Upuzun bir bölümle burdayım,
İyi okumalar...
"Benim için onlara para verdiğinizi ne zaman söyleyecektiniz?"
Herkes bakakaldı bana. Ses çıkmadı kimseden, Can bile ortamın gerginliğinden etkilenmiş başını göğsüme yaslayıp oyunu bırakmıştı.
"Nereden öğrendin sen bunu? O adamın yanına mı gittin?"
Şaşkınlığın ardından sinirin geldiğini bariz bir şekilde görebiliyordum.
"Hayır, o adamın yanına gitmedim. Nereden öğrendiğimde hiçbir şeyi değiştirmez, değil mi? Değil mi Sena Hanım?"
Dilimin ucuna çok şey geldi fakat tutmak zorunda kaldım, Can yanımızdaydı.
"Can, benim için Melek Teyzene bir bakar mısın?"
Soru dolu gözleri bana döndü, huzursuzluk doluydu gözleri. Bu şeyler onu elbette ki rahatsız ederdi bu yüzden uzaklaştırmaya çalışıyordum zaten.
"Eşyalarımı ona vermiştim de bak bakalım yerleştirmiş mi? Eğer başladıysa devam etmesin tamam mı?"
Bu sefer minik kaşları çatıldı tıpkı diğerleri gibi.
"Ben yerleştirmek istiyorum çünkü. Sonrasında da yeni aldığın oyuncaklara bakarız, olur mu?"
Bahanem ikna edici olmuş olmalı ki üzgünce bile olsa başıyla onaylamıştı beni.
Odadan çıkışını izledim, çıktıktan sonra tekrardan Sena Hanım'a döndüm.
"Kızım kendini kötü hissetme diye-"
"Sena Hanım siz bana demediniz mi daha geçen gün? Can'ın olayını sonra öğrenip de kendini kötü hissetmeni istemediğim için anlatıyorum demediniz mi? E bu yaptığınız ne?"
Melih Bey girdi araya bu sefer.
"Güzelim, öğrenirsen ne hissedeceğini kestiremedik. Biz de kötü hissetme olasılığını düşünerek söylemek istemedik."
Ben lafa girecekken Sıraç buna müsade etmeden kendisi konuştu.
"Ben anlamıyorum şuan seni. İşte senin için para vermişler, fedakarlık yapmışlar. Daha ne istiyorsun?"
Benim için üvey babama para vermesi hem de nüfusuna almak için para vermesi fedakarlık mıydı?
"Sıraç! Şu çeneni kapalı tut eğer bunu başaramayacaksan odana git oğlum!"
Melih Bey'in kızgın çıkan sesiyle sustu fakat bakışları hâlâ aynıydı, nefretini kusmaya devam ediyordu.
"Parayla mı değerli hissedeceğim kendimi? Bana resmen satılık eşya muamelesi yapılıp üzerimden para döndürülmesine mi sevineceğim? Nasıl mantık bu ya?!"
Ev büyük olsa dahi Can'ın duyma olasılığını düşünüyor, ses tonumu ona göre ayarlıyordum.
"Güzel kızım, Mahperi'm... Seni satılık bir eşya gibi gördüğümüz yok. Sen bizim en değerlimizsin fakat..."
Ne söyleyeceğini bilemiyor olmalıydı.
"Her şeyi geçtim fakat o adam paragözün teki! Sizden para koparmak için her yolu dener ve denemişte zaten. Oysaki ne kadar kaldı 18 olmama?"
"Sadece... İşte nüfusumuza hemen alırsam hemen de aile oluruz diye düşündüm. Ne bileyim umutlandım işte."
Melih Bey'in bir yanında Sena Hanım oturuyordu diğer yanı boştu. Ayaklanıp oraya oturdum. Dirseklerini dizlerine yaslayıp eliyle yüzünü sıvazladı.
"Anlıyorum sizi fakat bu para mevzuları hiç hoş değil hiçte hoşlanmam." Asıl düşündüğüm mevzuya getirdim konuyu. "Ben şey diye düşünüyorum aslında şey..."
