
Merhaba 💫
İki, üç güncük beklettim sizi, kusuruma bakmayın lütfen ♡♡♡
Diğer sosyal medya adreslerimi de vermek istiyorum sizlere, kitabımız ile ilgili oralardan da paylaşımlar yapıyorum.
Instagram; Lil__ybookss
Bölümden önce yeni bölüm sayaçlarını ınstagramdan açıyorum.
Tiktok; lily_okyanus
Kitabımız ile ilgili bol bol spoilerlı videolar atıyorum. Bakmak isterseniz.
Oy🌟 vermeyi ve bol bol yorum yapmayı unutmayınız, lütfen :))
.
Toplantı odasında bir tek bizim tim kaldığında Deniz Yüzbaşımın komutunu bekliyordum.
Deniz Yüzbaşım, her hangi bir komut vermediğinde bizimkiler konuşmaya başladı. Onları dinlemeye başladık.
"Bizim Bora'ya bak! İstihbaratçı çıktı!" diye bodoslama dalan Merih oldu.
Bizim tim, bizi unutup sohbet etmeyi daldıklarında bakışlarım Deniz Akif'e çarptı.
"Şaşırdım." dedi, Ozan. Anlaşılan baya şaşırmıştı, doğru düzgün konuşmadı bile.
Gözlerim, Deniz Yüzbaşının bol sütlü kahve tonlarında, kumral saçlarında dolaştığında yüzümde saniyelik bir gülümseme oluştu. Ardından yüz ifademi topamaya çalıştım ve bakışlarım sertleşti.
Bakışlarımın sertleşmesi, bir nevi kendimi kapatmaya çalıştığımda olan bir şeydi. Bazen istemeden bile kendimi kapatabiliyordum.
Yan tarafında oturduğum için yüzünün bir yanını görebiliyordum. Orman gözlerini detaylı inceleyememiştim.
Kemikli yüz hattı gerginlikle doluydu, derin bir nefes aldı ve tepkisiz bir şekilde karşıya bakmaya devam etti. Yutkundu.
Ne düşündüğünü bilmek isterdim. Onunla ilgili her şeyi bilmek isterdim.
İçimdeki şüphe tohumlarını uzun süredir yaptığım gibi bir süre daha o topraktan uzaklaştırdım. Onu ilk gördüğümden beri...
Kollarını göğsünde birleştirerek heybetli bir görüntü oluşturuyordu. Yemyeşil, orman gözleri sohbet eden timimize kaydığında yüzündeki sert ifade hafiflemişti ama bu anlık bir değişimdi. Hemen eski haline dönse de rahatsız değildi, sessizce onları dinlemeye devam etti.
"Yanlız ikinci istihbaratçı da bizim timden çıkarsa tüm askeriyeye lahmacun ısmarlarım. Ayran bile alırım." dedi, Merih.
Kül, ben olduğuma göre...
Merih, böyleydi. Her şeyi dalgaya vurmayı severdi. En gereksiz anlarda bile saçma şeylerden bahsedebilirdi. Görevler haricinde ciddiyet ile alakası bile olmazdı.
"Sen olmadığını nereden biliyoruz ki?" diye mantıklı bir soru yöneltti, Şahin.
Kül olduğumu bilmeseydim. Şahin'i çok haklı bulurdum ama Kül ben olduğum için Merih olamazdı.
Bu samimi konuşmaları, konuşmaya katılmak zorunda olmadığım sürece güzeldi.
Ciddiyetimi bozmayı pek sevmezdim.
Askeri bir birlik olarak her zaman görevlerimizi başarıyla, en iyi şekilde yerine getiriyorduk.
Ben ve Deniz komutanım, askeri alanların dışında da ciddiyet ile davranmaya devam ediyorduk. Deniz Yüzbaşım da benim gibiydi. Bu yüzden şuan da ikimizde onların sohbetini seyirci gibi izlemeye devam ediyorduk.
Her zaman onlar gibi davranmak istesem de onlar gibi ciddiyetsiz davranmayı başaramıyordum.
