
Merhaba canlarııımm,
Haaariikaaa bir bölüm olduuu🤭
Cumartesi akşamı gelecekti bölüm, baktım ki yazdıkça yazıyorum ve sahne bitmedi. Dedim tamamlayayım, aynı zamanda daha uzun bir bölüm olsun ve pazar günü atayım. Gece oldu ama olsun.
Ben çok keyiflenerek yazdım, hatta yazarken video açtım, hızlandırarak tiktokta yayınlamayı planlıyorum.
Tiktok: lily_okyanus
Instagram: lil__ybookss
W: Canss_lily
İyi okumalar diliyorum ve 29. Bölümdeki yorumlarınızı cevaplamaya gidiyorum. Bol bol yorum yapmayı unutmayınız, yorumlarınızı okumak çok hoşuma gidiyor. Oy🌟 vermeyi de unutmayınız :))
.
28.11.2024 – Perşembe – 20.09
Gözlerimi kırpıştırarak aynadan uzaklaştım. Elimdeki maskarayı kapatarak makyaj masasına bıraktım. Kıvrık ve uzun görünümlü kirpiklerime azıcık maskara uygulayarak makyajımı tamamlamış sayılırdım.
Yoğun sayılmasa da epey fazla bir allık uygulamıştım. Yanaklarımda ve burnumun ucunda tatlı duran bir aydınlatıcı vardı. Ve göz makyajımı da elbiseme uyumlu bir şekilde tamamlamıştım. Lacivert bir far kullanmıştım, ardından göz pınarlarıma da beyaz renkte bir far uygulamıştım. Ayrıca gözüme siyah bir kalem çekmiştim ve bu da oldukça güzel duruyordu.
Geriye sadece rujumu sürmek kalmıştı, bunu evden çıkarken yapmaya karar vererek elime aldığım kırmızı ruju bıraktım.
Bakışlarım tekrar aynaya döndüğünde kendimi incelemeye başladım. Tuğgeneralin evimize yolladığı kıyafetlerdi, üzerimdeki elbise.
Elbisem güzel bir lacivert tonundaydı, koyuydu. Gözlerim ile aynı tonda olmasa da epey bir uyumlu olmuştu. Siyah saçlarım çıplak omuzlarıma dökülüyordu ve yüzümün daha sivri gözükmesine sebep oluyordu.
Elbise askılıydı. Bu durum en çok şaşırdığım şey olmuştu ama küçük bir not ile karşılaşmıştım. Tuğgeneralin notu olduğu tahmin ediyordum. Omzumdaki sargının kalmasını ve görünür olmasını istemişti. Bu yaralanmanın iki gün önce Esra Hidelgo Kılıç’a yani sahte kimliğim olduğu için şahsıma yapılan bir saldırı olduğunu dillendirmem gerektiğini de bahsetmişti. Bir bildiği vardır, elbette!
Bu sebeple omzumdaki sargı gözüküyordu ve epey dikkat çekiyordu. Elbisenin askılarını tekrar düzelttim, rahatsız olmuştum.
Ayrıca elbisenin sırtı neredeyse tamamen açıktı, oldukça fazla bir sırt dekoltesi vardı. Aynı şekilde göğüs dekoltesi de vardı. Elbise, göğüslerimi üçgen şekilde örtüyor ve üçgen bir şekilde dekolte oluşturuyordu. Saten ince kumaş, kalındı ama tenimde ince bir hissiyat yaratıyordu. Yokmuş gibi bir rahatlığı vardı.
Uzun bir elbiseydi, boyuma kadar aşağıya iniyor ve elbisenin uçları fazlasıyla yere değiyordu. Kumaş üst bedenimi sararken aşağıya doğru indikçe genişliyordu, ayrıca dizimin hafif yukarısına çıkan bir yırtmaçta vardı. Yürüdüğümde elbisenin açılmasını sağlayacak bir yırtmaç.
Aynadan biraz uzaklaşarak kendime boydan baktım, görünürde bir sorun yoktu ama elbisenin bu kadar açık olması beni rahatsız etmişti. Özel bir davet için normal bir şey olmalıydı gerçi! Üstelik elbise üzerimde o kadar güzel durmuştu ki, su gibi akmıştı.
Aynada kendime bakarken yüzümdeki ifadeye baktığımda hayranlıkla kendimi incelediğimi fark ettim. Üstelik elbisenin gözlerimle uyumlu oluşu çok hoş görünüyordu.