Düşünmesi hatta karar vermesi bile kolaydı fakat söylemesi kolay olmuyordu. Zaten üzerimde 5 çift göz vardı, gerildikçe geriliyordum. Ben de gözlerimi onlarda gezdirdim. Sena Hanım her zamanki gibi duygu dolu bakıyordu fakat bu sefer pişmanlık daha ağır basıyordu. Alaz ifadesizdi yine, parmaklarıyla hafif çıkmış olan sakallarıyla oynuyordu. Burak ise şefkat dolu bakıyordu bana, Sıraç'ı söylememe gerek bile yoktu.1
Melih Bey'e döndüm tekrar. Olduğu şekli bozup ellerimi kendi ellerine almış sımsıkı tutmuştu. Dimdik omuzları düşmüştü şimdi, upuzun kalıplı bir adamdı. Oturur haldeyken bile beni geçiyordu boyu, yani şuan bile hafif kafamı kaldırarak bakıyordum ona.
"Belki biraz daha beklemeliyiz, birbirimizi tanıyıp öyle aynı eve girmeliyiz diye düşünüyorum. Yani belki de,"
"Burada kalmayacak mısın yani?"
Hayal kırıklığı dolu gözlerle bakıyordu bana, hem o hem de Sena Hanım.
Biliyorum Sena Hanım bu kararıma daha çok üzülecekti, ki üzülmüştü de, başta onun gibi bende çok hevesliydim fakat olmuyordu işte.
"Bu daha doğru olur Sena Hanım, hepimiz için."
Zaten daha bu sabah ikna olmamış mıydım? Yolun neresinden dönersek kârdı. Değil miydi?
"Mahperi ne olursa olsun biz kızımızı yanımızda istiyoruz. Hem birbirimizi tanımalıyız diyorsun hem de bizden uzaklaşıyorsun güzelim... Ben kızımı bu saatten sonra bir daha yanımdan ayıramam, bunca yıl hasret çekmişken şimdi kavuşmuşken isteme bunu bizden. Lütfen."
"Yapmayın... Olmuyor işte, şu halimize bakın. Daha bugün karar verdik ama akşamına bu haldeyiz."
Kaşlarını çatıp ellerini kaldırdı hafifçe, halimizi gösterir gibi.
"Ne var halimizde güzelim? Her aile de olan karşılıklı tartışmalar, zaten bir ilişkiyi sağlıklı kılan sorunları konuşup tartışmak değil midir? Ki ben senin her türlü nazına niyazına razıyım, başım gözüm üstüne."
Bir şey diyemedim fakat bu sözler kalbimin en derinine sakladığım yarama dokundu. Kanattı orayı hatta çok acıttı ilk başta ama şefkatli gözlerini benim üzerimden çekmedikçe de merhem oldu. Bana öyle geliyordu ki, yara izlerim ister istemez kalacaktı fakat onlar sayesinde kapanacaktı yaralar. Bu yüzden razıydım izlere, yeter ki kapansındı.
Sena Hanım kalkarak yanımda boşluk olmadığından kol koyma yerine yaslandı. Saçlarımın ucuna hafifçe dokunup okşadı.
"Özür dilerim anneciğim, üzülme ihtimalin o kadar korkuttu ki gözümü sonradan üzülebileceğin gerçeğini düşünemedim bile. Sen bu aileden birisin ve kimse bunun aksini iddia edemez," Burada oturanlara göz dağı veriyor olmalıydı. "Sende bunu iddia edemezsin Mahperi, sen bizim evimizin biricik kızısın, hasretini çektiğimiz minik bebeğimizsin. Lütfen bize bir daha bu ayrılığı yaşatma birtanem."
Kalbime öyle bir dokunuyordu ki ben müdahale bile edemiyordum. Beklentiyle bakıyordu bana. Anlık tuttuğum nefesimi bırakıp yenilgiyle omuzlarımı düşürdüm.
Sımsıkı sarılıp göğsüne bastırdı beni. Ellerim hâlâ Melih Bey'in ellerine tutunuyordu, tek elimi çekerek Sena Hanım'ın belime sardım. Saçlarımın üzerinde dudaklarını hissettim.
"Ya anne! Ben de bebeğin olmak istiyorum."
Can'ın gelen hırçın sesiyle hafifçe başımı kaldırdım o da yanımıza gelip kucağıma kuruldu.
Yüzümü güldüren varlığına şükrettim.
"Yemin ediyorum bu çocuk aynı ben, bana çekmiş!"
Salonu dolduran sesin sahibine gözlerimi çevirdiğim zaman Ufuk ile karşılaşmıştım, ardında ise Uraz vardı. Neredelerdi cidden? Gözlerim ister istemez aramıştı onları.