Deniz komutanım da benim gibiydi ama kendi düşüncelerim gibi, onun düşüncelerini de bilmiyordum.
Askeri bir timdik! Başarılı ve uyumlu bir şekilde neredeyse her görevimizi başarı ile tamamlardık ama kendimi askeri konuların dışında hep onlardan soyutlardım, Deniz Akif'de öyle...
"Lan Teğmen, sen ne diyorsun? Benden istihbaratçı mı olur?" dedi, Merih. Kendisini hafife alması hiç hoşuma gitmediği için lafa direkt daldım.
"Niye olmasın, Merih? Kendini hafife almaya devam edersen, hiç bir şey olamaz. Değil mi, Üsteğmen?" dedim.
Tepki göstereceğim bir şey hakkında konuşurken rütbeleri ile hitap etmeyi tercih ederdim ve onlarda bu anların getirilerinden pek memnun kalmazlardı.
"Yok, ben öyle demek istemedim, komutanım." dediğinde tekrar konuştum.
"Kendine inanmazsan hiç bir şey yapamazsın. Üsteğmen Merih Kuzey olabilmişsin de istihbaratçı niye olamayasın?" dedim, ona bakarak.
Böyle konuşmamın tek sebebi söylediğine inanmaya devam etmemesi içindi. Kendine inanmazsa hiç bir şey başaramazdı!
"Haklısınız, komutanım!" dedi, yüz ifadesinin ciddileşmesiyle.
O an anladım ki, dediklerim kafasına takılmış ve düşünmesine sebep olmuştu.
Bu güzel, biraz düşünsün bakalım! Cevap vermeden başımla onayladım.
O sırada Güney'den bir soru gelirken benim bakışlarım yine dikkatle Deniz komutanıma çevrildi.
Bakışlarım ona kaydığında, dikkatle ve yüzündeki yumuşak ifade ile beni izlediğini gördüm. Gözlerimiz aynı anda kesiştiğinde benimde yüzümdeki ifade yumuşadı.
Bana baktığı için gözlerini daha net inceleyebilecektim. Bu yüzden bana bakmasını sorgulamadan gözlerimizi kenetledim ve gözlerini incelemeye başladım.
Yemyeşil gözleri, içinde her şeyi barındırıyormuş gibi hissettirdi.
Orman gibi karmakarışık ama o koyuluğu derinden hissettirebiliyordu. Gözlerindeki hafif parlak görüntü de güneş yansıyormuş gibi hissettirse de o olduğu için öyleydi, biliyordum. Tüm o koyuluğa ve parlak bakışlarına rağmen solukluğu da hissettiriyordu.
Aslında her duygu ondaydı ve onu içeriyordu. Benim için her zaman böyle olmuştu ve böyle olacaktı. Kendimi asla tutmak istemediğim duygular, bir tek onu içeriyordu. Onsuz olmazdı da, hiç...
Deniz'di, dalgası olurdu. Okyanus gibi...
Bir bakışta, tek bir renk ile tüm duygular ve hisler gözlerine işlenmiş gibiydi. Kalbime kadar hissettiğim bir bağ ile tüm hücrelerim titredi. Gözlerimi bile kırpmadım ve bakışlarımı ondan çekmedim, çekemedim.
O ise gözlerimizin kesiştiği andan itibaren bakışlarını üzerimden çekmemişti. Aksine bakışları daha derin bir şekilde gözlerimde bir süre kaldı.
Deniz Yüzbaşım, bir anda saniyelik bir tebessüm yollarken bu tebessümü benden başka birinin anlayamayacağına emin oldum çünkü onu imkanımın olduğu her saniye izliyordum. Bazen bakışlarımız kesişiyordu, çoğu zaman...
Dudaklarımda oluşacak gülümsemeyi tutarken benimde yüzümde onun saniyelik gülümsemesine benzer bir şey oluştu.