Tuğgeneralin verdiği kolye, küpe ve Deniz için olan saat ile küçük kulaklık da bendeydi. Çekmeceme koymuştum. Tam çekmeceme doğru ilerleyecekken aklıma saatin daha erken olduğu geldi ve yönümü yatağıma çevirdim.
Odamın içerisinde ilerleyerek yatağımın köşesine oturdum ve soluklandım. Yorulacak bir şey yapmamıştım ama yorulmuştum işte! Henüz tam iyileşmediğin için olabilir mi, Okyanus?
Aynadaki Görüntün, Okyanus. Çok güzel.
Bu hazırlık, bu elbise... Hepsi davet görevi içindi. Bugün olacak görev içindi. Bu yüzden Tuğgeneralin odasından ayrılır ayrılmaz evlerimize geçmiştik ve ben şimdiden hazır sayılırdım. Saat sekizi geçmişti, onda orada olmalıydık.
Esra Hidelgo Kılıç ve Kayahan Kılıç olarak. Ne kadar, Dalga ve Kül görevi olsa da farklı kimlikler ile davete sızacaktık. Ve yine biz olacaktık, Üsteğmen Okyanus ve Yüzbaşı Deniz. Deniz Yüzbaşımı başka bir kimlikte görmek alışamayacağım kadar garipti, hele ki onu Dalga olarak tanımak...
Kafamdaki karmaşayı bırakarak görevi kafamda tekrar planladım. Tuğgeneralin söylediğine göre sekiz veya sekiz buçukta bizi bir özel araç alacaktı ve davete götürecekti. Plakasını da söylemişti, siyah bir araçtı. Dalga ile sekiz buçuk gibi buluşacaktık ve araca binecektik.
Ve davet alanına gidecektik. Bu kadardı, çok basitti. Öyleyse, tüm bu basitliğe rağmen neden kalbim güm güm çarpıyordu?
Deniz komutanım ile görev almak, bir çift gibi davranmak mı? Hayır, bu kadar değildi. Sanki görevin asıl amacı olan yüzüğü bulamayacağız gibiydi. Bu kadar kolay olamazdı. Yani olmazdı işte! Bence.
O yüzük, o örgütü bitirmemizde önemli rol oynuyordu ve yüzüğe bu kadar kolay erişmemize asla izin vermezlerdi. Bu bir tuzak olabilir mi? Sorusu zihnimde yankılanıyordu ama olamazdı. General, tuzak olma ihtimalinin binde biri olsa bizi o davete asla yollamazdı.
Bilinmezlikle gözlerimi yumdum, çok düşünmek başımı ağrıtıyordu. Gidecektik ve görecektik. Tuzaksa tuzak, yüzükse yüzük! Payımıza düşeni alıp gelecektik. Düşünmemin hiçbir şeye faydası yoktu.
O esnada kulağıma zil sesi geldi. Kapının zili çalıyor olmalıydı. Zihnim o kadar bulanmıştı ki, bir an emin olamadım ama ardından kapının tekrar çalması ile hızla yerimden kalktım.
Çıplak ayaklarım ile odanın çıkışına doğru ilerlerken henüz giymediğim topuklularıma takıldım. Topukluları elime alıp kenara koyduktan sonra yoluma devam ettim. Koridora çıktım ve ardından kapıya vardım.
Kapımı çalan pek olmazdı, bu sebeple kapı deliğinden bakmadım. Gelen, Dalga olmalıydı. Eve kadar çıkmasına gerek yoktu ama sorun da yoktu. Kapıyı açtım.
Dış kapının açılması ile yüzüme vuran soğuk hava hoşuma gitmişti. Açılan kapının ardında da tahmin ettiğim gibi o vardı. Deniz Akif, Dalga.
Kapıyı açarak kapının önüne geçtim ve onu boydan boya inceledim. Siyah bir pantolon, siyah ayakkabılar ve siyah dar bir gömlek... Gömlek üzerine oturmuştu. Kollarını dirseklerine kadar katlamıştı ve gömleğinin birkaç düğmesi açıktı. Tamamen siyahlara bürünmüştü ve bu ona çok yakışmıştı. Nefesimi kesecek kadar yakışıklıydı.
Kısa bir süre onu inceledikten sonra bakışlarımı gözlerine sabitledim. Onun da benim onu incelediğim gibi aynı şekilde beni incelediğini fark ettim. Yüzümde içten bir gülümseme oluştu ve bir şey söylemesini bekledim. O konuşana kadar sustum.
“Okyanus.” diyerek adımı fısıldadı. Sesi içine kaçmış gibi geliyordu. Efendim dercesine mırıldandım.
