31. Bölüm

27. Bölüm / İstihbarat Görevi

Cansu
lily_lily

Merhabalar balımlar, 🍯🤍

Yeni bölümle geldim 🎉 Bölüm için sizi baya beklettim ama yarınki bölüm ile telafi edeceğim. Evet, yarın da 28. Bölüm gelecek.

Gece yarısını bulmadan bölümü atarım demiştim ama son üç saattir bölümleri düzenlemekteyim, gerçekten 🤭 28. Bölümü bitirdim, hafif diğer bölüm için birkaç şey yazdım ve 27. Bölümü düzenledim... Derken bölümümüz anca hazır oldu.

Size iyi okumalar diliyorum. Oy🌟 vermeyi ve bol bol yorum yapmayı unutmayınız. Kitap hakkındaki düşüncelerinizi okumayı çok seviyorum :))

.

Açıklaması ile bakışlarımı tamamen ona çevirdim. Yaralarım idare eder, mükemmel! Yüzümdeki gerginliğin kalktığını ve hafif tebessüm ettiğimi fark edebiliyordum. Göz göze gelmemiz ile konuştum.

 

“Teşekkür ederim.” dedim, ilk defa ılıman bir dil ile. Benim için değil de Tuğgeneral için gelmiş de olsa ona teşekkür etmeliymiş gibi hissetmiştim.

 

Teşekkürümün ardından bir cevap beklemeden arkamı döndüm. Kapının koluna doğru uzandığımda hedefim içeriye geri dönmekti ama söyledikleri ile beni neredeyse yerime mıhladı.

 

“Okyanus, yeri değil biliyorum ama daha fazla dayanamıyorum. En azından dinle, lütfen.” dedi ve ardından hiç beklemeden konuştu.

 

“Yaptırmıyor musun, o Dna Testini? Hiçbir önemi yok! Ben biliyorum. Senin kardeşim olduğunu biliyorum, Okyanus. Sen söz konusuysan annem hariç diğerleri umurumda değil. Olamaz! Bir abiye ihtiyacın olduğunda çekinme gel. Ne kadar güçlü olursan ol, bazen dayanamazsın. Anlatmak istersen, susmak da istersen, sadece gel. O testin zerre önemi yok. Sen benim kardeşimsin.” diyen aksi doktordan başkası değildi.

 

Kapı koluna giden elim yavaşça vücudumun yanına düşmüş ve sözleri ile betim benzim atmıştı. Yutkundum. Sözlerini sindirmeye çalıştım ve derin bir nefes aldım. Ciğerlerime giden nefes yetmedi, bir anda bu konuya girmesi ve söyledikleri beni bozguna uğratmıştı. Ona dönemedim.

 

“Yeri değilse konuşma!” dedim, uzun saniyelerin sonunda dişlerimi sıkarak. Ne diyeceğimi bilmemiştim, boğazım düğümlenmişti.

 

Çareyi yine ördüğüm duvarların arkasına geçerek kulaklarımı kapatmakta bulmuştum. Buydu, Okyanus! Kaçmaktı.

 

Konuşma, yaptırmayacağım o Dna Testini, bir aileye ihtiyacım yok, bu konu kapandı. Bu cümleler ile kaçış aradığımın farkındaydım.

 

Karşımda yıpranmış bir aile vardı ve bende onlar kadar yıpranmıştım. Ayağa kalkmayı ve toparlanmayı iyi biliyordum ama geçmişin hasarları, eksiklikleri ve acıları hiçbir zaman geçmeyecekti. Sadece arka planda duracaktı, hafifler miydi? En büyük güçte bununla yaşamaktı!

 

Derin bir nefes aldığını duydum. Kafamı yavaşça ona çevirdim ve yine bakışlarımız kesişti. Ne diyeceğini bilemiyor gibi duruyordu, gözlerini sinirle yummuş elini alnına atmış ve alnını ovuşturuyordu. Bana değildi, siniri. Belliydi! Bu mesafelereydi!

