37. Bölüm

37. Bölüm

𐙚˚࿔𝐿𝑖𝑚𝑎𝑦𝑃𝑎𝑟𝑒𝜗
limay_.miss

Sınır 30 oy 100 YORUM

 

 

Bir hafta sonra.
Gökçe’nin sabrı çatırdayan porselen gibi. Kara iyileştikçe daha da zorlaşıyor. Artık yürüyebiliyor ama hâlâ her şeyi Gökçe’den bekliyor.

O gün, Gökçe mutfağa çorba koyarken arkasından bir ses duydu.

“Kahvemi unuttun.”

Gökçe kepçeyi tencereye bırakıp yavaşça arkasını döndü. “Senin kahvenin sırası değil şu an. Önce ilaç, sonra yemek. Sıranı bekle.”

Kara mutfağın kapısına yaslanmıştı. Cılız görünüyordu hâlâ ama gözleri her zamanki gibi delici. “Ben sana ne zaman kahveyi ne zaman getireceğini sordum mu?”

Gökçe öfkeyle yaklaştı. “Sen bana emir veremezsin Kara. Yeter artık. Ben burada hasta bakıcı değilim.”

Kara bir adım yaklaştı, aralarındaki mesafeyi neredeyse yok etti. “Ama bakıyorsun. İstemeden de olsa bakıyorsun. Çünkü kimsem yok. Çünkü kimse benimle uğraşmazken sen hâlâ buradasın.”

Gökçe, Kara’nın nefesini yüzünde hissedince geriye çekildi ama kaçmadı. “Senin burada ölmeni istemem. O kadar da değilim. Ama bu, her gün senin saçmalıklarına katlanacağım anlamına gelmiyor.”

Kara parmaklarını Gökçe’nin koluna koydu, hafifçe bastırarak. “Ama katlanıyorsun. Çünkü sen de biliyorsun, bu ev senin de cehennemin artık.”

Gökçe elini hızla kolundan çekti. “Dokunma. Bana dokunma! Yeterince boğuldum.”

Kara başını eğdi, sonra tekrar baktı. Sesi hâlâ soğuktu. “Ama sen gitmiyorsun. Nefret ediyorsun ama kalıyorsun. Neden?”

Gökçe gözlerini sıktı. “Çünkü beni burada tutsak ettin. Başkasına emanet edemeyecek kadar takıntılısın, ama yardım istemeyecek kadar gururlusun. Arada ben eziliyorum.”

Kara sandalyesine geri döndü. Ama gözleri hâlâ Gökçe’deydi. “Eziliyorsan, kaç. Kapı açık. Gidemezsin çünkü sen de burayı unutamadın. Bu hastalığı değil, beni taşıyorsun sırtında.”

Gökçe sinirle tezgâha vurdu. “Senin kadar bencil, kendini acındıran başka biri görmedim. Sanki ben çok istekliyim sana her sabah ilaç vermeye, banyonu hazırlamaya…”

Kara ani bir hareketle yerinden kalktı, sendeledi ama toparlandı. Gökçe bir adım atıp kolunu tuttu, istemeden. Kara, temasın tadını çıkarır gibi, kolunu çekmedi.

“Yine dokundun,” dedi Kara, sesi alaycıydı. “Sen hep böyle… Kaçarken bile tutuyorsun beni.”

Gökçe sertçe elini çekti. “Sana dokunmak zorundayım çünkü ayakta duramıyorsun. Bunu sakın başka bir anlamla karıştırma.”

Kara tekrar koltuğa oturdu. Gözleri bir süre Gökçe’nin yüzünde kaldı.

“Senin nefretin bile bana iyi geliyor,” dedi. “En azından hâlâ hissediyorsun.”

Gökçe, içinden geçen her şeyi bastırarak kaşığı tekrar eline aldı. “Ben sadece seni ayakta tutuyorum. Nefret değil bu. Zorunluluk.”

“Zorunlulukla kalıyorsan,” dedi Kara, gözlerini tavana dikerken, “o zaman seni bırakmam için hiçbir neden yok.”

Gökçe tepsiyi hazırlarken sessizce dişlerini sıktı. Ama yine de çorbayı getirdi, önüne koydu. Sessizce bıraktı.

Kara bir kaşık aldı. “Tuzunu eksik koymuşsun.”

Gökçe eğildi, Kara’nın gözlerinin içine baktı.
“Senin eksik olan şeyin çorba değil, akıl.”
Sonra arkasını dönüp odaya çıktı.

Bu bölümde ilişki tamamen gerilim ve bağımlılık üstüne kurulu. Aşk değil, bir tür savaş. Kara, dokunarak üstünlük kurmaya çalışıyor. Gökçe, hem ona bakmak zorunda olduğu için hem de kaçamadığı için içerliyor. İstersen bu hikâyeyi daha psikolojik ya da fiziksel sınırlara götürecek şekilde ilerletebiliriz.

Devam etsin mi? Bir sonraki sahnede ikisini yalnız, dış dünyadan kopuk, daha da sert bir çatışmada gösterebiliriz.


 

Bölüm : 19.06.2025 19:48 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...