"Değil mi abim? Sen beni daha çok sevdiğin için bana benziyorsun, değil mi?"
Ufuk'u iterek içeri girip boş yerlerden birine kuruldu Uraz, bu boş yer Alaz'ın yanıydı. Konuşmasa bile başıyla selam vermişti bizlere. Sessizliği yine üzerindeydi fakat gözleri bu sessizliğin aksine hepimizi inceleyip konuştu. Gözleri diyordu ki, 'Ne oldu?'. Kaşları hafifçe çatık bir şekilde sorusuna cevap arıyordu fakat kimse şuan ona cevap veremezdi.
"Ama ablama benzemek istiyorum ben, sen beni kandırıyorsun hep ama ablam öyle değil. Değil mi abla?"
Başını bana kaldırıp bakınca başımı salladım.
"Yemin ederim gram sevilmiyorum şu evde ya!"
İsyan edip ikizinin yanına oturdu Ufuk. Gözlerim Alaz'a kaydı ister istemez. Uraz'a sessiz diyordum ama asıl sessiz Alazdı bana göre. Çözemiyordum adamı bir türlü. Bir iyi bir kötüydü.
"Bir şey mi oldu? Bu haliniz ne? Peri'm?"
Uraz'ın şefkatli sesine karşılık gülümsedim.
Benim cevabıma karşılık Sıraç'ın alaylı gülüşü yükselmişti salonda.
Konuşmaya başlamıştı ki Alaz susturdu onu.
Sıraç emri almış olmalıydı ki konuşmadı daha, sadece göz devirmekle yetindi.
"Güzelim bir sorun yok değil mi?"
Ufuk bile ciddileşmiş bizi izliyordu. Uraz'ın sorusuna karşılık başımı olumsuzca salladım.
Lafımın üzerine laf söylemedi. Sena Hanım yan tarafımdan kalkıp mutfağa doğru adımladı.
"Hadi sofraya geçin bakayım siz, ben de yemeklere bakıp geliyorum."
Herkes ayaklanıp yemek odasına geçerken ben hemen kalkmadım, kimsenin dikkatini fazladan çekmek istemiyordum. Fakat Melih Bey kalkarken Can'ı kucağımdan alıp elini de bana uzattı.
"Hadi güzelliğim, masaya gidelim annen kızmadan."
İlk başta tereddüt etsem de sonradan umursamadım ve onun elini tutup oturduğum yerden kalktım. O da bana en güzel tebessümlerinden birini sunup ilerletti bizi.
Diğerlerini görmezden geldiğim sürece mutlu olabilirdim belki...1
...
Yeni gelen bulaşıklarla beraber sıkkın bir nefes verdim, yorulmuştum. Liya, kafeye ilk geldiğim zaman samimi bulduğum kız, bu hâlime karşı üzgün üzgün baktı fakat biliyordum ki onunda elinden bir şey gelmiyordu.
"Bulaşık makinesi bitmedi mi daha?"
İkimizinde bakışları makineye kaydı anlık olarak.
"Çok yoğun bugün, diğer bulaşık makinesi de serviste şansına."
Bu açıklamalarına karşılık tebessüm ettim. Liya samimi biri olduğu kadar da soğuk biriydi fakat yakınlaştıkça içindeki deli dolu kızı görebiliyordum.
Birkaç haftadır burdaydım ve bulaşık yıkıyordum. Evde durumlar ise aynıydı, Burak yine gelgitliydi fakat iyi davranmaya çalışıyordu. Onun yanında uyuduğum geceden sonra pek konuşma fırsatımız olmamıştı. Sıraç ve Alaz ise hiç değişmemişti; Sıraç hâlâ kin doluydu, Alaz ise ifadesizdi. Hepimiz bir aradayken sadece izlemekle yetiniyor uzun uzun dalıyordu.
"Hallediyorum ben buraları sen endişelenme."
Yan taraftan gelen 'Sipariş hazır.' sesiyle gitmek zorunda kaldı. Onunda bakmak zorunda kaldığı bir kardeşi vardı fakat Liya benden bir iki yaş büyüktü. İmkansızlıklar yüzünden okuyamamış, açıktan okumayı denese de başaramamıştı. Yine de güçlü bir kadın olduğu metrelerce öteden belli oluyordu.