“Geçebilir miyim?” diye sordu, bakışlarını kaçırarak. Kenara çekildim ve konuştum.
“Elbette.” dedim, yutkunarak. O ne düşünüyordu, bilmiyordum ama ben, üzerindeki gömleğin ona ne kadar yakıştığını düşünüyordum. Siyah gömlek neredeyse bedenine yapışmıştı. Gömlek olmasa daha iyiydi de bu şekilde idare edecektik!
Kenara çekilmiş olduğum için açtığım boşluktan içeri geçti. Bende onun ardından kapıyı sertçe kapattım ve ona döndüm.
Ona döndüğümde bana çok yakın olduğunu fark ettim, bir adım geriye atarak ciğerlerime derin bir nefes çektim ve sorusunu işittim.
Aramıza mesafe koymazsam, tüm mesafeleri yakıp yıkacaktım!
“Biraz erken geldim ama sorun yok, değil mi?” diyerek sordu. Bunu içeriye girmeden sorması daha doğru olurdu ama olsun, o istediği zaman gelebilirdi. Bana.
“Ne sorunu olacak?” diyerek ona soruyla bir cevap verdim. Sözlerimin ardından bakışları tekrar üzerimde dolaştı, bu kez kısa bir süre. Ardından hiç beklemeden konuştu.
“Su gibi olmuşsun.” dedi, yutkunarak.
Sözleri benim de yutkunmamı sağladı. Aslında söyleyecek çok şeyi varmış da tüm sözlerini bu üç kelimeye sığdırıyormuş gibi konuşuyordu.
“Okyanus gibi olmuşum?” dedim, yumuşak bir gülümseme ile.
“Haftalar sonra Okyanus olmuşsun.” dedi, hiç düşünmeden. Bakışları simsiyah saçlarımda geziniyor ve imasını derinden hissettiriyordu.
“Teşekkür ederim.” diyerek soluklandım. Ardından ekledim.
“Sende öyle. Yani sende... Çok yakışıklı olmuşsun.” dedim. Yüzümün yandığını hissediyordum. Utansam veya başka bir duygular hissetsem de yüzüm kızarmazdı ama şu an bir sıcak basmıştı.
Koridorumun ortasında bir adet Deniz Akif Alabora görmek zaten epey bir garipti!
Bu üç kelime ona yetmemiş gibi ekledi.
“Seni görevler hariç uzun süredir böyle görmüyordum. Seni, sen gibi görmek iyi hissettirdi. Elbisen... Gözlerinle çok uyumlu duruyor, sen bu rengi özel olarak mı seçtin?” dedi, ona yetmemiş gibi beni tekrar inceleyerek.
Bu yumuşak ses tonu ve samimi tavrı gecenin sonuna kadar onun ne kadar etkileyici olduğunu düşünerek geçireceğimi şimdiden netleştiriyordu.
Elbise, gözlerimle uyumlu olduğu gibi açık renk tenimle de çok uyumlu duruyordu. Tabi ki, gömleğinin koyu renk oluşu onun açık tenini de ortaya çıkarmıştı.
“Elbiseyi Tuğgeneral yollamış, ben seçmedim.” dedim, hızlı bir şekilde.
“Neyse.” dedim ve ekledim, elimi göğsüne koyarak.
“Ben hazırlanayım, sen beni bekle.” diyerek devam ettim.
Göğsündeki elimi çekilmesi için koymuştum ama o hiç kımıldamıyordu. Avucumun sıcak göğsüne temas etmesi ve parmak uçlarımın kalbine dokunuyormuşum gibi hissettirmesi güzeldi. Hem de çok güzeldi!
Aksine sağ elini sırtımın yaslı olduğu kapıya koymuştu ve hafifçe üzerime doğru eğilmişti. O ana kadar sırtımın kapıya yaslandığını bile fark etmemiştim.
“Bekle. Generalin verdiği saat ve kulaklık sendeydi. Onlar nerede? Seni beklerken takayım.” dedi, değişik bir sakinlikle. Sivilde Deniz çok başka oluyordu. Bambaşka oluyordu!
“Bende, evet. Odamda.” dedim, yüzüne alık alık bakarak.
“Odan ne tarafta? Getirebilir misin?” diyerek sordu.
“Getirebilirim.” dedim, yakınlığının kalbimin atışlarını değiştirmesini umursamamaya çalışarak.