Bakışlarından ve yüz ifadesinden fark ettiğini anladım. O sırada Güney'in bize yönelik konuşmasıyla ikimizde önümüze dönerken hemen kendimi toparladım ve sert bakışlarım ile Güney'e yöneldim. Aynı şekilde Deniz komutanım da kendini toparlamış ve Güney'e dönmüştü.
"Anlamadığım tek şey, bu kişi kimse gerçekten kendini neden açık etmiyor? Komutanım, sizin bir fikriniz var mı?" dedi, Güney. Son soruyu özellikle Deniz komutanım ve bana sormuştu.
Cidden hala bu konuyu mu konuşuyorlardı?
Saniyelik bakışmamızı dakikalarca sürmüş gibi hissetmem dışında hiç bir sorun yoktu, bu da bence pek bir sorun sayılmazdı.
Güney'in sorusu bakışmamızı bölmek ister gibi değildi çünkü timin aralarında konuşurken bize odaklandığıklarını da sanmıyordum. Güney'in bize yönelttiği sorudan sonra tüm timin bakışları da bize dönmüştü.
"Bilemiyorum, Güney." dedim, umursamaz görünerek. Güney'in bakışları benden sonra Deniz komutana döndüğünde bende gözümün ucuyla tepkisine baktım, o sırada o da konuştu.
"Ben karşı timde olabileceğine inanıyorum. Bu zamana kadar belli etmeden bizim timde olması biraz zor!" dedi keskin bir dille, komutanım.
"Olabilir komutanım ama Bora'da kendini bize açık etmedi ki, komutanım. Kül de bizim timde ise açık etmeyebilir. Üstelik Kül, Gölgeden de daha başarılı. Bence bunu yapabilirdi, komutanım." dedi, Ozan.
Herkes de bakışlarını ağır ağır gezdiriyor ve hafif şüphe ile timi inceliyordu. Hiç işleri yokmuş gibi bu kadar küçük bir konuya odaklanmaları saçmalıktı. Merak etmeleri normaldi ama bilmelerini gerektirecek bir şey yoktu.
"Kül'ün bizim timde olduğunu sanmıyorum." diyerek arkasına yaslandı, Deniz komutanım.
"Bence bizim timde olabilir, komutanım." dedi, Şahin.
Özellikle Ozan ve Merih'in üzerinde gözlerini gezdirerek konuşmuştu.
Gözlerim hafifçe Bora'ya kaydı ve hemen bakışlarımı çektim. Her zamanki gibi sessizce oturuyor ve bakışlarını timde gezdiriyordu. Bakışları özellikle de benim üzerimdeydi.
Bir istihbaratçı, kendisi hariç hiç kimseyi her kim olursa olsun birine açık edemezdi.
Kendisini bile açık ederken karşı tarafın güvenli olup olmadığından emin olmalıdır, hatta komutanlarına sormalıdır.
Alabora ve Kızıl Timleri askerlerden oluştuğu için de epey güvenliydi.
Benim, Kül olarak kendimi açık etmemek için yeterince nedenlerim de vardı...
Zaten, öncelikle Tuğgenerale sormalıydım.
Ozan cevap verme gereği bile duymazken hafif ciddi bir tavıra bürünüp arkasına yaslandı.
Merih ise gülmemek için zor duruyormuş gibi baktı. Kül olmadığını bildiği için komik geliyor olmalıydı.
Şahin ise bakışlarını ikiliden ayırdı ve Güney'e çevirdi. Güney ise hemen konuşmaya girdi.
"Albay ve Binbaşıya bile söylemedi. Belki de, bizlerden üst rütbeli birisi!" dedi, Güney.
Güney'in söylediği ile hepsinin kafası bize dönünce uyarı dolu bakışlar attım. Aynı bakışı Deniz komutanım da atmış olmalı ki, kafalarını hemen önlerine çevirdiler. O sırada Şahin konuştu.
"Kendinden şüpheleri çekmek için yapıyor olmayasın, Güney?" dedi, Şahin.