Ellerim bir sıcak bir soğuk görmekten çatlamaya gelmişti ve artık canımın acıdığını hissedebiliyordum. Gözlerim saate kaydığı zaman çıkış saatime az kaldığını gördüm ve kendimi avutmaya çalıştım.
Bulaşıklar bitmeye yakın mutfağa Selim Bey'in kuzeni Mehmet girdi ve direkt bana doğru geldi.
"Mahperi Abla kolay gelsin, Selim Ağabeyim seni çağırıyor da bir 5 dakika gelebilir misin?"
Mehmet ki burada ona Memo diyorlardı, daha 15 yaşındaydı. Ailesi onu buraya çalışmanın zorluğunu öğrensin de okusun diye gönderiyordu fakat o bundan hiç rahatsız değildi. Abi saydığı kuzeninin yeriydi ve buranın nimetlerinden çokta güzel nasipleniyordu.
Ellerimi yıkayıp Selim Bey'in odasına doğru ilerledim yanımdaki Memoyla. Başıma geleceği bilerek kapıyı tıklatıp girdim içeri.
"Selim Bey, beni çağırmışsınız?"
"Gel Mahperi, Meltem akşam gelemeyeceğini söyledi, fazladan mesaiye kalabilir mısın diye soracaktım."
Ben sabahları hallediyordum bulaşıkları akşam son birkaç saatte Meltem geliyordu. Ve ben işe girdim gireli Meltem çok aksatır olmuştu.
"Biliyorum şu sıralar daha fazla oldu bu fakat bugün çok yoğun kafe, ben konuşacağım Meltemle de merak etme. Mesai ücretini de vereceğim. Yeter ki saat ona kadar bizi idare et."
Daha da bir şey demeden onaylayıp çıktım odadan. En azından fazladan para kazanacaktım. Okul bu pazartesi açılıyordu ve bugün günlerden cumaydı. Bu güne kadar biriktirebildiğim kadar biriktirmiştim fakat fazlası göz çıkarmazdı ya.
Odadan çıkar çıkmaz arka cebimden telefonumu çıkarıp annemi aramaya karar vermiştim. Akşam yemeğine beni bekliyorlardı her seferinde. Şimdi de beklemesinler diye haber etmeliydim.
"Sena Hanım merhaba. Ben bugün mesaiye kalacağım yemeğe beni beklemeyin demek için aramıştım."
Onlara bir kafede garson olduğumu söylemiştim. Çalışacağımı söylediğim gün izin vermemişler zar zor ikna edincede bulaşık yıkayacağım diyememiştim. İşimden utandığımdan değildi söylememem, zor bir işti ve buna izin vermezlerdi. Bu yüzden yalan söylemek zorunda kalmıştım.
"Kızım bu kaçıncı ama? Yorma kendini bu kadar, normal çalışmana bir şey diyemiyoruz ama bu şekilde çalışman hiç içime sinmiyor anneciğim."
Sıkıntılı nefesini ve arkadan gelen sesleri çok net duyabiliyordum. Ne olduğunu soruyor olmalılardı.
"Biliyorum fakat elimden gelen bir şey yok ki."
Karşıdan gelen Memoyu görmüştüm, gülerek yanımda durdu fakat telefonda konuştuğumu görünce de bir şey demedi.
"Şu çalışma mevzusunu bir daha konuşsak zaten birkaç gün sonra okul açılacak güzelim."
"Bunu evde konuşalım olur mu?"
İç çekişini hissettirmemeye çalışsa bile duymuştum.
"Olur güzelim, olur. Çıkarken bizi ara ya abilerin ya da baban gelsin seni almaya. Sakın tek başına gelme gece vakti, tamam mı Mahperi?"
Sonrasında vedalaşıp kapattık telefonları. Biliyordum onlar kendilerine yediremiyordu çalışmamı fakat bende onlardan para almayı yediremezdim.
"Mahperi Hanımım bulaşık makinesi bitti, boşaltılıp yeniden dolduruldu."
Bir asker pozisyonu alıp sarfettiği kelimeler güldürdü beni.
"Ama onlar senin görevin değildi ki Memo, niye yaptın ablacığım? Borçlu hissettiriyorsun beni."
Kastığı vücudunu rahatlatıp omuzlarını silkti.
"Çok yoruldun sabahtan beri, az biraz yardımım dokunsun istedim... Eğer benimle bir kahve içmeyi kabul edersen borcunu silebilirim hem!"