Sözümün ardından kolunu kapıdan çekerek birkaç adım geriledi. Bende yerimde hafifçe kımıldanarak ona olan bakışlarımı çektim. Nereye gideceğimi bile unutmuştum, tam karşımda beni bekleyen adama saati ve kulaklığı getirecektim. Evet.
Bir şey söylemeden odama doğru ilerledim. Arkamdan gelen ayak seslerini işittiğimde sertçe duraksadım, duraksamam ile birlikte sırtıma bir beden çarptı. Benimle geliyordu! Neden benimle geliyordu?
Ben uzaklaşmadan o uzaklaştı, gerilediğini fark ettim. Arkam dönüktü. Vücudu uzaklaşsa da eli sağ omzumu bulmuştu. Yumuşakça tenime dokundu. Elinin sıcaklığını hissettiğimde anladım, vücudumun ne kadar buz kestiğini.
“Seninle gelmemde bir sakınca mı var?” diye sordu, normal bir şekilde. Ne diyorsunuz, Deniz Bey?
Ne sakınca olacak, Deniz Bey? Altı üstü odama geliyorsunuz? İnsan bir izin ister, değil mi canım?
“Yok, ne sorunu?” dedim, içime kaçmış sesim ile. Bu adam, bugün beni bir ayrı sınıyordu! Bende sabırlı bir insandım.
Salona geç, otur. Ben getirebilirim. Demek bu kadar da zor olmamalı, değil mi Okyanus? Zormuş demek ki!
Kafamdaki düşüncelere bir son vererek adım attım. Odama doğru ilerlerken, peşimden de o geliyordu. Zaten küçük bir evdi, kısa koridoru hızla tamamlayarak sessizlik içinde odama girdim.
Zamanımın çoğunun Askeriyede geçmesinden dolayı evde pek fazla vakit geçirmezdim, bu yüzden odamda hiç dağılmazdı. Odanın içine girdim ve makyaj masama doğru ilerlediğimde arkamı dönerek ona baktım. Kapının eşiğinde durmuş beni bekliyordu ve gözleri odada geziniyordu.
Bir şey demeden makyaj masasının en üst çekmesini hızla açtım ve içerisindeki kutuları çıkartarak masanın üzerine bıraktım. Küçük ve büyük iki kutu vardı. Birinde küpe, diğerinde de kolye vardı. Değerli gözüküyorlardı. İstihbarata ait olmaları onları gözümde daha da değerli kılıyordu.
Deniz Akif’e ait olan kutu ise tam bir saat kutusuydu, içinde saat ve bir adet kulaklık vardı. Kulaklık, kulak içinde pek gözükmeyen bir kulaklıktı. Üç kutu da siyah ve kadifeydi. Kutulardan Deniz’e ait olanı aldım ve ona doğru uzatarak konuştum.
“Tuğgeneralin verdiği saat ve kulaklık, bu kutunun içinde.” diyerek ona doğru ilerledim ve kapı eşiğine geldikten sonra ona uzattım. Yavaş bir şekilde elimdeki kadife kutuyu aldı ve konuştu.
“Kaç dakikaya hazır olursun?” diyerek sordu. Kadife kutuyu ellerinin arasında umursamazca tutuyordu.
“Hazır sayılırım. İstersen, içeride bekleyebilirsin.” dedim, normal bir ses tonuyla. Bakışlarımı yüzünde dolaştırdım. Söyleyemediği bir şey varmış gibiydi, bunu fark edebiliyordum.
“Okyanus.” diyerek ismimi mırıldandı. Efendim dercesine küçük bir ses çıkarttım.
“Omzundaki bandaj gözüküyor?” diyerek sorarcasına konuştu.
Sağ kolunu kapıya yaslamış, boy farkımızdan dolayı kafasını hafifçe eğerek bakıyordu. Bakışlarımı gözlerine sabitledim ve evet demek istercesine kafamı salladım.
“Sahte kimliğim, Esra Hidelgo Kılıç. İki gün önce omzundan yaralanmış, görünürde olacak ve soranlara böyle diyeceğim. General öyle istedi.” diyerek bu sorusunu da cevapladım. Anladığına dair bir mırıltı çıkarırken tekrar konuştu.
“Yaralısın da üşüyeceksin.” dedi, sol elini kolumda gezdirirken. Kolumdaki sıcak elinin, soğuk tenimde gezinmesi tüyler ürpertici hissettiriyordu. Yerimde dikleşeceğim bir üşüme hissiyatı ile karşılaşmıştım.
