyük bir vatan kadar!

 

Kimsen olmasa da kocaman bir vatanın vardı!

 

Albayın da konuşması ile kendime gelmeyi başardım, dalgınlığa gerek yoktu.

 

"Evet, kızım. Çekinmene gerek yok, siviliz." dedi, yumuşak bir şekilde.

 

Çiçek Hanım konuştuktan sonra dalmış ve hiç birine cevap veremeden öylece durmuştum. Albayın konuşması ile Albaya ve Çiçek Hanım'a yüzümdeki ifadenin değişmemesine özen göstererek baktım ve konuştum.

 

Koskoca Albay, babacan bir edayla konuşuyordu. Anlam veremeyeceğim bir şekilde değer veriyormuş gibiydi, garip.

 

Bunca yıl, değil değer bilmek, değersizleştirilmekti bu hayat!

 

"Peki, teşekkür ederim." dedim, kısık bir ses ile. Ben bilmezdim ki, böyle şeyleri!

.

Bölüm sonuu...

Bu bölüm gerçek ailemiz bol ama Deniz de eksik olmadı tabi kii! Bölümü nasıl buldunuz? -->

Oy vermeyi unutmayın ♡♡♡

Çiçek Hanım ve Albay? -->

Aksi doktor? -->

Teğmen?? -->

Savcı? -->

Bu bölümün Okyanus'u?? -->

Deniz Akif :)) ? -->

15. Bölüm hakkında düşünceleriniz ve fikirleriniz varsa buraya yazabilirseniz çok sevinirim ;) --->

Gerçek Ailemizi aktif göreceğiz, bu da benden size gelsin. ✨️

En kısa sürede, yeni bölümde... 💘

🌊☄️

Bu bölüm,

1755 kelime...

Bölüm : 21.05.2025 22:58 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...