
Merhabalar ♡
Yeni bölüm ile geldim, bu bölüm biraz gülümseyerek okuyacağız :))
Oy vererek okumaya başlamayı ve bol bol yorum yaparak fikirlerinizi benimle paylaşmayı unutmayınız (^-^)
.
"Bu doğruysa bile benim yıllar sonra böyle bir şeye ihtiyacım yok. Dna testinin de bir anlamı yok. İzninizle." diyerek anlık bir hızla ayağa kalktım.
Bir an önce bu odayı terk etmek istiyordum!
Ayağa kalktım dimi, ben? Öyle bir hışımla ayağa fırlamıştım. Öyle bir hışımla fırlamışım ki! Karnımda hissettiğim acı normal dışındaydı!
Karnıma ne oluyor? Doğru ya! Ben yaralıydım! Karnımdan bıçaklanmış, omzumdan da vurulmuştum!
Nasıl unutmuşum ki? Unutulabilecek bir şeymiş gibi nasıl unutabilmişim?
Göreve çıkabilmem için iyileşmeliyim, bu yüzden daha dikkatli hareket etmeliydim!
Umarım, dikişlerimi patlatmamışımdır!
Karnımdan akan bir sıvı hissettim. Tabi ki de kan olmalıydı! Durup elimi karnıma değdirdim. Avuç içime ve parmak uçlarıma bulaşan kırmızı sıvı ile saniyelik bir bakışma yaşadıktan sonra hareket etmeye çalıştım ama zar zor bir adım atabilmem ile kendimi zorlamak istemeden hızla durdum.
Kesin dikişlerim patlamıştı!
Ayağa kalkayım derken havaya uçarsam olacağı da buydu! Dikkat etmeliydim.
Dişlerimi sıkarak hızla bir kaç adım attım ama öyle bir ağrı vardı ki! Dikişlerimin patladığını hiç sanmıyordum ama bu dikkatsizliğimden dolayı daha geç iyileşecektim. Görevlere çıkabilmek için bir an önce iyileşmeye bakıyordum. Benim bünyem çok çabuk toparlayabildiği için kendime dikkat ettiğim sürece bir kaç gün içerisinde ağrılarım geçtiği andan itibaren görevlere çıkabilirdim.
Dikişlerim patlamamış da olabilirdi, kontrol etmeliydim! Umarım, her hangi bir şey olmamıştır.
"Kızın karnı kanıyor!" diyen bir ses duydum.
Bu Teğmenin sesiydi! İşte, ne güzel gidiyordum! Seni varya!
Bu ailede en sinir olduğum kişi tereddütsüz Uras Teğmen olmuştu! Buna kesin olarak karar verdiğime şuan emin da olmuştum.
"Kıpırdama!" diyen ise aksi doktordu.
Anladık, doktorsun. Bırak da gidelim, yeter!
"Bekle, geliyorum." diyen ise komutancığımdı.
Derin bir nefes alarak hareketlendim ve bir adım daha attım. Evet, ağrı azalmıştı ama yaranın kanaması da hiç iyi bir şey değildi.
Bir an önce şu odayı, hatta hastaneyi terk etmek istiyordum!
Hastaneleri sevmezdim ama bu gibi durumlarda da iyileşene kadar kalmaya çalışırdım.
Şuan bir an önce buradan hemen uzaklaşmak istediğim için hemen burayı terk etmek istiyordum.
Elimi bir daha karnıma götürdüğümde çok az kan olduğunu fark ettim. Sanırım, dikişler patlamamıştı ama zorlanmıştı.
Bu kadar fazla ağrı da kurşun yarasının yeni olmasından kaynaklıydı. Mikrop kapmaması için bir de gidip pansuman yapılması gerekiyordu. Bir an önce şu ortamdan çıksam bana yeter de artar!
Deniz Akif'in elini belimde hissettim.
"İyi misin? Seni götürebilirim." dedi, kulağıma fısıldayarak.
Şu ortamdan nasıl olursa olsun çıkmak istiyordum ve hareket ederek karnımdaki yarayı zorlamak istemiyordum.
"Yürüyebileceğimi pek sanmıyorum ama-" derken hızla beni kucağına aldı. Cümlemi bitirmemi bile beklemeden!
Evet, kucağına aldı! İnanamıyorum! Bu kadar insanın içinde, hatta komutanlarımız bile varken kucağına aldı.
Dikişler patlamadığı için karnımda kanama çok olmasa da ağrı çok fazlaydı, idare edebilsemde pek hareket edebileceğimi düşünmüyordum, yarayı da zorlamak istemiyordum.