Aramızdaki yakınlığa, onun oluşturduğu yakınlığa anlam veremiyordum. Hayır, anlam vermek istemiyordum. Yine kaçıyordum. Hayır! Bu sefer de kaçmayacaktım, sözlerine karşılık aramızdaki mesafeyi sıfırlayarak konuştum.
“Üşümem. Merak etme, Yüzbaşı.” dedim ve dudaklarım iki yana kıvrıldı.
“Merak ederim.” dedi, hiç beklemeden. Yüzünde benim gülümsememden daha büyük bir gülümseme oluşmuştu.
“Neden merak edersin mesela, Dalga?” dedim. Bu ona ilk İstihbarat kod adıyla seslenişimdi ve son olmayacaktı.
Sınır bilmezce konuşuyordum ve bu durum karnımda garip bir his yaratıyordu. Ne olacak, gerginliği...
“Nedenlerime karşılık verebilecek misin de soruyorsun, Okyanus?” dedi. Yüzünü yüzüme daha çok yaklaştırdı. Bu yakınlık ile bakışlarım dakikalardır yüzünü incelerken gözlerimi kaçırdığım dudaklarına kaydı. Beni öpecek kadar yakındı.
Ses tonundaki o koyulaşmayı hissedebiliyordum. Benden etkilendiğini de anlayabiliyordum çünkü şu anda ve her anda bende ondan çok fazla etkileniyordum.
Birkaç saniye boyunca öyle kaldım, ona karşı ağzımdan herhangi bir cevap çıkmadı. Şu anda onu öperek ona bu cevabı vermek istiyordum. Bunu yapamazdım çünkü bu ikimizin arasındaki ilişkiyi çok farklı bir boyuta sürüklerdi ve ben o boyutu hayal edemiyordum. O boyutta neler yapabileceğimi bilmiyordum?
Saniyelerdir nefesimi tuttuğumu fark ederek derin bir nefes aldım, ten kokusu ve farklı bir parfüm kokusu burnuma doldu. Erkeksi bir parfüm sıkmıştı ve bu onun kokusunu baskılamıştı. Ağır bir kokuydu.
O anda geriye çekildi, kapı eşiğinden de bir adım geriye... Sanki ona söyleyemediklerim aramızdaki mesafeyi çoğaltmıştı ve bu kötü hissettirmişti.
“Bende öyle düşünmüştüm.” dedi ve bakışları elindeki kutuya kaydı. İçime kaçmış sesim ile hızla konuştum.
“Geç, otur.” diyerek o gelmeden önce oturduğum yatağımı gösterdim. Düşüncemde onu salona yollayıp hazırlanmak vardı ama onunla konuşmak istiyordum, zaten hazır sayılırdım. Bir tek ayakkabımı giyinmek ve çantamı hazırlamak kalmıştı.
“Oraya mı?” diyerek anlamsızca sordu. Evet dercesine başımı salladım ve konuşmadan içeriye geçtim. Birkaç saniye ardından ise onun adım seslerini duydum, duraksamıştı ve öyle içeri geçmişti.
Makyaj masasının aynasından gördüğüm üzere yatağın köşesine oturmuştu ve bana bakıyordu. Masanın üzerindeki siyah, kulplu çantayı alarak içindeki eşyalarımı kontrol ettim. Telefonum, birkaç gerekli eşyam ve en önemlisi silahım ile yedek mühimmatlarım... Çantam hazırdı.
Deniz burada değilmiş gibi makyaj masasının önündeki topukluları uzanarak aldım. Gözlerimi kısaca ona değdirdiğimde onun tamamen bana odaklandığını fark ettim. İlerleyerek köşesine oturduğu yatağıma oturdum, onun yanına.
Biraz önce yarım kalan konuşma hiç olmamış gibi davranıyordum, bu şekilde davranmam en iyisiydi. Öyleydi! Göreve odaklanacaktım. Kafamı tek dağıtabilen oydu ve ben, Deniz’i düşünürsem asla kendime gelemezdim.
Elimdeki topuklulardan sol ayağıma giyeceğimi kenara bıraktım ve sağ ayağım için olan topukluyu alarak ayağımın altına yerleştirdim. Siyah bir topukluydu, ipler ile alt bacağımın yarısına kadar çıkıyordu.
Topukluyu tek elim ile elbisemin göğüs dekoltesini tutarak ayağıma geçirdikten sonra iplerini bacağıma doğru çıkartmaya başlamıştım ki Deniz’in sesini duydum. O sırada açılan elbisemi doğru düzgün tutamadığım için kendime sövmeyi de ihmal etmiyordum.