 

“Biraz önce olsa bu sözleri söyleyemezdim ama gördüm, karnındaki doğum lekesi kardeşimde de vardı, Okyanus. Bire bir aynısı. Göbek deliğinin hafif yukarısında küçük kahverengi kalp şeklinde bir doğum lekesi. Sen benim kardeşimsin, bu kadar tesadüf olamaz. Ameliyatına girdim, operasyon dönüşünde... Sen-” dedi, elalarını sahte elalarıma odaklarken. Tesadüf kelimesini bastıra bastıra söylemişti, o da biliyordu. Operasyon, ameliyat...

 

Sözü yarım kalmıştı. Elimi kaldırarak sözünü bölmüştüm. Daha doğrusu o sessizleşmişti.

 

Yüzü, söylediklerine ne kadar emin olduğunu belli edercesine sinirle kasıldı. Bu kadarı fazlaydı! İçeride komutan beklerken ben burada bu aksi şeyin söylediklerini dinliyordum. Anlayabiliyorum, kardeşinin acısını hala yaşıyordu ama benim de bir ailem yoktu! Sürekli karşımdalar, her an aynı konu! Benim de aynı noktadan acım büyüktü ama bir şey söylemiyordum.

 

Bir yandan da böyle söylemesi, bir kanıta bile ihtiyacı olmadan beni kabullenecek olması garip hissettiriyordu. Yani şey gibi, huzurlu ama benim çok uzak olduğum bir konu gibi. Ben mi her şeyi imkansızlaştırıyordum? Bilmiyordum ama aklımın karışmasını da istemiyordum.

 

Sinirle aldığım nefesi bıraktım. Sol elim, sağ kolunu buldu. Kolunun üst kısmını sertçe sıkarak kafasını eğmesi için kolunu sıkarak hafifçe çektim. Bu davranışım ile anlamış olmalı ki, kafasını eğdi. Kulağına yaklaşarak sert ama sessizce konuştum.

 

“Ne tesadüfü ya! Kardeşine mi benziyorum? Sadece doğum lekesi ile çözülecek bir konu mu bu? Ne kardeşi! Ha? Ne kardeşi! Bak doktor, benim sinirimi bozma. Bir daha da bu konuyu açma! Kardeşmiş, anneymiş, aileymiş! Hiçbiri umurumda değil! Anlıyor musun? Peki, konuşuyorsun da yeri burası mı? Komutan bekliyor, komutan!” dedim, sesimin titrememesine özen göstererek. Sessiz olsam da sesim gür çıkmıştı. Üstelik bir anda çok yükselmiştim ve nefes nefese kalmıştım.

 

Yine de sesim titremeden konuştuğum için kendimi tebrik ediyordum. Biraz önce söyledikleri kafamı fazlasıyla alt üst etmişti. Konuşmam ile kafasını çekti ama hala bana bakmayı sürdürdü. Saniyeler geçmeden konuştu.

 

“Yine de ben söyleyeceğimi söyledim. Dna Testi falan umurumda değil! Abine ihtiyacın olduğunda yanıma gelebilirsin.” dedi, bakışları şefkat doluydu ama sözleri beni sinirlendiriyordu.

 

Hala abi diyor ya!

 

Benim zaten abime çok ihtiyacım oldu. Oldu ama ben hep Pars abimi aradım. Yoktu çünkü başka abim! Sonra o da bakmadı. Yani artık ihtiyacım olsa da gitmem ki kimseye!

 

Pars abimi hatırlamam ile titrek bir nefes verdim. Beni aramıştı, sanki gelecekmiş gibi konuşmuştu. İki yıl sonra, hiçbir izine ulaşamadığım abim bana ulaşmıştı. Sorun şuydu ki canım yanıyordu ama nedenini bilmiyordum. Her ne olursa olsun benim yanımda olan abim, kardeşimiz şehit olduğunda beni yalnız bırakmıştı. Görevde olsa bile gelirdi, ölmediği sürece... Olsun ama şu an bunun bir önemi yok. Onu hatırlamak kötü hissettirmişti. Yutkundum, beni de üzen şeyler vardı elbet.

