19. Bölüm

18. Bölüm

Linaz
linazkiz

5 BİNİ AŞTIKKK! 6'ya ilerliyoruz ve bu beni çok mutlu etti çok teşekkür ediyorum.

Fakat bu kadar okunmaya karşılık pek yorum ve oy göremiyorum.

Yorum yapan ve oy atanlara sonsuz teşekkürlerimi iletiyorum elbette fakat lütfen daha fazla destek olun bana.

Ne kadar çok yorum o kadar çok motive ben demektir efendim. Motive oldukça da yazabildiğimi unutmayın lütfen.

Sizi daha fazla tutmak istemiyorum.

İyi okumalar.

<3

 

Soğuktan üşüyüpte bir pencere kenarına sığınmış kuş gibi hissediyorum şuan kendimi. Otele gitmeyip Aksoy ailesinin evinde kalmıştım ve şuan misafir odasındaydım. Can uyuyana kadar yanında kalmış fakat uyuyamayınca misafir odasına geri dönmüştüm.

Pencere önündeki mermere kurulmuş dışarıya bakıyordum, neyse ki geniş bir mermerdi. Saat kavramı benim için şu anlık yoktu fakat gece yarısını geçtiğini tahmin edebiliyordum.

İçim sıkılıyordu. Melih Bey ile yaşadığımız minik tartışma, Alaz ve Burak'ın gözlerini benden hiç ayırmaması, Sıraç'ın kaçamak ama kin dolu bakması tüm gece ve devamında gerilmeme yetmişti. Neyse ki Uraz, Ufuk, Sena Hanım ve Can vardı. Beni mutlu etmeye yetiyorlardı.

Derin bir nefes alıp bahçeyi incelemeye devam ettim. Çok güzel minik bir salıncak vardı. Her zaman en sevdiğim oyuncak salıncaktı, Ela ve Çınarla gittiğim parklarda her zaman salıncağa biner diğer oyuncakları umursamazdım bile. Özgür hissetmeyi hep sevmiştim fakat hiçbir zaman özgür olamamıştım.

Kapım tıklandı hiç beklemediğim bir anda. Ses vermedim, kimseyle konuşmak istemiyordum. Uyumadan önce biraz daha düşünmek ve boş kafayla güzel bir uyku çekmek istiyordum. Ve şimdi biriyle konuşursam düşünecek şeylerim artardı, bu da uyku saatimi daha ileri atardı.

Kapı yine tıklandı ve ardından açıldı, ses vermezsem gider diye düşünüyordum fakat tam tersi olmuştu.

İçeri belki Sena Hanım belki Uraz veya Ufuk gelir diyordum fakat içeri Burak girmişti.

Burak mı?

Sadece kafasını ve omuzlarını görebiliyordum şuan. Gözleri ilk önce yatağa uğradı fakat orayı boş görünce afalladı. Tamamen içeri girip tüm odayı taradı gözleri. Pencere önünde kıvrılan beni görünce kaşları çatıldı anlık.

"Ne yapıyorsun sen orada?"

"Asıl sen ne yapıyorsun burada?"

Diyerek odayı gösterdim. Bir anlık duraksadı fakat cevap verdi.

"Annemgil gelecekti aslında, yani birkaç saat önce."

Durdu ve sessiz kaldı.

"Eee?"

Ses tonum merak doluydu.

"Babam da rahat bırakın rahatsız etmeyin dedi. İzin vermedi yani."

Sonu nereye varacaktı merak ediyordum.

"Eee?"

Bu sefer ki tonum 'yani?' der gibi çıkmıştı.

"Sonra işte aklım kaldı, uyuyamadım. Bir bakmak istedim."

Kaşlarım şaşkınlıkla havaya kalktı.

"Zaten gelirken ikizlerle de karşılaştım, onlarda yanına gelmek istiyorlardı ama geri yolladım."

"Neden?"

O da benim tepkime şaşırdı.

"Ne?"

"Burak, birbirimizi kandırmayalım. Neden geldin?"

Sessiz kaldı, ne diyeceğini bilememiş olmalıydı.

"Bak odadan da çıkmıyorum, kimseye de bir şey yapmam yani."

"Mahperi, o yüzden gelmedim."

Kaşları çatılmış kendini açıklamaya çalışıyordu. Umursamadım ve başımı pencereye yasladım. Yine sessiz kaldı Burak. Minik adımlarla yanıma geldi, ve omzunu pencerenin yanındaki duvara yasladı, tam ayak ucumun oradaki duvara.