“Bekle.” deyişiyle birlikte ipleri bırakarak eğilmeyi kestim. İpler bağlı olmadığı için bacağımdan kayarak topuklunun üzerine düştü.
Dikleşerek ona döndüğümde onun çoktan ayaklandığını gördüm ve aynı şekilde de tam önümde yere doğru diz çökerek oturduğunu. Sessizce onu izlerken ne yapacağını anlamaya çalışıyordum.
Tek dizinin üzerine çökmüş bir şekilde önümde dururken elleri biraz önce bağlamaya çalıştığım ipleri buldu. O anda ne yapacağını anladım.
“Deniz.” dedim, şaşkınlıkla.
“Zorlanıyordun.” dedi, ipleri yavaş bir şekilde bacağıma sararken. Ekledi.
“Yardım edeyim, dedim.” diyerek elindeki ipleri biraz önce benim yaptığım kadar bacağıma sardı ama ipleri öyle düzensiz sarıyordu ki, kendimi tutamadım ve ağzımdan küçük bir kıkırtı kaçtı.
“Olmadı.” dedim, kahkaham büyürken. Sözüm ile yüzünü kaldırarak yüzüme baktı ve kaşları çatıldı.
“Nasıl olmamış?” diyerek sordu, bir elindeki iplere bir de bana bakarak.
“Karman çorman olmuş.” dedim, kocaman gülümseyerek.
İplerin dağınık görüntüsüne dayanamadan hafifçe eğildim, eğilmem ile birlikte yüzümdeki bakışlarını çekerek topuklularıma yöneltti. Biraz önceki gibi elbise fazlasıyla açılmıştı, rahatsız olacağımı anlamış gibi önden yüzünü çevirmişti. Bu düşüncesiyle beni kendine bir kez daha hayran bırakmayı başarmıştı.
Bacağımı saran karışık ipleri açarak tekrar sardım, O sırada o da kafasını kaldırmadan benim ne yaptığımı inceliyordu. İpleri tamamen sardığımda sıkarak bağladım ve konuştum.
“Bak, böyle olacaktı.” dedim, yumuşak bir ses tonuyla.
“Ben nereden bileyim, kızım. Sanki daha önce topuklu mu ne ayakkabısıysa ondan bağlamışım gibi.” diyerek homurdandı. Gerçekten sinir olmuşa benziyordu, bu haline tekrar bir kahkaha attım. Çok hoşuma gitmişti.
Bu sözleri ile daha önce başka bir kadının topuklu ayakkabılarını bağlamadığını da anlayabiliyordum. Daha önce hiç sevgilisi olmamış olabilir miydi? Hem ben niye böyle şeyler düşünüyordum ki? Düşünmeyeyim! Onu düşünmeden de olmuyordu!
Onunsa hala bakışları yerdeydi, boynu tutulacaktı adamın! Diğer ayağıma doğru eğildim ve ipleri alarak bacağıma bağlayacaktım ki, onun sesini işittim.
“Biraz anlamaya başladım.” deyip ipleri elimden aldı. Benim yaptığım gibi yapmaya çalışıyordu.
“Neden öğrenme çabasındasın ki?” diyerek atıldım, sesimdeki küçük bir ima vardı. Bugün sınırı çok aşmıştım.
Ben sorduğum sorudaki imaya kendi kendime utanırken onun söylediği şey, o an beni daha da çok utandırdı.
“Senin için.” dedi. Ne dedi? Ne dedi? Küçük bir öksürük ile elindeki işte duraksayarak konuştu.
“Yani senin için. Bir daha ki görevler için.” diyerek ekledi. Hayır, toparladı. Bu sözleri ile derin bir nefes aldım. Zaten tenime değen parmak uçları ile bütün vücudum ondan etkileniyordu, bir de sözleri ile kalbime oynuyordu!
Bir daha ki görevlerde topuklu giyeceğim ne malumdu! Belki dağda, bayırda! Diyerek bende onu zorlamak istedim ama sustum. Bugün yeterince konuşuyordum ve bu konuşmalar kafamı fena karıştırıyordu.
O esna da ipleri tamamen bağlamıştı ve benim gibi sıkarak düğüm atmaya başlamıştı. Bacağımdaki baskıyla bunu anlamıştım, gözlerimi daldığı yerden ayırmak için iyice kırpıştırdım.
“Bitti.” diyen sesini duydum.
“Oldu mu?” diyen yumuşak sesi de tam arkasından geldi. Sözleri ile bakışlarım sol ayağımı buldu. Bacağımdaki ipler sağ ayağıma göre farklıydı. Evet, birazdan fazla dağınıktı ve sıkıydı ama önceki denemesinden daha iyiydi. Rahatsız olmadım ve büyük bir gülümsemeyle konuştum.