Heyecanlı heyecanlı kendini açıklamasına gülümsedim. Benden birkaç santim uzun olmasına rağmen saçını karıştırıp kolumu da omzuna atıp kendimle beraber yürüttüm onu.
"Peki beyefendi nasıl isterseniz."
"Ya abla yaa! Niye karıştırıyorsun ya, ben iki saat uğraşıyorum bu saçlar için!"
Kendini benden uzaklaştırmaya çalışıp çırpındı fakat çıkmadı kolumun altından.
"Hayır bir de boyun uzun gibi kolunu atıyorsun omzuma!"
"Sus be! Uzun benim boyum, hem senin saçın kıvırcık iki saat uğraşmazsın bile!"
Gözlerini kısıp bana baktı kötü kötü fakat önüne bakmadığı için az kalsın ikimizi birden düşürüyordu.
Yürümeyi bırakıp durduk, yoksa sonumuz iyi olmayacaktı.
"Hadi ya! Düşecekmişim, kimin yüzünden acaba?"
"E abla sinirlendirdin beni! Ben bu saçlara duştan sonra iki saat bakım yapıyorum, değerlilerim onlar."
Bu haline kahkaha attım, tatlı çocuktu gerçekten. Bu tatlı kavga yine tatlı tatlı devam ederken arkadan bir ses yükseldi.
Karşımızda şuan benim yaşlarımda biri duruyordu. Bu kişiyi nasıl betimleyecektim bilmiyorum fakat betimleyeceksem eğer gözlerinden başlamak isterdim. Gözleri bana değmemişti, Memoya bakıyordu fakat öyle güzel öyle sevgi dolu bakıyordu ki beni bile etkilemişti.
"Hoşgeldin abi, Selim abiye mi geldin?"
Kafasını hafifçe salladı, simsiyah saçları da ahenkle dalgalandı.
"Hem ona hem sana geldim. Çalışıyor musun bir bakayım dedim ama..."
Kömür gözleri bana döndü. Memo bunu farkedip bizi tanıştırma niyetine girdi anında.
"Mahperi Ablayla konuşuyorduk yoksa işimizde gücümüzdeyiz tabi. Bu arada Mahperi Abla bu abim Efdal. Abi bu da Mahperi Ablam."1
Ani tanıştırmasına karşılık ne yapacağımı bilemedim. Evet onun dış görünüşünü beğenmiş olsam bile bunu dışarı göstermezdim. Ki ne kadar beğenmiş olsam bile elini uzatsa tutamazdım. Mehmet benden küçüktü ve bana başka bir gözle bakmazdı, şu birkaç haftada bunu gördüm fakat ilk defa gördüğüm birinin elini de sıkmak istemezdim bu Memonun abisi olsa bile.
Ben elini uzatırsa ne yapacağım düşüncesiyle boğuşurken o sadece başıyla selamladı beni.
"Memnun oldum, birkaç haftadır bahsediyordu zaten Mehmet sizden."
"Ben de memnun oldum, Memo abartıyor işte. Neyse ben işimin başına geçeyim, tekrardan sağol ablacığım."
Son kez ona bakarak mutfağa ilerledim. Efdal ismi çok değişikti fakat ismi ona yakışıyordu. Bir anlık ne yaptığımı sorguladım. Birini beğenmiştim ve onunla kendimi saliselik hayal etmiştim. Hemen durdurdum kendimi ve de zihnimi. Etrafıma baktım, dolu olan kafede fazlasıyla güzel kız vardı. Onlarla kendimi karşılaştırdım. Onlar varken ben seçilmezdim. Bu yüzden attım zihnimden onu. Gerek yoktu kendi kendime onu düşünmemi.
Mutfağa girdiğim an tezgahın üzerinde az önceye nispeten daha az duran bulaşıklarla birlikte derin bir nefes verdim. Sonrasında bulaşık makinesini açıp kalan yerlere doldurmaya başladım bulaşıkları.
Tamamen doldurduğum makineyi kapatıp çalıştırdım, sonrasında da tüm akşam boyumca gelen bulaşıkları halletmiştim. Sonuncu bulaşığı da yıkayıp yerleştirdiğim de vücudumu dikleştirip belimi gerdim. Ağrımıştı.
Liya içeri girip yanıma geldi, o kadar yoğunduk ki yanıma bile uğrayamamıştı bugün. Memo da gelmemişti zaten sonrasında.