"Sen de hiç konuşmuyorsun, sen de olabilirsin!" dedi, Güney.
Bizim tim, bu kadar meraklı olmak zorunda mıydı ya? Dedektif olmadıklarını biri onlara hatırlatsın, lütfen!
İkisi de Teğmen olduğu için bu kadar rahat konuşabiliyorlardı ama odada biz, yani komutanları da vardı. Bir an odada bizim de olduğumuzu unutmuş gibiydiler.
Zaten onlar sohbet ederken rütbe kullanmazlardı. Aralarında da o çekinceler pek olmazdı. Deniz Akif ve Ben hariç...
"Merih ve Güney'i, iki kişiyi de öne çıkardın. Sen olmadığın ne malum, Şahin?" dedi, Ozan.
Şu anda ben hariç herkes Kül olabilir, herkesten şüphelenmeye başladım.
Bir dakika! Kül, benim! Benim bile kafamı karıştırdılar ya!
"Şuan sende aynı şeyi yapıyorsun, ona ne demeli?" dedi, Şahin.
Lan! Bunlar birbirine düşecek iyi mi?
Benim konu arada kaynayacak gibi
duruyor, bu iyi bir şey ama birbirlerine düşmelerini istemeyiz, değil mi? Engel olmayız gibime geliyor, bilemedim?
"Sessiz olun! Sohbet etmenizin veya tartışmanızın yeri, burası hiç değil!" diyerek sert sesim ile konuşmalarının arasına girdim.
"Hem siz istihbaratçıyı aramaya devam ederseniz, antrenmanı kaçıracaksınız." dedi, Yüzbaşım.
Konuşması ile birlikte gözlerimi üzerinde dolaştırırken konuşması bitince de bakışlarımı üzerinden çekmedim.
"Haklısınız, komutanım! Bir şey daha söyleyecebilir miyim?" dedi, Şahin. Deniz Yüzbaşım başı ile onay verdi.
"Komutanım, istihbaratçı siz bile olabilirsiniz." dedi, Şahin. Abarttınız!
Bunların işleri yok muydu?
"Okyanus komutanım, bana hiç istihbaratçı gibi gelmedi." dedi düşünceli bir şekilde, Şahin.
Tamam, artık bu konuyu kapatalım çünkü sinirlenmeye başladım. Nedenmiş?
Ayrıca bu nasıl komutan ile konuşmaktı?
"Nedenmiş o, Şahin Teğmen?" diye sordum, sesimi sert bir tonda tutarken sinirlendiğimi anlamasını umdum çünkü bu saçmalığa daha fazla dayanamazdım.
Beni çok iyi tanıdıklarını düşündüklerinden kendince böyle bir yorum yapmış olabilirdi.
Beni ben bile tanıyamazken kimse tanıyamazdı!
"Özür dilerim, komutanım." dedi.
Koltuğa sinmişti! Sinirlendiğimde neler yaptığımı çok iyi biliyorlardı.
"Antremana geç kaldınız. İki katı antrenman yapacaksınız! İki dakika içinde dışarıda olmazsanız, beş katını yaptırım!" diyen Deniz Akif ile hepsi ayaklandı.
Ben niye oturuyorum, lan!
"Okyanus, yaralısın diye yaptırmayacağımı sanıyorsan yanılıyorsun!" dediğinde ayaklandım ve ona döndüm.
"Dalmışım, komutanım. Hemen gidiyorum." deyip hızla toplantı odasından çıktım.
.
Bölüm hakkında düşünceleriniz neler?
Oy vermeyi vermeyi ve bol bol yorum yapmayı unutmayınız, lütfen :))
Okyanus & Deniz??
Timimizi tanımaya başladık, fikirlerinizi lütfen bana yazın ♡
En sevdiğiniz veya sevmediğiniz karakterler?
8. Bölümde, en yakın zamanda görüşelim ♡♡♡
Bu bölüm;
1424 kelime...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 124.98k Okunma |
11.04k Oy |
0 Takip |
38 Bölümlü Kitap |