Tamam, onun asker olduğunu bilmiyorlardı ama Albay benim asker olduğumu biliyordu!
Bu kadar karmaşık bir durumda, artık daha fazla hiç bir şeyi sorgulayamayacaktım!
Hem zaten farklı karargahta görev aldıklarını biliyordum. Bir daha nerede karşılaşacaktık ki?
Oldu, bitti! Anın keyfini çıkarmak gerekiyordu, değil mi?
Beyaz atlı komutanım, benim!
Tam kucağındaki ben ile bir adım atmıştı ki, hem aksi doktor konuştu hem de üç tane telefon sesi duyuldu. Üç telefon niye aynı anda çalıyordu ki?
"Gidemezsiniz. Yarası açılmış, bakmam gerekiyor. Dikişleri patlamış olabilir." diyen aksi doktoru kimse o anlık umursayamadı.
Üç telefondan biri de benim telefonumdu ve ses komutanın cebinden geliyordu.
Benim telefonum hariç çalan diğer iki telefon, Albay ve Binbaşıya aitti. Onların da aramalarını yanıtladıklarını duydum.
Peki ya, bu arama bana ve onlara neden aynı zamanda gelmişti ki!
Deniz komutanım, beni tek eli ile kucağında tutarak cebindeki telefonu alıp bana uzattı!
Tek eli ile kucağında tuttu! Etkilendik, şimdi! Nasıl etkilenmeyecekmişim zaten?
Telefonu alıp açtığımda Teğmen Güney'in sesini işittim. Görev mi vardı, acaba?
"Komutanım, müsait misiniz? Komutanıma da ulaşamadım, yanınızda mı?" dedi.
"Evet, yanımda. Dinliyorum." dedim. Sesimi saniyesinde sert bir tona getirmem ile konuşmam bir olmuştu.
"Acil timi toplayıp toplantı odasına geçmemiz gerektiğini emrettiler, komutanım." dedi.
"Topla timi, biz geliyoruz!" dedim.
"Emredersiniz, komutanım." dedi ve telefonu kapattım.
"Ne olmuş?" dedi, Deniz Akif. Arkada konuşulanlara odaklanmadan ona cevap verdim.
Çoğu konuşmamı dinlemişti, sanırım ama asker olduğumu hala öğrenmelerini istemiyordum. Anlamamaları da imkansız gibi bir şeydi!
Albay zaten başından beri biliyorken ben onun Albay olduğunu bilmiyordum!
Bilseydim, daha dikkatli konuşurdum. O kadar çok meslek uydurmak zorunda kalmazdım. Yalan söylemiş de olmazdım!
Her neyse şuanda Binbaşı da öğrenmezse çok iyi olacaktı!
Ben telefon görüşmesini kapatırken kapıdan çıkıyorduk. Deniz Akif, kapıdan çıkarken ben onun kucağındaydım, Tabi ki!
"Timi toplayıp toplantı odasında olmamız gerekiyormuş, komutanım!" dedim.
Adamın kucağındasın! Cidden komutanım mı diyorsun? Komutan mı kalmış?
"Bu halde gelemezsin!" dedi.
Uyandığımda bulunduğumuz hastane odasına doğru ilerlediğimizi anladım.
"Gelirim, komutanım!" dedim, sesimi her zamanki gibi soğuk haline getirirken kararlı bir ifade ile konuştum.
Deniz komutanın orman gözleri ile gözlerim kesiştiğinde bana söylediği şeyde kararlı olmadığını anladım. Evet, gelmem gerektiğini düşünüyor olmalıydı.
Bu halimle göreve çıkmama asla izin vermeyecek olsa da gelmem gerektiğini düşünüyordu ve haklıydı.
"Gelebilirsin. Görev çıkarsa gelmeyeceksin!" dedi, net bir dil ile her zamanki gibi sert ifadesine bürünmeye hazırlanırken.
Haklıydı da! Bu halim ile onlara zorluk çıkartmaktan başka bir şey yapamazdım!
En az iki veya üç gün dinlenmeliydim ki, Deniz komutanıma kalsa bu durum iki hafta olurdu ama bir şekilde her seferinde kabul edebiliyordu çünkü bu gibi durumlarda çok fazla çabuk iyileşebiliyordum.
O sırada odadan çıkmış benim kaldığım odaya yaklaşmıştık. Biraz uzaktan Binbaşı, Albay ve arkalarından da Teğmen çıkışa doğru ilerliyorlardı.
Onları net bir şekilde görmem ile gözlerimiz kesişmesin diye kafamı hızla farklı bir yöne çevirdim.