 

Doktor ise sözlerinin tam ardından yanımdan geçerek lavabonun kapısını açtı. Lavabodan çantasını da alarak çıktığında dumura uğramış bir ben bıraktı. Bulanık bakışlarımı açık kapıya yönelttiğimde derin bir nefes aldım. Donup kalmıştım. Son zamanlarda bir şeyler fazla üst üste geliyordu, yıkmıyordu ama sarsıyordu. Bu ailenin ortaya çıkması ile her şey başlamıştı zaten!

 

Hemen kendimi toparladım ve açık kapıya doğru döndüm, hızla Tuğgeneral ve Dalga’nın yanına ilerledim. Dalga demeye de alışmak biraz zor olacaktı, sanırım ama olsun.

 

“Otur, Okyanus.” diyen Tuğgeneral ile dik bir duruşla eski yerime oturdum, Tuğgeneralin masasındaki sol koltuğa.

 

Oturduğum an Deniz komutanım ile gözlerimiz kesişti. Bakışmayı çok sürdürmedim, yeşillerinden çekildim ve Tuğgeneralin tam karşısında ayakta duran doktora odaklandım. Bekledi ve Tuğgeneralin emri ile konuştu.

 

“Dinliyorum.” diyen Tuğgeneralden sonra konuştu.

 

“Kurşun yarası yüzeysel geçmiş, hayati organlara zarar vermemiş. Enfeksiyon riski yok. Bıçak yarası derin değil. Hareket kabiliyetini çok etkilemez ama darbelerden de kaçınmalı.” diyerek devam etti. Tuğgenerale bakıyor ve ona söylüyordu aslında ama bende dikkatle dinliyordum.

 

“Görev esnasında bandajlar yarayı koruyacak ama dikkat etmeli. Ağır kaldırma ve ani hareketler yapmazsa görev esnasında da sorun yaşamaz. Dikişleri açılırsa kesinlikle geri dönmek zorunda kalır.” diyerek sözünü bitirdi.

 

Doktorun konuşması ile Tuğgeneral bir şey söylemedi. Bakışlarımı doktordan çekerek Tuğgenerale çevirdim. Sessizdi.

 

Bir şey söylemedi, bana da bakmadı. Doktorun söyledikleri göreve çıkabilir ama sorunda yaşayabilir demekti. Kısaca dikkatli olmalıydım. Tuğgeneral de, benim görevi başarı ile tamamlamak için kendimi tehlikeye atacağımı biliyordu. Zaten bizler askerdik, kendimizi tehlikeye atmadığımız bir görev de olmazdı.

 

“Sen çıkabilirsin, Güneş.” dedi, Tuğgeneral. Nefesini vererek bakışlarını doktora doğru kaldırdı. Doktor ise küçük bir baş hareketinden sonra ellerini önünde toplamış bir şekilde odanın çıkışına doğru ilerledi. Nereden tanıştıklarını o anda o kadar çok merak ettim ki!

 

Kapıdan çıktıktan sonra kapı yine kapandı. Bu sefer bakışlarımı kapıdan çekerek direkt Tuğgenerale baktım.

 

“Komutanım, operasyona gidiyor muyum?” dedim. Gidiyor muyum, gitmiyor muyum? Değil! Gidiyor muyum? Evet ya da hayır. Bu göreve çıkmalıyım!

 

Bana bakıyordu. Bir dakikaya yakın uzun saniyeler boyunca bakışlarını çekmedi. Aynı esnada düşünüyor gibi de görünüyordu. Yüzümde tek mimik bile oynamadan söyleyeceklerini bekliyordum. Sonunda soluğunu vererek konuştu.

 

“Gideceksin.” dedi. Tek kelimesi ile içim rahatladı. Bu görev benimdi. O yüzüğü ben almalıydım. O örgütü ben bitirecektim!