Oturduğum yere minik bir bakış atıp yaslandığı yerden doğruldu. Odanın köşesinde bulunan minik koltuk takımının minderlerinden birini alıp bana doğru geldi.

"Böyle kuru mermere oturulur mu kızım? Kalk bakayım."

Koluma dokundu fakat hafifçe silkeledim kolumu.

"İstemiyorum."

Sabır ister gibi kaldırdı kafasını havaya.

"Hem kızın değilim ben senin, düzgün konuş benimle!"

Derin bir nefes çekip eğdi başını başıma doğru.

"Mahpericiğim, canım kardeşim kaldır poponu hadi."

Ne kardeşimi be?!

"Kardeşin de değilim ben senin!"

Hafif yükselince istemsizce bakışlarım kapıya gitti, gecenin bu saatinde kimseyi uyandırmak istemezdim.

"Ne demek kardeşin değilim? DNA testini göstereyim ister misin Mahperi?"

En baştada DNA testi vardı, hatta ilk sen gördün ya, demek istedim fakat demedim.

"Her şey biyolojik olmayla mı ilgili?"

"E tabi!"

"Ağzımı açtırma benim!"

Aklıma direkt Can gelmişti fakat bunu dile getirmeyecektim.

Yine sabır dilercesinize kafasını havaya kaldırıp derin nefesler aldı. Sonrasında belimden tuttuğu gibi havaya kaldırdı bedenimi. Oğlum ben öyle sıfır beden kızlardan da değildim, nasıl böyle kolay kaldırabiliyordu?

Ağzımdan minik bir nida çıktı şaşkınlıkla fakat bu şaşkınlığın fazla sürmesine izin vermeden mermerin üzerine minderi koyup minderin üzerine de beni koymuştu. Eşya mıydım ben be?!

"Ne yapıyorsun yaa?"

Tam hareketlenip minderi altımdan alacak ve yere atacaktım ki işaret parmağını kaldırıp bana doğru uzattı. Tehdit eder gibi bir hâli vardı.

"Sakın kaldırma o minderi! Uslu uslu otur."

Kaşlarım hiç çatık değil gibi daha da çattım. Bugün sinirlerim ile oynanacaktı galiba.

"Ne oldu sana ya birden? Saksı falan mı düştü diyeceğim de böyle bir değişim için saksı az kalır."

Geri duvara yaslanıp gözlerini kısarak baktı bana.

"Abiye bu kadar saygısızlık yapılmaz ama. Alınıyorum."

Gerçekten sırf beni sinir etmek için yaptığını düşünecektim. Ama ses çıkarmadım, kendi kendimi sakinleştirdim.

"Burak?"

"Efendim?"

Ciddileşmeme karşı o da ciddileşti. Duygu değişimlerimiz çok hızlı gerçekleşiyordu fakat hiçbir şey olmamış gibi konuşmaya da devam ediyorduk.

"Ne değişti?"

Düşündü, ciddi ciddi düşündü.

"Kendi kendime düşündüm, bu başımıza gelenleri düşündüm, sana karşı olan tavrımı, tavrımızı düşündüm. Anlık bir önyargı ile yaptığımız saçma sapan davranışları düşündüm."

Şakak kemiğini yasladı duvara. Dışarıyı izledi biraz.

"Sonra..." Yüzünde bir tebessüm belirdi. "Bir kız kardeş düşüncesi doldu zihnime, hayal ettim ve ben bu hayali çok sevdim Mahperi."3

Sıkıntılı bir nefes alıp verdim, gözlerimi ondan ayırmadan bende başımı arkaya atıp yasladım.

"Yani... Ben siz git dediğiniz zaman gideceğim gel dediğiniz zaman geleceğim, öyle mi?"

Burnundan bir nefes verdi. Gözlerini bana çevirince bakışlarımız kesişti.

"Öyle değil, sadece af diliyorum. Ben özür dilerim Mahperi, nasıl telafi ederim bilmiyorum ama en azından özür dileyebiliyorum."

Gülümsedim ona.

"Benim elimden bir şey gelmez Burak. Ben istesem de beynim unutmaz ilk gün ki tavrını... Daha tanımıyordun bile beni, tanımıyordunuz."

Dilimin ucuna kadar geldi bazı cümleler.

Can'ı kabul etmişsiniz ama, demek istedim mesela fakat demedim. Can'ı kıskanıyorum zannetmesin diye tuttum kendimi.

İlk başta ne suçum vardı da dışladınız beni, demek istedim fakat demedim. Biliyordum çünkü, verecek cevabı yoktu.