“Çok güzel olmuş.” dedim, yumuşak bir ses tonuyla. Sırf o yaptı diye tüm gece bu topukluyu böyle düzensiz bir şekilde kullanabilirdim çünkü o yapmıştı. Onun eli değmişti. Bozmayacaktım. Benim için bir şey yapmıştı.
“Hiç de olmuşa benzemiyor.” dedi, bacağımdaki iplere bakarak.
Hala önümde bir dizinin üstüne çökmüş bir şekilde duruyordu. Bense ona yukarıdan bakmanın ne kadar güzel hissettirdiğini fark ediyordum.
“Gayet güzel olmuş, eserinin arkasında duracağına olmamış mı diyorsun?” dedim, sorarcasına. Eser dediğin topuklu ayakkabı ipi mi, Okyanus?
“Cık, cık, cık.” diyerek onu kınar gibi bir surat ifadesi takındım.
Benim bu sahte tavrıma karşılık kocaman bir kahkaha attı. Gülüşünü yüksekten görmek de ayrı bir güzelmiş. Gözlerim parıldayarak onu izlediğime yemin edebilirdim!
“Tamam, senin içine sindiyse.” diyerek ayaklandı. Hızla ayaklanmasına karşılık yüzüm yukarı doğru kalkmıştı, ona doğru. O an aklıma gelen şey ile duraksadım. Hem de hareketsiz kaldım.
“Deniz. Geç kalacağız.” dedim, panikle. Hızla ayaklanmıştım, bedenim ona çarpmıştı. Eli belime sarıldı ve beni tuttu. Yakınlığımızı aklıma getiremeyecek kadar geç kaldığımızı düşünüyordum ki konuştu.
Sanki özel bir davete gidiyormuşuz gibi bir rahatlık vardı üzerimde! Görevdi, görev! Üstelik rolümüze de çoktan kendimizi kaptırmıştık. Evli bir çiftin yerine geçmiştik.
“Sakin ol, gelirken araçtakiler ile konuştum. Onlar da İstihbarattan, bir sorun olduğunda orada olacaklar. Etrafı kolaçan edecekler. Sekizi kırk beş geçe araçta olacağız, davet bir saat uzaklıkta. Belki bir saatten daha erken bile varabileceğimizi söylediler.” diyerek hızla konuştu.
“Saat sekiz buçuk olmamıştır daha.” diyerek ekledi.
“Tamam.” diyerek sözlerine karşılık rahat bir soluk aldım ve dip dibe oluşumuzu fark ettim. Bu yakınlığımızı yok etmek istercesine hızla sola doğru hareket ettim ve makyaj masasına doğru ilerledim. Arkamdan bir şeyler mırıldandığını duydum ama ne dediğini anlamadım.
Masanın üzerindeki kırmızı ruju elime aldım ve kapağını kaldırarak aynaya yaklaştım. Ruju dudaklarıma değdirdikten sonra dikkatlice sürdüm ve aynadan ayrıldım. Elimdeki ruju biraz önce kapattığım çantaya attığımda çantamı elime alarak Deniz Akif’e döndüm. O, her zamanki gibi bana bakıyordu.
“Çıkabiliriz.” dedim, yumuşak bir ses ile.
Sözlerime karşılık ayaklandı ve birkaç adımda tam önümde durdu. Bir şey söylemeden üzerime eğildi. Bu davranışına karşılık gözlerim kapandı, ne yapacağını anlamadım. Ardından geri çekildi, gözlerimi açtığımda elindeki iki kutuyu gördüm. Arkamda olan masadaki kutuları almak için üzerime eğilmişti ve anında kalbimin ritmini yine bozmayı başarmıştı. Ağzım şaşkınlıkla açıldı ve konuştum.
“Ben, unutmuşum.” dedim, kutulara bakarak.
“Sorun yok.” dedi ve elindeki büyük kutuyu açıyordu ki duraksadı. Bakışları bir anda yüzümü buldu ve ardından kırmızı rujlu dudaklarıma kaydı.
“Aslında çok büyük sorun var.” dedi, bakışları dudaklarımda oyalanırken. Hafifçe yaklaştı ve elini yanağıma koydu. Yaslı olduğum masayı fark ederek üst bedenimi arkaya doğru çektim, ondan hafifçe uzaklaştım ama bu aramızdaki yakınlığı bozmadı. Ne oluyordu?