"İçeriye gelsene, kasada otur biraz belin ağrımıştır."
"Yok daha müşteri bitmemiştir, bulaşıklar gelir birazdan."
Belini tezgaha yaslayıp vücudunun ağırlığını bıraktı oraya.
"Kimse bir şey demez gel. Kasaya bakıyor deriz, diğerleri gitti iki kişi kaldık garson olarak zaten. Hem müşteri fazla yok, çıkarken hallederiz son bulaşıkları."
Bulaşık makinesini boşaltmıştım bir ara zaten, kafeden çıkarken bulaşıkları koyar çalıştırıp çıkardım. Bu yüzden Liya'nın teklifini kabul etmiştim.
Kasaya beraber geldiğimizde birkaç şeyi gösterdi bana. Sonrasında ise işinin başına gidip beni yalnız bıraktı. Yardıma ihtiyacım oldugunda söylememi tembih etmeyi unutmamıştı tabi. Kafe son bıraktığıma göre sakinlemişti ve huzurlu bir hâl almıştı. Gözüm girişte bulun saate kaydığı zaman 21.30 olduğunu görmüştüm. Baya baya geçmişti saat, mutfakta bulaşıklardan başımı kaldıramadığım için farkında bile olamıyordum zamanın nasıl geçtiğini.
Anneme yani Sena Hanım'a, hâlâ alışmakta zorlanıyordum, mesaj atıp yarım saate çıkacağımı bildirdim. Şansıma kim gelirse gelsin itiraz edemezdim fazlasıyla yorulmuş ve bitkindim zaten.
Birkaç hesabı alırken gözüm diğerlerine kaydı, onların daha iki buçuk saati vardı. Son iki saat yoğun olmadığından kimse kalmazdı kafede pek. Birkaç arkadaş grubu gelir oturur vakit geçirir giderdi genelde. Hatta geçenlerde Çınar bile gelip oturmuş. Liya biri seni sordu diyip dış görünüşünü anlatınca Çınar olduğunu anlamıştım. Sürekli mesajları ve aramalarıyla rahatsız edince engellemiştim. Fakat bir yolunu bulup burda çalıştığımı öğrenmişti, birkaç kere gelse de beni göremeyince vazgeçmiş olmalıydı.
Bir anda önüme konulan fincanla irkildim. Dalmıştım yine düşüncelere.
"Sözünüzü tutun hanımefendi, benimle bir kahve için lütfen."
Memo yanıma bir sandalye çekip oturmuştu, onunda önünde benimki gibi bir fincan vardı.
"Şekerli yapmışsındır umarım."
Çayı şekersiz ama kahveyi kesinlikle şekerli içerdim.
Diyerek göz kırpıp kahvesinden bir yudum almıştı tabi bu esnada serçe parmağını kaldırmayı da unutmamıştı.
"Meltem abla işten çıkmış, Selim abim öyle söylüyordu abime."
İşten çıkması demek yerine biri bulunana kadar ben çalışacağım demek olabilirdi. Fakat bu pazar izin kullanacaktım. Bu iznimin yanmasını istemiyordum.
Sıkıntılı bir nefes alıp versem de ona hissettirmedim.
"Kapı mı dinliyorsun sen? Seni Selim Bey'e söyleme zamanı gelmiş."
Baygın bakışlar atarak vücudunu arkaya doğru bırakmıştı.
"Ya abla ya! Dinlemedim kapı, kulak misafiri oldum!"
Savunmasına karşı minik bir kahkaha çıkmıştı dudaklarımdan.
Anne ve babasından bu kadar korkmuyordu eminim ki, nedense abilerinden çok fazla çekiniyordu. Bu sırada Memonun gözleri karşısına yani arkama takıldı.
"O ne lan? Niye böyle geliyor bu adam, bir şey yapmadım şu iki gündür ben ya! Allah'ım affet o kızı üzmeyecektim, kesin abisi."
Kaşlarım çatıldı, ne oluyordu be?
Memonun gözleri bana çevrilmiş geri oraya takılmıştı tam arkamı dönecektim ki tuttu kollarımdan.
"Abla ben geçen bir kızla konuştum ama hiç içim ısınmadı, sevgili olmak isteyince yok dedim üzüldü o da abilerime şikayet edeceğim oyaladın dedi beni. Ama valla bak oyalamadım, şimdi bu tarafa doğru bir adam geliyor kesin abisi. İdare et beni, sorarsa gitti de öldü de bir şey de. Tamam mı?"