Bu yüzden geri yuttum tüm dilime gelenleri.

"Haklısın, çok haklısın."

Birlikte oturup, ki sadece ben oturuyordum o ayaktaydı, sessizliğin içinde kaybolduk. İkimizde düşündük durduk.

Fazla geçmemişti belki ama Burak yaslandığı yerden doğruldu. Çok fazla değildi aramızdaki mesafe fakat yine de yaklaştı bana doğru, tuttu omzumdan az biraz sıvazladı.

Farkındaydım, hareketlerinde bir tereddüt vardı fakat yine de kendini geri çekmiyordu.

"Kalk hadi, uykusuz kalma daha fazla."

İtiraz etmedim. Kalktım oturduğum yerden, uykum gelmişti zaten.

Birlikte yatağa adımladık. Yatağın yanına gelince yorganı benim için kaldırdı. Sesimi çıkarmadan girdim yatağın içine o da üstüme örttü yorganı, sıkıca sarıp sarmaladı beni.

Sırtımı duvara dönüp ona baktım, yere oturmuş sırtını komodine yaslamıştı. Onun oturduğu yerde hali yoktu ve boş parkeye oturmuştu. Dayanamadım, çenemi tutamadım ve konuştum.

"O minderi alsana altına."

Bana bakarken kaşları çatıldı bir anda.

"Ne?"

Gözlerimi kapattım.

"Minderi diyorum, altına al."

Ses çıkarmadı fakat yavaşça ayağa kalktığını ve adım seslerini duydum. Bir kaç tıkırtı sesiyle gözümü anlık açıp kapadım fakat o anlık açmada yüzündeki o sersem gülümsemeyi görebilmiştim.

...

"Ablaaa!"

Üstüme pat atlayan biriyle uyanmak zorunda kalmıştım.

"Günaydınnnn!"

Gözlerimi ovarak açmaya çalışıyordum.

"Sana da günaydın ablacığım da ne bu enerji sabah sabah."

Gece çok geç uyuduğum için şuan gözlerimi dahi açamıyordum.

Aklıma gecenin gelmesiyle hemen kafamı sola çevirdim fakat kimse yoktu. Gitmiş olmalıydı, zaten ne yapacaktı bu saate kadar burada?

"Uyanınca aklıma sen geldin, hemen enerji doldum işte!"

Allah'ım, yerdim! Utangaç olan çocuğun içinden bazen böyle şeyler çıkıyordu ve beni fazlasıyla şaşırtıyordu.

Yatağın üstünde zıplarken yavaşça tutup yanıma çektim onu. Sarıp sarmaladım.

"Yerim seni!"

Yanağından bir sürü kez öpüp gıdıkladım onu. Keyifli keyifli oynarken içeri Ufuk girdi.

"Lan! Ben yine mi aldatılıyorum?"

Ufuk'un sesini duyar duymaz uzandığı yerde dikeldi Can.

"Abi! Bak uyandırdım ablamı, hemde senin dediğin gibiii."

Gözlerimi kısıp Ufuk'a baktım.

"Ufuk?"

"Can? Aaa ağabeyciğim, o ne demek öyle? Hiç öyle şey der miyim ben sana? Öp, öyle uyandırdım dedim ya."1

Hayır bir insan bu kadar kolay kendini ifşalamamalıydı. Çocuk üstüne zıplayıp uyandırdım bile dememişti ki.

Zaten Can'ın minik kaşları çatılmıştı, kendini sorguluyor olmalıydı.

"Ama üstüne zıpla dedin. Demedin mi?"

"Yok-"

Ufuk hızla itiraz ederken araya girdim.

"Ufuk! Yalan söyleme çocuğa, kafası karıştı."

Omuzlarını düşürüp baktı bize.

"Tamam ya, size de şaka yapılmıyor... Neyse annem kahvaltıya çağırıyordu. Hadi gelin."

Ayaklanıp Can'ı da kaldırdım.

"Gel yüzümüzü yıkayalım balım."

"Balım mıı? Sarı değilim ki ben."

Can'ın daha küçük olduğunu ve bazı iltifatları öğrenmediğini unutuyordum bazen.

"Ama bal gibi tatlısın."

Tatlı tatlı gülümsedi bana sonra yüzünü bacağıma gömdü. Utanmış olmalıydı.

"Hadi banyoya."