“Davette dikkat çekmemeliyiz, Okyanus. Dudakların çok dikkat çekiyor.” diyerek yüzümdeki elinin baş parmağını dudağıma değdirdi. Ardından da parmağını dudağımda gezdirerek rujumun bir kısmını aldı. Yutkundum. Sonrasında da yavaşça alini yüzümden çekerek bir adım geri çekildi.
Kalbimin attığını hissediyorum.
İlk kez değil ama nadir kez. Dudağıma değen parmağı rujumun çoğunu almıştı. Dudaklarıma değmişti. Çok fazla, çok fazla. Bu görev benim sağlam olan tüm duvarlarımı yıkmayı başarabilirdi. Üstelik Deniz de bunun için uğraşıyor gibiydi.
Onun dikkatini çekmiş demek ki, Okyanus. Bedenim üzerinde bu kadar etkiye sahip olması şaşırtıcıydı. Aynı zamanda nefesimi kesebiliyor, kalp atışlarımı yükseltebiliyordu. Sıcak da basmıştı!
Hiçbir şey demeden elindeki büyük kutuyu açtı. Bende ona bir şey diyemedim, dilim lal olmuştu sanki... Bana bir daha bu kadar yaklaşma. Bu şekilde davranamazsın, gibi şeyler söylemeliydim değil mi? Ben ona yakın olmak isterken ona bunları nasıl söyleyebilirdim? Tepkisiz kaldım ve sustum. Kalp atışlarımın düzene girmesini istedim ama hayır, onun yanında bu mümkün değildi. Ona aşıktım.
Bu sırada o da kutudan kolyeyi çıkartmıştı. Konuşması ile fark etmiştim. Gözümü daldığı yerden çektim ve onun sözünü yerine getirdim.
“Arkanı dönebilirsin.” dedi, elindeki kolyeyi göstererek. Arkamı döndüm ve omuzlarıma dökülen simsiyah saçlarımı sağ tarafımda toplayarak kolyeyi boynuma takmasını bekledim, biraz önce yaşananların düşünceleri ile.
Parmağındaki rujum kolyeye geçmesin diye parmağını havada tutmaya çalışıyordu. Ben tenimde gezinen eline odaklanmamaya çaba sarfederken o da çok yavaş hareketlerle kolyeyi boynuma taktı. Aynada göz göze geldik, bakışlarımı hızla kaçırdım. Sınırlarımı aşmayacaktım. Bunu beceremeyecektim!
Küpenin içinde olduğu kutuyu da alarak bana uzattı. Küpenin kutusunu alırken Tuğgeneralin sözleri aklıma geldi.
Lavaboyu kullandığımda ve müsait olmadığımda kolyenin kamerasını kapatabilirdim. Aynı şekilde küpede de mikrofonu kapatabilirdim. Davetin yapılacağı alana girdiğimiz anda ise küpe ve kulaklığı aktif etmeliydim.
.
Tekrardan merhaba 🫣
Bu bölüm... Bu bölüm, Okyanus ve Deniz gerçekten çok güzellerdi. Ben yazdım diye demiyorum ama çok iyiydi eheheheehehe 🤭🤭
Okyanus, sınırlarını aşıyor ve bunu yazmak çok güzel hissettiriyor. Bir yandan da Deniz hep orada bekliyor.
Davet görevine gidecekler ama bir çok olay olacak, hepsi belli yazmaya başlıyorum.
Bu bölüm... Deniz ve Okyanus? Dalga ve Kül? -->
Deniz'e Dalga diyebilmek çok güzel çünkü en başından beri belliydi ve çok zor durdum spoiler vermemek için!!! 🫣
Aynı şekilde Okyanus’un görünüşü... Hala yazdım mı o sahneleri şüphesindeyim. Okyanus ilk aklıma geldiğinden beri belliydi. Okyanus hep karmaşıktı, çok karmaşıktı ama aynı zaman da çok da netti.
Daha bilmediğiniz sır gibi saklı büyük bir geçmiş ve gerçek ailemizin gizleri var.
Kitap hakkında sorularınız varsa alabilirim? -->
Bu hafta gelen 2 bölümde dolu dolu ve upuzundu. Böyle uzun yayınlayacağım düşünmezdim ama çok da güzel oldu.
En kısa sürede yeni bölümde görüşmek üzere... O zamana kadar Okyanus'la ve Deniz'le kalın.
Bu bölüm;
3275 Kelime...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 125.12k Okunma |
11.04k Oy |
0 Takip |
38 Bölümlü Kitap |