Bunların hepsini 3 saniyede söylemiş sonra da benden cevap beklemeden arkaya gitmişti. Eminim ki abisinin parçalarına sarılmaya gidiyordu.
Ne adamıydı anlamış değildim, arkamı dönüp baktığımda bana 6-7 adım uzaklıkta olan Urazdan başkasını görememiştim. Kaşları çatık bir sekilde yanıma kadar gelmişti, gözleri etrafta gezinip tekrardan beni buldu. Demek ki Urazdan korkmuştu Memo, alemdi bu çocuk.
Benim soru dolu seslenişime karşı aynı şekilde karşılık vermişti.
"Ben biraz daha geç gelirsiniz diye düşünmüştüm, çabuk geldin."
Liya'ya kısa bir göz attım. Yerleri siliyordu, işini bitirince haber eder çıkardım.
"Peki ama beş dakika beklememiz lazım. Arkadaşıma bırakıp çıkacağım da..."
Ayakta kaldığını farkedince biraz önce Memonun terk ettiği sandalyeyi gösterdim.
Yine sesini çıkarmadan başıyla onaylayıp oturdu. Bu sırada hesap için birkaç kişi gelmiş onların hesabını almıştım, Uraz da sessizce oturup beni izlemişti. Arada sırada gözleri ellerime kayıyor sonra geri yüzüme çıkıyordu.
Müşteriler gittikten sonra ellerimden tutup kendi dizlerine koydu. Anlık gelişen olayla şaşırıp refleksle geri çekmeye çalışmıştım fakat çabam boşa çıkmış Uraz ellerimi tekrardan tutmuştu.
Ellerimi bırakıp ceketinin sol iç cebinden bir kutu çıkardı, bir krem kutusu. Kapağını açıp koruma jelatinini açtı. Daha yeni almış olmalıydı. Parmağının ucuyla hafifçe aldı kremden, ellerimin üzerine koyup yavaş hareketlerle yedirmeye başladı. Çatlak olan kısımlara narince dokunup dokunup çekildi.
"Ne kadar saklasanda ben abiyim Peri, hisseder ve anlarım. Garson olan birinin elleri böylesine yara böylesine çatlak olmaz. Ama sen saklayacağım diyorsan, bilmemizi istemiyorsan öyle olmasını da sağlarım. Senin istemediğin hiçbir şeyi yapmam ama senin canının, tırnağının ucunun acımasına dahi izin vermem. Sen benim gözbebeğimsin abim."
Ellerimde olan gözlerini benim gözlerime çıkardığında sonuna kadar dolu olan gözlerimle karşılaştı.
Zor dönemlerden hep geçmiştim ve geçmeyede devam ediyordum ama şu zamana kadar hep yalnızdım. Ne kadar yanımda Ela hatta bir zamana kadar Çınar da olsa herkesin bir hayat savaşı oluyordu. Ben hep onların yanında olup yaralarını sarıyordum, en azından elimden geldiğince. Fakat onlar bir oluyorsa iki olamıyordu, asla bunlar için onları suçlamıyordum herkesin kendi hayat meşgalesi vardı.
Şuan ise ilk defa bu kadar kimsem varmış gibi hissediyordum. Şu zamana kadar kimse ellerimdeki yaraları farketmemiş, sarmamıştı. Ama şimdi karşımdaki bu adam tüm yaralarımı görüyor, tek tek tedavi ediyordu.
"Peri'm... Ağla diye demedim ki."
Ellerimin üzerinde kalan kremleri umursamadan kollarımı boynuna sardım.
"Abi..."3
Öyle içten dedim ki bunu, o da hissetti. Sımsıkı sardı bedenimi. "Abim..." Biliyordum artık, ben ne zaman abi desem o da aynı şimdiki gibi abim diyerek karşılayacak sarıp sarmalayacaktı beni.
Etrafımızda kimse yokmuş gibi rahat rahat yaşadım anı, kimse bizi umursamıyordur diye düşünürken bilemezdim Memoyla konuşan Efdal'in bizi izlediğini.4
Bir hatam varsa söyleyin lütfen.
Desteklerinizi bekliyorum...
Okur Yorumları | Yorum Ekle |