Elimizi yüzümüzü yıkayıp aşağıya indik. Üstümde hâlâ Sena Hanım'ın verdiği pijamalar vardı, sade ve düz alt üst takımdan oluşuyordu fakat bana biraz bol gelmişti. Yürürken bel kısmını tutmam gerekiyordu. Bir yandan Can'ın elini tutarken bir yandan da belimi tutuyordum yani. Can'ın gece gördüğü rüyaları dinlerken yemek odasına girdik.

Bizim evlerde hiçbir zaman yemek odası olmazdı, biz yatacak oda bile zor bulurduk. Şimdi her şey için ayrı ayrı odalar olması elbette ki tuhafıma gidiyordu.

Herkes masadaydı ve başlamak için bizi bekliyor olmalılardı. Girdiğimizi gördüklerinde tüm ilgi bize döndü, Can da anlatmayı bırakıp masada oturan ailesine döndü.

"Günaydın!"

Bizi görünce çayları doldurmaya başlayan Sena Hanımdan gelmişti ilk karşılık.

"Günaydın paşam, hadi oturun bakalım."

El mecbur bende günaydın dedim, demek zorunda gibi hissettim çünkü hâlâ tüm gözler üzerimizdeydi.

"Günaydın."

"Günaydın kızım, çabuk ekmekler soğumadan başlayın hadi."

Oturduk ve yerleştik masaya Can ile beraber.

Herkes sessizdi bugün. Melih Bey'e anlık bir bakış attığım an göz göze gelmemiz bir olmuştu. Hemen kaçırdık gözlerimizi birbirimizden. Dün geceden sonra göz göze gelmeye bile çekiniyordum. Bu aramızdaki gerginliği hiç sevmediğim gibi onunla tartışmayıda sevmemiştim.

Burak ise uykusuz görünüyordu, gözleri yavaş yavaş kapanıyordu bu yüzden konuşulan veya gerçekleşen olaylara adapte olamıyor gibiydi. Ki bu daha yeni doldurulmuş çay bardağını kafaya dikmeye çalışmasından belli oluyordu. Gerçekten yanmış olmalıydı.

Sofrada gözümü gezdirdim. Çeşit çeşit yiyecekler yapılmıştı kahvaltı için, belki de Melek Teyze gelmişti. Tabağıma az biraz bir şeyler aldıktan sonra Sena Hanım'ın zoruyla kızarmış ekmekten de almıştım. Canım pek bir şey istemiyordu açıkçası fakat Sena Hanım'a ayıp olsun istemiyordum.

"Bak bunu da dene Peri. El yapımı bu, bizim orada bir abla yapıyor."

Yanımda oturan Uraz masanın diğer ucunda duran kahvaltılık tabağını önüme koydu.

Tabağın içindeki şeye baktım. Değişik duruyordu, incirdi galiba.

"Ne ki bu?"

"Kuru incir reçeli, içine susam da koyuyorlar çok güzel oluyor bak. Ben pek tatlı sevmesem bile yiyorum."

Minik bir parça alıp ağzıma attım. Cidden çok hoşuma gitmişti bu kuru incir reçeli. Reçel gibi sıvı değildi, bildiğin kuru inciri yiyordum aslında fakat yine de farklıydı işte.

"Beğendin mi?"

Kafasını eğip hevesle bana bakıyordu. Bende yüzüme kondurduğum minik gülümsemeyle başımı salladım.

"Çok güzelmiş."

"Biraz şekerli geliyor ama," Sanki reçeli kendi yapmıştı da bir kusuru varmış gibi mahcup konuşuyordu. Çok tatlıydı, benim için çabalaması; minicik bir reçeli beğenmem için gözümün en içine bakması... Bunlar çok özel ve önemliydi. "Sorun yok. Şekerli ve çikolatalı her şeyi severim."

Bana gülümseyip geri döndü kahvaltısına. Tam ikinci çatalı almış ağzıma atıyordum ki önümden çekildi tabak. Çaprazımda oturan Sıraç uzanıp kendi önüne koymuştu reçeli.1

"Şu reçelin tadına bir de biz bakalım."

Kısık sesle içten içe mırıldandı fakat duydum. Yine de kulak asmadım. Bu kıskanç haline sadece göz devirip önüme döndüm. Yemin ediyorum salaktı bu çocuk. Uraz abisine dönmüş müdahale edecekti ki durdurdum onu.

"Boşver."