 

“Seni bu göreve yollamak istiyorum ama sana bir konuda güvenemiyorum. Görevde sağlayacağın başarı kadar kendi canını korumuyorsun.” dedi, gözlerini bana dikerek. Yutkundum.

 

“Bu yüzden emrim ve görevin, bu görevi başarı ile tamamlamak ve sapasağlam bir şekilde buraya gelmek. Dikişlerin bile patlamasın, Kül. Dikkatli ol, yoksa sağlam da olsan seni başka görevlere yollamam.” dedi, son olarak. Dikişlerin bile patlamasın mı? O nasıl olacaktı?

 

“Tamam. Emredersiniz, komutanım!” dedim, bir saniye bile düşünmeden. Emirlere uymak zorundaydık. Görevi başarmam kadar hasarsız gelmem de benim için görev sayılacaktı. Sözlerinden bunu anlamıştım.

 

“Söz mü, Kül?” dedi. Hiç düşünmedim bile.

 

“Söz, komutanım!” dedim.

 

“Güzel.” dedi, başını hafifçe aşağı yukarı sallarken. Ardından Deniz’e döndü, yani Dalga’ya.

 

“Göreve birlikte çıkacaksınız. İkinizi de sağ salim istiyorum. Zaten çok tehlikeli bir operasyon olmayacak ama önemli bir operasyon!” diyerek aslında konuya yeni giriş yapmış bulundu. Evet, şimdi operasyonun detaylarını konuşma zamanıydı.

 

Kendimi sadece operasyona adamak için biraz önce gelen doktoru dahi unutacak şekilde karşımdaki Tuğgenerale odaklandım.

 

“Dalga ve Kül! Aynı timde olduğunuz için büyük bir uyumla görevleri tamamlayacağınıza eminim. Şimdi de önemli bir istihbarat görevine çıkıyorsunuz.” dedi, kendi kendine.

 

Dalga ve Kül...

 

İstihbarat görevi... Uzun süredir Kül olmayı beklediğim ve Deniz komutanım ile çıkacağım için çok daha iyi olacak bir istihbarat görevi.

 

“Göreviniz sınıra yakın büyük bir arazide yapılacak bir davete katılmak. Bir ay önceden belirlenmiş olduğu için uzun süredir haberimiz var.” diyen Tuğgeneral masasındaki dosyayı önüne çekerek dosyanın kapağını yavaş bir sakinlikle açtı.

 

O sırada gözümün ucuyla Deniz komutanıma baktım. O da Tuğgeneralin söyleyeceklerine odaklanmış, dinliyordu. General, dosyadan çıkardığı resmi ikimizin arasında masasının ucuna görebileceğimiz şekilde bıraktı.

 

“Bu malikane, ormanın içinde epey dikkat çekmeyecek bir yerde.” dedi. Gösterdiği resim malikanenin dıştan gündüz çekimiydi. Kafamı hafifçe eğerek kısa bir şekilde inceleyerek Tuğgenerale döndüm.

 

“Biz bu davete nasıl katılacağız, komutanım?” diyerek kısaca sordum. Soruma hızla ifadesiz bir şekilde yanıt verdi.

 

“Davete girebilmeniz için bir çiftin yerine geçeceksiniz. Yerine geçeceğiniz çift, devlet ile iş birliği yaparak tüm bu operasyonu düzenlememiz de bizlere epey yardımcı oldu.” dedi, önümüzdeki malikane fotoğrafını alıp dosyanın arasına koyarken.

 

Kimliğimiz gizli bir şekilde davete katılacağız. Hatta sahte kimlikler ile. Devlet ile iş birliği yapan bir çiftin yerine geçerek. Tamam.

 

“Komutanım, ya bu bir tuzaksa?” dedi, karşımda oturan Dalga. Gerçekten de bakışları Deniz komutanımı andırmayan bir şekildeydi.