Kafamı çevirmem ile alnımı Deniz Akif'in çenesine çarpmam bir anda olmuştu.
Neyse ki hafif çarpmıştık!
Anında orman gözleri bana döndüğünde ne olduğunu sorarcasına bakıyordu.
"Bir şey mi oldu? İyi misin?" dedi.
"İyiyim, komutanım." dedim.
Adamın kucağındasın ve ona komutanım mı diyorsun?
Dengesizim diye boşuna demiyorum!
"Okyanus, şuan da kucağımdasın. Farkında mısın? Hala komutanım diyorsun, rütbe mi var şuan da?" diye sordu, derin bir nefes alırken. Aldığı derin nefes ile hareketlenen vücudunu hissettim. Yani bir zahmet, değil mi? Adamın kucağındayım!
Yok, farkında değildim! Nasıl farkında olmayayım, komutan bozuntusu!
Buram buram gelen kokusu ve orman gözleri ile zaten bunu yeterince iyi anlamamı sağlamıştı. Bol sütlü kahve, parlak kumral saçlarına ise sürekli bakışlarım kayıyordu.
Teniyle uyum sağlamış olan duş jeli kokusu hariç şuan üzerinde parfüm olduğunu sanmıyordum.
"Ne demeliyim?" dedim, içime kaçmış sesimle. Derin bir soluk alarak kendimi toparladım.
Bu gün yaşananlar, hasta halimle birlikte beni çok yormuştu. Yoksa, başka bir açıklama olamazdı. Zaten tam olarak neler olduğuna da anlam veremiyor olabilir miydim?
Anlam vermek mi istemiyordum? Hiç bir fikrim yoktu! Biraz önce, karnımda olan ağrıyı hissetmemiş olsaydım, belki hala anestezinin etkisinde olduğumu düşünebilirdim. Her neyse...
"Deniz Akif diyebilirsin, ismim Deniz ya..." dedi, yüzüne tutamadıği bir gülümseme yayılırken.
Adamın ismi Deniz ya, Okyanus!
Deniz de değil, Deniz Akif diyordu! Ben ona rütbeden çıktığımız zamanlarda iki ismi ile birlikte hitap ederdim ve rahatsız olmadığı için de öyle hitap etmeye devam etmiştim.
"Peki, Deniz Akif." dedim.
Acilen şu dengesizliğimi üzerimden
atmazsam hiç iyi şeyler olmayacaktı!
Sabahtan beri yaşananlara anlam veremiyordum. Bir süre de anlam veremeyecektim, sanırım.
Hafifçe kendimi toparladım ve etrafıma baktım. Biz bu kadar süre içerisinde henüz hastane odasına gelmemiş miydik?
Biz zaten odaya gelmişiz! Hatta Deniz Akif odanın içerisinde hareketsiz duruyordu!
Neyi bekliyorduk ki?
"Gelmişiz." dedim.
Kollarımı ne zaman sardığımı bilmediğim Deniz Akif'in omuzlarından çekerken beni indirmesini bekledim.
"Konuşuyorduk. Ben o yüzden şey ettim." dedi. O da konuşurken geldiğimizin pek farkına varmamış gibi duruyordu.
"Ney ettin?" dedim. Rütbeden çıkmışsak bunu iyi kullanmak lazım! Ney etmiş yani?
"Bir şey etmedim, Okyanus." dediği sırada hala aynı noktada, kucağında duruyordum.
"Geç kalacağız." dedim. Beni indirmesini söylemiş gibi oldum.
Tamam, halimden memnunum ama Askeriye'ye geç kalırsak pek memnun kalamazdık.
O da Askeriye'ye çağırıldığımızı yeni hatırlamış gibi hareketlendi ve konuştu.
"Karnın kanıyordu, yaranı hemen temizleyeceğim ve sonra üniformanı giyinirsin." dedi ve beni hastane yatağının üzerine bıraktı.
Bu ciddi ifadesi ile birlikte artık rütbelerimizin geri geldiğini anlamak daha kolay oldu.
Ses çıkarmadan ne yaptığını izlemeye başladım. Odanın içerisindeki dolapları kurcalamaya başladı. Bir tane dolaptan pansuman için gerekli olan şeyleri çıkardı.
İkimize ait olan iki üniformayı da koltuğun üzerinde olan küçük bir eşya çantasından çıkardı. Ben anesteziden dolayı uyurken getirilmiş olabilirdi.
Üniformaların yanında olan silahlarımızı da çıkarıp hepsini yatağın üzerine koydu.