Israrlı bakışlarımı görünce sustu bir şey demedi. Fakat bir zaman sonra, herkes önündeki tabağa dalmışken benim önüme küçük bir reçel tabağı konuldu. Bu biraz önce önümden alınan tabaktı. Şaşkınlıkla kafamı kaldırdığım zaman anladım ki karşımda oturan Alaz, Sıraç'ın önünden reçeli alıp benim önüme koymuştu. Fakat sanki hiçbir şey yapmamış gibi ağzına salatalık atıp Buraktan tuzluğu istedi. Ben de bu hareketin üzerine onu bozmadım, önüme konulan reçelin keyfini çıkararak yedim fakat Sıraç'a minik bir göz attığım zaman gördüm ki buna bozulmuştu. Suratı asık asık abisine bakışlar atıyordu hatta. Umursamadım onu.

Kahvaltının sonuna gelmişken Melih Bey ayaklandı, yanıma geldi ve omzuma hafifçe dokundu.

"Güzelim, bitirdiysen konuşalım mı birazcık?"

Naif sesiyle konuşması ve şefkatli dokunuşlarıyla sesimi çıkarmadan kalktım.

"Konuşalım."

Ben ayaklanınca Sena Hanım'a döndü.

"Sena hadi güzelim."

Yukarı katta bulunan çalışma odasına doğru ilerledik üçümüz. Ne konuşacağımız belliydi zaten fakat ben yinede gerilmiştim. Tekrardan tartışmak istemiyordum.

Odaya girerek masanın karşısındaki koltuklara oturan Sena Hanım'ı taklit edip onun karşısına oturdum. Melih Bey beni şaşırtarak kendi koltuğu yerine benim yanıma oturmuştu. Ellerimi kendi elleri arasına alıp vücudunu bana döndürdü.

"Öncelikle özür dilerim Mahperi'm, haklısın daha yeni tanışmışken bu kadar acele etmemeliydim. Sadece... Hemen aile olmak istedim, soyadımız aynı olsun istedim, yıllar sonra kavuştuğum kızım kanunen de kızım olarak görünsün istedik fakat evet sana sormalıydım. Kızmakta haklıydın."

Gönlümü almaya çalışıyordu, babalık gerçekten de böyle bir şeydi belki de.

"Ben de özür dilerim. Biraz sert çıkışmış olabilirim size."

"Şşt özür dileme. Haklıydın dediğim gibi, nüfusa alırken sormalıydım."

Kendimde, neden bilmiyorum, nazlanma hakkı bulmuştum bir anda.

"Sicil konusunda da haklıydım."

Bir anda nazlı nazlı konuşurken buldum kendimi.

"Haklıydın."

Kafasını hafifçe sallayarak onayladı beni.

"Abiler konusunda da haklıydım."

"Haklıydın."

"Okul konusunda da haklıydım."

"Hak," Anlık bir gafletle onaylayacaktı ki kaşlarını çatıp baktı bana. "Buna onay vermeyeceğim Mahperi, haklı bulmuyorum seni."

"Ya ama,"

Böldü beni.

"Lütfen, rica ediyorum. Hem konusu açılmışken bunu konuşalım. Annen ve benim konuşmamız gereken şeyler de vardı zaten."

Bakışlarımı Sena Hanım'a çevirdim. Kaşlarım ister istemez çatılmıştı.

"Bir sorun mu var?"

"Sorun demeyelim de... Sadece, seni de zorlamak istemiyoruz ama... Mahperi başka yerlerde kalmama gönlümüz el veriyor bir tanem."

Sena Hanım'ın sıkıntılı konuşmasıyla benim de içime bir sıkıntı çökmüştü. Elbette ki konar göçer hayat sürmek benim de hoşuma gitmiyordu, daha iş bile bulamamış kenarda duran paramı harcıyordum. Ne kadar idareli kullanmaya çalışsam bile ilk başta kaldığım otel demeye bin şahit yer paramın yarısından fazlasını almıştı zaten. Şimdi Ufuk ve Uraz'ın ayarladığı otelde kalıyordum ama yine de içime sinmiyordu.

Şimdi Sena Hanım ve Melih Bey diyordu ki bizimle kal. Bu pek mümkün görünmüyordu, zaten biyolojik abiler ile hiçbir şekilde anlaşamıyor hatta alttan bile alamıyorduk birbirimizi.

"Yani diyorsunuz ki burada kal."

"Evet. Biliyoruz buna hazır değilsin veya istemiyorsun fakat sana söz veriyorum ki Mahperi asla izin vermeyeceğim seni üzmelerine. Söz veriyorum."