 

Bilemiyorum, farklıydı işte ve bu barizdi! Bu hali bambaşka olsa da hala benim kalbimde aynı duyguları hissetmeme sebep oluyordu. Deniz’di!

 

Hiç düşünmeden direkt aklına geleni söylemişti, olabilirdi ama istihbarat güvenmediği bir bilgi ile bizi tehlikeye atmaz ve oraya göndermezdi. Bu yüzden tuzak olabileceğini düşünmüyordum.

 

“Tuzak olabileceğini sezmiş olsaydık, sizinle odamda operasyon detaylarını konuşuyor olmazdım, Dalga.” dedi, güven veren bir ses tonu ile Tuğgeneral.

 

“Haklısınız, komutanım.” dedi, Dalga.

 

Tuğgeneral ise Dalga’nın söylediklerine bir şey demeden önündeki sudan bir yudum alarak devam etti. Dosyanın içinden yeni resimler çıkartırken konuştu.

 

“Yerine geçeceğiniz evli çift.” dediğinde dosyadan iki tane resim çıkartmıştı. Resimler, küçük bir boyuttaydı ama vesikalık değildi. Siyah arka planda özel olarak çekilmişe benziyordu. Tuğgeneral, kadının resmini bana doğru uzatırken adamın fotoğrafını da karşımdaki Dalga’ya uzattı.

 

Kadının fotoğrafını aldığım gibi inceledim. Siyah at kuyruğu saçlar, koyu kahverengi gözler, açık bir ten rengi... Kadın, fotoğrafta göğüs hizasında çıkmıştı, yaklaşık otuzlu yaşlarına yakındı ve güzeldi.

 

Elimdeki fotoğrafı uzunca inceledikten sonra bakışlarım Deniz Akif’e kaydı. O da elinde fotoğrafı incelemişti ve kafasını kaldırarak bana bakıyordu. Bakışlarım Tuğgenerale döndü ve beklediğim işareti almam ile sessizce elimdeki resmi Dalga’ya uzattım. General, işaret parmağını döndürür gibi yaparak fotoğrafları değiştirerek ikimizin de incelemesini istemişti.

 

Aynı şekilde Dalga da elindeki fotoğrafı bana uzattığında fotoğrafı daha kısa bir şekilde inceledim. Fotoğraf, kadın ile aynı şekilde siyah bir arka planda, adamın göğüs hizasında çekilmişti.

 

Adam, koyu kumral saçlıydı. Karısından daha koyu kahverengi gözleri vardı. Hafif sakallı ve otuzlu yaşlarının başında olduğu belliydi.

 

Deniz Akif ise kumral ve yeşil gözlüydü. Görevden döndüğümüzde tamamen saçlarını ve sakallarını asker tıraşı yapmıştı. Adam ile yakından uzaktan alakası yoktu, aynı şekilde benimle kadın ile alakam yoktu.

 

Elimdeki fotoğrafı inceledikten sonra sözsüz bir şekilde Tuğgeneralin masasına bıraktım, Dalga da benimle aynı şeyi yaptı. Odada bir sessizlik oluştuğunda Tuğgeneral masasının ucundaki fotoğrafları alıp dosyaya koyarken dosyadan büyük bir kağıt çıkardı.

 

“Kül, yerine geçeceğin, fotoğraftaki kadın Esra Hidelgo Kılıç.” dedi, Tuğgeneral. Konuşmaya başladığında bana, kağıttaki bilgilerden de yardım alarak yerine geçeceğim kadın hakkında bilgiler vermeye başlamıştı.

 

“Kadının babası İspanyol, annesi Türk. Beş yaşına kadar İspanya’da yaşamış, ardından ailecek Türkiye’ye gelerek yüklü yatırımlar ile bir şirkete ortak olmuşlar. Bu ortaklığın ardından işleri iyice iyiye gitmiş ve Esra’nın babası Türkiye’de bilinen zengin bir iş adamı haline dönüşmüş. Bu süreçte Esra’nın babası kaçakçılık işlerine girişmiş ve bu durumda yıllarca sürmüş.” diyerek özetledi. Ara ara kağıttaki bilgilere bakıyor ve hızla anlatıyordu.