Odanın içerisinde nereden aldığını bilmediğim pansuman kutusunu açıp içerisinden bir tane sargı gibi olan bandajı ve yarayı temizlemek için gerekli olan bir kaç malzemeyi çıkardı.
Hastane odasında olduğumuza göre pansuman kutusunun nereden geldiğini de sorgulamamak gerekiyordu.
"Üzerini çıkart." dedi ve yaramı temizlemek için gerekli olan şeyi büyük pamuğa döktü.
Emredersiniz, komutanım!
Üzerimdeki hastane kıyafeti tek parçaydı ve içinde pek bir şey yoktu. Tamamen çıkarmamın imkansız olduğunu düşünerek pansuman kutusundaki makası alarak hastane kıyafetinin karın bölgesine yatay bir kesik açtım.
Karnımdaki yara fazlasıyla kanamış da olsa dikişleri patlamamıştı. Sadece biraz zorlamıştım. Bu iyi bir şeydi, fazla vakit almazdı.
Öncelikle yaranın etrafındaki bandajı yavaş bir şekilde çıkardı ve yarayı elindeki pamuğa döktüğü bir şey ile temizledi, ne olduğunu görememiştim. Çok da önemli değildi. Tekrardan bir pamuk alıp döktüğü ilacı yavaşça yaraya bastırdı.
Ne kadar yavaş da olsa fazlasıyla yaranın olduğu bölgenin acımasına sebep olmuştu.
Acılara, ağrılara tepki vermemeye alışkın olduğum için lendimi tutabiliyordum. Yüz ifademi korudum ve tepki vermeden dişlerimi sıktım. Canımın yandığını belli etmemeyi iyi bilirdim.
Dikişlere dikkat ederek yarayı iyice temizleyip hızla bandajı açtı ve dikkatle yaranın etrafına yapıştırarak yarayı kapattı.
"Omzunda bir şey yok. Sen burada üniformanı giyin, ben banyoda olacağım." dedi ve üniformasını alıp banyoya geçti.
Tekrardan tepkisiz ve duygusuz haline dönmüştü. Komutan bozuntusu!
O Yüzbaşı rütbesine girdiğinde hep böyle davranırdı. Benim gibi...
Ben de Kıdemli Üsteğmen Okyanus Kaya olduğumda tepkisiz ve duygusuz halime dönüşürdüm. Kül, o hepsinden daha da duygusuzdu.
Karnımdaki ve omzumdaki yaraya dikkat ederek üniformamı giyindim. Silahı belime takarken banyodan bir ses geldi.
"Giyindin mi? Gelebilir miyim?" diyerek konuştu, Deniz Komutan.
"Evet, komutanım." diyerek cevapladım.
Banyonun kapısı hızla açıldığında onu tamamen hazır bir şekilde gördüm.
"Hemen çıkmalıyız! Diğer Karargahtan başka bir timde gelecek, komutanlarda var." dedi.
Anlaşılan içeride bir telefon görüşmesi de yapmıştı. Hızla telefonumu ve askeri kimliğimi de aldım.
"Emredersiniz komutanım!" dediğimde hızla kapıyı açtı ve çıktı. Peşinden bende hastane odasından çıktım.
Adımlarını fazlasıyla hızlı atıyordu ve ben de öyle. Hastanenin çıkışına yaklaştığımızda Çiçek Hanım'ı tekrar gördüm. Köşedeki koltukta su içiyordu ve biraz kendine gelmiş gibiydi.
Bakışlarımız kesişti ve ben gözlerimi kaçırmadan önce bana şaşkınlıkla baktığını gördüm. Yanında ise tekli koltukta oturan oğlu vardı, savcı olan. Aksi doktor neredeydi acaba?
Çiçek Hanım'dan bakışlarımı kaçırırken savcının tepkisini minik bir şekilde izledim.
Fazlasıyla şaşkın görünüyordu.
Yalanlarımızdan sonra bunu direkt söyleseydik haklı olarak inanmayacaklarını da anlamış oldum.
Mehmet Bey'in Albay olduğunu bilmeden bir sürü meslek yalanı atmıştık. Teğmen ve Binbaşı da geç gelmişti, zaten!
.
Bölümümüz bitti. Yeni bölümü nasıl buldunuz? Kitap sizce nasıl ilerliyor?
Kitap ile ilgili fikirleriniz ne? Buraya yazarak, benimle paylaşmak isterseniz çok mutlu olurum.
En kısa zamanda yeni bölüm ile görüşelim ;)
Bölümümüz;
1719 kelime...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 124.98k Okunma |
11.04k Oy |
0 Takip |
38 Bölümlü Kitap |