Gözlerimin içine beni inandırmak istercesine baktı, evet bakışlarından güven akıyordu fakat burada kalmak demek her gün rahatsız edici bakışlara hatta sözlere katlanmak demekti ama bir yandan da anne ve baba şefkati demekti, kardeş sevgisi demekti. Hatta iki tane abim bile vardı burada.

"Bakın burada sizinle kalmak, yaşamak güzel olurdu ama,"

Melih Bey girdi lafa.

"Amadan sonrasını duymak istemiyorum Mahperi'm."

Kafamı iki yana sallayıp devam ettim.

"Ama bu evde tek siz yaşamıyorsunuz. Alaz, Sıraç ve Burak var ve biliyorsunuz ki anlaşamıyoruz biz. Onlar kendi evlerinde bir yabancıyı istemiyorlar, haklı da olabilirler belki ama olmaz işte."

Evet, canımı acıtıyordu bu 'istememe' mevzusu fakat elimden bir şey geldiği de yoktu.

"Olur! Burası benim ve ailemin evi Mahperi. Sen benim ailemin en nadide parçasısın, sonradan bize katılmış olman hiçbir şeyi değiştirmez."

Sena Hanım ayaklanıp diğer yanıma oturdu. Hâlâ Melih Bey'in ellerinin arasında duran ellerimden sol olanı aldı ve kendisi sıkı sıkı tuttu.

"Seni istemeyenleri göz önünde tutarsan bir tanem, isteyenleri kaçırırsın. Bizim senin yanında olma tutkumuzu, Can'ın abla heyecanını ve Ufuk ile Uraz'ın kız kardeş hevesini unutma. Bizden farklı olarak birde halan, amcaların, dayıların da var. Onlarda senin için çok heyecanlı, seninle tanışmak için hevesle bekliyor."

Bunu beklemiyordum işte. Ben akraba bağı ne bilmezdim bile.

"Sen sadece bize odaklan, biz zaten abilerini elimizden geldiği kadar bastıracağız, sana tek bir kelime etmelerine izin vermeyeceğiz fakat sen yine de alttan alma kimseyi kızım... Yani burada kalmaya karar verirsen diye diyorum."

Gözlerindeki o yoğun isteği görebiliyordum.

"Dediğim gibi pek aile bağından haberim yoktur benim. Nasıl davranılır, nasıl edilir... Bilmem yani."

"Sen öyle desen de ben görüyorum bir tanem. Can'a öyle içten bakıyorsun ki... Aile bağı budur işte."

Sıkıntılı bir nefes alıp verdim. Melih Bey'e de dönüp baktım, istekli istekli bakıyordu bana.

"Peki ama-"

Peki dediğim an gelen sesle lafım bölünmüş ortamı Ufuk'un sesi doldurmuştu.1

"Yes be! Biliyordum işte!"

Kapının önünde ikizler duruyordu. Kapıyı tam kapatmamıştık sanırım. Ki şuan karşımızda olan ikizler bunu gösteriyordu bize. Yine ve yine sanıyordum ki bizi dinliyorlardı ve şuan Ufuk yüzünden de yakalanmışlardı. Uraz Ufuk'a bakarak elini alnına götürürken ikizi olmaktan pişmanlık duyuyor gibi görünüyordu. Güldüm onların bu hâline, kızmadım etmedim fakat Sena Hanım çoktan Ufuk için nutuklarını sıralamaya başlamıştı bile.

Gülümseyerek onları izlerken arka cebimde olan telefondan gelen sesle hafif doğrulup çıkardım yerinden. Norm

alde pek mesaj gelmezdi bana bu yüzden şaşırmıştım biraz.

 

+90542*******

Bugün, ağaçlıkta seni bekliyor olacağım Peri. Lütfen gel ve beni bir kez olsun dinle.

 

Bu numara ona aitti, Çınar'a. Ne yüzle yapabiliyordu hâlâ bana?1

...

Değişik yakınlaşmalar oldu, ne düşünüyorsunuz efenim?

Buraktan bu atağı ben bile beklemiyordum.

Alaz da az biraz yakınlaştı ama Sıraç seni kınıyoruz hep beraber çocuğum.

​​​​​

Yazmaya başlarken ne yazacağımı pek bilemiyorum aslında, kendi kendine sekilleniyor bölümler bu yüzden bazı şeyleri mantık çerçevesine oturtmak zor oluyor.

Eğer bir hatam varsa lütfen belirtin, sormak istediğiniz bir şey olursa da çekinmeyin lütfen.

 

​​​​​

​​​

​​

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 25.02.2025 20:34 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...