 

“Tüm bu kaçakçılık işlerinden haberimiz olmasını sağlayan kişi de Esra Hidelgo Kılıç. İstihbarat ile anlaşarak kanıtlarıyla birlikte babasını İstihbarata teslim ederek babasının işlerini göstermelik devralmış bir şekilde durumda. Babasının ve diğer kimsenin bu anlaşmadan haberi yok. Kadın zaten bizimle çalışıyor, yani bu davetten haberimiz olmasını sağlayan da o. Üstelik yıllardır kimse yüzünü görmemiş, babası tarafından ve kendi isteğiyle özenle saklanmış, ayrıca şu anda kendi de saklanmaya devam ediyor.” diyerek konuşmasını bitirdi.

 

Esra Hidelgo Kılıç. Yarı İspanyol, yarı Türk. Babasının varisi olarak yüzünü hiç göstermemiş, hep saklanmış. Hatta devlet ile anlaşarak babasını yaptığı kaçakçılık işlerinden dolayı tutuklattırmış.

 

Anladığımı belirtmek istercesine kafamı hafifçe oynattım ve bakışlarımı Tuğgeneralden çekmeden yavaşça konuştum.

 

“Anlaşıldı, komutanım!” dedim.

 

Tamam dercesine kafasını hafifçe aşağı yukarı hareket ettirerek elindeki kağıdı masaya bıraktı. Ardından dosyadan bir kağıt daha aldı. Yavaş bir şekilde hareket ediyordu. Bu sakinliği nedenini bilmediğim bir şekilde bana garip bir rahatsızlık vermişti.

 

Aldığı kağıda kısaca göz gezdirdikten sonra bakışlarını Dalga’ya doğru yönlendirdi. Dalga ise zaten Tuğgenerale bakıyordu.

 

“Dalga, senin yerine geçeceğin kişi ise Kayahan Kılıç.” dedi, Tuğgeneral. Arkasına yaslanarak konuşmasına devam etti.

 

“Kayahan’ın babası dedesinden kalan mirası devralarak aile şirketini büyütmüş bir iş adamı olarak tanınıyor. Bildiğimize göre Kayahan’ın babası kaçakçılık işlerine bulaşmamış ama göz yummuş. Kayahan Kılıç ve Esra Hidelgo Kılıç’ta bu sırada iki ailenin kararı ile iki yıl önce evlendirilmiş. Kayahan Kılıç’ta eşi gibi babası tarafından ve kendi isteği üzerine özenle saklanmış. Kimse görünüşünü bilmiyor diyebilirim. Babasının vefatıyla da yakın zamanda işlerini devralmış.” dedi, yavaşça. Tuğgeneralin sözleri üzerine birkaç saniye sonra Deniz konuştu.

 

“Anlaşıldı, komutanım!” dedi, benim gibi bir tonda.

.

Tekrardan ben, merhaba 💗

Bölüm hakkında ne düşünüyorsunuz? ->

Ben bile Aksi Doktor Bey Abimizin söylediklerine şaşırdım! 🫣 Dediğim gibi bazı yerlerde onlar kendilerini yazdırıyorlar :)

Aksi Doktor? -->

Okyanus, Kül? -->

Deniz Akif, Dalga? -->

Tuğgeneral? -->

Görevin nasıl olacağı hakkındaki bilgileri daha çok diğer bölümde öğrenecekler ve bölüm hazır gibi bir şey... Yarın geliyoruz 🌊

Oy vermeyi unutmayınız 🌟 Sizi çok sevmekteyim 💖🤭

Yarın, güzel bir bölüm ile Okyanus'ta buluşmak üzere 🫡

2069 Kelime...

Bölüm : 25.09.2025 01:17 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...